Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Aralık 2010 günü TC ordusu Uludereye bağlı Yekmale, Merge, Roboski köylerine ve Awul Tepesi alanlarında operasyon başlattı. Operasyon yoğun pusulamalar şeklinde bölgede gizli timlerle yerleştirilmesiyle halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Reber APO
Mustafa Gezgör Yoldaşın Önderlikle Diyalogları
Devrim, çağı en üst düzeyde yakalamış olanların eseri olabilir. Çağın en gelişkin, düşünce ve yaşam biçimine ulaşamayanlar, asla devrimde başarılı olamazlar. Bu formülü kendimize uyguladığımızda, bırakalım çağın var olan gelişkin bilincine ulaşmayı, nereden gelindiği, nasıl gelindiği konusunda güçlü bir değer yargısına ulaşmadan, kendini körkütük ortaya atmanın, başa bela getirmekten öteye bir sonuç vermeyeceği açıktır. Kürdistan’da son yıllarda yaşanan trajediler de bunun diğer bir ispatıdır. Şimdi bunları görmek, bu temelde eğer bir işe yarayabilecekse kendini yararlı kılmak, sıradan insan olmaktan çıkmanın da kesin sonucudur. Benim talihsizliğim, akıllıların durumunun çok zayıf olmasıdır. Hiç bir gerekçe, hiçbir tedbir, hiçbir güvencesi alınmayan bir ekonomik, sosyal, siyasal yaşam veya yaşamdan başka her şeye benzeyen bir durumun ürünü olarak karşımıza çıkıyorsunuz. Bunu sizi suçlamak için söylemiyorum, gerçeğinizi ifade etmek için belirtiyorum. Ben, bütün bunlara bir kerede çözüm gücü olamam ve siz de kendinizi böyle koşullardan geliyorsunuz diye, bütün çirkinliklerinizle dayatamazsınız. Bu konularda biraz anlayışlı olacaksınız. Bırakalım yüce yoldaşlık, dava arkadaşlığını, sıradan bir insani durumu korumak için bile biraz kendinize gelmeniz gerekiyor.
Çabaların durumunu değerlendirirken, her yönüyle sizleri anlamaya çalışıyoruz. Sonuçta vardığımız, bazı önemli hususlar bunlar oluyor. Bir yandan da ağır savaş sorunları vardır. Bu olmadan doğru düşünceye, hareketlenmeye imkân bulamayacağız. Ama öte yandan buna hiç yetmeyen toplumsal, ulusal koşullar ve öncülük adına yola çıkanın, kendi eğitimine bile gereken ciddiyeti gösterememesi çok bariz yaşanan ve yaygın olan bir gerçektir.
Kürt sorunu büyük bir problemdir. Dilsiz halk denilir. Kendini formüle etmekten çok aciz bir halk gerçeğiyle karşı karşıyayız. Kendini bir kuruşa satan insanlar, lanetliler, vatansızlar diyarıdır. Kendisine, düşmanın her şeyini yakıştıran, ama insan olma adına, vatansever olma adına hiçbir şey yakıştırmayanlar ülkesi deniliyor. Eğer bunlar bir gerçekse, herhalde kurtuluş hareketini düzenlemenin sanıldığı kadar kolay gelişemeyeceği kendiliğinden anlaşılıyor. Yüzeyselliğinize ve havanıza bakıyoruz; günlerin oldukça anlamlı değerlendirilmesi gerekirken, sizi iç açıcı görmek olmuyor.
PKK’nin bir itibar kaynağı olduğu biliniyor. Çok çeşitli biçimlerde bu itibarın vücut bulduğu biliniyor. Kalkıp bu itibara sığınarak, kendine pay çıkarmak yanılgıdır. Maalesef artık yüz binlerce kişi, çok ciddi bir çabanın sahibi olmadan, bu itibarı olduğu gibi normal kabul ediyor. Hatta muhalifler bile bunu çok açık bir biçimde kendilerine yakıştırıyorlar. Biraz itibar kazandırdığımız doğrudur. Kürtlerin de insanlar kategorisinde ele alınabileceğine dair işaretler verilmiştir. Ama hikâyesi belli, oluşumu belli bu itibar kaynağını, hiç düşünmeden, hatta onunla ters düşerek “biz de bu kadar itibarlıyız” demek, kendi içinde bile kendini buna inandırmak, kabul ettirmek veya kabul görmeyi istemek, şu anda çok ciddi bir tehlike olarak karşımıza çıkıyor. En kötüsü de, bu iyi niyetlice yapılıyor, buna kendini çocukça kaptıranlar oluyor. Özgür yaşamı, itibarlı yaşamı kendisine layık görmeyeniniz yok gibidir. Bu, mütevazı bir değerlendirme değildir. Benim henüz kendime bile yakıştıramadığım onurlu yaşamı, itibarlı yaşamı, benden kırk kat daha kendinize yakıştırıyorsunuz. Şaşırdığım nokta burasıdır, ölçüler burada karışıyor. Bütün çabalarıma rağmen, ne kadar itibarlı yaşamın sahibi olabileceğime dair kendimi henüz ikna etmiş değilim, ama sizin yaşantınıza bakıyorum, öyle yerli yerine oturmuş iddialarınız var ki, hayret etmemek mümkün değildir. Bu bir sahtelik ve aldanmadır. Bu yaşamı, bu itibarı sürdüremezsiniz. Ben size bu itibarın dayanaklarını gösteriyorum. Onu bile anlamaktan uzak olursanız büyük bir yanılgı içinde olduğunuzu çok kısa süre içinde göreceksiniz.
