Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Aralık günü saat 02.00'de Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Kurê Çela Tepesine yönelik olarak gerillalarımız tarafından TC ordusunun Medya Savunma Alanlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği saldırılara misilleme amaçlı havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Kasım günü 02.00-03.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Şehit Beritan, Karker ve Şehit Kurtay Tepeleri ile Kebra Zahir alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Destan sözcüğünü biz :”Ağızdan ağza anlatılarak süregelmiş bulunan olağanüstü nitelikli öykü. Batı dillerindeki karşılığı mit. Yunanca söz ve öykü anlamındaki, Mythos türetilmiştir. Destan ya da efsane deyimi gerçek bir olayın olağanüstü anlatılışı için kullanıldığı gibi doğasal olayların açıklanması” içinde kullanırız.
Yaratılış destanları bize yabancı değildir, bu destanlarda yaratılışın görkemli öyküsünü hep birlikte okuruz. Okudukça da büyüleniriz. Büyülendikçe de kendimizden geçeriz. Bize anlatılanların dili ne kadar mitolojik olursa olsun, oralarda bir hakikatin ne kadar büyük zorluklarla yaratıldığını hep birlikte görürüz. Arada bin yıllar geçmiş olsa da, bin bir hileyle gerçeklerin üstü örtülmeye çalışılsa da, birileri olup bitenleri kendi lehine çevirmeye çalışsa da, ortada öyle bir gerçek var ki onu da kimse saklayamaz, gizleyemez, değerini küçümseyemez. Tabii ki istedikleri kadar yalana başvursalar da bugüne gelmesinin önünü alamazlar. Bu ise yaşanmış olan gerçekliktir.
Lafı çok uzatmadan: insanlık için yaratılış destanları neyse Kürt halkı için 27 Kasım odur. Yeniden yaratılışın öyküsü ve destanı…
27 Kasım’ın üstünde henüz 32 yıl geçmiştir, biz 33.üncü yılına gireceğiz. Şimdiden yazılanlar ve çizilenler ciltler dolusudur. Ancak bizde yaşayan bir tarihin canlı tanıkları olarak, şunu her gün yeniden yaşayarak görüyoruz ki: tarih yazılamıyor. Tarihi yazmak için öncelikli olarak tarihi yaşamak gerekiyor. Tarihin ancak bir kesiti yazılabiliyor ki, tarih ilerledikçe yaşanmış olanın yeniden yeniden ele alınarak yazılması ihtiyacı doğuyor.
Biz tarihi belki de en hızlı yaşayan bir halkın evlatlarıyız. Öyle ki binyıllarda oluşmuş olan karabasan bir tarihi, adeta ışın hızıyla gün yüzüne çıkararak yeniden yazılmasının günlerini yaşıyoruz. Tarihen yaşamasını hak edenin, cezasının verilmesi ya da yaşamaması gerekenin verildiği tarihi bir kesiti yaşıyoruz. Buna tarih: alt üst oluş günleri diyor. Buna tarih yeniden yaratılış yılları diyor. Ve tarih buna bir halk yaratılışa kalkmışsa yürü ya kulum an’ı diyor.
İşte 27 Kasım günü bir halkın yürü ya kulum dediği tarihi kesitin başlangıcıdır. Kimisi buna ok’un yaydan çıktığı an diyor. Ve kimisi zorlu olan maraton yürüyüşünün başlaması diyor.
Kürt halkı bu maraton yürüyüşünü çok görkemli bir şekilde başlatarak sonuca, hedefe başka bir deyimle menzile götürmek üzeredir.
27 Kasım gününü tarih, biz Kürtler için tarihin ileri yıllarında bir milat olarak değerlendirecektir. Kürtler için bir 27 Kasım günü öncüsü olacaktır, birde 27 Kasım günü sonrası olacaktır. Tarih yaşanırken herkesin bu tarihi günün hak ettiği kadar değer vermesini ister, ancak bunun böyle olmadığını, herkesin her zaman yeniden yaratılışmış olanı derinlikli ele alamadığını, almadığını tarihi bize hep göstermiştir.
Bir İsa’nın çarmıha gerilmesinin insanlık için neler getirdiğini, biz bugün biliyoruz. Ancak o zamanlarda bu gerilişin ve direnişin sadece birkaç avuç sayısı kadar insanın gerilişi ve isyanıydı.
Bir Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye yürüyüşü sadece bir yürüyüştü ya da sadece bir kaçıştı, ancak tarihin seyrini bu yürüyüşün nasıl değiştirdiğini biz biliyoruz.
Fransız devrimi Bastille hapishanesinin basılmasıyla başladı ve bu sadece birkaç “baldırı çıplağın” bir baskınıydı. Ancak biz de biliyoruz ki bu “baldırı çıplakları” aşan bir isyan olarak bugünlere kadar gelen devasa bir devrimin kendisiydi.
