Kürdistan halkının geleneksel bayramı olduğu kadar, çağdaş anlamda kendi ulusal kimliğini geçmiş tüm yıllardan daha fazla açığa çıkararak, kendi halk savaşımını sağlam temellerde bir daha yenilmemecesine yaşayarak ulaştığı yeni yıl. Newroz tarihini göz önüne getirdiğimizde 2602 miladi, 1990 yılı bir anlamda Partimiz'in de başta Nusaybin ve Cizre halk isyanı olmak üzere, tüm ülkede ulusal kimliğe, özgürlüğe dönüş hamlesini daha da ileri bir düzeye taşırarak karşılaması gerçek bir kutlama anlamına geliyor. Yeni şeyler derken, esas olarak mücadelede ulaştığımız yeniliği anlamalıyız. Bir yandan Partili militanların şahadeti, diğer yandan halkımızın kanlı isyanı Newroz'un nasıl karşılanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu temelde mücadelenin vardığı düzey gerçek bir umut kaynağı, yaşamın vazgeçilmez yeni bir şeklidir. Bu da, ister düşmandan kaynaklansın, isterse de iç engellerden kaynaklansın, bir daha önü kesilmez bir kurtuluş akımı haline gelme, dönülmez bir kurtuluş yolunda yürüyüşün içinde olmak demektir. Bu işe kendimizi değiştirmek için duyulan sorumlulukla düşüncemizi zorlayarak, çabalarımızı bitmez tükenmez kılarak bu temelde nasıl kazanılır sorusuna bir cevap vermek istedik. Ortaya çıkan gelişmeler hem büyük bir çabanın sonucu, hem de büyük bir yılın başlangıcı anlamına geliyor. Halklar zor dönemleri yaşadılar. Ki bu halk Kürdistan halkı ise bir kader gibi gittikçe tükenen ve adına yaşam, yabancı işgal, hatta sömürgecilik bile denilmeyecek, bundan da öteye eşine ender rastlanan bir tükeniş sürecinde ise, burada düşünce ve davranış üretmek insanın temel özelliklerine sahip çıkmanın vazgeçilmez bir gereğidir. Bu anlamda yaratılanlar önemli sonuçlardır ve yeniye ulaşmada muazzam sağlam bir başlangıçtır.
Nereden ne kadar sonuç aldık, neye nereden sağlam bir başlangıç yapıyoruz? Sorularına gittikçe net cevaplar vermek istediğimizde olguların iç içeliğini görürüz. Dolayısıyla yeni yılımız, Kürdistan halkının dünyada ve bölgede yoğun olarak yaşanan gelişmeler karşısında ayağa kalkışının ister eski tarihsel geçmiş, ister yakın tarih ve Partimiz PKK önderliğinde gelişen kurtuluş aşaması, en çok umuda kalkan ve buna en çok muhtaç olan hatta bir diriliş çabası da diyebileceğimiz bir çabanın içindedir. Halklar, partiler ve kişiler, yılları sonuç ve başlangıç anlamında çok net bir şekilde gündemleştirerek değerlendirmeye tabi tutarak yürütürler. Eğer bu halk Kürdistan halkı ve onun adına öncülük iddiasında olan PKK söz konusu ise; gündemimizi doğru belirlemek, sağlam başlangıçlarla değerlendirmelere girişmek, bunun pratik çabasını, yürüyüşünü yapmak ve gerçekten çok büyük bir güç sergilemek demektir. Burada güçlü olan kişi; kendini aşmak, gelişmelere (ki, bu bizde varlık yokluk ve diriliş meselesidir) cevap vermek, buna sürekli güç getirmek ve mücadeleye en az tahribatla yol aldırmayı bilmek zorundadır. Çünkü bu çok önemlidir. Bu anlamda sorumluluk ciddi duyuluyor ve dava insanı bu temelde kavranılıyorsa, kapasite ve biçim kazanmak vazgeçilmezdir, gereklerini karşılamak ise zorunludur.
Yeni yıl, halk ve Parti için olduğu kadar, daha çok da militanların kendilerini köklü gözden geçirmeleridir. Bu, önlerinde bir görev olarak durmaktadır. Bir anlamda bağlı olduğu göreve yeterli olma, onu hiçbir bahane ileri sürmeksizin karşılama rolün vazgeçilmez gereğidir. Herkes işlerine mutlaka böyle yaklaşmak durumundadır. Kürdistan insanına baktığımızda; rolden uzaklaşma çok yoğun, rolü doğru kavrama çok sınırlıdır. Parti içi de dâhil en hayati işlerine tersinden yaklaşma, zaafları konuşturma, onu yaşama, yaşatma ve giderek düşkünlüğe sevdalanma bizde çok katı bir gelenektir. Ve bu hak ettiğimiz veya mutlaka ulaşmamız gereken yeniye ulaşmayı sancılı kılıyor. Sonuçta da yenilenme olmayınca duraklamaya yol açıyor. İmha sürecini yaşadığımız için, belki de farkına varılmayan ama kaybetmememiz gereken noktada kaybettiğimiz anlamına geliyor. Bizde insanlar nasıl yaşadıklarını bilmedikleri gibi, nasıl ölmeleri gerektiğini de bilmezler. Yaşam ve ölüm bir anlamda bizim için anlamını yitirmiştir. İşte bu anlamda mücadelemizin diğer bir anlamı da tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Yaşamın tanımını yapmak, ölümün de ne olduğunu kavratmak, birbirlerini ispatlayan, gerçekleştiren özelliklerdir. Ölümle yaşam arasında sanıldığından daha da ince bir fark vardır. Bizde bu fark yitirilmiştir. Yaşıyor muyuz, ölü müyüz? Belli değildir. Tüm hatalar bu ayırımın sağlam yapılmayışından kaynaklanıyor. Genelde insan soyuna ve onun halklarda gerçekleşmiş ve kabul edilir biçimlerine nasıl yaklaşmalıyız, bu temelde yaşamın neresindeyiz ve neresinde olmalıyız? Sorularına cevap veremediğimiz gibi, nasıl ölüyoruz, kimler bizi öldürüyor, nasıl öldürüyorlar? Sorularına da yetkin cevaplar veremiyoruz. Bırakalım ideolojide, politikada, askerlikte sağlam bir pozisyonda savaşmayı, bütün bu hususlarda her şey ağıza, göze bulaştırılmıştır. Bundan dolayı bilinen hatalar zinciri sökün etmekte, nerede, nasıl vurulduğumuz, yine nerede, nasıl kazandığımız pek belli olmamaktadır. Sonuçta da ortaya çıkan ulusal gerçeklik şudur: Yüzyıllardan beri hep ayağa kalkmak istemiş, fakat darbe yemiş, giderek biraz daha ölüme yaklaşmış ve can çekişmiştir. İşte günümüze doğru geldiğimizde de kimsenin sahip çıkmadığı, gerçekten de metelik kadar değer vermediği bir halk gerçekliği söz konusudur.
En ucuz satılan, en çok üzerinde yanlışlık yapılan, sorumsuzca tepişilen değerler, vatanseverlik ve özgürlük değerleridir. Oysa en yüce tutulması gereken değerler bunlardır. Bundan dolayı küçülme, alçalma geliştikçe gelişiyor. Sonuçta da dünyanın en tanınmaz halkı haline gelmek, kişi olarak da hiç ciddiye alınmamak, kendine ve çevresine olan saygıyı yitiren bir konuma gelmektir. Bu durum Parti saflarımıza da yansıyor; kendisiyle, çevresiyle oynar bir hale geliyor ve tam da yaşamı zorladığımız, yaşamı doğru bir tanımla ve çabayla ele geçirmek, onu adeta kurtarmak için yüklendiğimiz bir dönemde, ölümcül darbelerle kendisine de, çevresine de hak etmediği darbeleri vuruyor. Çoğunuz sadece kendinizi vurmuyorsunuz, kendinizle birlikte birçok değeri de düşürüyorsunuz. Bütün bunların nedenleri Partimiz'in ideolojik, siyasal çözümlemelerinde kapsamlı olarak ortaya konulmuştur. Bu anlamda mücadele de kendini tanımlamadır. Tabii binlerce yılın altüst ettiği, baştan çıkardığı, tanınmaz hale getirdiği bir gerçeklik öyle kolay bir tanıma kavuşturulamıyor. Ondan ne çıkar, ne çıkmaz? Cevabı da hemen bulunamıyor. Ve sizler de etle tırnak gibi bu yapıya bağlı olduğunuz için, yerinizi, rolünüzü hakkıyla kavrayıp güncele cevap veremiyorsunuz. Hayatın her alanında böyle olduğu gibi, daha çok da Parti içinde, devrimci savaşımda göreve nasıl yaklaşım sergilemeniz gerektiğini, hangi çaba ve üslupla ele geçirip başaracağınızı bilemiyorsunuz. Bu da güncelliğe yetmeme, taktik önderliğe ulaşamama, zaferi yakalayan yürüyüşü sağlayamama anlamına geliyor.
Bu anlamda savaşımımız olumsuzlukları bertaraf etmek, tanımı yapılmış özgür yaşamın ulus ve birey için ele geçirilmesinin akıllı çabası içinde bulunmak ve onu yürütmek oluyor. Sağlanan başarı bu anlamda bir yeniliktir, tanınmaz durumdan kurtulabilmektir. Bizde herkesin mutlak anlamda içine girmesi gereken kurtuluş yolunda bir nebzede olsa sonuç almaktır. Bunun dışında yenilikten bahsedemeyiz. Dünyada, bölgede, Ortadoğu halkları ve daha çok da Kürdistan halkı için yeni şeylerden bahsetmek istiyoruz. Mümkün olsaydı da her biriniz için tek tek yeni nedir, yeniye yönelik özde çabanız nedir, yanılgısız ne kadar samimisiniz, yönteminiz, üslubunuz ne kadar elveriyor? Bunları işleyebilseydik. Her savaşçımız için bunu yapmayı çok isterdik, fakat mümkün olmadığı gibi gerekmiyor da. Bu aşamada özelde militan için, genelde de herkes için söylenenlerin ne kadar yerinde olduğunu bilmelisiniz. Ve bu soruları kendinize yönelttiğinizde cevabını tam olarak vermeyi becermelisiniz.
En başta kendi rolümü yeniden gözden geçirmeye çalışarak, kendimi nasıl değerlendirmeliyim diye düşündüm; nereden geliyorum, nereye ulaşıyorum, uzun yolda kurtarılanlar nelerdir, ne kadar yanılgısız bir tutum içindeydim, tüm zaaflarımla birlikte neyim, bundan sonra nasıl götürmeliyim, objektif olarak kendime nasıl yaklaşmalıyım, kendimi yanıltmadan nasıl değerlendirmeliyim? Dedim. Newroz, böylesi bir yaklaşımı gerektiriyor. İnsan, evrende gerçekten olağanüstü bir varlık ve düşünen bir maddedir. Bu da çok büyük bir aşamayı ifade ediyor ve halen üzerinde biraz düşündükçe hayretler içinde kalmamak elde değil. Varlığına inanmak bile olağanüstü bir yaklaşım istiyor, yani insan türü söz konusu olduğunda bunu basite almamak gerekiyor. Evrende ulaştığı boyutlar kudretli olduğu kadar, çok heyecan verici ve ızdıraplı, acılı bir varlık olduğunu da düşündürüyor. Burada felsefe yapmak istemiyoruz ama yine de gerekiyor. Çünkü insan tanımına sağlam ulaşmazsak, ondan kaynaklanan çok çeşitli toplumsal gelişmelere de anlam yükleyemeyiz. Dolayısıyla nelere yetenekli olup olmadığını da çözemeyiz. Kısaca, insana en büyük yeteneği hasretmek yerindedir. Gözümüzde çok büyüttüğümüz tekniklerin şahı insanın kendisidir, onun yetenekleridir! O açıdan biz kendi savaşımımız da dâhil her şeyin temeline insanı yerleştirirken, en güçlü tekniğe dayandığımızın bilincindeyiz. Eğer insanın işlenmesi tam olursa, atom bombasından daha kuvvetli, bıçaktan, kılıçtan daha keskin bir güce ulaşabiliriz. Eğer işlenmez duruma getirilmişse tekniğin çok kötü bir kullanımıyla karşı karşıyayız demektir. Pas tutmuş insan tekniği köreltir veya kendisini çürütür, ters vurur ve diğer tüm gelişmeleri durdurur. Yeteneklerimizi Kürdistan halkının gerçek yeteneklerine dönüştürmeliyiz. Parti'nin bugünkü işleyişi, eğitimi, tecrübesi yaşama yolunda çaba sarf eden insana ulaşmak içindir. Kir, pas tutmuş, işlemez duruma gelmiş yapıdan kurtulmak, işleyen insana ulaşmak ve yeniyi yaratmak içindir. Bu anlamda biz her zamankinden daha fazla yeniye ulaşmanın ve onu yaratarak elde etmenin önemli bir şansını yakalamış sayılıyoruz. Bundan kuşku duyulmamalıdır.
