HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Faşist devletin faşist ve dibe vuran medyası ulu orta, doğru yanlış, yalan dolan, asılsız birçok veriyi bir araya getirerek kendilerince haber yapıyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde Yeşil Türki Faşist basın kadar olayları manipüle eden bir basın göremezsiniz. Bu kadar ahlaki olarak dibe vurmuş bir basın bulamazsınız. Eskilerde Hitler’in propagandacılarından çokça bahsedilirdi. Ancak Hitler’in Goebbels’i bu Yeşil Türki Faşist basının eline yalan, mesnetsiz, sahtekar, düzmece, manipüle haber ve ajitasyonda yaraşamazdı.
Çokça dile getirdiğimiz bir cümle vardır: ‘Bin yalan sadece bir doğru etse bile yalan söyle’ stratejisine göre çalışan bu sahtekar ve ahlaksız basın gün yüzü gibi çıplak olan olayları çarpıtmak için her şeyi ama her şeyi deniyorlar. Hani Nasreddin Hoca’mızın ‘ya tutarsa’ misali dönüp dolaşıp yalan söylüyorlar, yalanlarında ötesinde ahlaksızca, alçakça olayları ters yüz etmek için uğraştıkça uğraşıyorlar.
Yeşil Türki Faşist siyaset gibi Yeşil Türki Faşist basında kendilerini çok akılı, başkalarını da hafıza balıklı biliyorlar. Öyle ki yıllar önce alenen söylenmiş, belgelere geçmiş, herkesin okuduğu, bildiğini sanki yeni bir buluşmuş gibi piyasaya sürmeleri bir marifet biliyorlar. Dediğimiz gibi onlarca böyle resmi belgeyi, kayıt altına alınmış olayı, kamuoyuna mal olmuş bilgileri kerameti kendinden menkul kişiler gibi sanki gün yüzüne kendileri çıkarmış, yeni bir şey ifşa ederek, bu topluma, bu devlete hayırlı işler yapmış gibi bir havaya toplumu sokuyorlar.
En son olarak Kürtlerin asırlık çınarı olan Ape Musa’mıza el attılar. 1992 yılında alçakça devlet güçlerince katledilen Ape Musa’mızın Pkk’nin nasıl tehdit ettiğini çarşaf çarşaf basına vererek sözde PKK’yi karalayacaklar. Bunu yaparken de 1989 yılında Ape Musa’mıza o dönem yazılan bir mektubu işliyorlar. Ama bilmedikleri bir şey vardır ki o da bu söylenen yazıya ilk el koyan, bu yazıyı Ape Musa’mıza yazan o dönem Mardin alanında sorumlu arkadaşımızı soruşturmaya tabii tutan, uzun süre bu durumu araştırarak gerekli olan yaptırım neyse yapan bizatihi Başkan Apo’dur. O yıllarda Başkan Apo Ape Musa’ya yazılan bu notta haberdar olur olmaz bu olaya müdahale etmiş, Ape Musa’dan özür dilenmiş, bu yapılanın parti çizgimizle, partiyle bir ilişkisinin bulunmadığını söylemiş ardından da dediğimiz gibi o arkadaşı görevden alarak soruşturmaya tabii tutmuştur. Soruşturmaya alınan bu arkadaşımız halen yaşıyor. Halen PKK özgürlük hareketi içerisinde çalışmalarda bulunuyor. Gerekirse o da kendi cephesinde olup biteni anlatır.
Ama dediğimiz gibi bu olaya ilk müdahale eden ise Başkan Apo’dur, Botan eyaletimizdir. Çünkü Ape Musa gibi bir amcamıza partimizin herhangi bir yaptırımı ya da ters yaklaşımı olamaz. Görüşleri farklı da olsa ona kimse dokunamaz. ‘Ona kimse dokunamaz’ sözleri çınarlık Ape Musa’mız için önderliğimiz tarafından sarf edilen sözlerdir.
