1993'ün sıcak kışına girdiğimiz bu aşamada, her bakımdan zafer umutları ülkede adım adım yükselen devrimsel yürüyüşümüzün çabalarıyla gerçekleşmeye yüz tutuyor. Öte yandan gerçekten bir gerileme veya başarısızlık ortaya çıkacaksa, bunun da düşmandan değil halen utanılası etkilerini kişiliklerimizde çeşitli düzeylerde sürdüren, ama yerle bir edilmesi, mutlaka aşılması gereken özelliklerden kaynaklanabileceği, tabii ki bu durumun da hiçbir gerekçeyle savunulamayacağı bir tarzda dönemi kavrıyoruz, gereklerinin ne olduğunu çok açık bir biçimde hem bilince çıkarıyor ve hem de bunu kendimize mal ediyoruz.
Denilebilir ki, tarih bizim için hiçbir zaman bu kadar bağımsızlaşmaya ve her sahada özgürleşmeye imkan vaat eden bir durumda değildi. Yine bilinçli, örgütlü ve tek irade haline gelen partimiz önderliğinde ordulaşmamızla halkımızı hiçbir dönem bu kadar kavramış, ayağa kaldırmış ve başarı yoluna sokmuş değildik. Ayrıca parti tarihimizde, hiçbir yıldönümü, bu kadar kendine güvenme, bunu doğrular temelinde yakalama, başarı için ne gerekliyse ona sahip olma ve böylece yürümeye güç kazanma özelliğine sahip değildir. Yine belirtilebilir ki, 15 yıl, bir çocuk da olsa ne olup olmadığını ortaya çıkarabileceği gibi, bir partinin de bir devrime yeterli olup olmayacağını, onun zaferini gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini kanıtlayabilecek bir zaman kesitidir. Yani 15 yılda bir parti ya zaferi imkan dahiline sokar ya da bunun tersi olarak aşılır. Çok iyi biliyoruz ki, sadece ülkemizde ve bölgede de değil, dünyanın birçok alanında mevcut partiler başaramaz, hatta dağılırken, özellikle de reel sosyalistlik temelinde kurulan bütün partiler çözülürken, yaratıcı sosyalizmin en yetkin temsilcisi partimizin, bu yıllarda emperyalist-kapitalist sisteme böylesine kafa tutması, bu sisteme karşı irade sergilemesi ve yine her türlü iç gericiliğe, tutuculuğa karşı kendini yenileyerek, yaratarak sürdürmesi sadece ulusal kurtuluşun sorumlusu bir parti olarak değil, oldukça enternasyonalist bir parti olmanın da seçkin örneğini sunmuştur.
Partimizin tarihini her bakımdan öğrenmekte, öğretmekte ve özümsetmekte sayısız yarar vardır. Şu çok açıkça söylenebilir ki; aslında bizim için tarih parti tarihidir. Bin yılların kaybedilmiş nesi varsa kazanılmış biçimiyle yeniden yaratılan tarih de bu parti tarihi içinde biriktirilmiş, gizlenmiş ve gün ışığına çıkarılmış bulunmaktadır. Kaybedilen tarih, kaybedilen kimlik, kaybedilen her türlü bağımsızlık ve özgürlük parti tarihimizle başlatılıyor, yüceltiliyor ve zaferin eşiğine kadar getiriliyor. Eğer insanlık diye bir davamız varsa ve eğer bu iddiamızdan vazgeçmemişsek, bileceğiz ki bunu ilk defa yakalıyoruz. İnsan olmak şerefinden asla vazgeçilemeyeceği, bunun ekmek, su ve havadan daha çok gerekli olduğu ve bizim de bu onurdan ne kadar yoksun bırakılıp hayvanlara yaraşır bir sömürge düzeni içinde tutulduğumuzu göz önüne getirirsek, bu parti tarihinin ne kadar diriltici, güçlendirici ve böylelikle başarıya götürücü bir kuvvet, çok kıymetli bir güç olduğunu sadece kavramak da değil, yaşamımızın ta kendisi, partililerle birlikte bütün halkımızın gerçek kimliği olduğunu kavrıyoruz, kabul ediyoruz ve adeta içimize işliyoruz. Ayrıca şu da çok açık ki elimizde aslında halk olarak fazla değer yoktu. Ülke zaten sadece harap olarak değil tanınmış olmaktan da çıkarılmıştı. Neye benzediği, kimin olduğu belli olmaz bir konuma getirilmişti. Kişi olarak her türlü alçaltıcılık, her türlü yoksullaştırıcılık kendine yakıştırılmıştı. Sadece yaşamın en basiti, en yüzeyselini değil, en hor görüleninin utanılası biçimini iliklerine kadar yaşamış bir toplumun içinden gelen bireyler olarak, aslında sadece bir partinin siyasi çizgisinin başarısı değil, bir insan olmanın, insanlığı başarmanın bizim açımızdan ikinci bir doğuş değil de, doğuşun ta kendisi olduğunun bilincine şimdi daha iyi ulaşmış bulunuyoruz. Unutmayalım ki bu doğuş, bu bilinç olmazsa aslında beş paralık değerimiz yoktur.
Hiç kimse yanlış bir yaşam felsefesiyle, "param olsa şöyle yaşarım, apartmanlarım olsa şöyle keyiflenirim, şu ülkede, şu yetkilerde, şu mevkilerde şöyle rahatlık vardır" deyip de kendini aldatmasın. Özellikle "şöyle keyfime göre bir aile yaşamı, cemaat yaşamı tutturursam benden daha iyisi yoktur" deyip de kendi kendini kandırmasın. Bütün bunların bir sahtekarlıktan, kendine ihanet etmekten ve en iyi ifadeyle bir gafletten ibaret olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyoruz. PKK tarihinin süzülmüş bir ifadesi aslında bu gerçeği dile getiriyor ve en doğrusu da bu tanımdır. Kaldı ki, eğer sen ismine bile sahip çıkamayacak, en basit kimlik bilincine bile yaklaşamaz duruma getirildiğini, insanlıktan çıkarılmaktan daha kötü bir duruma düştüğünü görmüşsen buna duyacağın büyük öfkeyle ve bundan kurtulmak için sergileyeceğin çok amansız bir çabayla karşı karşıya olduğunu da anlarsın ve böylelikle PKK denilen yola girersin. Bunu şunun için söylüyoruz: Büyük çabalar harcanıyor, büyük kahramanlıklar sergileniyor, insan soyunun ender görebileceği fedakarlık ve cesaret örnekleri ortaya çıkıyor. Eğer nasıl ve neye dayanılarak bunlar başarılıyor diye soruluyorsa cevap olarak bunun temelinde böyle bir yaklaşımın olduğunu söylüyoruz. Partimizin temelinde esasta böylesine bir amaç gizlidir ve bu çok açıktır.
Tüm bunları şunun için söylüyorum: Ulusal kimliğin kanıtlanması, herkesin meseleye az çok ilgi göstermesi, "ben bu işte varım" diyebilecek noktaya gelmesi ve "başarılı da olabiliriz" diyecek bir yüreğe ve inanca sahip olması yine partinin bu özelliği sayesindedir. Yani şu noktaya geliyoruz: Bu aşamada parti bizim için her şeydir. Teneffüs ettiğimiz hava, içtiğimiz su kadar yaşamımız için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Eğer başaramayacaksak, bu söz konusu ihtiyacın gereklerini yerine getiremediğimizden ötürüdür.
Parti davasında iddialı olmak demek, bu temelde insanlığı yüceltmede iddialı olmak demektir. Parti gerçeğini yaşamak demek, insan olma durumunu yakalamak veya yaşamak demektir. Hiç kimse bunu sadece bir siyasal, örgütsel olay olarak anlama darlığına düşmesin. Ve özellikle de "partinin dışında da bir yaşam mümkünmüş, partinin özelliklerinden fazla etkilenmemiş bazı bireysel tutumlarla aslında kendimizi yaşatabiliriz" demek gafletine düşmesin. Eğer bu mümkün olsaydı, bin yıllık tarih herhalde böyle gelişmezdi. Ve yine herhalde bu kadar sadece dünyanın gerisinde de değil, altında kalmazdık.
Çok iyi biliniyor ki, PKK var ediyor. Şimdi dostun da düşmanın da çok iyi gördüğü ve bizim için de tam bir yaşam tarzı olan bu gerçeği böyle kavrayıp anarken, hiç şüphesiz geçmiş başarılarımızla övünemeyeceğimizi, böyle bir partimiz var diye kendi kendimizi yeterli görmek durumunda olmadığımızı biliyoruz. Daha çok da kazanılması gerekenin bir gelecek olduğunu, önümüzde başarılması gereken görevlerin yaman olduğunu, bu temelde parti tarihinin bir anlam ifade ettiğini bunun da doğru bir parti militanlığı olarak anlaşılması gerektiğini unutmuyoruz.
Sorunlar ağır, büyük çaba istiyor. Ulusal düzeyden tutalım uluslararası düzeye, ideolojik sorunlardan tutalım askeri sorunlara ve hatta pratikte yaşadığımız küçük maddi sorunlardan tutalım ruhi sorunları aşmaya kadar, bütün bu sahalarda çok kapsamlı sorunlar kendini dayatıyor. Ama burada bir şansımız vardır, o da, bütün bu sorunlara çözüm gücü olabilecek olanaklara sahip olmamızdır. Tarihimizde hiçbir zaman sahip olamadığımız bu olanakları sorunları çözecek tarzda elde etmiş bulunuyoruz. Bu büyük farkı görmek çok önemli, görüp de gereklerini yerine getirmek daha da önemlidir.
KÜRT HALK ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
- Ayrıntılar
PKK’lileşme, sosyalistleşme bol stratejik ve taktik gelişmeler temelinde daha da büyük bir anlam kazanmış bulunmaktadır. Hatta Ortadoğu halklarını giderek etkilemesi kadar, uluslararası alanda da iddialı bir sosyalist öncülük olarak etki sağlayacağı, hatta öncülük edeceği anlaşılmaktadır. Kürdistan Devrimi, bu anlamda eğer içeriğini daha da zenginleştirse, özellikle PKK’lileşmeyi kendi içinde insan çözümünü, yeni tip insanı son yıllarda büyük bir yoğunlukla geliştirmesi gibi hakim kılarsa ve stratejik-taktik olarak da devrimci savaş yöntemleri tutarsa ve bu önemli bir devrim zaferiyle sonuçlanırsa, sosyalizm de çok iddialı bir süreci başlatması işten değildir.