Militanın şahsında sağlanılan gelişme, bu yıl da halkımızın şahsında sağlanmalıdır. Bu konuda en az yanılgılı olmaya, yani nasıl çeliği çok dövünce parçalamak mümkünse, biz de onu ne kırarak, ne de değişmez diyerek ona en iyi şekili verebilecek duruma getirmeliyiz. Ki, bu da eylemimizin taktik esası olmaktadır. Halkımız kendisi için yaşamı ele geçirirken, bunun gerekli çabası içerisine mutlaka girmelidir. Geçen Newroz'a büyük bir çabayla girmiştik. Bugün adeta öncülük eder konuma gelen, tarihin de onu iddialı kıldığı ve önemli bir yurtsever halk kesimimiz olan Cizre halkı, bugün anlamlı ve önemli bir adım atıyor. Geçen yılın kışından çıkmaya çalışırken de belli bir kıpırdanış vardı ve Partimiz'e doğru başlayan bir akış söz konusuydu. Bugünkü isyanın da anısına iyi bir karşılığı, hem de özlü ve yerinde bir karşılığı Kürdistan'ın kızı Berivan yoldaş, o tempoya uygun bir yaşamı ve bu isyancılığa uygun bir kişiliği yansıtmıştır. Halk bu yoldaşın şahsında kendisine verilmek istenen mesajı iyi anlamış ve buna layık olduğunu bugün halkımızın tarihinde önemli bir başlangıç olabilecek bir isyanın adımını atmakla kanıtlamıştır. Halkımızın tarihinden gelen bu direnişçi özellikler, Partimiz'in en özlü bir militan çıkışıyla karşılaşınca, halkların tarihinde olduğu gibi çok önemli olabilecek bir gelişme mayalanıyor ve ürünlerini de bu biçimde veriyor. Kürdistan günümüzde biraz da bu demektir.
Daha önceki yıllara baktığımızda da Newroz'a doğru uzanmanın anlamlı şahadetleri vardır: 1987'de 21 Mart Newroz şehitlerimiz vardır. Bunlar başta Salman, Süleyman, Kanat arkadaşlardır. Hakeza 1987'de 18 Mart'ta Orhan, Hüseyin arkadaşların şahadeti, yine o günlerde peşpeşe şehit verdiğimiz gruplarımız vardır. Yine, 1988'de, 1989 ve bu yıl da şahadetler yaşadık. En son Ocak 1990'da Mardin'de Davut, Bozan arkadaşların grubu, yine en son Salah ve diğer yoldaşların şahadeti, ardından kitlesel isyan ve onun şehitleri özgürlük için akıtılması gereken kanın en temiz örnekleri oluyor. Bu halkımızı daha cesur bir yürüyüşe, Partimiz'i de daha cesur bir savaşıma önderlik etmeye götürüyor. Gerçekten yüzyıllardan beri büyük bir bela gibi dikilen korku duvarları yerle bir edildiği gibi, militan önderliğin de yetmezlikleri yerle bir edilmiştir. Aynı zamanda bunlar, yeninin üzerinde bina edileceği sağlam temeller oluyor. Bu değerlendirmeleri yaparken, düşman cephesi için de çok şeyler söylenmeli, görülmeli ve karşılanmalıdır. Aynı zamanda halk cephesi içinde de nelerin geliştiği, önceliklerin nasıl sıralanması gerektiği, nasıl bir dünya ve bölge koşulları içerisinde çıkış yaptığımızı görmeli ve hem tarihi, hem de geleceği gizleyen günceli yakalayabilmeliyiz. Günceli yakalarken gerçekten ona en iyi karşılığı vermek, başarıyı daha kesintisiz sağlamak, onun örgütünü ve sağlam yönetimini yaşamak demektir.
Hangi açıdan bakarsak bakalım, düşman bize hiçbir yaşam hakkı tanımıyor. Bu konuda hâlâ ısrarlı bir kör politika yürütmek veya insanlığı katliam ve soykırım da diyemeyeceğimiz bir tarzda kötü bir uygulamayla sonuca gitme iddiasındadır. Aslında katliam bir çözümdür, fakat onu dayatmıyor. Çünkü kendisine süt gerekli, bu yüzden de inekler sağılmalı. Hayvanlar gibi yaşatacağım tarzındaki cüretkar politikayla hareket ediyor. Bu politika karşısındakinin barbarlığı kadar, buna muhatap olan gücün veya güçsüzlüğün, halkın sefilliğinin, alçaltmasının da derinliğini gösterir. Halkımızın içinde bulunduğu durum bu politikaya öyle cesaret veriyor ki, "nasıl kullanırsam sonuç alırım" diyor. Gerçekten de Kürdistan'a dayatılan yaşam hayvanlara uygulananların üstünde, yeni bir şeyler verirsin karşılığını alırsın misali, insanın çok üretken varlık olmasıyla bağlantılı bir sömürü statüsünü uygulamadır. Adını ağızına almayacaksın, yürümeyeceksin ve yaşayacaksın demektedir. İnsanın doğasına en ters politika dediğimiz bunlardır. Türk barbarlığı tarihte namlıdır, geleneksel kökleri vardır ve gerçekten soykırımlar dâhil insan soyunun başına en olmadık belaları getirmiştir. Bizim başımıza getirilenler ise hiçbiriyle kıyaslanmayacak kadar anlamlıdır ve tanımının bulunması bile güçtür. Bir aydın olan İsmail Beşikçi "Devletlerarası Sömürge Kürdistan" diye bir kitap yazmıştır, onu saygıyla analım. Soruna PKK'nin pratiği temelinde iyi yaklaşmışa benziyor. Bunun için zindanlara atılmıştır ve böylesi aydınları anmak yerindedir.
PKK'nin ortaya çıkardığı gerçekliğe "sömürgeden de öteye bir konum" diyor ve öyledir. Statükoyu kavramak için küçük bir giriş yapıyor. Bunu tek başına yapıyor, fakat karşılığı da böyle ödettiriliyor. Yeni bir statükodan bahsetmek gerekiyor. Burada "insanlar nasıl yaşıyor?" sorusuna cevap verilmek isteniyor. Gizli örgüt kurmak, eylem yapmaktan öte, nesin, nasılsın? Soruları cevaplandırılmak istenmektedir. Unutmayalım ki, dünyada halkların kendi kimliğini belirleme kesinlikle suç değildir. Fakat herkes adımızı belirlemeyi dehşetle karşılıyor. Mevcut düşmanın barbarlığı bunu böyle dayatıyor ve bu konuda çok cüretkâr davranıyor. Halkımız da dünyada ne kadar kötülük varsa hepsini kendisine yakıştırıyor. Ülkesine yabancı, onun ruhunu, kimliğini tanımıyor, özgürlük denilen olayın hiç farkında değil. Böylesi bir durumun beğenilmesi açık ki mümkün değil. PKK'de dâhil, bunlarla uğraştıkça uğraşmamıza, biçimlendirdikçe biçimlendirmemize rağmen yine de beğenmiyoruz. Bunca yılımızı böyle geçirdik, peki şimdi ne olacak? Burada işin tabiatı birazda böyledir ya da içine düşülen durum beğenilmeyi hak etmiyor, diyeceğiz.
Düşürülmüşlük çok acıdır. Yitirilmişlik, tanınmazlık, çirkinlik, yanlışlık, noksanlık çok ileri boyutlardadır. Beğenilmek istendiğinde ise düzen ahtapot gibi seni sarıyor, sarmalıyor. İşte biz bunu çözmeye çalışıyoruz. Bazı arkadaşlar yeni katıldı, daha öncede katılımlar vardı. Sizlerin ne kadar dimağı elverir, yüreği kaldırır bilemem ama gerçeklerimizi tanımaya çalışın, kendinize güvenin ve yol almaya çalışın. Başka yerlere sığınmak insanı ilerletmez, diğer değerlendirmelerle sonuç alınamaz. Denile bilinir ki, özellikle kendimi tanıdığımdan beri, buna çocukluğu da dahil etmek gerekir temel endişe kaynaklarına yöneldiğimden günümüze kadar, bugün tanımını yapmaya çalıştığım yaşamı, gerek halk için, gerek birey için, gerekse de kendim için hâlâ yakalamaya çalışıyorum. Bunca yıl neyin peşinde olsaydık elde ederdik, fakat biz hâlâ yakalamaya çalışıyoruz. Bir devlet kuralım, ya da kurmaya az kaldı, ulaştık biçiminde kendimizi kandıramıyoruz ve öyle basit bir yaklaşımla da sınırlandırmıyoruz. Bu konularda oldukça kapsamlı olmaya çalışıyoruz. Bilindiği üzere çok başlangıçlar yaptım ve hemen hemen her gün yeni başlangıçlar yapıyorum. Yine de neyi ne kadar yakaladık, neye ne kadar ulaştık, ne kadar hakim olduk dediğimiz şey nedir? Bu ne kadar ciddidir? Bu, özlenendir, arzulanandır diyoruz, fakat tam cevap veremiyoruz. Kendini kaybeden, yitiren ben değilim, daha çok sizlersiniz. Tanınmaz halde olan halkın kendisidir. Kendi durumlarınıza bakın! Kendime sık sık "benden daha barışçı bir insan yoktur" diye atıfta bulunurum. Silaha, kan dökmeye inanılmaz bir biçimde en uzak olan benim, ama şuna bakın ki bu işlerin en başında ben bulunuyorum. Nasıl oluyor? İşte bunu anlamak gerekiyor. Kendini bundan bu kadar uzak tutmaya çalışan biri nasıl bu işlerin en önde gelen sorumlusu oluyor? Bu işlere çok yatkınsınız, yine Kürdistan halkı da çok yatkın, bunun en çok uzağında olan benim, fakat en başta olan da yine benim. Bu nasıl oluyor? Demek ki başka yol kalmıyor. Kendini akıllı sanan, bu işten uzak olmayı kendi içinde yaşatmak durumunda olan birisi ızdırabı yaşıyor. Bunun ne kadar zorunlu olduğunu buradan çıkarabilirsiniz. Sanıyorum yaşamak istiyorsunuz, biz de dalgaya kapıldık ve başımıza bunlar geldi.
Newroz, bahara açılma, baharla birlikte her şeyin doğuşa geçmesi anlamına gelir. Belirttiğim gibi, biz de yaşam dalgasına kapıldık. Bu dalgalar içerisinde iyi yüzülmeli, kıyıya ulaşabilirsen ne mutlu sana. Ama şimdi boğulmamaya çalışıyoruz. O zaman işin gerçeğini iyi bilmek gerekir. Yaşam öyle kolay kazanılmaz ve gerçekliğimizi beğenmediğimi de söyledim. Sizlerin çok rahatlıkla avunabileceğiniz, tatmin olabileceğiniz birçok olguya öyle yaklaşmıyorum. Bunlarla günlük olarak savaşıyorum. İşte bu bir öncülük olayıdır ve bunu da yürütüyoruz. Kendimi de gözden geçireceğimi söyledim. Bu işleri zorla bu düzeye getirmediğimiz biliniyor. Çünkü sağlam temelleri olmayanların işleri bu noktaya getirmesi düşünülemez. Kürdistan'da herkes herkesi aldatabilir ama ben asla! Kürdistan'da herkes herkesi zorla şuraya veya buraya götürebilir ama ben asla! Kürdistan'da herkes herkesi parayla işletebilir ama ben asla! Yine de en yürekli, en fedakâr ve en büyük hareketi biz oluşturduk ve bunun sorumlusu durumundayız. O zaman bu nasıl oluyor? Aslında bu sır işin özünde gizlidir. Türk barbarizminin TC patentli en son buluşlarıyla, Kürdistan düşkünlüğünün günümüzde vardığı düzey birbirleriyle karşılaşırsa ve sizlerde böylesi bir ortamda doğup yaşam sevdasına kapılırsanız bu sonuçlar ortaya çıkar. Fırsatımız olsaydı sizleri tek tek yargılayıp gözden geçirseydik ve netliğe ulaştırsaydık. Herhalde sizler için açılan yolda yürümeyi becerebilirsiniz. Kendimi acımasız bir şekilde çok yönlü gözden geçiriyorum, dönüştürüyorum. Bunun karşısında herkes şoke oluyor. Bunlar yalnız eylem çapında olanlardır, birde düşünce çapında şoke olma çok yaygındır. Gençsiniz, belki yürekleriniz bunu fazla kaldıramaz, beyniniz fazla kavrayamaz ama durum tam şok yöntemleriyle sonuç almadır. Bende sizler gibiydim ama kendimi yeterli hale getirebildim. Aslında çoğunuz bir kaç şokun altında bayılmışsınız fakat farkında değilsiniz. Herhalde birçok arkadaş yalnız buradakiler için söylemiyorum şok geçirmişler, onun de için taktiğe, önderliğe oturamıyorlar. Şok geçiren kişi taktik önderlikten anlar mı? Şoke olmuş! Tabii bu yaklaşımlar durumu kurtaramaz. Kürdistan'da hiç kimsenin özlemine böyle cevap bulunamaz.
