Dünyanın neresinde olursak olalım, öz savunma bilinci ve mücadelesi ile özgür yaşam gelişir ve varlık kazanır. Özgür ve demokratik bir yaşamın inşasında öz savunmanın rolü oldukça önemlidir. Hatta öz savunma örgütlenmesi olmadan özgür ve demokratik bir yaşam gelişemez; gelişse de kalıcılaşamaz.
Doğanın bir parçası olan insan emeği, düşüncesi ve duygularıyla yaratılan kültürel, inançsal değerler başta olmak üzere tüm değerlerin savunulması ve korunması bir öz savunma bilincini ve örgütlülüğünü gerekli kılar. Öz savunma sistemi doğal bir savunma mekanizmasıdır. Doğada farkındalığını hisseden her bir canlı varlık, kendi farklılığıyla bir öz savunma mekanizmasına sahip olmaktadır.
Öz savunma reaksiyonu ve refleksi her an, her zaman var olur ve süreklidir. Dolayısıyla yaşamın var olabilmesi için öz savunmanın da var olması gerekir. İkinci doğa ile birlikte toplumsal gelişimde devrimsel nitelikte gelişmeler sağlanır.Toplumsal bilinç düzeyinin gelişmesiyle birlikte insanda da öz savunma bilinci ve sistemi daha bilinçli bir hal alır. Doğadaki bütün canlı varlıkların kendilerine has bir savunma sistemlerinin olması tüm öldürücü ve yok edici saldırılara karşı varlıklarını koruma ve geliştirme temellidir. Örneğin bir kuşun veya değişik bir hayvanın doğal koruma mekanizması çok güçlüdür. Hayvanlar kendilerini ve yavrularını korumak için yuvalarını erişilmez yerlerde yaparlar. Hem doğa afetlerine karşı hem de insanların olası saldırılarına karşı yaşamlarını sürdürmek için kendilerini korumaya alırlar. Yine bitkilerde de benzer refleksler bunmaktadır. Önderlik ( gül ve diken teorisi) örneğini vermektedir. Bir gül kendisini korumak için dikenleşiyor. Bazı bitki ve hayvan çeşitlerinde de bir savunma mekanizması olarak zehir bulunur. Bu türlerde herhangi bir saldırıya karşı zehir ile kendisini korumaya alma var. İnsan türünde de benzer doğal koruma refleksi var. Ve çok güçlüdür. İnsanların kendini koruma biçiminin en doğal hali doğal toplumda görülmektedir. Bu çağda insanların tüm çabaları kendi yaşamlarını koruma ve geliştirme üzerinden oluşmaktadır. Artısı ve daha artısı olmamıştır.
Dolayısıyla sömürme, yok etme ve bitirme ihtiyacı da duyulmamıştır. Ana kadın etrafında oluşan doğal yaşam, kendi içinde doğal bir savunma mekanizmasına ulaşmış. Bu her canlının kendi kendisini zindeliğiyle korumasıdır. Öz savunma sistemi en doğal haliyle tüm yönleriyle bu çağda uygulandığı da görülmektedir. Bu çağda eşit yaşama ve iş bölümüne dayalı bir üretim ve güvenlik sistemi mevcuttur. Yaşama ve çalışmalara katılma prensibi üreme, savunma ve beslenme ihtiyaçlarını karşılama temelindedir. Bu anlamda paylaşımcı ve doğal katılımcı olma duyusu ve bilinci öndedir. Ortaya çıkan ürünler ve besin maddeleri yaşamın gelişmesi için sağlanmakta ve savunulmaktadır. Yani öz savunmanın ana teması, toplum tarafında üretilen tüm değerlerin korunması ve olasılıklara karşı öz koruma sisteminin gelişmesidir.
Egemenlikli zihniyet yaşam ve doğa üzerinde hâkimiyetini henüz kurmadan doğadaki tüm canlı varlıklar bir ahenk içinde, iç içe, bir birini geliştiren ve bir birini tamamlayan olgular ve varlıklar olarak varlıklarını sürdürmüştür. Erkek egemenlikli zihniyet etrafında kurulan sistemin gelişmesiyle birlikte yaşamda tüm canlılar arasında bir uyumsuzluk ve dengesizlik yaşanmaya başlandı. Yani ataerkil sistemin gelişmesiyle ve yaygınlaşmasıyla birlikte doğa dengesi her açıdan bozuldu. Doğal toplumun özelliklerine müdahale edilerek bir bütün olan ana kadın kültürü etrafında gelişen sisteme karşı parçalanma politikaları dayatılmıştır. Merkezi uygarlığın gelişmesiyle erkek egemen zihniyeti kendisini kalıcılaştırır. Günümüze kadar da büyüyerek süre gelen bu zihniyet katliamlarla, soykırımlarla ve talanlarla dolu bir tarih ortaya çıkmıştır. Egemenlikli güçler dünyanın tüm güzelliklerini parçalayarak, doğanın birer parçaları olan insanların, hayvanların ve bitkilerin doğal yaşamları üzerinde büyük tahribatlar yaratır ve yaratmaya da devam etmektedir. İnsanlık büyük felaketlerle, büyük tahribatlarla karşı karşıya kaldı.
