15 Ağustos günlerini yaşıyoruz. Bu günün anlamını herkes yeniden yeniden ele alıyor ve alacak.
15 Ağustosun getirdikleri ve götürdüklerinin hesabını yaparak geleceğe daha iyi nasıl yelken açılıra cevapları bulmak açısından tekrar tekrar sormak yakıcıdır.
15 Ağustos, Özelde Kürt insanı ama genelde de Ortadoğu da dili kesilmiş olan, derisi yüzülmüş olan, ezilen, kendisi olmaktan çıkarılan, uyduruk, köle, boyun eğmeye zorlanmış ve giderek bunu marifet bilen kendini pazarlamaya adayan kişiliklere ve tabii ki tüm bunları yaratan, buna yol açan sömürgeci ve iktidar odaklarına karşı bir başkaldırıdır. Bir isyandır.
15 Ağustos eylemliliğin sadece bir askeri olguya indirgemek olsa olsa bir çarpıtma ve nayıflık olabilir. 15 Ağustos eyleminin askeri başarısının ötesinde bir kültürel, sosyal, siyasal ve tabii ki felsefi anlam yüklüdür. Ve asıl görülmesi gereken de bunlardır.
Bir halk, bir coğrafya, bir toplum ki kendisi için düşünmeyen, düşünmesinin tüm yolları ellerinde alınmış ve adeta kendisinden öcüden kaçarcasına kaçmaktan başka yol bırakılmayan bir gerçeklikten kendisi olan, “bende varım” diyerek kaçmayan adeta tüm dünyaya kafa tutar pozisyona getirilmek olsa olsa bir yeniden yaratımı dile getirebilir.
Eskilerden iki askerin onlarca köyü dize getirerek meydanlarda işkencelerden geçirerek “dediğim dediktir çaldığım düdüktür” misali her şeye muktedir iken, köylerde bulunan özelde erkeklerin “Rumi geliyor” diyerek dağlara kaçarak gizlenmelerinden bugün panzerlere karşı 4 yaşındaki, 5 yaşındaki bilemedin 6 yaşındaki general çocukların taşlarla, sapanlarla saldırmalarını çözmek önemlidir. Daha da anlamlısı bugün TC’nin zindanlarında 70’lik asırlık çınarların-hem de ana olarak-yatmaları düşmanın beyninde yaratılan korkuların anlaşılması açısından da anlamlıdır.
Anlamlıdır, çünkü daha dünün kapalı kadını bugün en ön cephede düşmanın azılı faşist güçlerine karşı zılgıtlar atarak yürüyorsa, evlatları bu topraklar için toprağa düştüğünde “gerekirse onun silahını ben alırım” diyorsa ve Mele Abdurrahman gibi güzellik ve sadelik abideleri 99 yaşında bu yolun profesyonel kadroları olmaya aday olduklarını söyleyerek canla başla çalışıp şahadete kavuşuyorlarsa, orada artık bir şeyler olmuştur. Ve yine aynı biçimde çınarlık olan Musa Amcamız Diyarbakır’a ucunda ölüm olduğunu bilse de ama yine de; halk için, devrim için, parti için, önderlik için giderek bir şeyleri düzeltme çabası içine giriyorsa, bu bir o kadar daha anlamlıdır.
Evet, değişim olmuştur, hem de çok şey olup bitmiştir. Hani var ya, “bir köprünün altında geçen sulardan bir kez yıkanabilir” diye, aynen öyle. Artık o su geriye çevirtilemeyecek kadar eskimiş ve akıp gitmiştir. Artık akan yeni bir su vardır ve yeni insanlar vardır.
Ve işte eğer 15 ağustos eylemliliğini değerlendireceksek bunların hepsini değerlendireceğiz. Tüm bu verileri gözeterek konuşacağız, yazacağız.
Özcesi 15 Ağustos eylemi kürdün istemlerini bilinçaltına iterek kendine güvensiz, kendinden kaçak, hasta, kompleksli, duygusallaştırarak zayıflatılmış kişiliğinden kaynaklı didişmeci, çekişmeci, kof, içe dönük tasfiyeci, tahrike açık bir serseri mayın misali kimden nereden nasıl beli olmayacak şekilde patlamaya ya da patlatılmaya hazır bomba haline getirilmesine karşı sıkılan bir kurşundur. Tüm bunların yerle bir edilmesidir. Ortadan peyderpey kaldırılmasıdır.
