En yaşamsal savaş adımlarından birisini bu baharla birlikte atmaya çalışırken; dirilişin olduğu kadar kurtuluşun da kadın devrimciliği temelinde hem büyük bir fırsat olması ve hem de küçümsenemez olanaklarla yaşam bulması, bütün yönleriyle değerlendirilmesi gereken ve belki de en büyük coşku kaynağı kadar yüzyılların kaybettirdiğinin bu coşkuya, bu inanca dayanılarak bulunması imkan dahilindedir. Bu özgürlük imkanı kadar heyecanlandırıcı, ayağa kaldırıcı, değiştirip dönüştürücü başka bir hedef, başka bir nesneden bahsetmek mümkün olamaz. Tarih her zaman özgürlük imkanını önümüze vermez. Hele hele kadın köleliği sözkonusu olduğunda, özgürlük şansı belki de biriciktir ve bu bir kere gündemleşiyor, önünüze seriliyor. Savaş biraz ortaya çıkardı ki, kadın kimliği ancak kapsamlı bir mücadeleyle gün yüzüne çıkabilir. Bunu gün yüzüne çıkarmadan zaferle bile sonuçlanacak her devrim erkek egemenlikli gelişecektir ve özgürlük yaşamını gerçekleştirme de hep sakat kalacaktır. Bu savaş, bu çalışmalar, gerçekten yaşam adına dişe dokunur ne elde edeceksek onun içindir. Ve bu sağlanmadıkça da başta kadın kişilikleri açısından, herşeyi yaşamaktan da öteye kahredici bir yaşam belalısı olmaktan öteye gidilemez.
Büyük bir özveriyle biz nasıl ki Kürdistan halkı için, hatta ilerici insanlık için bir devrim hamlesi geliştirmeye büyük özen gösterdiysek ve bunun inanılmaz, az, neredeyse imkansız denilebilecek koşullarından yola çıkarak gerçekleştirdiysek, kadın özgürlüğü için de ondan daha farklı olmayan, belki de özgür yaşam olanağının mucizelere bağlı olduğu bir koşuldan yola çıkarak bir özgürlük bilinci, iradesi ortaya çıkarmaya büyük özen gösterdik. Tam istediğimiz gibi olmasa da, kadın özgürlüğünde katedilen mesafenin eşsiz değerde olduğu ve hiçbir şeyle değiştirilemeyecek kadar kıskançça korunulması gereken bir yaşam başlangıcı olduğu kesindir. Nasıl ki bazı uluslar için, hatta çok çeşitli sosyal inançlar için bazı miladi başlangıçlar varsa; kadın özgürlüğü sözkonusu olduğunda bizim attığımız bu adımların da özgür yaşam anlamında bir başlangıç olacağı, yalnız Kürdistan için değil tüm dünya kadınlığının da özgür yaşamında bir yeri olacağı kesindir. Anlamı böyle olan bir adımın içinde savaşırken, şüphesiz bunun çok sancılı geçeceği, büyük bir bilinç savaşı kadar irade savaşını gerektireceği açıktır. Yüzyılların, bin yılların köleliğini büyük bir düşünce savaşıyla, iradeyle vermedikçe, çokça özlediğiniz özgür yaşam şansını kazanamayacağınız da bir o kadar gerçektir. Zorluklar, amacın, özgürlük savaşımının karekterinden ileri gelmektedir.
Genelde kadın kitlesine hakim olan duygu yüklü yaklaşımların, bilinçle donatılmadıkça, siyasileşmedikçe, hatta askerleşmedikçe fazla anlam ifade etmeyeceği açıktır. Bu zorlu savaşı önünüze koymamızın nedeni, savaşta bir katkınız olmasından da öteye, cins özgürlüğünün, onun sosyal devriminin başka tür bir çaresi olmadığı içindir. Her devrimde genellikle kadın ya sembolik kullanılmıştır ya da kadın üzerine daha fazla şirin sözcüklerle yüklenilerek işin altından çıkılmak istenilmiştir. Bütün devrimlerde az çok bu böyle yapılmıştır. Ama ilk defa bizim devrimimizde sorunu çok çıplak ortaya koymak, kadını en başta erkekler için olduğu kadar her tür hakkın, gelişmenin sahibi olarak görmekten tutalım, onu yaşamın her adımı içerisinde de nasıl yer etmesi gerektiğine dair bir düşünce, bir örgütlülük çabası içine girişmek bu çabalarımıza nasip olmuştur ve büyük önemi vardır.
Şüphesiz klasik yaşam ölçülerine göre çok tersi durumlar var. İstediğiniz gibi ne bir sahip bulabilirsiniz, ne bir ya-şam, ne bir rahatlık. Tam tersi, önce kendi kendinizin sahibi olacaksınız, önce "nasıl bir yaşam" gerekir sorusuna kendinizde yanıtlar geliştireceksiniz. Bunun için "nasıl bir vatan, nasıl bir özgürlük ve bunun için nasıl bir savaş" sorularına kadar bir yanıtınızın gelişmesi gerekecektir. Biz buralarda, bu konularda ikiyüzlü olamayız. Eğer eşitlik, özgürlük lafta kalmayacaksa, bu sorulara verilecek yanıtlarla mümkündür. Kadın gerçekten bir kimlik sahibi olacaksa şüphesiz kendisinin en başta sahibi, beyni olacak, iradesi olacak, gücü olacaktır. Bunun dışında söylenecek her söz, boş kalmaya mahkûmdur.
Bunları oldukça sizlerle tartışmaya ve sizleri bu temelde yoğunlaştırmaya özen gösterdik. Öyle sanıyorum bunun ne kadar önemli olduğunu şimdi daha iyi idrak ediyorsunuz. Hiçbir devrimin, hatta Ortadoğu'da hiçbir halkın ağzına bile alamayacağı birçok gerçeklik sizde şimdi yaşam buluyor. Geçmişte yanından bile geçemeyeceğiniz silah, örgüt, irade ellerinizdedir ve bu herhalde en güzel bir gelişmenin sahibi olmadır. Sanmıyorum bir insan için, özellikle bir kadın kimliği için bundan daha iyi bir bağış veya çokça yapmak istedikleri gibi bir armağan söz konusu olsun. En büyük armağan öz-gürlük imkânıdır, o da fazlasıyla verilmiştir. Bunu takdir edememek köleliklerinizle bağlantılı olabilir; bunun tadına ulaşamamak, bunun anlamını tümüyle kazanamamak köleliğinize bağlanabilir. Ama mevcut durumuyla bile tüm bu zorluklara katlanarak geldiğiniz bu düzey gösteriyor ki, özgürlük her-şeyden daha değerlidir. Pratiğiniz bunu kanıtlamıştır. Büyük kadın şehadeti, başta Zilan sembol kişiliğinde çarpıcı bir ifadeye kavuştuğu gibi; kadının inadına dayanması, bu mevcut geri haliyle bile neyi tercih ettiğini çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. Mesele bunu daha da yenilmez kılmak, yaşamı savaş için, ateşi içinde temizce kazanmak, kendini bu temelde kazandıkça yaşam hakkını değerlendirmektir. Toplumla, Ulusal Kurtuluşla, olacaksa kendi iradesiyle bunda hakkettiği yeri bulabilir. İşte bu şansı yakalamış bulunuyorsunuz.
Şüphesiz bütün bunlar sabır gerektirir, bitmez tükenmez çaba gerektirir, çünkü kolay değil. Unutmayın ki beş para etmez, kendisini de infilak etmiş bir Kürdistan erkekliği, sadece kadına yük teşkil eder, acı çektirir ve en kötüsü de kişiliğini tanınmaz hale getirir. Bundan daha işkenceli, acı bir mahkumiyetin olacağını sanmıyoruz. İşte siz bundan kurtuluyorsunuz. Bunu kesinlikle takdir etmek durumundasınız. Bunu taktir edemeyen bir kadın militanın en aşağılık olduğunu belirtmem gerekir. Kadın da hesaplaşabilmeli tüm kölelikle, tarihle, vatan düşmanlarıyla, özgürlük düşmanlarıyla ve kendini bu temelde tanımlayabilmeli, örgütleyebilmeli, savaştırabilmelidir. Bu sadece bir görev değil, kadın için temelde bir haktır.
29 NİSAN 1998
Önder APO
- Ayrıntılar
Kahramanlık dönemi şehitlerine bağlılık, savaşan halk kahramanlığı gerçekliğine ulaşmakla mümkündür. Partimiz'in tarihi, aynı zamanda kahramanca direniş ve bu direniş şehitlerini destansı gelişim tarihidir.
Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'nde bunun anlamını tüm yönleriyle kavrayabilmek; bugün kitleselleşen kurtuluş savaşımızın gelişimini de daha iyi anlamak, başarıya götürecek militanca tavrın sahibi olmak, yeni toplumsal kurtuluşa yol açacak kişiliği, toplumun her düzeyde yenilenmesini mümkün kılacak tavrı bulmak demektir. Bu ahlakı gerçekleştirmektir. Şehitlik gerçeği kadar bir halkı etkileyecek, onu hayati çıkarları konusunda bilince ulaştıracak, tarihi yaşamında yer edecek, başka bir gerçek yoktur. Bunun kadar değerli bir olguyu düşünmek mümkün değildir. Bir hareket açısından onun ne kadar ciddi olup olmadığını kanıtlayan şey; bir yandan şehitleri olduğu kadar, diğer yandan da ona doğru temelde bağlılığı hayata geçirmektir, onu bütün değer yargılarının temeline oturtmaktır.
