HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

sehit viyanOrtadoğu’nun her tarafında isyan ateşinin yanmakta olduğu bu günlerde eyleminin beşinci yılını da geride bırakıyoruz. Zaman senin de belirttiğin gibi bir hançer misali, ya kesiliyor ya da kesiyor. Bugün buralarda, yani bu kadim topraklarda zaman; zulmü biçiyor!

Zemheri bir kışın içinde bu kadar sıcak gelişmelerle birlikte senin yazdıklarını okuyoruz!

Hepimize bir parça bırakmışsın! Kelimelerinin içindeki anlamın çıplaklığında hep kendi özümüzü görüyor ve hep kendi yüzümüzle karşılıyoruz! Sevginin ve aşkın kurallarını belirtiyorsun bir kere daha!

Bütün kertelerde insanca yaşamanın ifadesini koyuyor ortaya; sana dair ne varsa. En çok seni aratıyor zaman; sözün anlamını yitirmemesi için! Söz için yaşamanın ifadesine kavuşturuyorsun bizleri bir kere daha, bin kere daha!

Çok eskilerden kalma bir şiir dizesi gibi yüreğimiz; tutkumuz bir kara şubatın arifesinde başı boş isyanların ateşinde senin dilana olan özlemini harlıyor! Olgunlaşmış bir meyveden örnek vermiştin hani; işte onun gibi şimdi olanlar. Dalından kopuyor barışa-savaşa, özleme-vuslata dair ne varsa.

Gûlasor; “Ez buka Kurmancım” türküsünü dillendiriyor havalandırma da, Ceylan ise yanmış Lice’nin bir köyünde kapanmayan yara!

Aklım iki bin beşin sonbaharında; adın ne diyorsun! Cemgil diyorum! Neden Cemgil dediğinde; zamanla hesabın, eskiden kalma bir mazinin, uzayıp giden bir halkın acılarının dermanı olabilmek için dediğimde, gülüyorsun! Öyle gözlerinin içinden bırakıyor kendini gülümseme! Bakınca ciğere işleyen türden bir şey!

Sormadım neden güldüğünü, hatta bir an bile sormayı düşünmedim. Gözlerinde hem bu sorunun cevabı ve hem de acıların namluya sürülmüş hali vardı! Gözlerin kendini ele veriyor ve salt gözlerinden bile belli oluyordu; yüreğinin patlamaya hazır bir volkan olduğu.

Doğanın bir parçası ve küçük bir evren misali diyorsun her şey kendinden başlayarak. Ateşte yıkanıyor ve kendini arındırmanın coşkusunu bırakıyorsun bir miras olarak. Zalime-zulme boyun eğmiyor, kendimizi bulmanın izdüşümü oluyor her şey.

İki bin altının şubatındaki ikinci günün sabahında; bir palamut ağacının altında gerçekliği ortaya koyuyorsun. Bedel diye yazmışsın hani; özgürleşmenin diyalektiğinde var olan kültürü bir kere daha en ayrıntılı haliyle belirtmişsin.

Duruşun ve eylemin amacının söze hizmet etmesi için olmalı her şey. Kutsallığın ve ihanetin basit bir mukadderat olmadığını bu şekilde ortaya koymak istemiştin.

Aklım iki bin on birin baharında; zamanın kendini kesmesi ya da kesilmesi gerekenlerin ayrıştığı bir dönemin kapı aralığıdır bizim şu anda yaşadıklarımız.

Senin sözlerine eriyor bütün direnişler! Sevginin anlam deryası isyanda doğuyor, bütün aşkların ve aşka inanan maşukların yemini oluyor alevin rengi.

Yazdıklarınla payımıza düşenin ne olması gerektiğini soruyoruz. Cevabının ise kelimelerde değil de, yaşamanın, var olabilmenin, sevebilmenin içinde olduğunu öğrenmeye yönelik gayretlerimizle.

Yüreğimiz çok eskilerden kalma bir şiirin dizesi gibi inan yazdıklarında patlamaya hazır volkan oluyoruz. Üzülmeyin diyordun. Senin de kutsal geleneğimizin bir halkasını olduğunu biliyor ve üzülmüyoruz. Özlüyoruz, sadece özlüyoruz…

Toprak Cemgil