İlke ve ahlak çerçevesinde toplumsallığı oluşturan insanlar olarak kendi toplumsallığımızı kutsallaştırmamız, onun için yaşayıp var olmaya çalışmamız bizi biz yapana duyduğumuz şükrandan kaynaklanır.
Ahlaki ve politik toplum olarak yeniden güncellemeye çalıştığımız toplumun var oluş özüne duyulan bu saygı şüphesiz bir yanıyla da insan aklının yüceleştirilmesidir. Çünkü toplumsallığın oluşumu direkt akıl ile bağlantılıdır. Akıl ve aklın yaratımları ile var olup bugüne dek gelebildiğimizi biliyoruz.
Fakat kutsalımız olan toplumsallığı oluşturan akıl bazen zehir de saçar. Nedeni ise insan toplumsallığın ürünü olan aklın, özünden yani toplumsallıktan kopmasıdır. Akıl, toplumdan kopup da salt kendi için, ‘bir’ için yaşamaya adadığında kendini, yolundan sapar. Akıl, kendini var eden, insani özellikler kazandıran toplumsallığı ret ettikçe, ona karşı mücadeleye soyunur. Kendini var etmek için toplumsallığı yok etmeye çalışır.
Günümüz toplumuna yön veren düşüncenin temeli de burada yatar. Bireycilikte yani.
Bunu bilinçsiz bir şekilde, tutku, arzu, şehvet gibi bilinçaltına işlemiş güdü yansıması duygular yoluyla yaşayanların bireycilikleri kendilerin geriletir, toplumsallığın bireye kazandırdığı erdemlerden uzaklaştırır. Bu konuda, yaşanılan sistemin bilinçli yönlendirmeleri, yetiştirme tarzı, eğitim ilkeleri teşvik edici olduğundan büyük çoğunluğun bu yöne kayması da beklenir bir durum olarak kendiliğinden ve itirazsız bir şekilde oluşur.
Ama bir de bu bireyciliği körükleyen düşüncenin sözcüleri, militanları vardır. Kendilerini bütünün, insanlığın büyük çoğunluğunun yanında gösteren fakat insanlığın var oluş nedeni toplumsallığı küçülten, yok sayan, buna düşmanlık sergileyenlerden oluşan koca bir ordu. Toplumu küçük gören, toplumu oluşturan geniş kesimleri cahiller, ehlileştirilmesi gereken vahşiler, yolunu kaybetmiş sebiller olarak adlandıran bilinçli çarpıtıcılar, dilleri tatlı cehennem zebanileri var. Bilinci, bilgiyi, kısacası aklı zehir saçmakta kullanan toplumsallık karşıtı, egoistler takımı.
Buna karşın sistemin teşvikleri sayesinde sisteme zorunlu entegre edilmenin birçok insan açısından kabul edilmeme durumu da sıkça karşılaşılan bir durumdur. Alıklaştıran, kendi zehirli dünyasına hapseden, bilinci karartan, ortaklaşmayı ve paylaşmayı unutturan sistemin uygulamalarına itiraz eder. İçinde, insan olmasını sağlayan duygu ve düşüncelerin farkında olan tüm insanlar bu itiraza dayanarak mücadele yürütür.
Mücadele tarzlarında tabii ki farklılıklar vardır. Kimi tek başına yürütmekte ısrar eder mücadelesini. Bu itirazın salt kendisine ait olduğuna inandığından ve sistemin, itirazlar buluşmasın diye yaptığı perdelemeler sonuç aldığından, düşüncesinden ‘başkalarının’ olabileceği geçmez. Ve de esas aldığı mücadele yöntemleri dışında farklı yöntemler olacağı. Dış dünyaya güvensiz bu mücadelecilerin zamanla kendilerine karşı da güvensiz düşeceği ve hem de ikna olarak insan olmaktan uzaklaştıran sisteme teslim olacağı kesindir.
Belli bir grup içinde mücadele ise en yaygın olarak ortaya çıkan mücadele tarzı oluyor tabii. Birlikten güç doğar diyerek girilen, güvenin ve ilkelerin merkezinde yer aldığı mücadele alanlarında yürütülen itirazlar daha sonuç alıcı oluyor çünkü.
Yöntemler hep farklıdır ama. Bir itiraz grubunun mücadele yöntemi ile diğeri uyuşmaz pek. Zaten uyuşmaması için sistemin ayak oyunları çokken bir de suni çelişkilere dayalı, karşıdakini teşhir etmeye çalışan ithamlarla sistem karşıtı mücadele zayıflatılır çoğu zaman. Ne için? Kendi mücadele yöntemine çekmek, farklılığı yok ederek aynılaştırmak, benzeştirmek için. Dolaylı yoldan mücadelesiz kılmak için kısacası. Aklın zehirli yanını kullanarak ve karşıdakini ‘akılsızlıkla’ suçlayarak eleştirilerini hakarete, düzeysizliğe taşırır.