Hanginiz istediğiniz gibi okul okuma, sanat edinme, iş bulma, sağlıklı olma, şerefli ve onurlu olmayı ele geçirebilirsiniz? Size sunulanlar ne kadardır? Sıfır. Zavallı ana, babalarınızın kendileri bitik durumdadır. Gençsiniz, bir şeyler de istiyorsunuz ama bunları kim size verebilir? Çağ yaşam arzuları uyandırmış, fakat biz çağın dışındayız, ötesindeyiz, altındayız. Bazıları yaşam talep edin diye sizi dürtüklemiş ama unutmayın ki ayağımızın altındaki zemin batak, kör kuyu, yaşamaya çalıştıkça debelendiğin ve boğulmaya doğru gittiğin bir yer. Gerçekçi olalım! Ben niye bunu daha iyi anlıyorum? Çünkü hiçliği en yakın olarak yaşadığım ve hiçbirinizin aklına, hayaline getiremediği kadar zor süreçleri yoğun bir biçimde yaşayarak geçirdiğim içindir. Çoğunuzun beklentilerini şu veya bu şekilde karşılamak, bunu sizde bir kişilik olarak şekillendirmek, dehşet verici olan her andan, her zeminden kurtarmak, büyük çaba harcamak ve kaybetmemek için kazanma tutkusuyla hareket ettim. Sonuçta da bu işleri buraya kadar getirdik ve bu gerekliydi. Tarihte şu veya bu kabile için vatansız diye lanse edilir, lanetli olarak anılır. Türkler'in durumu da biraz böyledir ve günümüzün lanetli durumunu yaşamaktadırlar. Kendi durumlarımızı ise gençliğin verdiği heyecanla, duygusallıkla basite almayalım. Bu konularda gerçekçi ve olgun olmak önem taşımaktadır. Ki, bu da doğru adım atmanın esasıdır. Kendinizi aldatmayın. Tutkuları, istekleri öne çıkarmak kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülüktür. Bunu yapmayın diyoruz. PKK bir anlamda kendine yanılgılı, subjektif duygularınız, istekleriniz, niyetiniz iyi de olabilir yaklaşımı durdurma hareketidir. Bunun yerine tarih, ülke, ulus, sınıf ve birey gerçeğini kavratmak, bunun üzerinde yoğunlaştırmak düşünce ve davranış üretmedir. İşte PKK önderliği budur.
Görüyorsunuz ki, yeni şeylerden bahsetmek istiyoruz. Bazı yeni şeylere ne kadar, nasıl ulaşmışız? Bunu izah etmeye çalışıyoruz. Sizlerden her şey çıkar. Değil ulusal kurtuluş gibi modası geçmiş veya en son bize kalmış bir olguyu ele almak, işlemek, sonuca götürmek, yaşamın çok zengin alanlarında sonuç almak mümkündür. Kimle, nasıl sonuç alınır? Sorusuna cevap vermeye çalışıyoruz. Yeni, cevabın içinde gizlidir. Kürdistan halkı yeni bazı şeyler yapıyor, ya da kendisi için yeni bazı adımlar atıyor. Bu bir şeylerin değiştiğini gösteriyor. PKK'lilik biraz daha iyi savaştırıyor. Hem çoğuz, hem de daha güçlüyüz ve bunu ciddiye alıyoruz. Ne kadar gidebiliriz? Sorusunu da yine iyi cevap vermek gerekir. Bir yerde büyük bir hesaplaşmayı yaşıyoruz. Bu hesaplaşma tarihledir. Nasıl bir tarihimiz var, bu tarih bize neyi miras olarak bıraktı, olumlu bir mirasımız var mı? Çağla hesaplaşıyoruz, bu nasıl bir çağdır, bu çağ bize nasıl bakıyor, nasıl yaklaşıyor, bu çağın içerisinde kendimize nasıl yer bulacağız? Eğer gelecekten bahsedeceksek nasıl bir gelecek öngörülüyor, bir halk olarak bu geleceğin içerisinden nasıl yer alacağız? "2000 yılına bağımsız ve özgür bir ülke, halk kimliğini sığdıralım" diye bir sloganımız vardır. Bu sadece bir slogandır, yani bir çağrıdır. Bu, kavrayış, düşünce, örgütlenme ve eylem gücünün zenginliği anlamında şüphesiz çok yaratıcı, çok yönlü olmakla mümkündür. Ama yine de gelecek çizmek zorundayız. En kötüsü geleceksizliğe ve umutsuzluğa mahkûm olmaktır. Biz, hiç olmasa bunları yıktık ve şimdi de nasıl sorusuna cevap vermek istiyoruz.
Dünya halklarının denedikleri araçları ortaya koyduk. Aslında bu deneyimleri öğrenip, aktarmadır. Bu da basit bir laboratuvar deneyimini yapmaya benzer. Halkların deneyimlerini önlerinize koyuyoruz. Aslında bu çok önceden dünya halklarının deneyip başarılı oldukları araçlardır. Parti cephe ordu bizim icatlarımız değildir. Başkaları yaptı, bizimkilerine de yapın dedik. Tabii bu işin kolay yanıdır. Zor olanı; dünya halkları yaparsa, biz ne kadar yapabiliriz? Sorusuna cevap vermedir. Dünya halkları nasıldır, biz nasılız? Tarihiyle, umuduyla, güncel yaşamıyla dünya halklarıyla aramızda önemli farklılıklar vardır. Kimsenin kabul etmediği 'Sarı Çizmeli Mehmet Ağa' tabiriyle değerlendirirsek, yine kimsenin tanımak istemediği bir halk kimliğinden bahsedersek, Parti cephe ordu silahları neyi ifade eder? Ben de dâhil hepimiz askeriz, ben kendime en çok başka meslekleri yakıştırdım. Fakat askeri işlere giriştik. Bu gerekiyordu. Dünya barış çağına girerken; silahın, şiddetin olmadığı bir dünya olmaya doğru yol alırken, egemenler politika ve taktiklerine yenilerini eklerken, bizde en geri düzeyden bir savaşçılığı geliştirme düzeyine mahkûm olmuşuz. Bazıları bizi şiddet histeriği olarak değerlendirebilir ama belirttiğim gibi bu işlerden benden daha uzak olanı yoktur ve halen de öyleyim. Ama en çokta buna mecbur olanlardanım. Bu profesyonelliktir ve artık istekle de izah edilemez. Görev olduğu için yapmak zorundayız ki, halk ve Parti adına yaşamak da budur. Yaşam, sizlerin keyfinize göre değildir. Eğer keyfime göre hareket etseydim, bir damla kan ve bir tüfek gördüğümde, "ben bu işte yokum" derdim. Arzularınızı ve sevdalarınızı göz önüne getirin! Acaba arzulara göre mi hareket edilir, zorluklara göre mi? İşte bu noktada amatörlüğün ve profesyonelliğin farkı çok iyi ortaya çıkmaktadır. O zaman keyfilik ve zorunluluk nasıl kavranmalıdır? Keyfe ve olanaklara en çok sahip olduğum halde, bunlarla en çok çelişen de benim. Bunlara yaşam hakkı tanımamaktayım ama zorunluluğa mahkûm oluyorum. Halk ve Parti için yaşamak budur!
Parti önderliği
1998
- Ayrıntılar
PKK, Türkiye toplumunu sivilleşme doğrultusuna sokan, onun devlete karşı sivil toplum yeteneklerini konuşturan, kendi kişiliğine ulaşmasını, kendi bağımsız eylem ve örgütlenmesini mümkün kılan bir doğrultuya sokmada da temel rol oynayan bir örgüt, bir Parti durumundadır. PKK'nin gelişiminden günümüze kadar tüm mücadelesi, bunun nasıl mümkün olacağını, üslubunun nasıl gelişme göstereceğini, bunu hayata geçiren militanların savaşım tarzını ortaya çıkarmaktadır.
PKK'nin direnişi yüzyıllardan beri yitirilmiş halk kişiliği ve çıkarlarının dışa vurması, somutlaşmasıdır. Bu anlamda PKK ile halk ilişkisi, halkı yeniden bulma, yaratma ilişkisidir. PKK'nin çağa açılması en devrimci, en ilerici düşüncenin Kürdistan ve Türkiye halklarına taşırılması ilişkisidir. Son derece açık ki yeni bir kişiliği oluşturma mücadelesidir. Günümüzde bu mücadeleyi mevcut askeri faşist otoriteye karşı halk savaşımının en gelişkin biçimlerine ulaştırmak, halk savaş yeteneğini geliştirmek ve savaşı, halkı kendi toprağının, emeğinin ve gücünün sahibi olmaya götürecek temel savaşım biçimi olan gerillayla sürdürmek istiyoruz.
Bu anlamda gerilla, yüzyıllardan beri çeşitli halk etkinliğinin, halk ayaklanmalarının günümüzün en devrimci bilimi olan sosyalizmin, tüm dünya halklarının direnme pratiğinin incelenmesinden çıkan bir güçtür. Kendi eylemliliği temelinde tarihin yoklanmasında, halkın ayaklandırılmasında ve kendi savaşım biçimlerine kavuşturulmasında, gerillanın tarihi önemde çok büyük bir rolü vardır. Halkın kendini bulması ve zafere ulaşması bu araçla olacaktır. Parti doğru yolda yürümekte ve örgütlenmektedir. Bu önemli oranda sağlanmıştır. Ama aynı şey halk için söylenemez. Halkın örgütlenmesi, kendini bulması daha çok bu temel savaşım aracı etrafında ve onunla iç içe gelişecektir.
Bu anlamda gerilla; halkımızın kendisini bulmasıdır, halkı vatanseverliğe kavuşturmaktır, demokrasiye ulaşmasıdır. Halkın güç ve otoriteye, birliğe ve kimliğe ulaşmasıdır. Tabii ki halk savaşımının bir biçimi olarak geliştirilirse böyledir. Bizim gerillaya bu kadar yüksek değer biçmemiz anlamsız değildir, başka bir seçenek yoktur. Halkın iradesini başka türlü hayata geçirme imkanı yoktur. Parlâmentonun, burjuva partilerin durumu ortadadır. Bir ayaklanma da mümkün değildir. Bütün tedbirleri almış olan mevcut otorite bunu ezer. O zaman geriye tek çıkış yolu olarak sağlam bir gerillacılık kalmaktadır. Gerillanın çok sağlam, yetkin ve ustaca geliştirilmesinin gereği de bundan dolayıdır.
Gerillanın bizde bir çok ülkede olduğundan daha da fazla önem kazanması, halk gücünün bundan başka bir çıkış biçiminin olmamasına, bundan başka bir direnme imkanına başarılı olma fırsatı verilmemesine dayanmaktadır. Kürdistan'da halk kişiliğine ancak bu temelde ulaşılabilir. Bu direnen ve savaşan halk kişiliğidir. Halkın devrim gücü, yaratıcılık, güven ve onuru bu savaşım aracıyla kazanılacaktır. Silik, yitirilmiş, aciz konumdan yenen, kazanan bir konuma ulaşan, toprağa sahip çıkan, üretim yolunu açan ve ekonomisinden tutalım kültürüne, politik gücünden ahlakına kadar hepsini geniş bir muhtevada ve yepyeni biçimde somutluk kazandıran kişiliğe ulaşmak bununla mümkün olacaktır. Bu hepimizin arzu ettiği bir kişiliktir. Kendimizin oluşturacağı ve hem de etkileneceğimiz kişilik budur. Partimiz ve eylemlerimiz bundan başka bir yolun olmadığını kanıtlamaktadır. Halkın mevcut ilgisi bunun vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunu ortaya çıkarıyor.
Bu temeldeki çözümlemelerimizin ve gerçeklerimizin ortaya çıkardığı sonuç şudur; 12 Eylül faşist sömürgeciliğine karşı her zamankinden daha fazla halka dayanmak, onun gerilikleri ve onunla oynanmışlığı dikkate almak gerekir. İşbirlikçilerin içinde bulunduğu konumu inceleyip araştırmak, halka Partinin politik doğrultusunu dayatarak onu bu temelde çekmek çok önemlidir. Bu uygulamayı halk önderliğini kavrayarak gerçekleştirmek ve böylelikle tarihi role sahip çıkan bir savaşamı yaşamak ve yaşatmak en önemli görevimizdir. Bu, en yüksek arzu ve coşku ile tercih edeceğimiz tek seçenektir. Buna ulaşmak ise en büyük onurdur. Tarih ve çağ bilincimizi daha da yoğunlaştırdığımızda göreceğiz ki, bu noktaya ulaşmak büyük bir şanstır. Bunu iyi kullanmak gerekiyor.
Kişiliğimizi başka türlü formüle edemeyeceğimizi çok iyi bilmek gerekiyor. Yolun büyük önemi buradan kaynaklanıyor. Yalnız Kürdistan halkına değil, bütün komşu halklara ve dünya halklarına katkımızdan bahsedilecekse, bu ancak bu yolla mümkün olabilecektir. Bütün bunlarda dayanacağımız yüksek ideolojik ve moral değeri olan tüm enerjimizi ve gençliğimizi buna katarsak, yeteneklerimizi çok büyük gelişmelerin kendisinde ve önderlik edeceğimiz her bölge ve çalışma alanında sergileyeceğimiz kesindir.
Parti Önderliği
- Ayrıntılar
Her alanda gelişiyorlar değil mi? Onlara mesaj vereceğim. Kendi yapılarında erkeği eğitiyorlar öyle mi? Derinleşme durumları gelişmiş galiba. Akademi çalışmalarının derinleştiğini belirtiyorlar, sivil toplum örgütlenmelerine ağırlık vermişler. Türkiye’de de Özgürlük Akademisi olabilir aslında. Son dönemlerde herkes aşk şairi kesilmiş; bu konulara kalem atmayan yazar kalmamış gibi. Bazıları bu süreci saptırmaya çalışıyor, kadın olayının demokratik hamlesi çok saptırılıyor, aşk adı altında düşürülüyor.
Bizim kadın hareketinin binlerce kadrosu var. Bunun önünü almak için aşk şairliği türetildi. (Erkeklerin eğitimi üzerine) Erkek üzerine bu çalışmanın yapılması anlamlıdır. Birlik önemli. Eski yapay ayrılıklar aşılmış mı?