Genç topluluklarsınız, hayat tecrübeniz yoktur. Gerçeklerin fazla farkında değilsiniz. Kendi özlem ve niyetlerinizi gerçekler yerine koyuyorsunuz, ama biz yakıcı gerçeklerden birini yaşayan bir hareketiz. Sizi böyle kabul etmek demek, hiçbir sonuç vermez. Gençliğin iyi niyetleri ve özlemleri bir şey kurtaramaz. Ölmek çare olsaydı, zaten bizden daha fazla ölen bir halk yoktur. O yüzden kendinizi ölüme yatırmanız bir kurtuluş gerekçesi olamaz ve çoğunuzun ana eğilimlerinden birisi de budur. “Kendimi ölüme yatırmışım, ölümüne kabul ettim, bu iş bitti” diyorsunuz. Size göre can feda edildikten sonra bu iş halledilmiştir. Gerçekten düşünemeyeceğimiz bir kanıdır veya öyle olma durumundadır. Mesele ölme ile halledilseydi, yaşamdan bahsetmemize hiç gerek kalmazdı. Ölüm teorisine göre, kendimizi cayır cayır yakmak çözüm için yeterli olurdu.
Bizde daha çok egemen olan cesaret türü, müthiş geriliğin verdiği gözü karalıktır. Kürdistan’da yaşanılan nedir? Gericiliğin verdiği gözü kara cesarettir. Bilimin biraz yol gösterdiği cesaret var mı? Ona göre yaşam ayarlanıyor mu? Hayır! Kendi açımdan söyleyeyim; oldukça farklı bir cesaret türü geliştirmeye çalışıyorum. Ama kendimi bile ne kadar cesaretli kıldığım, günlük olarak değerlendirmelerim dâhilindedir. Cesaretinize şaşıyorum, cesaretiniz halkın içinde bulunduğu yaşama karşı körcedir. Bütün eylemleriniz çok açık, son derece kör bir cesarete dayanıyor. Bunları söylememin nedeni; bana burada bunları dayatmanızdır. Çok tehlikeli bir kaynağa dayanan, ister çok ölgünce ölüme yatmak, isterse kendini daha değişik biçimlerde ifade etmek olsun, temsil edilen yaşam, bana çok seviyesiz ve sonu olmayan bir yaşam biçimi gibi geliyor. Bunu açmaya kendimi mecbur hissettim. Çünkü ne de olsa, parti çerçevesinde yürütülmeye çalışılan bir yaşam ve cesaret vardır.
Söylediklerimiz çok önemlidir. Artık biraz seviyesi ileride olan arkadaşların, “komuta düzeyinde ben de varım” diyenlerin, bu dediklerimize hiç olmazsa bir anlam vermesi gerekir. Diğerleri zordur, belki ulaşamazlar, ama sınırlı sayıda bir komuta düzeyi önemli sonuçlara yol açabilir. Bu nitelikleri olanlara ısrarla vurguluyorum, kendinizi biraz toparlayın. Bu temelde verdiğiniz bir söz varsa, bu söz bunu biraz karşılamalıdır.
Çok çeşitli nedenlerle bizden uzak kalmış olanları da, partiye doğru katmaya azami çabamız olacaktır. Özellikle zindan direnişine yönelik yaklaşımlar vardır, mesafeyi kapatmaya çalışacağız. Yine çeşitli alanlardan gelenler vardır, onlarla da mesafeyi kapatmak istiyoruz. Buraya çok genç gelenlerin durumlarına bakıyorum; çok geriler, yeniler. Birbirinizin elinden tutun. Partiyi biraz bilenler, bunların kollarından sımsıkı tutup biraz düzeltsinler. Bu yalnız benim görevim değil, sizin de görevinizdir. Bu anlamda yenilere sahip çıkılmalıdır. Eğitim, yalnızca bir kişinin burada konuşması değildir. Sağınıza-solunuza bakın, eğitmeniz gereken öğeler vardır. Bunu alışagelen memur vari yaklaşımlardan kurtaralım. Her anımız, çevremizi eğitme olsun, gücümüzü eğitelim. Gücümüzün eğitimi bugüne kadar sağlıklı başarılamamıştır, eğitimi çok sınırlıdır. Çoğu da büyük yanlış izlenimlerle, hatta bazı olumsuz yönlerini geliştirerek, bunu konuşturarak ayrılacaklar. Bu, işleri daha da ağırlaştırıyor. Sizler, biraz sorumluluğunuzun gereğini yapsaydınız, bunlara asla müdahale etmemeniz gerektiğini bilirdiniz. Devrimciler vicdanlı insanlardır. Bütün bunlar sizi ilgilendirir.
Çok ciddi bazı sonuçlara ulaştığını iddia eden var mı? Değerlendirmeler sizi bazı önemli sonuçlara getirmelidir. Ne diyorsun Zamani, seni bazı önemli sonuçlara getirdi mi? Sorumlusun, çözümlemeler karşısında ne söyleyebilirsin?
Zamani: Anlaşıldı Başkanım. Ulusal özgürlüğü sağlamadan, elimizdeki bu silahla doğru savaşmadan –ki onu da doğru kullanamıyoruz- gelişme olmaz.
— Şimdiye kadar ne kadar büyük bir yanılgının eşiğinde olduğunuzu anladınız mı? Bunlar büyük yanılgılarla yüklü bir yaşam, hem de devrim adına, büyük güç adına, büyük çözüm adına yaşanan durumlardır.
Za.: Sadece birey olarak baktığımda bile durumumuzun vahametini görebiliyorum.
— Birey zararı genelleştiriyor. Sadece kendinizi bitirmiş, bela etmiş değilsiniz.
Za: Bireyden toplumun çözümünü yapmak mümkün Başkanım.