‘Oğlum hasan sen PKK'nin bir generaliysen bende Kürt halkının bir mareşaliyim’ cümlesi Ape Musa’nın kendi sözleridir. Şimdi tam tarihini hatırlamıyorum, Ape Musa bu başlık altında geniş bir yazı mıydı, mülakat mıydı vermişti. Yukarıdaki cümle ‘Yeğenim Hasan’da olabilir, çünkü bu yazıyı Ape Musa’ya yazan Ape Musa’nın bir yeğeni olan Hasan yazmıştı. Bunun üzerine Ape Musa’da çok sonraları böyle bir yazı kaleme almıştı. Yani ‘Oğlum Hasan sen PKK'nin bir generaliysen bende Kürt halkının bir mareşaliyim’ demişti. Ve doğru olan da zaten buydu. Ape Musa görüşleri farklı da olsa bir Kürt mareşaliydi. Ve bizim yüreğimizde o zaten hep öyleydi. O yıllarda da Ape Musa bizim mareşalimizdi. Ve sadece Ape Musa değil, onun gibi öyle onlarca çınar halen bizim mareşalimizdir. Biz ilkesel olarak Kürdistan özgürlük mücadelesine katkısını olan her insana saygı duyarız ve bunun içinde onlara karşı saygıdan kusur eylemiyiz. Bu bizim ilkelerimiz.
Bilenler bilir ki Kürt halk önderliği 1920 yıllarının ortalarında Adıyaman’da Kürt direnişlerinde yerini alan Osman Sabri’nin hasta yatağındayken elini öpmüştür. Yine değerli direnişçi, asırlık çınarımız Osman Sabri’ye ‘başkanım’ sözünü Kürtçe ‘serokê min’ demiştir. Osman Sabri ise ‘na Serokê min tuyî’ yani ‘başkanım sensin’ dese de, önderliğimiz ‘büyük başkan sensin’ diyerek cevap vermiştir.
Yukarıdaki bir iki örnek bile Kürt özgürlük hareketinin Kürtlüğe ve insanlığa değer katmış insanlara nasıl yaklaştığını göstermektedir. Bu yaklaşımımız dediğimiz gibi sadece değerli Kürt şahsiyetler için gösterilmemiştir bu yaklaşım Türkiye devriminde önemli roller üstlenmiş birçok değerli şahsiyete gösterilmiştir. Bunlara iyi bir örnek Mihri Belli, Vedat Türkali’dir.
Tekrar Ape Musa’ya sözü getirecek olursak Ape Musa o dönemin özgür gündem gazetesini yukarıda dile getirdiğimiz yazıyı yazarken olup biteni gayet iyi bilmektedir. Bundandır ki Ape Musa şahadetine kadar da özgürlük hareketinin yanında en ileri düzeyde bir PKK’li olarak yaşamasını bilmiştir.
Kürt Halk Önderliği Ape Musa şehit edildiğinde onun anısına yaptığı konuşmanın bir bölümünü buraya alarak Kürt özgürlük hareketinin Ape Musa’ya yaklaşımını ortaya koyarak Yeşil Türki Faşistlerin alçakça saldırılarına cevap vermek istiyoruz:
‘Evet. Musa Anter bu türün bilinen, en heyecanlı örneğidir. Musa Anter, uzun yıllar şiir, roman, tiyatro yazdı. Hep yasaklandı, bir türlü gün yüzüne çıkarılamadı. En son bizimle bir aydınlanma bularak, hayalindekilerin nasıl bir kitleyle, öncüyle hayata geçirildiğini gördü ve bir delikanlı gibi canlandı.
Bir çocuk gibi, mutlu mutlu ölümün üstüne gitti.
İntikamı mutlaka alınacaktır.
İsmail Beşikçi'den okudum. Bir değerlendirmesi var. PKK öncesinde de Kürt mücadelesinin olduğunu söylüyor. Gelişme var. Fakat PKK'ye kadar ancak sıfıra kadar gelişmiş.
"Sıfırın altında eksilerden sıfıra getirilen bir mücadeledir" diyor. Demek, gerçeği anlamış. Kendini tanımlayarak, "ben sıfıra kadar getirdim" demek istiyor. Gerçektir ve benim söylediğimin kanıtlanması oluyor.
Şimdi ortaya çıkan durum şudur; bazı ulusların birkaç yüzyılda ve birçok akımla, eğilimle ve ardı sıra böyle dönem dönem geliştirdikleri yeteneklerin hepsini biz iç içe, birdenbire ve patlamalı bir biçimde gerçekleştirmek zorundaydık. Bunun nedeni mevcut baskıları ve yüzyılların olumsuz tarih birikiminin bizi buna mecbur etmiş olmasıdır. Benim kişiliğim bir yerde bunun somut ifadesidir.
İşte, Musa Anter de, en eski yurtseverlerden biri. 1950'lerden itibaren edebi yanı ağır basan bir çaba içine giriyor. Tabii ki, daha sonraki sert yönelimler karşısında susturuluyor, yerine oturtuluyor. Sağlam politik bir çizgiye, çalışmaya yönelmiyor, ama Kürtlük bilincini koruyor. Çoklarının içine düştüğü ihaneti tam içine oturtamıyor, fırsat buldukça canlanıyor.