Savunmalarımı kendi problemlerine olduğu gibi uygulamadılar. Savunmamın tarih, felsefe ve yöntem anlayışını kendi gerçekliklerine uyarlasınlar. Kadın tarihini yazsınlar. Savunmalarımda kadın boyutuyla büyük bir derinlik var. Savunmaların en iyi kadınlar değerlendiriyor. Kadın sorunu Avrupa’da da var; yalnız Kürt kadınında değil. Bu boyut evrenseldir. İnanna olgusu Kürdistan gerçekliğidir. Mitolojik yeri vardır. Kutsal kitapta yerlerini bulurlar. Size de okumanızı tavsiye ederim. İnanna kültürü Zağros’tan Mezopotamya’ya inmiştir. Kırk yıllık birikimle bunları söylüyorum. On bin yıllık kadın egemenliği tahılı bulan, öğüten, evi kuran kadındır; meyve ağaçları, evcilleştirme kadın emeğinin sonucudur. Erkekler sağda solda isimsiz avcılar gibi tutuluyorlardı. Arkadaşlar arkeolojiye, mitolojiye ilişkin bol bol kitap okumalılar. Babil’in tanrısı Marduk erkek egemenliğinin ilk temsilcisidir. Babil kültürü daha sonra İbrahim yoluyla Yahudilere geçiyor. Kitabı Mukkadesi okumanızı tavsiye ediyorum. Burada kadının düşürülüşü çok ilginçtir. Babil destanındaki erkek egemenliğini de okuyabilirsiniz. Kadın dördüncü buzul çağının sona ermesi ile Neolitik toplumun doğuşuna dayanır. Neolitik toplum birikimleri Sümer’e yansır. Eğitimlerini mitoloji, felsefe, bilim tarihi ve sanat tarihi alanında yapmalı; bu bilinçle günümüzde sivil toplum örgütlerini yaratmalılar.
Size yüksek değer biçiyorum. Güzel doğru bir yoldalar. Açılıp kendilerini egemen kılmalarını istiyorum. Soylu bir yoldasınız, kendilerine güvensinler; kaygılanmaya, ne olacağız demeye gerek yok. Eski dünya anlayışlarını bitirsinler. Bana ilişkin çok güzel tanımlamaları var. Benim onlara bağlılık şeyim şöyledir; 5000 yıllık kirli tarihe rağmen, giderek daha iyi olmanızı, erkeğin kararttığı dünyaya karşı arınarak kendi gerçekliklerinizi yaratmanızı diliyorum. Hem ana saygısı, hem de aşka dair söyleyeceğim bunu. Çünkü kadın sürecin en büyük teminatı, değeridir. Görünüşte herkes aşık oluyor, anasını seviyor görünüyor. Bunu ikiyüzlü buluyorum; benim için hiçbir önemi yok. Seni çok seviyorum diyor, hançeri vuruyor. Gazetelerden okuyorum, fotoğraflarını görüyorum, o kadar güzel insanlar aşk adına katliama uğratılıyor. Kültür katliamından, halk katliamından daha tehlikelidir kadın katliamı. Kadında namus olmalı; ama bu bıçakla öldürmekle olmaz. Böyle yaşanılmaz. Ben ahım şahım bir erkek değilim. Annem bana sen aile reisi bile olamazsın diyordu. Bu benim umurumda değil. Başka bir erkek olmam çok önemli. Erkeği öldürmek derken bunları belirtiyorum. Bu konuda cesaretli olmak en büyük cesarettir. Kadın yaşamın, toprakların sahibi. Aşk adına kadının ruhunun, fiziğinin katliamını önlemeliyiz. Bir erkek olarak kendimdeki erkeği iyi öldürdüm; bu cesaretlerin en büyüğüdür. Türkiye’de kadın şeyi iyi bir noktaya geliyor. Mesela Nazım Hikmet deniyor; küçümsemiyorum ama kadın sorununu çok derinden ele almamıştır. Saygılıyım ama yetmiyor. Reel sosyalizmin kadına bakışı, egemen erkek bakışıdır. Eşitliği, özgürlüğü ve saygıyı ifade etmez. Bunu ben yaptım. Bu eksikliğin giderilmesini önemli buluyorum.
Aslında kadın konusunda bir roman yazmak istiyorum. Fırsat bulursam yazacağım. Onlarla en güçlü arkadaşlık olacak şeyim de vardır.
Sahte aşk teorisyenlerini ciddiye almıyorum. Bu eksikliğin kapatılması gerekiyor. Bu söylediklerimi reel sosyalizm yapamadığı için çözüldü. En güzel dünyayı, en renkli dünyayı, barışı kadın yaratacaktır.
Anadil hakkı doğal bir haktır, temel bir insan hakkıdır. Kendi olanaklarımızla dili geliştirme, devletin de buna engel olmaması. İşte Bulgaristan’daki “Türkçe’nin lehçesi” diyorlar. Azerice Türkçe’nin lehçesi değil mi? Lehçe de olsa, eğitim hakkımı istiyorum. Türkçe’nin lehçesi de olsa, çocukların okulda kendi diliyle abece öğrenmesi siyasi bir şey olamaz. 7-10 yaşındaki çocukların dilinin olmasına nasıl siyasallaşmadır denebilir. Olayı siyasallaştıranlar yasaklayanlardır. Bu tehlikeli bir politika, bu “biz sizi imha etmek istiyoruz” demektir. İsyana teşvik budur, ayrılıkçılık budur. Ben ılımlı bir insanım, herkes beni doğru anlamalı. Türkler de, Kürtler de beni doğru anlamalı. Ben mütevazı bir insanım, çok olumlu yönlerim vardır, ama ben anneme on yaşında “anne sen öğretemeyeceksen niye dünyaya getirdin” dedim. Beni bekleyen tehlikenin farkındaydım. Eğer dilini bile öğretemeyeceksen niye dünyaya getiriyorsun? Çocuğuna dilini öğretmeyen ana olamaz. Namus ananın çocuğunu iyi yetiştirmesi kültürlü yetiştirmesidir. Evlilik yapılmasın, onlara çocuk doğurmasınlar demiyorum. Anam benden namus için düşman bir aileye tavır almamı istiyordu. Ben onlarla arkadaşlık ettim. İşte biliyorsunuz, Hasan Bindal savunmamda da yazdım. Asıl namus, ananın çocuğunu iyi yetiştirmesi, kültürlü yetiştirmesidir, dilini öğretmesidir. Kuşların bile dili var, insafsızlık etmesinler, bu bende isyan başlattı. Bu noktaya kadar geldik. Bu konularda ordu daha anlayışlı olmalı, mektup da yazdım. Taraflar sağduyuya gelmeli.
Vakit kalmadı ama 8 Marta ilişkin bazı şeyleri vermek istiyorum. Uygarlığın karanlık çağlarında kadın derin bir yokluğu yaşamıştır. Ben aslında bu uygarlığı karanlık buzlu karlı bir çağ olarak görüyorum. Fakat 2000’li yılların başından itibaren kadın baharlaşması başlamıştır. Uygarlık tarihi boyunca kadın cinsine yönelik yalancılığa, zorbalığa dayalı egemenliğe sert kışına ve sert karına karşı karı ve buzu delen kardelenler gibi kadın özgürleşmeleri gerçekleşmektedir, bunu kadın baharlaşması, kadın baharına doğru sert kışa ve kara karşı çiçeklenme, kadının özgürlük hareketinin çiçeklenmesi bu deyim önemli olarak görüyorum. Ben kadınla yüreğim ve aklımla ilişkilendim. Kadınla benim bütünlüğüm alnımdan beynimden bir bütünlüktür, alnımdan yaratılmak denir ya hani, 2000’li yıllarda kadını baharlaşma, özgürlük çiçekleşmesine bin selim diyorum. Kimliğim budur formasyonum budur, kadına bakışım budur. Bu topraklar nasıl ana tanrıçayı yaratmışsa şimdi de özgür kadını yaratacaktır. Cesur ve güzel bir çabadır. Başaracaklarına inanıyorum bu temelde onları kutluyorum.
Annemin de ölüm yıldönümü yarın, bu vesileyle kısa birkaç şey söylemek istiyorum. Anaları anmayı çok önemli görüyorum. Çok boğuştum o kadınla. Savunmamda da belirtmiştim bu konuyu. Anamın vasiyetini tutuyorum. Sosyal işlerle uğraştığım da sen tek kalırsın derdi Sen çok çalışıyorsun çok fedakârsın tek kalacaksın derdi. Doğru çıktı aslında bu sözü. Ben de ona tavuk ve civ civ örneğini veriyordum. Senden iyi bakıyor derdim. Anaların çocuklarına dillerini öğretmesi, dil tartışmalarına da bağlantılı olarak şunu söyleyeyim; dil konusu da çok tartışılıyor, MGK’nın da açıklaması vardı. Anaların çocuklarına dillerini öğretememesi vahşi bir uygulamadır. Kendi anadilini öğrenemeyen çocuk annesini sevemez saygı da duyamaz. Ana ve çocuk arasında yabancılaşma yaşanır. Bir yabancılaşma yaşanır. Bu en temel hakkın inkârını protesto ediyorum. Analar trajedisini doğru bir çözüme kavuşturmak gerekir. Arka kültür cephesini açmak lazım. Bütün analara saygılarımı sunuyorum. Gerçi annem daha sonra anladı beni. DEP Kongresine de katılmıştı. Bir aralar Subaylardan biri de onunla özel olarak ilgilenmiş sanırım bu bizdeki ana ve aile kültürüne yönelik korumacı yaklaşımdan dolayı kaynaklanıyor. Devlet Siyasetle ilgilenenlerin aileleriyle böyle ilişkiler geliştiriyordu. İyi bir ananın iyi bir oğlu olmayı ben özgürlük mücadelesi ile cevap verdim. Saygıyı da bu temelde geliştirdim. İyi bir ananın iyi bir oğlu böyle olur dedim. Bütün analara saygılarımı iletebilirsiniz. Kısa bir mesaj haline getirirsiniz.
Biz sadece halkımızın hukuka dayalı haklarını istiyoruz. Bu insan olmanın gereğidir, aydın olmanın, siyaset yapmanın, hukukçu olmanın gereğidir. Bunları yapmadan siz bir gün nasıl yaşayabiliyorsunuz anlayamadım. Ben halkımın insanca yaşamasını aradım, ben bunun delisiyim. Ben yıllarca bunu aradım, bunu annemle başlattım anneme tavuk ve civciv örneğini verdim. Bak tavuk civcivlerine nasıl bakıyor dedim. Bir ananın üç beş yaşındaki çocuğuna bir kelime bile öğretmemesi korkunç bir şey, ben bunun için babama, aşirete, köye başkaldırdım. O günden bu güne geldim. Bu halk nasıl yaşayacak, hep bu arayış içerisinde oldum. Biz bin yıldır Türk kavmini sırtımızda taşıdık bunu ben söylemiyorum, tarihi bir tespittir bu ama dil yasaklanıyor. TV yayını yasaklanıyor, o zaman nasıl birlikte yaşayacağız. Ama bütün bunlardan yalnız Türkiye sorumlu değildir. AB, ABD Türkiye’ye sınırsız destek veriyorlar, sorumluluk onlardadır. Rumlarla Ermenilere hangi hakları verdiyseniz onları istiyoruz.
Kadının özgürlüğü, bakirelik sadece cinsellik anlamında değildir. Bende kendimi bakire sayıyorum. Önemli olan ruhun, yüreğin temizliğidir. Özgür olmasıdır. Ruhunu temiz tutarsan fiziğinde güzelleşir. Böyle bir kadın yüceleşir. İşte Nucan üç kardeşi şehit. benim yanımdayken bana tapıyorlardı. Daha sonra ayrılıyor. Yunanistan’la şeyi olabilir. Ayfer de öyle. Bu ajan şeylerini ilk İngilizler bize gönderdi. Kadınların zayıf yönlerini kullandılar, düşürdüler. Ben onları eğittim ama ne yapabilirim farklı yöne kayıyorsa. Annen baban seni yetiştirir bir düzeye getirir ondan sonra beynin varsa doğruyu seçersin. Zorlu bir mücadele sürecine giriyoruz. Solun yeniden yapılanması demokratik tarihi bir aşamada. Türkiye dönüşmek zorunda. Bu Ortadoğu’yu da etkiler. Ortadoğu bünyesinde İran, Türkiye, Suriye, Irak tarihi bir sürece giriyor. Burada kadın kritik bir noktada. İkide bir kadından bahsetmemin anlamı budur. Marksın kadının özgürlük düzeye toplumun özgürlük düzeyini belirler sözü doğrudur. Özgür kadın kongresine giderken değerlendirmeleri sunacağım.
