Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Ağustos günü Dersim’in Pülümür ilçesine bağlı Kızılmescit ve Kevire Spî alanlarında işgalci TC ordusu tarafından başlatılan operasyon gizli birliklerin keşif ve pusulama faaliyetleri çerçevesinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Ağustos günü saat 20.00 sularında Dersim’in Pülümür ilçesi Serhat Çayırı mıntıkasında işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Jîn yüzlerce kez Jîn, milyon kere Jîn, Kürdistan’ın bütün ırmaklarında Jîn, dağlarda, Kürdistanî bütün soluklarda Jîn. Evet bir volkan daha patladı, bir çığlık daha koptu ülkemin kalbinde. Bir kadın daha selamlaştı yıldızlarla. Bir tomurcuk daha Zilan çiçeği açtı. Dünyalar güzeli bir kadın gerilla daha özgürlüğün ölümsüz zılgıtı oldu. Adı Jîn, soyadı yine Jîn. Yaşam gerekçesi Jîn, ölüm gerekçesi Jîn. Savaşın kuşatmasında, ölümün kol gezdiği bir mekanda çocuksu bir gülüşün zamanıydı Jîn. Somurtkan dünyanın en masum tebessümüydü Jîn. Ölümün barınmadığı, ölümün dışında olan… Adı yaşam, yani Jîn olan.
Jîn öyle bir ülkenin çocuğuydu ki, bin yıllardır anaların ağıtıyla yıkandı bu ülke. Belki de bu yüzden bu kadar zılgıt olmayı sevdi. Kadınlığın bütün çığlıklarını ruhunda hissetti. Ve o asla kabul etmedi ruhunun kuşatmaya alınmasını. Belki de bu yüzden özgürlük halayının başını çeken, ülkesinin en nazenin kızlarından olmayı seçti. Jîn, hepimizin yüreğindeki şarkının sözü oldu. Hayalini kurduğumuz özgür ülkenin şiiri oldu.
Ve 5 Ağustos’da Çukurca’da bedenine bağladığı bombalarla fedai eylemi gerçekleştirdi Jîn.
Mücadelemizin katmerleşerek devam ettiği bu süreçte, her zamankinden daha fazla karşımızdaki düşman AKP maskesi ile üç maymunları oynamaya devam ediyor. Bütün bu kahramanlıklara, yiğit Kürt kızlarının zılgıtlarına rağmen görmedim, duymadım ve bilmiyorum pozisyonundan bir adım ileriye gitmemeye yeminli adeta. Bir de herkesi kendisi gibi sanmaz mı? Bu direnişin görkemini, bu yüce ruhun irade ve azmini dış ülkelerin desteğine bağlamaz mı? Kendi yörüngesinin dışına çıkamayan bir fukaralık örneği. Her defasında soluğu Amerika’da alan Türkiye’yi parsel parsel Batı’ya peşkeş çeken bu zihniyet, herkesi kendisi gibi dışa endeksli sanıyor. Oysa Jîn’in dağ kadar yüreği varken, Kürdistanî bir ezgiye sahipken ve yüreğinin öfkesi bugün patlamayı bekliyorken, neden dışa sığınsın ki? Bu militanların bu kadar içsel gerekçeleri varken, dış da neyin nesiymiş? ‘Dış’ AKP’ye ait olan bir kavram. Biz baştan ayağa ‘İç’ olanız. Ülkemizde kuşatmayı, işkenceyi, esareti kabul etmeyen bir özgürlük hareketinin "militanlarıyız. Jîn’in yoldaşlarıyız. Buna rağmen bu fedai ruhu görmezden gelen, duymak istemeyen ve asla bilmek istemeyen bu kof beyniyle asla bilemeyecek olan bir gerçekle karşı karşıyayız. Ama bilinsin isteriz ki, Apocu militanların hiçbir dış güce ihtiyacı olmaksızın ve bir halkın yüreğini fethetmişken, volkan gibi yüreklere sahipken dünyalar yerle bir edilebilir. AKP ve AKP jandarmaları bu öfkeyle, bu isyanla her zaman karşı karşıya geleceklerdir. Onlar görmek istemezse de, bu yüreği baştan ayağa isyan olan halkın çocukları, bu gerçeği onların gözünün içine koyacaktır.