Unutmamak gerekir ki, Kürdistan’ın parçalanmışlığı, geliştirilecek bir sosyalist federasyon deneyimi, dört temel ulusun ve bir çok azınlığın da içine gireceği bir modeli hızlandıracaktır. Bu dört büyük ulus ve çok çeşitli azınlık ve kültürlerin PKK etkisiyle sosyalizme doğru, demokrasiye doğru eğilim göstermesi, gerçekten Ekim Devrimi’nin bile etkisinin çok üstünde bir etkiye yol açması kaçınılmazdır. Temel Ortadoğu kaynaklarının ve tarihinin yeniden PKK tarafından ele geçirilişi önemini kat be kat arttırmaktadır. Bu potansiyel gelişme, Ortadoğu’yu uluslararası devrimin en nazik halkası haline getirmiş bulunmaktadır. PKK, tam da bunun en stratejik ve taktik olarak da gün be gün işleyen can alıcı gerçeğidir. Uluslararası gericiliğin giderek PKK üzerinde durması, bu can alıcı özelliğindendir. Bir çok stratejilerini, taktiklerini boşa çıkarması, onları dehşete düşürmüştür.
Son olarak Mısır’da yapılan zirvede, aslında bunun endişesini görmemek mümkün değil. Bu zirve, her ne kadar terör zirvesi olarak ve daha çok da, işte Filistin içerikli bazı sözler, terör olaylarına karşı cevap olarak toplantıya çağrıldıysa da, esas hedefi PKK’nin bu Ortadoğu zikzaklarındaki gelişmesinin durdurulmasının olduğunu, PKK’nin özellikle, hâlâ da oturmamış emperyalizmin yeni nizamındaki çatlaklardan iyi yararlandığını ve hatta sorunları olan devletlerle geliştirdiği ilişkilerin bir bloklaşmaya doğru aktığını gördükçe, bu zirveyle buna bir dur denilmek istendi. Fakat tersi sonuç verdi.
Zirve, bloklaşmayı daha da hızlandırdığı gibi, PKK’nin anlam ve önemini daha çarpıcı kıldı. Hatta işbirlikçileri vasıtasıyla Kürt hareketine dayattıkları çözümler de yerle bir oldu. Etkilerinin zayıflaması kadar, PKK’nin büyük bir güç olarak çıkması kadar, stratejik olduğu kadar, bölgedeki iktidar gelişmelerini de etkileyecek, onların mevcudunu yürütecek iddiaya girebilecek kadar bir konuma yol açtı. Bunlar, hiç şüphesiz stratejik iktidar, siyasi, askeri gelişmelerdir. Ama eğer gerekleri dikkatle değerlendirilir ve sosyalist içerikte bu taktiklerle iç içe, başta PKK Öncülüğü içinde olmak üzere, giderek halkı da bu temelde dönüştürülmeye oynatılırsa ve yine stratejik, taktik ilişkileri giderek Kürdistan Devrimi ile bağlantılı hale getirirse, Kürdistan federasyonlaşmasını da bunun için tam bir kaldıraç gibi kullanırsa, bu giderek Ortadoğu Halklar Federasyonlaşması’na götüreceği gibi, içeriği de “sosyalizm ve halklar demokrasisi” biçiminde büyük gelişme gösterecektir.
PKK, böyle bir gerçekliğe en çok yaraşan ve gereklerini yerine getiren, yeni sosyalizmde ısrarla birlikte, zaferini temsil eden bir parti durumundadır. Ve reel-sosyalizmi çözülüşe götüren bütün hastalıklardan kendini arındırdığı gibi, yeni sosyalizm arayışına iddialı bir zemini kendi içinde geliştiren bir sosyalist parti olarak şekillenmektedir. Hiç şüphesiz bu konuda yoğun sorunlar vardır. Ve tüm gücüyle bir Kürt ulusal kurtuluşçuluğunu, Kürdistan Devrimi’ni geliştirmeye uğraşmaktadır. Bu devrimin komşu ülkelere yayılış işini daha planlayamamıştır. Veya gereklerini sınırlı da olsa yerine getirememektedir. Yine, uluslararası etkilerini düşünce platformlarına taşıramamıştır.
Ama iyi bilmeliyiz ki; bunlar da Kürdistan Devrimi’nin başarısı oranında hızlı gelişecek ve gerekleri yerine getirilecek gelişmeler olarak belirlenebilir. Devrim kurtarılırsa veya ulusal kurtuluşçu biçiminde zafer kazanan bir PKK, Kürdistan Devrimi’nde büyük bir sosyalist aşama olacağı gibi, Kürdistan’ın parçalanışı nedeni ile ve esnek ulusal, bölgesel çözümler, yaklaşımlar ile bunu hızla bölgeselleştirecektir. Bunun yaratıcı taktiklerini gündemden eksik etmeyeceğine göre, bunun gelişmesi de kaçınılmaz olacaktır.
Bu da şu anlama geliyor; hızla PKK’nin sosyalist içeriği, halkların neredeyse ekmek-su kadar gerekli olan ideolojik boşluğunu dolduracak ve onları muhtaç oldukları sağlıklı gelişme ve kurtuluş yoluna itecektir. Günümüzde bunun potansiyelini PKK sonuna kadar barındırmakta, aktifleşen çabaları da her geçen gün bunu dosta, düşmana göstermektedir. Dolayısıyla, düşmanları üzerinde amansız durdukları gibi, dostları da önemle durmakta ve çoğalmaktadırlar.
Eminim ki, bu yeni bloklaşma döneminde PKK büyük bir bilinçle olduğu kadar, beklenmedik gelişmelerle iyi yorumlayarak yerini sağlamlaştıracaktır. Batı saldırısı karşısında Rusya hâlâ direnmeye çalışıyor; Çin’le yeni bir ittifak geliştirdi. Bu, Asya ittifakıdır. Yine, Ortadoğu’da Batı saldırısı, bölgesel ittifaklar geliştirmektedir. İran ve Suriye’nin geliştirdiği ittifak, giderek en iddialı bir karşı ittifaka dönüşmektedir.
Hele Türkiye ile İsrail’in başını çektiği bölgesel ittifak, karşılarında tüm Arapları ve İran’ı bulan bir ittifaka zemin olmuştur. Ve bu da tabii ki, Kürdistan Devrimi için hangi ittifakta yer alınır ve en önemlisi böyle bir bloklaşmanın gelişmesinin ne anlama geldiğini görüp, değerlendirmesi ve içinde yer alması olacaktır. Asya ittifakının bir Ortadoğu halklar ve devrimle birlikte devletler ittifakına dönüşmesi belki de çok çarpıcı ve bu kapitalist-emperyalist saldırıya karşı da en önemli bir direniş hattını ortaya koyacaktır ve biraz da işler bu yöne doğru evrim göstermektedir. Bunun hız kazanacağı söylenebilir.
Eğer Rusya daha da aşırı bir teslimiyete girmezse ki, gelişmeler tersini gösteriyor, eski komünistlerin parlâmentoda sağladıkları üstünlüğü devlet başkanlığında da gösterecekleri beklenmektedir. Çin, zaten eksiklikleri ne olursa olsun eski sosyalizmde ısrar ediyor. Ve Afganistan olsun, Hindistan olsun, Vietnam olsun, bunlar doğal olarak Asya ittifakı içinde yer alacak ülkeler konumundadır. Ortadoğu ise, adeta Asya’nın öncü savaş kolu durumuna gelmiştir.
Afrika’nın da doğal olarak bu bloğun yedeğinde yer alması, yine Latin Amerika’nın da bu yoksul ülkeler serisinde bunda yer alması, en azından tarafsızlık düzeyinin gelişmesi işten bile değildir. Kuzey-Güney çelişkisi diye tabir edilen durum da bununla bağlantılıdır. Ama esas olarak savaş kolu Ortadoğu’dur. Güçler bir kez daha burada sınanacaktır. Bütün yetersizliğine veya tutucu diye gösterilen yanlarına rağmen, İran devrimi mutlaka emperyalizm açısından dize getirilmesi gereken bir devrimdir ki, bu da kolay kolay olmayacaktır. İsrail’e karşı yine Arap direnişi de, ne kadar da bir uzlaşma sürecine girse -ki bu uzlaşma süreci bile başlı başına büyük bir mücadele dönemi olacaktır sürecektir. Hele İsrail, Türkiye’nin hem bölge, hem Orta Asya’ya doğru taşan stratejik ittifakı tüm bölge halklarını daha da pür dikkat kesilmeye itmiştir. Ve böyle karşılıklı iki strateji, günlük olarak sıcak savaşım cephelerinde vuruştuğu gibi, birçok diplomatik, siyasal, ekonomik alanda da dövüşmektedir.
İşte böylesine bir dünya bloklaşması, kamplaşması çerçevesinde PKK de, eskiden olduğu gibi sadece ideolojik ve çok cılız bir politik etkiye sahip olmakla kalmıyor, stratejik ve güncel taktik bir kuvvet olarak bloklaşmadaki yerini alıyor, hatta bu NATO stratejisine karşı Asya’nın ve Ortadoğu’nun, giderek gelişmesi kaçınılmaz olan stratejisinde temel bir halka rolünü oynamak, devrim halkası rolünü, özellikle sosyalizm halkasının güçlü, iddialı temsilcisi olarak yer almaktadır. Kürdistan Devrimi de bunun en canlı, üretken toprağı olmalıdır. Bu anlamda; Kürdistan toprakları devrimin -bu insanın şafak vaktinde oynadığı role benzer- bir rolünü oynamaya doğru hızla çevrilmektedir. Ona doğru yol almaktadır.
Hiç şüphesiz PKK’nin ideolojik dağarcığında gelişmeler öngörülmekte, ama kendi dışındaki İran-Irak savaşı, Körfez savaşı, Arap-İsrail çelişkisi, giderek Balkanlardaki, Kafkaslardaki ulusal boğazlaşmalar bu süreci hızlandırmıştır, etkilemiştir ve yanıltıcı taktik yaklaşımlarla da iddialı bir çözüm aşamasına gelmiştir. Yapılması gereken çok iş vardır. Şüphesiz en önemlisi günlük taktik işlerdir.
PKK stratejisinde bir gelişme var ve devam edecektir. Pek stratejik sorunları yoktur. Stratejide doğal müttefikler yakalanmıştır ve daha bilinçli halkalarla korunacaktır. Günlük taktikler yine daha büyük bir önlemle geliştirilmek durumunda. Güney Kürdistan’daki devrimci savaş taktikleri önemle inşa edilmek zorunda. Bu konuda yaşanan sığlıklar, darlıklar ve yerine getirilmeyen görevler hızla görülmek durumunda ve taktik yaratıcılık Güney devriminde, halkın da ve giderek Irak’ı bile etkileyecek bir aşamaya, yeni bir düzeye kavuşmakla yüz yüzedir. En can alıcı bir taktik süreç şimdi burada yaşanmakta ve öngörülü biçimde son yıllarda yoğunlaştırdığımız çabalar Güney devrimindeki ısrarın hiç de boşuna olmadığını hem uluslararası, hem ulusal düzeyde büyük bir anlam ifade ettiğini artık günümüzde de herkese göstermiştir. Burada hem askeri, hem siyasi, hem ekonomik olarak yerine getirilmesi gereken önemli güncel görevler vardır. PKK’nin bunları sağlam bir askeri üsse dönüştürmesi çok önemli ve amansız bir biçimde gerekleri yerine getirilmelidir.