Böyle tarihi olaylar, milat olarak kabul edilen yaratımlar hep önceleri böyle ele alınmışlardır. Kimileri bu olay ve olguları ellerinde geldiğince küçümsemek için her şeyi yapmışlardır. Ancak derler ki “güneş balçıkla sıvanmaz.” Tarihi olaylar ve yaratılışlar gün gelir güneşin aydınlığı gibi kendisini herkese kabul ettirir. Çünkü hiç kimse ama hiç kimse tarihin akışını durduramaz. Tarihi karartamaz. Tarihi çarpıtamaz.
Hele hele birde kendi tarihini kendi elleriyle yaratanlar var oldukça bu tarihi durdurmalara, karartmalara, çarpıtmalara asla ve asla kimsenin gücü yetmez.
Halkımızın yeniden yaratılış destanın başlangıç günü olan 27 Kasım günü halkımıza ve insanlığa kutlu olsun.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Bazen söz denizi daralır, tıkanır, anlatamaz yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak olanları. Söz, yaşanmış olan gerçekliklerin soylu büyüklüğü ve derinliği karşısında dil olmakta zorlanır.
Bir halkın ölümden yaşama dönmesine köprü olan bir hareketi anlatmak şüphesiz kolay olmazsa gerek. Bir hareket ki doğuşuyla, bir halka dayatılan ölümden beter yaşamı yenilgiye uğratıyor. Bir hareket ki, damarlarında öz yaşam suyu tüketilmiş bir halkın damarlarına yaşamın öz suyunu yeniden akıtıyor.
Bu hareket, tarihin karanlığına tutulmuş bir meşaledir. Aydınlığın karanlık ile savaşında, karanlığın halklar ve kadınların yaşamlarında ördüğü tuzakların boşa çıkartıldığı soylu direnişin adı ve gerçeğidir. Bu hareket, tarihin tanıdığı en büyük diriliş, direniş partisi PKK’dir. Gıdasını genelde insanlık, özelde Ortadoğu’nun soylu direniş geleneğinden almaktadır. PKK, herkesin kendisinden bir parça bulduğu bir yaşam zenginliğidir. PKK, insanlığın soylu değerlerinden kopmamanın inadı, ısrarı, tutkusudur.
Doğuşunu yirminci yüzyılın son çeyreğinde gerçekleştiren partimiz PKK, doğduğu günden bu güne kadar ideallerine olan bağlılığını bir an bile yitirmeden günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. Nefes nefese yaşanmış her yılı büyük bir direnişle karşılayan partimiz, özgürlüğün nasıl yaratılacağını, bu yolda nasıl bir yürek ve beyinle yaşanılabileceğinin somut örneği olmuştur. Özgürlüğün kolay olmadığını, büyük bedel istediğini tarihinin görkemli dersleriyle dünya insanlığına göstermiştir.
Yakın tarihin hakkında en fazla konuştuğu hareket olan partimiz PKK, kendi hikâyesini yürüttüğü soylu mücadeleyle anlatmıştır. Partimiz kendi özgürlük türküsünü çalıp söylemiştir. Bu türkü, ezilenlerin binlerce yıldır bastırılan özlem ve hayallerinin yeniden canlandırılıp, ayaklandırıldığı yaşam türküsüdür. Bu türkü, tarihte yüreği ve beyni insanlığın soylu özgürlük davası için çarpanların bu çabalarının dün olduğu gibi bu gün de insanlığı var eden temel gerçek olduğu iddiasıdır. Bu türkü, tarihin tanık olduğu en güzel ezgi olan tanrıçaların, inkâr edilip, tarihten silinmek istenen sesinin yeniden en güzel rengi ve coşkusuyla canlandırılmasıdır.
Herkesi cezbeden bu güzel türkünün notalarını yazanlar kuşkusuz ki, ruhunu, yüreğini ve fikrini uygarlığın kirlerine bulaştırmayanlardı. Onlar uygarlığın yaşamı katleden gerçeğini görüp, modernitenin sunduğu sanal yaşamlara inanmayanlardı. Onlar yeni özgür yaşamların mimarıydılar. Onlar bakir ruhlu, özgürlüksüz bir yaşamı, yaşamsızlık hali olarak yorumlayanlardı. Onlar yaşam olacaksa özgür olmalı diyenlerdi. Amaralı bilge ruhlu insanın izinden gidenler insanlığın en soylu evlatlarıydılar. İnsanlığın güzelliğini, erdemini, özgünlüğünü ve özgürlüğünü tüm evrene haykıranlardı. Modernitenin yarattığı insan taslaklarına karşın onlar, gerçek insan olmanın ifadesiydiler. Modernitenin kötürümleşmiş yaşamlarına tenezzül etmeyenlerdi. Onlar PKK’nin yaratıcılarıydılar. Önce birdi bu sayı. Sonra on oldu, yüz oldu, bin oldu, milyon oldu. Bu toprakların soylu savaşçısı Öcalan yoldaşla başlayan bu soluksuz mücadele, herkesin kendi içinde gömdüğü özgürlük istemini ayaklandırdı.