Ve tabii ki onun içinde esasta yer alan neolitik değerler diye bugünlerde tabir edilen komünal değerlerin açığa çıkararak serpilmesinin yolunu açmaktır. O temiz özü, sadeliği, adaleti seven, insanlığın beşiği olmuş, yiğit, arayışçı, gözünü kırpmadan komşusu ve insanlık için ölümün üzerine atlayan ana yanlı tüm o güzellikleri evet açığa çıkaran eylemin ta kendisidir.
“İnsanın insanın kurdu olduğu” sahte safsatasının kaldırarak insanın ilk ana yanlı toplumda, insanın can dostu olduğuna giden yolun önüne döşenmiş tüm bariyerlerin kaldırılmasıdır.
Yine özcesi alt benlikle-yani zoraki korkutularak kabul ettirilenlerin-aştırılarak üst benlikle-yani özünde olan o ana yanlı değerlerle-uyumlu hale getirilmesidir. İnsanın kendi olduğu durumla uyumlu ve kendisiyle barışık hale getirilmesidir. Ve kendisi olan bir birey ya da toplumun diğer toplum ve yahut insanlarla uyumu yakalamasıdır.
İşte 15 ağustosu değerlendireceksek yeniden kendisi olmuş bir halk gerçekliği, birey gerçekliği ve toplum gerçekliği olarak ele almaktan başka yol yoktur.
Negatif yanları yok mu vardır. O da köhnemiş ve derinlere nüfus etmiş bir kangrenli yapıyı aşma çabası yürütülürken sağlam yapıları kurtarmak için vurulan neşterin tabiatı gereği yer yer sağlam yerlere de temas etmesidir. Özelde doktorluk mesleğini icra ederken ilk acemilik yıllarında daha az dikkatli olunabilirken yıllar geçtikçe profesyonelleşerek işini daha sağlam yapar hale gelmiştir.
Ancak hastaya sözde gönüllü Ötenazi (eutanasi) adı altında bilinçlice doktoru engelleme çabaları, sahte ölüm hemşireleri ile ameliyathanenin özenle suni bakterilerle doldurarak hastaya zarar veren ve yer yer canını alan yaklaşımları da değil ki görülmemiştir. İşte korucular, PKK’nin içerisine yansıtılan dörtlü çete ve halkımıza karşı yapılan katliamlar ve işkencelerin hepsi bu durumu ifade eder.
Sonuç itibariyle; 15 ağustos eylemliliği düşmanın tüm sindirme, katletme, içe dönük tasfiye girişimlerine rağmen yeni bir halk, yeni bir insan, boynu bükülmez militanlar ve geleceğin garantisi olan küçük generallerle geleceğe iyi örnek olarak anılacak tanrıçalar ile yaşlı çınarlık abideler yaratmıştır.
Kürt halk önderliği bu durumu daha güzel ifade ederek şöyle demektedir:
“İki büyük dağ arasında büyük bir uçurum, bir insan bacağının kapatamayacağı bir uçurum olsa, dağın bir tarafında cehennemi yaşarsın, ama dağın öte tarafında cennet olursa, ne yapacaksın? Bir köprü kuracaksın! Ancak o köprü seni cehennemden kurtarıp o cennet dağa götürür. PKK olayı böyledir; yirmi yıldır aralarında büyük uçurum olan iki dağ arasındaki köprü! Dağın bir tarafı karanlık, orada işkence ve cehennem var. Kendiniz bunu yaşadınız. Diğer tarafında vaat edilmiş bir cennet var. Bu, bizim dağlarımızdır; özgürlük dağları, yeni topluluğun buluştuğu dağlar! En eşitlikçi, en adaletli dağlar! Özgürlük üssü kurulabilecek dağlar! Şimdi halk onu tercih ediyor, "ben bu cehennem dağının eteğinde değil, cennet dağının eteklerinde yaşayacağım" diyor. Karar vermiş ve dağlarda yürüyor.
Bu köprü olmadan, bu dağlara ulaşamaz. Hatta cehennemde yaşadığının farkında bile olamaz.
Bazıları bu köprüyü inkâr ederek, cennete gidebileceklerini sanıyorlar. Henüz Araf'tayız, köprüden geçiyoruz, bunu da unutmayın! Köprüden geçiş bitmemiştir. Büyük bir kısmı halen köprünün öbür ucundadır. Ucu belirmiştir cennetin, ilk kafileler Araf'tan geçiyor. Henüz bayram değil, bayramın arifesindeyiz. Bu tarih, bu anlamda anlaşılmalıdır! “
Evet, Araf’tan geçiyoruz. Henüz bayram değil ama bayramın arifesindeyiz.
Ne mutlu o bayramı bize canlarıyla, emekleriyle, kanlarıyla bırakanlara…
Kasım Engin