Günümüzün en güçlü sistem karşıtı hareketlerinden birisi olan PKK’ye yönelik ithamların böylesi bir zemini var. Beş bin yıllık devletçi zor sistemi boyunca yürütülen tüm sistem karşıtı direnişlerin mirasını bağrında toparlayan PKK, bu özelliği nedeniyle oldukça büyük bir cephede mücadele yürütmek zorunda kalıyor. Haliyle mücadele yürüttüğü, rahatına dokunduğu birçok kesim tarafından da ucuz ithamlara maruz kalıyor. Zaten erkek egemenlikli devletçi sistemle ideolojiden siyasete, sosyal alandan askeri alana geniş bir yelpazede mücadele eden PKK, bir de bunlarla uğraşmak zorunda bırakılıyor.
PKK’yi PKK yapan özelliklerin başında gelen mücadeleciliğini dayandırdığı temeller, mücadele yöntemleri kabul edilmeyebilir. Fakat tercih ettiği ve mecbur bırakıldığı yöntemlerin uygulamasında karşısında mücadele ettiği güçlerin etkisini görmek gerekir. Daha kuruluşundan itibaren yerel gericilikle, sosyal şoven örgütlerle, sol-sosyalist kesimlerle ve faşist devlet güçleriyle mücadeleye tutuşan PKK’nin mücadele yöntemini hep savaştığı kesimler belirlemiştir. Buradan PKK’nin iradesiz bir güç olduğu sonucu çıkarılmasın. Sorun mecbur bırakılmasındadır. Tercih ettiği mücadele yöntemlerinin şiddeti ve dozajı karşıdan gelen şiddetle bağlantılı olarak şekillenmiştir hep.
Buna rağmen yani tercihi olmamasına rağmen eğer PKK bir mücadele yöntemini kabul ediyor ve uygulamaya koyuyorsa bu, yöntemin başarısına duyulan kesin inançtan kaynaklanır. Nitekim ilk gününden itibaren yürüttüğü mücadelenin başarısı bu inancın ne kadar yerinde olduğunu da gösteriyor. Diğer yandan PKK’nin uyguladığı yöntemler insanlık ve halklar lehine kesin ve kalıcı sonuçlar yaratabildiğinden bu denli ağır saldırılara göğüs geriyoruz. Var olan ve uyguladığımız yöntemler sonuç alıcı olmasaydı zaten şu anda PKK olarak adlandırılan oluşum da olmazdı. Tıpkı devletçi sistem karşısında beş bin yıl boyunca mücadele yürütmüş, kısmi başarıları olsa da kalıcı dönüşümler yaratamayan sistem karşıtı hareketler gibi silinip giderdi.
Bunun yanında bizler, yani PKK’liler, sistemle mücadeleyi bir yaşam tarzı ve amacı olarak benimsemiş, buna uygun yaşamaya çalışan insanlar topluluğuyuz. Biz PKK’liler, var olan sistem içinde yer alıp, sistemin aklı ve mücadele yöntemleriyle sistemi değiştirebileceğine inananlardan bu nedenle oldukça farklıyız.
Bu farkın kimliği olan PKK’nin yeni bir mücadele yılına daha giriyoruz. Resmi ilanından bu yana 33, grup dönemi ile birlikte 39 yıldır yaşayan, yaşadığı her an’ı değişimin hizmetine koyan ve yeni toplumsallığı kuran PKK’nin yeni bir mücadele yılına adım atıyoruz. Kürtlere ve bölge halklarına, insanlığa yeni ve farklı bir yaşam olabileceğini 33 yıllık mücadelesinin her an’ında ispatlamış olan PKK, otuz dördüncü mücadele yılına her zamankinden daha güçlü ve iradeli bir şekilde giriyor.
Çünkü Önder Apo’nun felsefi, ideolojik çizgisi şimdi her zamankinden daha güçlü. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi her zamankinden daha geniş bir kesimi kucaklamakta. Ve düşmana kinimiz, yalanlarına tahammülsüzlüğümüz her zamankinden daha büyük.
Önderliğimizin son savunmasında kendisi için yaptığı tespitlere uygun bir yaşam ve mücadele perspektifiyle yaşayıp savaşacağımız kesindir. Yeni mücadele yılında ve tüm PKK’li mücadele yıllarında amentümüz bu olacaktır…
“O halde olası bir çıkışta her nerede olursam olayım, hangi anda yaşarsam yaşayayım, mensubu olmaya çalıştığım toplumsallık için, bunun en trajik bir gerçeğini yaşayan Kürtler için, onların çözüm ve kurtuluş yolu olan demokratik uluslaşmaları için, parçası oldukları komşu halklar başta olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Demokratik Uluslar Birliği için, onların da bir parçası oldukları dünya halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Demokratik Uluslar Birliği için sonuna kadar gerekli olan her söylem ve eylem tarzıyla sürekli mücadele içinde olacağım doğaldır. Bunun gerekli kıldığı etik, estetik, felsefi ve bilimsel güçle büyük pay kazanan hakikat kişiliğimle yürüyeceğim, yaşamı kazanacağım ve herkesle paylaşacağım.”
Pir Kemal