HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Önderliğimizin yıllardır barış ve diyalog esaslı çözüm arayışlarına bir cevap verilmediği gibi insanlık dışı uygulama ve ahlaksız saldırılarla yüz yüze kaldığı her gün açığa çıkan yeni bir örnekle ispatlanıyor. Artık bir devletle yürütülen savaş algılamalarını aştığı, ulusal sorunun çözümünü aşan insanlık sorunlarının kalıcı çözümü için ürettiği düşünceyle yeni ufuklar açtığı ispatlanan Önderliğimize yönelik geliştirilen saldırılar karşısında savunma güçleri olarak çok yönlü savunma savaşını sürdürmemiz gerekiyor.

Bu savunmanın bir yanı gerilla güçleri olarak faşist devlet ve ittifaklarına karşı silahlı savaşım olduğu gibi söylenen her söz, gösterilen her davranış karşısında da kültürümüzde ektiğimiz ahlakı zedelemeden cevap olabilmemiz de önem kazanıyor. Yapılan saldırıların tek yönlü olmadığı göz önüne getirildiğinde yürütülecek savunma savaşımının komple karakter kazanması gerekiyor. Özellikle ideolojik ve siyasi alan içinde medya aracılığıyla yoğunlaştırılarak sürdürülen saldırılara verilecek cevapların da bu mücadelenin önemli bir ayağı olduğu bilinerek meşru savunmanın yükseltilmesi gerekiyor.

Söylenen sözün sahibine yakıştığı doğru. Yani hakaret ve rencide edici söz söyleyenlerin kendilerini tarif ettiği yönlü bir sonuca ulaşabilsek de bunun sarf edilen sözler karşısında sessiz kalınması gerekliliğini doğurmadığını da görüyoruz. Her gün ayrı bir gazete, site veya TV ekranından Önderliğimize yönelik gerçekleştirilen saldırılara karşı duyarlı olmak kadar gereken tepkinin gösterilmesi gerekliliği de açıkta duruyor. Duyarlı ve bağlı bir insanın varlık gerekçesine yönelen her türlü saldırıyı misliyle karşılama gücünde olduğunu bildiğimizden bir yönlü içimiz rahat olsa da göreve çağrı kabilinde de olsa hatırlatmakta yarar var.

Bakın Türkiye’nin sözde yazarlarından (kesin kendisini aydın da sayıyordur) birisi Önderliğimize nasıl hakaret ediyor.

“…bir gerilla lideri gibi değil de, batık banka patronu gibi ağlaşmaya devam ediyor: Yok gözüm ağrıyor, yok karnım ağrıyor diye. Kardeşim vücudun bu kadar hassassa niye dağa çıktın ki?.”(Ergun Babahan-Sabah Gazetesi) tabii ki yazdığı bunlarla sınırlı değil ama terbiyemiz bu yazılanları buraya aktarmaya elvermiyor.

Bu yazıyı okurken nasıl bir refleks gösterilmesi gerektiği konusunda epey düşündüm. Ve dedim ki ya bu kişi Türkiye’deki ortalama yazar kalitesini ortaya koyan gerici, cahil, vurdumduymaz, ‘ben’ egosunda yüzen bir ukala, ya da Önderliğimize yönelik gösterdiğimiz hassasiyetin farkında olan özel savaş rejiminin dönem dönem refleksleri ölçmek için kullandığı yöntemlerin uygulayıcılarından biri. Ha, denilebilir ki zaten ikisi de aynı. O da doğru. Ama cahil ile bilinçli insanları aynı kefeye koyup yargılayamayacağımızdan bu ayrımı yapma gerekliliği de ayrıca önümüzde duruyor.

Şimdi bu kişiyi yazdıklarını alıp çözümleyerek değerlendirmeye çalışmayacağız. Çünkü cahil ya da bilinçli olsun bu kişinin Önderliğimize karşı yoğun bir öfke duyduğunu, bu sebeple Önderliğimizi ve savunduğumuz düşünceleri anlayamayacağını biliyoruz ve böylelerine söz söylemek yerine başka türlü yaklaşılması gerektiğini hatırlatıyoruz. Ona eşeğin sudan bir an önce gelmesi temennisinde bulunuyoruz.