Güney halkının bir siyasi gelişmeye, diğer adıyla demokratik bir federasyonlaşmaya doğru evrim göstermesi gerekiyor. O yönlü görevleri de amansız bir biçimde yerine getirilmelidir. Güney halkı ile doğru iletişim, doğru cephe, doğru mücadele taktikleri günlük olarak son derece örgütlü, dayanışmalı bir biçimde somut duruma uygun olarak yerine getirilmelidir. Çok yoğun ekonomik sorunlar var. Devrimle birlikte ekonomik sorunların da, savaş ekonomisinin doğru örgütlendirilerek yerine getirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Özellikle TC faşizminin ‘Çekiç Gücü’ de arkasına alarak oynamak istediği olumsuz role tamamen son vermek durumuyla yüz yüzeyiz. Çekiç Güç, yani NATO gücü bazen önemli oranda boşa çıkarıldığı gibi, tam bir yenilgiye dönüştürmek de önemli bir görev olarak karşımızdadır. Ve bu fırsatı da sonuna kadar değerlendirmek gerekiyor. İşbirlikçi kalıntıların geleneksel yaklaşımları zayıflatılmıştır. Onu bu çerçevede daha da takviye etmek işten bile değildir.
Bu Güney devrimi, Ortadoğu ittifaklaşmasında çok önemli bir yere sahiptir. Ortadoğu’da hem İran’la, hem Arap ülkeleriyle Kürt ittifakının çarpıcı bir biçimde zemin bulacağı yerdir. Gerek Irak’ın demokratikleştirilmesinde halkların eşit ve özgürlüğe yakın yeni ittifakında, gerek bunun hızla İran üzeri ve diğer Arap ülkeleri üzerindeki olumlu etkilenmesi de artık imkan dahiline girmiştir. Ama hiç şüphesiz en önemli yanı da, Kuzey devrimine yapacağı büyük etkidir. Buranın devrimin üssü olması, an be an etkilerini Kuzey’e taşıracak, hem askeri, hem siyasi olarak büyük gelişmelere zorlayacaktır. Zaten daha şimdiden oynanan bu rol, önümüzdeki kısa zaman süreci içinde ya hızla ilerletilecektir, ya da faşist TC savaşı, mutlaka sonuç almak isteyecektir.
Arkasında emperyalizmi bulduğu gibi, biz de arkamızda her zamankinden daha fazla, demin söylediğimiz Asya ittifakı kadar bölgesel ittifakı da bulabiliriz. Ve ilk defa böyle kapsamlı bir hal alma söz konusudur. Bu savaşımda yine geleneksel işbirlikçilerin TC’den kopuşu ve bölgesel ittifaka bağlanışı hız kazanacaktır. Bu da önemli bir gelişmedir. Tüm bunların böyle hızlı yaşandığı bu süreçte Kuzey devriminin alacağı büyük mesafeyi görmek, özellikle onun gerilla aşamasını sağlıklı değerlendirmek, gereklerini yerine getirmek büyük önem taşımaktadır. Halkın siyasal gelişimini, birliğini, cephesini geliştirmek çok çarpıcı bir görevdir ve sıcak ortamda bunu örgütlemek büyük önem taşımaktadır.
En önemlisi de, Türkiye’ye devrimi taşırmak büyük bir imkan haline gelmiştir. Türkiye halkının da artık devrimsiz yaşayamayacağı bir döneme girilmiştir. Hiç bir dönem, Türk egemen sınıfları bu kadar bunalım içinde olmadıkları gibi, Türk halkının da artık sorunlarının çözümünü devrimde aramak zorunda olacağı ortaya çıkmıştır. Son stratejik ittifakın da, yani Batı’ya en bağımlı İsrail’e teslim olmanın da bu Türk egemen bloğunu kurtaramayacağı, giderek daha iyi anlaşılmaktadır. Mevcut yaşanan hükümet krizi, devlet bunalımı da bununla yakından bağlantılıdır.
Devrimi Türkiye’ye taşırmak, artık artan imkanlara sahip olduğu gibi, Kürdistan Devrimi’nin zaferinin kesinleştirilmesi buna bağlıdır. Güney’de alacağı, yararlanacağı zemini almıştır, alanı tutmuştur. Görevleri başarıyla burası yerine getirebilir. Kuzey Kürdistan’da da, yine gerilla sağlam bir devrim zemini yakalamıştır, bunu da geliştirebilir. Geliştirmesi için imkanlar fazlasıyla vardır, ama bir Türkiye’ye de taşırılsa inanıyoruz ki, bu tüm Kürdistan’da, diğer parçalarda devrimin zaferini kesinleştireceği gibi; Türkiye’yi de giderek zafere giden bir devrim yoluna sokacaktır. Böylesine stratejik bir öneme doğru tekrar evrimlenmektedir. Türkiye’deki sosyal mücadele; ya bu rolünü layıkıyla yerine getirecek, sosyal kurtuluşu sağlayacaktır, ya da artan bunalım altında bu emekçilerin, işçi sınıfının, memurların, yoksul köylünün nefes alamaz durumu daha da yaşanılmaz bir hal alacaktır.
Kısaca, Türkiye ortamında da ya devrim, ya sosyalizm, ya demokrasi, ya da faşizmin artık maymunlaştırdığı bir topluma katlanmak zorunda kalınacaktır.
Görüyoruz ki, bu, emekçilerin uluslararası mücadele ve dayanışma gününde bir kez daha gerek tüm insanlık açısından, gerekse bölgemizdeki halklar ve en önemlisi de Kürdistan’daki devrim önemli gelişmelerle, sorun ve çözüm yollarıyla karşı karşıyadır. PKK bu anlamda çok ağır sorunları da yaşasa, esasta çözümü ifade etmektedir. Hiç kimse PKK’yi kendi bireysel, basit heveslerini konuşturacağı bir parti olarak değil; insanlık çözümü, halklar çözümü ve yine çok aranılan, en dipte olan Kürt sorununda kendini bir çözüm olarak değerlendirmelidir. Son yıllarda partileşme içinde yaşadığımız normal sosyal, siyasal savaşımda demeyeceğimiz yoğunlukta bir büyük insanı yeniden yaratma çabası söz konusudur. Hiç şüphesiz eski toplumsal etkilerle, çok geri siyasal düzeyde savaşılarak bu sağlanıyor ama, aynı zamanda yeni, yaratıcı özellikler de bu arada ediniliyor.
PKK’lileşme hiç şüphesiz sosyalleşmedir, siyasallaşmadır, askerleşmedir. Aynı zamanda yeni insan yaratmadır. Özellikle kendi içinde yeni dönem insanını, sosyalist insanı yaratma, PKK’nin en temel ideolojik görevi olarak karşımıza çıkmaktadır. Zaten reel-sosyalizmin de başaramadığı, kendi partisi içinde yeni insanı yaratma işini bir görev olarak göz önüne getirmemesi, genel bazı belirlemeleriyle yetinmesi, bu sosyalist insanı, sosyalizmin kuruluşundan sonrasına bırakmasıydı.
Bize göre, PKK deneyimine göre sosyalist insan ilk günde yetiştirilmek zorundadır. Kendi içinde sosyalist insanı yetiştiremeyen bir parti asla sosyalizmin kuruluşuna gidemeyeceği gibi, sosyalizm sonrası sosyalist insan değil, bir baş belası, kapitalist insandan daha tehlikeli bir insan tipi ortaya çıkar ki, reel-sosyalizmin de kanıtladığı budur. Demek ki, sosyalist parti, bırakalım savaş sonrasında, sosyalizmin sözde zaferinden sonrasına, daha onun ilk grup döneminde bile başarması gereken işi, sosyalist insanı, öncüyü yaratmasıdır. Onun varlığını öncelikli kılmasıdır.
Bir sosyalist parti, sosyalist olmayan insanların eline terk edilirse, o parti belki de faşist partisinden daha tehlikeli olur. Nitekim, bunun da belirtileri reel-sosyalist partilerde ortaya çıkmıştır. Çünkü, sosyalist partilerde sosyalistleşmeyen üye, birey eski toplumda olduğu kadar, yozlaştırıcı, kapitalist saldırıya karşı da orta yolda duramaz. Belli bir süre orta yolu dener, ama parti içinde hızla gerek eskinin, gerek yeni kuşatan sistemin objektif ajanı olur ki, kendi başına en büyük yıkıcı, gerici, komplocu tehlikesi, onun temsilcisi olacaktır. Ki PKK’nin mücadelesi bu gerçeği de çarpıcı, en açık ortaya çıkarma zenginliğine sahiptir. Şimdi her zamankinden daha iyi anlamalıyız ki, PKK içinde yürütülen sınıf savaşımının da çok ötesinde, hatta salt sosyal, siyasal da değil, temel bir insan savaşımıdır. Ondaki ısrarınız, başarınızın da kesin teminatıdır. Kendi deneyimlerimize dayanarak söylüyorum.
Bu ısrarlı sosyalist insanı yaratma savaşımını biz sürdürmeseydik, bırakalım bu savaşı bu aşamaya getirmek, daha ilk günlerinde çakılıp kalması işten bile değildi. Hele hele Sovyet deneyimi gibi yetmiş yılı yaşadıktan sonra bile çözülmesi, bu kadar gelişmişliğine rağmen bizim en geri toplumsal koşullarımıza dayanan devrimimizin çözülmemesi işten bile değildir. Peki ne önledi bunu? Bunu, sosyalist insan kavgamızı şiddetlendirmemiz önledi.
KÜRT HALK ÖNDERİ ABDULAH ÖCALAN
- Ayrıntılar
Ülke yolu, paha biçilmez kutsal bir yoldur. Ülke yolundan çıkıp, düşman yoluna giden insan tarihi, toplumu ve siyasetine en büyük ihaneti yapmış, o günden bugüne iflah olmamıştır. Birçok kişi, çok zayıf düştü, sesi soluğu çıkmadı. İmkânsız, olanaksız kaldı. Maalesef burada geri kaldı. Şimdi de düşman istediği gibi onunla oynuyor. Neden? Ülke yolundan döndüğü, ucuz bıraktığı için. Bunun için şimdi en büyük görev, ülke yolunu açmaktır. Halkın özgürlüğü için yolu açmak gerekir. Şunu çok iyi bilince çıkarın, eğer ülke yolu yoksa insan ne kadar okumuşta olsa dünyadan hiçbir şey anlayamaz. Ne sevgi olur, ne maddi, ne manevi olarak insan kendini güçlendirebilir. Kimse saygı göstermez, her zaman dünyanın kötüsü olur. Siz şimdi nasıl ki dünyanın kötüsü durumundasınız, ülke dışında da öyle kalırsınız. Bunun için eğer dürüstseniz, kendinize güveniyorsanız ülke yolu size açıldığında büyük bir şans olarak göreceksiniz, paha biçilmezdir. Ben kendim de bunca yıldır bu yoldayım, yüksek okulu da bitirdim, tek başıma bu yola da girdim ve imkansız da olsa, bütün dünya bize düşman da olsa, bu yoldan değerli yol yoktur dedik. Bu yolda ki yaşamdan daha değerli başka bir yaşam yoktur dedik ve şimdiye kadar böyle geldik. Sonuçta ne çıktı, bu yol; güç olma yoludur, şeref yoludur, başarının yoludur, her türlü im-kanın yoludur, kendini yeniden yaratmanın yoludur. İnsanın düşmanını, kendini tanıdığı bir yoldur. Sonuçta insan ülkesine sahip çıkarak bu yaşamın yolunu açabilir.