Bizler Kürt kadınları olarak bugünlerin değerini en iyi bilenleriz. Çünkü köleliğin kahrını en fazla yaşamlarımızda yaşayanlarız. Tarihte biz kadınlar kadar zulüm, baskı gören, acı çeken bir canlı türü yoktur. Egemen erkek düzenlerinin zulmü altında yaşamaya mahkûm edilen bizler, tarihin kirli gerçeği ve yüzünün en büyük kurbanları olduk. Bir insana yapılabilecek en büyük kötülük elinden özgürlüğünü almaksa, bizler iliklerimize kadar bu acıyı yaşadık. Özgürlüksüz yaşamların kahrını onursuzluğunu, değersizliğini binlerce yıl boyunca yaşadık. Ölümden beter yaşamlarda kadınlık ve insanlık onurumuz değersizleştirildi. Kendi yaşam zenginliğimiz olan değerlerimize karşı yabancılaştırıldık. Bugün PKK ile kendimiz olma yoluna girdik. O yüzden diyoruz ki, her koşulda PKK ile yaşama, var olma ve mücadele etme gerçeği özgür kadın olma gerçeğinin adıdır.
Bugün bu gerçeğe saldıran kapitalist modernite, PKK’nin gün yüzüne çıkardığı kadın gerçeğini yeniden nesneleştirip, değersizleştirme gayreti içerisindedir. Ülkemizde ve dünyanın her bir tarafında kadına karşı geliştirilen her türden saldırının özünde bu gerçek yatmaktadır. Bir enkaz haline gelen uygarlık, tüm kirli özünü doğa ve toplum üzerinde geliştirdiği kölelikle temellendirdi. Partimiz PKK bugün bu enkaz haline gelen uygarlık gerçeğini özgür Kürt ve özgür kadın kişiliğini geliştirerek temellerinden dinamitlemektedir.
Bin yılların direniş geleneğine sahip çıkarak kölelik tarihinden intikam alırcasına her tarafta devrim çalışmalarına en ön saflarda koşan kadınlar bugün sistemi kendi varlığından endişe duyar hale getirmiştir. O yüzden tırmandırılan kadın saldırılarıyla sistem kendi varlığını güvenceye kavuşturmak istemektedir. Bunu sağlamak için en soysuz, en çirkin savaş yöntemlerine itibar eden devletçi iktidarcı düzenlerin iktidarları kadının şahsında uyanan özgür insanlığı yeniden boğmak, iradesizleştirmek ve tecavüz gibi çirkin saldırılarla teslim almak istemektedir. Saldırıların bu kadar densiz ve insanın ahlak sınırlarını zorlar hale gelmesi, egemen devletçi güçlerin çaresizliğinin de somut göstergesi olmaktadır. Zamanını dolduran bu hayırsız sistemin insanlığın ufkundan silinmesi gerekmektedir. Biz halklar ve kadınlar için her anı kâbus olan bu sistemin şerrinden kurtulmada, PKK bize umut, aşk, bilinç, cesaret, eylem gücü ve iradesi kazandırmıştır. Bugün gelinen aşamada tarihin uzun yürüyüşünde sahip olamadığımız bir olanağa kavuşmuş bulunmaktayız.
Anısı belleklerden silinmeyen Neolitik çağdan bu yana, tüm zamanlarda hakim olan egemen güçler olmuştur. Kendi saltanatlarını ezilenlerin emek ve yaratımları üzerinden inşa eden lanetli egemen güçler hiçbir biçimde ezilen toplumsal kesimlerin kendilerini ifade etmelerine müsaade etmemiştir. Biz ezilenlerin payına düşen bu sistemin cefasını çekmek olmuştur. Bize kader olarak dayatılan gerçeğe başkaldıran PKK, bu gerçeğin kaderimiz olamadığını biz kadınlara ve halklara direnişiyle göstermiştir. Artık zamanın çehresinde tıpkı toplumsallaşmanın şafak vaktindeki gibi yeniden aşkla, özgürlükle yüklü beyin ve yüreklerimizle kendi yaşam düzenlerimizi inşa edeceğiz.
PKK gerçeğinin biz ezilen toplumsal kesimlere sunduğu en büyük armağan olan Demokratik konfederal yaşam sistemi kendi özgürlüğümüzü ilmik ilmik öreceğimiz, bizim olan yaşam sistemi olacaktır. Artık egemen düzenlerin kahrını, sömürüsünü yaşamaya mahkûm olmaktan kurtuluyoruz. Çünkü deyim yerindeyse, eril aklın sapkınlıklarıyla bizim olmaktan çıkartılan dünyamızda tekrardan özgürce yer alacağımız yaşam düzenlerimizi inşa etme şansına, onuruna eriştik. Demokratik Konfederal düzenler, özgür kadın çağı olarak da insanlığın havsalasında yerini alacaktır. Bizler kadınlar olarak PKK’nin araladığı yaşam yolunda özgür nefes alıp verebileceğimiz zamanlara kavuştuk.