— Büyük problemdir ve bizim de bu kadar kıyamet koparmamızın nedeni buradadır. Kendini formüle etmekten, gerçekliğini kavramaktan aciz olan bir kişi, topluma neyi sunacak? Yalnız sen değil, genelde yapı bunu yaşıyor. Ne yapacağız? On yıl zindanda yatıp akıllanmadıktan sonra, biz diğerlerini ne yapacağız? Ölmek de kar etmiyor ki! Sizin en büyük gerekçeniz “silahı elimize aldık, sıktık, bizden büyüğü yoktur” demenizdir. Kürdistan’da yiğitlik biraz da bununla ölçülür. Bu yiğitlikle hiçbir şey kurtarmamışlar. Peki, sizin çözümlemenizi nasıl sağlayacağız? Dayanma gücünüz olacak mı? Acaba kendinizi yeniden yapılandırmanız mümkün müdür? Diğer arkadaş için de vurguladım; bu temelde kendinize çıkış yaptırma imkânı var mı?
Za: Başkanım doğru sonuçlara ulaştığımı düşünüyorum.
— Eskisi gibi olmasın yalnız.
Za: Hayır, Başkanım, eskiyi aşabilecek güçteyim.
—Unutma! Yılların demagojik iddiacılığıyla yaşadın.
Za: Bütün bunların nedenini çözümlemelerle birlikte daha iyi anladım ve artık kendime daha gerçekçi yaklaşabiliyorum Başkanım.
— Yiğitlik ve direnişçilik adına, öyle kolay aşılacak sorunlar değildir. Yine benden ne istiyorsunuz? Al sana silah, hepsi senin olsun. Amacım, sizi sıkmak ve eskisinden daha kötü duruma düşürmek değildir. Ne istiyorsan iste benden, ama bana açık bir tasfiyeciliği dayatamazsın. Bana “PKK’den vazgeç” de diyebilirsin. Bunu düşman savaşla başarmaya çalışıyor, herhalde sen bir yoldaş adına bunu diyemezsin. Belki sen buna gelemezsin, ama tasfiyeciliği de dayatamazsın. Eğer yürütemiyorsanız, bir misafir veya dost gibi sizi karşılar ve yollarız. Başka bir şey isteyebilir misin?
Za: Biz buraya gelirken, belki biraz usta olduğumuzu sanıyorduk, ama öyle değilmiş. Ne kadar çok şey yaşadığımızı ve öğrendiğimizi sansak da gerçeklerle karşılaşınca aslında fazla bir şey öğrenmediğimizi anlıyoruz. Bu da bize öğrenmenin sınırsızlığını gösteriyor Başkanım.
— Ben devrimcilik derken, boşuna konuşmuyorum. Objektif olarak tasfiyecilikten bahsediyorum. Dayatmalarınız partiye katkı değil, tam tersidir ve bunun gerekçesi de olmaz. Sizi siyaset dışı bırakmayı istemiyoruz, sen bunu kendin yapıyorsun. Bir devrimci kendini bu duruma düşürmeyendir. Örnek olarak sizin durumunuzu söylüyorum, özelliklerden bahsediyorum, buna şaşmamak elde mi? Hepsi vatan uğruna, önemli işler yapma adına buraya gelmiş, ama gözlerinden okunan sadece zavallılıktır. Bunu çeşitli anlamlarda söylüyorum. Kudret var mı gözlerinizde?
Biz bir meseleye el atarız, mutlaka bazı sonuçlara ulaşırız. Benim yüreğim sizler konusunda titriyor ve sizlere de, bütün halka da en zayıf durumlarda bir korku kaynağı olacağımı sanmıyorum. Bilakis, gerekli çözüm kaynağı olduğuma inanıyorum. Sanırım yaşadığınız süreçte, benim cephemde bir şeyler oluştuğunu biliyordunuz. Ama bir yiğit olarak sizin cephenizde ne var desem, tiril tiril titriyorsunuz. Ne kadar hata yapılmış, ne kadar uğraşmış, ne kadar uğraştırmış, ne kadar hakkınızda itiraz var? En çok direnenler hakkında üç ölümcül eleştiri bana geliyor. Bazılarınız hakkında öyle kötü iddialar var ki; değil yoldaşa, bir insana bile yakışmayan ithamlar söyleniyor. Bütün bunları ben ciddiye almazsam, bütün bunların anlam ve önemini mesele yapmazsam çözüm gücü olamam. Siz birçok durumu elinizin tersiyle itiyorsunuz. Zaten bu duruma düştükten sonra, bu durumu kendine layık gördükten sonra bu iş biter.
Eğer bir şeyler anladıysanız, bunu üslubunuza da yansıtın. Bu yeni değerlendirmeler karşısında, kendinize çok geç de olsa ilkokula başlamış bir çocuk gibi bakın. Edepli, saygılı bir öğrenci gibi durun. Bu konuda kendinize güveniniz olmalıdır. Hatta mümkünse örnek bir biçimde yapmalısınız. Olgunluğun, ölçülülüğün, alçakgönüllülüğün bir örneği olmayı esas alın. Kendinizi siyaset dışı bırakmaktan böyle kurtarabilirsiniz. Başka türlü çevreyi kazanamazsınız. Eski üslup ve yöntemlerle yeniden yaşayacağınıza inanıyorsanız, bu kötü bir yenilgidir ve size yakışmıyor. Çıkışı tamı tamamına biraz gerçeklerin ışığında yapın. Gerekçeler ne olursa olsun fazla sonuç almıyor. Komuta ve önderlik sahasında bunun fazla değeri yoktur.
Köklü ve özlü anlayışlar ne kadar gelişiyor? İçinizden beş on tane güçlü kişi çıkar mı? Bu dört yüz kişi içinde, bir düzine iyi militan çıkabilir mi? PKK çizgisinde komutaya “varım” diyecek birkaç kişiye ihtiyacımız var. Keşke arkadaşlarla, işlere büyük bir gönül rahatlılığıyla uzanabilseydik. Mesela legal faaliyet, gerilla faaliyeti diyorsunuz. Her türlü faaliyete güç getirebilen eller olsaydı çok daha iyi olur. Sizde var mı iddialı olan? Gerçeklerimizle çakışmayan ve iddiasını gerçekleştirebilecek olan var mı? Herhalde bizi eskisi kadar uğraştırma olmaz. Eskisi kadar bizi uğraştırabilir misiniz, buna gücünüz var mı?