Kadında biraz uyanma var değil mi, kadın özgürleşmesinde ben ısrarlıyım, bilim adamları bile söylüyor 21. yüzyıl için kadın yüzyılı olacak diyorlar, kadın meselesi sosyal bir meseledir. Sadece cins meselesi değil bana göre de bir erkek meselesidir. Uygarlık 5 bin yılık erkek yaratmasıdır, kirlidir, erkek bu kirlilikte parça parça dökülüyor, buna yoğunlaşacağım, şimdi erkek meselesi üzerindeyim bunu açacağım heyecanla beklesinler. Kadın biraz özgürlük düzeyi yakaladı, kadınla onurlu bir yaşam, kadın onurlu yaşamı yakalamalı. Bana nasıl yaşıyorsun diyorlar. Bende kudretliyim, peygamberlerin bir dili vardır bende peygamberlerin diliyle konuşuyorum, dindar değilim ama tanrı diliyle konuşur öyle yaşarım Tanrıların diliyle konuşmak öyle kolay değil. Kadın meselesini de iyi kavramak lazım, kadını biz insan yerine koyacağız, onurlu bir biçimde yaşanacak, o zaman kadınla onurlu yaşanacak, ben tüm gücümü nereden alıyorum gelecek hafta ilkeleştireceğim. Böyle büyük kadının ortaya çıkarılabilmesi, dünyayı ve toplumu kurtarır. Bu temelde ben güçlüyüm onlarda güçlü olsunlar. Ben ne genel nede özel ev peşinde koşmasınlar diyorum, daha öncede özgür evlerden demiştim, özgür evlerden Sümer devleti döneminde genel eve geldi. Musakkadim gelişti, özgür evlerde buluşsunlar. Başlangıçta aile iyi bir kurumdu sonra köleleştirildi, kadın tarihi, kadın özgür toplum sözleşmesi bunlar ile kongreye gitsinler. Biraz paraları da evleri de olmalı. Ben demiyorum rahip ya da rahibe olsunlar, rahiplerin nasıl yaşadığını anlasınlar, tanrıça kültürü Stardan, İştar’a, İnana’ya, Afrodit’e kadar gelir bu kültürünü yaşatmaya çalışacağız, bu bizim kültürümüzdür, selamlarımı söylersiniz.
Belli konularda güçlü hazırlıklar yapıp Kongrelerini öyle yapsınlar sanıyorum güçleri gelişiyor. Kadın mücadelesi çok önemli bir mücadeledir. Ben boşuna 21. yüzyıl kadın yüzyılı olacak dememiştim. Kadının dönüştürülmesi yalnız yetmez erkeğin dönüştürme sorunlarını ele almalılar. Partilerine erkekte üye alma da olabilir, ancak bazı ölçüleri olmalı ve onu kendileri koymalı. Onlarında kendi öz güçlerine dayalı meşru savunma güçleri olmalı. Onlar için üç temel çalışma öneriyorum; birincisi kadın tarihi, ikincisi kadın devrimi, yani özgürleşmesi, üçüncü kadının toplumsal sözleşmesi. Bunu daha da derinleştirsinler. Bu üç konuda yoğun bir çalışma dönemi geçirdikten sonra Kongrelerini bu hazırlık çerçevesinde yapmaları daha iyi olur, acele etmelerine gerek yok. İsim düzeyinde kimler var.
Benim diyalektiğimi iyi anlamanız gerekiyor. Felsefi terimlerle ifade etmek yerine halk diliyle ifade etmek istiyorum. Bizimkiler maalesef felsefi dili fazla anlamıyorlar, o yüzden konuşma diliyle anlatmaya çalışacağım. Bize oynanan oyun şu; Kürt toplumu, halkı ve Kürdistan anamızdır diyelim. Komplocular, bunların içinde ABD, Batı, Ortadoğu despotları, hatta Kürt işbirlikçileri de var. Bunlar zorla entrika ile kendi malı gördükleri anamızın bizim tarafımızdan özgürleştirilme istemini hazmedemediler. Çünkü bunlara göre anamız hepsi tarafından ortaklaşa kullanılan bir maldı. Benim bu kafa tutan yanımı daha öncede anlatmıştım anam keşfetmişti. Benim böyle bir yanım hep oldu. Anam benim özgürlük arayışıma katı kurallar getirmek istedi, bendeki özellikleri gördü, kendince tedbirlerini alıyordu. Kendi arkadaşlarımı kendim seçiyordum. Hem kız hem erkek. Hasan Bindal meselesini çok anlattım, değinmeyeceğim. Köyün içinde böyleyim, onların kurallarına göre, yedi yaşında arkadaşını seçemezsin. Ama ben dost-düşman ayrımı yapmadan, istediğim gibi arkadaşımı seçebilmeliydim. Oysa o, düşmanla arkadaşlık istemiyordu. İlk çatışmamız böyle başladı. Birincisi bu, ikincisi ise; onların istediği gibi değil, kendi istediğim gibi dolaşmak istiyordum. Dağlara, bayırlara çıkıyordum. Bana “istediğin gibi dolaşamazsın” diyordu, ben de yok diyordum. Evimiz tek katlıydı, karanlık bir yeri vardı, ahırdı, beni oraya götürüp idam eder gibi adeta nefessiz bırakacak şekilde üç defa boğazımı sıkıp sıkıp bırakmıştı. “Bir daha yapmazsın değil mi?” diyordu. Ama bende bir yolunu bulup fişek gibi elinden kaçıyordum. İlk idam hikâyem böyle başladı. 45 yıllık bir idam öyküsüdür. Sonradan da bana, “sen çok çalışıyorsun çevrendekiler senden yararlanır sonuçta sen yalnız kalırsın” diyordu.
Şimdi örneğimize devam edelim ana oldu Kürt, genelleşti, fenomen bir olgu durumuna geldi. Benim konumum anayı özgürleştirmekti, ne oldu? Komplo oldu. Biz anayla, kadınla değiştirmek istedik. Erkek yabancılaşmış ihanet etmiş -hem politik hem kültürel açıdan- ana ise ne kadar yetersiz olsa da kültürü korumuş, kültürü temsil ediyor. Bağı daha güçlü.
Ama önce bu namus meselesini iyi çözmek lazım. Ben bu yüzden biraz Kürt kadınını ayağa kaldırmak istedim. Adam hem seni öldürüyor, hem karını, kardeşini, kızını bilmem ne yapıyor sonra ben senin ağanım diyor. Kızlarla konuşurken, kimse yanlış anlamasın diye anamdan örnekler veriyordum. Adam hem benim canımı malımı her şeyimi elimden alıyor, sonra anamla evleniyor. Mademki her şeyimi elimden alıyorsun, öldürüyorsun anamdan ne istiyorsun. Bunu şöyle açayım ben anamın iyi evladıyım iyi oğluyum sen hem beni öldürüyorsun hem de anamla evleniyorsun ağa oluyorsun anamın etrafında olan mirasa konuyorsun bizde namus meselesi budur, önce bunu çözmek lazım, bunu iyi çözemezseniz emekleriniz boşa gider sen ne kadar çabalasan da birileri gelir üzerine oturur. Peşmergeler işte gidelim PKK’deki bayanları alalım diye yaklaşıyorlar, yaklaşımları ortada bunlarla neyi koruyacaksın. Bir kız vardı. Beritan, Kürt gericiliğine teslim olmamak için kendini kayalardan attı. Karakoçan’a yakın bir köydeydi. Peşmergeler yalvarıyorlar, teslim ol bir şey yapmayacağız diye. İşte esas aldığım özgürlük çizgisi budur. Ama o Kürt gericiliğine teslim olmam diyor, özgürlüğü esas alıyor. O kızın özgürlük onurunu korumak boynumuzun borcudur. Bu benim ilkemdir. Ben Beritan’ı böyle değerlendiriyorum. Bunu iyi aktarın bu belirlemeyi ilk kez yapıyorum daha sonra yine mektup benzeri kısa bir şeylerle açarız. Ben kadınları üç guruba ayırıyorum.
Ben kadınları üç gruba ayırıyorum.
1-Özgürlük seçeneğinden yana olanlar. Onları Tanrıça İştar’ın torunları olarak değerlendiriyorum. Tanrıca İştar aslında Kürt’tür. İşte ‘Ya Star’ deyimi oradan geliyor. Hitit kralları bile ona bağlıydı, onun adına krallık yapıyorlardı. Sümerlerde zigurratlar var. Her ne kadar kadın orada düşürülmüşse de, diğer kadınlara göre daha ayrıcalıklı, daha özgür konumdalar. Ben elbette bunu önermiyorum. Ama kadının oradaki özgürlüğünü iyi görmek gerekiyor. Onlar Tanrıçanın kadınlarıdır. Bir özgürlük olgusu da var. Biliyorsunuz, özel ev-genelev oradan gelmektedir. Bir de Hıristiyanlıkta rahibeler örgütü var. Rahibelik olayını iyi değerlendirmek gerekir. Bugün Avrupa toplumlarının gelişmesinde kadının bu rolü önemlidir. İslam toplumlarında kadının bu biçimde aydınlanması yaşanmadığından, çok geri bir konumdalar. Ben rahip ya da rahibe olsunlar demiyorum; onlara rahibe yaşamını da dayatmıyorum. Burada önemli olan tanrıçalaşmayı, rahibeliği, kadının mutlak özgürlüğünü anlamak. İsteyenler özgür iradeleriyle bunu yapabilirler. Buna mutlak özgürlükten yana olanlar girebilirler. Mutlak özgürlüğü esas alırlar. Bunlar kendi özgür iradeleriyle geliyorlar. Mutlak özgürlükten yana olanlarıdır. Kendi özgür iradeleri ve özgür seçimleriyle çalışacaklar. Bu büyük irade, bilinç, güç gerektirir. Bunlar İştar’ın torunlarıdır.
2-Eğitimci gruptur. Bunların işi sadece eğitim vermektir. Okuyacaklar, araştıracaklar, eğitim verecekler. Teorik ve pratik olarak gelişecekler. Buna talup da diyebiliriz; öğrenci demektir.
3-Üçüncü grup Zerdüşt mirasına göre evlenebilirler. Biliyorsunuz, Zerdüşt geleneğinde özgür iradeye dayalı evlilik vardır. Zerdüşt iyi bir eş olmayı kadın için de, erkek için de koyuyor. Zerdüşt peygamber tarzını, karşılıklı sevgiyi ve saygıyı esas almalılar. Şimdi yapılan evliliklere karşıyım. Onlar Arap tarzı. Arap tarzı evliliğine karşıyım. Ama Zerdüşt geleneğindeki özgür evliliğe karşı değilim. Bu karşılıklı özgürlük anlayışıyla olur. Evlilik olacaksa özgürlük temelinde olur. Şimdilik bunları belirtiyorum. Hepsine bol bol selamlarımı söyleyin. Bazı isimler getirirsiniz bana. Kim nerede, kim ne yapıyor, bilsem iyi olur. Değerlendiririm.
Kavramları açmak istiyordum. Ordaki kavramları tartışmaları gerekir. Özgür kadın evleri özgür kadın tapınakları demiştim bu kavramlar üzerinde yoğunlaşmaları gerekiyor. Zerdüşti evlilik demiştim. Bunun üzerine beş on kitap incelenmesi lazım. Zerdüşt’ün evlilik üzerine düşünceleri aslında kitaplaştırılmalı. Sınırlıda olsa kadının köleliğine karşı çıkış var. Sami kökenli evlilik tipi kadını tamamen köleleştirdi. Ben savunmalarımda da açmıştım. Aslında kadının özgürleşmesi sınıflardan bile daha eskidir, ilk sınıf kadındır. Samiler biliyorsunuz Araplar ve Yahudiler de içindedir. İsa’da biraz kadına değer verme var. Rahibeler demiştim. Onlar iki bin yıldır kendilerini eğitmek için çalışıyorlar, kadınları eğitiyorlar. Beş bin yıllık kadının kölelik tarihini açtım, bizimkilerin kendilerini muazzam eğitmesi gerekiyor, tepeden tırnağa yeniden eğitim diyorum. 5000 yıllık tarihte erkeği açamıyorum bile, dinozor gibi olmuşlar. Daha sonra bu kavramları açarız, tartışırız bu temelde selam ve saygılarımı söyleyin. Aslında sanat üzerine konuşmak istiyordum ama yetişmedi.
Televizyon programlarına sık katılıyorlarmış, güçlü konuşuyorlarmış, halk üzerinde olumlu bir etki yaratıyorlarmış.
Bence de çok güçlenmiş olmalılar. Daha öncede söylemiştim İngiliz yazarın Ninova Kalıntıları kitabında “Kürt kadının zor bir anda pencereden atlayarak zor durumdakileri kurtarmasını gördükten sonra Kürt kadının her şeyi yapabileceğine inandım” diyor. Kadının özgürleşmesi için büyük çaba sarf ettim. Roma’da söylemiştim Özgür Kadın Projesi yarım kaldı diye ama buradaki yoğunlaşmalarımla daha da derinleştirdim ve bunu savunmalara yansıttım. Benim kadının özgürlük mücadelesindeki çabam inceleniyor mu? Bu konuda araştırması olan var mı? Kadın ve acı, kadın ve adalet, kadın ve özgürlük, kadın ve sanat, kadın ve güzellik konularında araştırmalar yapılmalı, kitaplaştırılmalı. Toplum sözleşmesi demiştim sanırım onu yapmışlar, kitaplaştırmışlar. Güzel olan, cesur olan, iradeli olan kadın dünyayı fetheder.