Ben 1970'lerde kendisini görmüştüm. Dört-beş arkadaştık, DDKO'dan çıkıyorduk. Dev-Genç'in eylemleri vardı. "Çocuklar" diyordu, "bunlar birbirlerine girdiler, biz kendimizi bu fırtınadan iyi koruyalım." Öyle bir değerlendirmesi vardı. Canlanmak istiyordu, fakat DDKO ve daha sonraki Kürt hareketleri fazla bir gelişme şansına sahip değillerdi. Yine bilinen yerine oturtulma (ki arada bir MİT, onu sorguya çekiyordu ve 'yerine otur' deniliyordu). O da çarnaçar benimsemese de, gerçekler karşısında biraz geri çekiliyor, yerine oturuyordu. Ama kalbinde, hep Kürtlük vardı. Fırsat buldukça da her türlü adımı atabiliyordu.
PKK'nin büyük direniş hamlesini gördü ve ona soysuzca yaklaşmadı. Onu adeta 77 yaşında bir delikanlı durumuna getirdi, canlandı. Hatta bana bir mektubu vardı; yeğeni üzerine.
"Oğlum, sen karşımda bir er bile olamazsın, ben halkımın hizmetinde bir generalim" diyordu.
Evet, böyle bir değerlendirmesi vardı. Tabii biraz radikal yaklaşım istiyorlar. O da bunu gösteremeyince, üzerine biraz böyle gidilince, böyle bir değerlendirmesi vardı. Tabii biz, "saygı ölçüleri dikkate alınarak yaklaşılmalı" dedik. Daha sonra, iyi bir dost oldu. Gerçekçi yazılar yayınladı. Yeni Ülke'nin Welat'ın, Özgür Gündem'in en üretken muhabiri, yazarı oldu.
HEP Kongresi'ne de katılmıştı. Basına yansıyan, bizim ana ile birlikte bir gösterisi de olmuştu. Böyle yürekli veya anı değeri yüksek olan tutumlar aldı.
Gerillaya yüksek değer biçiyordu. Kesinlikle soysuzca yaklaşmadı. Din üzerine gerçekçi değerlendirmeler yapıyordu ve cesur tavırlar geliştiriyordu. Kemalizm üzerine, politikacılar üzerine oldukça cesur tavırlar geliştiriyordu.
Ve kısaca; ömrünün sonuna doğru, tam bir militan söylemine ulaştı. Hiçbir endişe taşımadan, devrimci tarzda yaklaştı. Ve sanıyorum son Diyarbakır'a gelişi de militanca tarzın bir devamıdır. "Ölsem de ülkemde, korkusuzca..." dercesine bir geliştir. Ve sanıyorum en layık bir sonuçtur. Madem kırk yılı aşkın bir süre ülke için yazıp çiziyorsun, bunun düşmanları olacaktır ve onlara karşı direnmeyi de her zaman göz önüne getireceksin. Böyle yazacaksın, gerekirse böyle ölümüne direneceksin.
Hizbulkontra mı vurmuş, polis mi vurmuş pek o kadar önemli değildir, aynı devletin çerçevesindedir. Diyarbakır'da devlet yarı hizbullahtır, yarı-polis, askerdir. Yani yarı-gizlidir, yarı-açıktır; iç içedirler. O açıdan devlet dışında görmemek gerekir…
Biz, bu değerli yazarımız için "gafil avlandı" diyemeyiz. Tam tersine hak ettiği, layık olduğu yurtseverliğin tam gereklerine uygun şehidi diyoruz.
Şahadeti hak edendir.
Musa amcanın değişik tarzda olsa da, partiye bağlılığı kesindir.
Demek ki, her cephedeki savaş şehitlerimize vereceğimiz en iyi karşılık ortama çok gerçekçi yaklaşmak, ortama tam devrimci tarzda cevap vermek ve mutlaka hem anılarını yüksek bir devrimci gelişmeyle yerine getirmek, hem de varsa bir zayıflıkları, herhangi bir nedenle erken kayıpları, onun önüne yeterli bir devrimcilikle çıkış vermek ve böylece başarıyı kesinleştirmek mümkündür.’
Lafın kısası tüm alçakça çabalarınız boşunadır. Beyhudedir. Çamur atmalarınız sadece ve sadece sizi kirletecektir. Tarih sayfalarını, yazılmış olanları, tarihe mal olmuş olanları da bugün yaptığınız gibi değiştirme, tahrif etme, çarpıtma gücünüz de yok ya!
Kasım Engin