Ulusal direniş tarihimizin gelişiminde Parti öncülüğünün rolü belirleyicidir. Parti öncülüğünün oluşumunda da Parti şehitlerinin rolü esastır. Bugün, öncülüğün savaşımında başarıyla çıkmış ve halk savaşımının her yönüyle gelişme dolu bir dönemine girerken, bu gerçeklerimizin derin bilinciyle hareket etmek, geçmişin doğru değerlendirilmesi kadar, geleceğin sağlam inşasının da temel görevlerimizdendir. Sürekli muhtaç olduğumuz, hareketimizi besleyen ana kaynakları kurutmamak, bunu boşa akıtmamak, ulusal kurtuluşun beslenmesine sürekli akıtmaktır. Burada en başta gelen kaynak da şehitlik olgusudur. Belki de hiçbir hareketin tarihinde görülmediği kadar Parti tarihimizde hem uzun bir süreyi kapsaması, hem de yücelik olarak artan sayıda bir şehitler listesine sahibiz.
Çok az hareketin cesaret ettiği bir savaş türünü, öncünün somutunda yürüttük. Bunun neden böyle olduğu Kürdistan tarihinin gerçeklerinden aranmalıdır. Bu tarih eğer zifiri karanlığa gömülmüşse, direnmenin en sıradan emareleri bile köreltilmişse, böylesine bir karanlıkta yaşama kaçınılmaz bir kader olarak benimsetilmişse yapılması gereken bu uğursuz zemini parçalamak ve yaşam gözeneklerini açmaktır. Buna denk gelen mücadele, öncünün savaşımı biçiminde karşımıza çıkar. Tarihi başaşağı gidişten özgürlüğe yönelmek, toplumu çürümüş ve nefes alamaz duruma getirmiş urlarından temizlemek, ancak bu mücadeleyle mümkündür. Her halkın tarihinde değişik düzeyde benzer bir somut gerçeklik söz konusuysa, orada bazı önderler ortaya çıkar ve bazı halk kahramanları belirir. Bu kahramanlar ilerde bir halkın savaşımıyla gerçekleştirilecek olan başarı yolunu, kendi şahıslarında büyük fedakârlıklarıyla temellendirmeye çalışırlar.
Bu noktada bireyler eylemleriyle bireycilik anlamında değil de, daha çok birey olarak tarihin gerektirdiği rolü üslenme durumundadırlar. Bu noktada bireyler kaçınılmaz olarak rolünü oynamak zorundadır. Eğer bu rolü oynamazsa, daha sonraki kapsamlı harekete ulaşmaları mümkün değildir. Bu rol her zaman böylesi bireylerin ortaya çıkışını zorunlu kılar. Bu durumu, bireyin konumunu örgüt yerine koyan, halkı bireylerin kuyruğuna takan özelliklerden iyi ayırt etmek gerekir. Kendi kendine direnebilen, örgütleyebilen, yine bunu sağlam örgütlerle yürütebilen toplumlar, uluslar söz konusu olduğunda, bireycilikle eleştirilmesi gereken ve çoğunlukla da maceracılık denilebilecek çıkışlardır. Fazla anılmaz durumları da olmaz. Ama tarihin bir döneminde kahramanca çıkışlara ihtiyaç gösterildiğinde ortaya çıkan bireylerin yol açtığı sonuçlar çok büyüktür. Direnişleriyle kendilerinden sonra örgütün ve halkın oynayacağı rolü gösterirler. Bu direnişçilik örgütlerin oluşumunda, halk direnişinin gelişiminde ayrılmaz bir temeli teşkil eder. Böylesi bireylerin şahsında ulusların ve halkların ayağa kalkması mümkündür.
Her halkın tarihi bu tip kahramanlıklarla doludur. Ulusal direnişlerin, halk özgürlük hareketlerinin ön gününde, bu çıkışların hayati bir görevi gerçekleştirdiklerini belirtmek gerekir. Devrimlerin ön günlerinde bunlar yazardırlar, hatiptirler, siyasi düşünür, askeri komutandırlar. Geçmişin ağır yüklerinden kurtulma gücünü, cesaretini gösterip geleceğin fethini her yönüyle temsil eden kişiliklerdir. Bir kaç örnek verirsek; Rus devriminde Narodnikler dönemi vardır. Narodnikler bireysel kahramanlığı en çok uygulayan ve bu temelde ortaya çıkan hareketlerden birisidir. Bu hareket daha sonraki oluşumların buna Bolşevikler'de dahil olmak üzere gelişiminde vazgeçilmez bir yere sahiptir. Daha sonra bireyselliği temel mücadele biçimi olarak seçmesi eleştirilebilinir, ama halkı özgürlüğe kaldırmada, büyük fedakârlık örnekleri sunmada, daha sonraki bütün devrimci gelişmeleri belirlemede halkı temsil ederler. Köleliğin toplumu her türlü yaratıcılıktan uzak tuttuğu, derin bir sessizliğe ve çürümüşlüğe terk ettiği bir dönemde, böylesine bir ortamı kahramanca eylemlerle sarsmak, yeni güçleri ortaya çıkarmak açısından hayatidir. Bu yeni güçler ortaya çıkmadan da hiçbir hareket düzenlenemez. Daha sonraki gelişmeleri sağlıklı bir biçimde yürütemez. Halk hareketi, halk devrimi gibi büyük bir olguyu başarıya götüremez. Şüphesiz yalnız başına yeterli değildir, ama çok önemli bir sürdürenidir ve gerçekleşen de budur.
Rus pratiğinde görülenin bir benzeri, yakın dönemde Türkiye'nin de yaşadığı bir gerçekliktir. 12 Mart faşizmine karşı tam örgütlenememiş, örgütlenmeyi başaramamış, ama örgütlenme yaratma uğruna kahraman direnişlere kalkışmış şehitlere tanıktır. Mahirler, Denizler ve İbrahimler'in böyle bir direniş geleneği vardır. Az sayıdadırlar, ama kendi kişiliklerinde bir devlete sonuna kadar başkaldırmayı, başkaldırıda da sonuna kadar nasıl gidilmesi gerektiğini, en büyük fedakârlık ve cesaret örneği olarak ortaya koymuşlar, tarihte böylesine bir yere ulaşmışlardır. Ama onların mirası iyi örgütlendirilememiş, bir halk hareketine dönüştürülememiştir. Bu, daha çok onların anlarına bağlı olması gerekenlerin sorunudur. Anılarına bağlı olması gerekenlerin, onların mirasını çarçur etmemek durumunda olanların yerine getirmeleri gereken görevlerdi. Bunun başarılamaması, ne onların bireysel kahramanlar olarak değerlendirilip ucuz suçlamalara konu olmalarına imkan verir, ne de böyle bir görevin yerine getirilmesi halinde kahramanca direnişlerin büyük anlamı olacağını gösterir. Biz şöyle bir tanımlama geliştiriyoruz; bireylerin anısını örgütlemek ve halk hareketine dönüştürmek gereklidir. Eğer bu olmazsa, bu tip kahramanlıklar kaybolup gidebilir, tarihte etki bırakmayabilir.
Hareketimizin hem dünya genelinde, hem Türkiye somutunda ve hem de halkımızın derinliklerinde yatan böylesine yiğitlikleri esas aldığı bilinmektedir. Biz, bu kahramanlıklara bağlılığı devrimci örgütlenmeyi gerçekleştirmede gördük. Nitekim hareketimizin oluşumunda ilk direniş kahramanlarımızın şahadeti tamı tamamına böyledir. Haki Karer ve Halil Çavgunlar'dan başlayan bu süreç, daha sonra zincirlemesine gelişti. Bu gelişim aynı zamanda PKK'nin oluşum tarihidir. Hangi oluşum olursa olsun, böylesine değerli şehitleri olmazsa güçlü ve sağlıklı gelişemez. Altında böylesine değerli direniş kahramanlarının kanı yatan, anısı yatan bir hareket, eğer sağlıklı bir biçimde oluşursa, ileride halk hareketinde zaferde dahil her türlü özgürlük gelişimine tanık olması işten bile değildir. Yeterki kurallarına uygun olarak yürütülsün ve bunu yürütenlerin sorumluklarını sonuna kadar yerine getirmeleri söz konusu olsun. Bu olduğunda gelişmeler olur.
Hareketimizin ilk direniş şehitleri, öncünün oluşumunda hayati bir yere sahiptirler. İlk şehitlerimiz ortaya çıktığında Kürdistan'daki toplumsal zemin, bırakalım hayatını ulusal kurtuluşa veya özgürlüğe adamayı, bir karış toprağına, evcil hayvanına gösterdiği değeri bile feda edemeyecek kadar bencil, kör, çıkara gömülmüş bir toplumla karşı karşıyaydık. Hatta ulusal ve toplumsal kurtuluş duygusundan uzaklaşmış, düşürülmüş bir toplum gerçeği söz konusuydu. Bunu aşmak için yüreklerin gözeneklerini açacak, zihinleri zorlayacak bir hareket gerekiyordu. Bunu gerçekleştirecek olan da, büyük bir direnme ve bu direnmede herkesin saygı duyacağı, kimsenin inkar edemeyeceği büyük kahramanların, şahadetlerin ortaya çıkmasıydı. Doğru ideoloji, ancak uğruna böyle savaşanların varlığı halinde anlam kazanır. Doğru görüşler, eğer uğrunda böyle fedakârlıklar görmezse, halk tarafından benimsemez. Dolayısıyla daha sonra ideolojikpolitik çizgimiz biçiminde yoğunlaşan mücadelemiz, ancak bu temelde ciddiyet kazanmış ve ancak bu temelde gelişebileceğini kanıtlamıştır. Dolayısıyla öncü sıfatına layık bir gelişmeyi sağlayabilmiştir.
Bir fikir ne kadar doğru olursa olsun, eğer mensupları tarafından gerektiğinde hayatını verecek kadar bir fedakârlığı yaratmamışsa, o fikir sönmeye mahkûm olur. Bu bizde daha da can alıcı bir şekilde böyledir. PKK öncülüğünün sağlıklı gelişmesinde ilk şehitlerimizin yeri bu kadar kesindir. Öncüyü, adına layık bir biçimde oluşturmak, daha sonra onların anısına bağlılığı sağlıklı ve yerinde sürdürenlerin atılımı için de şarttır. Kendi sorumluluğumuz altında şehitlere derinden bağlılığı sürekli devam ettirdik. Onların anılarını bütün gelişmelere hakim kılarak öncüyü daha üst düzeyde bir atılıma götürdük. Biz bir yandan zindan direnişçiliğine giderken, diğer yandan yurt dışında büyük bir hazırlık içinde olduk. Direnişi sürdürmekle yetinmedik, bunu büyük bir kahramanlık dönemi olan 15 Ağustos Atılımı'na yaydık. Bugün bu atılımın üzerinden dört yıl geçti. En kalabalık şehitler listesini bu dönemde verdik. Ve bu döneme başlı başına "kahramanlık dönemi" demeyi layık gördük.