Kanla, emekle, direnişle, ısrar ve büyük özgürlük iradesinin ürünü olarak yaratılan birikimi kalıcılaştırmak bugün hepimizi bekleyen en acil görevdir. Tarih her zaman bu fırsatları tanımaz. Kendisiyle oynanmayı kabul etmeyen olguların başında toplum ve tarih olgusu gelmektedir. Bugün tarih ve toplumsallığımız bizden özgür demokratik düzenlerimizi inşa etmemizi emretmektedir. Bunu savsaklamak, gelecek zamanlara ertelemek olmaz. Bugünün işini yarın da yaparım demek olmaz. Bugün başarılmayan inşa işleri, bize yarın katmerleştirilmiş kölelik şeklinde yansıyacaktır. Bunun olmaması zikrimize, fikrimize ve eylem gücümüze bağlı olacaktır. Şanıyla, yaratımlarıyla büyük onur duyduğumuz Partimiz PKK’nin kuruluş gününü coşkuyla kutladığımız bu günlerde yaşadığımız sevinci, gururu tüm zamanlarda yaşamak ve yaşatmak için daha güçlü görevlerimize sarılmalıyız. Tüm gücümüzü, enerjimizi ayaklandırarak kendi özgür zaman, mekân ve düzenlerimizi kurmalıyız.
Otuz ikinci yıldönümünde bu kutlu hareketin doğuşunda canları, kanları ve emekleriyle yer alan değerlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Bu doğuşta saf tutan halkımızın özgürlükten öte hiçbir seçeneğe geçit vermeyen kavgasını selamlıyorum. Bu sevdanın ateşinde büyüyen, direnen APOCU çağın çocukları olan ve şu anda birçoğu özgürlük mahkûmu olarak zindanlarda direnen çocuk yaştaki APOCU’ları selamlıyorum. Ve kadınlar! Uygarlığın buzlu patikalarında en fazla ezilen, en fazla karanlığa mahkûm edilen ilk sınıf, ilk ulus ve ilk ezilen cins olan kadınlar! Bugün PKK’nin yaktığı ateşte kendini arındırma şansına erişen, hiçe sayılan onuruna yeniden erişen, soylu Kürt kadınlarının tüm dünya kadınlarına örnek ve ilham oluşturan özgürlük mücadelesini selamlıyorum.
Onur günümüz olan 27 Kasım’ı direnen bir kadın gerilla olarak bu duygu ve düşünce yoğunluğuyla karşılıyorum. Bizler özgürlükten öte yaşamlar tanımayan gerillalar olarak bu yolun sadık militanları olarak halkımızın ve kadınlarımızın mutlak özgürlükleri yaratılıncaya dek bu yolda beklenen görevleri aşkla, neşeyle ve zaferle yürüteceğiz. Özgürlük umudumuzun, bilincimizin bilendiği bu günlerde özgür dağlarımızdan cesur halkımızın görkemli kutlamalarını selamlıyoruz. Sizin gibi özgürlüğüne tutku ile bağlı bir halkın evlatları olduğumuz için mutluyuz, gururluyuz. Yılmayan, meydanları kendi eylemleri ile şenlendiren halkımız özgürleşinceye dek durmayacağımızı belirtiyor, bu temelde bir kez daha partimiz PKK’nin kuruluşunu tüm özgür insanlığa, halkımıza, kadınlarımıza, gençlerimize ve çocuklarımıza kutlu olsun diyorum.
Şilan Dilara
- Ayrıntılar
1973’lerde Önderliksel bir yürüyüş olarak başlayan ve 78’de Amed’in Fis köyünde, yirmi iki kişilik bir grubun kendisini örgütleyerek Parti olarak ilanı, elbette ki Kürdün Özgürlük davasında yeni bir aşamayı ifade etmektedir. Parti, klasik anlamda her ne kadar iktidar odaklı, devletin bir uzantısı olarak bir parça veya bölümü ifade etse de, Kürdün özgürlük davasında çok farklı bir yere ve anlama sahiptir. Çıkış koşullarından da anlaşılacağı üzere, kendi gerçekliğinden utanç duyan, hücrelerine kadar parçalanmışlığı ve bir araya gelmeyi ihanet korkusuyla ele alan, inanç-iddia düzeyinden yoksun bırakılmış bir halk gerçekliğinin, özgürlüğe dair umut ve inanç doğuşunun hareketi olmuştur PKK.