Şimdi siz ilk önce iflah olmak istiyorsanız imkanlarınız ne kadar küçükte olsa ülke yolunda çok dürüst adımların sahibi olun. Bunun dışında iflah olmanız mümkün değil, bir saygınlığınızın olması mümkün değil. Belki biraz zorluk olur. Siz de görüyorsunuz ki bütün yükü ben taşıyorum, fakat bugüne kadar büyük bir çoşkuyla istekle getirdim. Ülke amacı, ülke de yaşamın amacı, insanda ne kadar büyük bir aşkla gelişirse insan o kadar sağlam yürüyüşün sahibi olur, coşkuyla yürür. Ülkesiz, aşksız insan kurudur, beş para değeri olmaz. Şimdi siz bu kadar zayıfsınız, bu şekilde giderseniz yaşama da sahip çıkamazsınız. Bunun nedeni; ülkenizin yolunda değilsiniz de o yüzden.
İkincisi tabii insan askeri olarak ülke yoluna girer, militan bir kişilikle. Bunun içinde her yönlü eğitim hazırlık gerekiyor. İdeolojik yönden, siyasi yönden, askeri yönden bazı şeyleri öğreneceksiniz. İnanıyorum ki Partimiz büyük dersler veriyor. Bunlar size de ulaşıyor. Siz askeri yaşamı bundan sonra yemek-içmek gibi kendinizde farz bileceksiniz. Yaşınız gençtir, eğer üzerinde durursanız siz çok güçlü birer gerilla, birer asker olabilirsiniz. Bunun dışında da başka çareniz yok. Ben kendim de 40 yıldır askerim, bugüne kadar hiç izinde yapmadım. Bir gün bile demedim eve gideyim, bir tatil yapayım. Başlangıçta ben yalnız askerdim. Halk ordusunda ben yalnızdım.
Şimdi görüyorsunuz milyonlar olduk. Başlangıçta beş kuruş paramız yoktu, bir tek kurşunumuz yoktu. Şimdi görüyorsunuz ki, biz halk ordusu olduk. Bütün bunları biz iğne ucuyla kazıdık, halkın önüne çıkardık, ben yalnızdım. Yoktan vazedildi, yaratıldı bunlar. Şimdi size bakıyorum, hazır olanı değerlendiremiyorsunuz, kendinizi büyütemiyorsunuz. Tabii bu büyük bir kusurdur, eksikliktir. Böyleleri fazla büyüyemezler. Eğer siz güçlenmek istiyorsanız; askeri militan yaşamda önderlik nedir, ne değildir, önderlik insana hangi imkanı sağlar, hangi güçtür, ben kendimi nasıl yaptım, sizin için gerekli olan ilk derste bunları öğrenmektir. Öğrenemezseniz düşersiniz, Kürdistan da mümkün değil yürüyemezsiniz. Bir şansa sahipsiniz, bu şans gerçekten çok değerlidir. Ben yine de bunca yıldır bir gün de olsa ülke dağlarına ulaşmak için sabrediyorum. Ülke dışında on sekiz yılım doldu. Ülke içinde de onbeş yıldan fazla ülke dağlarına ulaşmak için kendimi hazırladım. Bazı arkadaşlarımız gidiyor değerini bilmiyor. Tabii bu onların gafletinden kaynaklanıyor. Bakışlarında hayırlı bir şey kalmamış. Güçlü bir yurtseverliğe sahip değiller. Tabii böyleleri içimizde bir şey yapamıyorlar. Neden yapamıyorlar? İnanç yok, sizden bu şekilde bir şey çıkmaz. Ne zaman sizden iyi bir askeri kişilik çıkar? Ülke yolunda sabırla yürüdüğünüz zaman. Böyle olursa belki sizden güçlü bir Kürt çıkar. Böyle olmazsa bu dünyada bir sesin sahibi olmanız mümkün değil. Yaşamınızın kanunu böyledir.
Yaşamınızın başından bugüne kadar, her zaman nasıl bir sesin sahibi olabiliriz, bunun için ne yapabiliriz? Düşmüş toplumdan uzaklaşacağız, hatta aileden, elden bir şey gelmezse bir güç oluşturacağız dedik. Sizin oluşumunuz bu temeldedir. Neden? Eskiden bir iki kişi bir araya gelemiyordu. Şimdi görüyorsunuz yüzlerce insan toplanabiliyor. Neden? Önderliğe inanç var. İnsan fesat yaşama imkan vermemeli, iddiasız, amaçsız yaşama imkan vermemeli.
Şimdi bakıyorum, hepiniz gençsiniz, size yüzde yüz adınızdan önce gerilla yaşamı gerekiyor. Ne yapıyorsanız yapın. Bunun için kendinizi hazırlamanız gerekiyor. Eğer bir insanın ülkesinden, özgür yaşamından bir şey almasını istiyorsanız siz yaşamınızı bu yola adayacaksınız.
Tecrübeniz var tabii. Bugüne kadar bizi getiren bu yoldan başkası değil. Ben de sizin gibiyim. Bazıları diyor bu mucizedir. Zayıf bir köylüden mümkün değil bir önder çıksın. Bu doğrudur, tarihte örnekleri yoktur, ama Kürtler için bir şey var ki, zengin biri Kürt davasını kabul etmez. Bu bir çerçevedir. Hiçbir zengin Kürt davasını üstlenmez, kabullenmez, hatta küçük bir memur dahi kabul etmez. Kim kabul eder. Ancak çok fakir biri, çok çaresiz bir ortamda bir köyde yaşamış biri kabul eder. Bunlarda çok azdır, olmuyor. Zengin kendi menfaatinde, fakir de bana bir şey olmasın diyor. Fakat biz kendimizi yaptık, görüyorsunuz ki önderliğimizi yaptık. Bu bir mucizedir. Sizin için de büyük bir güçtür. Başka bir biçimde birinin sizi silah sahibi yapması mümkün değil. Hatta size bir iş bile vermezler, bir hammallık bile vermezler. Artık bilmi-yorum yaşamı tanımıyorsanız, tanımayın, kimse size merhaba bile demez. Bunun için ne kadar zor da olsa siz bu yolda çoşkulu ve askeri yaşamda da istenildiği gibi bir disiplinle kabulleneceksiniz. Neden? Bu sizin için bir doğrultudur. Bundan başka yaşam bize kapalıdır, olamaz. Biz önce de çok konuşma yaptık, tekrarlamak istemiyorum, okumanız gerekiyor.
Yine söyleyeyim, siz şimdi ülke hazırlığı yaparken buna çok değer verin, benim de bunca hazırlığım bir an önce ülkeye ulaşmak içindir. Tabii üzerimizde dünya duruyor, keyfime göre değil, benim keyfime göre olsaydı durmaz ülkeye giderdim. Ama bu imkanlar sizin için var ve sizin için çok büyüktür de. Bunun için sonuna kadar bu çizgiyi tutacaksınız. İnsan Kürdistan'da yüzeysel, keyfine göre bir şey yaratamaz. İşte bu önderliğe bir şey gereklidir ki, çok sabırlı ve anlama düzeyi çok yüksek olacak. Tabii insan her zaman düşmanına karşı büyük bir kin de beslemeli, özgür yaşamı çok istemeli, ancak o zaman insandan birşey çıkması mümkündür. Bunun dışında nereye bakarsan bak, çıkış yolu yoktur. Siz şimdi çevrenize bakıp özgür olduğunuzu sanıyorsunuz, fakat özgür değilsiniz.
Siz ülkesinden çıkmış lanetli bir kavim olmakla beraber, düşmanınıza yem olmuşsunuz, siz busunuz. İçinde olduğunuz imkanlar bunu kırıyor, kırmaya çalışıyor, yeni bir şey önünüze koydu. Ben bunun için söylüyorum, sizin gibi kızlara, erkekelere insan ne yapsın ne yapmasın? Ülke yolundan, ülke içi savaştan başka imkan olamaz. Bunun dışında başımıza bela ederiz. Yine tekrarlayayım; zorluğu ne kadar çok olsa da çoşkulu olmak gerekiyor. Neden? Düşmanın verdiği yaşam namussuz bir yaşamdır, kabul edilemez. Eğer kabul ederseniz namussuzsunuz ve sizden hiçbir hayır gelmez. Eskiden söylerlerdi müslümanlığın şartı, işte islamın şartı beştir, kabul eden müslümandır, etmeyen kafirdir. Bizde de böyle olmuş. PKK'nin bazı şartları var. Bunlar yaşamın şartalırıdr. İnsan bunları kabul etmezse kafir gibi olur, cehenneme gider. PKK'nin şartları yaşamın şartlarıdır. Bunun için çok dürüst bir şekilde PKK'nin şartlarıyla yaşamanız gerekiyor. İnsan parayla doymaz, rahatlıkta da rahat olmaz. Düşmanıyla başa çıkamayan, ülkesinde yaşamın yolunu açamayan milyoner de olsa, çok zengin de olsa yine de beş para etmez. Yani getire-lim böyle birini ülke yolu üzerine, görecek ki bundan başka hiçbir işi istemek bizim için haramdır. Bizim için helal olan devrim işidir. Birçok konuşma kitaplarda size verilmiş. Bir çok devrede büyük konuşmalar yaptık. Bunlardan sonuç çıkarmanız gerekiyor. Parti'nin verdiği savaş çok büyüktür. Bundan sonuç çıkarabilirsiniz. Gün be gün savaştır, tecrübeli arkadaşlar yanınızda var. Ülkeye giderseniz kendinizi de güç-lendirirsiniz. Ama yine inancınız başlangıçla bağlantılıdır. Kendinizi askerileştireceksiniz, dağda insan iyi askerileşebilir. Dağlar insanı korur, güçlendirir, bilinçlendirir, ama bunlar çalışmayla, savaşla olur. Dağda kendimi yere atayım dersen, sen ölürsün. Sen bireysel bir yaşama tenezzül edersen ölürsün. Kendini ihmal edersen, dağda sana birşey yapamaz. Bu-nun için size ne gerekiyor, söylediklerimi kendinizde hakim kılacaksınız. Bu şekilde yanınızdan bir çok arkadaş gitti. Biliyorsunuz kimisi kaçtı, kimisi de şehit düştü. Bunun nedeni ar-kadaşlarımız ülkeye gidişte çok hayali yaklaştılar. Gidip gördüler ki, hayal ettikleri gibi değil, açlık var, susuzluk var, kendilerini yapamadılar, daraldılar, bunlar sizin kusurlarınızdır. Bana bakın, yalnız başıma bunca işi nasıl yapıyorum. İmkânsızlıklarla, inançla, amaca bağlılıkla buraya kadar geldim. Bence yaşamın adı budur.