Sıkıysa duymasınlar. Ama biz, yüreğimizdeki çığlığı her gün haykıracağız. Esaret varoldukça, işkenceler sürdükçe, annelerimiz sokaklarda süründürüldükçe varolmaya da devam edeceğiz. Sıkıysa bilmesinler. Kendi ülkelerindeki dehşeti görmeyip Suriye’ye, Mısır’a perspektif versinler. Ama bu hiç bilmezlikten, görmezlikten, duymazlıktan geldikleri bu ateş, en çok da onları yakacaktır. Bu dağlarda kimse canından bezmemiştir. Bu yaşam dolu gençler, bedenlerini paramparça ediyorsa Erdoğan’ın idrak edemeyeceği kadar büyük gerekçeleri vardır. Ve bu savaş devam ettikçe bu diyalektik hep böyle de sürecektir. Hadi diyelim ki bilinmedi, duyulmadı ve görülmek istenmedi, ama insan biraz başını iki eli arasına alır düşünür. Geceleri niye rahat yatamıyorum diye kendine sorar. Dağ yürekli Jîn ve Jîn’in yoldaşları, artık sadece eylem değil, harekat insanlarıdırlar.
15 Ağustos’a sayılı günler kala yola çıktığımız ilk gerekçeyle hala meramımızı anlatmaya çalışıyoruz o çok bahsi geçen ‘dış dünyaya’, bize çok uzak olan dış güçlere. Sormazlar mı adama, bu kadar destekçiyse bu dış olan her şey neden hiç anlamadı şimdiye dek bu gençlerin savaş gerekçesini? Canını hiç çekinmeden feda eden bu yiğit genç kızları? Bütün dünya anlamsızlığa doğru giderken, bir de başımıza ‘dış’tan bir maske musallat ettiler.
Anlamak istemeyen Türkiye iktidar elidi Kürtlere dair Suriye’de olanların Kuzey Kürdistan’a sıçramasının paranoyasını yaşadığı için anlamayan ruh halinden kurtulamıyor bir türlü. O zaman neden paranoya yaşıyor? Neden bu kadar korku? Ve bu korku neden bu kadar içe işlemiş? Hem de bu kadar dış gerekçeleri güçlüyken… İnsanın gücüne gidiyor doğrusu. Adı Amerika uşağı diye bilinen, bir başbakanın bu kadar dıştan bahsetmesi komik kaçıyor. Bu kadar içsel bir korkuya kapılması kafalarda bir sürü soru işareti yaratıyor. Neyse…
Biz içsel olan çığlığımıza dönelim. Yüreğimizde hiç silinmeyecek olan, beynimizde özgürlük yankısı olarak anılacak olan Jîn-imize… En çok bu dağlarda savaşanlar savaşın bitmesini ister. Bunun için hiç kimsenin yapamadığı, yapamayacağı fedakarlıklara katlanır. Jîn bunu en anlamayana, en bilmeyene, en duymayana, en görmeyene de göstermeyi bilmiştir. Sıkıysa kör olun, isterseniz kaçın bilmemek için. Çok başarabiliyorsanız sağır olun. Siz nerede olursanız olun Jîn ve Jîn’in ardılları ülkelerinin içinde, halklarının içlerine işlemiş olan özgürlük çığlığı olmaya devam edecektir.
Medya DOZ
- Ayrıntılar
Kürdistan’da her zamankinden çok ileri düzeyde bir sıcaklık yaşanıyor. Ve bu sıcaklık sadece bir yazın sıcaklığı değildir elbette. Bu sıcaklık 14 Temmuz’dan bizlere bugünlere kalan bir sıcaklık. Öyle ki 30 yıl önce sergilenen direniş bugünlere büyük bir meşale olarak yansıyor. Ve aynen o günlerdeki gibi bizlere umut saçıyor. Boşuna büyük insan ve büyük devrimci militan Mehmet Hayri Durmuş yoldaşımız bu en zor koşullarda “Kürdistan Vietnamlaşıyor duyuyor musunuz?” dememiştir. Ve boşuna büyük militan Kemal Pir yoldaş: “Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” da dememiştir.
Evet, onlar 30 yıl önce Mazlum Doğan yoldaşın çaktığı ilk kibrit ateşini bedenlerini açlıklara vererek devasa bir direniş mirası ekerlerken biliyorlardı ki aynen temmuz aylarında, yine sıcak bir yaz gününde Kürdistan TC faşist devletine mezar olacaktı. Ve onlar biliyorlardı ki 23 Temmuz 2012 gününde bugüne Şemzinan’da başlayan gerilla direniş adım adım, karış karış tüm Kürdistan’a yayılmanın fitili olacaktır. Ve onlar biliyorlardı ki direnişleri “ihanetin göğsüne hançer gibi saplandı” ve saplanacaktı.
Evet, bugünlerde Kürdistan sıcak geçiyor. Ve dediğimiz gibi bu sıcaklık sadece ve sadece yazın sıcaklığı değildir. Gerçi biz Kürtler ve belki de tüm Ortadoğular yazın sıcaklıklarından tez canlı oluruz. Canlanırız. Hareketleniriz. Ve belki de bu hareketlenmeyi buralı insanlar önceden baharla başlarlar. Sonradan bu bahar atikliğini adım adım yaza taşırlar. Ve bir yaz olmayı görsün artık hiç kimse buralı insanların sıcaklığını durduramaz.