Za: Başkanım anlatmaya çalışıyorum.
— Sanırım buna ne imkânınız, ne gücünüz, ne de isteğiniz var.
Za: Bunları oluşturma çabasındayım Başkanım.
— O zaman PKK ortamında sonuçlarını hemen görmeliyiz.
Za: Kendimde ciddi gelişmeler görüyorum, ama bunu ortama yansıtmada yetersiz kalıyor olabilirim Başkanım.
— Olumlu yönde söylüyorum, tek yanlı da olsa olumlu olmalıdır. Aslında gündemi zenginleştiriyoruz. Zindanı yaşayanlar çok büyük bir olumluluk sınavı verdiler. Değerlere sahip çıkmanın en önde gelen sorumluluğunu gösterdiler. Bu konuda benim yaklaşımım yine böyledir. Büyük eleştirilere rağmen, zindanın temel güç, dayanak olma rolünde hala iddialıyız. En kararlı parti çekirdeği olarak değerlendirmedeki iddiamız güçlüdür. Böyle de oluyor, olacak da.
Devrimcilik diğer alanlardan daha fazla zindanda sınanmıştır. Bütün zaaflarına, eksikliklerine rağmen bu yapılmıştır. Yalnız oradaki yaşamın geçici sonuçları var, anlayışlı olun. Diğerlerinden daha fazla anlayışı, olgunluğu sergilemeniz gerektiği açıktır. Partinin sizi kucaklayışı güçlü gelişiyor. PKK’ de, size verilen sözlerin veya sizin verdiğiniz sözlerin yerine getirilmesi ucuz olmayacak. Sözler PKK’ de büyük verilir. Ben bunu vurgulamak istiyordum. Yani PKK’ de sonuçlara güçlü gidilir, görkemli gidilir. Kesinlikle düşmanın bütün düşürme çabalarına rağmen, buna fırsat vermedik, siz de aslında vermediniz. Büyük kavganız bu anlamda çok önemliydi. Şimdi bunun gereklerinin yerine getirilmesi, bunun PKK’ deki buluşması, bunun bir zaferde buluşması bambaşka bir olaydır.
18 Eylül 1991
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1.21 Aralık 2010 günü sabah 07.00 ile 08.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftaninin, Kuraniş köyleri ve çevresine TC ordusu Kobra tipi helikopterlerle saldırı gerçekleşmiştir. Saldırılar aynı bölgeye akşam saat 19.00 ile 20.00 arası tekrardan gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
18 Aralık günü saat 17.00’da gerillalarımız Şırnak’ın Basa (Güçlükonak) ilçesine bağlı Zewe karakolundan çıkarak Cizre ilçesine doğru gitmekte olan üç askeri araca yönelik bir eylem gerçekleştirmiştir. Eylem sonucunda askeri konvoyda bulunan bir akrep tipi zırhlı araç tamamen imha olmuştur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
16 Aralık günü saat 17.00’da gerillalarımız Mardin’in Kerboran ilçesinde bir misilleme eylemi gerçekleştirmiştir. Şehit Bedran ve Şehit Fikri arkadaşlarımızın anısına gerçekleştirilen bu eylemde ismi Kenan Erdem olduğu öğrenilen bir uzman çavuş öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Hastalığın en basit anlamı; herhangi bir canlı organizmada yaşanan aksaklık ya da çeşitli nedenlerden ötürü ortaya çıkan sağrılı durum hali olmaktadır.
Toplumun kendisinin de canlı bir organizma olduğunu düşündüğümüzde; toplumsal hastalığın sağaltılmadığı müddetçe nasıl nevroz haline dönüştüğünü son günlerde bir kere daha canlı bir şekilde görmekteyiz.
Özellikle son günlerde başlatılan cemaat-PKK ilişkilerine yönelik aslı astarı olmayan yorumlarda ve görüşlerde, toplumsal katman olarak ne kadar hastalıklı bir haleti ruhiyenin mevcut olduğunu da çok iyi bir şekilde görebilmekteyiz.
Bu hastalık hali özellikle PKK veya Kürt sorunu kelimeleri karşısında hep nüksetmektedir. Bunun kendiliğinden olduğunu elbette kabul edebilmek veya varsaymak mümkün değildir.
Bununla birlikte toplumsal hastalık dediğimiz bu durumun yelpazesi de çok geniş ve grift olmakta. Örneğin bu kesimlerin birçoğu, sorunun çözülmesinden ve barış’ın gelişmesinden her daim dem vurmaktadır. Hatta bu konuda önleri açıldığında mangalda kül bile bırakmazlar.
Bunlara bu konu hakkında çözümünüz nedir diye soru sorulduğunda ise genelde nabza göre şerbet vermeye çalışırlar. Yani öyle kökten bir yaklaşımları veya adam akıllı bir yol haritaları yoktur.
Gün olur çözüm için silahı-uçağı, tankı-topu gösterirler, gün olur çözüm için bütün aktörlerin inisiyatif alması için yarım ağızla çağrılarda bulunurlar.
Bu kesimlerin tutarsızlıklarını, bir dediği bir diğerini tutmayan civanmertliklerini! Yüzlerine vurduğunda ise kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırarak, bir köşeye sinerler. Ondan sonra da hümaniter argümanlarla kendilerini, fikir savaşçıları ve düşünce adamları olarak göstermeye çalışırlar.
Örneğin bir tanesi ya da bir kesim çıkıp da; Hükümetin bu konu hakkında şöyle bir çözüm planı var diye herhangi bir şeyi söyleyemez.
Ama aynı zamanda konu hakkında en çok kafa yoran, gece-gündüz demeden, insanlık tarihinin görmediği işkencelerle bir ada hapishanesinde çözüm için her türlü görüşünü ve eylemini bütün kamuoyuyla paylaşmaya çalışan, Kürt halk önderliğine yönelik de her türlü çarpıtmayı ve ucuzluğu da kendilerinde mahir görmekteler.