Bu parti davası, sonunun ne olacağı çokta belli olmayan, iki kelimelik “Kürdistan Sömürgedir!” sözlerinin yarattığı heyecanın, büyük inanç ve iddia gücüne dönüşerek, günümüze kadar binlerce kadro, milyonlarca halkın yüreği ve beyni durumuna gelen destansı bir mücadele sürecinin yaşanmışlığının ifadesidir. Sözün anlam bulması ve yaşamsallaşması için büyük bir mücadele gücü ile ağır bedel ödemeyi gerektiren uzun bir tarihi serüveni gerektirmiştir. Kürdün tarihi, onlarca isyan ve başkaldırıya tanıktır ama hiçbirisi birkaç aydan öteye gidememiş ve yenilgiyle sonuçlanmaktan kurtulamamıştır. Bu anlamda PKK’nin farkı, bir halkı örgütleyerek bugün tüm insanlığın özgürlük ütopyalarını seslendirerek haykırabilmesindeki başarı düzeyidir. Başarının sırrı kuşkusuz ki, Önderliksel gücün müthiş bir biçimde kendisini örgütlü bir güce dönüştürmesinde yatmaktadır.
Partileşmenin kendisi de öncülük ve örgütlenmedir. Öncülük milyonların beyni ve ruhu olabilme kabiliyetini gösterirken, kendi dava arkadaşlarını yaratabilme gücünü ifade etmektedir. Öyle bir arkadaşlık ve dostluk anlayışı ki, karşısına hep vereceği şeyleri olan ve karşılıksız verebilme gücünü gösterme yürekliliğine sahip olma yetisidir. Bu düzey, Önder APO şahsında somutlaşan bir hakikati ifade eder. Önder APO, “arkadaşlarım ve dostlarım ben ihanetim dediğinde bile, sen yaşanılacak kadar güzel olabilirsin” diyerek güven duymaktan hiçbir zaman çekinmedi ve kendi dönüştürebilme gücüne inandı. Bu anlayış ve yaklaşımla dava arkadaşları olan Haki, Kemal Pir, Zilan ve Beritan gerçekliğini ortaya çıkardı. Bu dava arkadaşlığı, hiç tanımadığı dilini bilmediği bir ülkeye, iki kelimelik sözün ardından yastığını, yorganını alarak harekete geçmeyi, kendisini bomba yaparak düşmanda patlatma gücünü ve ihanete teslim olmamak için kendisini uçurumlardan atma yürekliliğini sergilemekten çekinmeyen bir duruş olarak somutlaşır. İşte PKK’nin Önderlik ve öncülük hakikati budur aslında.
Örgütlenme hususu da, partileşme ve başarmanın en temel şartıdır. Örgütlenme amaca yürümeyi, birey olarak değil bir toplulukla yola koyulmayı ifade eder. Amaç bir toplumun, halkın özgürleşmesi ise, bu hedefe ulaştıracak yolun da özgürlük ilkeleriyle, ahlakıyla ve topluluğun gelenekleriyle bağdaşması gereklidir. Davalar, belirlenen yola baş koymayı ve adanmışlığı gerektirir. Mesele Kürdün özgürlük davası olunca “ser vermek” yetmez. Büyük bir zihniyet gücü, özgürlük ahlakı ve ilkeleriyle büyük bir yürek ve mücadele azmi, iradesi şarttır. Parti çatısı altında böyle yola girmiş kadro gerçeği örgütlenip eyleme geçiyorsa partileşilebilir. PKK böylesi bir örgütlülüğün somutlaşmış ifadesidir.
PKK’yi özgürlüğe ve zafere yakın kılan en önemli yanı ve özgünlüğü de, toplumsal özgürlüğü hedeflerken, toplumun özgürlük ve kölelik düzeyini belirleyen kadın sorununa stratejik yaklaşımıdır. Tabi bu stratejik yaklaşım Önderliksel bir yaklaşım olup, Önder Apo’nun kendi şahsında erkek egemenlikli zihniyeti yıkması ve cins mücadelesini PKK hareketinde tüm sorunların çözümü için kilit önemde ele alarak başatlaştırmasıyla somutlaşmaktadır. Bu anlamda PKK bir kadın partisi olma özgünlüğüne sahiptir. Kadın sorununda Önderlik mücadelesi, hakikat olan aşk ve özgür yaşama ulaşmanın mücadelesidir. Kendisi ve şehit arkadaşların mücadelesini de, hakikat arayışçıları olarak aşkın işçiliğini yapmak olarak tanımlamaktadır.