Bu sıcaklıklara birde halkların baharını tetikleyen başka halkların özgürlük yürüyüşleri eklensin. Yani Arap baharı gibi, Ortadoğu baharı gibi. Siz artık buralı insanın duracağını düşünüyorsanız büyük hatta işliyorsunuzdur. Ve hele birde Kürt halk önderliğinin yıllar önce hem de çok yıllar önce halkların baharının geleceğini bilerek buralı halkı bu gelecek bahar günleri için nefes nefese hazırladığını da keşke bir bilseniz!
İşte o zaman 2012 yılının bu günlerinde Kürdistan’da yaşanan sıcaklıkları anlardınız. Bu sıcaklıkların dediğimiz gibi sadece mevsimle ilişkili olmadığını da anlardınız. Ve sizler bu sıcaklıkların bir halkın umudunun giderek zirvelere taşıyarak artık köle zincirlerini kabul etmediğini ve giderek kendi yolunu çizmek için daha büyük adımlar atmaya hazır olduğunu da anlardınız. Ve artık bir halkın tümden özgürlük için tırnağını dişine takarak kavganın tam ortasına atıldığını anlardınız.
Evet, Kürdistan’da bu ağustos her yıldan daha fazla sıcak geçiyor. Ve öyle görülüyor ki bu sıcaklar Kürdistan’da bu yıl eylüle ve ardından da ekime sarkacaktır. Çünkü bu sıcaklıklar insan ruhunu ısıtan sıcaklıklardır. Çünkü bu sıcaklıklar umut taşıyan sıcaklıklardır. Ve çünkü bu sıcaklıklar bir halkın kaderini tayin etmenin arifesinde yaşanan sıcaklıklardır.
Bunun için diyoruz ki bu yaz aylarının sıcaklığını daha da arttırmak için her Kürdistanlı, her Türkiyeli demokrat, her sosyalist, her faşizm karşıtı kesim ve kişiler, her bu sistemden rahatsız olan birey ve kurumlar ve tabii her insan olmak için direnen tüm toplumsal kesimler hep bir elden güçleri oranında bu bir şeyler yapmalı. Boşuna zamanında bir şair; “bir şeyler yapmalı” dememiştir.
Evet, bir şeyler yapmak isteyenler, geçmiş yılların eksikliklerini telafi etmek isteyenler, vicdan kirlenmesini aşmak isteyenler, kendilerini kendi vicdanları karşısında af ettirmek isteyenler mutlaka ama mutlaka bu yaz sıcaklıklarına destek sunarak özgürlük savaşçılarının yanında bir halkın özgürlük umudunu pratikleştirmenin tüm çabasını sergilemelidirler.
Ve unutulmasın ki bir halkın umudunu gerçekleştirmek hele bir de bu halkın adı Kürt halkı ise her şeyden önce kendi umudunu ve hayallini gerçekleştirmek olacaktır. Nedeni ise basittir, Kemal Pir yoldaşımız yıllar önce: “Türkiye halklarının kurtuluşu Kürt halkının özgürlüğünde geçmektedir” derken kast ettiği Kürt halkın özgürlüğünün mutlaka ama mutlaka beraberinde bu coğrafyalarda başka halkların özgürlüğünü de getireceğidir.
Ve işte bunun için yeniden diyoruz ki; ağustosun bu sıcağında dağlarla yeniden daha güçlü buluşmak için Türkiyeli, bu coğrafyalı ve tabii ki Kürdistanlı tüm gençleri yanımıza davet ediyoruz. Dağlara davet ediyoruz. Özgürlük dağlarına davet ediyoruz.
Engin Sincer
- Ayrıntılar
Kürdistan’da kıyasıya bir mücadele sürüyor. Ve bu mücadele daha da kapsamlı sürdürülecektir. Artık özgürlük kavgası sadece vur kaç taktiğiyle yürütülmeyecektir. Vur kaçta olacaktır ancak esas olan TC faşist sistemini Kürdistan’da felç etmek olacaktır. Felç kelimesini bilirsiniz, bir şeyi hareketsiz bırakmak manasında kullanıyor. Ve sözün tam manasıyla yeni gelişen devrimci dalga faşist TC devletini tam hareketsiz ve felç etmek olacaktır. Bu ise inanılmaz ölçüde sert bir mücadele süreci demektir. Kavganın dozajı daha da artacaktır. Şimdilik olup biten bir yoldaşımızın yazdığı gibi ve sadece bir lele provasıdır.