Bugünün yönetim biçimi olarak özerklik denildiğinde; “bunlar gizliden gizliye devlet yapıyorlar” diye avaz avaz bağırıyorlar. Bunun yanında Ankara’dan yönetilen Türkiye’nin yetersizliğini de çok iyi bilmektedirler. Devletin gündelik yaşamdaki sınırlarının daraltılması yönündeki “yerel yönetimler güçlendirilsin, halk kendi meclisleriyle kendi sorunlarına çözüm bulmaya çalışsın” denildiğinde, bunlar kıyameti koparırlar; “esas maksatları devleti bölmektir” diye. Ama herhangi bir durumda da, yine bu kesim “nerede bu devlet” diye gazete köşelerinde yazılar yazar ya da ekranlarda bol bol kafa ütülerler.
Yani hem kel’ler, hem de fodul’lar.
Ne bir çözüm projeleri var, ne de siyasi erke bu konu hakkında ciddi eleştirileri var. Fakat çözüm için söylenenlere, ortaya atılan fikirlere ise daha başından set çekerek, rengi belli olmayan söylemleriyle yönelmeye çalışmanın dışında bir duruşu olmayan bu kesim, aslında bu toplumsal hastalığın nedeni olan ur olmaktadır.
Bunların durumları aslında biraz da hani o meşhur görmemişin hikayesine benzemektedir. Bunlar böyledir, barışa yönelik ya da sorunun çözümüne yönelik bir tansiyon artışı toplumda oluştuğunda, hemen efendilerinin serçe parmaklarına, kol bileklerine iki elle sarılırlar.
Halbu ki, tuttukları kendi parçalarının bir uzvu değildir, işte bunun da farkında olamamaları da başlı başına bir içler acısını oluşturmakta.
Barışın, kardeşliğin ve birlikte yaşamanın isim boyutuyla kalmasını isterler hep. Bunların cisme dönüştürülmemesine yönelik her türlü kışkırtıcılığı yaparlar. İnsana ve dünyaya dair sevgileri/görüşleri, nemalandıkları parsanın ebatlarında sıkışık kalmaktadır.
Tüm bu sebeplerden dolayı bunların bu şekilde barışa, kardeşliğe hizmet etmesi, öncülük edebilmeleri ufukta görünmemekte.
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Doğanın en genel kurallarından biri olan etki-tepki olayını açmak gereksiz olsa da toplumsal sorun ve olgularda da bunun çok geçerli bir kural olduğu herkesçe bilinir. Kürt halkının değerleri, ilkeleri ve varlığının tehlike altında olduğu, fiziksel tehditle sindirilmeye çalışıldığı bir ortamda tabii ki savunma ilkelerinin, diğer bir deyişle savunma reflekslerinin gelmesi gayet doğal, insani bir tavırdır.
Her gün yeni bir ölümün altına imza atan devlet karşısında tabii ki Kürt iradesi de kendi tavrını sergileme, savunmasını sağlama yükümlülüğüyle karşı karşıyadır. Bu savunma saldırının niteliğine ve şekline göre tabii ki karşılık alacaktır.
Kürt halkının bu bilinci geçen 32 yıllık PKK mücadelesinden çıkardığı dersler sonucunda edindiği bilinse de Kürt halkının davasının yanında olduğunu iddia edenlerin yaklaşımlarının halen üç maymunlar üzerinden gidiyor olması yürütülecek savunmayı içten bölen, zedeleyen bir konuma karşılık geliyor.
Hem savaşın, haksızlığın, sömürünün, kanın durmasını isteyeceksin, hem de sorunun çözüm kaynağına yönelerek bunu boşa çıkaracaksın. Saldırganın değil, saldırıya uğrayanın elini bağlayacaksın. Bir nevi katilin, tecavüzcünün, hırsızın tarafında duracaksın.
Son günlerde gelişen kimi olaylar karşısında üslubumuzun sertleştiği, kimi noktalarda ‘kibar’ devlet yetkilisi ve yarenlerini rahatsız edecek bir düzeye geldiği eleştirisi alıyoruz. Haklarımızı “talep” etmekten, “elde etme” sürecine geçişimiz zorluyormuş. Haklılığımızı daha uygun, ikna edici bir dille de savunabilirmişiz. Hassasiyetleri gözetmeliymişiz…
Kusura bakmayın ama sanırım biraz geç kaldınız. Bu, bir.
Hatırlanırsa 1 Haziran 2010 tarihinde kaldırılan eylemsizlik sürecinin açıklamasında hareketimiz yeni bir döneme adım attığımızı belirtmişti. Üçüncü dönem dediğimiz ve barışçıl, demokratik siyaset ve diyalog yöntemiyle çözümün artık zeminini yitirdiği gerçeğine vurgu yapılarak yaşadığımız bu değişimin gerekçelerini de ortaya koymuştuk.
Kör bir şiddetin, fazladan acının ve kanın dökülmesinin meşrulaştırılması olmayan bu stratejik değişim Kürt iradesinin kendi sistemini, yaşam koşullarını, kültürünü, haklarını bir yerlerden beklemeden ve istemeden kendisinin yaratmasını öngören bu stratejik döneme en somut haliyle Kürt halkının “varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma” dönemi dedik. Çünkü Kürt halkının katliam riskiyle karşı karşıya olduğu ve artık çektiği tüm acıların sonlandırılarak bir toplum ve halk olmaktan kaynaklanan haklarına kavuşması gerektiği gerçeğiyle yüz yüzeydik.
Bu dönemin karakteri ile birlikte yöntemleri, dili de değişti. Kaçıranlara hatırlatalım. Bu, iki.