Sizde de bunların hakim olması gerekiyor. Geçmişte giden arkadaşlar gibi yapmayın. O arkadaşların yanlışlığı hayallerinde ülkeyi cennet olarak görmeleridir. Hayır, ülke harabeye çevrilmiş, fakat insan bu harabenin içine girip cenneti yaratmalı. Bu savaşla olur. Düşman bütün ülkeyi kendisi için almış, fakat diğerini harabeye çevirmiş. Biz de kendimiz için ülkemize bakalım. Düşmanın yıktığını biz yapacağız. Bizi kaldıran şeyleri kabulleneceğiz. Bizi yekeden şeylere karşı duracağız.
Rêber APO
- Ayrıntılar
Atina üzeri Avrupa ‟ya çıkış yapmaya çalıştığım 9 Ekim 1998 ve sonrası, özünde modernist paradigmanın bakış açısının şahsımda yaşanan iflasıydı. Çok sığ ve kuşkulu zihniyet yapımı tüm dönüştürme çabalarıma rağmen ülke içi başarılı bir özgürlük gücüne tam ulaştıramamam; bu yönde önümdeki engeller, bir anlamda beni zorunlu olarak uygarlığın yetkin temsil gücü olan Avrupa “ya çıkış yapmaya zorladığı açıktır. Bu gerçeklik bir anlamda da kendi öz gücüne güvensizliğin itirafıdır. Yaşanan tarih, zamansaldık ve mekan olarak derin bir çıkmazı ifade ediyordu. Yaklaşık 20 yıllık (1979-1999) Ortadoğu‟daki çabalarım çok önemli gelişmelere yol açmasına rağmen tıpkı Ortadoğu toplumunun kendisi gibi içinde yuvarlandığı kördüğümü kalıcı çözüme taşımaya yetmedi.
Önümde beliren iki yoldan diğeri olan “Dağdaki savaş”a yönelmem bir olanaktı. Fakat hem çok gecikmiş olmam, hem de silahlı güçlerin kutsal olması şurada kalsın, dejenere olması halinde nasıl arzulananın zıddına sonuçlara yol açtığını görünce, bu alanda kısa ve kolay bir çözüm umudumu adeta köreltiyordu. Bir de mevcut güçler mevzilenmesinde kolay çözümden ziyade, vicdanları körelten bir “öl ve öldür” çengeline takılmış yaşam alışkanlığı, aslında ahlaki ve felsefi olarak da giderek bireylerin yanlış yürüdüğünü ortaya koyuyordu. Dağa yönelmem, belki teknik-taktik anlamda düzeltmelere yol açabilirdi. Ama nihai, stratejik bir çözüme yol açabileceği kuşkulu görünüyordu. Daha çok entelektüel gücüme güveniyor ve tarihi rolümü böyle oynamam gerektiğine dairsürekli bir his ve ilham kaynağı taşıyordum. Kürt ve Ortadoğu toplumu olgusunda gerekli olanın çok kan dökerek sorunları çözme yerine, köklü entelektüel çıkışlara ihtiyaç olduğuna dair kanımı da hiç yitirmedim. Bocalama bu iki eğilim arasındaydı. Kan ölçüleriyle, entelektüel çığır ölçüleri ben de adeta boğuşuyordu. Eğer çok ufak bir fırsat görsem bile entelektüel politik çıkışa ağırlık vereceğimden kuşkum yoktu. Özellikle Filistin-İsrail sorunsalında ki çıkmazlar bana kör şiddetin anlamsızlığını daha da açıklar nitelikte gelişince “şiddet felsefesini” yeniden çözümleme gittikçe kaçınılmaz hale geliyordu. PKK‟nin yaşadığı ve neredeyse önlenmesi zor, yozlaşmış çete anlayışı bu yönlü eğilimimi güçlendiriyordu. Bu gerçekliğin arkasında ise, tüm modern sorun ve çözüm yollarının Avrupa kaynaklı olduğu inancı, Avrupa üzeri arayış gereğini dayatıyordu. Adeta ikiye parçalanıyordum. Sonuç olarak Atina üzeri girişime olanak verilmesi ve Türkiye yönetiminin Suriye üzerindeki ağırlaşan yönelimi bilinen çıkışa yol açtı.
Atina, Moskova, Roma ve tekrar Atina üzeri Kenya-Nairobi‟de sonuçlanan dehşetvari maceranın beni yeniden bir doğuş yapmayla karşı karşıya bıraktığı açıktı. Burada özümün, iyi niyetimin, büyük çabalarımın savunmasını yapmak kişisel olarak fazla anlam ifade etmez. Ortaya çıkan sonuç; sadece bir infaz da değil, bir çarmıha gerilmedir. Başta belirttiğim gibi, suçu hemen Türkiye yönetimine yüklemek ve dünya sistemin Türkiye‟ye verdiği rolü derinliğine ve tüm tarihi kapsamı içinde değerlendirememek, direk ve dolaylı komplocu güçlerin düşündükleri gibi kendilerini gizleme anlamını da taşıyacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yönelik savunmamda da, bu nedenle günümüzün nasıl bir dünya sistemi olduğunu açıklamaya çalıştım. Bu savunmam, neredeyse hiyerarşik toplum uygarlığı içinde erimiş durumda bulunan Kürt varlığını, olgusunu tarih içinde ve tüm yönleriyle ortaya koymayı amaçlıyordu. Bir sorunu doğru ortaya koymanın çözümün yarısı olduğunun bilinciyle bu çabayı harcadım. Bu çaba, son Irak işgalinde de görüldüğü gibi öngörülerimi şahane bir biçimde doğrulamakla kalmadı, olası çözüm olanaklarını da hem arttırdı, hem açık hale getirdi. Sistemin çarmıha germe, Prometheusvari bir kayalığa çivileme yöntemi, klasik veya mitolojik çağlardaki sonuca pek benzemiyordu. Kapitalist dünya sisteminin “küresel taarruzuna” karşı halkların da “küresel demokrasi” arayışını güçlendirmek ve Kürt sorununun çözüm yollarını da yakalamak imkan dahiline giriyordu. Özellikle “İmralı tek kişilik tutukevi” sürecim; tarih boyunca alışılan çürütmeye karşın, hem felsefi hem pratik bilimsel bir çözümün sadece şahsım ve Kürt halkı için değil, tüm insanlık için çıkış bulabileceğini kanıtlıyordu. Demek ki tüm geçmişimi suçlamamın doğru olmadığı, diri ve haklı bir özün mevcudiyetini koruduğu da gerçeğin diğer bir yanıydı. O halde daha önceki savunma ve açıklamalarımı tamamlar nitelikte önemli bazı hususları açmam büyük öneme sahiptir. Teorik tespitlerimin Helen, Türk, Kürt olgularında sınanması daha da aydınlatıcı olacaktır.
Hatanın temelinde devlet, siyaset ve kaynaklandıkları çağdaş kapitalist sistem ve ona alternatif olarak çıkan “reel sosyalizme” yaklaşım rol oynar. Genelde hiyerarşik uygarlığı, özelde onun en gelişmiş biçimi olan kapitalist sistemi ve ona alternatifi olarak doğduğu iddiasında olan reel sosyalist uygulamaları, inanç yanı ağır basan bir biçimde dogmatik olarak değerlendirmeyi aşamadığımı kabul etmek durumundayım. Sürekli “bilimsel sosyalizm” kavramını kullanmam ve çok çaba harcamama rağmen istenen yaratıcı sonucu doğurmadı. Genellemeci ve ezberci kılıfı yırtamadı. Sistemlerin resmi tahlil düzeylerini aşamadı. Sosyalizme ilk adımları attığımda tesadüfen elime geçen “Sosyalizmin Alfabesi” adlı kitabı 1969‟da okuduğumda kendi içimde şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Muhammet kaybetti, Marks kazandı.” Özde ne kadar farklı ideolojik önderlikler olsa da, benim açımdan Marksizm‟de de var olan dogmatik düzeyi aşacak kadar bir dönüşüme yol açamadı. Bir dogmacı tarzdan diğerine objektif olarak yuvarlanıyordum. Şüphesiz Ortaçağın güçlü devrimci ideolojisi İslam‟la yeni çağın kapitalizmini aşma iddiasındaki Marksist sosyalizm arasında önemli farklar var. Fakat sorun, bu gerçekliği somutluk içinde değerlendirebilmektir. Bu da yetkin bir tarihsel bilinci şart kılar. Ancak düzeyimiz Semitik bir tarih anlayışını aşamıyordu. Kaldı ki reel sosyalizme geçit veren Marksizm‟in temelde hiyerarşik toplum uygarlığını aşamadığı, dolayısıyla temel iddiası olan sınıflı toplumu aşması şurada kalsın, onun vahşi bir biçiminin doğmasına katkı sunduğu da açığa çıkan diğer bir yanıdır. Ortadoğu toplumun da donuk olarak şekillenen kişiliğe tam bir Marksist cila vurmanın çelişkiyi çözme gücü şurada kalsın doğru yakalama gücüne bile ulaşmayacağı açıktır. Ortadoğu özelinde hatta dünya genelinde yaşanan geleneksel sağ-sol veya yerleşmiş milliyetçi, dinci söylemlerin son tahlilde kapitalizmin ideolojik dağarcığında yer bulacakları sıkça yaşanmış bir gerçekliktir. Reel sosyalist sistemin 1990‟lardaki kapsamlı çözülmesi buna en iyi örnektir. İdeolojik dönüşümü bu yıllarda hızlandırmak gerekirken, artan tıkanma etkenleri durumu daha da ağırlaştırdı. Bir söz vardır “insanlar ancak uçurumun kenarında kanatlanır.” Benim için de yaşanan gerçeklik buydu. Sistemin tüm acımasızlığıyla ve gerçek özüyle saldırısı karşısında temel insanlık ve arkasındaki doğal gerçekliği yakalamak ancak kanatlı düşünmekle mümkündü. Biraz da bu yaşandı.