Kuşkusuz ki, kadın tarihte ilk ezilen cins, sınıf ve ulustur. Uygarlık tarihinin toplumu ilk köleleştirme eylemi kadın üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bütün kölelikler de bunun üzerinden geliştirilmek istenmiştir. Bu anlamda kadın, 5000 yıllık erkek egemen zihniyetinin baskıları altında yaşamaya mahkum edilirken, erkek de kendi köleliğinin farkında olmadan kadın üzerinde kurmuş olduğu egemenliğiyle adeta kendisinin özgür olduğu kandırmacasıyla yaşamaya çalışmıştır. Adına yaşam denilirse tabi. Kadının köleleştirilmesinin ilginç yanı odur ki, kadının kendisinin bu durumu doğal bir yaşam kanunu gibi kanıksaması ve kaderin cilvesi gibi ele alışıdır. PKK, 5000 yıllık uygarlık tarihinin bu gidişatına dur deme hareketi olurken, uygarlıkla çelişki halinde olan ve sürekli bir direniş potansiyeli taşıyan toplumun özünü ve direniş geleneğini açığa çıkarma ve canlandırma hareketidir. Bunu da en başta kadın sorununa yaklaşımında göstermiştir. Toplumsal özgürlüğü hedefleyen, toplumun geleneklerini ve özünü dönemsel gelişmelere göre de yeniden inşa etmeye çalışan bir hareketin bu sorunu başat ele alışı ve özgün yaklaşması, işin doğası gereğidir. Toplumu ele alırken başat rolde ki kadının konumu ve kadın şahsında topluma dayatılan kölelik biçiminin aşılması da, kadın sorunu gözetilmeden gerçekleşemez.
Bir taraftan kadına dayatılan bu kölelik düzeyinin yol açtığı özüne yabancılık, diğer taraftan kadının uygarlık öncesi neolitik dönemde kadının özü ve doğasında var olan adalete, özgürlüğe, eşitliğe yakın özellikleriyle tanrıça-bilgelik kültürünün etkileri söz konusudur. Mevcut bu özü açığa çıkarmak ve köleliğin derin izlerini aşarak toplumsal özgürlüğü gerçekleştirmek, ciddi bir mücadele düzeyini gerektirmektedir. En başta kadının bu mücadeleyi geliştirmesi önemli olmaktadır. Bunun içindir ki, kadın kendi özgürlüğünü ve mücadele zeminini PKK’de görmekte ve bu anlamda Önderlikle buluşmayı gerçekleştirerek özgürlüğünü sağlama mücadelesi vermektedir.
Kadına dayatılan kölelik biçimi, genel özgürlük mücadelesinin içerisinde kendi özgürlüğünü gerçekleştirmeye yeterli gelmemektedir. Kendi özünü açığa çıkararak toplumun özgürleşmesi lehine mücadeleye sevk ederse, ciddi bir özgürlük potansiyeli taşımak kadar, dayatılan kölelik düzeyini her yönüyle çözerek özgünlüklerini ele alıp, kendi örgütlemesi ve partileşmesini gerçekleştirmezse, genel mücadele zemini açısından tehlike potansiyeli de içermektedir. PKK tarihi bu ikileme tanıktır. Bunun için kadının kendi özüyle buluşarak özgürlük potansiyelini açığa çıkarması ancak özgün örgütlülüğüyle mümkündür. Özgün örgütlülüğün geliştirilmesi, kadının gerek kendi içerisinde gerekse de erkek egemenlikli zihniyetin etkilerine karşı cins mücadelesini geliştirmesiyle mümkündür.
Uygarlık tarihi boyunca dayatılan erkek egemenlikli zihniyet ve sistemin günümüzde kendisini daha da örgütlü kılarak dayattığı tecavüz kültürü, kadın şahsında tüm toplumu yozlaştırmayı hedeflemektedir. Aslında gerçekleştirilmek istenen, tecavüzün zihniyetten tutalım fiziki boyutlara kadar her yönüyle öncelikle kadın şahsında geliştirilerek, toplumun karılaştırılmasıdır. Yani sorunun kendisi, kadının cins sorunu olmasının çok ötesinde bir durumdur. Bu uygulamalara karşı, kadının öncülüğünde ve kadın partileşmesiyle mücadele edilirse, tecavüz kültürü ve erkek egemenlikli sistem aşılabilir. Kadının partileşmesi, kadın cinsinin özgürleştirilmesi için gerekli olduğu kadar, toplumun özgürlüğü için de zorunludur.