Bu da üç… Geçmiş dönemde kullandığımız, hassasiyetleri gözeten, çoğu zaman alttan alan, niyetleri ve amacı kavratmaya çalışan üslup, hep kendinden taviz veren yaklaşım ve oldukça sınırlandırılmış taleplere alışmış olanlar tarafından bu değişime alışmak zor olacaktır. Ama olacaktır.
Herkes buna her şeyden önce dilini ve üslubunu düzelterek başlayacaktır.
Dünyayla, en faşist devlet ve sistemlerle hem de Ortadoğu gibi bir coğrafyada mücadele etme yeteneğine sahip bir hareket karşısında, onun lideri karşısında söylenecekler, kırk defa oturup düşünmeyi gerektirir. Eleştiri yapmak, öneri sunmak, görüş belirtmek ayrı, kalkıp yol göstericiliğe soyunmak ayrıdır. Unutulmasın ki PKK’nin yıllardır yürüttüğü mücadele ve yarattığı siyasi, teorik, kültürel, askeri birikim şu anda kalkıp da Kürt sorununun kaderi hakkında atıp tutanların tahayyül edemeyecekleri enginliktedir. Ve bu birikimin sentezlenmiş hali Önderliğimiz şahsında yaşam bulmaktadır.
Eğer on binlerce yeminli militanı, milyonlarca insanı tek bir söylemiyle harekete geçirebilecek bir insan, yıllarca her türlü eziyete rağmen direnerek barışın yolunu göstermeye çalışıyor, mütevazıca diyaloga ve tartışmaya, eleştiriye açık olduğunu söylüyorsa bunun ne anlama geldiğini gelin bir daha düşünün.
Önce tanıyın. Hakkında konuştuğum, yazdığım, tartıştığım bu şey, kişi, olgu ne diye bir sorun kendinize. Kalkıp Abdullah Öcalan gibi özgür bir insanın, Önderliğimizin yaşadığı koşullardan kaynaklı sağlıklı düşünemeyeceğini bile iddia edecek kadar kendini kaybetmiş, nerede ve ne olduğunu unutan kimseleri biraz daha düşünmeye davet ediyoruz.
Ve sonuç yerine;
Açıkça söylemekte bir sakınca yok. Biz, artık bir şey beklemiyoruz. Ne devletten, ne hükümetten, ne düzen partilerinden, ne onlarla işbirliğiyle yaşayan kurum ve kuruluşlardan, ne bürokrasiden hiçbir şey beklemiyoruz. Yıllarca kapı kapı gezerek barışçıl çözüm için desteğini almaya çalıştığımız, adeta yalvarır olduğumuz, gelin birlikte barışı kuralım dediğimiz kesimlerden de bir şey beklemiyoruz. En azından kendimiz adına bir şey beklemiyoruz.
Eğer yaşadıkları ülkede boşa geçirilen, saptırmalara uğrayan her geçen gün ile birlikte ihtimali artan şiddetli çatışma ve savaş halinden kendileri ve birlikte yaşadıkları toplumun etkilenmesini engelleyecek yolları bulmak istemiyor ve bundan vicdanen de rahatsızlık duymuyorlarsa onlar adına yapabileceğimiz bir şey de yok.
Yok, ben duyarlıyım, bu ülkenin sorunlarına karşı ilgiliyim, ben de barışta çaba sahibi olmak istiyorum diyorlarsa o zaman kendilerine saflarını bir kez daha gözden geçirmeleri gerektiğini hatırlatalım. Ve herkesi biraz da edepli olmaya çağıralım. Haklının yanında olmanın bir talep, istem ve dilekle gerçekleştirilebileceği yanılgısından vazgeçmelerini dileyelim. Eğer biraz da olsa Kürt halkının taleplerine saygılıysalar Che’nin sözünü hatırlatalım “İlerici insanlığın iyi dilekleri pleblerin gladyatörleri alkışlamasına benziyor. İyi dilek değil, zafere ya da ölüme kadar omuz omuza yürümek gerekir.”
Gerisi boş…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Acıyı katlayarak başladık yılın son ayına. Kürt halkının en nadide iki genci üç gün arayla aramızdan ayrıldı.
Kürdistan gerillaları olarak yoldaşlarımızın gidişlerine yabancı değiliz. İnandığımız özgürlük mücadelesinde tanıdığımız, yaşadığımız ve paylaştığımız nice genci uğurladık uzun yıllar boyunca. Her biri büyük bir iz, her biri büyük bir yara bırakarak gitseler de acılarını yarınlara ulaşmakta katık yaparak yürümesini de bildik. Çünkü düşen ya da giden her canın istediği de budur. Hedefe, amaca ilerlemek.
Çünkü düşenler de onlardan öncekilerden devraldıkları bayrakları taşıyorlardı. Güzel günlere inanan civanmert gençlerin hayallerini, sözlerini, duygu ve düşüncelerini omuzlayarak yürümek biraz da yaşamımızın adı…
Bu yüzden her düşen yarım bıraktıklarının yarına ulaşacağını bilir. Onu önemseyen, onun için yaşayacak olanların olduğunu bilir.
Fikri ve Bedran yoldaşlarımız da beraber yaşadığımız, paylaştığımız, acıyı ve sevinci bölüştüğümüz iki değerli Kürt genci. Her bir anısı kitaplarla anlatılabilecek bu iki gencin en önemli ortak özellikleri bağlılıkları, sarsılmaz inançlarıydı. Ve de adalet duyguları. En yakınında, en samimi olduklarına karşı bile eleştiri dozunu hesaplayarak gerektiğinde her türlü bedeli göze alarak cesurca düşüncelerini dillendirmeleri bir de. Ve daha birçok özellik…
Böylesi değer verdiğimiz iki insanın çok acıtacak gidişleri karşısında elbette hüzünlü, duygulu ve öfkeliyiz.