Yapılan her bir yönelim tüm canlılarda büyük kırılmalara neden olur. Dolayısıyla kırılmalardan geçirilen toplum için yapay savunma mekanizmaları oluşturulur. Özellikle kapitalist modernitenin tüm dünyaya yaydığı yeni yaşam seçenekleri adı altında tüm canlıları kendi öz savunma dinamiklerinden ve doğal yaşam yapısından kopararak herkesin birbirine yabancılaştığı ve her şeyin birbirinden parçalı kılındığı bir dönem yaşanmaktadır. İnsanın insana olan yabancılaşması en fazla bu dönemde olmuştur. İnsanların kendi doğasına yabancılaşması, doğadan kopması, diğer canlı varlıklara yabancılaşması en fazla bu dönemde yaygınlaşmıştır. Büyük kentleşmeler, büyük barajlar, bentler, endüstriyalizm, büyük tekeller vb. merkezler kurularak doğal yaşama ait tüm eserler ve kalıntılar yerle bir edilir. Doğal topluma dayalı yaşam tecride alınır, yerine yapay yaşam sistemi inşa edilir. Öyle ki, hayvanların birçok nesli tüketilerek yok edilmiştir. Ardından hayvanat bahçeleri oluşturularak hayvan nesillerini koruma ve besleme adına hayvanlar doğal yaşamından öz savunmasından kopartılarak adeta hapsedilmiştir. Ve onlar için suni savunma mekanizmaları oluşturulur.
Genelde uygarlık tarihi ile başlayan ve kapitalit-modernist sistemle derinleşen egemen zihniyet kendi çıkarları için kimi canlı varlıkları savunmasız bırakmış, kimi canlıları tüketerek yok etmiştir. Doğaya ait tüm varlıkların doğal savunma mekanizmaları büyük müdahaleler ile çarpıtılarak yeniden biçimlendirilir. Bu müdahalelerle birlikte en başta insanlarda doğaya karşı yabancılaşma gelişir ve doğaya yabancılaşan insanın ilk eylemi doğaya egemen olma savaşımına girişimidir. Yıllar boyu nesilden nesile bu savaşlar boyutlanarak süre gelmiştir. Toplumsal doğa bölünmüş, topraklar parçalanmış, halklar birbirine girmiştir. Bu yüzden büyük katliamlar yapılmıştır. Tüketme, yok etme savaşları gittikçe büyümüş, modernleşmiş ve en önemlisi de bu savaşlarda başta insanlar olmak üzere herkes ve her şey araç olarak kullanılmıştır. Hala da kullanılmaktadır.
Günümüzde bu savaşlar daha organizeli, daha bilinçli, daha modern bir şekilde yürütülmektedir. Öyle ki cinsler, halklar, uluslar, kültürler ve inançlar arasında büyük handikaplar, büyük çelişkiler çıkar savaşlarıyla yaratılmıştır. Toplumların ortak, güzel ve doğal yaşam anlayışları yerine, parçala, böl, yönet ve egemen ol zihniyeti hâkim olmuştur.