İdeolojik dönüşüm ve gelişmem en açık sonuçlarını şüphesiz çağdaş siyaset, devlet ve kaynaklandıkları uygarlık çözümlemesinde ifadesini buldu. Çocukluktan beri yükselmeyi hep devlet katında arayan bir yolculuğa çıktığımızı samimiyetle itiraf etmeliyim. Devrimle devlet yıkma farazilerimiz bile, yine kendi devletimizi kurmaktan öteye gidemiyordu. Tuzak buradaydı. „Devletçi ideoloji‟ ler benim açımdan artık çözümlendikleri kadarıyla tamamen bir kurtuluş aracı olamazlardı. Kapitalist, sosyalist, ulusal üniter ve federalist demokratik sınıf devletleri hiyerarşik toplumun din, cins, etnisite, çevre, sınıf sorunlarını çözmek şurada kalsın, bu sorunların bizzat kaynağı durumundadırlar. Çözümü her bakımdan bu kaynağın dışında aramak ve ta neolitik toplumdan beri çakılmış kalmış halkların, bireyin ve tarih boyunca ailenin içine sıkışmış bulunduğu konumundan, dağ başında ve çölde hala direnen aşiret olgusuna, din cemaatlerinden kadının bin bir kılıfa bürünmüş objektif direnme gerçekliğiyle, toplumun temel kurumlarını savunmaktan, bireyin yitik özgürlüğünü yakalamaya kadar çok yönlü bir “yeni yol” arayışına dayandırmak gerektiği temel bir öneme sahiptir. Çevreyi, ekolojik dengeleri alt üst eden toplum ve sınıflı uygarlıktan; bilimle sıkı işbirliği temelinde ekolojik toplum arayışıyla çıkış aramak ertelenmez bir görev durumuna gelmiştir. Marksizm‟in körüklediği köle–serf-işçi yüceltmesini kabul etmeyen bir sınıf anlayışı da bu arayışın vazgeçilmez bir eksenidir. Kullaştırmayı, serfleştirmeyi, işçileştirmeyi bir aşağılanma olarak gören ve her koşulda bizzat bu olgulaşmalara karşı direnmeyi esas alan bir „sosyalizm‟ anlayışı aranmak durumundadır. İyi köle, iyi serf, iyi işçi olamaz. Üç kategori de insanlıktan, özgürlükten düşüşü ifade eder ve özgürleşme esas alınıyorsa, bu olgulara sürekli karşı konulması gerekir. Dolayısıyla bu olgulaşmaya karşı direnen her toplumsal olguya, daha bir yücelikle bakmak gereği vardır. Bu nedenle binlerce yıllık dağ başında, çöllerde, orman kuytularındaki etnisitede, ailenin ezilen cinsi kadında yaşanan muazzam direnmeler köleliğin, serf ve işçinin direnmelerinden kat kat daha eski, derinlikli ve yücelikli olgulardır. Yeni toplum, felsefe ve uygulamalarımızı bu esaslara dayandırmalıyız. Binlerce yıllık peygamber, bilge gelenekleri, Marksist, liberal, çağdaş direnişlerden belki de binlerce kez daha zengin içerikli ve hacimli sosyal olgulardır. Ancak kapsamlı bir tarih-toplum çözümlemesine konu olabilecek bu olgusal yaklaşımlara dayalı temel toplumsal ve doğasal felsefeyi, kendi açımdan en genel bir ifade olarak “demokratik ve ekolojik toplum” olarak değerlendirdim. Bir çözüm hedefi olarak belirlemeye çalıştım.
KÜRT HALK ÖNDERİ ABDULAH ÖCALAN
- Ayrıntılar
Devrimci hareketimiz PKK adıyla kendini açıkça ilan ederek yürüttüğü mücadelede, büyük gelişme ve derslerle dolu 14 yılını geride bırakırken, 15. yılını artan zafer umudu kadar somut olanaklarıyla karşılamaktadır. Sadece kayıplarıyla değil, çok yönlü kazanımlarıyla, Kürt gerçekliğini hep başkaları için en kötü tarzda kullanılan bir hammadde, bir malzeme olmaktan çıkarıp her şeyiyle kendisi için, özgürlüğü ve bağımsızlığı için harekete geçiren insanlığın tutkulu iradeli ve bilinçli savaşımına büyük değer veriyor ve bunun için kazanmaktan başka hiçbir şeye seçenek tanımıyor.
Bir anlamda zafer sadece bir zaman meselesi olarak değerlendiriliyor. Bu anlamıyla parti tarihimiz sadece siyasi bir tarih olmuyor Bu, ilkel komünal dönemin içinden insanın çıkış özellikleri kadar, günümüzün en inceltilmiş emperyalist-sömürgeci imha ve asimilasyondan çıkışın da gerçekleşmesi ve böylesine en çelişkili bir gerçeğin devrimci tarzda aşılmasıdır. Yine birçok yakın çağ devriminin olumlu özelliklerini içeriğine katan ve ayrıca insan olmanın temel özelliklerini, ona hükmeden ilkelerini benimserken, günümüz insanlığının önündeki en büyük tehlikeleri, bu tehlikelerin dayandığı kapitalist sistemi de karşılayan ve bununla birlikte bir nevi kapitalizm anlamına gelen reel sosyalizmin olumsuzluklarına karşı gerçek sosyalist tutumu geliştirerek gerçekleşen PKK, bir öncülük kurumu ve bu temelde bir halkın dirilişine imkan verme olayı oluyor.
Halen baş çelişki olarak savaşılan ve günümüzün en gerici ve hatta sadece bölgesel değil, uluslararası alanda da bu yönüyle merkezi bir yer işgal eden TC egemenliğine karşı geliştirilen çözümlemeleri devrimci pratikle tamamlama süreci buna dayanıyor. Bu, uluslararası devrimin yeni aşamasına cevap olmayı da içeriyor.
PKK'nın şu son 1992 yılındaki mücadelesine dayatılan açık ve resmi TC önderliğindeki karşı devrimci savaşıma, neredeyse bütün dünyanın resmi ve gayrı resmi egemen güçleri destek verdiler ve bunun başarısı için büyük olanaklar sundular. Bu oldukça açığa çıkan bir gerçektir Yine sömürgeciliğin, Kürdistan tarihinin en çarpıcı gerçeği olan iç ihanetin en gelişmiş bir işbirlikçilik örneğini sunan Güney Kürdistan'daki savaşla bu yılı da kendi lehine tamamlamaya çalışması mevcut savaşımızın bir ulusal kurtuluş savaşımından çok, bölgesel alanda siyasal gerçeklerle kaynaşan, etkileyen-etkilenen bir oluşumdan da öteye evrensel bir anlama bürünmeye yatkın bir düzeyde olduğunu çarpıcı bir biçimde pratikte gösterdi.
Bazı dönemlerin evrensel özellikleri olan devrimleri Fransız Devrimi, Bolşevik Devrimi gibi devrimci odaklanmayla karşı karşıya olduğumuzu, daha önceleri teoride, fakat geçen 1991 yılında da pratikte artık herkesin görebileceği bir açıklıkla ortaya koyduk. Hiç şüphesiz bu savaşımın en başta kendisi için verildiğini bilen Kürdistan halkı, bunu iliklerine kadar duymaktadır. Bu savaşımın kendi ulusal gerçeği için ne anlama geldiğini, onun için birliğin, örgütlenmenin ve bilinçlenmenin ne olduğunu, ne kadar ihtiyaç haline geldiğini tarihinde belki de ilk defa bu düzeyde anlamış ve kazanmış bulunuyor. Daha da ötesi bir türlü temel insanı, ulusal ve özgürlük için isyan haklarına layık görülmüyor. Yine yaşama şansı var mı, yok mu, olsa da hangi sınırlar dâhilinde olmalı biçiminde anlamsız bir tartışmanın muhatabı durumundaki Kürt halkı, kimlik sorununa hiçbir dönemle kıyaslanmayacak bir biçimde karşılık vermeye çalışıyor, kimliğine sahip çıkma gereği duyuyor. Gün geçtikçe bunun savaşla bağlantısı, bunun siyasetiyle ve bu siyasetin de her düzeydeki örgütlenişiyle ilgili çarpıcı sorunlarını görmek kadar, çözüm yolları için bilinçli çaba harcıyor. Sadece dünyanın kendisini kabul etmeye hazır olmama talihsizliğini değil, vahşi bir düşmanın her türlü yöntemle kendisini imha etmeye çalıştığını, bir o denli kendinden kopuşun ve kendinden vazgeçmenin her türlü alçaltıcı, aşağılaştırıcısonuçlarını görerek, bununla savaşmanın ne kadar gerekli olduğunu bilinç haline getiriyor ve bütün bunları sıcak bir savaşım ortamı içinde gerçekleştiriyor.
Bütün bunlar derinden oluşur ve yaşanırken, daha da derinlemesine baktığımızda, özellikle düşman cephepsinde akıl almaz bir özel savaşım her alanda tırmandırılıyor, iç ve dış alanlarda azami olarak ne yapılması gerekiyorsa, o yapılmaya çalışılıyor ve bu sonuca doğru götürülmek isteniyor. Özellikle bunun psikolojik boyutu bellekleri, ruhları daha da anlamsız kılmak, saptırmak, yabancılaştırmak için ne lazımsa ona yöneliyor. Özellikle de basın-yayın vb. iletişim tekniği de çok pervasızca kullanarak, bir de bu yönüyle eşi görülmemiş bir boyuta tırmandırılıyor. Öyle bir PKK umacısı yaratılıyor ki, sanki bütün sorunların kaynağında PKK yatıyormuş gibi bir hayal yaratılıyor. "Eğer PKK üzerine yürürsek ve onu ezersek bütün sorunlardan kurtuluruz" gibi topluma sahte umutlar yayılıyor ve bu temelde birçok çarpıtma geliştiriliyor. "PKK nedir, APO kimdir ve bunlar Türklükle nasıl oynuyorlar" vb. gibi her türlü akıl almaz yöntemlerle gerçekler çok ters değerlendirmelere tabi tutuluyor. Diğer yandan da terörün en dehşetli biçimleri uygulanarak insanlar paramparça ediliyor, iplere bağlanarak helikopterlerden sarkıtılıyor, panzerlerle sürükleniyor, yine ceset teşhirleri günlük vakalar haline geliyor. Bir anlamda Türklük son bir savaşı kazanmak için her şeyini ortaya koyuyor.
Dünya gerçekten Kürdistan'da yaşananları normal ölçülerle anlamak istemiyor. Hatta kendi çağdaş, ulusal, sınıfsal ölçüleriyle yaklaşmadığı gibi kendi temel ahlaki, hukuki ve siyasi ilkelerini bile yadsıyor. Yeni olan nedir? Bu gerçekle kendisine yönelen nedir? Biraz da bunun verdiği korkuyla ki bunda bencillik var günümüzde burjuvazi, tek bir kişi olsa bile bir devrimciden ne kadar korktuğunun da açık bir örneği ile karşımızdadır.
Bütün dünya PKK devrimciliğine bilerek veya bilmeyerek, aslında bazıları da bilmeyerek karşı dururken, burjuvazinin karşı ruhu bir kez daha şunu fark ediyor ki, Ğadına o "yeni dünya düzeni" dediği biçimde de gerçekleşseĞ "tecrit ettim, her şeyiyle yüklendim, mutlak yenilmelidir" dediği noktada bile ne kadar ürktüğünü, telaşlı olduğunu, PKK'nın bu büyük direniş savaşımı bir kere daha gösterdi.
