Yok, medeniyet değil bu canavar. Ordu. Bildiğiniz TC ordusu.
Allah vere de şu ordunun halini bir gün içinde yaşayanların dilinden yazma fırsatı buluna. Kürdistan veya gerilla sendromu diye adlandırılabilecek yeni bir hastalığın keşfedilmesine katkı sunacak insanların ruh hallerini anlatan bir kitap hiç de fena olmazdı. Gerçi bir ara Memedin kitabı diye bir tane yazıldı ama o da “birazcık” ve “ufacık” bir halinden söz ediyordu bu sendromun.
Her gün bir komutanı istifa eden, askeri kaçan, görev yeri değişen, yenilgi üzerine yenilgi alan ordunun askeri olmadığım için neler yaşadıklarını bilmiyorum. O yüzden anlatmamı da beklemeyin. Ama cephemizden görünenleri anlat derseniz değil bir yazı, onlarca yazı yetmez.
Tek işi savaş olan bir örgütlenmenin kendi içinde yaşadığı sıkıntıların da savaşla ilgili olması gerektiği kesin. Yani daha iyi savaşabilmek, karşısındakini alt edebilmenin yolları ve yöntemlerini bulmak ve bunları istikrarlı ve yaratıcı yöntemlerle pratikleştirebilmek dışında farklı bir yoğunlaşması olmamalı.
Fakat bu yoğunlaşmanın içine girebilmesi için yaptığı işe inanması gerekir. İnanmadığın, kabul etmediğin bir amacın varsa savaşmak addedildiği gibi kutsal bir savaş olmaz. Bu nedenle savaşın kural ve kanunları da burada çok işe yaramaz. Amacı temiz olmayan bir ordunun yapacağı savaş da takdir edileceği gibi kirli bir savaş olur. Bundan sonra yürütülecek savaş da olsa olsa çıkar savaşı, rant savaşı olur. Eskilerin tabiriyle bir ganimet savaşı gündeme gelir.
Nitekim Kürdistan’da savaş dün olduğu gibi bugün de tamamen bir ganimet savaşı olarak yürütülüyor. Ortada ülkeye kasteden, ülkeyi “bölmek” ya da “parçalamak” isteyen bir saldırı olmadığından, bunun karşısında da “vatan savunması” gibi bir mücadele perspektifi geliştirilemez.
Savaşın karar vericileri bunu çok iyi bildiklerinden savaşan gücün performansını arttırmak daha doğrusu savaşmaya teşvik edebilmek için farklı yollar bulmalıdır. Günümüzün tanrısı rolüne bürünmüş olan para bunun için biçilmiş kaftandır.
Artık ordu ve bu savaşın karar vericileri vatan için değil, para için mücadele ediyor. Emrindeki gariban Anadolu evlatlarını önce işsiz ve parasız bırakıp sonra da para karşılığında savaştırmak belki de TC devletinin son yıllardaki en ‘akılcı’ yöntem zenginliğiydi. Çünkü askeri cepheye koşturduğunda onu harekete geçirecek, uğruna ölmeyi göze alacağı bir neden bulmak zorundasınız. Artık hiç kimse PKK’nin Türkiye’yi bölmek ya da bu ülkeyi yıkmak gibi bir amacı olmadığını bildiğine göre “vatan, sana canım feda” diyecek gençleri bulmak artık gittikçe zorlaşıyor.
Öyle söylendiği gibi profesyonelleşme deyimi de bir göz boyamadır. İstediğin kadar eğit, istediğin kadar tecrübeli hale getir ancak o kişiyi teknik anlamda güçlendirebilirsin. Ama herkes çok iyi biliyor ki savaş yürek işidir, cesaret ve fedakarlık işidir.
Bunu da en iyi gerillada bulabilirsiniz. Hem meşru, haklı bir savaş yürüttüğünden, hem de Kürt halkı gibi bir halkın desteği arkasında olduğundan attığı her adımda, yürüttüğü her savaşta başarı elde ediyor. Cesaret ve fedakarlığını, mücadele azmini ise Önder Apo gibi bir insanın varlığından alıyor. 13 senedir tek başına düşmanın elinde bulunmasına, 10 metrelik bir çukurda 13 aydır hiç kimseyle görüştürülmemesine rağmen dayatmalara, işkencelere, baskılara karşı tek bir geri adım atmayan Önderlerinin direnişçi tutumundan alıyorlar.
O yüzden gerilla karşısında savaşacak insanları bulmak için her şeyden önce haklı ve meşru bir gerekçeniz olmalı. Haklı ve meşru bir amacın insanda yarattığı duyguları ve düşünceleri hiçbir teknik donanım, nicelik, istihbarat yaratamaz.
Bu denli savaş gerçeğinden uzak bir ordu gücünün para ile ayakta tutulma çabasının ise nereye kadar yeteceği tabii ki sorulmalıdır. Hadi o para karşılığında gelen cahildir, anlamıyordur, ama ya ailesi? Ailesi yarın öbür gün sormaz mı, engellemez mi? Kaldı ki artık bu paralı askere alma işinin bile istendiği gibi gitmediği açığa çıkıyor. Bakalım bu paralı askerlik ardından neler çıkacak?
Ne çıkar bilmiyorum ama artık ne komutanı, ne askeri, ne siyasetçisi, ne bürokratı, imamı, ajanı, işbirlikçisi işe yaramıyor. Artık savaşı yürütecek tek güç kalmış, o da medya. Yalanın büyük bir silah olduğunun farkında olduklarından ve bu konuda epey tecrübe kazandıklarından buraya ağırlık veriyorlar. Ama bunun da bir yere kadar süreceğini söylemek yerinde olur.
Evet, insanlar gerçeklerle yüzleşmekten hep kaçınırlar. Bir dakikalık da olsa gerçekle yüzleşmemek için yıllarını perdeler arkasında geçirmeyi kabul ederler. Fakat vicdan ve toplum yaşamı denen olgunun varlığı bu insanları da elbet bir gün kendilerine getirecek ve gerçekler karşısındaki dirençlerini sorgulatacaktır. Artık neye güvenmesi gerektiğini, neye inanması gerektiğini soracağı bir zaman da gelecektir.
Hatırlar mısınız, bir dönemler anketlerde en güvenilir kurum hangisidir diye bir soru soruluyordu. Epey de yoğun işlenen bu anketlerin son yıllarda nedense hiç yapılmadığına dikkat ettiniz mi? Peki, dikkat ettiyseniz, nedenini hiç sorguladınız mı?
Evet, tabii ki artık güvenilecek bir kurum yok. E, güvenilecek bir kurum olmadığına göre, sahte de olsa “hangi kuruma güveniyorsunuz” sorusunu sormanın bir anlamı da yok.
Neyse, çok uzattım. Diyeceğim o ki, artık işgalcilerin, sömürgeci faşistlerin o çok güvendikleri ordu da ellerinden gitti. Artık bu savaşı nasıl yürütecekleri tam bir muamma. Arkadaşlarını satmayla ün yapmış ordunun başındaki adam emrindeki askerler teker teker düşerken hediye alma derdindeyse gerisini siz düşünün. Bu adam istediği kadar güçleri gezsin, moral vermeye çalışsın, “ben işimin üzerindeyim” izlenimi yaratsın, nafile.
Türk ordusu ve kirli savaşın karar vericileri bir kez daha yenilmiştir…
Pir Kemal