Merkezi uygarlık sistemsel ve kurumsal olarak geliştikçe iktidar ve devlet erkinin de büyümesi ve yayılması da bu minval de güçlenmiştir. Bu zihniyetin sistematik olarak yaşamın tüm alanlarında kendisini hâkim kılması, toplum sorunlarını derinleştirmiş, tüm kesimleri savunmasız ve kendine muhtaç bırakmıştır. Kapitalist-modernist sömürgeci sistem tüm sömürgeciliğin toplamı olarak zirveleşmiştir. Bu sistem toplumsal alandaki tüm kesimleri etkisizleştirme, egemenliğine bağlama, büyük sindirme ve köleleştirme politikalarıyla toplumu kendine bağlamayı amaçlamıştır. Dolayısıyla toplum parçalı kılınmış ve her bir parçaya dönük farklı politikalar uygulanılmıştır. Toplum savunmasız bırakılarak ölüme ve köleleştirilmeye mahkûm kılınmıştır. Kapitalist-modernist sistemin en büyük sömürü politikalarından birisi de, toplumu ve halkları savunma adına büyük silahlar icat etmesidir. Uçaksavarlar, tanklar, nükleer silahlar vb. araçların üretimi artırılarak bu silahlarla büyük katliamlar gerçekleştirilmektedir. Bu silahlarla toplumun savunması değil, toplumun kırımı olmuştur. İnsan katliamları, hayvan katliamları, çevre katliamları defalarca yapılmıştır. Toplum önce doğadan kopartılmış, ardından nükleer silahların gölgesi altında yaşamaya alıştırılarak zorunlu bırakılmış, kendi doğasına karşı yabancılaştırılmaya alıştırılmak istenmektedir. Yine doğadan, çevreden kendi cevherinden kopartılarak, korunmasız ve savunmasız bir yaşam biçimi içine sürüklenmiştir. Egemenlikli, İktidarcı ve devletçi zihniyet sahipleri, dev ordularla, büyük silahlarla devlet kurumlarıyla toplumun tüm yaşam alanlarını kuşatarak, toplumun doğal savunma mekanizmalarını etkisizleşme ve zihinlerde toplumsal belleğinin silinmesine dönük her türlü politikaları uygulamaya çalışmışlardır. Buna karşı gelişen tüm toplumsal bilinçlenmelere karşı büyük sindirme savaşları verilmektedir. Dolayısıyla ordular daha da büyütülerek uzmanlaştırılmakta, devlet ve iktidar odaklı merkezlerin sınırları genişletilmekte ve egemenlikli zihniyet küreselleştirilmektedir.
Küreselleşen egemenlikli sistem en fazla kadın üzerinde iktidarını kurumsallaştırmış ve kadını savunmasız bırakmıştır. Doğal toplum çağında yaşamın tüm alanlarında üretkenliğe, toplayıcılığa, en ön sırada bütün doğallığıyla öncülük ederek hayatı yaşanılır kılan kadındır. Hatta erkeği de bu yaşama dahil ederek doğal iş paylaşımına dayalı yaşam ortamlarını kurdu. Doğal, üretken ve renkli yaşama kaynaklık eden doğal anacıl sisteminin yıkılmasıyla başlayan erkek egemen sistem, ilk olarak kadının emeğini gasp ederek kendi iktidarını kurmuştur. Dolayısıyla kadının sınırlandırmasının ilk adımı kadını doğal yaşamından koparılması olmuştur. Önce kadının çalışma alanları sınırlandırılmıştır. Kadın ev işleri ve çocukların bakımıyla sınırlı tutularak diğer işlerden uzaklaştırılmıştır. Yaşamın tüm alanlarında öz gücüyle her şeyi yöneten, büyükten ve tarihi gelişmelere kaynaklık eden kadının rolü elinden alınmıştır. Dört duvar arasına konularak sadece ev işleriyle sınırlı tutulan kadın, zamanla savunmasız bırakılmaktadır. Yani sınırlandırılan kadın zamanla zorunlu olarak bazı yönleriyle değişmek durumunda kalır. Artık kadına fiziksel, ruhsal ve düşünsel alanda başkalaşma, kendine yabancılaşma politikaları uygulanmaktadır. Öyle ki kadına ölüm ile köleleşme arasında iki seçenek bırakılmaktadır. ‘Ya öleceksin, ya da köleleşeceksin’ seçenekleri içinde boğuşan kadın dayatılan durumu kabullenmek zorunda kalır. Kadını kendini savunacak güçten ve mekanizmalardan ayıran erkek egemen zihniyet, kadının erkekten daha zayıf olduğunu giderek kadına ve topluma kabul ettirmektedir. Artık toplumsal cinsiyetçiliğin yaşamın tüm alanlarında adım adım örüldüğü bir dönem başlamıştır. Dolayısıyla kadına yönelik gelişen ilk yönelimlerin arasında kadının tüm savunma araçlarının elinden alınmasıdır. Örneğin, doğal toplum da kadın, kendisine karşı gelişebilecek tüm olası saldırılara karşı kendisini koruyabilmektedir. Fiziksel olarak doğayla iç içe yaşadığı için doğanın dilini anladığı için çok rahat hareket etmekte ve güçlü durmaktadır. Doğal savunma refleksi her zaman zindedir. Kendisinin başkaları tarafından korunmasına ihtiyaç duymaz. Çünkü bedensel, ruhsal ve fiziksel olarak doğal ve özgür yaşamaktadır. Yaşama katılma sınırları başkaları tarafından henüz belirlenmediğinden dolayı duruşu cesur ve kaygısızcadır. Dolayısıyla kendisini ve yaşamda korunması gereken tüm yaşam değerlerini öz savunma gücü ve refleksiyle savunmakta ve yaşamı üretmektedir.
Tarihte kadına kaybettiren en temel noktalarda biri kadının kendi öz savunma mekanizmasından koparılmasıdır. Yani kadın önce kendi öz savunma gücünden uzaklaştırılmış, daha sonra korunmaya muhtaç bırakılmıştır. Dolayısıyla egemenlikli tarihle başlayan tarih, kadın açısından da kaybetmenin tarihi olmuştur. Egemen ve kurnaz erkek, kadının gücünü ve onun etrafında gelişen yaşam değerlerini çalarak önce kadına karşı kullandı daha sonra kadından çaldığı güce dayanak kadını kendisine muhtaç etmeye başladı. Beş bin yıllık egemenlikli tarih gerçeğinde yatan boyut, en büyük sömürü ve köleleşmenin yansıdığı alan kadın alanı olması boyutudur. Önce kendisine ve topluma öncülük eden kadın figürünün üstü kapatılarak kaybedildi. Daha sonra kaybedilen kadın üzerinden yapay bir kadın tipolojisi yaratılarak yaşamın bütün alanında bir araç veya meta gibi sunuldu. Dört yüz yıllık kapitalist sistemin tarihi kadının, bedenini, ruhunu, düşüncesini, fiziğini parçalama ve kadını parça parça modernizmin bütün alanlarına sunma tarihidir. Yani kadına karşı, kapitalist sistemle birlikte başlayan süreç orta çağ dönemini kat be kat aşan baskılar uygulanılmaktadır. Kadın üzerinde geliştirilen ve hala da devam eden kölelik sistemi daha da inceltilmiş bir biçin de derinleştirilerek uygulanılmaktadır.
Önder APO, kadına karşı uygulanan egemenlikli sistemin çözülmesi ve kadının yeniden doğal yaşamına dönmesi için “kadın büyük mücadele vermeli büyük yaşamalı, büyük düşünmeli” diyerek egemen güçlerin tüm saldırılarına ve toplumun bütün geriliklerine rağmen kadını mücadelenin içine alarak büyük kadın mücadelesini yarattı. Özgürlük mücadelesine katılan kadın, kendi tarihiyle, kimliğiyle, yüzleşti. Ve kendini tanımaya başladı. Kadın Savaştıkça kendi öz savunmasını öğrendi. Var olduğunu hissetti ve güzelleşerek yaratıcılığının üreticiliğinin farkına vardı. Önder APO, “Kadın dört duvar arasına alınarak köleleştirildi, kadın mücadelede her şeyden önce kendisini savunmasını bilmeli ve kadına karşı yapılan her türlü yönelimleri karşılayabilme gücünü göstermelidir” diye belirti. Önderliğimiz ve Özgürlük hareketimiz öncülüğünde başlayan özgürlük mücadelemiz, kadın özgürlük sorununa stratejik bakmış ve toplumun özgürleşmesi kadının özgürleşmesinden geçtiğine inanmış, kadının ve toplumun özgürlüğüne olan inanç ile yıllarca özgürlük mücadelesini vermektedir. Bu büyük yürüyüşün tarihi ve anlamlı adımları atılmıştır. Zilanlar, Semalar, Şilanlar, Rojinler, Arjinler, Revanlar ve daha nice kahramanların öncülüğünde kadının öz tarihine büyük destanlar yazıldı. Özgür kadın mücadelesi öncülüğünde, özgür kadın ideolojisi temelinde kadın birlikleri, kadın ordusu, kadın partileşmesi kuruldu. Bu büyük yürüyüşün adı beş bin yıl öncesi tarihin başlangıç noktasına dönüş yürüyüşü oldu. Kadının kaybettiği yerden kazanmayı bilme bilinciyle mücadele etmek ve kadına kaybettiren nedenlere inmek, özgür kadın mücadelemizin temel hedefleri oldu. Bunun için çalınmış kadın ‘ME’lerinin birer birer alınması hedefi ile yola girildi. Bu yol yürüyüşüne her bir durakta onlarca kadın katılarak yolculuk etti. Dolayısıyla dağlarda gelişen Kadın özgürlük mücadelesi adım adım ilerleyerek kitleselleşti, toplumsallaştı ve en önemlisi de binlerce kadının yüreğine işlendi. Kürdistan’ın her tarafında gelişen kadın özgürlük mücadelesi ile dünün hesabı sorulmakta, bugünün inşası kurulmakta ve özgür yarınların zemini yaratılmaktadır.