PKK Evrensel Bir Harekettir
Kocaman imparatorlukları aşan devletler var. Tarihte birçok güçlü imparatorluklardan çok daha ileri güçlü egemenlikler var. Yine de korkuyorlar. ABD sözcülerine, yine İngiliz sözcülerine bakalım ve hatta Rus hükümetine bakalım! Hepsi TC'ye "al sana bu kadar helikopter, destekliyoruz seni" diyorlar. Bölge güçlerine bakalım, "bizi de tehdit edebilir, birleşelim, zirveler yapalım" diyorlar. Yine iç gericiliğe bakalım; "aman imdadımıza gelin" deyip, böylesi bir birleşme içine girmesi, devrimin yetkin bir temsilcisinden egemenlerin duyduğu korkunun en çarpıcı örneklerinden birisini temsil ettiğimizi ortaya koyuyor. Bu ancak kapsamlı bir devrimci olguyu yaşamakla mümkündür.
Bir dönemlerin egemen Roma düzenleri vardı. Ve yine Firavunlar düzeni. Doğu'nun görkemli imparatorlukları vardı. Küçük adımlarla başlayan çıkışlarla giderek sonlarının nasıl geldiğini biliyoruz. Bir anlamda kapitalist imparatorlukların da buna benzer bir çözülüşü söz konusu oluyor. Her şey ellerinde, ama buna rağmen güvensizler. Uluslararası kapitalist düzen şu anda, "tek dünya nizamıyım" biçiminde kendine anlam vermeye çalışırken bile kuşkulu. Hatta en bunalımlı ve belirsizliklerle dolu bir durumu yaşıyor. Zirvedeki imparatorlukların yıkılmaya başlaması gibi bir durum, bir kez daha yaşanıyor. İşte tam da bu noktada, "bu PKK denilen olay da nereden çıkıyor" sorusunu kendilerine soruyorlar. "Yıkılışımıza bir dinamit olmasın, bir çözücü başlangıç yapmasın mı?" diye kuşkuyla bakıyorlar. Böylece kendi ilkelerinin de önemli kısmına ihanet ederek, temel insan haklarını, ulus haklarını hiçe sayarak ve bir anlamda kendilerini de yadsıyan bu yaklaşımlarıyla yenilgi tohumlarını içeren tutum içinde bulunuyorlar.
Bütün bunları PKK bilinçli bir tarzda mı hazırladı? Biraz bilinçli. Nitekim bunun ilk ifadesi PKK'nın devrimci teorisidir. Biraz kendiliğindenliği ortaya çıkaran da onun yürüttüğü politik, pratik savaşımıdır. Tarihte hiç şüphesiz her şey baştan sona planlı ve bilinçli gelişmez. Biraz bilinç kadar kendiliğindenlik de önemli rol oynar. Ama gelinen nokta PKK'yi artık böyle bir gerçeklikle yüz yüze bırakmıştır.
Artık bütün etkenler, PKK'nin salt ulusal sınırlar içinde bir ulusal kurtuluşçuluk ve hatta demokratik bir toplumla işin içinden kendini sıyıramayacağını gösteriyor. Bu rolünün bir gereği olarak giderek bölgeselleşip evrenselleşiyor. Bunun için daha derinlikli bir noktada ulaştığı sosyalizm içeriği, onu, mevcut sosyalizm deneyimlerini aşarak yaşanılabilir bir sosyalizmi yakalama ihtiyacı olarak, bunun siyasal ifadesi ve ulusal düzeyi kadar uluslararası düzeyin de yeni ifadesi olmaya zorluyor. Birey hakkı kadar, toplumun kolektif hakkını da bu muhteva içinde sağlam ele alarak değerlendirmeye götürüyor. Ya böyle gelişir ve başarır ya da ele alamaz ve başarısızlığa uğrama noktasına dayanır.
O halde PKK gerçeğini ele alırken, Ulusal kurtuluş savaşımı ve ona dayatılan özel savaşla ilgilenemeyiz. Bu yetmezliğe düşmemek için PKK öncülüğünün içeriğine bakmak gerekiyor. Yeni dönemde zenginleşen bu içeriği dar, milli sınırlara sığdırmakla ve yine diğer birçok ulusal kurtuluş örneğinde görüldüğü gibi günümüz devrimlerinden bir tanesi haline gelmekle bile onlar kadar başarı sağlanamayacağını görüyoruz. Dolayısıyla mevcut devrimci hareket, daha fazla sosyalistleşmek veya mevcut sosyalist deneyimlerden çıkarılacak dersler temelinde özellikle başarısızlığa yol açan nedenleri aşarak yaşanılabilir bir sosyalizmi, hem ilkede hem uygulama düzeyinde gerçekleştirmekle karşı karşıyadır. Yine başta sosyalizmin bu yaklaşımının artık daha açık olan ilkesi kadar, onun uygulamalı örneğini de temsil etmek gerektiğinin bilincindeyiz. PKK, bunun somutlaşın gösterme iddiası ve kararı kadar, bizzat bunu yaşamında gerçekleştiriyor.
Bu geçen kısa tarihi süre içinde bile, "PKK'yi böylesine savaşkan kılan nedir" diye bir soru sorulsa, herhalde bunun yanıtı, PKK'nin sosyalizme böyle iddialı bir girişi yapmış olmasıdır. Daha o zaman reel sosyalizme, onun her türlü hastalıklarına geçit vermeyen, sosyalizme böyle bir iddialı inanç duymak kadar bir bilim işi olduğuna hükmeden ve bunun bilinciyle donanmayı bütün görevlerin önüne koyan, bu konuda politik çıkarlara alet olmayan, ilkesel yaklaşımı esas alan, yine sosyalizmi her türlü taktik gelişmenin önünde ele alan, bunda oldukça tutarlı kalabilen ve bunun için inancını, bilincini temiz tutan bir parti olmaya büyük özen gösteriyor PKK. Onun savaşının ruhu bu tutum oluyor. Halen eğer PKK'nin bu büyük kahramanlığına yol açan nedir denilirse, temelde yatan bu ruhtur ve bu bilinçtir. Aynı zamanda onun bunu az çok yaşam tarzı haline getirmesidir. Bundan eminiz. Bunun dışında PKK olayına açıklık getirmek, en temel özellik söz konusu olduğundan zordur. Buna şu gerçek de ilave edilebilir.
1992 NİSAN
KÜRT HALK ÖNDERİ ABDULAH ÖCALAN
- Ayrıntılar
Baharın Nisan ayı, canlanmanın alabildiğine hızlandığı ve yaşamak isteyenlerin büyük bir tutkuyla kendini aştığı ve anlam bulduğu birçok canlının yaşam günleri oluyor. Yıllardır bizde böyle Newroz günleri, Nisan günleri, ulusal çözümlenmeyi, onunla birlikte diriliş, yaşamı geliştirmeyi temel görev bellediğimiz günler oldu ve halen üzerinde duruyoruz.
Direnme tarihimizde önemli bir aşamayı teşkil eden 1987 Mart ve Nisan çözümlemelerinde de benzer bir başlangıcımız vardı. Değişik biçimlerde, onun 1985-86 karşılanışı anlamlıdır. Daha da geriye gidebiliriz. 30 Mart Kızıldere şehitlerinin anısına bağlılık ve protestomuz, 7 Nisan’da tutuklanmamız vardı. Daha o zamandan beri baharın, çok önemli, anlamlı karşılandığını gösteriyor. 1974-75 baharları yaşama özgürce ve iddialı yaklaşmayı denedik. Başkentte imhamızın planlanıp hayata geçirildiği, Ankara’da tam bir Kürdistan bilinciyle ayrılışımız ve özgürlük tohumlarını bu aylarda serpmemiz söz konusudur. Hem düşüncede, hem pratikte 1976 ve 77 bahar ve Nisan ayları epey anlamlıdır ve çok önemlidir.
1977 ve 1978 partiyi ilan etme ve onu yaşatmanın çarelerini oldukça düşündüğümüz Mart-Nisan ayları söz konusudur. 7 Nisan 1979’da Ferhat Kurtay’la Mardin’e geldik. Bizi yepyeni bir süreçle karşılayan bir bahardı. Onun verdiği canlanma, iyimserlik duygu ve düşünceleriyle çıkış yapmamız söz konusudur. Yine 1980-81’i bu sahada karşıladık, düşmanın büyük imha yönelimini, 1980’in o ilk anlamlı eğitim birliğimizi hazırlayıp Kemal Pirlerin komutası altında yola koyduk. 1982-83’te kapsamlı bir biçimde tekrar ülkeye yönelmemizin baharını yaşadık ve Botan’a yöneliş, 1984-85’le bilindiği üzere, 15 Ağustos Atılımı’nın ertelenemez, anlamlı baharıydı. Hem de 1985’in sonuçlarını mutlaka başarıyla getirmenin ağır sorumluluğuyla karşılanması söz konusuydu. Agit arkadaşla yakın ilişkimiz altında 1985 Newroz’unu karşılamamız söz konusuydu ve bizzat kaleme aldığı Newroz umuduyla başlamıştık.
Böyle anlamlı bulunan Nisan karşılamamız var. Kimler ne kadar anlayıp hakkını verdiler? Herkesin kendine soracağı bir sorudur. Biz yaşamaya saygılıyız, yaşama saygısı olmayanların herhangi bir yaratıcılığından, üreticiliğinden bahsetmek zordur. Bizim için yaşamın neredeyse başına yıkıldığı bir halk gerçekliğiyle, bahar müjdesi gibi yaşamı müjdelemek çok önemlidir ve böyle olduğunu göstermeye çalıştık.
Halen gerçeğimize bireysel tutkularınız, egoizminiz korkunç çaresizliğiniz, yaşama ters düşmüşlüğünüz yansıyor. Sözüm ona bayramlara hazırlanıyorsunuz ama, bayramların hiçbir anlamını bilmeden bir katılımınız oluyor. Kendine saygıyı yitirmemek çok önemli! Her yetersizlik bir saygısızlıktır, her yaşamaya hakkını vermemek tüm kötülüklerin kaynaklandığı durumu yaşamaktır, durumu böyle olanların da yaşamına saygı gösterilmez. Onlar istedikleri kadar demagojik davranışlar sergilesinler, istedikleri kadar çalıp çırpsınlar, siyaset dilinde, yiğitlik, mertlik gerçeğinde onlar beş para etmezler. Hiç bir kurnazlık, sahtekarlık bu gerçeği değiştirmez, lafazanlık, körce pratik bunu başka türlü göstermeye yetmez.
Bütün çabalarımıza rağmen, yiğitlik yaklaşımları çok sınılırdır, kurnazlık, ölüm kokan davranışlar, ucuz yaşama göz dikenler veya en önemlisi de yaşama ilgi duymayan, yaşama karşı saygısızlıklar çok fazla. Bir komutaya hakkını vermenin tutkusunu, onun coşkusunu görmeyi çok istiyorum. Mumla arasan ya bir tane bulursun ya bulamazsın, ama onunla oynayanlar hem de en anlaşılmaz, en anlamsız biçimiyle sayısız görebilirsin. Bunlar gerçeğimizi ifade eder. Biz böyle olmamanın kavgasın veriyoruz. Ben halen bu noktada, bu direniş kahramanlarının çok anlamlı olduğunu görüyorum en özlü davranışların böyle gösterildiğine inanıyorum. Özlü olanların büyük eylemleri oluyor, fakat böyle değil de daha anlamlı, daha uzun vadeli bir savaşımla gösterselerdi diye hayıflanıyorum.