Kürt kadını öncülüğünde geliştirilen kadın partisi PAJK’ı da, böylesi bir amaca adanmış kadının örgütlü gücü olarak görmek önem taşımaktadır. Tabi ki PKK içerisinde, kadının bu partileşme düzeyine kendisini ulaştırmasının uzun bir tarihi serüveni vardır ve büyük bedellerle gerçekleştirilmiştir. En başta Kürt kadınının toplum olarak yaşadığı Neolitik dönemin kültürel izleri, bunun zamanla düşman karşısında direnişe dönüşen direnişçi yanın Kürt isyanlarında ihanete karşı bir duruş olarak, gerektiğinde teslim olmamak için saç örüklerini birbirine bağlayıp topluca kendisini kayalıklardan atabilen direniş kültürü ve özü, PKK içerisinde mücadele zeminini oluşturmaktadır. PKK içerisinde özgürlük mekanı olan dağlarda silahlı bir güç olarak özgürlük mücadelesini sürdürmesinin oluşturduğu güç ve iradenin ideolojik bilinçle de birleşerek örgütlenmeye dönüştüğü, yaşanan bir hakikattir. Bu hakikati Önder APO, “dağa çıkan kızların özgürlük hikayesi” diye adlandırdı. Özgürlük mekanı olan dağlarda savaşarak, kendi gücünün farkına varan kadında oluşan kendine güven ve inancın örgütlenerek ordulaşması ve ardından Önder APO’nun kadın kurtuluş ideolojisi perspektifi ile partileşme süreci yaşanmıştır. Yaşanan bu süreç hakikat arayışçıları olan Ronahi ve Berivan’ların kendisini ateşlerde cayır cayır yakması, Sema’ların kendi küllerinden kendisini yaratması, Zilan’ların kendini bomba yaparak düşmanda patlatması ve Beritan’ların ihanete teslim olmamak için kendini uçurumlardan atarak özgürleşme yoluna girmeleri, PKK’de kadın partileşmesine yol açtığı gibi, partililik düzeyinin temsiliyetini de pratik olarak göstermektedir. Bu aslında kadının kendi özüne kavuşması ve tanrıça-bilgelik kültürünü de şahsında canlandırmasıdır. Önder APO, kadın partileşmesini ve kadrolaşmasını bu nedenle tanrıçalıkla özdeşleştirdi. “PAJK’ta ısrar tanrıça bilgeliğine, melek saflığına ve Afrodit güzelliğine ulaştırabilir” biçiminde tanımladı.
Bugün PAJK çatısı altında örgütlenen kadın militanlar olarak, tarihi geleneğimize sahip çıkmanın, mevcut partileşme düzeyini daha da geliştirerek, partililik esaslarına göre kadrolaşmayı ve pratik gereklerini yerine getirme sorumluluğuyla karşı karşıya bulunmaktayız. PKK’nin kuruluş yıldönümü vesilesiyle, kuruluşun anlam bulması da bununla gerçekleşebilir. Böylesi bir anlam gücü ile bugünü karşılamak, zafere yaklaştığımız bu dönemde başarmanın temel garantisi olacaktır.
Bu temelde hangi alanda olursak olalım tüm kadınların yarınları özgürce ve onurluca yaşaması bugüne mücadele ve eylem coşkusuyla sahip çıkmaktan geçmektedir. Tüm kadınların özgür ve onurlu yarınlarda buluşması için, kurtuluş mücadelesinde öncülük bayrağını yükseltmesi mücadelesini selamlarken, bütün Kürt Halkının Kuruluş Bayramını kutluyoruz.
Delal Amed
- Ayrıntılar
Hamaset siyaseti almış başını gidiyor. Ağzına gelenleri kulaklar duymadan söyleniyor. Öyle ki kim ne kadar büyük söylerse büyük olunuyormuş gibi laf ebeliği yapılıyor. Ve tuhaf ama bunu yapanlar lafı eveleyip geveleyip üzerimize getiriyorlar. Bizim böyle yaptığımızı, söylediğimizi kızarmadan söylüyorlar.
Bir kere yiğitlik temelinde konuşmak bunu yaşayanlara mahsus olmalıdır. Bunda yanlışlık yok ancak yiğitlik yapmış diye ikide bir bunu başkalarını bastırmak için ele almak çokta şık bir davranış biçimi değildir. Neysen o’sundur ve böyleysen zaten hakkın teslim edilir. Ne var ki böyle bir şeye başvurma ihtiyacı duymadığımız halde özel savaşın bir özel politikası olarak, ar perdesi düşmüş bazı tipleri ekranlara getirerek bize saldırtılıyorlar.
Yapılanlar bununla sınırlı değildir. Birde nasıl vesayetçi bir siyaset güttüğümüzün hikâyesi saat başı ekranlara medya ve sözde siyasetçilerin ağzıyla pompalanıyor. Sözde, sergilenen yiğitlikler bazılarını baskılamak için kullanıyormuşuz. Başkalarının iradelerine hükmetmek istiyormuşuz ve bunun için kimsenin konuşmasını istemiyormuşuz. Ve bize yakın, özgürlükçü, kendine güvenen, olup bitene onay vermeyen, gerektiğinde restini çeken, gerektiğinde sokaklara dökülen bu insanları arka perdeden yönetmeye çalışıyormuşuz. Ve daha da böyle abuk sabuk bir sürü şeyi sıralayabiliriz.
Bir kere şunu açıkça ve alenen söyleyelim: biz bir avuç gerilla olarak dünyanın tümüne kafa tutmuş bir hareketin evlatlarıyız. Ve tüm dünya da üzerimize gelse tek bir adım geri atmayacak bir gelenekten geliyoruz. Kelle koltukta yürüyenler olarak biliniyoruz. Ve bunu yaparken tek bir menfaat istemeden halkımızın fedaileri olarak yaşıyoruz. Böyle de yaşayacağız. Kimilerin bir lokma bir hırka diye destanlaştırdıkları yaşamı, binlerce gerillayla dağlarda yaşıyoruz. Bunun için büyüklük lafları etmenin gereğini hiç duymuyoruz. Duymadık. Bundan böyle de duymayacağız.