Hüznümüzün ve duygusallığımızın nedeni halkımızın en kutlu çocuklarıyla yaşadığımız güzel günlerin hatıraları ve artık onlardan mahrum kalmış olmamız. Öfkemizin nedeni ise yiten gerillaları görmemekte direnen ve “sözde” yaşayan kişilerin densizliği, duyarsızlığı, reflekssizliği. İlan edilmesi için her kesimin neredeyse PKK’yi tehdit etmede yarıştığı eylemsizlik kararı sürecinde yiten 32 can karşısında takınılan suskunluk.
Biz gerillalar olarak birilerinin bir şeyler söyleyip söylememesini çok önemsemediğimizi sanırım geçen yıllar içinde iyi bir şekilde göstermiş bulunuyoruz. İnandığı doğrular için ölümü göze almış bireyler topluluğunun birilerinin kendisine yönelik söz söylemesine (tabii ki değerli görüş, öneri ve eleştiriler dışında) çok meraklı olmadığı da bilinir.
Fakat halkların yaşadığı sorunların barışçıl ve demokratik çözümü için önemli, tarihi ve hatta son olabilecek bir imkanı değerlendirmek konusunda yaşanan vurdumduymaz ve bencil tutumların bir geleceği kaybettireceği ihtimalini görmezden gelerek sözde vicdanlarının rahatlığıyla yaşayan insanların durumlarını irdeleme gerekliliğini de önemsiyoruz.
Artık çok iyi biliyoruz ki Türkiye’nin birçok sözde gazetecisi, sözde aydını, sözde duyarlı, sözde sorumluluk sahibi kişisi sitemizi yakından takip ediyor. Ve yayınladığımız açıklamaları, yazıları, değerlendirmeleri yakından takip ediyor. Ayrıca HPG olarak yaşanan her gelişme karşısında kamuoyuna yönelik açıklamalarla enformasyon görevimizi yerine getirdiğimizden Kürdistan’da yaşanan olayların gizli kalması, bilinmemesi gibi bir ihtimal kalmıyor.
Yazılan her kelimeyi cımbızlayarak, laboratuar ortamında incelemeye alan birçok “sözde” kesimin bize karşıtlıktaki istem ve arzusunun toplumsal sorunlar karşısında neden aynı duyarlılıkla açığa çıkmaması doğrusu düşündürüyor. Kendi çıkar dünyalarında, nemalandıkları, eline baktıkları iktidar odaklarına yaranmak için Kürt Özgürlük Hareketi gerillalarının bir açığını bulurum da yüklenirim uyanıklığını gösteren tüm bu “sözde”ler nedense en büyük refleksin sergilenmesi gereken noktalarda da sus pus olabiliyor.
“Ölene kadar Kürt” kalan “Apo’yu özleyen” Ahmet abiye yönelik olur olmaz sahiplenmelerle düzey düşüren yine bu kesimlerin yıllar öncesinde, yani duyarlılığını ve tepkisini zamanında göstermesi gereken zamanda sessiz kalmaları; linci onaylayan, ırkçılığı körükleyen, toplumsal hassasiyetleri baltalayan, halklar arası çatışma ihtimalini yükselten, toplumsal bellekte bir tümör oluşturan, yüzlerce gencin kanının dökülmesine, halklarımızın emeklerinin bombalarla, kurşunlarla kendisine dönmesine neden olmamış mıydı?
Şimdi sözde özeleştiriler, anma ve kutlamalarla yitenin geri geleceği, toplumsal vicdanın aklanacağı mı düşünülüyor?
O da bir yüz karasıydı bu tüm “sözde”ler için. Bugün yaşadıkları sessizlik de.
Fikri ve Bedran’ın toprağın göğsüne düşüşleri ancak özgürlük çiçeklerinin çoğalmasına neden olur. Öfke ve tepkimizi biler. Savaşma azmi ve mücadele ısrarımızı çoğaltır. Bunun dışında biz gerillalar için anılarıyla ve acılarıyla yaşamak ve savaşmak kalır geriye. İnadına, iradeyle, bilinçle, sevgiyle inandığımız davaya bağlı kalmak ve yürümek. Bunun onurlu ve haklı bir yol olduğu gerçeği kalbimizde var olduğu müddetçe de hiç kimse bunu değiştiremeyecektir.
Son ve açık bir söz daha.
Tüm “Sözde”lere;
HPG olarak 13 Ağustos 2010 günü ilan edilen eylemsizlik kararına yüksek bir disiplin ve üstün bir duyarlılıkla uyuyor, süreci sabote edecek herhangi bir girişime mahal vermemek için kendimizi sınırlandırıyoruz. Buna rağmen ilan edildiği günden bu yana tam 32 arkadaşımız Türk ordusunun imha saldırılarında yaşamını yitirdi.
Yürüttüğümüz iki buçuk aylık savaş sürecinin de gösterdiği gibi silahı kullandığımızda, kullanmak istediğimizde ülkeyi felç edebilecek kapasitedeyiz ve yaz kış demeden her yerde her türlü eylemi geliştirebilecek örgütlülüğe sahibiz. Buna rağmen Türk ordusunun saldırıları karşısında neredeyse misilleme eylemlerine bile başvurmamamız gösterilen iyi niyetin düzeyini gösteriyor. Bunu toplumun hassasiyetlerine gösterilmiş bir duyarlılık olarak adlandırabiliriz.
Bu gerçeğe rağmen üzerimize geliniyor ve imha hedefi ile yönelim gerçekleştiriliyor. Siz, gerekmeyen yerde çığırtkanlık yapan fakat toplumsal barışı bombalayan, sabote eden yaklaşımları sessizce izlemekle ne yapmak istiyorsunuz? Gerçekten üstlendiğiniz sıfatları hak ettiğinize inanıyorsanız, toplumsal sorumluluk ve toplumu aydınlatma, örgütleme görevinize sahip çıkmanız gerekmez mi?
Ha, bilmiyor, görmüyor ve duymuyorsanız; en büyük silahınız olan cahilliği kullanacaksanız söyleyin, biz de o zaman kiminle muhatap olduğumuzu bilelim ve ona göre davranalım.