5000 yıllık geleneksel kültürü yıkıyorsunuz. Hem dışta, hem içte egemen kültürü yıkıyorsunuz. İçte ve dışta size karşı çıkanlar olabilir, bu tehlikelere karşı meşru savunma gücünüzü yaratın. Zannediyorum meşru savunma temelinde konferansları da olacakmış. Kendinizi sonuna kadar yetkinleştirin. Geleneksel ölçülerle yaşam korkunçtur, beladır. Böyle yaşam olmaz. Kendi savunmalarınızı da kendiniz de yapmak isteyebilirsiniz. Onları anlayabilecek erkekler de vardır. Onlarla çalışabilirler. Kadın hareketi, bir insanlaşma hareketidir. Bununla insanlık kazanacak. Bayanların listede olmasını çok olumlu buluyorum. Kadınların olması önemli bir hamledir. Kadınlar kendilerine güvensinler, ilkeli olsunlar, demokrasi bilincini açığa çıkarsınlar, beş bin yıllık topluma egemen olan erkek egemenlikli kültüre karşı mücadele ediyorlar, bunun bilincinde olsunlar, demokrasi bilinci kadınla gelişecektir. Ben bunları daha öncede açmıştım. Bunu uzun uzun açarak mektup haline getirebilirsiniz, bir seçim bildirgesi biçiminde verebilirsiniz.
Televizyondaki programlarda kadını ağırlıklı olarak verseler iyi olur. Kadının kimlik savaşında bir gelişme her yerde var sanırım. Kadın olayı çok önemlidir. Artık kadın gün yüzüne çıkabilir. Belli bir iradeleşme yaşandı. Bunu demokratik temellerde açığa çıkarsınlar. Bahsettiğim Özgürlüğün Ekolojisi kitabında benzer tezler var ancak bir yönüyle verilmiş, ben daha tarihsel ve sosyal bir bakış açısıyla koydum. Çevre hareketi, kadın hareketi dünyada da güçleniyor. Bizim öngördüğümüz şekilde gidiyor. Genel anlamdaki teorik gelişmeler bizim ortaya koyduğumuz düşüncelerin doğruluğunu kanıtlıyor.
Sivil toplum konusunda çalışmalar yapmalısınız. Dicle-Fırat Havzası Tarih ve Ekoloji vakfı demiştim. Sağlık, tüketim, üreticiler için, çevre için sivil toplum örgütlenmeleri, Türkiye’de var. Bir sürü vakıf üniversitesi var, Vakıf üniversitesi olabilir. Dil-kültür diyorsunuz. Dili kim öğretecek, binlerce çocuk var. Bunlara kendi dilini öğretmek için bile alt yapı çalışması yok, devlete bırakmak olmaz. Bu konuda projeler yapmalısınız. Eğer sahte çalışırsanız halk bunu anlar, gerçekten çalışmalısınız. Sivil Toplum Kuruluşları politika için esastır. Politika yapmak istiyorsanız, Sivil Toplum Kurumları olmalı, yoksa siyaset yapamazsınız. Yaptığınız siyaset ağa, şeyh siyaseti olur. Ben sorguda bütün bunları tartıştım. Burada yoğun tartıştım, onlara da söyledim. Sivil toplum gelişmeli dedim, aslında onlarda olumlu baktı. Ciddi Sivil Toplum Kurumları olursa halkı aydınlatırsınız, halkın feodalitesini de çözersiniz, böyle siyaset yapmazsanız kazanmasınız. Daha öncede söyledim dört binden fazla avukat var binlerce aydın var her biri bir köye gitse her biriniz sivil toplum alanında ciddi çalışsa şimdiye dev gibi sonuçlar elde etmiştik. Demokrasi ancak böyle gelişir, kürtlere şimdi devletten çok demokrasi lazım, toplumu demokratikleştirmelisiniz. Zaten demokrasi ve hukuk iç içedir, ben burada sizinle asla basit hukuk diliyle konuşmadım. Basit hukuk diliyle konuşursam halka hakaret olur, Kürt halkının siyasi iradesi benim için her şeyden önemlidir. Halkın siyasi önderi olmam bununla bağlantılı halk bu yüzden bana güveniyor. Bunları savunmamda ortaya koydum, hukuk kavramını açtım, hukukun tanımı koydum, size de cesaret sahibi olun diyorum, öyle kelle koltukta cesaretini de kastetmiyorum zaten bundan sonra böyle tehlikeler fazla gelişmez ben medeni cesaret sahibi olun diyorum. Hukuk, demokrasi, insan hakları temelinde çalışmalar yapmalıydınız bu konularda beş on kitap yazılmalıydı. Ben hukuka bağlıyım burada gelen savcıya da söyledim, Türkiye Cumhuriyetinin hukuku var, benimde bir takım haklarım var, beni hukuktan kopartamazlar, beni hukuk dışına itemezsiniz dedim. İşte anayasa mahkemesi başkanı Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, onlarda hukuk çizgisine gelmeye çalışıyor, özel savaş çiller ve benzerlerinin çizgisini sınırlamaya çalışıyorlar. Son dönem tartışmaları görüyorsunuz Türkiye savaş çizgisinden medet umanlar var bunlar demokrasiyi, Atatürkçülüğü ve hukuku bulandırmasınlar.
Kürtlerin iç demokrasisi önemli. İç demokratik imarı geliştirmelisiniz. Taş taş üstüne döşemesi gibi tek tek işlenmeli. Sizi uyarmıştım, aksi halde siz imhayla karşı karşıya kalırsınız. Demokratik hamleyi yapmalısınız. İç demokrasi diyorum, burada ağır kelimeler kullanmak istemiyorum.
Güneyde’ki çalışmalarda PJA tarihi rol oynayabilir. PJA buradaki demokratik çözüm sürecine öncülük edebilir. Orada Saddam diktatörlüğü yerine, feodal aşiretler düzeni yerleşmemeli. Bunu önleyecek temel güç PJAdır. PJA Irak’ta, demokratik dönüşümün öncülüğünü yapmalıdır. Irak’ın demokratikleşme sürecine yoğun katılmalılar. PJA nın Türkiye’ye girişten çok, Irak’taki demokratik dönüşümü, siyasal çalışmalara ağırlık vermeliler. Ortadoğu devrimi kadın devrimi olacaktır. Irak’ta ekonomik ve sosyal alanda öncülük yapabilirler.
Onlara deyin ki kadınlar ile ilgili aslında yarım kalmış bir projem var. İleride fırsatını bulursam onu yapmaya çalışacağım. Kadın özgürlük sorunu çok önemlidir. Buna çok değer veriyorum. bu temelde selamları iletirsiniz. Savunmalarımdan bolca yararlansınlar. Bu savunmalarımı onlara adıyorum.
PARTİ ÖNDERLİĞİ
- Ayrıntılar
Her türlü sorunlarına çözüm getirebilir, kendi büyük görevlerini kesinlikle ortaya çıkarabilir. Bu inancımı zayıflatayım mı? Aksi halde kendinize en büyük saygısızlık olmaz mı? Bizden devrimci çıkmaz, bizden ordu kurucuları gelişmez, bizden zafer yaratıcıları gelişmez desek kendimize en büyük kötülüğü yapmış olmuyor muyuz? Buna hakkımız var mı? Hatta ben bile bunca olup bitenden sonra yıpranmış, yorgun düşmüş olabilir veya elimde olmayan ki, buralarda irade her yönüyle özgürce konuşturulamaz. Dışındaki birçok etken seni bitirişin eşiğine getirebilir, ama sizin gibi iradeyi tam özgür koşullarda konuşturabilecek konuma ulaşıldıktan sonra gerisi başarılır, gerisi bana kaldı deyin ve görün, işte adam seyretsin, neler, nasıl oluyor diyeceksiniz.
Hiç olmazsa şimdiye kadar binlerce müdahalemizden sonra tam bu müdahalemizle, yıla böyle yüklenmemizle, bu döneme kendimizi böyle vermekle işte “aklımız başımıza tam geldi, fırsatı bu sefer tam yakaladık” deyip sonuca gitmekten bahsediyorum veya tarzımızın bunu kesinlikle sağlamasından bahsediyorum. Bütün tecrübeme dayanarak söylüyorum, bütün yıllar için, neden kendinizi tam veremediniz, başaramadınız biçiminde savunabilirdiniz ama bu yıl kendinizi savunma gerekçeniz olmaz. Düşman bu hale geldikten sonra ordulaşma bu düzeyi yakaladıktan sonra, biz sizleri bu yıla böyle taşırdıktan sonra, neden gerekleri yerine tam getirilemedi, neden tam istenilen başarıya ulaşılamadı biçiminde bir değerlendirmeye hiç biriniz sahip olamazsınız, onu dayatamazsınız. Tam tersine her şey yeterli, sadece ihtiyaç duyulan önemli görev alanlarına fiziki anlamda ulaşmadır. Yolda bir kaza, bir talihsizlik oldu ben buna bir şey demiyorum. Çok iradeniz dışında ki onu da dikkatle değerlendirmeli irade dışı olan nedir, irade dâhilinde olan nedir diye şimdiden iradeyi konuşturabilirsiniz. Birçok talihsizliği önleyebilirsiniz, şimdiden tedbir üstüne tedbir geliştirerek bunu yapabilirsiniz. Talihsizliği talihe çevirmek, kazayı engellemek şimdiden mümkündür, hiç olmazsa asgariye indirilir.
Bütün bunlar, bizim pratiğimizde gizlidir. Her şey tesadüflerle yüklüydü, ama biz neredeyse şimdi savaşı kesin kazandık mantığına sahip oluyoruz, halk bile bu noktaya gelmiş. Umudun, imkânın hiç olmadığı konumdan buraya ben nasıl geldim? Bu önemlidir. Hiçbir şeyden eser yok iken, eğer bu konuma gelmeyi biliyorsak, herhalde sizler tabii kolay kaybetmenin gerekçelerini sıralayacak durumda olamazsınız. Benim yaptığımı bir alt yapı kabul edin, hiç olmazsa buna dayanarak onur, şan kazanma, “böyle yaşanılır” biçiminde onurlanmayı kendiniz için elde edin diyorum. Herhalde buna da muhtaçsınız.
Diğer dönemlerdeki gibi “elim birbirine dolaştı, kaybettim, engellendim, rolümü oynayamadım, şöyle oynandım, oynatıldım da sonuca gitmedim” demek yakışır mı? Nereden, nasıl oyuna getirilmede iç-dış engeller sebep oldu denilmemeli. Yaman bir önder bütün bunları sıfırlayan, kendi iradesini, zafer iradesini konuşturan kişidir. Bu dönem bunu artık olgun hale getirmiştir deniliyor. Bunu anlamanızı tekrar önemle vurguluyorum. Biraz daha derin düşünülerek, özümsenerek ve en önemlisi de pratik yürüyüşümüzün nasıl olması sorununa, savaş ve ordulaşmaya katılımınıza nasıl yerinde tam başarı kesindir iddianıza işlerlik kazandırmak için anlayışınızı yetişkin kılın, ona kaybettirecek en ufak bir olasılığa bile mümkünse yer bırakmayın. Kapsamlı yaklaşmanız her türlü olasılığı göz önüne getirerek, bunun için tekrar tekrar gözden geçirerek, bu derslerden azami sonuçları çıkararak bir yaklaşımı geliştirsin ve ne mutlu bize diyelim ki tekrar böyle bir fırsatı yakaladık. Herhalde kazanılması kesindir, aldığım tedbirler, göz önüne getirdiğim tüm olasılıklar bunun böyle gelişmesini engelleme şurada kalsın, ancak sonuca götürebilir.
Şimdi ben kendim de bütün bu olup bitenlere rağmen böyle ele alıyorum. Olasılıklar hesabı, buna dayalı tedbir çok anormal bir durum olmazsa, bir kaza olmazsa ki onu da kabul edilebilir sınırlar dâhilinde söylüyorum. Bu şartım önemli. Düşman ne kadar iddia ederse etsin, özel savaşımı ne kadar çılgınlaştırırsa çılgınlaştırsın, her gün ne kadar kelle keserse kessin, bilmem ne kadar bombardıman yaparsa yapsın bu yılı kaybetmekten kurtulamaz ve biz de kazanmaktan vazgeçemeyiz. Kazanma bu temelde kesindir diyoruz.
Önder APO
- Ayrıntılar
Devrimde yoğun bir savaş gelişmesine yol açmak, hele önemli siyasi sonuçları doğurabilecek bir aşamada çözüm gücü olarak yüklenmek, insan yaşamını yaşamaya ne kadar elverişli, güç getirebilir ve bununla en büyük umutları, özlemleri gerçekleştirebilir, ulusal, sınıfsal düzey kadar uluslararası gerçekleri de etkileyebilir sorularına çarpıcı cevabı verme şansını sunar. Bu, irade gösterisi, iradenin kendini amaç bellenilen, gerçekleştirilmek istenilen doğrultuda en büyük güçle gösterime sokmasıdır. Sanıldığından daha fazla savaşa güç getirebilmek, onun sorunlarını yakından görmek kişilik çözümlemesini mümkün kılar, kişilik gerçekleştirilmesine çarpıcı, çok yoğun, hızlı bir tempoda cevap vermeye götürür.
Savaş sorunlarına bütün yönleriyle güç getirenler, oldukça güçlü kişiliklerdir.
Savaşın dayandığı siyasi, hatta felsefi dayanağı inkâr etmezse, yaşama en yetkin yaklaşmayı ve bu anlamda da önderlik gerçeğini sağlam yakalamayı en açık ifade eder. Şu anlama geliyor; gerek parti olarak, gerek öncülük ettiği halk savaşımı içindeki halk olarak yaşamaya ne kadar yatkınız, düşman ne kadar ölüme mahkûm? Bunu biraz daha çok çarpıcı göstereceğiz. Ölmeye mi yatkınız, yaşamaya mı? Ölmesi gerekenler kimlerdir, yaşaması gerekenler kimlerdir? Sorularına hiçbir dönem bu kadar açık bir cevap imkânı vermedi. Halk gerçeğimizin elle tutulur, onun özellikle umut, rüya, hayal gibi değerlendirilecek özellikleri şimdi biraz gerçekleşmeye yüz tutabilir ve bu anlamda sağlıklı kişiliklerle doğrulara sahip insanlardan bahsedebiliriz, kaç paralık olduğumuzu ortaya koyabiliriz. Köklü yanılgılardan sıyrılmak kadar, gerçek gücümüzü gösterme şansını kullanabiliriz. Ve sanıldığından daha fazla bunlar hayati gelişmelerdir. Bunun dışında yaşama fazla değer biçilemeyeceği, birçok kişilik beklentilerinizin, hayal, tasavvurlarınızın, olanaklarınızın, hatta fazla kıymetli olamayacağını görüyoruz. Ve şu anda genel bir umut, herkesi saran bir rüya olarak işte bu savaş yılına nasıl bir başarı şansı verdirebiliriz? Büyük umut yılı, büyük kazanım yılı haline nasıl getirebiliriz? Halk iktidarını hangi oranda geliştirebiliriz, her düzeyde öncülük sorunlarımıza layıkıyla nasıl cevap verebiliriz hususları, hiçbir dönemde bu kadar yakıcı çözüm şansı vermedi denilebilir.
Bizim ne kadar doğru hareket ettiğimiz şimdi daha iyi anlaşılıyor. En geri topluluklara uygulanamayacak her türlü yaklaşım altında yaşamayı kabul etmek demek, bütün insani yeteneklerinden başından itibaren vazgeçmek demektir. Şimdi bunun da ne kadar vahim bir suç olduğunu, aşağılık, utanılacak bir durum yarattığını bilmek lazım. Zaten sizin temel çelişkiniz, bu utanmazlığınızın farkına varmamanız, bu utanılası statüyü normal adam statüsü olarak kabul etmeniz oluyor. Öyle bir boy atmışsınız ki sanki şerefli, onurlu ve hatta özgür bir kişiymişsiniz gibi yaşamaya cesaret etmişsiniz. Bu bir yanılgıdır. Esasta öyle bir durum yok, ama kabul etmişsiniz veya size kabul ettirilmiş. Tabii bu hastalıklı kişiliği ifade eder ve hastalıklı kişiliklerin de fazla yaşam şansı olmadığını, kendi ülke, halk gerçeğimizden iyi biliyoruz.
Boşa giden yaşamlar, çabalar, her türlü acılar, sıkıntılar, kendini yerden yere vurmaların büyük bir isyan nedeni olduğu ve bizim esas itibarıyla yaşamımızı bu kabul edilmezliğe göre ayarladığımızı ve halen gece-gündüz bunu bir an önce aşıp yaşayacaksan, biraz kendin için zorlanacaksan, bunun bir amaçla bağlantısı olursa kabul edilebilir. Sıkıntıya da düşeceksen bir şeylere değmeli, öleceksen de bu doğru yolda olmalı. Yoksa yaşama en büyük hakareti yapanlara biz nasıl tahammül edebiliriz, sizlere nasıl tahammül edebiliriz? Şimdi siz bu soruları hiçbir zaman sorma gereği bile duymadınız, ama kendi gerçeğini yakalama, kendi yürüyüş tarzını belirleme, yolunu bile belirleme, her şeyiyle ihanete koyul, suça koyul ondan sonra da “gel birbirimizi normal kardeş, yoldaş, eş, dost, ahbap-çavuş olarak selamlayalım” de! Şimdiye kadar benim aklım bunu almadı. Her şeye kuşkuyla, öfkeyle ve şüpheyle baktım ve bu dediğim gibi biraz doğrulara yaklaşma imkânına yol açtı.
Şimdi savaş bunun en gelişmiş, en yoğunlaşmış ifadesi oluyor. Savaş gerçeğine böyle çarpıcı yaklaşma durumu en kestirmeden cevabı verme şansını ortaya çıkarıyor ve bu açıdan eğer gerekleri yerine getirilirse, yasalarına uygun hareket edilirse gerçekten kişiye kendini yeniden ve kesinlikle doğru temellerde gerçekleştirme, çelişkilerini en temel yöntemle çözme ve böylece amaç olarak belleme, yolda fazla itiraz, tepki doğurmayacak imkanı değerlendiren bir kişi olarak kabul görme şansı oluyor. Aynı zamanda halk olarak, birey olarak kabul edilebilir bir yaşam tarzı oluyor diyoruz. Hiç şüphesiz bu yaklaşım savaş doğasını, onun neyin çözümü peşinde olduğunu çünkü en şiddetli bir mücadele biçimidir. bütün yönleriyle kavramlarda bir açıklık olmazsa, çok kötü ve nitekim anlamsız kayıplarda görüldüğü gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar.
Yıllardır savaşıyoruz, ama halen savaş felsefesini, savaş doğasını izah etmeye çalışıyoruz. Hâlâ sağlam bir savaş doktrinini, kurumlaşmasını sağlayamamışız. Bu nedenle oyuna geliyorsunuz. Önümüze koyduğunuz savaş amacına bünyeniz ne kadar uygun, bu konuda parti ne söyler, gerçekler neyi söyler, bunu yüzeysel ele alırsanız felaket getirir, bu nedenle habire eğitici çabaları çok yönlü verme gereği duyuyoruz. Ciddi bir kurumdan geçmemişsiniz, savaş kurumundan geçmemişsiniz, yine teorik birikiminiz yok, kavga sanatında tecrübe sahibi değilsiniz, siyasi bir mücadeleyi, ideolojik bir mücadeleyi bile fazla anlamlı verememişsiniz. Dolayısıyla yapmak istediklerinize güç getirememeden tutalım, birçok gerçeklerine ulaşmadan kaybetmeniz işten bile değil. Bütün bunları önlemek için bu çabalar ardı arkasına sıralanıyor. Tarihte hiç eşi görülmemiş bir çalışma olarak biz, on bini aşkın kişiye bu sahalarda, kutsal bir savaş üzerine dersler verdik ve tüm yaşamımızı buna adadık. Ama yine ortaya çıktı ki çok azı gereklerini kavramış ve üzerine düşeni yapıyor.
Dediğim gibi sorumlu, “haydan gelmiş, huya gider” dercesine, kolay kazanılmış gibi gözüken veya çok yaşamı çok ucuz ele alarak çabalarımıza karşılık vermeyebilirsiniz, bu sizin için ciddi bir sorun da olmaz, ama gerçekten bir kutsal savaş, mutlaka verilmesi gereken bir savaş görevi var. Buna ucuz yaklaşmakla, kendini erkenden tasfiye ettirmekle sorumluluktan kurtulma olmuyor. Bu, sadece kaybetme, düşme oluyor. Şimdi bunun insafa sığdırılacak bir yönü yok, buna kendinizi ikna etmelisiniz. Bu, eğer ciddi bir savaşsa, bütünüyle kutsal ve hatta tek yaşam seçeneğimizse o zaman bunu nasıl yapacağız, görevler, roller nasıl başa düşer? Bahane mi buluyorsunuz, kendinize dikkat edin, şimdiye kadar yaramaz çocuklar gibi bahaneler uydurmaktan başka elinizde gerekçe yok. “Neden başaramadık, neden geliştiremedik, neden kolay kaybettirdik? ciddi bir savaşçının kabul edeceği gerekçeler değildir, kendine yedireceği gerekçeler değildir. Ama hepsi böyle söylüyor.
Bu yalnız benim meselem değildir. Tamam, biz baştan bugüne kadar böyle getirdik ama benden daha fazla bu şimdi sizin meselenizdir. Ben yapacağımı biraz yaptım, tarihsel olarak da, güncellik olarak da bir şeyler kurtarıldı, fakat bunu sizin için, yeni başlayanlar için aynen böyle belirtmek mümkün değil. Mutlaka yapmanız, başarmanız gereken işler var. Vicdan rahatlığı, tarihe biraz hesap verme, değer bellediğiniz bazı gerçeklerin önünde sorumluluklarınızı yerine getirmenizle, bunu yapmanızla, başarmanızla mümkündür. Belki “çok geç” diyebilirsiniz veya çok yeniyiz diyebilirsiniz ama yaklaşım, görev, yeterlilik ister. Hele savaş olayına yaklaşım kesinlikle çözümlenmiş kişilik, kendini en üst düzeyde kararlaştırmış, çok disipline etmiş kişilik ister.
Bunun artık anlamayla da fazla ilgisi yok. Pratik hazır cevap dışında hiçbir seçeneğin olmadığını kendine yedireceksin. Yıllara tekrar bakarak cevap arıyorsan, sırf bu soruya biraz daha özlü yaklaşmak içindir, yoksa başarısızlıklarına, yetersizliklerine kılıf uydurmak için değil. Düşman gerçeğidir, güncel her şeye bakışının da seni hızlı bir çekişe imkân vermesi içindir. Yoksa bu düşman yenilmez, baş edilecek birisi değil veya “çok ucuz yaşarız, geçeriz” anlamında değildir. Yine, kendi gerçeklerini görmeden bir şövalye gibi veya çok temelsiz bir yaklaşımla “ben her şeyi yapabilirim” anlayışı temelinde savaş gerçeğine yaklaşımların olumsuz doğurduğunu biliyoruz. Ve ne yazık ki bizde de çoğunun yaklaşımlarında bu hususlar etkilidir. Tarih boyunca savaş ve ordu, yine bir olgu olarak savaş ve ordunun ne olduğunu gördünüz, onu anlamanız zor değil. Genel kavramları biliyorsunuz. Bizim sorunumuz bu değil. İsteyen istediği kadar da öğrenebilir. Bu ana kavramlardan bizim çıkardığımız sonuçlar, kendi gerçekliğimize ne kadar uygulayabildiğimizdir.
Eğer bir ordu ve savaş kavramı varsa, insanlık tarihi kadar eskiyse ve bu yöntemle uygarlıklar kurulup uygarlıklar yıkılmışsa, uluslar devrilip uluslar kazanmışsa ve hatta insan gelişiminde en temel bir mücadele aracı olarak en büyük sonuçlara bu kavramlar, olgular kurumlarla ulaşılmışsa haklı olarak şunu soracağız: “Biz bunlarla ne yaptık? Tarihimizde savaş gerçeği, ordulaşma gerçeği ne kadar var? Hatta kendimiz için bir savaş yaptık mı, bir ordu kurduk mu? Hangi ordulara kaydolduk? Kimlerin savaşını kime karşı verdik?” Çok acı ve utanılası bir tarihimizin olduğunu hemen anlayacağız ve en acısı da kendimize karşı savaştığımızı ortaya çıkaracağız. Ve bütün bunlar yüz kızartıcıdır. Yine, halk olarak düşkünlüğümüzün onunla bağlantılı olduğunu şimdi bir çırpıda söyleyebileceğiz.
Bunlar bizim savaş gerçeğine kısa bir tarihi bakışla verebileceğimiz cevaplardır. Yine savaş-ordu kurumlarını gerçekleştirmemekle neleri kaybettiğimizi bir çırpıda anlayabilecek durumdayız ve nedenlerini anlatmaya koyuldukça “kimler sorumlu?” diyerek bunun işgal, istila, sömürgecilikle ve onun her türlü işbirlikçileriyle ilişkisini koymaya çalışacağız. Daha da yakın günlere gelirsek, daha da somut Türk egemenliği, sömürgeciliği bize ne yaptı? Savaşlarla, kendi ordularıyla bize ne yaptı ve bizi nasıl kullandı? İslamiyet adı altında işgal, istilalar nasıldı, bizi nasıl kullandı, ne verdi, ne götürdü? Köleci Roma’dan tutalım Roma, Bizans, Sasaniler, Persler... Hepsi tarihimizde halk tarihimizde veya ulusal gelişmemizde az çok nasıl bir role sahip?
Tarihin en kördüğüm olmuş ve mutlak çözüm isteyen davaları ancak bizi savaşa kaldırabilir. Bunun dışında hiçbir gerekçeyle savaşa yaklaşım gösteremeyiz. Ama bir de yaklaştın mı, gerekçe tam da mutlak savaşı dayatıyorsa, o zaman buna öyle hazırlanacak, öyle tanıyacaksın ki çünkü doğuracağı acılar büyüktür, sıkıntılar çok ileri düzeydedir. Hazırlıksız kişinin savaş yaklaşımı, onu bütün yönleriyle değerlendirmeden katılımı başa beladır ve sonraki pişmanlık da fayda etmez, çünkü geri bir adım ölümdür, affedilmez bir suçtur. Savaş kavramına hâlâ ne kadar çarpık, yetersiz yaklaştığınızı göz önüne getirerek söylüyorum. “İstersem girerim, istersem bırakırım, istersem sağ yaklaşırım, istersem sol yaklaşırım, istersem en önünde, istersem en kuyruğunda giderim” demek felakettir ve zaten kişiliklerinizin gayri-ciddiliği de böylesine bir kavrama oldukça duygusal, her türlü niyet düzeyinde yaklaşımla bağlantılıdır.