Şimdi bunun için diyoruz ki öncelikli olarak tüm Kürt gençleri böylesine bir süreçte TC askerliğine gitmeyin. Hem bize karşı sizi çıkartıyorlar, savaştırıyorlar. Sonra da çıkıp kendi kirli özel savaş televizyonlarında “bakın bir kürdü vurdular” diyerek bize hakaret yağdırıyorlar. Halbuki dünyanın neresine giderseniz gidin işgal edilmiş topraklara karşı verilmesi gerekli olan haklı olarak bir özgürlük direnişi ve kavgasıdır.
Bugün dünya Kürtler için “en büyük nüfuslu olupta devleti olmayan halk” diye söylüyor. Biz bir devlete sahip olmaya çok meraklı değiliz. Ancak anadilimize bu kadar hakaretler yağdırılmışken, kendi ülkemizde köylerimize, çocuklarımıza, şehirlerimize velhasıl ne kadar bu topraklarda halkımızın değerleri olan isimlerimiz yasaklanıyorsa, analarımız coplanıyorsa, kızlarımız YİBO’larda tecavüze ve fuhuşa zorlanıyorlarsa ve ardından da “dağa gideceklerine fuhuş yapsınlar” deniliyorsa, zindanlara attıkları Kürt çocuklarını psikopatlara bilinçlice tecavüz ettirilerek onurlarıyla oynanarak kişilik travmaları yaşatıyorlarsa, siyasetçilerimiz sebepsiz yere yıllarca zindanlara atılıyorsa, Kürt legal sivil toplum örgütlerine her gün ama her gün saldırarak baskılıyorlarsa, Kürtlerin özgür birlikteliğini ve örgütlülüğünü dağıtmak için inanılmaz ölçüde yok etmek için tasfiye ediliyorlarsa, adeta biten biber gazları için yeniden ödenek harcayarak meydanlarda insanlarımız biberleniyorsa, Kürdistan özgürlük gerillasına kimyasal silah dahil her türden katledici silahlar ve teknikler kullanarak yok edilmeleri için her şey ama her şeye yapıyorlarsa ve birde nerede bir Kürt kıpırdaması varsa İspanyol boğası gibi saldırıyorlarsa o zaman bize düşen, tek bir seçenek kalmıştır. Artık “vur kaç”ı terk ederek bir yoldaşın dediği gibi “vur kal” taktiğini uygulamaktır. Birde bize artık sadece ve sadece yukarıda belirttiğimiz bu faşist rejimin tüm nefes borularını felç etmek kalıyor.
Felç etmek öyle sanıldığı gibi kolay gerçekleşecek bir iş olmamaktadır. Felç etmek için büyük bedeller vermeniz gerekir. Nedeni ise felç etmek çok daha büyük bir savaş biçimidir. Bunun için felç etmenin bir bedeli de savaşın sert geçmesi olacaktır. Dozajı çok yüksek bir savaş demektir.
İşte diyoruz ki Kürdistan’da çok sert bir savaş ve özgürlük kavgasına bizler girişmişken öncelikli olarak hiçbir Kürt genci TC askerliğine gitmesin. Gerillaya gelmek isteyenler gerillaya gelsin. Yapamayanlar evini terk etsin ve yakasını bu faşist devletin eline vermesin. Bunu da yapamıyorlarsa vicdani ret hareketlerine katılsınlar. Ama kesinlikle TC devleti için askerliğe gitmesin. Hele hele Kürdistan’da askerlik yapmaya gelmesin. Eli silah almasın. Kürdistan’a TC devleti adına ayağını atmasın.
Evet, aynı şeyi Türkiye gençleri özelde de yoksul ailelerin çocukları için söylüyoruz; lütfen ama lütfen TC devletinin silahını alıp Kürt özgürlük savaşçılarına karşı savaşmayın. Kandırılarak, meydanlarda omuzlardan omuzlara sıçrayarak, bayrakları yükseklere çekerek, militarist ve ırkçı parçalar eşliğinde halaylar çekerek gelmeyin. Burası Kürdistan ve bazılarına göre “buralar herkesin terk ettiği diyarlardır.” Bunun için diyoruz ki, herkesin buraları terk ettiği diyarlara gelmeyin.
Gelmesi gerekenler bellidir. Bu savaşta rant elde edenler gelsin. Çocuklarını Amerikalara okul okutmaya gönderenler gelsin. Irkçı söylemlerle Türkiye toplumunu kışkırtanlar gelsin. Akıl yoksunu ve bir yazarın deyimiyle marangoz hatası olan psikopatların çocukları buralara gelsin.