Mahir Cudi
- Ayrıntılar
Son zamanlarda gençlik çok tartışılıyor. Daha önceleri genç olanlarda bu tartışmaya giriyor. Anılar tazeleniyor. Kiminde romantizm duyguları kabarıyor, kiminde nostalji, hayranlık karışımı bir duygu. Ve kiminde ise devletçi zihniyetlerin binyıllarca savundukları ve herkese kabul ettirmek istedikleri: gençtir bilmezler, gençtir sıcakkanlıdırlar, düşünemezler, gençtir yanlışlıklar yapabilirler ancak aşırıya kaçmamalıdırlar gibi oldukça küçümseyici, hakaret edici ve de onur kırıcı yaklaşımları görüyoruz.
Gençlerin ezelden beri tarihi en ileriye devindiren bir güç olduğu unutulur. Gençliğin çok sıcakkanlı, duygu yüklü, manipüle edilmeye açık yanları elbette vardır, ancak birde yeniliğe hep özlemlidir, boyun eğmeyi kabul etmez, adalet arayışları yüksektir, dik duruşuyla tanınır, iki yüzlülükler yerine dobra karakteri ile bilinir. Özcesi birkaç düzeltilmesi gereken yönü olsa da toplumu ileri taşırmada en insani talepleri sürekli yüreğinde taşıyan bir kesimdir. Ve ağırlıklı olarak ele alınması gerekenlerde bunlar.
Birkaç gencin haksızlıklara, adaletsizlikler başkaldırışı –kaldı ki taleplerin çoğu direk kendileriyle ilgili yani ekonomik sosyal talepler olmasına rağmen bu kadar büyük saldırılarla karşılaştılar. Demek ki gençliğin asıl karakteri olan kendisini ileri insanlık için feda eden yönleri biraz öne çıksa sadece meydanlarda coplamayacaklardır, alenen infaz edeceklerdir. Denizlere yaptıkları gibi idam sehpalarında sallandıracaklardır, Kızıldere’de yaptıkları gibi acımasızca infaz edeceklerdir ve 1 Mayıs olaylarında gördüğümüz gibi kurşunlara dizeceklerdir.
Evet, gençlik ekonomik ve sosyal talepler için bu kadar hedef gösteriliyorsa demek ki copları kullananların, coplarla vuranlara talimat verenlerin, sözde aydın geçinipte kalemleriyle saldırarak akıl verenlerin, siyaset kürsülerinde gençlere “yaptığınız faşizmdir, akıllanın, yumurtalar omlet yapın yiyin” diyenlerin bir bildikleri var ki gençlere saldırıyorlar. Akıl vermelerde ve tehdit etmelerde hızını alamayanlar dünyayı en ileriye taşıyan devrimci direniş hamlesine dil uzatarak, karalamalarda geri durmuyorlar. 68’li yılların küresel çapta kapitalizme kafa tutarak, farklı bir yaşam ya da “farklı bir dünya mümkündür” umudunu yarattığını unutarak saldırıyorlar.
Onlar saldırsınlar, biz onların niçin saldırdıklarını biliyoruz. Onlar deli dolu olan, bildiğini okuyan güzel ve adil bir yaşam isteyen, özgürlüklere ket vurulmasını asla tahammül etmeyen, ortakçılığı savunan, boyun eğmeyen ve tüm boyun eğdirmelere karşı duran bir gençlik istemiyorlar. Onlar güdümlenmeye açık, höt dediğinde hizaya geçen, kendi ırkçı-milliyetçi ve militarist politikalarını uygulamak için uydu bir gençlik istiyorlar. Onlar sadece kendini bencilce düşünen, inekleyen, topluma karşı sorumsuz, “köşeyi dönen kaptandır” özdeyişinde ifade edildiği gibi sadece ve sadece çıkarcı, bireyci, menfaatçi ve evetçi bir gençlik istiyorlar. Biz bunun için bunları anlıyoruz. Anlamaktan zorlanmıyoruz.
Ancak asıl zorlandığımız bu kadar katı faşizme doğru hızla yürüyen bir dikta rejimine karşı neden gençlerin sessiz kaldığıdır. Bu kadar hakaret yağdırılacak ancak gençler sessiz kalacaktır. Bunlar kabul görecek hususlar olmamalıdır.
Şunu herkes ama herkes görmelidir, özel de gençlik görmelidir: Yüksekova’da az bir şey aktivite göstermiş bir genci, Sedat Karadağ’ı, siyasal bilinç yaratan bir genci, sokak ortasında infaz etmekten geri durmayan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Arabayı durdurup bir kısmını ayrıştırmak ardından da bir genci katletmeye kalkışmak sadece ve sadece bilinçli yapılan bir infaz girişimidir. TSK sitesinin yayınladığı gibi “genç kendi kafasına sıkmıştır” sadece bir safsatadır. İstanbul’da herkesin gözünün önünde, anne olacak gencecik bir kızın karnına kuduzlar gibi vurarak çocuğu katleden bir zihniyetle karşı karşıyayız.
İşte bunun için gençliğin yapması gereken işleri vardır. Zaman kenetlenme zamanıdır. Zaman ortaklaşma zamanıdır. Zaman tüm gençliğin siyasal bilinç edinerek topyekûn ve faşist zihniyete karşı durma zamanıdır. Zaman ileriye atılarak Türkiye’nin dört parçasındaki gençlerle ittifak kurma zamanıdır.
Evet, zaman gençliğin ortaklaşarak meydanlarda birleşme zamanıdır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Aralık Günü Batman’ın Gercüş ilçesine bağlı Duhespa ile Xanıka alanları yakınında göreve giden bir grup gerillamız ile TC ordusu arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışma sonucunda düşmanın ölü ve yaralıları tarafımızdan netleştirilemezken, Bedran – Ali Abdo Hambeşo adlı gerillamız kahramanca savaşarak şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar