HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Rosa Luxemburg’un katledilişinin yıldönümünü yaşarken o’nu düşünceleriyle, kişiliğiyle ve de devrimci duruşuyla anmak, anmanın da ötesinde inandığı değerlere inadına bağlı kalarak yaşamak, yaşatmak biz Kürdistan devrimcilerinin boynunun borcudur.
Rosa Luxemburg 15 ocak 1919 yılında Alman sosyalistlerin büyük devrimcilerinden biri olan Karl Liebknecht’le birlikte Paramiliter faşist güçlerce hunharca katledilmişti. Katledilirlerken birlikte kurdukları Spartakist hareketin başında yerini alıyordu. Aynı zamanda Rote Fahne yani Kızıl Bayrak adlı derginin de başındaydı. Katledilmeden önce de karşıt güçlerce ona Kızıl Rosa denilmesi boşuna değildi.
Rosa Luxemburg 5 mart 1871 yılında Polonya’da Yahudi bir ailenin kızı olarak dünyaya gelir. Fiziki sorunlarından dolayı hafiften aksayan Rosa, fiziki zayıflığını beynine ve yüreğine yoğun yüklenerek telafi etmesini bilmiştir. Erken yaşlardan işçi sınıfı ve sosyalizme ilgi duyan Rosa, okulunu bitirir bitirmez yurt dışına çıkarak doktorasını İsviçre’de tamamlar. Henüz Polonya’dayken aktif siyasal çalışmalara ve siyasal düşüncelerle tanışan Rosa, İsviçre’nin nispeten daha rahat ortamının yanı sıra, o yıllarda başka halklardan birçok devrimcinin de İsviçre’de bulunmasından dolayı çok erkenden kendisini düşünsel sahada geliştirerek sosyalist hareketin seçkin öncülerin arasında yerini alır.
Rosa Luxemburg inanılmaz ölçüde bir araştırandır. Çok güçlü bir kalemi vardır. Çok zekidir. Sözün tam manasıyla bir hatiptir. Tartışmaya girdiği insanları çok rahat ikna eden yine kişiliğiyle de etkileyen bir sosyalist olarak, dediğimiz gibi çok erkenden bulunduğu ortamlarda öne çıkmış ve sivrilmiştir. Rosa’nın bu özellikleri ileride içerisinde aktif yer alacağı Alman Sosyal Demokrat Parti’nin eğitim okullarında uzun yıllar eğitim vermesine götürecektir.
Rosa Luxemburg ömrü boyunca -orta halli yani ekonomik durumu normal olan bir aile ortamı içerisinde yetişmiş olsa da -hep büyük sıkıntılar yaşamıştır. Kıt kanat geçinerek devrimci ideallerine bağlı yaşayan Rosa Luxemburg, katledildiğine günü kadar da düşüncelerinde ve inandığı değerlerde bir adım bile geri adım atmamıştır.
Rosa Luxemburg’un belki de en büyük özelliklerinden bir tanesi bir kadın olarak müthiş kavgacı olmasıydı. Kavgasını düşüncelerinin keskinliğiyle, dönemin neredeyse tek otoritesi olan Bernstein’e, Kautsky’e hatta Bebel’e karşı amansız yürütmüştür. Genç olmasına rağmen görmüş, geçirmiş neredeyse yaşarlarken kutsanan Bernstein, Kautsky ve Bebel’i hiç çekinmeden eleştiren Rosa’nın bu cesaretinin arkasında hiç şüphe yoktur ki onun sosyalizme olan inancının yanı sıra, bir devrimcinin inandığı değerler uğruna gerekirse kellesini vermesini bilmesi gerektiğidir.
Kellesini vermeye dönük günlüğünde Karl Liebknecht’in eşine yazdığı “Her şeye rağmen görev başında, bir sokak çatışmasında ya da darağacında can vermek isterim” sözleri de onun kararlı ve boyun eğmez duruşunu da bize gösteriyor.
Rosa müthiş bir entelektüeldir. Ancak bu entelektüel kişiliğinin yanı sıra birde müthiş olan eylemci, örgütçü yaşam kavgacılığı vardır. O nerede bir işçi toplantısı varsa orada kitlelerin karşısında ajite çekendir, o nerede bir eylem varsa orada en ön cephede protesto edendir ve o nerede bir devrimci gelişme varsa orada en ön cephe de tam kavganın ortasındadır.
Evet, bundandır ki Rosa Luxemburg her zaman burjuvaların ve de çürümüş reel sosyalistlerin hedefinde olmuştur. Bundandır ki o çok kez zindanlarda tek başına aylarca direnmek zorunda kalmıştır.
Rosa Luxemburg’un birde ölümüne aşık olduğu yazma sevgisi vardır. Emperyalizmin köhnemiş zindanlarında bile inadına yüzlerce mektup yazarak hem davaya bağlılığını, hem davanın öncülüğünü hem de incilikli insan sevgisini görüyoruz. Bugünlerde onun yaşam biyografisini bu mektupları okurken değil ki kendimizi eleştirmiyoruz. Değil ki bu kadar insan eksenli görüş ve yaşam karşısında şaşırmıyoruz.
Örneğin yazdığı bir mektupta onu hafiften kandıran bazı yoldaşlarından söz ederken bile gülüp geçer. Almanca yazılarında buraya tercüme ettiğimiz sözleri takriben şöyledir: “Bazıları beni kandırdığını sanıyor, halbuki bu kadar yaşam tecrübesi edinmişimdir. Mümkün mü böyle küçük kurnazlıkla beni kandırmak(?)” diyor. Akabinde yazmaya devam ediyor: “ama onlar benim dava arkadaşlarım, ama onlar benim yoldaşlarım. Belki ne yaptıklarını bilmiyorlardır. Küçük hesapların bir gün açığa çıkacağı açıktır. Bunun için onların o küçük köylü kurnazlıklara gülüp geçiyorum. Onlara kızamam ki, onlar benim yol arkadaşlarım” demesi onun insana olan inancını ve sevgisini çok fazla gösteriyor. Sınıf kavgasında çok sert olan Rosa yoldaşlarına karşı ne kadar nazik ve narin olduğunu bize gösteriyor.
Evet, Rosa Luxemburg görüşleriyle, düşünceleriyle, yaşama bakışıyla, yaşamıyla, örgütçü duruşu ve eylemci kişiliğiyle özlediğimiz bir sosyalist önder. Zamanında kimisi kadın çalışmalarına fazla girmediği, kadına çalışmalarına çok yer vermediği için eleştirilmiştir. Belki bu eleştirilerinde haklıdırlar. En azında Clara Zetkin’in eleştirilerine hak vermemiz gerekir. Ancak bu eksiklik ve zayıflık Rosa Luxemburg’un büyük devrimci kişiliğine gölge düşürmez. Onun inandığı ve peşinde inadına koştuğu hakikat gerçeğine gölge düşürmez. Ve hele hele ona her zaman yakın duran büyük devrimci ve sosyalist kadın Clara Zetkin’in Rosa Luxemburg’a ilişkin söyledikleri:
“Rosa Luxemburg’ta sosyalist fikir, hem kalbin, hem beynin hiçbir zaman sönmeden yanan güçlü ve egemen bir ihtirasıydı. Bu şaşırtıcı kadının büyük amacı sosyal devrim yolunu hazırlamak, sosyalizme giden tarih patikasını temizlemekti. Devrim denemesi, devrim için çarpışmak onun en büyük mutluluğuydu. Bütün hayatını ve varlığını sosyalizme vakfetti… O, keskin bir kılıç, canlı bir devrim aleviydi” demesi dediğimiz gibi asla ama asla yabana atılamaz.
Troçki’nin ise “Bizim için Liebknecht, sadece bir Alman lider; Rosa Luxemburg da sadece Alman işçilerine önderlik eden bir Polonyalı sosyalist değildir. Hayır, onlar tüm dünya proletaryasının yakınlarıdır ve hepimiz, onlara kopmaz manevi bağlarla bağlıyız. Onlar son nefeslerine kadar, herhangi bir ulusa değil, Enternasyonal’e ait oldular” sözlerinin ne kadar doğru olduklarını bugün daha iyi anlaşılıyor.
Lenin ise Rosa Luxemburg’a ilişkin söyledikleri: “Bütün hatalarına rağmen o bir kartaldı ve kartal olarak kalacaktır ve anısı bütün dünya komünistleri için daima değerli olmakla kalmayacak, aynı zamanda biyografisi ve bütün eserlerinin yayınlanması, tüm dünyada pek çok komünist kuşağın eğitilmesinde son derece yararlı kılavuzlar olarak hizmet edecektir” derken de ne kadar büyük bir devrimciyle karşı karşıya olduğumuzu bize gösteriyor.
Önderliğimizin:
“Şunu demeye getiriyorum: 1980 sonrasında başlayan Cebel Şeyh eteklerindeki yirmi yıllık savaş halimiz, tarihsel-toplumsal temele dayalı ve anlamı çok büyük olan bir mücadeledir. İbrahim’in El Halil, Musa’nın Sina, İsa’nın Kudüs, Muhammed’in Medine’deki mücadelesinden derin izler taşır. Bununla yetinmez; Bruno’nun, Erasmus’un, Babeuf’ün, Bakunin’in, Marks’ın, Lenin ve Mao’nun izlerinden de etkilenir. Zerdüşt, Buda, Konfüçyüs ve Sokrates’in izlerinden yoksun kalmaz. Tanrıça Star’dan İnanna, Kibele, Meryem, Fatma ve Rosa’ya kadar gelen izlerden nasiplenmeyi de ihmal etmez. Kapabildiği kadar toplumsal hakikatin tüm gerçeklerinden şerbetlenir” derken Rosa’nın yerinin biz Kürdistan devrimcileri için ne kadar önemli olduğunu gösterir.
Evet, bizler Kürdistan devrimcileri olarak başka bir çağda yaşasakta Rosa’nın ruhunu tüm benliğimizle yaşayarak, Rosa’nın iyi bir yoldaşı olacağımıza ve onun inandığı davanın iyi bir takipçisi olacağımıza, sözümüzü, katledilişinin 93. Yılında onun şahsında tüm dünya devrimcilerine yeniliyoruz.
Yaşasın enternasyonalizm!
Yaşasın büyük sosyalist önderler Rosa Luxemburg ve yol arkadaşı Karl Liebknecht!
Yaşasın hakların kardeşliği!
Kasım Engin