Evet, bu savaşta çıkar sağlayanlar gelsin. Senin gibi Allahın fakir fukarası, üç aylık acemi er eğitim sürecinde geçmiş halk çocukları gelmesin. Sen gelme. Seni buralara gönderenlerin çocukları gelsin. Sende Kürt gençleri gibi ya özgürlük dağlarına Kürt kardeşlerinle birlikte bu zulüm rejimine karşı savaşmaya gel, ya da gelemiyorsan evini terk, ayrıl oralardan. Ya da sende vicdani ret hareketinin bir üyesi olarak bu savaşı durdurmaya çalışanlara katıl. Çalış ki bu savaş bir an önce bitsin. Bir an evvel kan akması dursun. Ve halklarımızın kardeşliği yeniden pekişsin.
Yeniden söylüyoruz: “KÜRT GENÇLERİ ve TÜRKİYE’NİN YOKSUL ÇOCUKLARI TC ASKERLİĞİNE GİTMEYİN.”
Aksi taktirde Kürdistan’da başınıza geleceklerden sadece ve sadece vebali sizin olacaktır. Arkanızda bıraktığınız ailenizin günahı sizin hanenize yazılacaktır. Onca arkanızda ağıt yakacak anaların feryadı yine sizin vebaliniz olacaktır.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Ağustos günü saat 06.00 sularında Amed’in Hazro ilçesi Gire Sor alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından kobra helikopterlerle bir bombardıman düzenlenmiştir. Bombardıman ardından alanda başlayan orman yangını halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
4 Ağustos 2012 günü başlattığımız Şehit Arjin Garzan ve Şehit Mahir Başkale Devrimci Operasyonunda şehit düşen 10 Yoldaşımızın sicil bilgilerini daha önce açıklamıştık. Şehit düşen diğer 4 arkadaşımızın sicil bilgileri ise;
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Ağustos günü Kars’ın Kağızman ilçesi sınırları içinde bulunan Çemçe alanına bağlı Karargah, Aşıkdede, Gola Seyidan alanlarına yönelik işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon halen gizli birliklerin keşif ve pusulama faaliyetleri çerçevesinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Kürtlerde lele meselesi çokça dile getirilen bir meseledir. Lelenin ardından bir de Kürtlerin lolosu vardır. Lele ve loloya ilişkin çok olay ve anekdot anlatılır.
Yanlış anlaşılmasın bir lele hikayesi bir Laz ile bir kürdün yol arkadaşlığına ilişkin anlatılır. Ve en yaygın lele ve lolo meselesi de bu meseledir. Denilir ki bir Laz ile bir Kürt birlikte yolda giderler. Yol uzundur. Yorulurlar. Ve daha da yorulacaklardır. Bunun üzerine Laz bir öneri getirir. “yol uzundur, sen beni sırtlarsın ben Lazca türkü söylerim bitirse sen Kürtçe türkü söylersin ben seni sırtlarım. Böyle devam eder yolumuzu ilerleriz” der. Ve önce Kürt Laz’ı sırtlar. Ve başlar Lazca birbirinden güzel parçalar söyleme. “uy trabizon trabizon dibi kalay dibi kalaylı kazon” der ve birkaç parçadan sonra repertuarı biter. Sıra Kürt’ün sırta binmesine gelmiştir. Önce elini bir kulağına atar ve başlar söyleme; “le, le, le ,le…” diye. Ama yine “le, le, le...”diye. Ve bu sürdükçe sürer. Saatleri alır. Artık Laz dayanamaz, “oy uşağım bu le le bitmez mu(?)” diye serzenişte bulunur. Kürt ise hiç istifini bozmadan, “bitmez, birde bunun daha lolosu vardır” der ve yine “le, le, le” diye devam eder.
Evet, Şemdinli, Çukurca sadece ve sadece bir leledir. Ve daha bu leleler lolo olmadan çokça sürecektir. Şemdinli ve Çukurca’nın yerine başka Kürdistan kentleri gelecektir. Siz buna emin olabilirsiniz. Ancak dediğimiz gibi Kürdistan’da bunlar olmuşken Foça ve benzer yerlerde adım adım lele repertuarına gireceklerdir.
Dediğimiz gibi bu konuda emin olabilirsiniz. Yollarda, Kürdistan’da cirit atmanıza izin vermeyeceğiz. Rant elde etmek için artık kollunuzu sallayarak iş yapamayacaksanız. Askerleriniz polisleriniz istediği gibi dolaşmayacak. Ülkemizin yer altı ve yer üstü zenginliklerini yine tarihi kültürel mirası yok etmenizi izin vermeyeceğiz. Ve yine Kadimacılık diye bilinen Kürt halkının soykırımını en planlı bir şekilde yürüten AKP yandaşlığı, taraftarlığı, üyeliğine de izin vermeyeceğiz.
Özcesi Kürdistan’da suç teşkil eden, insanlık suçu diye tabir edilen tüm suçları Kürdistan’da yürütülmesine izin vermeyeceğiz. Sadece izin vermemede değil, bu suçları işleyenleri yargılayacağız. Yargılanmanın ilk adım şimdilik Şemzinan ve Çukurca’dır. Ve bu yargılanmalara bilindiği gibi yollarda kimlik kontrolleriyle devam edilmektedir.
Evet, tüm bu olup bitenler Kürtlerin deyimiyle sadece ve sadece leledir. Daha loloya sıra gelmemiştir. Ancak lelelere ekleyeceklerimiz vardır.
Kimse ama hiç kimse çocuklarını TC askerliğine göndermesin. Kürtler zaten göndermeyeceklerdir. Ancak Türklerde çocuklarını TC askerliğine göndermesin.
Kürdistan’a hiç kimse Kürt çocuklarına Türkçe öğretmek için gelmesin.
Kürdistan’a devletin herhangi bir kurumun da çalışmak için gerçekten kimse gelmesin.
Devlet için iş yapacak kim olursa olsun, hangi iş olursa olsun Kürdistan’a lütfen gelmesin.
Evet, yine söylüyoruz Kürdistan’a polislik yapmak için gelmeyin. Güvenlik görevlisi olarak gelmeyin.
Kürdistan’ın zenginliklerini tahrip eden işlere kimse ama kimse gelmesin.
Evet, bunların hepsi leledir. Ve daha lololara gelmeden lelelerimiz uzun bir süre devam da edecektir.
Yeniden belirtelim, kimse Kürdistan’da insanlık suçu işleyenlerin “af edilmediğinin” bilinmediğini bize söylemesin. Ve sadece Kürt olduğu için işlenen suçun dışında tutulacağının da düşünmesin. Kürdistan’da suçun tanımı nettir. Sınırları çizilmiştir. Ve bu sınırları kim çiğnerse çiğnesin halkımızın adaletinin önüne çıkarılacaktır.
Evet, yeniden belirtelim, Şemdinli ve Çukurca sadece ve sadece birer leledir. Ve bu işin lolosu çok güçlü bir şekilde farklı yerlerde gelecektir.
Buna emin olabilirsiniz…
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Birkaç gün sonra 15 Ağustos hamlesinin 28. yılını arkamızda bırakarak 29. yılına gireceğiz. 28 yıl önce ilk kurşun olarak başlayan Kürt diriliş devrimi bu 28 yılda Kürt toplumunda inanılmayacak, kimisine göre mucizevî diye tabir edilen gelişmeler ortaya çıkarmıştır.
İlk kurşun teorisi diye bir teorisi vardır Frantz Fanon ismindeki aslen Cezayirli olupta Fransa’da büyüyen psikologun. Frantz Fanon’a göre sömürge toplumların, özelde de neredeyse tümden sömürgeciler tarafından eritilmiş, ürkütülmüş, kendisi olmaktan çıkartılmış böylesine toplumların çok ciddi öz güven sorunları vardır. Kendilerine karşı, toplumlarına, halklarına ve de insanlığa karşı güvenleri yoktur. Güvenleri derin değildir. Bundandır ki hep korkak, sindirilmiş, ölgün, cansız varsa bir ruhları o da karartılmış bir haldedirler.
İşte böylesine toplumlar kendi kaderlerini ellerine almaya başladıkları anlarda kendileriyle çok ciddi bir kavga içerisine girerler. Aslında ilk başkaldırıları sömürgecilere karşı geliştirilen başkaldırı değildir. Başkaldırıları kendilerine karşı geliştirilen başkaldırıdır. Ve sömürgecilere sıktıkları ilk mermi, sömürgecilere karşı kaldırdıkları ilk yumrukları, sömürgecilere karşı atıkları ilk tokatları yani gerçekleştirdikleri ilk eylemleri esasta kendisine karşı, yani sindirilmiş olan, şuur altına kayıpta tereddütlü kişilik olarak ortaya çıkan kişiliksiz yapısına karşı sıkılan, atılan ve vurulan mermi, yumruk ve tokattır. Frantz Fanon bu durumu “ilk kurşun teorisi” olarak adlandırıyor.
Kürt özgürlük hareketi ilk eylemini hiç şüphe yoktur ki 15 Ağustos 1984 yılında başlatmamıştır. Özgürlük hareketi 1976-77’lerde Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde ajan işbirlikçi yapılara karşı ilk eylemini ortaya koymuştur. Ajanlaşmış, feodal komplocu yapılara karşı ise Hilvan-Siverek’te etkili eylemler ortaya koymuştur. Şıkustin direnişinde TC faşizmine karşı ilk görkemli direnişi ortaya koymuştur. Ve en gür eylemliliğini, kapsamlı ve büyük bir plan dahilinde 15 ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla daha da resmi bir hale getirerek ortaya koymuştur.