Ulusal direnişi dönülmez kılan kazanımlarıyla, tarihi baş aşağı bir gidişten bir yükselişe tırmandıran, halkın milyonlarcasını daha şimdiden ulusal savaşımın içine çekmekle kalmayan, uluslararası alanda da halkımızın şerefli bir aile olarak yerini alması için ardına kadar yolları açan bir dönemdir. Bu dönemin oluşmasında, şüphesiz en başta şehitlerimizin varlığına borçluyuz. Bu dönemde gerçekleşen şahadetler, her türlü zayıflığı ve olumsuzluğu aşarak yükseldiği ve binbir yerinden yaralanmış insanımızı güçsüzlük ortamından çıkarıp sağlam direnişçiler haline getirebildiği için kahramanlık dönemini yaratan şehitlerdir. Eğer bu şahadetler her koşul altında direnmeyi mümkün kılarak, halkı her türlü direnmenin içine çekmede bir köprü rolü oynamışlarsa, bu şahadetlerin tarihteki rolü çok daha belirleyici ve kesindir.
Bugün hiç kimse Kürdistan ulusal kurtuluşunun söz konusu olmadığını iddia edemez. Yalnız ülke ve ulus gerçekliğinin benimsenmesi açısından değil, ulusal kurtuluş gerçeğinin halkın bütün diri güçleri tarafından benimsenmesi söz konusudur. Bununla birlikte uluslararası kamuoyunun böylesine bir gerçekle ciddi olarak karşı karşıya olduğu ortaya çıkmaktadır. Şehitlerimiz, her bakımdan birçok konumu göz önüne getirerek, buna göre tavır geliştirmeye çalışmışlardır. Halkımız için bir damla kan akıtmaya niyeti olmayanların, her türlü çarpıtmayla, basit kişisel çıkarları söz konusu olduğunda kendilerini her bakımdan ortaya çıkararak düşkünlük örnekleri sergiledikleri görülmüştür. Bunu bir de ulusal kurtuluşçuluk, sosyalistlik, demokratlık adına yapmışlardır. Bu tür yaklaşımların bol olduğu bir ortamda, ulusal kurtuluşun gereklerinin nasıl yerine getirilebileceğini, nasıl direnilebileceğini, fedakârlık ve cesaretin ölçütünün ne olduğunu, bunların bir halkın direnişinde nasıl ortaya çıkarılacağını gösteren büyük şehitlerimiz ortaya çıkmıştır. Her birisi bir abide olan şehitlerimizin somutunda bunları görmek mümkündür. Bunu görmeyenlerin ne kadar sefil olduklarını tespit etmek çok kolaydır.
Bugün gerçekleşen diğer bir tarihi gelişme de şudur; eski yaşam artık aşılmıştır. Artık yeni bir yaşamın içine, ulusal direnişe bütün sınıf ve tabakalarından katılımın gerçekleştiği bir dönemin içine giriyoruz. Halkımızın yediden yetmişe, kadınerkek içine girdiği, yoğun tartışma ortamını yarattığı, tavır belirlemeyi gerçekleştirdiği bir dönemdir. En çok arzu edeceğimiz, kaybettiğimiz her şeyi kazanabileceğimiz bir dönemdir. Bu kazancın temel kaynağı da şehitlerimiz olmaktadır.
Bu anlamda 15 Ağustos Atılımı şehitleri, bir ulusun yeniden, özgür temellerde yaratılmasında temel kaynağı oluşturmaktadır. Onlar adeta bir direnişten de öteye geçerek, ulusal ve toplumsal kurtuluşun temelini oluşturuyorlar. Daha dün hayalinin bile kurulmasının mümkün olmadığı bir dönemden böylesine büyük bir geçişi sağlamak çok önemlidir. Bu, ileride daha da iyi anlaşılacak, gerekleri yerine getirilecek bir dönemdir.
Bu dönemin nasıl hazırlandığı ve her bir eylemin anlamının ne olduğu, her şehidin bu destandaki, bu kahramanca dönemdeki yerinin ne olduğu, şüphesiz şiirlerle, hikayelerle, romanlarla, resimlerle, türkülerle dile getirilecektir. Fiiliyatta gerçekleşen bu durumu, en fazla kıvanç duyacağımız, onurlu yaşamın temeli olarak göreceğimiz kesindir. Bunların işlenmesi, başta Partimiz'insanatkârları, askeri komutanları olmak üzere, tüm insanımızın görevidir. Mühim olan temelin sağlam atılmasıdır, doğuşun sağlam gerçekleşmesidir. PKK öncülüğünde doğuş nasıl sağlam gerçekleştirildiyse, halk direnişimizin kendisi de sağlam bir doğuşa tanık olmuştur. Bundan sonrası artık zamandır, zaman içinde büyümedir. Bundan sonrası teknik bir düzenlemedir, yani halk hareketimizin sağlıklı örgütlenmesi, doğru mücadele biçimleriyle gün be gün yürütülmesidir. Bunu da en kahramanca tarzda yürütüyoruz. Cesaret ve fedakârlık adeta bir yarış halinde yerine getiriliyor. Elbette böylesine ayağa kalkan bir hareketin, bir halkın kazanmaması için bir neden yoktur.
Bu temelde Partimizin somutunda dile gelen ve ulusal direniş tarihimizin en şanlı bir döneminin zaferle kazanılmasında tarihi rollerini yerine getiren şehitlerimizi anmak, halk direnişimizde, savaşan halk kahramanlığını gerçekleştirmek demektir. Bu temelde bütün Partilileri ve ayağa kalkan halkımızı, şehitlerimizi bu temelde anmaya ve kahraman savaşımlarına zafere kadar gerçekleştirerek sahip çıkmaya çağırıyoruz.
PKK GENEL SEKRETERLİĞİ
ABDULAH ÖCALAN
- Ayrıntılar
Partimiz ve halkımızın kahraman önderlerinden Mahsum yoldaşı, halkımızın yüce kurtuluş bayrağını dalgalandırıp hain düşman pusularını aşarken şehit vermiş bulunuyoruz. Agit yoldaşı anmak, O’nun mücadelesini anlatmak, gerçekte kurtuluş mücadelemizin önde gelen kahramanlarından birini anmak ve bu destanı anlatmaktır. Aciz ve çürümüş Türk sömürgecileri, O’nu, "PKK'nin celladı, askeri sorumlusu, HRK Sekreteri "gibi sıfatlarla tanıtıp, akıllarınca bir yandan PKK'ye çok büyük darbe vurduklarını anlatmaya, öte yandan da O’nu gözden düşürmeye çalıştılar. Ama düşman çok iyi bilmektedir ki, O, partimizin ve halkımızın keskin bir özgürlük kılıcıdır.
Mahsum yoldaş, yüzyıllardan beridir halkımızın bağrına, bilincine ve yüreğine saplanmış hain bıçağın çıkartılıp, düşmanın beynine ve yüreğine saplanmasının gereğine inanmış, bunu sonsuz bir çabayla kişiliğinde somutlaştırmış ve halkın ancak bu silahla kurtuluşa götürülebileceğinin zorunluluğunu görmüş olanların başında gelmekteydi.
Kahramanlık sıfatını en çok hak eden ve halkımızın çağdaş kılıcı olduğunu belirttiğimiz yiğit önderimizi, Agitimizi, fiziki olarak yitirdiğimiz doğrudur ama bir halkın ve yine O’nun mazlum sınıflarının soylu geçmiş ve geleceğini kişiliğinde birleştirmiş olanların ölümünden ya da yitirilmesinden bahsedilebilir mi? Agit yoldaş, halkımızın Parti, cephe ve orduda mutlaka somutlaşacak olan kurtuluş sürecindeki özelliklerini, kavuşulması gereken bilinç özellikleri partiye ve halka, ulaşılması gereken ölçüler olarak sunabilecek kadar yüksek bir kişiliğe ulaşmıştır. Halkımızın ufkuna bir kader gibi giren kölelik yaşamını kendi kişiliğinde parçalamış; devrimci atılımlar içinde yarattığı güçlü, özgür ve çekici kişiliğini, milyonları bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizme çağrıya dönüştürmüştür. O, bununla yetinmemiş, bu kişilik ve özellikleri halka mal etmenin büyük savaşını vermiş ve bunu önemli oranda başarmıştır. O, uyanmış, özgürlük bilincine ulaşmış ve parti, cephe, ordu silahıyla savaşımın içine çekilmiş Kürdistan halkının ölümsüzlük yürüyüşünün başında yer almıştır. Yoldaş olarak O, yüreğimizde ve bilincimizde sonsuz canlılığıyla taçlanmış; halkımız ve partimizin başında layık olduğu yere oturmuştur. Bu kahramanlar kahramanının anısı önünde büyük bir saygı ve sevgiyle eğiliyor; Ona olan vefa borcumuzu ancak, uğrunda büyük savaş yürüttüğü tüm halkımızı bir kurtuluş ordusu içinde örgütleme ve savaştırma görevini gerçekleştirerek yerine getirebileceğimizi biliyoruz.
Agit yoldaş! Evet, O’nu tanımak ve anlamak gerekir. Agit yoldaş şirin, Agit yoldaş cesur, Agit yoldaş fedakar insan! Bu can yoldaşı anmak ve aramak gerekir. Hele hele günümüzde, tarihin o utanılası mirasını hala boynunda ve ayağında bir zincir gibi taşıyan halkımızın o katlanılmaz yaşam tablosu gözler önündeyken, böylesi bir kişilikle tanışmak, O'nun oluşturduğu akımın içinde yer almak, O'nun yoldaşı olmak ve büyüklüğüne erişmek, nefes alıp vermek gibi bir zorunluluktur.
Düşman, O'nu katletmekle Mahsum yoldaştan kurtulduğunu sanıp buna sevinebilir ama gerçeğin bu olduğuna kim inanabilir? Agit yoldaşın tüm benliğini kattığı ve bir cisim olmaktan çıkıp içinde eridiği ulusal direniş gerçekliğimiz karşısında, düşman, nasıl rahat olabilir? Türk sömürgeci güruhu çok iyi bilmektedir ki, basın-yayın organlarında yaptığı ucuz basan edebiyatı ona biraz nefes sağlasa da, gerçekte, onun ölümcül korkusunu belgelemekten başka bir işe yaramamaktadır. O, Agit yoldaşı katletmekle bir zafer elde ettiğine kimi nasıl inandıracak? Özel birliklerden oluşmuş ve çevreyi hain pusularla donatmış elli bin kişilik bir gücün, bir kişiyi katletmesi, ya da bir grup devrimciyi imha etmesi, nasıl bir zafer sayılabilir? Bu sömürgeci ordu yöneticilerine ve devlet yetkililerine hangi başarı ve şerefi sağlayabilir? Onlar bununla nasıl övünebilirler? Eğer ilerici insanlık tarihinin tanıklığına başvurulursa, elli bin kişinin bir kişiyi katletmesinin, gerçekte o bir kişinin elli bin kişiyi teslim alması ya da imha etmesi anlamına geldiğini herkes teslim edecektir. Agit yoldaşın katledilişi ve ardından geliştirilen zafer çığlıkları, düşmanın yenilgisinin en anlamlı bir biçimde dışa vurumudur. Bu, onlar adına ancak utanılacak bir durumun itirafı sayılabilir. Ne köle sahipleri ve feodallerin, ne de burjuva orduların, böylesine müthiş bir güç dengesizliği ortamında savaşa girdikleri ve böyle ucuz zaferler ilan ettikleri görülmüştür. Türk burjuvazisinin bu olayda içine düştüğü alçaklığı, bütün bu sınıflar hiçbir zaman yaşamamıştır.
Mahsum yoldaş, başından sonuna kadar, şehitler zincirinin beyni ve yüreği olmasını bilmiş, yine tüm halkın yüreğini ve beynini bir kişiye sığdıracak güce ulaşmış büyük bir insandır. Bir kişi, eğer onun niteliklerine ulaşabilmişse, yücelik ve yiğitlik sıfatlarına layık olabilir. Böylesi bir gerçekliği yaratmış biri için ölümden bahsetmek ne kelime? Yaşamın en soylusu içinde erimiş, onun ta kendisi olmuş biri ölebilir mi? Eğer yaşam sayısız niceliğin kısa bir zaman aralığında bir araya gelmesi ise, bunun belli bir süre sonraki adı da ölümdür denebilir. Ama eğer yaşam, evrenin sonsuz bir kavranışı ve insan soyunun gelişim halkalarının sonsuzluğu olarak ele alınacaksa, yaşamın bu soylu kavranışını kişiliğinde abideleştirmiş birinin ölümünden söz edilemez. Böyle bir kişiliğe ve öndere sahip olan halkımız da, onun şahsında gerçekte şanlı bir dirilişe ve ölümsüzlüğe ulaşmıştır.
Halkımız ve partimiz için anlamı bu olan Mahsum yoldaş, ulusal direnişte partileşmeyi sağlayanların da en başında yer alıyordu, inanç, inancın örgüt ve eyleme dönüşmesi O'nda en soylu bir merhaleye varmıştır. Sanki yarının özgür halk yaşamımızda sevilecek ve sayılacak ne varsa hepsi O'nun kişiliğinde somutlaşmış, dile gelmiştir. O, bugünün her türlü inkarcılık ve imkansızlıklar ortamında bile, "böyle bir evladı olan bir halk ve böyle bir kahramanı yaratan bir hareket yaşamalı; ilerici insanlık O'na kendi arasında mutlaka yer vermeli" dedirtecek bir soyluluğu ve çekiciliği temsil etmekteydi.
Bin yılların barbar bir egemenliğine karşı, yedi yıl gibi bir süre bilincini hiç karartmadan, yüreğini hiç susturmadan, silahını hiç elden düşürmeden ve yalçın dağlardan inmeden savaşı sürdürmek az görülen olaylardan biridir. Bütün bunları yaparken, bir an bile yılgınlığa kapılmak bir yana, her geçen gün özgürleşen halk ve gelişen öncüye layık bir büyümeyi yaratmak yine az görülen bir şeydir.
TC'nin O'nu, "PKK'nin celladı" olarak lanse etmesi, Kürdistan halkının O'nun şahsında nasıl keskin bir kılıca sahip olduğunu kendi dili ile itiraf etmesinden başka bir şey değildir, insan yaşamında fiziksel imha her zaman mümkündür. Ama eğer bir insan halkın iradesi ile bütünleşmiş ve bu iradeyi her koşul altında hakim kılacak bir" güce ulaşmışsa, onu imha etmek asla mümkün olamaz. Gerçek şu ki, Hz. Ali'nin elindeki Zülfikar neyse, Mahsum yoldaş da halkımızın elinde odur. Bu kılıç bir kez edinilmiştir. Düşman O'nu yere düşürmekle, büyük bir zafer kazandığını zannedebilir ama her zaman olduğu gibi, nasıl bir yanılgı içinde olduğunu çok geçmeden anlayacaktır. Silahımız elimizdedir, hem de bütün parlaklığı, keskinliği ve çekiciliğiyle! Dün olduğu gibi, bugün de bu silahla savaşıyor ve düşmana amansız darbeler vuruyoruz ama bu kılıç, kahredici darbelerini asıl bundan sonra vuracaktır.
Partimizin ve halkımızın bu eşsiz evladı, aynı zamanda, yurtseverlikle enternasyonalizmi, bilinçle iradeyi, teoriyle pratiği, saygıyla sevgiyi, olgunlukla ataklığı, alçakgönüllülükle yüceliği tepeden tırnağa birleştirebilen bir önderdi. Böyle bir değeri yaratabilmek, PKK ve Kürdistan halkı açısından bir zaferdir. PKK ve halkımız onunla gurur duyuyor. Biz O'nun anlamını, "birinci yıl şunu, yedinci yıl da şunu yaptı" diyerek niceliklere sığdırma gibi bir duruma düşmeyeceğiz. O'nun Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin önderlerinden olarak yaşadığı yedi yıl, parti ve halk direniş tarihimizde yedi yüzyıla hükmedecek bir yaşamdır. O'nun büyük acılar ve çabalarla, engin fedakarlık ve cesaretle yücelttiği kişiliğini partisine yoldaşlığın, sadakatin en büyük örneği olarak sunması gibi, eğer yoldaşları da bunun anlamını ve değerini yeterince kavrayıp, onu başka bir tanıma uğratmamak ve hiçbir gerekçe ile geriye dönüşü kabul etmemek için gereken olağanüstü çabayı gösterirlerse, bu kişiliğin önümüzdeki yıllara böyle yansıyacağı kesindir. Mücadele yıllarını nasıl yaşadı, nasıl gelişmelerle dopdolu geçirdi, bunları da fazla anlatmayacağız.
O, PKK'nin zengin mücadele toprağında en erkenden boy veren, en sağlıklı ve en verimli yetişen fidanlarından biriydi. 1979'da mücadeleye böyle başladı. 1980'de bu fidan toprağa daha derinden kök salarak, düşman üzerine ataklar yapmaya başladı. Bu yıllarda Batman'da ve ona komşu alanlarda halkımızın direniş tarihini durdu maya çalışan feodallere karşı mücadelede artık en önde yer alıyordu. MHP'li faşist milislere olduğu kadar, daha o yıllarda jandarma-polis zulmüne karşı da doğrudan saldırılara yönelmekte tereddüt etmedi. Bunu yerel alandan çıkararak, ulusal bir atılıma dönüştürmek için bitmek bilmeyen bir çabayla didindi. Yurt dışına çıkış hareketini de yine insan emeğinin en soylusunu sergileyerek, en ufak bir rahatsızlığa düşmeden, yine en ufak bir inançsızlık belirtisi göstermeden ve ülkeye güçlü bir yeniden dönüşün umudu ile dopdolu yaşayarak gerçekleştirdi. "Mabede dönüş" hareketinin de en önündeydi. O, bunu gerçek bir kahramanlık ruhu ve havarilere özgü bir adanmışlıkla yaptı. Böylesi bir dönemde ülkeye yeniden dönüş hareketine, bu kadar büyük bir beyin ve yürek gücü ile karşılık vermeye başka ne ad verilebilir? Mahsum yoldaşın da başında yer aldığı yeniden dönüş ve devrimci direnişi yükseltme atılımı başarı ile gerçekleştirildi ama çok sıkıntılı ve acılı bir süreç sonucunda; türlü olanaksızlıklar, ihanetler ve saldırılar göğüslenerek. Evet O, çok az kişinin cesaret ettiği, bilinen ilk görkemli yürüyüşü bir grup yoldaşı ile birlikte başarıyla tamamladı.
Artık, ülkenin ve halkın nabzı ele geçirilmişti. Ama sınır tanımayan düşman baskıları, ihanetler ve dostluk adına süregelen vicdansızlıkların bu nabzı iyice zayıflattığı görülüyordu. O, bu halkı diriltecek hayat suyunun ne olduğunu ve bunun hangi kaynaktan alınması gerektiğini çok iyi tanımlamış bir hareketin elemanıydı ve bunu artık iyi biliyordu.
Partimiz, Kürdistan'ın semalarında bir şimşek gibi çakan 15 Ağustos 1984 Atılımı'nı gerçekleştirdiğinde O, yine en öndeydi. Yürütülen çabaların halk ordusunun nüvesi olan HRK biçiminde somutlaşması ve kalıcılaştırılmasında belirleyici roller oynadı. Bu atılım ile birlikte başlayan yeni kahramanlık dönemine ve bizzat HRK’nin kendisine devrimci rol ve pratiği ile adeta damgasını vurdu. O, yaşayanları ve şehitleri ile bu dönem kahramanlarının tartışmasız temsilcisi ve şehitleri ile bu dönem kahramanların tartışmasız temsilci ve rehberiydi. Kürdistan tarihinin bu kadar kısa sürede yenilenmesinin, düşünsel gücün gelişimine bağlı olma gerçeğini derinliğine kavramış ve bu alanda da hayranlık yaratacak bir derinleşmeyi kendi kişiliğinde yaratmaya başarmıştı. Herhangi bir biçimde düşünme ve yazma değil, mücadelemizin en temel ve karmaşık sorunlarını çözüme ulaştırmak için düşünme ve yazma konusunda büyük derinlik ve emekle gerçekleştirilebilecek bir yaklaşım sergilemekteydi. O, ülkemizde bağımsız ve özgür yaşamın vazgeçilmez ve dönülemez tek yaşam olduğunu bir kanun düzeyinde uygulayan, provokasyon ve ihanetlere karşı en amansız tutumu takınan bir değerdi. Birçok güç tarafından tarihimizin adeta olumlu bir özelliği gibi kabullenilen mültecileşmeye karşı, ne pahasına olursa olsun ülke topraklarına kök salmanın en kararlı savunucusu ve uygulayıcısıydı. Kürdistan tarihindeki birçok örnekte yaşanan, önderlerin belli direnmelerden sonra mültecileşmeleri olgusunu acı ve öfkeyle karşılamakta; bu duruma düşülmemesi için, hiçbir koşul altında ülke topraklarından kopulmaması gerektiği inancının bayraktarlığını yapmaktaydı. O,' aynı zamanda partimizin bir mücadele ilkesi olan bu inancını en tutarlı biçimde hayata geçirenlerin başında gelmekteydi. Defalarca yurt dışına çıkmasına rağmen O, bu zemindeki yaşamın bir devrimci için tatminsizliğini derinden duymuş, özgürlük mücadelesini ülke topraklarında yükseltmeye olan büyük özlemini Kürdistan'ın doruklarında yoğunlaştırdığı mücadelesi ile gidermiş, bu konuda çok soylu bir örnek sergilemiştir. Böylece O, yurtseverliğin ve devrimciliğin Kürdistan'daki ölçütlerinin neler olduğunu, direnişin gelmiş olduğu seviyeden geriye dönülmesi ya da düşünmesinin ihanet olduğunu, bunu yapanlara yaşam hakkı tanınamayacağını kendi pratiğiyle çok somut bir biçimde ortaya koymaktaydı. '
O, Parti Önderliği'ne yardımcılığı lafla değil, gerçekten yük omuzlayarak yerine getirmiş; görevinin adamı olduğunu kanıtlamıştır. Partiye hep güç veren, onu sürekli rahatlatan kişiliği ile PKK'de şekillendirilmek istenilen militan tipin bir simgesi olmuştur. Tüm militanların ulaşmaları gereken ölçüleri O, yaşama dönüştürmeyi başarabilmiştir.
Mahsum yoldaş, parti ahlakını temsil etmede, Önderlik ve militanlık iddiasındaki her arkadaşın örnek alacağı bir mücadele yaşamı sergilemiştir. Yoldaşlarına karşı daima saygılı ve geliştirici olmuş, temel konulardaki uzlaşmazlık ve kararlılığı yanında, hata ve yetmezliklerle mücadelede olumsuzluğa malzeme sunmayan, sekterlikten uzak, son derece olgun ve yapıcı, örnek bir tutum sergilemiştir. En zor koşullarda bile parti yaşamını zengin ve coşkulu kılmış, gelişmede sınır tanımayan kişiliği her türlü bunalım teorisinin ve bunu temsil eden yapıların kofluğunu ortaya koymuştur. Bu kişilik, kararlılık, yetenek ve özgür unsurunun bizde sonsuz bir gelişme gösterebileceğini ispatlamıştır.
Parti çizgisinin doğru ve yetkin uygulanması her türlü başarının anasıdır. Mahsum yoldaşın askeri alandaki başarıları bunun en dolaysız kanıtıdır. Mücadelenin her alanına olduğu gibi, O'nun bu alana el atışı da, derin bir kavrayış ve soylu bir emek temelinde olmuştur. Mücadelemizin askeri alanına ilişkin teorik, örgütsel ve eylemsel çabaları, 15 Ağustos Atılımı ve en son olarak da 1986 Bahar Taarruzu'nda doruğuna ulaştı. Askeri çizgiyi ve askeri sanatı derin bir biçimde özümseyip uyguladı ve yine aynı özle uygulattı.
Şüphe yok ki, böylesi bir yaşam, PKK'nin bir doruğu, temel bir ölçütü olarak görülmek ve bir emir olarak uygulanmak zorundadır. Eğer PKK'de derinleşmek isteniliyorsa, O'nun bu özellikleri gereği gibi özümsenmeli ve uygulanmalıdır.
Böylesi bir kahramana sahip olmak başlı başına bir değerdir, ileride bu konuda çok daha fazla şeyler söylenecek, diğer direniş şehitlerimiz gibi bu şehidimizin anlamı da yerli yerine konulacaktır ama ana hatları ile dahi belirtildiğinde görülmektedir ki, Mahsum yoldaş, partinin teorik ve pratik gelişiminde sadece bir kilometre taşı değil, birkaç kilometre taşı olabilen, bu gücü gösterebilen bir yoldaştır. Parti ve ulusal direniş tarihini her atılımda önemli bir evreye ulaştıran, bunu yaparken de cesaret, fedakarlık, alçakgönüllülük, olgunluk, gençlik, esneklik, kararlılık vb. gibi parti yaşamımızın tüm özelliklerini kişiliğinde temsil eden bir değerdi. PKK ile yürümek ve onunla büyümek isteyen herkes ve özellikle de O'nu tanıyanlar, bu kişiliği mutlaka çok iyi kavramalı, O'nu kendilerinde duymalı ve tüm hücrelerine kadar sindirmelidirler.
***
* Rêber APO’nun 1986 yılının Mayıs ayında Agit yoldaşın şahadeti üzerine yapmış olduğu konuşmadan derlenmiştir…
- Ayrıntılar
Büyük bir umutla, Partimiz ve halkımız lehine olan bir çok politik ve askeri gelişmeyi yaşayarak karşıladığımız 1987 Newroz'u dolayısıyla, halkımızı ve tüm ilerici insanlığa kutlarken, aynı zamanda bizi bu mücadele günlerine ulaştıran direniş şehitlerimiz, başta da Newroz'u yeniden yapan Çağdaş Kawa Mazlum DOĞAN ve Ulusal Direniş kahramanımız Masum KORKMAZ (Agit) yoldaşların anıları önünde saygı ve minnetle eğiliyoruz.
Geçmişte Newrozlar çok basit ve silik bir biçimde yaşanırdı. Newroz'u içeriğinden böylesine boşaltılmış bir biçimde yaşama, aslında halkımızın kendi tarihinden kopukluğunun veya kopartılmışlığının da bir ifadesiydi. İşte Partimizin önderlik ettiği Ulusal Kurtuluş Mücadelesi, tarihi yaratan ve yenileten özelliğiyle, böylesi günlere hep yeni anlamlar yüklemiş ve bunların gerçek içeriğini açığa çıkarmış bu anlamda Partimiz, halkımızın bayramlar diye adlandırılan anma günlerini ve bunlar içinde de başta Newroz Bayramını mücadelemizle ve kurtuluş savaşımızla bütünleştiriyor ve gerçek anlamları ile anıyor.
Artık Parti ve halk olarak biz hiçbir zaman böylesi günleri sadece, bayram günleri, yıldönümleri biçiminde ve içeriğinden uzaklaştırılmış bir tarzda anmayacağız. Eğer yıldönümleri, bayramlar, anma günleri halkların kurtuluşlarına, yaşamda yeni bir sürece girmelerine ve bu günlerden kalma anılarına eşlik ediyorsa anlamlıdır. Açık ki, Partimizin de yapması gereken, içeriğinden epey kopartılarak anlamsızlaştırılmaya çalışılan böylesi bayramlara gerçek anlamlarını kazandırarak, bunlar mücadelemizin önemli bir basamağı haline dönüştürmektir.
Halkların tarihinde, ulusların yaşamında, gerek dini bayramlar, gerek ulusal bayramlar ve gerekse sınıfsal bayramların hepsi, sahiplerine önemli gelişme imkanları sağladıkları için kutlanırlar. Parti hareketimiz de doğuşundan günümüze kadar, Ulusal Kurtuluş Mücadelemizin bütün önemli aşamalarını, eylemlerini ve yıldönümlerini kutlamaya çalışmış, şehitlerimizin şahadet yıldönümleri Partimizin ve halkımızın en seçkin direniş günleri haline getirilmiştir. Bu anmalar, böylesi yeni bir geleneğin yaratılması, Partimiz ve halkımız açısından büyük bir öneme sahiptir. Çünkü binlerce yıl süren bir halkın tarihinin son aşaması, karanlığa gömülerek kaybedilmek istenmiş, bunun için sömürgeciler, işbirlikçileri yüzyılların korkunç çabalarını harcamış ama, bu halk öncüsü sayesinde ve son anda buna "dur" demiş ve bunun kurtuluş eylemini geliştirmişse önemlidir. Açık ki, tarihin araştırılmasına dayanan ve kurtuluşa götüren eylemin önemli aşamaları, elbetteki anmaya değerdir. İşte Newrozlar artık böyle bir temelde, mücadelemizin önemli bir aşamasını ifade eden anlamı ile anılmak veya kutlanmak durumundadır.
Newroz yeni bir gün demektir. Halkımız, yeni bir güne girişi bayramlaştırmış ve bunu kutlamaktadır. Ancak niçin yeni bir gündür, bugün neyi ifade etmektedir veya hangi gelişmeyi dile getirmektedir? Newroz'un anlamı baharın gelmesi, bunun için şenlikler yapılması, temiz giysilerle meydanlara çıkılması, türkülerin söylenmesi veya oyunların oynanması ile sınırlı değildir. Bu olsa olsa bugünün gösteri kısmıdır. Oysaki Newroz'un halkımızın tarihi açısından daha derinden ve özlü bir anlamı olduğu gibi, onun maddi ve manevi yaşamına getirdiği köklü dönüşümler de söz konusudur. Newroz'un bir bayram olarak kutlanmasında, ülkemizin çok sert ve insan yaşamını etkileyen kış koşullarından çıkış, doğayı canlandıran bahara ulaşma bir nedendir. Ancak Newroz, yeni bir mevsime giriş, doğanın şenlenmesindeki bir başlangıçtan öteye, günümüzde mücadelede atılımında yeni bir döneme, ani bir başlangıca girişi ifade etmektedir. İşte yakın geçmiş ve günümüzde Newroz'un Partimiz ve halkımız açısından gerçek anlamı budur. Yani her Newroz mücadelemiz de yeni bir atılımın yaratılması, düşmana daha ezici darbelerin vurulması, bunun için hazırlık ve eylemlilik coşkusunun yaşanması demektir.
Bugün, düşman Newroz'un Partimiz ve halkımız açısından ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştır ki, her kış bitimine doğru kış hazırlıklarımızın baharda bir atılıma yol açacağı gerçeği karşısında sık sık "PKK'nin bahar atılımını önleyelim" diyor ve her Newroz'a doğru gidişte yoğun karşıdevrimci tedbirler geliştiriyor. Bunun en son ve çok açık bir örneği de içinde bulunulan günlerde yaşanmaktadır. Partimiz daha bahar atılımını başlatıp geliştirmeden telaşa düşen düşman, dünyayı ayağa kaldırıyor, bahar atılımının önünü kesmek için korkunç çabalar içine giriyor. Bu durum düşmanın bu telaş ve korkusu, Ulusal Kurtuluş Mücadelimizin çok önemli bir noktaya geldiğinin bir diğer kanıtıdır. Madem ki her Newroz, artık düşmana korku salıyorsa, bu aynı zamanda halkımızın dirilişinin gerçekleştiğini de gösterir. Bunun özellikle bir kaç yıl içinde bu biçimde gelişmesi, PKK'nin tarihe ağırlığını nasıl koyduğunu ve halkının kurtuluş sevincini bu günlerde nasıl yükseklere çıkardığını ispatlar. Bunun böyle olduğunu, artık günümüzde dost da, düşmanda açıkça görebilmektedir.
Kısacası, Partimiz ve halkımız hiçbir dönemle kıyaslanmayacak bir biçimde 1987 yılı Newroz'una daha büyük bir umutla girmektedir. Artık Partimiz ve halkımız açısından, mücadelemizde yeni bir atılım dönemine girme ve düşmana daha büyük darbeler vurmanın sevincini yaşama anlamına gelen Newroz, aynı zamanda bireyin, Partinin ve halkın kendi geçmişini değerlendirmesi, bugününü tahlil etmesi ve geleceğine ilişkin düşünce ve hedeflerini ortaya koyması, bütün bunların bilançosunu çıkararak sunması dönemidir de.
Bu nedenle Partimiz, yeni bir Newroz dönemine girerken, gerek geçmiş dönemi gözden geçirmek, gerekse bugün Ulusal Kurtuluş Mücadelimizin hangi güncel sorun ve görevlerle karşı karşıya olduğunu ve yine yakın geleceğe ilişkin programını ortaya koymak, tüm bunların bir değerlendirmesini halkımıza sunmak durumundadır.
Önder APO
- Ayrıntılar
Türkiye devrimciliği ve solculuğu günümüzde zor bir dönemi yaşamaktadır; faşizmin ağır yenilgisinden ve bunun yarattığı karışıklıktan hâlâ kurtulmuş değildir. Bu nedenle Türkiye halkının çıkarlarını esas alan devrimci cephe bir türlü şekillenemiyor. Fakat Türkiye halkı ve proletaryası da amansız bir baskı ve sömürü cenderesi altında yaşamaya devam etmektedir. Görülmemiş emperyalist işbirlikçisi bir iktidarın had safhada olan, ekonomik, sosyal, siyasal baskıları söz konusudur. Buna karşı dikilmesi gereken devrimci güç, cephe ve örgütün yaratılarak Türkiye zemininde mücadelenin geliştirilmesini, Partimizin önderlik ettiği Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin geçmişte olduğu gibi, günümüzde de önemli bir gelişmesi olarak değerlendirilmiştir. Bizim bu konudaki desteğimizin, Kürdistan'da yükselttiğimiz Ulusal Kurtuluş Mücadelesi olduğunu tekrar belirtmekteyiz. Beklentimiz odur ki, bu çıkışımıza Türkiye'den de gerekli karşılık verilsin. Türkiye proletaryasının merkezlerinde belirttikleri o ana yatakların da en azından grevleri, işçi sınıfının ekonomik mücadelesini yükseltsinler. Bunu, bizim mücadelemizi desteklemeleri amacıyla değil, bugün çok gerilere düşen ekonomik ve sendikal haklarını yeniden almaları için yapsınlar. Bunun için biraz kavga, biraz örgütlenme, biraz tehlikeleri göze alma ve böylelikle onurlarını kurtarma dileğimizdir. Bu oldukça mütevazi ve doğru olan bir dilektir.
Biz halklar ve örgütler arasındaki birliği, mücadele birliği olarak görüyoruz. Bunun için geçmişte bir anti faşist cephe içinde belli adımlar attık. Bunu daha da geliştirerek ister reformist, isterse devrimci olsun anti faşist niteliği esas alan güçlerle ortak mücadelelerle, cephe ve güç birlikleri biçiminde katılırız. Kaldı ki yürüttüğümüz direniş mücadelemizin bunun temel bir güvencesi olduğu ortadadır. Desteği biz bu biçimde anlıyoruz. Açık ki somut görüşmeler yoluyla bunu daha da ilerletebileceğimizi bu konuda hazır olduğumuzu ve üzerimize düşeni yapacağımızı tekrar vurgulamaktayız. Ancak bunu vurgularken, aynı zamanda icazetli solculuğa Cuntanın solu olmaya özenen ve bunu yaygın bir tasfiyecilik biçiminde gerçekleştiren çeşitli anlayış ve pratikle de teşhir ve tecrit görevlerimizi sürdürmeye devam edeceğiz. Bu aynı zamanda Türkiye halkı ve proletaryasının çıkarlarına destek sunmanın bir diğer biçimidir. Bütün bunlar temelinde Partimiz ve halkımız yeni bir mücadele atılımının içine girerken, bir kez daha dürüst Türkiyeli ilerici, devrimci ve demokratları, halklarımızın çıkarına olan gerçek görevlerine sarılmaya davet ediyoruz.
Bölgemizin Tüm
Anti Emperyalist Güçleri
Bugün bölgemizdeki antiemperyalist mücadelede, Partimizin belirgin bir yeri ve rolü vardır. Partimizin mücadelesi daha şimdiden Ortadoğu'ya yönelik emperyalist politikalarla ve özellikle emperyalizmin Türkiye faşist rejimi ile yürütmek istediği politikalara, başta da Irak'a, özellikle Musul ve Kerkük petrol bölgesine ve bütün Güney Kürdistan'a yönelik tehlikeli işgal ve istila çabalarına kararlılıkla karşı durmaktadır. Yine bölgeye yönelik uzun vadeli planları, bölgenin kaderini onlarca yıl etkileyecek ve ekonomik ticari sahada başlayan yayılma çabalarını gittikçe siyasi ve askeri bir konuma dönüştürmek isteyen TC'nin, bu yönelimlerine karşı da ortak bir direnişin geliştirilmesinin gerektiği açıktır. Bölgede emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı, gittikçe kendini dayatan ortak antiemperyalist bir mücadele birliğinin geliştirilmesi için de mevcut milliyetçi yaklaşımların aşılarak, halklarımızın çıkarlarını daha iyi ihtiva eden bir yaklaşımın geliştirilmesi önemli esaslardan biridir.
Kürdistan halkının enerjisine şu veya bu politikanın basit bir taktik yedek gücü olarak yanaşan ve halkımızın bu hakkına saygı gösteren, eşit ve özgür bir temelde birlik isteyen, bölgenin bütün ulusal kurtuluşçu ve ilerici örgüt, parti ve devletleriyle çeşitli düzeylerde ilişkiler geliştirmekten kaçınmayacağız. Kısacası, bölge halklarına yönelik görevlerimizi de bir yandan bu bölgenin azgın ve saldırgan güçlerinden TC'ye karşı daha aktif savaşacak, öte yandan böyle bir ortak mücadele birliğini her konuda sağlamaya, büyük bir çaba sarfederek yerine getirmeye çalışacağız. Bunun için bölge antiemperyalist güçlerini kendi görevlerine daha sıkı sıralama temelinde, ortak bir mücadele birliğini geliştirmek için, Partimizin yürüttüğü çabalara, gereken katılımlarını sunmaya çağırıyorum.
KÜRT HALK ÖNDERi ABDULAH ÖCALAN
- Ayrıntılar
Geleneksel 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, bir kez daha kadın özgürlüğü gerçeğimizi göz önüne getirerek, kadın sorununa yaklaşımın nasıl geliştiği ve bunda bizim çözümümüzün ne olduğunu bilince çıkarmak ve günün mücadele gerçeği içinde daha da ilerleyebilmesinin savaşı içinde olmak, bugüne verebileceğimiz en anlamlı karşılıktır.
PKK tarihi, onun sömürgecilikle savaşım tarihi, aynı zamanda Kürt kadınının kurtuluş tarihidir.
Halk gerçeğimiz, yoğun bir biçimde kadın gerçeğimizin benzerliklerini taşır. Onun sorunu, onun kurtuluşu; kadın sorunu, kadın kurtuluşudur. Belki de denilebilir ki, hiç bir devrim Kürdistan Devrimi kadar kadının kurtuluş devrimi olamayacaktır. Bunun tarihi, ulusal ve toplumsal nedenleri vardır. Tarihte, toplumun ataerkil aile yapısından ötürü ve giderek daha da geri biçimlerde günümüze kadar gelişen feodal ağalık, aşiretçilik, dincilik kurumlarının erkeği öne çıkarması ve bu kurumların en çok yabancı işgale yataklık etmesi, Kürt erkeğini çok onursuz, işbirlikçiliğe en çok alet olan, bu konuda sınır tanımayan bir çarpıklığın içine iterken; kadın güçsüz de bırakılmış olsa, Kürt ulusal değerleri içinde kalabilmiştir.
Erkek egemenliği, onu hep kadın üzerinde baskıya doğru götürürken, dışta işbirlikçiliğe doğru götürmüştür. Kurtuluş yolunu hep işbirliğinde arar. Dolayısıyla yabancı işgalcilerin, sömürgecilerin kültüründen tutalım her türlü siyasi, askeri tortu işlerinden tutalım kabiliyetine göre en tehlikeli ajanlık ilişkilerine kadar, hepsine Kürt erkekleri içinde bolca rastlanır. Bu konuda adeta kendileriyle iftihar ederler. Yabancı işgalcilere en çok kim hizmet ederse, "bu en iyi adamdır" biçiminde bir bakış açısı gelenek olmuştur. Genel anlamıyla erkeğin yaşadığı bu olumsuzluk, işbirlikçi sınıflarda daha da gelişmiştir. İşbirlikçi sınıf ve onun erkek egemenliği denilebilir ki, Kürdistan’ın en uğursuz, en lanetli kirine bulaşmış, ulusal değerlere ihanet etmiş ve dolayısıyla da en çok sorumlu tutulması gereken kesimi oluyor. Eğer kadın bu anlamda bir defa kirli düşmüşse, erkek on defa daha kirli düşmüştür. Bu gerçeği çok işledik.
Genel toplumsal çözümlemelerimizde ve daha çok da kadın sorununun ortaya konulması ve çözümünde son yıllarda oldukça ilerleme sağlamış bulunuyoruz. Hatta bununla da yetinmedik, pratiğe bu çözümlemeler temelinde yol aldırmaya çalıştık. Gelişmeler, çözümlemelerin doğruluğunu ortaya koydu. Kürt kadınının kendini en iyi dile getirdiği 1990 yılının Cizre-Nusaybin serhildalarında önderlik edenler kadınlardı, çocuklardı. Kadın-çocuk ilişkisini göz önüne getirirsek, kesin olarak serhildanda önderlik, ağırlıklı olarak kadınındır. Bu gerçeği iyi anlamak gerekiyor.
Unutmayalım ki Cizre-Nusaybin’de, Kürdistan’ın diğer benzer serhıldanları’na geliştiği yörelerde, kadının kendini ortaya çıkarışı tesadüfi değildir.
Birincisi; kesinlikle partimizin ideolojik-politik yaklaşımlarının doğruluğuna, kadının tutkusuna verdiği önemi gösteriyor. Bu kesindir.
İkincisi; yaptığımız pratik çalışmanın doğruluğunu, kadın faaliyetlerine verdiğimiz önemi, kadın kadrolarının kitleler arasındaki çalışmalarının önemini ve sonuç alıcılığını gösteriyor. Özellikle Cizre kadınının etkilenmesinde temel rolü oynayan Bınevş AGAL yoldaşın örnek kişiliği, çok iyi bilinir ki, bu gelişmelerin en önemli nedenidir. Hemen hemen her yörede böylesine gelişmelerin ortaya çıkarılmasında, partinin bizzat eğitip mücadele alanına sevk ettiği kadın kadrolarının yeri önemlidir. Onlarca şehit verilmiştir. Daha dün 1991 serhildanının geliştiği Şırnak, İdil ve Dargeçit’te, kadınların yürüyüşün başında olduğu ve yine ilk şehidin bir kadın olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Şu ortaya çıkıyor ki, Kürdistan Devrimi’nde daha başından itibaren, kadınlar önemli rol oynayacaktır, korkusuz yöneleceklerdir.
Devrim, önemli oranda kadınların kurtuluşunun devrimi olacaktır.
Bu düşüncede ortaya konulduğu gibi, pratikte de böyle olacağını kanıtlamıştır. Kürdistan ulusal gerçeği, içten baskı altına alınan halkın yaşadığı zor koşullar ve buna karşı özgürlük savaşımının ortaya çıkardığı gelişmeler, kadın etkisini sıkı sıkıya taşır. Şunu sıkça söyleriz; bizim halkımızın gerçeği, biraz da kadın gerçeğine benzer, kadının baskı ve sömürü altına alınışına benzer bir baskı ve sömürü altına alınmıştır. Dolayısıyla halkımızın sorunları ve kurtuluş yolları ile kadın sorununun çözüm ve kurtuluş yolları iç içe düşmüştür. Hiçbir halkın gerçeğiyle karşılaştırılmayacak kadar bize özgü bir gerçektir. O halde, bu gerçek böyleyse ve gelişmeler de bunu doğrulaşmışsa, Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, her ulusun kadınlarına bugün dolayısıyla göstermek istediği bir yaklaşım vardır. Bizim de bu konuda göstereceğimiz en olumlu yaklaşım, gerçeğimizin izleyicisi olmak ve eğer bu gerçekliğimiz de bir direniş, serhildanın gerçeğine dönüşürse, bunun en anlamlı yaklaşım olduğunu ortaya koymaktır. Biz sadece bunu bir günün saygılı yaklaşımı olarak değil, gittikçe derinleşerek bütün toplumumuzun kurtuluşuna, onun her bakımdan dirilişine katkısını sunacak ve sadece bu anlamıyla Kürdistan için değil, bunu kadının kurtuluşu için değil, dünya kadınlarının özgürleşmesine de katkıyı yapacak bir yaklaşım olarak görüyoruz ve bunun savaşımını veriyoruz.
PKK’nin kadın sorununda çok radikal olmasının en temel nedeni, kadın gerçeğimizin kendisinde yatmaktadır. Sorunu dünya kadının sorununa bağladığı gibi, tarih boyunca kadının baskı ve sömürü altına alınışı, düşürülüşü, kötürümleştirilmesi ve buradaki mücadelesine başladığı gibi, en çok da bunun Kürdistan kadınında nasıl geliştiği, Kürdistan kadınının baskı ve sömürüsünün özgül yanı, ayrıca kurtuluşunun da özgün yönlerini doğru ele almak gerekir.
Şunun çok iyi bilincindeyiz; genelde bir toplumda kadının özgürlük düzeyi, bütün toplumun özgürlük düzeyini belirler. Bir toplumun ne kadar özgürleşeceğini anlamak istiyorsanız, bir kadının ne kadar özgürleşmek durumunda olduğuna bakacaksınız. Bir ailenin ne kadar özgür bir aile olduğunu anlamak istiyorsanız, kadının ne kadar özgür olduğuna bakacaksınız. Şunu da ekleyelim; bir erkeğin ne kadar özgür olduğunu anlamak istiyorsak, kadın sorununda ne kadar özgür olduğuna bakmak gerekir. İyi veya kötü, demokrat, sosyalist olmanın temel ölçütlerinden birisi; soruna demokrat ve sosyalist olarak bakabilmek, kadın ilişkilerinde bir seviye tutturabilmek buna bağlıdır. Dolayısıyla biz, partimizin içinde "özgürlük ne kadar vardır" sorusuna cevap vermek istiyorsak, saflarımızdaki kadınların özgürlüğüne bakacağız. Saflarımızda kadın ne kadar özgürleşiyorsa, PKK de o kadar özgürdür.
PKK’nin özgürlük derecesi toplumumuzun özgürlük derecesidir.
PKK’deki kadının özgürlük derecesi, Kürdistan toplumunun içindeki kadının özgürlük derecesini tayin eder.
Soruna böyle yaklaştığımızda, partililere ne tür bir görev düştüğünü çok iyi anlıyoruz. Her şeyden önce partinin konuya doğru tarihi, toplumsal gerçekler temelinde bakmasını bilmek gerekiyor. Bu konuda geliştirilen çözümlemeler vardır. Mutlaka bütün partililerin özümsemesi gerekiyor. Tutarlı olmanın birinci boyutu budur. İkincisi, bunu kendi kişiliklerinde uygulamaları gerekir. Çözümlemelerden çıkarılacak sonuçlarda sadece kadının özgürlüğü değil, erkeğinde özgürlüğünün yattığının bilinmesi gerekir. Düşürülen kadın, erkeğin düşürmesidir. Özgürleşen kadın, özgürleşen erkek demektir. Böylesine iç içe etkileyen taraflar olarak baktığımızda, sağlam bir partilinin kendini mutlaka eğitmesi gerektiği ortaya çıkar. Ne kadın bize geleneksel kendi köleliğini, düşkünlüğünü dayatabilir, ne de erkek kendisinin tersyüz edilmiş egemenliğini, daha tehlikeli işbirlikçi düşkünlüğünü ve baskıcı egemen olma konumlarını dayatabilir. Mutlaka tutturulması gereken, tarafların eşit ve özgürlüğe açık olmayı bilmeleridir. Açık, şeffaf, özlü, baskıdan uzak, olumsuz etkilenmelerden uzak, sonuna kadar temel kurtuluş değerlerine bağlı, saygıya dayalı, sevgiye dayalı, sonuna kadar yoldaşça ilişkiler içine girebilmeleridir. Parti buna önem veriyor, bu konuda mevcut gerilikleri aşmaya çalışıyor ve daha şimdiden bu çabaların ürünü olarak Kürdistan kadınının devrimde küçümsenmeyecek rolünün ortaya çıkmasına yol açıyor. Düşmanın baş edemeyeceği müthiş bir güç kaynağının sadece kendini kurtarmakla yetinmeyeceği, bütün toplumun kurtuluşuna, onun zengin, yeni, diri, yaşanmaya değer bir toplumsal düzene dönüştürülmesine en büyük katkıyı sağlayacaktır.
Demokratik olsun, ulusal kurtuluş olsun, sosyalist olsun geleneksel birçok devrimde kadın hep uydu, bağımlı bir biçimde ele alınmıştır. Devrimin esas bir öğesi değil, bağımlı bir öğesi gibi yaklaşılmıştır. "Herkes askerdir, kadın da bir askerdir; herkes bir militandır, kadında bir militandır; herkes şu işi yapıyor, kadın da o işi yapmalı" şeklinde kaba-materyalist yaklaşımlar sergilenmiştir. Kadının askeri, siyasi, örgütsel çabalara katılması gerektiğini inkâr etmemekle birlikte, bunun yetmediğini, hatta bu konuda kadına yaklaşımda salt eşitlikçi bir anlayışın tutturulmasının ciddi sakıncaları olacağını hemen belirtmek gerekiyor. Çünkü kadının özgürlüğü, onun mücadelesinin de özgürlüğünü ortaya çıkarır. Kadının fiziki, sosyal, tarihsel, içinde bulunduğu durum ve hatta bir bütün olarak toplum için ifade ettiği anlam, her ne kadar bütün toplumsal etkinliklere buna devrim de dâhildir katılmayı kurtuluş için vazgeçilmez kılıyorsa, özgünlüğünden kaynaklanan durumda aynıdır. Bu yönlü özellikle dışlanmıştır, söz değerinden yoksun bırakılmıştır, eylem değerinden yoksun bırakılmıştır. Her türlü etkinliği sınırlandırılmıştır. Bu daha çok sosyal yaşamda, kültürel yaşamda, böyledir. Yalnız siyasi askeri yaşamda değil, diğer alanlarda da yoksun bırakılmıştır. İlişkilerde özgünlüğü, eşitliği ortadan kaldırılmıştır. Bütün bunların yeniden ele alınması, özgürleştirilmesi gerekir.
Dolayısıyla soruna dar bir eşitlikçi anlayışla değil, kadın gerçeğinin bütün boyutlarıyla ele alıp zenginleştirilmesi temelinde yaklaşılmalıdır. Böylece kendi elinden alınan birçok yeteneğinin yeniden kazandırılmasına yol açılır. İyi bir inceleme sonucu, toplumsal baskı nedeniyle neyi kaybettiyse, onu bulmaya götüren, onu edinmeye götüren bir mücadelenin sahibi olması gerektiği açıktır. Kadının kendi orijinalliğini, özgünlüğünü böyle bulmasına, en az diğer alanlardaki eşitlik çabaları kadar büyük gereksinme vardır. Bunu karşılayamadan, kendini erkekle kaba eşitleştirme içine sokması tehlikeli bir yanılgıdır. Çünkü kadının bir de yitirdikleri vardır, elinden alınan yetenekleri vardır, kişiliğini yaşamama, kadınlığını yaşamama durumu vardır. Bunun büyük sıkıntıları, bunun yol açtığı acıları vardır. Bunları gidermeden ne siyasi, ne askeri, mücadeleye ciddi olarak katkı sunacakları düşünülemez.
PKK bu konuları zengince ele almaya çalışıyor. Hiçbir partiye nasip olmayacak bir biçimde kendine duyduğu bir güvenin de eseri olarak bakıyor. PKK’nin konuya böyle bakışının altında, aslında Kürdistan Devrimi’ne bakışı yatmaktadır. Bu bakışın altında, Kürt toplumunun, kadınların yaşadığı baskı ve sömürü biçimine benzer bir durumu yaşaması gerçeği vardır. Dolayısıyla soruna çok köklü yaklaşmamız, kendi toplumumuzun sorunlarına köklü yaklaşmamızdan ötürüdür. Bu nedenle de iki sorunun çok iç içe ve hatta kadının özgül nedenlerden ötürü öncü rol üstlenmesi de bu nedenle gerekiyor. Örneğin, Kürdistan toplumunun, erkeğinin sürekli dışarıya kaçışı ve neredeyse toplumun dörtte üçünün kadınlardan oluşması, yine erkeğin kolay işbirlikçiliğe yatması, ama kadının ulusal değerlerden kopmayışı gerçeği var. Okur-yazarlığı yok ve Kürt kalmak zorunda. Bu basit nedenler bile, neden kadının çoğunluğunun ulusallığı temsil ettiğini bize açıkça gösteriyor. Partimizin daha başından itibaren bunları gördüğünü göz önüne getirerek, bu soruna hak ettiği yeri vermesi, serhildanda kadın önderliğinin ortaya çıkışına yol açıyor.
Hiç şüphesiz bununla yetinmeyeceğiz, attığımız adım bir başlangıçtır. Parti içinde olsun, ulusal kurtuluş saflarında olsun, giderek daha fazla ve yoğunca bu sorunun işlenmesine ağırlık vereceğiz. Her şeyden önce parti saflarında kadın eğitimini daha da geliştireceğiz. Mevcut çözümlemelerin iyi özümsenmesi, derinleştirilmesi, kişiliklere indirgenmesine artan bir çabayla karşılık vereceğiz. Aynı şeyi yalnız kadın için değil, erkeğin eğitimine de yansıtacağız. Şu ilkeyi sürekli göz önüne getireceğiz; bir kadro bu sorunlarda doğru çözüme ulaştığı anda kadrodur, bu sorunda özgürleştiği oranda özgürdür. Gerçeğine biraz özeleştirisel yaklaşacak, sürekli eksiklikleri gidermeye çalışacak, bu konuda kendi mücadelesinde giderek derinleşme ve yoğunlaşma sağlayacaktır.
En önemlisi de kadın kadro adayları, daha çok kendi eğitimlerine ağırlık vereceklerdir. Partiye çok zayıf geldikleri, toplumun ağır etkisini taşıdıkları, çok geri özellikler getirdikleri biliniyor. Dolayısıyla özgül eğitimlerini yapacaklar. Bu konuda geleneksel kadın düşkünlüğünü, duygusallığını, hafifliğini asla yansıtmayacaklar. Bilakis cesur, fedakâr, zeki kadın olma özelliklerini sürekli geliştirecekler. İnanıyoruz ki, kadınlar da bu özellikler erkeklerden daha aşağı değildir. Bizim yaşadığımız gerçekler daha şimdiden bunu doğruluyor. Geçen yıl, yani 1990 Newroz’unda partimizin ideolojisinden sınırlı olarak etkilenen kahraman kızımız Zekiye ALKAN’ın kendini yakma eylemi, "Newroz ateşi en iyi insan teninde yanmalıdır" demesi, cesaretin ve fedakârlığın sınırsız bir örneğidir. Demek ki, kadının kurtuluşa girişi öyle küçümsenecek bir giriş değildir. Doğru yol gösterildikten sonra, eğer yanlış engellemelerle dıştan dayatmalar olmazsa, kadına sonuna kadar güvenmek ve bunun doğruluğuna inanmak, sanıldığından daha fazla kurtuluşumuza katkı sağlar, zenginlik sağlar. Bu olmadan devrim olmaz. Kadının genelde dünyada, özelde Kürdistan’da katılmadığı devrim, noksan kalmış bir devrimdir, bizdeyse imkansız bir devrimdir. Ulusal kurtuluş devriminde, demokratik, sosyalist devrimde kadın, Kürdistan özgülünde gittikçe daha artan bir rol oynayacaktır. Şu çok önemli bir gerçektir ki, Kürdistan kadını uyandığı, örgütlendiği, kat be kat kendini özgürleştirdiği oranda, Kürdistan uyanmıştır, dirilmiştir, özgürleşmiştir ve yaşanılır bir alana kavuşmuştur.
Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla bir kez daha bu soruna kendi katkımızı sunarken, böylesine kapsamlı düşünmeyi ve üzerimize düşeni yapmayı bilmeliyiz. Parti Önderliği olarak biz, kendi çabamızı oldukça yoğun ve çözümleyici kılmaya çalıştık. Halen kadın kurtuluşunun Kürdistan kurtuluşundaki yerini, önemini ortaya koymak için, ardı arkasına çözümlemeler, yoğun eğitimler, örgütlenmeler yapıyoruz. Bu konuda bütün partililere, doğruların nasıl ele alınması gerektiğini, çözümün ne olduğunu, özellikle pratiğin nasıl geliştirilmesi gerektiğini önemle vurguluyoruz. Devrimimizin önemli oranda kadın devrimi olduğu bilinciyle hareket ediyoruz. Çabalarımız, bize bu konuda oldukça yenileştirici, oldukça özgün olmayı öğretmiştir. Geleneksel yaklaşımların, namus kavramının, aile kavramının yıkılışını, bunun yerine gerçek namuslu yaklaşımı, özgür yaklaşımı, büyük zorluklara rağmen yerine getiriyoruz ve getireceğiz. Yaptığımız sınırlı bir çalışmadır. Daha fazlasını cesurca, bu konuda hiçbir engel tanımadan yerine getireceğimiz kesindir. Yeni olacağız, yeniyi başaracağız. Bu konuda kendimize güvenimiz, kadın kadrolarımıza, çalışanlarımıza ve bütün kadınlarımıza güvenimiz tamdır.
Bir kez daha bu vesileyle, başta kamp sahasındaki eğitim faaliyetine katılan yoldaşlar olmak üzere, PKK saflarındaki ve serhıldanlardaki Kürt kadınlarının mücadelesini selamlıyor, sevgilerimi sunuyorum.
Önder APO
- Ayrıntılar