Ancak böylesi psikolojilerin anlaşılması açısından bir iki noktayı vurgulamadan da geçemeyiz.

Nefret duygusunun temel nedenlerinden biri de nefret edilene karşı duyulan korku ve muğlâklıktır. Korku öylesine büyük ve engellenemezdir ki nefrete maruz kalanın taşıdığı anlam ve yüklendiği misyon görünmez, görünemez. Korkunun derinliği bilince giden yolları kapattığından olsa gerek açık, görünen, sade olan bile sisler perdesi arkasında kalır.

Korkunun nedeni kendisine öyle öğretilmiş olmasının yanında dört elle tutunduğu yaşam gerçeklerinden uzaklaştırma ihtimalidir. En benim diyen insan ve sisteminin aslında “hiçbir şey” pozisyonunda olduğunu görmek istememesidir ya da. Yıllarca bağlı kaldığı, onsuz insanların yaşayamayacağının iddia edildiği düzen, oluşturduğu ilişkiler düzeneği, kanun, siyaset derin çatlaklara bölünürken bunu sağlayan düşünceye karşı yaşadığı çaresizliğin bir etkisi de olabilir pekâlâ.

Bu düşüncelerle öylesine dolu yaşayan bir insan hangi olguya mantıklı ve gerçekçi bakabilir ki? Tabii ki karşısındaki onun gözünde anlaşılamaz, tanımlanamaz gelecek. Uğraştığı olgunun ne olduğunu çözümlemeyip söylediği sözlerin kendilerine nasıl döneceğini bilmeyen söz sahipleri bu örnekte de görüldüğü gibi yaşadıkları psikolojik buhranlara bu saldırgan ruh haliyle cevap olmaya çalışacaklar. Psikolojide buna ne ad verildiği bilgimiz dâhilinde değilse de “kör” ya da “awêl” iyi bir tanımlama olabilir.

Bilinçli insanlar nefret duygularına meyil vermekten, karşısındaki insana hakaretvari sözlerle saldırmaktansa çözümlemeli bir ele alış ile doğruluğuna inandığı düşüncesini gerçekleştirmeye, böylelikle kamuoyu vicdanında haklılığını ispatlamaya çalışır.

Ama nefretin denizinde kötü kokulu diliyle sağa sola dalaşan psikolojilerin böylesi bir dertleri olmadığı gibi yeminli düşmanlık yaptıklarından halkın vicdanında bulacakları cezaya layık insanlar kategorisinde yer aldıklarını bir kez daha hatırlatalım.

Çünkü böylesi psikolojilerin gerçekliği bu iken temsil ettikleri gelenek ve Kürt katliamlarında oynadıkları rol göz önüne getirilerek yaklaşım gösterilmesi en doğrusudur. Bilinmelidir ki bu sözlerin sahipleri yıllardır sürdürmek için yüzlerce gencimizi feda ettiğimiz barışçıl sürecin hassasiyetlerinin bir ömür süreceğini düşünüyor, bundan cesaret buluyorlar. Ama hiçbir müsamaha ve mütevazılığın bir ömür sürmeyeceğinin bilinmesinde yarar vardır.

Yeni bir süreç deniyorsa bu süreç birçok yönüyle yeni bir süreç olacaktır. Ve bu sürecin temelinde de öz savunma savaşı yer alacaktır. Bir sistemin yaratımında en önemli noktalardan biri de güçlü bir savunma savaşını yürütebilme kabiliyetidir. Demokratik Komünal sistemin taşlarını döşerken zeminde duran molozları temizlemek olmazsa olmaz kabilindedir. Savunma savaşı salt silahlı gerilla savaşı değil, çok yönlü ve komple mücadeledir.

Bundan böyle İsa’ca bir tavır ile diğer yanağımızı çevirmeyeceğimizi ve yapılan kötülüğün karşılıksız bırakılmayacağını tüm ilgili kesimlerin artık bilmesi gerekir…

Pir Kemal