HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

2011 yılının sonuna doğru geliyoruz. Yıl değerlendirmeleri daha şimdiden başladı bile. Herkes kendi penceresinden 2011 yılını analiz etmeye çalışıyor. Herhalde bütün bu analizler genel planda şu noktada birleşecek: Büyük mücadele ve değişim yılı!

Gerçektende 2011 yılı tarihin en büyük mücadele yıllarından biri oldu. Mücadele ekonomik, siyasi ve askeri olmak üzere çok boyutluydu. Amerika’dan Avrupa’ya, ordan da Ortadoğu’ya olmak üzere bütün alanlara yayıldı. Değişim konusunda ise hem Avrupa’da hem de Ortadoğu’da ciddi iktidar değişiklikleri yaşandı. Bunlar arasında ikisi vardı ki, her biri bir düzine başa bedeldi: Roma’nın arlanmaz imparatoru Berlisconi ile Mısır’ın son firavunu Mübarek!

Ben kendimi bildim bileli sonu 1’li olan yıllar felâket geçiyor. İlki 1971 yılıydı. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de gençlik devrimi temelinde gelişen büyük demokrasi hareketi, 12 Mart askeri darbesinin balyoz vuruşları altında ezildi. Biz daha yeni gençliğe adım atan nesil tamı tamına ne olduğunu bile anlayamadık.

İkincisi 1981 yılıydı. 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesinin vahşi baskı ve işkenceleri altında bizim nesil de ezildi. 1971’in ne demek olduğunu ancak 1981’de anlayabildik. Demokrasi adına Türkiye ve Kürdistan’da gelişen ne varsa hepsini ezen ve yok eden faşist-askeri rejimin saldırıları altından ancak PKK kısmen kendini kurtarabildi.

Üçüncüsü 1991 yılıydı. Sovyetler Birliği’nin çöktüğünü gösteren ABD-Irak Körfez Savaşı, her bakımdan yeni bir sürecin başlamış olduğunu ilân ediyordu. Buna Üçüncü Dünya Savaşının başlangıcı da denildi. Kürtler Kuzey’de ve Güney’de serhildanlar geliştirerek bu yeni sürecin yıkıcı etkilerinden korunmaya çalıştılar.

Dördüncüsü 2001 yılıydı. Amerika’da 11 Eylül İkiz kule saldırısıyla Üçüncü Dünya Savaşında yeni bir aşama başladı. 1991 Körfez Savaşı ile Ortadoğu’ya askeri bakımdan yerleşmiş olan ABD için Ortadoğu savaşının önü açıldı. Hem Afganistan hem de Irak savaşıyla ABD, Güney Asya ve Ortadoğu bölgelerini merkezden yardı. Kürtler bu ağır çelişki ve çatışma ortamında kendilerini korumaya ve statü kazanmaya çalıştılar.

Beşincisi de 2011 yılı oluyor. Bu yıl hem dünya, hem bölge ve hem de Kürdistan açısından büyük mücadele ve değişim yılı oldu. Dünya 1929 kapitalizmin büyük bunalımıyla kıyaslanan ağır bir ekonomik krizin pençesinde kıvranırken, kapitalist sistemin umudu ve kurtarıcısı sayılan Avrupa Birliği’nin gelecği bile tartışılır hale geldi. Tunus ve Mısır isyanlarıyla başlayan “Arap baharı” ise, Afganistan ve Irak savaşları ardından Ortadoğu’nun yeniden yapılanmak zorunda olduğunu herkese gösterdi. Aynı zamanda yaklaşık kırk yıldır süren Kürdistan üzerindeki mücadelenin artık bir sonuca bağlanması gereği netçe ortaya çıktı.

Şimdi kapitalist sistemin yaşadığı ağır ekonomik ve mali krizden nasıl çıkılacağı konusu ilgili çevreler tarafından yoğunca tartışılıyor ve araştırılıyor. Doğal olarak kriz, sistemin merkezi olan Avrupa’yı vuruyor. 2011 yılında krize karşı yürütülen ekonomik ve mali mücadele kesin ve kalıcı bir sonuç vermemiş görünüyor. Bir yandan krizi yaşayan sistemin ezdiği kitleler Amerika’dan Avrupa’ya kadar her alanda krizin merkezi olan borsaları işgal etmeye yürürken, diğer yandan sistem kendi içinde ağır kemer sıkma programlarını devreye koyuyor. Bu da Yunanistan’dan İtalya ve İspanya’ya kadar birçok Avrupa ülkesinde daha şimdiden hükümet değişikliklerinin yaşanmasını gerçekleştirmiş bulunuyor.

Burada özellikle Papandreu ve Berlisconi hükümetlerinin düşüşü önemli ve anlamlı görünüyor. Bunlar sadece Avrupa’nın iki şımarık hükümetinin devrilişi değildir. Aynı zamanda krizi kitlelere yüklemek için yeni ekonomik programların devreye konmasını da ifade ediyor. Peki, bu programlar sonuç verecek midir? Kapitalist sistem bu temelde yaşadığı krizden kurtulabilecek midir? Bu soruların cevabı henüz net ve kesin değildir. Umut olduğu kadar tersi de geçerliliğini korumaktadır. Bu temelde sürecek kriz durumu sistem içindeki ekonomik ve siyasi mücadeleyi derinleştirirken, krizin sonuçları üzerine yüklenen kitlelerin daha yaygın ve şiddetli halde sisteme karşı mücadeleye yönelmeleri de en güçlü olasılık durumundadır.

2011 yılının mücadele ve değişim gerçeği, Ortadoğu bölgesinde çok daha belirgin ve şiddetli yaşanmaktadır. Avrupa’da ekonomik-mali krizle bulaşık bir siyasal mücadele yaşanırken, Ortadoğu’da siyaset, savaş ve halk isyanlarıyla iç içedir. Bu temelde yılın ilk ayında Tunus’ta başlayan ve kısa bir sürede Binali yönetimini değiştirmeyi başaran halk isyanı, hızla Mısır’a ve diğer Arap ülkelerine yayılmıştır. Mısır’da çok güçlü görünen otuz yıllık Hüsnü Mübarek yönetimden düşerken, yaşanan isyan Yemen’de ve giderek Libya’da içsavaş konumu kazanmışır. Yemen’de muhalefete karşı ABD desteğine sahip olan Ali Abdullah Salih yönetimi zorda olsa kendini ayakta tutarken, ordu ve hükümet içinden örgütlenen bir darbeyle sarsılan Kaddafi yönetimi ise, çok çalışmasına rağmen NATO saldırıları karşısında ayakta kalamamış ve 2012 yılını görememiştir.

Hiç kuşkusuz bir yıl içinde Arap aleminde yaşanan bu siyasal değişim asla küçümsenemez. Otuz yıllık Mübarek, kırk iki yıllık Kaddafi iktidarlarının bu tarz devrilişi 2010 yılında tasavvur bile edilemiyordu. Hatta bu tarz düşünce ileri sürenlere “Deli” olarak bile bakılabilirdi. Ancak hayal bile edilemeyen bir siyasal mücadele ve değişim Arap aleminde yaşandı. Ve bu sürecin devam edeceği de anlaşılıyor.

Kuşkusuz 2011 yılında Arap aleminde yaşananlar Üçüncü Dünya Savaşı denen sürecin yeni bir aşaması ve belki de sona doğru gidişi oluyor. Başlangıç 1991 Körfez Savaşıydı. Bu savaşla Saddam yönetimi daraltıldı ve ABD askeri olarak Ortadoğu’ya yerleşti. İkinci aşama 11 Eylül 2001 İkizkule saldırısı ardından gelişen Afganistan ve Irak savaşlarıydı. Taliban ve Saddam yönetimlerinin yıkılışıyla Güney Asya ve Ortadoğu’daki ulus-devlet statükoları merkezlerinden yarılmış oldu.

Şimdi 2011 Ocağından itibaren başlayan Tunus ve Mısır isyanlarıyla gelişen Arap baharı üçüncü aşama oluyor. Bu aşamada Arap aleminde ulus-devleti temsil eden bireysel yönetimler yıkılıyor. Bu üçüncü aşamanın yirminci yüzyıl yönetimlerinin yıkıldığı aşama olacağı anlaşılıyor. Ancak eskinin yıkımıyla yeninin inşası içiçemi olacak, yoksa yıkımdan sonra yeninin inşası yeni (dördüncü) bir aşama olarakmı yaşanacak, bu durum henüz pek belli görünmüyor. Her iki olasılık da mevcuttur. Hangi olasılığın yaşanacağını ise Suriye etrafında yaşanacak mücadele gösterecektir.

Mevcut haliyle hem halktan ve hem de ABD’den gelen baskıya karşı direnen tek Arap rejimi Suriye’deki Esat yönetimidir. Eğer Esat yönetimi yıkılırsa yirminci yüzyıl Arap yönetimlerinin tümü yıkılmış olacaktır. Çünkü Ürdün, Kuveyt, Suudi gibi krallıkların ciddi bir varlık göstermeleri mümkün değildir. Kapitalist sistem nasıl isterse onlar ona göre şekil alacaklardır. O nedenle Arap aleminin yeniden yapılanışının nasıl olacağını Suriye üzerindeki mücadelenin sonuçları belirleyecektir.

Sadece Arap aleminin nasıl yapılanacağını mı? Belli ki hayır. Suriye üzerindeki mücadelenin sonuçları tüm Ortadoğu’nun nasıl yapılanacağını belirleyecektir. Yani Suriye üzerindeki mücadele bir bölgesel mücadeledir ve herkes tarafından da böyle ele alınmaktadır. Şimdi Ortadoğu’daki değişim ve mücadele gelip Suriye üzerinde odaklanmıştır. Bu büyük mücadele 2012 yılına devredilmektedir ve belki de 2013’e bile sarkabilir. Demek ki 2012’de de mücadele ve değişim devam edecektir.

Ortadoğu’daki Kürtleri inkâr ve imha eden statükonun böyle parçalanması Kürtler açısından çok önemli ve de iyidir. 2011 yılı Kürtlerin umutlarının daha da arttığı ve varlıklarının güçlendiği bir yıl olmuştur. Özellikle de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Ortadoğu’dan çıkarılmasının birinci dereceden sorumlusu Hüsnü Mübarek ile Roma’dan çıkarılmasının sorumlusu Berlisconi’nin bu yıl iktidardan düşmeleri Kürtleri çok, ama çok sevindirmiştir. Derler ya, alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste!..

Selahattin ERDEM

Özgür Politika