Bunun için kimi demokrat Türkiye aydını 15 ağustos 1984 eylemliliğini “ilk kurşun” teorisi olarak ele almış, kürdün kendi ezilmiş, horlanmış, küçük düşürülmüş, örgütlülükleri dağıtılmış, dumura uğratılmış, sinmiş, mütereddit, özgüvensiz kişiliğine sıkılan bu kurşunla hem kendi kişiliğinde hem de Kürt halkında bilinç yaratmanın en etkili eylemliliği olmuştur diyerek kaleme almıştır.
“İlk kurşun”la başlayan süreç, çok zaman üzerinden geçmeden Kürt toplumunda çok büyük değişimler ve dönüşümler yaratmıştır. Öyle ki bin yıllar içerisinde yapılmayanlar, yapılamayanlar kısa bir tarihi süre zarfında-hem de 28 yıl içerisinde-yapılmış ve bir toplum yeniden yaratılmıştır.
Bunun için 15 ağustos 1984 gerilla hamlesi yani Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla başlayan süreç Kürt halkı açısından sadece sömürge kişiliğine sıkılan bir kurşun olmamıştır. Sadece ve sadece ezilmiş, horlanmış kişilik yapılanmasının aşılması için de sıkılan bir kurşun olmamıştır. 15 ağustos 1984 hamlesi Kürt toplumu açısından aynı zamanda yeniden bir yaratılış destanı rolünü oynamıştır. Kürt toplumunu yeniden tarih sahnesine çıkartmıştır. Kürt toplumunu yeniden kendisine getirerek devasa bir KÜLTÜREL VAR ETME DEVRİMİ ortaya çıkarmıştır.
15 ağustos 1984 öncesi Kürt ile 15 ağustos 1984 sonrası kürdü yan yana getirdiğimizde kişilik ve karakter olarak birbirinden neredeyse 180 derece zıt farklı kişilik özelikleri gösterir. 15 ağustos 1984 hamlesi öncesi Kürt ölgün, ürkütülmüş, sindirilmiş, aile içi kavgalarla birbirine karşı düşmanlaştırılmış, feodal kompradorların uydusu, faşist devletin kültürel ham maddesi, ulusal değerlerden yoksun, oldukça içe kapanmış, aşırı duygusal, kırıcı, sinirli, kendisiyle barışık olmayan, yaşlanmış bir kişilik yapısını sergilerken 15 ağustos 1984 hamlesi ve sonrası süreçte ise kendine güvenen, ulusal değerlerle saygılı, kendisini tanıyan, kendisiyle uyumlu, başkalarının uydusu olmaktan kaçınan hatta bu durumdan utanan, oldukça bilinçlenmiş, demokratik değerlere bağlı, dayanışmacı, birey olarak gelişmiş, politik, inisiyatifli, kişilik olarak başkalarına boyun eğmeyen, haksızlıklara karşı geri adım atmayan ve tabii birde eve kapatılmış, rencide edilmiş, mal düzeyinde bile görülmeyen kadının görkemli bir şekilde aynı ana tanrıça zamanlarında olduğu gibi yeniden tarih sahnesine mucizevî bir şekilde çıkışını yaşamıştır. Öyle ki kadın Kürt toplumunda gelişmenin motoru rolünü üstlenir hale gelmiştir. Öyle ki bugün Kürdistan’da kültürel gelişmenin, siyasal etkinleşmenin, politik gelişmenin ve de toplumu örgütlemenin en dinamik yapısı haline gelmiştir. İşte bu 15 ağustos 1984 hamlesinin yarattığı ruhtur.
Olup bitenler elbette bununla sınırlı değildir. Kürtler bu kısa tarih süre zarfında tümden bir sosyal, siyasal, kültürel, ruhsal, eğitsel derken özelde de öz savunma hususunda bir devrim sürecini yaşamışlardır. Bugün Kürt toplumunun en yaşça küçük olan fertlerinden tutunda 80’li yaşları aşan yaşlılarına kadar ki insanlarında ezik, büzük, kendisine özgüvensiz bir yapı göremezsiniz. Boşuna henüz beşikten çıkar çıkmaz Kürt çocukları ellerine taş alarak TC’nin faşist polislerine saldırmıyorlar. Taş atmıyorlar. Halbuki 15 ağustos 1984 öncesi iki tane TC’nin pisik jandarması tümden bir köyü hizaya getirerek falakalarda geçirebiliyordu. Yine 80’li yılları aşan analarımız bugün mahkeme kapılarında hiçbir tereddüt göstermeden, geri adım atmadan, of demeden ve de yüzlerini peçelerin arkasına saklamadan nasıl da kameraların içine bakarak gür sesle konuşuyorlar. Ve nasıl da bugün çınarlık olan mellelerimiz Cuma namazlarında, meydanlarda hiçbir korku işareti göstermeden faşist devletin politikalarına karşı duruyorlar. Ve nasıl da analarımız şehit düşen evlatlarının cenazeleri üzerine giderken ellerine kına alarak, toprağa düşen evlatlarını evlendiriyorcasına ellerine kına sürerek zılgıtlar atıyorlar-ki bu zılgıtlar çaresizliğin zılgıtlar değil-bu zılgıtlar özgürlük isteyen ve bu uğurda bedel veren insanların bilinçli çığlıkları olduğunu unutmayalım.