Ve şunu da alenen söyleyelim: Biz kitlesel olarak bir direniş kültürünü ve kendine öz güveni yaratmak için ilk günden beri inanılmaz çabalar sürdürdük. Ve tüm çabamız yine bu olacaktır. Hareket ve gerillalar olarak tüm çalışmamız kendini bilen, kendisine güvenen, kendisi olmuş bir insan tipi yaratmaktır. Kimseye ama kimseye boyun eğmeyen bir tip ortaya çıkardığımız an misyonumuzun gereklerini yerine getirmiş olacağız.
Ekranlarda özel savaşın bilmem neyin karşılığı özgürlük hareketine saldırmalarının kuyruk acısının özü, esasen ortaya çıkan bu iradedir. Kürt artık kendisi olmanın erdemini giderek daha fazla yaşıyor. Kürt giderek artık birilerine öykünmüyor. Kürt artık katline aşık olmuyor. Kürt özgürlük ruhunu artık tatmaya başlamıştır. Ve kimse ama hiç kimse onu bu ruhu tatmaktan vazgeçiremez.
Tekrar konuya dönelim: hamaset siyasetin en sahtesini cümle cemaat kendilerine güveni yitirmiş bu özel savaş sistemi yaşamaktadır. Bu özel savaşın hem de çok özel seçerek öne çıkardıkları bir elin parmak sayısı kadar olan bu tipler kendilerine güvenlerini yitirmişlerdir. Kişilik olarak erozyona uğramışlardır. Neyin karşılığı olarak özgürlük hareketine saldırdıklarını bilmeyen yoktur. Hangi kanala geçerseniz geçin piyasaya sürülenler bu tiplerdir. Özelde “Kürt” cephesinde öne sürdükleri kesinlikle böyle olanlardır. Bir Mehmet Metiner, Ümit Fırat, Muhsin Kızılkaya böyle olanlardır. Büyük laf üzerine büyük laf üretmek büyüklük olmuyor. Literatürde bunların bazılarına eğer özel bir görevle konuşturulmuyorlarsa, boş boğaz diyorlar.
Kendine bu kadar yabancılaşmış, kendilerine ihanet etmiş bu tipler ısrarla işte Kürt özgürlük hareketinin vesayetçi siyasetinde bahsediyorlar. Kürtlerin ve aydınlarının nasıl bir iradesizliği yaşadığını pişirip pişirip dile getiriyorlar. Özgürlük hareketine karşı çıkmaları için tahrik üzerine tahrikler yapıyorlar.
Beyler, hem de özel savaşın en özel beyleri boşuna uğraşmayın. Kürt özgürlük hareketi sadece birkaç gerillayla sınırlı değildir. O sizin ısrarla parçalamaya ve bölmeye çalıştığınız Kürt aydınları ve siyasetçilerin tümü özgürlükçüdür, hem de Kürt özgürlük hareketinin kendileridir. Mal çalan mağribi gibi çalmalarınız beyhudedir. Boşunadır.
Sizin son zamanlarda ağzınıza doladığınız vesayet siyasetinden en çok siz nemalanıyorsunuz. Türk devletinin ve onun sahte partisi olan AKP olmazsa kaç dakika daha konuşabilirdiniz onu bir kendinize sorun.
Ve eğer vesayet siyasetini madem bu kadar eleştiriyorsunuz o zaman Kürdistan’da cümle cemaat TC devletine ait güvenlik güçlerini çekmeyi bir dile getirin bakalım. O zaman kimin ne olduğunu göreceksiniz. Biz kendimize düşen payı uygulamaya hazırız. Kendimizi tümden geri çekmeye de hazırız. Peki, bu devletin güvenlik güçleri Kürdistan’da çekilecek mi? İşte asıl soru budur.
Şunu alenen size ve size bel bağlayan TC devletine ve onun hükümetine alenen söyleyelim: öyle bir halk ve öyle bir irade yaratılmış ki yeter ki siz kan emmici güçlerinizi bir geri çekin. O zaman Kürdistan’da Kürt halkı size ne kadar oy verir ya da sizi burada ne kadar kabul eder o zaman görürsünüz.
Hodri meydan…
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
28 Kasım günü hem sabah hem de akşam saatlerinde Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap'ın Çiyareş, Cehennem Tepesi Dıtaza ile Sêrne köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
28 Kasım günü 14.30-17.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Partizan Tepesi, Ava Guzê ile Kaniya Êrê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
27 Kasım günü 11.00-12.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Erdevê köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırı sonucunda alanda başlayan yangın halen devem etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
24 Kasım gününden beri Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Kunişka, Kela Mêrganış, Havan Tepesi, Reşmê Köyü, Xeregol ile Şikefta Bırindara yamaçlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar