Toplum belleğinde bazı görüntüler klişenin ötesinde bir anlama sahip olur.
Hele hele 26 yıl boyunca sene de bir defa bunlar yayınlansa, yayınlandığı günde tek gündem olsa.
Artık onu izleyebilmek ve dinleyebilmek için, onları sindirebilmek için midenizin çok güçlü kaslarının olması gerekir.
Bugün de bu sözünü etmeye çalıştığımız görüntüler yine bütün kanallarda haber niteliği taşıdığına inanıldığı için haber servisleri tarafından birinci seçilmişçesine, izleyiciye yoğun bir bombardıman altında belletilmeye çalışıyordu.
İşte protokol nasıl oldu, neler söylendi, Ergenekon-balyoz sanıkları, tanıkları mağdurları, mağdureleri hepsi tek kadraja devlete ait bir aile fotosu haline geliyordu.
Olayın magazinsel yönü bir yana da, Başbuğ’un yaptığı açıklamaları yakından dinlemek ve tahlil etmek, yakın gelecekte yaşanacakları daha iyi anlamak için önemli bir husus olmaktadır. Hem sadece bu gün söyledikleri değil, bir-iki gün öncesinde de bir-iki kere tekrarladığı söylemleri de bu ufak siyasi hesaplamanın içine katarak, bir sağlama yapmak gerekmektedir.
***
Geçtiğimiz günlerde kendisini hala “bir teğmen” olarak hissettiğini söylüyordu. Ki bu söylemin sahibi yaklaşık kırk beş yıl boyunca üniforma giymiş, sabahın köründe kalkarak, günlük hır-gür içerisinde, vatan-millet sevgisi bir yana çocukları daha iyi okusun, bu kulvarda sunulan her türlü imkanı sonuna kadar tırtıklayabilsin diye hiç durmadan didinip/tepinmiştir.
Ta ki bu majör oyunun son dakikalarına geldiğinde; sanki daha yeni oyuna başlayacakmış gibi “teğmen” hissiyatında olduğunu söylemiş ve nerede kalmıştık dercesine bir vaziyete bürünme ihtiyacını hissetmiş durumdadır. Elbette bunda en büyük etken olaylı 4 Ağustos toplantıları olabilir. Fakat bunun yanında böylesine ciddi sorumluluklar almış, bir devletin savunma güçlerinde geçirdiği kırk beş yılın içerisinde sayısız insana amirlik yapmış böylesi bir insanın bugün, somut zemine dayalı gerçeklikten bu kadar kopuk değerlendirmeler yapıyor olması çok anlaşılır olamamaktadır.
***
İnsan türü denilen canlı organizma daha çok gelişme evrelerinde kendini tezahür etmede hayal gücüne çok sıkı bir şekilde bağlı kalır. Hatta bu hayal gücü o dönemler itibarıyla sanki yaşamın demir eşyasıymış gibi fırsat bulduğu her anda saldırıya geçer ve insanı bulunduğu durumdan, geçirdiği zamandan soyutlayarak kendisini o frapan seyre daldırıverir. Ama bu durum daha çok 15 yaşındaki gençler ya da 8 yaşındaki çocuklar için geçerli olmaktadır. Yani bu durumu yaşayan emekli bir genelkurmay başkanı ise sorun ciddidir ve bu hayal âleminde sörf yapmaya çalışan zatın böylesi bir görevi nasıl yerine getirdiği bütün tartışmalara açık olmalıdır.
Bu noktada devreye F. Bila girmektedir. Yani Ankara temsilcisi olduğu halde ve o kadar kitap yazmasına rağmen düşüncesinin sığlığında kulaç atan ve bunun yanında şakşakçılıktan bir türlü vazgeçemeyen bu muzdarip yağız formattaki gazetecinin İlker başbuğ’un karinesine takdir vermeye çalışması herhalde onun da kendisini basit bir muhabir olarak gördüğünü veya hissettiğinin dışa vurumu olmaktadır.
***
Şöyle bir düşündüğünüzde göreve ilk geldiği yılın sonbaharında, gerillanın Bezele eylemini gerçekleştirmesi üzerine köpürerek konuşan, demeç vermekten çok diş göstermeye çalışan başbuğ’un bu minvalde zaman zaman yaptığı her açıklamanın özü bu olmuştur. O dönemde bazı kanaat önderleri saldırının kimyasını bozduğunu yazmaları aslında yaşanılan açıkça ifadeye kavuşmuş hali oluyordu. Ama Bila’ya göre bu başarı halkalarının ilkiydi herhalde…
***
Sonrasında yaptığı birçok açıklama da M. Weber vb. düşünürlere atıfta bulunmaya çalışan bazı zamanlarda iyi İngilizce bildiğini göstermek istercesine low ile love kelimeleri arasında seyr-ü sefer yapmaya çalışıyordu. Ee! Ne de olsa başarılı bir ordunun komutanıydı ve İngilizcesi de sular, seller gibi olmalıydı.
Fakat gerçek zeminin soğuk siyaset koridorlarında bunun böyle olmadığını çok iyi anlayan başbuğ, daha sonrasında ortaya çıkan belgeler, ses kayıtları karşısında küstü, oyundan geçici bir süreliğine çıktı. Kendi sırça köşesinde büzülüp kaldı, açıkça dile getirilmedi ama yenilgiyi kabul etmekten başka çıkar olduğunu kabullendi. Yanında, yöresinde bila gibi uç kuruşa on takla atmaya çalışan çakma aydınlar doldu. İsmi zikretmeye gerek yok herhalde, hani yağız muzdarip formatlarda bulunanlardan söz etmiştik.
***
“Allah Allah deyü” saldırıveren askerlerinin mahremiyetini korumaya çalıştı ve her defasında simetrik saldırıların yürütüldüğünü, bunun karşısında ise TSK’nin ilke ve inkılâp sahibi olduğunu ve gnostik felsefede bir milim dahi sapmadığını söyledi, kemiği kapan çizer-yazar takımı bu şekilde ses çıkarmaya başladı.
Velhasılı bu bapta konuyu uzatmak, bunlara benzer örneklerle çeşnilendirmek mümkündür.
Fikret Bila gibi varlık gerekçesi bu sahte gerçekliklere havlamak olanların bu konumda olmalarının temel nedeni zaten düşünsel kısırlığın dibe vuran bu örneklerinden ileri gelmektedir. Fakat yine ufak bir hatırlatma gereği vardır; hem Bila’ya hem de Bila klâsında yer alan diğer şakşakçılara;
Eceli gelen türdeşleri gibi caminin avlusunu kirletmeye çalışmasınlar!...
Sonra Ankara’dan ve TC’den geçen “emekli bir teğmenin” onlara yapacağı herhangi bir şey yoktur.
Bunların karinesi ise üç metre beyaz bez ile yarım tona yakın toprak olur.
Toprak Cemgil