Ben sizin için yaşamı zora sokmam, sokuyor muyum? Tam tersine. Sizi kandırıyor muyum? Tam tersine. O zaman sözle pratiğiniz, bizimle benzer bir yaklaşım sahibi olduğunuzu gösterecek ki birbirimizin yakasını bırakalım, düşmanın yakasına yapışalım. Bunu vurgulamanın nedeni var, “oynarım, benim yanımda kâr kalır, gereklerini yerine getirmem, unutulur, gidilir” sandılar. Düşünler düştü, ben bunlara artık fazla bir şey söylemeyeceğim. Ya düşmeyenler kendini nasıl savunacak? Büyük bir zaferden başka kimse kendini savunamaz. PKK’nin savaş çizgisi budur. Büyük bir başarıdan başka hiç kimsenin kendisini metelik kadar savunma değeri yoktur ve hele bu aşamaya geldikten sonra, bu kadar gerekçeyi sıraladıktan sonra, ölmek bile mahkûm edildiğine göre başarı tek savunma gerekçenizdir. Hiçbir yere sığınmadan bu aşamada biraz başardıysanız eskiden biraz başarı ama bu yıl tam başarı ve saygı diye bir şeyden bahsediyorsanız, ben kolay ölmeyeceğim veya ölsem bile bir başarı temelinde öleceğim diyorsanız, kabul etmeleriniz bu temelde olabilir, saygının kaynağı budur. Bu aşamanın bundan sonra hiçbir affedici tarzı olamaz. Başarmak mümkündür de.
Önder APO
- Ayrıntılar
Cephe; bir halkın devrime kalkmış gerilla dışındaki her şeyi demektir. Ulusal kurtuluş, toplumsal özgürlük yolunda ilk uyanış adımlarından tutalım en yoğun eylemliliklere kadar, onun örgütlü çalışmalarına, genel olarak cephe adı verildiğini biliyoruz. Hiç şüphesiz buna bir öncü güç öncülük eder ve parti-cephe birlikteliğinden bahsedilebilir. Kölelik derecesi ne kadar yoğun yaşanıyorsa, öncü gücün de ihtiyacı, vazgeçilmezliği ve köklü gelişmesi gereği o oranda ortaya çıkar. Bir anlamda hareket bu toplumlarda, uluslarda parti-cephe iç içeliği biçiminde ortaya çıkar ve parti-cephe iç içeliği, ulusal kurtuluş cepheleri veya halk cepheleri biçiminde biçimlenir. Ağır ulusal kurtuluş sorunları varsa cephenin adı, Ulusal Cephe olur. Kendi hakimlerine karşı esas alınan yönü varsa da Halk Cephesi olur. Örneğin Türkiye’de daha çok bir halk cephesi, Kürdistan’da ise bir Ulusal Cephe diyoruz. Neden? Çünkü Türk hakim sınıfları Türk halkının başındaki beladır, onların iktidarı söz konusudur. Ona karşı bir hareket, halk hareketidir. Bizde ise çok zorbaca bir sömürgecilik var, ona karşı cepheleşme, ulusal yönü ağır basan cepheleşmedir Tabii ki halkçı yönü de vardır, Türkiye’de de ulusal yönde vardır. Bunlar aynı zamanda emperyalizme bağlı güçlerdir, yine Kürdistan’daki işbirlikçiler sömürgecilere bağlı güçlerdir.
Bu genel kavramları biliyorsunuz, bunları hiç şüphesiz burada tartışma gereği duymuyoruz. Ama PKK’nin, başından itibaren bir parti-cephe çekirdeği biçiminde geliştiği, net sınıf-parti ölçülerinden ziyade, bir çok sınıfın ve cephesel özelliklerin iç içe gelişmesi biçiminde bir özelliği taşıdığını da belirtelim. Evet, bir partidir, tamamen emeğin ölçülerini esas alır. Sosyalist ölçüye sıkı sıkıya bağlı olan bir partidir, fakat toplumsal gerçeğe, ulusal soruna uygulandığında, keskin sınırlar yerine iç içe geçmiş, netleşmemiş sınırlarla hareket ettiği ve sürekli bir ayrışmayı, sınırları, netleşmeleri sağlamak zorunda olduğunu bilen bir tarzda ortaya çıkıyor. Bu halen bu yönüyle kendini gösteriyor. Grup döneminde iken de adı, bir sosyalist hareket gibi gelişse de mensuplarının, üyelerinin büyük bir kısmı çok çeşitli toplumsal özellikleri olan ve henüz sosyalistleşmemiş kişiliklerdir.
Sembolik olarak sosyalistiz ama, pratik olarak bir çok sınıfın özellikleriyle birlikte yaşayan bir hareketiz. Resmen parti ilanı döneminde de bu böyledir. Ve partileşme sorunlarının bütün yakıcılığıyla kendini dayattığı gerilla döneminde de bu böyledir. Neredeyse diğer sınıf etkileri ele geçirmek istediğinde bunun bir cephe karakterinde olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Ve hatta günümüzde partileşme dersini işlerken, karşıt-faaliyetler dediğimiz kısımdakiler aynı zamanda PKK'nin sosyalist özelliğini, emeğe dayalı özelliğini, küçük-burjuva özellikleriyle, ağalık özellikleriyle ve hatta bir Kemalist özellikle ele geçirmek istiyorlar. Düşmanla irtibatlarının olması şart değil. Bize katılırken düzen kişiliğiyle katılmış, Ortaçağ kişiliğiyle katılmış, geliştirilen kişilik bu kişiliklerdir.
Hiç şüphesiz cephe partisiz olmaz, PKK olmadan Ulusal Kurtuluş Cephesi olmaz. Olmadığını bu reformist çevrelerin denemelerinden gördük. Ama cephesel olabilecek her şeye de PKK’liliktir dememiz, kendimizi mahvetmemiz demektir. Partililik çok önemli bir husustur, onu uzun süredir işliyoruz. Parti ölçüleri diye tabir ettiğimiz ölçüler gittikçe netleşiyor ama, onun dışında da geniş yurtseverlik mücadelesine çekilecek kesimler vardır. Hatta yüzde doksan beşi cepheli kesimlerdir, dolayısıyla cephe içinde çalışma başlı başına büyük bir parti görevidir ve parti politikasının temelinde cephe politikası vardır. PKK’nin halk politikası cephe politikasıdır veya halk politikasıyla kast ettiğimiz bütün sınıf ve tabakaları, grupları ulusal kurtuluş savaşımına çekme politikasıdır.
Bu konuda sekter olmama, dar olmama, çok geniş, esnek olmak kadar işbirlikçilerin, hainlerin bol olduğu bir ülkede yol açabilecekleri zararları, reformistlerin egemenlik çabalarını göz önüne getirmek de o kadar önemlidir. Yani esneklik, ihtiyatlılığı veya denetimi iç içe götürmek büyük önem taşır. Cephe politikasına esnek yaklaşmadan olmaz. Ama işbirlikçi reformistlerin bunu çok kısa sürede ele geçirme ve hatta bozma, savaşın aracı olmaktan çıkarma ki, reformistlerin hep bunu bize dayattıklarını son dönemlerdeki bütün cephe girişimlerine çağırdığımız halde onların cepheden anladıkları işte “siyasal yöntem” diyorlar. Siyasi yöntemden kast ettikleri aslında sömürgeciliği zorla gerileterek ve bazı işte reformları da bu temelde sağlayarak değil, savaşımı dışlayarak, sadece görüşmeler yoluyla düşmandan bir şeyler alacağını sanıyorlar. Bu da tam bir reformizmdir ve teslimiyettir.
Son bir kaç yılda orta kesim de katıldı, kentsel kesim başta olmak üzere orta sınıf kesimi yoğun bir biçimde katıldı. Bu anlamda da cephe genişledi ve direk PKK sempatizanlığı biçiminde gelişti. Reformistler bu kesime oynamak istiyorlardı ama, başaramadılar. Bunlar da PKK’ye kayınca PKK’nin gövdesi, öncülük ettiği cephe gövdesi az-çok ortaya çıktı. Buna rağmen son dönemlerde bir adım daha atmak istiyoruz. O da çeşitli sınıfların sözcüleri biçiminde ortaya çıkar, ama bir türlü o sınıfları da örgütleyememiş ilkel-milliyetçiler, küçük-burjuva reformist gruplar -ki, bunlarla uzun süre ideolojik, siyasi mücadelemiz var- bir anlamda mücadeleyi kaybettiler ama, yurtseverlikte ısrar eden kesimleri, düşmanla birleşmek istemeyen kesimleri, her zaman düşündüğümüz gibi yine cepheye almak, bunlara da Ulusal Cephe içinde yer vermenin doğru olabileceğini düşünmek ve zaman zaman bunlara çağrı yapmak yerinde idi.
Biz son zamanlarda yeniden böyle bir çağrı yaptık ve işte cepheyi genişletme biçiminde bir tavırla bu örgütlenmeye, görüşmeye de girdik. Fakat halen bunların cepheyi tamamen bir savaşım cephesi görme yerine, yine halka dayanan, geniş yığınlara, işçi, köylü, gençlik başta olmak üzere onlara dayanan bir cephe olarak görme yerine, sözüm ona ortada örgütler var, -ki nemenem örgütler oldukların ayrıca değerlendirmek gerekir- fakat güçleri, hatta böyle tutarlı kadroları olmadığı da çok açık. Bir tekke biçiminde, bir dergi çevresi, bir aile çevresi biçiminde varlıklarını sürdürmeye çalışan gruplardır. Bunlar, kitleye dayanarak, onların savaşımına dayanarak herhangi bir sonuç alamayacaklarını biliyorlar. Dış güçlerin, -sömürgecilerde girer- onlara dayanarak direkt veya dolaylı özellikle Avrupa’nın, ABD’nin bölgesel hatta sömürgeci devletlerin gücüne dayanarak bir koz elde etmek istiyorlar. Ve bunu PKK’ye dayatıyorlar. “Diplomaside gelişmek istiyorsanız bize ağırlık vereceksiniz, yer vereceksiniz, hatta öncülük vereceksiniz, aksi halde biz sizi asla dışta geliştirmeyiz, sömürgeci TC’ye karşı işte sizi geliştirmeyiz veya mücadelenizi frenleriz”. Şu anda böyle bir dayatmaları var.
Güney işbirlikçiliği bu işin başını çekiyor ve Kuzeyli reformist örgütleri de onları bu temelde bize karşı kullanmak istiyor, tabii ki esnek yaklaşacağız, onlar da çok sıkışmış, PKK’nin artan siyasal gücü, emperyalistleri bile ilişki aramaya zorluyor. Sömürgecileri bu konuda zorluyor. TC’yi bile neredeyse siyasi çözüm yoluna zorluyor, bunun belirtileri ortaya çıkıyor. Bu nedenle bunlar “artık PKK ile bu işi ancak yapabiliriz, PKK’den ayrı oluşturulan cephe fazla yaşama şansına sahip değildir” diyorlar ve eskiye göre daha ılımlı davranmaya ve PKK ile boğuşarak değil anlaşarak, uzlaşarak kendi varlıklarını korumaya çalışıyorlar, böylesine bir zorlayıcı dönem var. Dolayısıyla bunları düşmana fazla alet etmeden, emperyalizme alet etmeden ulusal çerçeveye çekmek ama, ihtiyatı da elden bırakmadan çekmek bir cephe dönemi olarak önümüze çıkıyor. Cepheyi genişletmeyi de bu çerçevede anlamak gerekiyor.
Bunu daha çok Kürdistan genelinde bir Ulusal Kongre biçiminde sağlayabiliriz dedik. Bu konuda bazı adımlar atılmaya çalışılıyor. Kuzey Kürdistan için de yine Ulusal Kurtuluş Cephesi veya Kongresini geliştirerek karşılık verebiliriz diyoruz. Bunları bu çerçevede bağlamak mümkün olabilir. Olmasa da yine Ulusal Kongre olur. Kuzey Ulusal Cephe Kongresi de olur. İkinci bir husus, cepheyi genişletme ve legal düzeyde ortaya çıkan gelişmeler var. Yine genel seçimler meselesi, Ulusal Meclis seçimi meselesi var. Legalite ile seçimler iç içedir. Dikkat edilirse, daha başlangıçtan itibaren legalite ve seçimler meselesi, 1990’lardan itibaren artan kitle gücümüzün saptırılması için düşmanın devreye bazı işbirlikçi Kürtleri sokma girişiminde olduğu veya burjuva partilerin kitlemizin potansiyelini çekmek istediği görüldü. Bizim bunu rahatlıkla karşılamayacağımız, bazı tedbirleri geliştirmemiz gerektiğini dolayısıyla halk politikamızda açılımlara başvurduk.
Biz bu temelde hepinizi bir kez daha parti-cephe-önderlik gerçeğinin iç içeliğini derinden kavramaya ve mutlaka üzerinize düşeni eksiksiz olmasa da asgari ölçülere bağlı olarak geliştirmenizi, bu gücü, bunun disiplin gücünü, yaklaşım gücünü, üslup gücünü, yeterli çabayı, hemen her koşulda somut olabilmeyi göstermenizin önemini bir kez daha vurguluyoruz. Yerine getirilmesi gereken çok önemli görevler var, onlara ulaşmayı bilmenizi söylüyoruz. Cephe söz konusu olduğunda en az gerilla kadar önemli görevlerin var olduğunu söylüyoruz. Bunun için her şeyin ortaya konulup başarılmasının göz ardı edilemeyeceğini söylüyoruz. Nitekim Önderlik çalışması da bir anlamda cephe çalışmasıdır. Gereklerini bütünüyle görmeli, yerine getirmeli ve mutlaka başarmalısınız.
Parti Önderliği
29 Ocak 1994
- Ayrıntılar