Övünmek gibi olmasın ama, bildim bileli kendimi çok zorlamama rağmen, yeterlilik sınırlarını tutturmaya büyük tutkuluyduk, yeterli iş yapmak, yeterli okumak, yeterli koşmak yeterli bilmek ve gerçekten bu tam da insana saygının kendisi oluyor. Çok az ağladığım oldu, ağladığım yerlerde de bir yetersizliğimin olduğunu gördüğümde onu gidermeye, büyük bir öfkeye dönüştürerek karşılık verdiğimde hatırlıyorum. Ağlamam koca karıca değildi, yetersizliğimi gidermenin öfkesiydi. Böylesi daha doğru oluyor ama, çoktan yetersizliklerle kendinizi büyüttüyseniz, gerçekleştirmeniz zor oluyor. Neden kendi işini en güzel, en doğru yapmıyorsun. En hayati konularda bile niye en güzel söz ve eylemi tutturamayacaksın? Çok mu zenginsin, çok mu iş yapmışsın? Yok! Hepiniz Allah’ın fukarasısınız!
O görkemli dağlarda baharı karşıladığınızda acaba ne kadar güzellik aklınıza geldi, onun savaşla bağlantısı, onun da insanımızın yetiştirilmesiyle, hazırlanmasıyla ilişkisi ne, kadar aklınıza geldi, ruhunuzu sardı belli değil. Daha sonra karşımıza çıkıp da “ben şöyleyim, böyleyim” demek fazla anlamlı değil. Ben yiğitliğin de gerekli olduğuna inanıyorum, alçaklığın ne kadar egemen yaşam biçimi olsa da, ne kadar kendini örtme imkanları olsa da, günün geçerli tek yaşam biçimi diye kabul görse de, esefle, lanetle, büyük bir inatla ona karşı direndiğimi belirtmeliyim. Boyun eğmeyeceğimi, eğmediğimi çok iyi vurgulamalıyım. Onlar siz olabilirsiniz ben olmayacağım, kendime karşı böyle bir şeref sözüm de var.
Yaşamaya büyük saygı duyuyorum, fazla yaşamasak da yaşama saygı gerektiğini, saygı göstermek için de hemen her düzeyde büyük yeterliliği yakalamak şartı olduğunu biliyorum. Onun için bu şartlara sahip değilseniz, saygı ve sevginin şartlarına fazla talepte bulunmayın. Öncelikle gerekli olan saygıdır, ondan sonra bir şeyler isteyin. Ben halen çok sınırlı bir saygı durumuyla uğraştığım için, kendim için hiçbir şey istemiyorum. Bütün ulaşmak istediğim biraz saygılı olabilmeyi, etrafıma, dostuma, düşmanıma gösterebilmektir. Kolay değil, bu kadar alay konusu olmak, bu kadar inkar konusu olmak, bu kadar insanlık yoksulu olmak kolay değil.
Siz iyi çocuklarsınız veya bir çırpıda ölürsünüz de, ama bütün bunlar saygı yaratmıyor, düzey tutturulamıyor, sadece ölünüyor. Çok çaba harcıyorsunuz, bu çabalar yüksek değer ifade etmediği için, onunla birlikte sizi götürüyor. Yetersiz çabalar, anlamsız çabalar! Benim çabalarımın anlamı sizi saygılı bir duruma getirebilmektir. Ama ne kadar başarıyoruz ayrı bir mesele. Benden mi kaynaklanıyor, sizde mi kaynaklıyor tartışılabilir.
Nasıl da bu yaşamı kendinize yakıştırdınız? Hep kendime sorduğum bir soru da budur; nasıl da sıkılmadınız, böyle yaşamaya güç getirebildiniz. Halen ben, yaşam utancını tam üzerimden kaldırmış değilim. Ele-güne rezil olmamak için ancak kendimi biraz ayarlayabilmişim. Halkımızın dengelerini yitirmemeye çalışıyorum veya onun çok yitirilmiş olan saygı durumunu oluşturmaya çalışıyorum. Fakat burada da bütün bu çabalara rağmen veya başarı gibi gösterilmeye rağmen kendimizi şiddetli sorguluyoruz. Bu kadar diri tutmaya çalışmamızın nedeni; kendimizi halkımızın saygılı yaşamına ilişkin durumunu, dengesini acaba bulabilecek miyiz sorusundan ötürüdür.
Bazıları yetmiş yaşına gelmişler, geliyorlar, çocuklardan beter durumdalar. Atmışlar kendilerini, ağlanacak hallerine gülüyorlar, gülünecek hallerine ağlıyorlar. Bunlar yiğitlik değil. Bir militan kişilik böyle olmamak durumunda. Onu yakalamak öyle sandığınız kadar ne kolaydır, ne de sizin gibi olmaz. Siz belasınız. Umudu diri tutmak, umudu yaşanılır kılmak, ciddi bir meseledir. Ben yaşamım boyunca çok az ağladım ve niçin ağladığımı da söyledim. Sizin günlük mesleğiniz sızlanmak. Birey olarak onuru kurtarmasak da, o bir şey değil. Hepiniz benden güçlüsünüz. Mesele bir halkın denge durumunda bunları yaşamaktır. Onun yaşayan bir umudu, saygı düzeyini yürütebilmektir. Yoksa birey olarak ilginçsiniz.
Sorumluluğumuz var, ne de olsa bu kadar kişiyi çağırmışız. Sorumluluğumuzun gereklerini müthiş yapıyoruz da. Elden gelen budur denir veya daha da fazla elden gelmesi için bir çok şey yapılmaya çalışılır, biz de onu yapıyoruz. İsterdik ki, sıradan bir hizmetçi gibi bazılarına hizmet edelim, onlar bir şeyler yapsınlar, ama hiç yok. Ben yıllarca bunu bekledim, halen de yaptığım aslında bazılarına hizmet etmektir. Kendime fazla resmi önderlik payı biçmiyorum. Son çözümlemelerde sanırım çok ilginç durumlar sergilendi. Herhalde onların üzerinde durmaya çalışıyorsunuz. Bence kritik yerlerini daha derinliğine görmekte yarar olabilir.
Kendi tarz, yönelim gerçeğimi çok yönlü, ilk defa bu kadar derli-toplu, yoğun bir biçimde ortaya koymamız söz konusu ve hepsi de bir tartışmaya açıklık kazandırmak içindir. Ne kadar anlayabildiler? Savaşmaya geliyoruz, yaşamaya geliyoruz diyenlere büyük bir tartışma platformu açtık, bütün alt-üst yapısını adeta oluşturduk, ama yine de bilgi sınırlı, katılım zayıf, sonuç alıcı olmaktan uzak. Çok çarpıcı ortaya koyduk. Saygılı olmayı elden bırakmamaya çalıştık. Bunu biraz gösterdik. Halkımızın şu anda umutları diridir, asla onu tehlikeye sokmadık. Pratik savaşın olanaklarını da asla eksiltmedik, biz onun büyük sorumluluğunu duyduk.
Kendime ne özgün bir yer vermek, ne de “yapamıyorum, edemiyorum” deyip tek bir serzenişte bulunmayı yakıştırmadım. Bu saygıyı ifade ediyor. Ama çevremde de bunu layıkıyla karşılayanların pek büyük bir hassasiyetle ve yoğunca geliştiğini söyleyemem. Fakat var gibi gözüküyor, “böyleleri gelişebilir” imajını verenler az değil, ama geçmiş pratik gösteriyor ki, çok temkinli olmak gerekir ve fazla aldanmamak bu konuda daha derinden ve temkinli olmak gerekiyor. Görünüşe veya kendini öyle gösterene iyi niyetli, yolu açık tutmayı da elden bırakmamak fazla aldanmamak gerektiğini biliyoruz.
Vatana bağlanmayanın dinini tartıştık, insanlığa anlam veremeyenin dininin ne anlama gelebileceğini tartışmaya sokmaktan tutalım en bireysel veya en ilkel güdülerin yaşamda bir yeri olacaksa onun neye bağlanması gerektiğini ortaya koyduk. Açlıkla savaş bağlantısı, sigarayla savaş bağlantısı, cinsellikle savaş bağlantısını ortaya koyduk. Allah düşüncesiyle savaş bağlantısını belirttik, herkesi sorguladık, ölümle savaş bağını açımladık. Bir bireyde ne varsa onu bağlantılarını ortaya koyduk, güzel yaptık. Kendini gizlemeye çalışan, korkunç düşürerek yaşamaya çalışanın veya düşürtmeye çalışarak yaşamak isteyeni açığa çıkarttık, güzel yaptık. Bunun iyi bir iş olduğuna inanıyorum.
Bazıları mutlak anlamda gerçeklerle alay etmeyi marifet bilirse, onun her türlü soysuzluğunu, yüzsüzlüğünü gösterirse, bana düşen tersini kanıtlamaktır. En temel insani özellikleriyle, insan değerleriyle çelişmeyi marifet bilirse, onunla alay ederse, bana da düşen onun tersini kanıtlamaktır. Onu yaptık, güzel yaptık... Günümüzün biraz da yiğitliği budur.
Bunu Ortaçağda kılıçla, Romalılar da parayla gösterdiler. Biz daha değişik bir tarzda göstermeye çalıştık. Bize ne dayatıldı? Yalnız bu bahara gelişte kış boyu dayatılanları göz önüne getirdiğimizde, namertliğin nasıl zorla dayatıldığını, alçaklığın yine nasıl çok yönlü dayatıldığını gördük. En temel değerlerle oynayarak, en yüce kavramları, tutkuları en tehlikeli biçimlerde kullanarak kendini dayatanları gördük. Bütün bunlara boyun eğmedik, çok yerinde hamlelerle yerinde karşılık verdik. Biz baharı böyle karşılıyoruz. İster hesabınıza gelsin, ister gelmesin; ister sahtekarca dayatın kendinizi, ister anlamlı bir çıkışınız olsun; hepsine hazırlıklıyız. Kesinlikle sandığınız gibi kolay aşılacak, kullanılacak bir durumda değiliz veya ağlanarak-sızlanarak karşılanacak bir gerçek de değiliz.
Bazı büyük şehitler de bize hep bu baharda güç veriyor. Ben onlara büyük minnettarlık duyduğumu belirtmeliyim. Özellikle en son Newroz şehitlerine şükranlarımızı belirtmeliyiz. Şüphesiz onlar güç veriyorlar. Fakat esas olan kendi gücümüzü de ortaya çıkarmaktır, biz hiçbir zaman başkaları “şöyle adam olursun, böyle yapmalısın” derken kendi halimizi görmezlikten gelmedik, “iyi söylüyorsun, tam da öyledir” deyip kendimizi dogmalara boğmadık. Büyüklerin sözünü her zaman can kulağıyla dinledik, ilgi duyduk, fakat “doğru olmayabilir” sorusuna da açıklık getirdik.
1997 NİSAN
KÜRT HALK ÖNDERİ ABDULAH ÖCALAN
- Ayrıntılar