2012 yılının bir kısmını kapsayan, hakkında çeşitli acıkmalarda bulunulan/kimilerinin ise gizliden gizliye kendilerine ait kurtarma kaynaklı eylem planı hazırladığı olay; 21 Aralık tarihiydi… Malum Maya takvimine göre; Kıyametin kopacağı gün olarak yıllar öncesinden öngörülmüş, hatta tekmili dünya da sadece iki yerin bu kıyametten kurtulanların sığınabileceği yer olduğuna kadar almış başını gitmişti tartışmalar.
Ama öyle olmadığı, en azından mayaların hesaplamalarının ya da söylemek istediklerinin tam da öyle olmadığı pratik neticeleri itibariyle ortaya çıktı. Kıyamet kopmadı hayat devam etmeye, kendisi olma yönünde ilerlemeyi sürdürdü.
Şimdi 2013 yılındayız; ne bin yıllar öncesinden ne de tarihin karanlığında kalmış bir kültürden gelen herhangi bir öngörme veya tabletlere yazılmış bir mesaj yok… Kıyamet teorilerinin yerini günümüzde; başta AKP olmak üzere, zamanın ruhunu okuma da zorluk çekenlerin kendinden meşhur açıklamaları almış durumda.
Rojava devriminde yaşanan gelişmeler, PYD’nin ve bölgedeki kürtlerin gerçekleştirdiği icraatlar bu kesimler tarafından kıyametin başlangıcı veya kıyametin alameti farikası olarak lanse edilmektedir.
Kıyamet kelime anlamı olarak; ayağa kalkmak anlamına gelmektedir!...
AKP’nin ve diğer çevrelerin Kürtlerin yaptıklarına ilişkin, son zamanlardaki siyasi aktörlükte bu kadar önemli mesafe kat etmelerine ilişkin bu açıklamaları yaparken, aslında histerik olarak da olsa gerçeğin altını çiziyorlar… Kıyamet olarak algılamak istedikleri ve kendi korku imparatorluklarının değirmeninde bu algıyı öğütmek için bütün topluma bunu yedirmeyi temel uğraş olarak belirlerseler de; günümüzde Kürtlerin ayağa kalktığı ve gün be gün daha da yaygın bir şekilde ayağa kalkacağı açıktır.
Kürtlerin gerçekleştirdiği bu kitlesellik, pratik siyasetteki etkinlik Kıyametin alameti farikası olamaz. Ayağa kalkmış bir halkın sonun başlangıcı ya da bitişin son çırpınışı olarak okunması; gerçeği görmeyen ya da görmek istemeyen kibirden ileri gelen bir yaklaşımın, zihniyetin kendini konuşturmasının dışında bir şey olmadığı açıktır.
Tüm bunlardan dolayı başta Rojava olmak üzere, ülkenin birçok yerinde/Avrupa da bile yaşayan binlerce kürdün içinde olduğu bu politik tutum ve mücadeleleri herkesten daha iyi Türkiye’nin, Türkiye siyasetinin yürütücü mercilerinin anlaması ve algılaması gerekiyor. Uzun yıllar boyunca çeşitli elitist yaklaşımlarla horlanan, yok sayılan en iyi yönüyle asimilasyona tabi tutulan bir halk olarak; Kürtler artık kendileri olmak istiyorlar.
Yönetimlerini, dillerini, yaşam alanlarını, kültürlerini kendileri olarak yaşamak istiyorlar. Kürtlerin istemlerini, ne yapmaya çalıştıklarını ve neyi mücadelesini-savaşımını verdiklerini bütün dünya çok iyi görüyor ve anlamaya çalışıyor. Öyle ezber bozmayan yaklaşım ve açıklamalarla; “ateşle oynamayın”, “kıyamet olur” gibi üstten ve hor gören açıklamalarda bulunmuyorlar…
Bugün itibariyle aslında dünya da hiç kimse, hiçbir devlet Kürtlere abilik yapmaya çalışmıyor! Türkiye ise zamanın ruhundan yoksun olduğundan mıdır, kendi yaşam mecrasında içine girdiği körlükten midir bilinmez; Kürtlere yönelik yaklaşımını değiştirmemekte ısrar ediyor.
Bir taraftan Kürdistan’ın kuzeyinde barış deniliyor, çözüm deniliyor, gençlerin ölmemesi deniliyor/öte tarafta ise yaşananlar ortada! 2 milyon Kürtle barışmayan, onları görmeyen, ne yapmak istediklerini anlamama da bu kadar direnen bir Türkiye’nin, 20 milyonla nasıl barışacağını ya da gerçekten de barışma isteğinin olup olmadığını herkes; en fazla da Kürtler bir kere daha sorgulamaya çalışıyor.
Tüm bunlar gösteriyor ki; yaşananlar basit ve geçici heveslerden beslenen bir ayağa kalkma süreci değildir. Yine kıyametle ilgili bir ayağa kalkış kesinlikle söz konusu değildir. Bu şekilde okumakta ısrar edenler, algıyı bu noktaya kanalize etmek için sabah/akşam uğraş içinde olanlar; en fazla kendi sonlarını ve kıyametlerini oluştururlar. Kürtlerin yaşamın her alanında ve bütün baskıları karşısında içine girdikleri bu kendileri olma mücadelesini; kıyametin alameti farikası olarak görmek bir yana, kıymetin alameti şahikası olarak görmek daha yerinde ve doğru bir yaklaşım olacaktır.
Toprak Cemgil