Ve tabii olup bitenlerin tümü bunlarla da sınırlı değildir. Kürt dil devrimi, Kürt kültür devrimi, Kürt siyasal ve örgütlenme devrimi, Kürt ulusal birlik devrimi, Kürt sosyal devrimi, Kürt kadın devrimi, Kürt direniş devrimi derken böyle onlarca devrimsel gelişmeyi bu kısa tarih süre içerisinde Kürtler yaşamışlardır. Belki de Kürtler için en büyük devrimlerin başından bir tanesi de ihanete ve işbirlikçiliğe karşı gösterilen direniş ve karşı koyuş olmuştur. Kürtleri tarihte hep iç ihanet, dış ihanet ve işbirlikçilik bitirmiştir. Artık ilk kez Kürdistan tarihinde ihanet ve işbirlikçilik, ihanet ve işbirlikçilik olarak Kürt toplumu nezdinde görülmüş ve lanetlenmiştir. Ve bu lanetli durumu Kürt toplumu gördüğü ve bildiği için bugün ihanetçiler, işbirlikçiler ve hainler Kürdistan’da cirit atamıyorlar. İstediklerini elde edemiyorlar. Yoksa bugün TC devleti kadar bu kadar ihanetçiye, işbirlikçiye bu kadar paralar yatıran, bu kadar ön açan bir devlet dünyada belki de yoktur. Posası çıkmış, toplum nezdinde üç kuruşluk değeri kalmamış kişilikler yeniden yeniden boşuna toplum karşısına çıkartılmıyorlar. Nedeni ihanetin ve işbirlikçiliğin artık Kürdistan’da bir karşılıklarının olmayışıdır. Çünkü piyasalarda artık ihanetçi ve işbirlikçiler bulamıyorlar. Ki bu da 15 Ağustos 1984 hamlesiyle ortaya çıkan tarihi önemde bir değerdir.
Elbette 15 ağustos 1984 hamlesi başka değerler de ortaya çıkarmıştır. Bu değerlerden bir tanesi de Kürtlere karşı yapılan suçların mutlaka ama mutlaka ortaya çıkarılarak hak edilen cezanın verilmesidir. Yani Kürt halkına karşı işlenen suçların karşılıksız, cezasız kalmamasıdır. Ki bu da Kürtlerin tarihinde ilk kez yaşanan bir gerçekliktir.
Özcesi 15 ağustos 1984 hamlesi Kürtler ve Kürdistan’da yaşayan tüm toplumlar açısından tümden yeniden bir yaratıl destanıdır. Geçmişten beri birbirine karşı kırdırılan toplumların demokratik ulus temelinde yeniden halkların kardeşliği temelinde, ortakça bir arada yaşamanın da destanıdır. Yeniden kimlik kazanarak, kendisi olan bir halkın ve coğrafyanın da destanıdır.
Evet, 15 ağustos 1984 gerilla hamlesini ele alırken sadece ve sadece ilk kurşunu ele alarak değerlendirmek değil, tam tersine ilk kurşunun ortaya çıkardığı KÜLTÜREL DEVRİMİ görerek, bunun coşkusunu yaşayarak, heyecanına katılarak, yeniden ortaya çıkardığı ruh temelinde yaşama aktif dahil olarak, sömürgeciliğin içimizde kalan son kırıntılarına karşı da daha büyük bir direniş içerisine girerek direniş ve diriliş sürecini kapatarak artık kurtuluş zamanlarını tamamlama zamanıdır.
Evet, artık zaman kurtuluşu tam sağlamanın zamanıdır. Boşuna: “varlığını koruma, özgürlüğünü sağlama” denilmemiştir. Yani artık yeni 15 ağustosları özgürlüğümüzü sağlama olarak anlamalı ve bu uğurda daha büyük özverilerle devrimi zirveleştirmek için tüm gücümüzle 2012 yılına yüklenmeliyiz.
Nitekim bugünlerde hemen yanı başımızda Şıtazin-Oramar’da, Şemzinan’da ve de Çukurca’da olanlar, söylemek istediğimiz kurtuluşun yakın olduğunun sağlam adımlarıdır.
Yeniden ama bu kez daha güçlü bir temelde diyoruz ki:
Yaşasın Kürt halkının 15 ağustos 1984 hamlesi.
Kasım Engin
- Ayrıntılar