Mücadele ve savaş gerçeklerimizin ruhuna, bilincine ve kişiliğine gittikçe daha fazla yaklaşıyor, dönüşümü adım adım sağlıyorsunuz. Lanetli geçmişinizi ve ne kadar hastalıklı olduğunuzu biliyoruz. Bunun bir kader olmadığını, çıkışın bir yerden mümkün olduğunu, fakat bunun şimdiye kadar sandığınız gibi olmadığını, doğru yolun yöntemin farklı olduğunu da biliyoruz.
İlk adımların sağlam gelişmesi için büyük çaba gösterdik. Hemen her an bu işin inancını ve bilincini geliştirdim, bu işin pratik gereklerini olağanüstü diyebileceğim bir tarzda yapmaya çalıştım. Ancak yoldaş diye bellediklerimizin inanılmaz saflıkları, hamlıkları, kayıtsızlıkları, ilgisizlikleri ve her türlü yetmezlikleri umduğumuzun ve beklediğimizin dışında birçok olumsuz gelişmeye yol açıyor. Bir yerde neredeyse düşmanı bir tarafa bırakıp kendimizle uğraşıyoruz. Demek ki, lanetli olmak bu sonuçları doğuruyor. Bu kadar ayıplı, bu kadar düşmüş bir toplumdan bunlar çıkabilir. Bizim bütün umudumuz bu durumu yerinde kavrayacağınız, yolu hızlı ve keskin adımlarla tutturabileceğinizdi. Bizde önemli olanın tempo ve tarz olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu lanetli durumdan kurtulmanın tek çaresi doğru tarz, doğru tutum ve doğru tempodur. Yeterli tempo olmadan, bu durumdan sağ çıkmak mümkün değildir. İsyanlar ve mücadele tarihimiz bunu çok açıkça gösteriyor.
Korkunç yenilgili kişilikler kendini Önderlik gerçeğine yansıtırsa, belanın en büyüğü ortaya çıkar. Bu her devrimde biraz yaşanıyor, ama bizimki kadar ağır ve sancılı değildir. Bizimki kadar kendini uğraştıran bir devrim örneği bulmak gerçekten zordur. Fransız Devrimi'nde, İslam Devrimi'nde, Ekim Devrimi'nde sapmalar ve birbirleriyle savaşmalar çok yoğundur. Ama yine de onların tarzı anlaşılır ve bir yerinde yer alınıp gereken neyse rahatça yapılabilir; bu ister şu safta, ister bu safta olabilir. Biz de ise muğlak, karmaşık ve çok yanılgılı bir duruş var; hangi kişinin neye oynadığı ve kimi tuttuğu belli değildir. Kendini o kadar karmaşık hale getirmiş, o kadar nitelikten uzak ki, neye hizmet ettiğini kendisi de kestiremiyor. Hangi çizgiyi, hangi politikayı yürütüyor ve bunu pratiğe nasıl yansıtıyor, farkında bile değildir. Çaresizlik de işte buradadır.
Muğlaklık ve netsizlik dediğimiz yaklaşımlarınızın uzun süre devam etmesi çok belirgin bir özelliğiniz oluyor. Yetersiz yaklaşımlarla çabanızın neye hizmet ettiğini, kime yol aldırdığını görememe durumunuz var. Biz buna karşı başından beri çok tedbirliydik, olağanüstü bir sınıf çizgisini uyguluyorduk, çok hassastık. Emeğin lehine herkesi çatıştırmada çok üstün bir uygulayıcıydık. Maalesef en proleterim, en yoksul kökenliyim, en emeğe bağlı olanım diyeni de dahil olmak üzere, kime nasıl çalıştığını kestiremeyenler neredeyse bizde ağırlıklı bir kesimi oluşturuyor. En tuhaf olanı da bu gerçekleri bir an önce görüp bir türlü sınıf çizgisine gelemeyişinizdir. Muğlaklığın, kafa karışıklığının neye ne kadar hizmet ettiğini tam kestirememe sonucunda yılları adeta çarçur etme ortaya çıkıyor. Bunu yaşamanız insanı umutsuz kılıyor veya yazık ediyorlar diyecek noktaya getiriyor. Gamsızsınız, fazla endişeleriniz yoktur. Çizgi de söz konusu olsa, kendinizi çaresiz bırakıyorsunuz. Çizgi savaşımı için yerinde ve zamanında çalışıyoruz. Sizin ise onun sonuç almasına kendinizi vermeniz şurada kalsın, çizgi savaşımı neredeyse aklınıza bile gelmiyor. O zaman sizlerle ne yapacağız? Kendinizi yormazsanız, savaşı yoğunlaştırmazsanız sizi nasıl yaşatacak, öncülük yapılmadan nasıl savaştıracağız?
Toplumumuz sonuna kadar teslim olmaya yatmış bir toplumdur. Siz ise bu durumu parti içinde adeta düşmanın topluma dayattığı teslimiyetin yansımaları olarak yaşıyorsunuz. Direngenliğin, karşı koymanın kişiliğini sergilemiyorsunuz. Yaşama ve örgütlenmeye yansıyan, özellikle daha çok düşman gerçeği ve onun tanınmaz hale getirdiği kişiliktir. Tek başıma yıllarca bu işlerle uğraştım. Çizginin bir milim bile saptırılmasına fırsat vermedim. Çizginin olanaklarını başka sınıfın, başka gücün şu veya bu çıkarına kaptırmadım. Bu kesimlerin hepsini çalıştırdım, hepsini devrim çıkarları için kullandım. Ama siz elinize verdiğimiz dört dörtlük olanakları başkalarına peşkeş çektiniz veya kendinizi adeta onların hamalı yerine koyarak sömürttünüz. Köylüler, hamallar, marabalar nasıl sömürülüyorsa, parti içinde de diğer sınıflar adına öyle bir sömürü kaynağısınız. Çizgi anlamında, ideolojik-politik kullanılma anlamında öylesiniz. Küçük burjuvalar, her türlü orta yolcular sizi kullanıyorlar, ancak bunun farkında bile değilsiniz.
Kendine sahip çıkamayanın, emeğine sahip çıkamayanın bütün hal ve hareketleri öfkelendiricidir. Sizin saygı ve bağlılık anlayışınıza fazla anlam veremiyor ve bunu çok geri buluyorum. Bu anlayış proleter çizgi esaslarını -proleterden başka adını halk veya insanlık koyalım- fazla temsil etmiyor, özgürlük gücü ve kendini koruma gücü olamıyor. Kendi yaşam tecrübemle bu hareketi böyle geliştireceğim, ama bir çok yönetim ise o alanlar ve olanakları öyle kullanacak! Burada büyük bir çelişki var. Parti içi eğitim, çizgi eğitimi bu nedenle çok önemlidir. Kendinizi bu kadar gamsız, tasasız bırakmanız ve hiç utanıp sıkılmadan "ben varım" demeniz fazla saygı yaratmıyor, fazla anlam bulamıyor.
Bir insan kendine çekidüzen vermeyi, kendini mücadele gerçeğine ve şu anda yürüttüğümüz savaşıma biraz doğru yaklaştırmayı, ona güç yetirmeyi ve yürütme gücü olmayı, ona ister üst düzeyde isterse en alt düzeyde bir katkı sunmayı ve her düzeyde bir çalışanı olabilmeyi sağlayabilmeliydi. Bunlar neden olmuyor? Yaptığınız bütün iş, “bastırdık, bastırıldık” demektir. Ağzınızdan bundan başka bir söz çıkmıyor. Ne kadar etkisizleştiğinizi, ne kadar rol oynayamadığınızı belirtiyorsunuz. Önder kişi, militan kişi böyle olmaz. PKK Önderliği bu konularda muazzam bir çabanın sahibiyken, sizin buna dayanarak böyle ucuz yaşamayı kendinize nasıl yakıştırdığınızı anlayamıyorum. Kendime senin neyin eksik diye her gün soruyor ve bin kez bunu cevaplandırıyorum. Hem bu kadar bize bağlısınız, hem de birçok yönüyle benim kendimi adamadığım kadar kendinizi bu işe adıyorsunuz, o halde sonuç almada ve işleri sağlama bağlamada neden bu kadar beceriksizsiniz? Çoğunuzu köylüye benzetiyorum. Nasıl yaşadığınızdan bile habersizsiniz. Durumunuza, neye ve kime çalıştığınıza, kimin askeri ve hizmetçisi olduğunuza bakarak buna daha iyi cevap verebiliriz. Biz bu dünyada niçin yaşıyoruz? Bütünüyle kime çalışıyor, kimin kullanımında, kimin stratejisinde yer tutuyoruz? Halk dediğimiz gerçekliğimiz kimin hizmetinde, kime ucuz çalışıyor? Gençlerimiz, her soydan insanlarımız kimin malıdır? Parti içindeki yansımalar biraz da bu durumun ifadesidir. Bu konuda kendinizi yıllarca sorguya çekebilmeliydiniz. Neden kendinizi sorguya çekemediniz, neden kendinizi yetiştirmediniz diye sizi suçlamıyorum. Ama bir yerden ve birkaç temel kavramı belledikten sonra işin gereği üzerine düşünecektiniz. Niye kolaya kaçıyorsunuz? Sıkı bir eğitim ve kendinizi yetiştirme olmadan, yaşamın kenarından bile geçemezsiniz. Yaşama bu kadar ucuz, bu kadar sorumsuz, bu kadar gafil yaklaşma, kime ve neye mal olduğu belli olmadan katılma sizin tarzınız oluyor.
Birçok hastalıkla istemediğiniz halde partiye zarar veriyorsunuz. Başkalarına çok imkan ve fırsat sunuyor, bizi de, ortamı da kargaşaya boğuyorsunuz. Size bu kadar yol ve yöntem gösterdikten sonra bir çalışmanın başına geçmek çok zor mudur? Fedakarsınız, korkak değilsiniz, hayatınızı da adamışsınız; ama her şey sadece bununla sağlanmaz. Kaldı ki, tek başına ele alındığında bu kendini kurban etmedir. Size göre birileri sizin sahibinizdir, aşirete kendinizi kurban etme durumunuz var. Kaldı ki, bir sosyalist veya bir emek savaşçısı kendini böyle kullandırtmaz.
Yüzlerce eğitimden geçiyorsunuz. Ama buna rağmen herhangi bir birimin başına bir belalı çıkıyor, bir kişi bile buna dur diyemiyor. Biri çıkıp herhangi bir çalışma alanında, bir çalışma birimimizde bu tavrı sergileyemiyor. Yıllardır tanıdığım birkaç yaramaz kişi var. Bunlar birimlerin, alanların başına bela olmuşlar. Bazıları da kendini sanki onsuz bu mücadele yürüyemeyecekmiş gibi bir anlayışa kaptırmış. Oysa bunlar baş belasıdır, bunları içinizden atarsanız gelişme olur. Ancak birbirlerine dokunmuyorlar bile. “Birbirimizle uzlaştık” demeniz bunun ifadesidir. Bu halinizle tıpkı tutucularkoalisyonu gibisiniz.
Parti içinde birbirini etkisizleştirme çabaları var. Bununla nereye varacaksınız? Ben de biraz uzlaşıyorum, ama uzlaşırken kırk türlü gelişme tedbirimi de alıyorum. Önderlik tarzını tüm gücünüzle uygulamanız beklenemez. Tamamen benim gibi yapın da demiyorum. Ama hiç olmazsa kendinizi kurtaracak, kendinize parti üyesi dedirtecek bir tarza ve güce ulaşın. Bir yeteneğiniz olsun, yeterliliğiniz sağlansın. Göreviniz bu değilse, PKK'ye neden katılıyorsunuz? PKK'nin bu tarzına, bu yeterliliğine ulaşmadıktan sonra PKKlilik nerede kaldı? Sadece "ben şikayet ederim, olmadıysa kendimi yere atarım" demek PKK tarzı mıdır? Sıradan bir üye haline gelmeyi bile başarsanız o da iyidir, ama siz onu da yapamıyorsunuz. O zaman parti sizi ne yapsın? Kendi yaşamınızı biraz gözden geçirirseniz, kafalarınızın dağınık ve kişiliklerinizin yoğunlaşmış olmaktan uzak olduğunu görürsünüz. Kendinize yazık ediyorsunuz. Saflarımızda gafil kişilik çok etkili, çaba çok yetersiz, doğruya hükmetme ve onu amansız takip etme yok denecek kadar azdır. Bir yere giderken eğer iki doğru lafı söyleyemeyeceksem, iki doğru tavrı sergileyemeyeceksem neden gideyim diye kendime sorarım. Eğer bir şey veremeyecek durumdaysam neden karşınıza çıkayım? Herhangi bir toplantıda herhangi bir tavır veya politika belirleyemeyecek durumdaysam ne diye bu işlerle uğraşayım? Şu anda nereye gidersem gideyim, hangi kişiyle temasa geçersem geçeyim, onu dört dörtlük mücadelenin emrine çekerim. Önderlik dediğin böyle olur. Kim olursa olsun tavrımız parti tavrıdır ve sonuç partinindir.
Yüzlerce ilişkiniz var, ancak bunların neye ve kime hizmet ettiği pek belli değildir, hepsi karışıktır. Bu ilişkiler sizi imhaya götürüyor, ama siz bunun farkında bile değilsiniz. Bu tutumlar birçok tehlikeli anlayışın türemesine yol açıyor, bunu bile göremiyorsunuz. Böyle parti militanlığı olmaz. Ben şunu belirtmiştim: Nasıl ki onsuz edemediğiniz bazı alışkanlıklarınız varsa, partinin de bazı tarzları ve özellikleri var, onlar olmaksızın edememelisiniz. Parti tarzı bütün alışkanlıkların önünde gelir. Seviyenin ne kadar düşük olduğunu anlıyorum, ama yükselmeyi bilmek de vazgeçilmez bir görevdir. Tümünüz bunu yapmasanız bile, içinizde mutlaka biraz daha akılı olanlar vardır ve onlar bu işin önünü tutabilirler. Eğer kazanmak istiyorsanız, doğruya gelmekten başka çareniz yoktur. Başka türlü sizi yaşatmak da mümkün değildir. Halkı yaşatmak, sizi yaşatmak çok zordur. Sizi nasıl taşıyacağız? Yedirip içirerek bir yerden bir yere aktarmaktan tutalım, savaş gibi çok ciddi bir olaya yaklaştırıncaya kadar sizi nasıl yürüteceğiz? Bunu kolay görmemelisiniz, çünkü bu çok ağır bir iştir. Çoğunuz lime lime olmuş gelmişsiniz. Ama savaşa böyle gidilmez. İki lafı bir araya getiremiyor, her an her türlü hataya açık bir kişilik sergiliyorsunuz. Savaş gibi yaşamın en ciddi olayına, en tedbirli yaklaşılması gereken bir olgusuna siz de doğru yaklaşacaksınız.
15 Ağustos Atılımı dahil, gerillaya gidenlere, siz ülkeye girdiğinizde ve eyleme katıldığınızda kaç gün sonrasını hesaplıyordunuz diye sordum. "Yirmi dört saat sonrasının ne olacağını bile kestiremiyorduk" diyorlar. Düşünün ki, uzun süre bütün birimlerin eylemleri böyleydi. Eylem yapıyor ve silah sıkıyorlar, ama onun yirmi dört saat sonrasının ne getirip ne götüreceği umurlarında bile değildir. Parti adına silah sıkmışlar, o kadar. Oysa muazzam sorumluluklarınız var. Siz bir asker vurdunuz mu, silahlı olarak dağa çıktınız mı üzerinize ordu gelir. Yirmi dört saat sonrasını hesaplayamazsanız, sizi nasıl yaşatacağız? Parti içinde "orası beni ilgilendirmez" demek olmaz. Sizi ilgilendirmezse bu savaşı kim geliştirecek?
Bütün gruplarımızın kaderini gözden geçiriyoruz. Ama maalesef "Silahlı eylemi başlattık, gerisini tamamlamak da bize düşer" diyen bir kişi çıkmıyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde dışarıda on beş binden fazla gerilla yetiştirilmemiştir. On beş bin gerilla yetiştirmeyi bırakın, Mao, Lenin, Ho Chi Minh bile elli kişiden daha fazla kişi eğitmemişlerdir veya eğitimleri birkaç seminerden ibarettir. Bu sahada on beş bin, belki daha da fazla militan yetiştirdim. Hem de bunları bir dış ülkede sıfırdan yetiştirdim. İnancından tutalım silahını omzuna takıp götürmesine kadar eğittim. Fakat bunlar en sıradan bir göreve sahip çıkmadılar, hatta çok büyük bir sorumluluk noksanlığı sergilediler. Her şeyi bana yaptırmak istediler. Dünyada böyle bir örnek yoktur. Bunlar benim burada yaptığımın onda birini o dağlarda yapabilselerdi yine iyiydi.
Parti terbiyesi, parti eğitimi, partinin inancı ve tarzı tutturulabilir. Bunun için zaman olmadığını da söyleyemezsiniz. Benden daha fazla zaman ve olanak elde etmişsiniz. Demek ki sizde bu konuda doğru bir yaklaşım, çalışma tarzı ve bu işin sorumluluğu yoktur. Yoksa en iyisi o dağlarda gelişebilirdi. Bu sorumluluk anlayışıyla vatanı kurtaramazsınız. Vatan kurtarmayı bırakın, kendinizi ve hatta günü bile kurtaramazsınız. Sizi kurtarmak başlı başına bir kurtuluş örgütü gerektirir. Halkı mı yoksa sizi mi kurtaracağım? Adeta böyle bir ikilemle karşı karşıya bulunuyoruz. Çünkü çoğunuzun içinde bulunduğu durum adeta kurtarmalıktır. Gelenlerin büyük bir kısmı kendini kurtarmaya çalışıyor. Oysa bizim görevimiz halkı kurtarmaktır. Tüm bunları neden anlayamıyorsunuz? Bunun karşısında "Köylü kurnazlığı veya aydın ukalalığı işime geliyor" diyeceksiniz. "Neden büyük bir çabaya girişip pür dikkat kesileyim ki! Sıradan bir çabayla yetinir, tembelce ve keyfimce bir katılımı yaşarım, bu benim çıkarıma daha uygundur" deyip kendinizi bırakıyorsunuz. Bu yaşanılan en lanetli toplum gerçeğimizdir ve bunun sizdeki yansımasıdır.
İnsanoğlu her türlü hesap kuruyor. Yetişme tarzı onu her türlü şeye yatkın hale getirmiş. Ne versen alır, ne iç desen içer, ne yap desen yapar. İyiliğin, güzelliğin ve doğruluğun nerede ve nasıl olduğunu bilmez. Düşmanın verdiği yemeği koşar adım ele geçirmek için yarışır. Tamamen ihaneti sunar, ihanet için yarışır. Biz böyle bir toplumdan geliyoruz. İçinizde ihanete tepki gösterecek kaç kişi var? Hatta kendinizi düşünün: Yurtseverlikten kaçıp temel yücelik değerlerine arkanızı döndüğünüzde veya onlara ulaşma gereğini duymadığınızda, düşmanın resmi düzen yaşamının bazı kırıntılarını ve olanaklarını yakaladığınızda nasıl yarıştığınızı, nasıl koştuğunuzu bilmiyor musunuz? Birisinden kaçarken diğerine koşma nedir? Bu, ihanet koşusudur. İliklerinize kadar bununla dolu yaşamışsanız, tabii ki kişiliğinizin ağır bir hastalık, ağır bir düşkünlük ve çürümeyle karşı karşıya olması anlaşılırdır. Devrimci eğitim, hiç olmazsa bunu biraz görüp gidermek içindir.
Komuta ve öncülük çizgisine gelememenizin nedenlerini ortaya koyuyoruz. Çocukların bile kendini bu kadar kandırdığını sanmıyorum. Çocukları ben de tanırım; bir iki doğru şey söylediğinizde ona bağlı kalırlar. En tehlikeli çocukluk sizin çocukluğunuz oluyor. Çok inatçısınız, gerçeklere gözünü kapatmışsınız ve bunu politikada da bir yöntem haline getirmişsiniz. Bütün bunlar yalnızca benim işim değildir; yaşamı düzeltmek, ülke ve parti yoluna doğru koyulmak daha çok sizin işinizdir. Bu halinizle sizi ne yapalım? Sizi kabul etmesek ortada kalırsınız. Yurtdışı, dağ başı, zindan söz konusu olduğunda insanı idam ederler. Düşman sizi paramparça eder. Bu ilgisizliğiniz, kayıtsızlığınız, yöntemsizliğiniz, üslupsuzluğunuz, kısaca bu yaşam tarzınızla başınıza neyin geleceğini kestirebiliyor musunuz? Gelen raporlara bakıyorum, günlük haberleri izliyorum ve bunları belirtmekten kendimi alıkoyamıyorum. Öyle hatalı kararlar var ki, bundan dolayı düşman her gün insanlarımızı parçalıyor. Dağ gibi insanlarımızı boşu boşuna kaybediyoruz. Bunun nedeni sağlam yönetimlerin olmamasıdır. Bunlar savaşın gereklerine göre olan kayıplar değildir. Savaşın gereklerini uyguladığınızda ise kayıp sıfır olur. Savaşın gereklerinden ne kadar kaçarsanız o kadar çok kayıp yaşarsınız.
Bu kadar kıyamet koparıyoruz. "Bizden adam olmaz" diyemez veya bunu bana kanıtlayamazsınız. Çok iyi hatırlıyorum: Tapu kadastro memuruyken bir köye gitmiştim. Bir köylü, "Beyim, bu lafları bize anlatma, bizim kulaklarımız bu kadar uzun" diyordu. O zaman, bu nasıl bir adamdır ki, kendisine 'uzun kulaklıyız' diyor diye düşünüyordum. Tuhaf ama o sözü bana söylemişti. O zaman buna bir anlam veremedim. Fakat akıllı birisiydi. Bu sözü söylemesi bile onun akıllı bir köylü olduğunu gösterir. Çünkü benim ne söylemek istediğimi de, toplum gerçekliğimizi de, düşmanın bizi ne hale getirdiğini de biraz fark etmişti. Hatırlıyorum: Bir tahta masa vardı, ben konuşurken o elini kütüğe vurdu, "Bu kütüğü yeşertebilir misin? Biz böyle kurutulmuş insanlarız" dedi. Bu teoriye göre yaşamak, hiçbir şey bilmeyen köylülerden bile daha geri olmak demektir.
O açıdan bazen yaşamınıza bakıyor ve öfkeleniyorum. Çünkü yaşamla oynuyorsunuz. Yaşamın nasıl yürütülmesi gerektiğinin farkında bile değilsiniz. PKK içinde, hem de PKK'nin en önemli ve en temel kademelerinde bir yaşam tutturmuş tipler var. Kellelerini koparsanız bu yaşam tarzından vazgeçmiyorlar. Ne iş yapıyor, ne de yaptırıyorlar; ama adları da ‘yürütme’ olmuş. Ben bunlara yürütmemekomitesi dedim. Birçok komite ve kademe bu durumdadır. Halen kendime bunlar nasıl böyle oldular diye soruyorum. Biz mi çok zayıfız, yoksa bunlar mı çok güçlü? Aslında çok güçlü de değiller. Toplumda emekçiler nasıl sayıca çoklarsa ve haklı oldukları halde nasıl bastırılıp sömürülüyorlarsa, içimizde de bazıları bize bunu yaptırmak istiyorlar.
Biz topluma tamamıyla güç yetirmeyebiliriz; ama parti içinde bunu halledebilir, parti içini çizgiye ve emeğe göre ayarlayabiliriz. Bu konuda "Ben PKKliyim" diyene iş düşüyor. İşimizi neden yapmayalım, başka ne derdimiz var ki? Siz bu iş için her şeyinizi ortaya koymadınız mı? O halde sürekli "Güç yetiremedik, oyuna geldik, bazıları bizi bastırdı" mı diyeceksiniz? Toplumdaki sıradan geri köylü ile bu tutumun sahibi arasında hiç fark var mı? Onu jandarma, sizi ise bir kariyerist bastırır. İkisi de aynı şeydir. Köylüyü ağa kullanır, sizi ise örgüt içinde ağalık yapanlar. Böyle gelmiş, böyle gidiyorsunuz. Bunlar doğru değildir. PKK böyle değerlendirilemez. Bunlar şunu demeye getiriyorlar: "Biz adam olamayız, onuru temsil edemeyiz, başaramayız, birbirimizi boşa çıkarmak, bazı işleri tıkatmak ve çirkinleşmek zorundayız." Buna hakkınız var mı? Hiç olmazsa bizim partimizde buna hiç kimsenin hakkı olmasa gerek. Israrla bunu kanıtlamak isteyenlerin neyi konuşturduğunu anlamak zorundasınız. Bazılarınız, hiç olmazsa "ben bu işte varım" diyenler, bu durumlara ve bu tutumlara çok etkili cevap vermek zorundalar. Çünkü olan, dürüst olanlara, emekçilere, emeğin sahiplerine yani sizlere olacak. Bu açıdan çizgi devrimciliği çok önemlidir. Kendinizi toparlayın.
Politikleşmek, bu belirtilen çerçevede kendini toparlamak, anlayış, bilinç ve tavır sahibi olmak demektir. Politik kişilik budur, örgüt kişiliği budur. Ekmeksiz ve susuz edemediğiniz gibi, politik kişilik, örgüt kişiliği olmadan da yaşayamazsınız. Çünkü o size daha fazla ve anı anına gereklidir. Ben de öğrenciyim ve sizin gibi öğreniyorum. Kaldı ki, bana öğreten de yoktur; ben her gün hayatın kendisinden öğreniyorum. Ama hiçbir zaman ciddi bir yetersizliğe düştüğümü hatırlamıyorum. Mücadele tarihimize bakın: Acaba sizin gibi tek bir gün ciddi bir yetersizliğe, bir örgüt çalışmasının başarısızlığına uğramış mıyım? Hayır, yaşamımın bütün önemli dönemeçlerinde çıkışlar ve sonuçlar güçlü ve başarılıdır. Bunu inceleyin ve araştırın. Hemen her dönemin, hatta her günün hesabını yapın. Göreceksiniz ki, hep kazandırma, yetkinleştirme ve hakimiyet vardır. Bu konularda ilerleme ve başarı kesindir. Bu bize hakim olan anlayıştır. Bu konuda kendinize bakın, birçok şey elinizden alınmış, hatta kendinizi kaybetmişsiniz, ama bunun farkında bile değilsiniz. Yaşamınız elinizden kayıyor, ancak bunun karşısında tedbir bile alamıyorsunuz.
Birey neden bu kadar bitik oluyor? Bakıyorsun, aniden kendini kurban etmiş. Bunu yadırgıyor, bu biçimi tehlikeli buluyorum. Kendi canınıza böyle kıyamazsınız. Hamal gibi çaba harcıyorsunuz, ama bir devrimci hamal gibi çalışamaz. Bir devrimci entelektüel, yönetsel, örgütsel ve siyasal çalışır. Demek ki, en büyük kabahatiniz kendinizi zamanında eğitmeyişiniz ve savaş gibi çok ciddi bir olaya çok donanımsız yaklaşmanızdır. Biz de onu telafi etmeye çalışıyoruz. O açıdan da hiç olmazsa bundan sonra önümüzdeki çok önemli aşamaya yeterli bir partililikle cevap verelim.
21 Aralık 1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Kadını öncelikle tanımlamak, toplumsal yaşam içindeki rolünü belirlemek doğru yaşam için esastır. Bu yargıyı biyolojik özellikleri ve toplumsal statüsü açısından belirtmiyoruz. Varlık olarak kadın kavramı önemlidir. Kadın tanımlandığı oranda erkeği tanımlamak olasılık dahiline girer. Erkekten yola çıkarak kadını ve yaşamı doğru olarak tanımlayamayız. Kadının doğal varlığı daha merkezi bir konumdadır. Biyolojik açıdan da bu böyledir. Erkek egemen toplumun kadın statüsünü alabildiğine düşürmesi ve silikleştirmesi, kadın gerçekliğini kavramamızı engellememelidir. Yaşamın doğası kadınla daha çok bağlantılıdır. Buraya kadar Kadının toplumsal yaşamdan alabildiğine dışlanması bu gerçeği yanılamaz, tersine doğrular. Erkeğin zorbaca yok edici gücü, kadın şahsında aslında yaşama saldırmaktadır. Toplumsal egemen olarak erkeğin yaşam düşmanlığı, yok ediciliği, yaşadığı toplumsal gerçekliğiyle yakından bağlantılıdır. Bu yargımızı evrenselleştirirken enerji-madde ikilemini esas alabiliriz. Enerji, maddeye göre daha esastır. Maddenin kendisi yapı sallaşmış enerjidir. Enerjiyi saklamak, varlıksallaştırmak için form kazanmış biçimi oluyor. Madde bu özelliğiyle enerjiyi kafeslemekte, akışkanlığını dondurmaktadır. Her madde formunun enerji payı farklıdır. Zaten bu enerji farklılığı; maddi formların, yapıların farklılığını belirlemektedir. Kadın maddesindeki, formundaki enerjiyle erkek maddesindeki enerji farklıdır. Kadında taşınan enerji hem daha fazla hem de niteliği farklıdır. Bu farklılığı doğuran kadın formudur. Toplumsal doğada erkek enerjisi iktidar aygıtlarına dönüştüğünde maddi formlar, biçimler halini alır. Biçimler tüm evrende soğumuş enerji olarak tutucudur. Toplumda egemen erkek olmak, iktidar biçimciliği haline gelmektir. Taşıdığı enerji ağırlıklı olarak form kazanmıştır. Form haline dönüşmeyen enerji azdır ve çok az kişilikte yaşanır. Kadında ise ağırlıklı olarak enerji form haline, biçimselliğe gelmez. Enerjisi akışkan halini korur. Erkek formunda, kafesinde tutuklanmazsa yaşam enerjisi olarak akışkanlığını sürdürür. Dondurulmamış kadındaki güzellik, şiirsellik, tını kabiliyeti (anlam potansiyeli) bu ağır basan enerji haliyle yakından bağlantılıdır. Bu gerçekliği kavramak için canlı yaşamı daha derinliğine kavramak gerekir. Bu felsefi perspektifle kadına yöneldiğimizde de anlamlı yaşamın kadınla bağını iyi, doğru, güzel yanlarıyla geliştirmek gerektiği sonucuna varılabilir.
Reber APO
- Ayrıntılar
Biz, daha önce de, 12 Eylül rejiminin çeşitli yıldönümleri vesilesiyle ortaya çıkış koşullarını izah etmeye çalıştık. 8. yılını geride bırakırken, daha açıkça ortaya çıkan gerçekler nedir? Halkımızın direniş tarihinde bu yıllar neyi ifade eder? Yakın döneme ilişkin etkileri ne olabilir?
Ortaya çıkan en önemli gerçek, Türk egemenlik sisteminde ordunun rolünün beklendiği gibi, rolünü başarıyla yerine getirip tekrar toplumun koruyucu ve denetleyici rolünü kendine biçtiği bir misyonu, bu sefer de tekrarlanmak istemesidir. Bugün daha iyi açığa çıkan gerçek, Türk egemenlik sisteminde politikasızlığın sorunların halletme gücünde ve yaratıcılığında olmadığıdır. Sosyal sınıflar zorlandıklarında sürekli orduya sığınıyorlar, askeri çözüm yollarına bel bağlıyorlar. Bu sefer de girmek istedikleri çözüm aracı olarak, devreye geçirmek istedikleri ordudur.
Ordu, kendine güvenen ve her ortaya çıktığında toplumun beklentilerine uygun olarak, rolünü icra eden bir konumu, bu seferde sonuna kadar yaşayabileceğini, başarıyla tekrar yerine çekilebileceğini hesaplıyordu. Özellikle karşısındaki direniş ögelerinin tarihsel olarak sürekli rahatlıkla ezilebilme durumları, bu kanıyı daha da pekiştiriyordu. Bu kez daha az donanımlı direniş ögelerinin, rahatlıkla ezilip tasfiye edilebilecekleri bekleniyordu. Bu beklentisine göre bir vuruş tarzı ve istikrar programı düzenlenmişti.Bugün ortaya çıkan diğer bir gerçek, Türk egemenlik sisteminde politikanın güçsüzlüğüdür. Politikadan beklenmesi gereken rolün yerine getirilmesinde, içine düşülen muazzam yetmezlik ve bunun da sorunların çözümüne hizmet eder bir durum olmadığını daha iyi kavrıyorlar. Politikasızlık, cüce politikacılığın toplumsal gelişmede, birlik bütünlük adına "ordumuzun itibarını hiçbir zaman zayıflatmayalım" edebiyatıyla, hiç de gelişmeye hizmet etmediklerini yeni yeni kavrıyorlar. Politikanın rolünün daha iyi sahip çıkılması gerektiğini fark ediyorlar.
Kısaca, Türk kafasındaki siyasal cücelik biraz daha net görülüyor. Fakat çözüm bulmaktan da uzaklar. Her şeyi orduya terk eden zihniyet, yalnız sömürücüsü ve ezeniyle değil, ordu hakkında geliştirilmiş olan imajının bu sefer tam başarıya gitmemiş olmasını ezilenler de bilmiyor, yani direnişimizin karşısındalar. Sonuna kadar orduya güvenerek rahat yaşanamayacağını, sorunların çözülemeyeceğini, dolayısıyla yeni arayışlar geliştirmek gerektiğini, bu konuda kendilerini yorup çözüm üretmeleri, bunun da yolunun politika yapmaktan geçtiğini, bazıları daha iyi görmeye başlıyor. Özellikle aydın gafleti, bu konuda kendine gelmeye başlıyor. Yine egemen sınıflar kadar, ezilen sınıfların da daha iyi yaşam için, kendi programlarını daha iyi yürütmek için, iyi sınıf öncülerine ihtiyaçları olduğunu daha iyi görüyorlar. Bu sonuçlar önemlidir. Bir yandan ordunun geleneksel, tarihsel misyonunu kırılmıştır. Türk egemenlik sisteminin, dünyada ender görülen bir rolü üslendiği ortadadır. Yani "sığınılacak nokta", "her şeyi kurtaracak ocak", "o sağlam kaldıkça her şey istikrar bulur, gerektiğinde güllük gülistanlık ortam sağlar", "ordumuz yaşadıkça bize ölüm yoktur", "ordumuz var oldukça her şey yoluna girer", "ordumuzun itibarıyla oynamayalım", "ordumuz için her şeyimizi feda edelim" gibi anlayışların, istedikleri sonuçları elde etmeye yetmediğini gördüler. Bu, ilk defa herhangi bir dönemden daha fazla bu dönemde ortaya çıkıyor. Ordunun bu geleneksel itibarının aşılmış olması, çözümleyici bir güç olmadığının kavranması önemlidir. Özellikle siyasal mücadelelerin gelişmesi açısından, daha olumlu bir anlayışın gelişimine yol açabilir.
Bu durum böyle olunca, bunun zıddı politikaya yüklenmek gerekiyor. Politikanın gerçek rolünün oynaması zorunluluğu ortaya çıkıyor. Politik mücadele, sınıfların gerçek kuvvetleriyle, ideolojik siyasal hareketlilik içine girmelerini zorunlu kılar. Bunun da ciddi yapılması gerekiyor. Bu yapıldıkça, Türkiye'nin sorunlarına daha kapsamlı yaklaşmak mümkündür. Daha çaplı politikacılar, örgütler, mücadeleler ortaya çıkabilir. Bunun da, bundan sonra daha sağlıklı gelişmesini söylemek mümkündür.
Türk egemenlik sistemi, ordu örgütlenmesine bir klan ve aşiret örgütlenmesi gibi bağlanmıştır. Çok kutsal görür, kutsal duygularla bağlıdır. Bu duygular her türlü gericiliğin de temelidir. Faşizminden tutalım her türlü şovenist, ulusal ve sınıfsal gerçeklerin reddine kadar bu duygular önemli rol oynar. Bu duyguların bugün yıkılması söz konusudur. En çok da generallerin üzerinde titrediği orduya halel getirmemek, ordunun itibarını düşürmemektir. Kastettikleri de budur. Toplum her zaman orduya güçlü duygularla bağlanmalı, ordunun sınıflar üstü ve hatta devlet üstü bir kurum olduğuna, en ufak bir kuşku ve gölge düşürülmemeli, günü geldiğinde herkes büyük bir kölelik ruhu ile buraya bağlanmayı, bu dünyada Allah'a sığınmak gibi en kutsal erek olarak kabul etmeli, dolayısıyla da ocağın hususiyetine hiç halel gelmemeli, gelmediği oranda da, onların düzenini sağlamalıdır.
Bizim direnişimizin en büyük sonuçlarından birisi de, ordunun bu niteliğini teşhir etmesidir. Ordunun en büyük kurtarıcı umacı gibi olmadığı, orduya tam güvenilmeyeceğinin ortaya çıkarılmasıdır. Türk sisteminin toplumsal düzenlenişinde, ordunun bu biçimde kavranmasının, onun en son sığınılacak kurtarcı güç olarak düşünülmesinin doğru olmadığı veya beklentilerini tam yerine getiremeyeceğinin ortaya çıkartılması, bu nedenle çok önemlidir. Uzun vadeli direnişimiz, bilakis şunu kanıtladı ki, ordu toplumsal sorunların kaynağıdır. Genelde devlet, özelde ordu üzerinde durulmadıkça, üzerine gidilmedikçe, siyasal iktidar ve Türk sisteminde, onun içindeki askeri gerçek yerli yerine oturtulmadıkça, sorunun çözümü için üzerine gidilip bu konuda çıkış yolları aranmadıkça, Türkiye'nin hiçbir ciddi sorununa çözüm bulunamaz. Bu, bugün ortaya çıkıyor ve anlaşılır bir husustur.
Ordu, son tahlilde zor olayından ibarettir. Zorun üretimi geliştirdiği, çelişkileri çözdüğü görülmemiştir. Zor, ancak yaratılmış olana el koyar, yaratılmış olanı bir elden diğer ele devrettirir, bunun için emreder. Ama bizzat kendisi üretim yapamaz, üretimi geliştiremez. Hele hele mevcut üretim ilişkileri, üretim güçlerinin gelişmesi önünde engel bir duruma gelmişse, bir toplumsal sistemde Türkiye'nin kapitalist sistemindeki üretim ilişkileri, üretim güçlerinin gelişmesini muazzam frenliyorlar, bunu iyi biliyoruz.
Nüfusun yarısı işsiz, kaynaklar son derece dar bir tekelciholdingci elde çarçur edilerek, üretim güçleri mahfediliyor. Başta insan emeği olmak üzere, her türlü işsizliğin ve her türlü açlığın kaynağı, üretim ilişkileriyle, üretim güçlerine hakim olanların niteliğinde aranmalıdır. Bugün bunlar en vurguncu üretimle, üretimin geliştirilmesiyle alakası olmayan faizle, sadece milyarlara milyarlar katan, ticarette, özellikle de hayalisinden tutalım hakikisine kadar, sadece ihracatçılıkla palazlanan, sermaye birikimini yapan bir sınıfların aleyhine değiştirilmektedir. Tarihte en çok emekçi sınıfların üretim ve tüketim içindeki paylarını en azami indirgeyerek, 8 yıl içinde yarıdan daha fazla indirme ve bunu daha üst sınıflara aktarma durumu ender görülmüştür. Bu, saydığımız tefeci, faizci, tüccar kesime aktarımda rol oynayan ve bunların arkasında olan güçlerdir. Bu güçler, 12 Eylül rejimi askeri yönetimidir. Böyle olunca da ordu, günümüz Türkiye'sindeki üretim güçlerinin gelişmesinin önünde, geri üretim ilişkileri kurulmasının temel gücü, arkasındaki asıl dayanak oluyor. Bu konumuyla da ordu zoru, Türkiye'de en gerici rollerden birisini bu dönemde oynuyor.
Ordunun böylesi üretim ilişkilerini zorla ayakta tutmaya çalışması, tüm emekçi sınıfların üretici güçlerinin geliştirilmesini engellemek için, sendikalardan tutalım tüm örgütlenişlerine ciddi yasaklar getirmesi, nefes alamaz duruma getirmesi şüphesiz ancak faşizmle izah edilebilinecek bir gericilik dayatmasıdır. Bu noktaya zaten vardırılmıştır. Böyle olunca da her zamankinden daha fazla Türk ordu sistemi, günümüzde gerici rollerinin en büyüğünü oynamaktadır.
Bunun uluslararası emperyalist sistemin içindekilerini göz önüne getirmiyoruz. Uluslararası emperyalist sistemin genelde dünya emekçi halklarına karşı ifa ettikleri rol, bölgemizde Türk ordusuna NATO içinde biçilen rol, bütün bunlar uluslararası alanda gericiliğin çok güçlü bir dayanağı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Türk ordu yapısı, böylece bir yandan kendi halkı, yine egemenliği altındaki halklar üzerinde olsun, uluslararası alanda olsun, günümüzde gericiliğin en güçlü dayanaklarından birisi olmuştur. Bir zamanlar Çarlık Rusyası öyleydi. Yine Almanya'daki Prusya gericiliği ki, o da militarizme dayanıyordu böyleydi. Bugün, bu rolü en iyi bir biçimde ve birinci sırada Türk ordusu oynamaktadır. 12 Eylül rejimi döneminde, Türk ordusunun bu niteliği çok iyi ortaya çıkmıştır.
Eğer herhangi bir gelişmeden, ilerlemeden bahsedilmek isteniyorsa, özellikle yapılması gerekenin bu zor sistemine karşı doğru düşünme, doğru tavır geliştirmeyi bilmekten geçtiğini görmekteyiz. Toplum nefes almak istiyorsa, emekçi sınıflar kaderlerine bir çare ve değişiklik sağlamak istiyorsa, yapmaları gereken iş, genelde iktidar, ama daha çok da ordunun bizzat iktidar olmasına veya siyasal politika üzerindeki büyük ağırlığının görülmesine, buna karşı çıkmayla, bunun çözülmesine dikkat etmeleri gerekmektedir. Onların kurtuluşunun bilimsel ve biricik doğru yolu budur. Buna cesaret edilmediği gibi, 12 Eylül faşist rejimi döneminde ordu meselesine yüreklice girilmediği için, bütün ekonomik, sosyal mevzilerden uzaklaştırıldı. Siyasallaşma onlara yasaklatıldı. Ve sonuçta muazzam bir yoksulluk, düşkünlük vb. durumlar içinde boğuntu ya getirildiler. Çünkü doğru yolda mücadele etmeye cesaret edemediler. Bunun için örgütlenemediler. Sonuç, bugünkü durumun kabullenişidir.
Bugün bunalım daha da yoğunlaşmıştır, sorunlar daha kapsamlı hale gelmiştir. Fakat cesaretle çözüme gidilemediği içindir ki, bugün bu tablo karşısında toplum adeta umutsuz, sahte siyasiler ve demagoglar elinde, biraz da ne yapacağını bilmez durumdadırlar. Gerçek çıkarlarını konuşturan örgütler ortaya çıkaramadığı, mücadele yürütemediği için böyledir. Bu toplumsal çürümeye götürür. Nitekim gelişen de budur ve bireyin bu aşamada Türkiye'de içinde bulunduğu çürümüşlük düzeyi, bu tahlillerin dışında zaten çok daha gerçekleri ortaya çıkarır.
Toplumlar durarak çelişkilerin üzerine gitmeden ilerlemeyezler. Toplumsal sınıflar kendileri için politika üretmeden, sorunlarını bu temelde çözmek için büyük mücadele vermeden ilerleyemezler. Türk gerçekliğinde açık bir biçimde ortaya çıkan gerçek budur. Bu gerçeklerin böyle ortaya çıkmasında şüphesiz bizim çözüm yolumuz önemlidir. Eğer kısa vade de ordu zoruyla istikrar hemen sağlanıp ve emperyalizmin de onayıyla biçilen demokrasi, ekonomi programı rahatlıkla uygulamaya geçirilseydi, örneğin bazı ülkelerde denenenler sınırlı da olsa Türkiye'de de başarı sağlanmış olsaydı, belki bu rejimin ömrü daha uzun olabilir, daha sineye oturtulabilir, daha muhalefet le karşılaşabilir ve tarihinde yine ordunun en iyisini yaptığı, "günü gelirse yine böyle yapar" imajı beklentisi güçlü olarak ayakta kalabilirdi.
Direnişin her düzeyde ard arda gelişerek sürdürülmesi ile toplumun bu beklentilerine çok geniş kapsamlı soru işaretleriyle karşılık verildi. Bu işlerin artık eskisi gibi gidemeyeceği, yine halk çarelerinin geliştirilmesi gerektiği, artık orduyu bir tarafa itmek, ordu dışında, hatta orduyu sınırlıyarak, gemleyerek, toplumsal sınıfların, toplumun kendi çıkış yollarını bulmaları gerektiği gerçekliği gösterildi. Bu temelde biliyoruz ki, eski politikacıların yeniden siyaset sahnesine sürülmesinden tutalım yeni politikacıların ortaya çıkarılmasına kadar bir takım deneylere girişildi. Eskileriyle, yenileriyle politikacılık, Türkiye'de emeklemede diyemeyeceğimiz, ağırşaksak, kör topal bir biçimde geliştirilmek isteniyor. Bunlarda politikaya köklü bir inanç zayıflığı söz konusudur. Ordu, geleneksel iktidar içindeki konumunu zayıflatmak istemediği için, her zaman Demoklesin kılıcı gibi, politikacılar üzerinde sallanarak tehdit etmektedir. Dolayısıyla cesaretle buna göğüs gererek, orduyu kendi denetimleri altına almak için gerçek bir kuvvet, sosyal ve siyasal kuvvet yaratacak bir önderlik, burjuva anlamda da olsa geliştirilemediği için, politikacılar kör topal, yücelik hastalıklarına tutulmuş olarak ortaya çıkmak durumunda kalıyorlar.
Politika, toplumların ortaya çıkarılabileceği en güçlü çözüm aracıdır. Bu çözüm aracına, ordunun gölgesi altında, ordunun korkusuyla yaklaşmak, daha başlangıçta felçli olarak doğmak demektir. Türkiye'de politikanın doğuşu, politikaya yaklaşım böyle olduğu için, kavga sağlıklı olmadığı içindir. Ki, ciddi bir politik önderlik, ciddi bir politik mücadele gelişmiyor.
Reber APO
- Ayrıntılar
Parti içi gelişmelerin yoğun ve aynı zamanda sorunlarla birlikte gelişmesi, bizim açımızdan bir ölüm kalım meselesidir. Tam istediğimiz gibi olmasa da, gelişme vadeden sonuçların olduğu bilinmektedir. Her zaman olduğu gibi, üzerinde çok iyi durup elde olanın anlamı çok iyi düşünülürse, dolayısıyla geleceğe aktarımı her yönüyle planlı ele alınırsa, kaybettiklerimizin yanında kazancımızın çok yüksek olduğu görülecektir.
1988 Yılının ağırlıklı bölümü geride kalıyor. Aslında gelişmelerimizi zirveye doğru çıkardık. Aynı zamanda bir hareketin sağlıklı gelişmesi, eğer bu hareket silahlı mücadele hareketiyse çok şey ifade eder. 15 Ağustos Atılımı'nın gelişme hızından hiçbir şey kaybetmeden dört yılı geride bırakmasıyla beraber küçümsenmeyecek başarılara imza atılmıştır. Bunun gereklerinin yerine getirilmesiyle birlikte geleceğin zaferini yakalamak mümkündür. Bunun yüksek düzeyde ideolojiyle toplumsal ve ulusal kurtuluşa yol açacak biçimde temelleri atılmaktadır.
Son derece iddialı bir durumu yaşıyoruz. Halkımızın bir kördüğümden ibaret olan ulusal ve toplumsal kaderinin çözümünde en iddialı duruma ulaştık. Halkımızı gerek düşünceye ulaştırmada olsun, gerek bunu çok geniş halk yığınlarına meletmede olsun, gerekse de bunu bir halk eylemine dönüştürmede olsun, ülke içi ve dışındaki tartışma platformu çok zengindir. Gündeme hâkim olan gerçek, her türlü güvensizliğin aşıldığı, kendi gerçeğine olanca hızıyla yönelmenin sağlandığı bir durumdur. Bu, fiziki anlamda verilen kayıpların, diğer taraftan düşmana verdirdiğimiz kayıpların da çok ötesinde bir anlam ifade ediyor. Dolayısıyla anlamı çok daha büyüktür. Her iddialı devrimci için, özellikle örgütsel faaliyetin devrimde zafer sağlanmadaki vazgeçilmezliğini iyi bilinler için, dönem gelişmelere açık hale gelmiştir.
Tarihsel sorunları çözme durumunda olan her önemli mücadele ve hareketlerde şüphesiz ki kayıplar kaçınılmazdır. Eğer bu kayıplar daha kötü yenilgileri davet etmiyor ve bilakis önemli gelişmeleri aralıyorsa, ne kadar acı olursa olsun bunlara katlanmak mümkündür. Eğer bunlardan yeterince dersler çıkarılırsa, profesyonel savaşçılık sanatında seyretmek işten bile değildir. Biz, bu noktayı da yakalamış durumdayız.
Şüphesiz bütün bunları, tarihsel gerçeklerimizi ortaya serme, bunu halkımızın en geniş kesimlerine aktarabilme ve öncü hareketin çözümlenmesiyle iç içe ele almak gerekir. Parti çözümlenmeden bu gelişmeleri yaşamanın mümkün olmadığı, kendi pratiğimizde defalarca ortaya çıktı. Parti'yi çözüme götürme, bugün bütün dünyanın ve Türkiye'deki aydın sol muhalif çeşitli güçlerin dikkatini çekme durumundadır. Kürdistan'da PKK önderliği, dikkatlerin yoğunlaşmasına yol açan bir durumdur. Bunun da kıyasıya bir mücadele anlamına geldiği açıktır. Bunu da yaşıyoruz.
Bizim metodumuz, sorunları ve kendini saklamaya, örtbas etmeye mahal vermeyen bir metodudur. Kendini olanca açıklığıyla ortaya seren, yetmezliklerin ve hataların her yönüyle ortaya çıkmasını sağlayan bir yöntem söz konusudur. Bu, kendine güvenen kişiliklerin, hareketlerin cesaret edebileceği bir iştir. Bunu gerçekleştirdik, gerçekleştiriyoruz. Her şey bitmiş anlamına gelmiyor. Önemli gelişmelerin yaşandığını görüyoruz. Bu her şeyin kazanılması; vatanın kazanılması, insanın kazanılması, bireyin kazanılmasıdır. Bunlar olmadan insanlık iddiasında, insanlık davasında fazla iddialı olamayız. Bu konuda kendimizi fazla dürüst ve onur sahibi kılamayız. Bunun günlük yaşam açısından bile ne kadar vazgeçilmez bir önemde olduğu açıktır. Bunları da sıcağı sıcağına sürekli yaşadık. Bütün Parti bu gerçekleri yaşarken, hareketimizin temel eğitim okulunda da bütün yoğunluğuyla yaşamaya ve yaşatmaya çalıştık.
Hepiniz çok değişik alanlardan, değişik sorunlarla geldiniz. Bin yıldan beri paramparça edilmiş, sürülmüş, inkâra uğramış, çarpıklaştırılmış, kısacası ulusal ve toplumsal özellikleri olumsuz yönde derinleştirilmiş, daha da kötüsü her türlü yabancı etkiye alabildiğine açık hale getirilmiş, kendisi için konuşmayan, görmeyen, duymayan bir oluşum iliklerine kadar yaşanmış. Ama çok sınırlı da olsa Parti'nin ışıklı yolunda bir tercih yapılmış ve bu temelde yola çıkarak saflarımıza gelmişsiniz. Her şeyin alacakaranlık olduğu koşullardan, sınırlı bir aydınlanmanın gerçekleştiği böylesine bir ortama gelmek başlı başına büyük bir olaydır. Açık ki burada birçok şey netleşecek, zayıflıklar aşılacak, noksanlıklar giderilecek, gerçeklerimiz gün yüzüne çıkacak ve bunlarla kişilik yeniden inşa edilecektir. Bunlarla yeniden bir ulusun kuruluşunu göreceğiz, özgür bir toplumun gelişmesini kararlaştıracağız. Tüm bunlar ise, Parti ölçülerini kendi şahsında ispatlayacak militanlaşma temelinde olacaktır. Görülüyor ki, bu dev gibi bir çalışmadır, onu da burada yaşamaya çalıştık.
Şunu çok iyi biliyorduk ki, son derece önyargılı, aldatıcı bir yığın beklenti yaklaşımı vardı. Biz bunlara büyük bir sabırla yaklaşma yöntemini esas aldık. Ne gerçekleri örtbas etme, işleri çok olumlu gösterme, ne de hepsini kendi hatasında, yetersizliğinde boğma gibi yollara sapmadık. Devrimleşmeye en yatkın yöntemle yaklaştık. Bu da bizim dünya görüşümüzden kaynaklanıyordu. Bunun sayesinde de bildiğiniz gelişmeleri yaşıyoruz.
Bu anlamda devrenin çok önemli bir aşamayı teşkil ettiğini belirtmek gerekir. Bundan önceki devre de bunu söylemiştik. Bizim bir ilkemiz veya Parti'yi geliştirmede bir özelliğimiz var; her devreyi bir öncekinden daha güçlü, her aşamayı bir önceki aşamadan daha güçlü, her yılı önceki yıldan daha güçlü kılmak bizim temel ilkemizdir. Nitekim bu devrede de gerçekleşen bu oluyor. Bu devre ile, bundan önceki devreyi kıyaslama açısından söylemiyoruz, bu durum bütün mücadele tarihimiz açısından böyledir. Bu aşamada geldiğimiz nokta, ulusal kurtuluşta olsun, Parti gelişiminde olsun bir doruk noktasıdır. Aynı zamanda bizim Parti gerçeğimize karşı tutarlı olmamızın, verdiğimiz söze bağlı olmamızın da bir gereğidir.
Bunun nasıl kazanıldığını ortaya koymaya çalıştık. Kazanan kişiliğin nasıl gelişmesi gerektiğini ve bunun özellikle Kürdistan'da ne ifade ettiğini ortaya koyduk. Bunun dışında bir gelişmenin neden sürekli başarılarla dolu olamayacağını da belirttik. Belki sınırlı bir kavrayışa ulaşmışsınızdır, ama bu kavrayışla bile, yaşananların üstünlüğünü rahatlıkla kabul edecek durumdasınız. Bunu düşman bile kabul edebiliyor. Bu, aynı zamanda gerçeğin kendi lehimize olduğunu, çözümün bizde sağlandığını ortaya koyuyor. Bu basit bir kazanım değildir. Çağa dayatılan bir yaklaşım, kendi kör kaderimize dayatılan yaklaşımdır. Bunun zaferi bir avuç insanla sınırlı kalmayacaktır. Hatta bir halkın kaderini çözmekle de kalmayacak, aynı zamanda uluslararası etkileri de kaçınılmaz olacaktır. Bu durumdan ne böbürleniyoruz, ne de "zorluklar var, bunlar ağır ve sancılı gelişti" diyerek kendimizi yere atıyoruz. Gelişmeler dünya görüşümüzün, yaşantı tarzımızın, planlı çabalarımızın anlamlı bir sonucudur. Bununla da yetinmeyeceğimiz çok açıktır.
Dava arkadaşlarımız, Partili yoldaşlarımız ve dürüst olan, kişiliğini mücadeleye katmakta çok özlü bir biçimde kararlı olanlar için bugünler çok önemlidir. Bugünleri yakalamak, bugünleri Parti gerçekliğiyle donatmak büyük anlam ifade ediyor. Eğer gerçek militanlarsa bu böyledir. Basit ve güncel bazı tutkularını kurtarmak istiyorlarsa, çok yüzeysel bazı amaçlar yerine getirildiğinde tatmin oluyorlarsa, bizden fazla alacakları bir şey olamaz. Köklü davaların takipçisi olanlar açısından gelinen nokta eşsizdir. Bizi gerçekçi kıldığı kadar, iyimser kılan, ama aynı zamanda son derece ihtiyatlı ve planlı olmaya da iten nedenler bunlardır.
Yeni gelen bir çok eğitim adayımız var, Partili adaylar var. şüphesiz gerçeklerimizin yeni kavrayışıyla yüzsüzedirler. Eğitim adaylarımıza söyleyeceğimiz şudur; mümkün olduğu kadar önyargılı ve aldatıcı yaklaşımları bir tarafa bırakmalıdırlar. Kendi ulusal, toplumsal ve sınıfsal gerçeklerini bilince çıkararak, insan topluluğu için vazgeçilmez öge olan ileri insana, yücelme durumunda olan insana özgü niteliklerini konuşturarak yaklaşmayı bilmelidirler. Sabırlı olduğu kadar, dürüstlüğü ve açıklığı da esas almalıdırlar. Bu konuda insan yeteneğinin çok şeye kadir olduğunu bilmelidirler. Aynı zamanda bunların ancak eğitimle sağlanabileceğini unutmamalıdırlar. Bu da esas itibarıyla Parti tecrübesinin sağlıklı özümsenmesi anlamına gelir. Sadece burada verdiğimiz bazı bilgilerle yetinilemez. Aslında bu bilgiler, eğitimimizin belki de yüzde beşini bile bulamayacak kısmıdır.
Burada bir halkın gerçekliğini tüm yönleriyle ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bu halk Kürdistan halkıdır ve büyük bir yokluğun içine itilmiştir. Yalnız emperyalist güçler, gerici kuvvetler açısından da değil, sosyalist ilerici güçler açısından da Kürdistan halkının ülke ve tarih gerçekliği inkâr edilmektedir. Hatta bu durum bizzat halkımızın kendisinin de onayladığı bir durum olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda halkımızın kendi kaderini çizme konusunda iddiasız olduğu bir durumla karşı karşıya kaldık. Bundan da öte, tehlikeli bir tarzda kendini inkar sürecini yaşanmaktaydı. Kendine güvenin yok edildiği, ayağa kalkmanın çok umutsuz görüldüğü bir ortamda yola çıkan bir hareketiz. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, kendi tezlerimizi ortaya koyduk. Halkımız yeniden güvene ulaşarak ulusal ve toplumsal dirilişe katıldı. Bunun için en ileri bilimi kılavuz edindik. Aynı zamanda bunun yol ve yöntemini bulduk. Bununla da yetinmedik, bunun için çok değerli cesaret örneklerini gösteren şehitlerimizle örgütlenmemizi güçlendirdik. Bir dava yarattık ve bu davayı başta halkımıza olmak üzere, çağa ve tüm güçlere kabul ettirdik. Eğitimde alınması gerekenin özü; bunların nasıl yaratıldığı ve bunların bizde nasıl bir daha geri dönmemecesine ve sökülüp atılmamacasına kökleşmesi gerektiği sonucudur. Eğer bu eğitim, bu anlamda sağlanırsa, bizde kişilik son derece güçlenir. Birçok şeye kadir olabilecek noktaya gelebilir. Bunun daha ilk basamaklarını tırmanıyorsunuz. Hepiniz açısından bu böyledir.
Biz bunları ortaya koyarken, bir vatan davasını, insanlık davasını ortaya attık. Bireysel özgürlük davasını da bunlarla iç içe ele aldık. Ancak şunu iyi bilmek gerekir ki, yiğit ve mert insanlar olmak isteniyorsa, bu, vatan ve insanlık davasına her şeyiyle katılmakla olur. Hatta tüm olumlu vasıflara ulaşmanın yolu budur. Biz insanımıza bunu dayattık. Herkes böbürlenerek kendisini büyük görüyor, bir şey sayıyordu, ama hiçbir saygınlığımızın olmadığı, kabul görür yanımızın olmadığı ortaya çıktı. Eğer saygı ve onur istiyorsak, kabul görmek istiyorsak, doğru yola girmeye cesaret edilmelidir. Bizim tutturduğumuz doğrultu budur, cesaretimiz de buradan kaynaklanıyor. Bunun için her türlü fedakârlığa katlanılıyor. PKK'nin büyümesi de tamamen bu nedenledir. Bunlar tüm açıklığıyla gündeminize oturtulmuştur. Vicdanınızın önüne, düşünce yeteneğinizin önüne konulmuştur.
1988
Reber APO
- Ayrıntılar
İnsan toplumu için genel anlamda önderlik demek, gelişme için bir imkân demektir. İlkel klanlardan en gelişkin toplumlara kadar gelişmeye baş olmak, yol göstermek, buyruk olmak, güç olmak, yasa olmak, çekici olmak kudretin ve yeteneğin sahibi olmak demektir. İnsan, toplum haline gelmek istiyorsa ancak bu, önderliğiyle olacaktır. Bir canlı organizma için baş, beyin neyse, bir toplum için de önderlik odur. Kısacası insan-toplum gerçeğinde önderlik’ siz olmaz. Ama tarih boyunca önderlik çok bireyselleşmiştir. Buna da despot, kral, padişah, imparator denir. Bu kavramları bile açtığımızda görülüyor ki, insan toplulukları çok zayıfsa önemli bir gelişme aşamasıyla yüz yüzeyseler, bireysel irade için bir gelişme ortamı ve potansiyeli var demektir. Birey neden çok büyümek zorundadır? Aslında bir toplum büyümek istiyor. Örneğin bir klan, aşiret olmak; bir aşiret daha geniş bir halk topluluğu olmak istiyordur. O zaman bir görev daha ortaya çıkar, bu gelişme potansiyeline cevap vermek gerekir. Birey öngörü, yüksek çaba, ustalığı, bilinç ve örgüt yeteneğiyle o topluluğu gelişmiş bir ortama, seviyeye taşırabilir. Böylesi bir bireye ‘önder birey’ denilir. Bu, aşiret şefi, kral, bey, paşa, padişah olur.
İlkel komünal topluluk aşiret şefleri biçiminde, kölelik dönemi ise imparatorlarla kendini ifade eder, tanrı krallara kadar götürür. Ortaçağ, kral ve padişahlar dönemidir. Bunların nedenleri vardır. Çünkü ilkel komünal toplum çok geri olduğundan köleci topluma yükselme büyük bir olaydır. Bunun için imparatorlar neredeyse tanrı ayarındadır. Yine kölecilikten feodalizme evrim göstermek insanlık için çok önemlidir, buna öncülük edenler de neredeyse yarı tanrıdır. Zaten tanrı kavramı bu aşamalarda ortaya çıkar. Toplum kendi geriliklerine, doğanın zorluklarına bir imajla karşılık vermek iste-mektedir. Bu imaj da tanrı olarak karşısına çıkar. Hem yaratır hem de ondan çekinir ve başına buyruk yapar. Bu böyle bir çelişkidir ve günümüze kadar gelmektedir.
Bu, yalnız siyasi gerçeklikte değil, sanatta, dinde ve ekonomik faaliyette de böyledir. Hemen her faaliyet dalının bir kralı, bir önderi, bir yol göstericisi vardır. Siyaset bunun en gelişmiş biçimidir. Her türlü yol gösterenin, her türlü otoritenin en yüce biçimi siyasi otoritedir. Siyasi önderlik, en gelişkin önderlik oluyor, sanatların en yücesi anlamına geliyor.
Şüphesiz diğer bir önderlik türü, baş aşağı giden dönemlerin önderliğidir. Nasıl ki yükselten önderler varsa, aşağı çeken önderler de vardır veya aşağı doğru yuvarlanan toplulukların, toplumların önderleri de büyük olur. Örneğin Roma çağının düşüş döneminde Neronlar; feodal toplumun düşüşüne denk gelen Osmanlı sultanları; kapitalizmin bunalım dönemlerine denk gelen faşist önderlerin de büyüklüğü o toplumlardaki gericiliğin, tükenişin, zorbalığın ve dayatmanın büyüklüğünü temsil eder. Bunlar da en az diğerleri kadar otoriter, kurnaz, yetenekli olurlar. Yüceltmek kadar düşürmenin de bir sanat olduğunu, hem de aralarında çok az bir farkın bulunduğunu görüyoruz.
Bir de demokratik önderlerden bahsedilebilir. Demokratik önderlikler; halka en yakın, halkın içinden fazla kopmamış; kendini tanrısal özelliklerle değil, halktan gelen özelliklerle dile getiren, açığa vuran bir önderlik türü olarak tarif edilebilir. İlk çağdan günümüze kadar demokratik nitelikli önderlikler ne tanrısal özelliklerinden bahsederler, ne de çok despotik özelliklerden yararlanırlar. Önderliklerini, özel ayrıcalıklarını kullanarak sürdürmezler. Daha çok halkın bağlılığı veya aşiretse aşiretin bağlılığı; ulussa ulusun bağlılığı, hatta daha geniş bir topluluksa onun bağlılığını esas alırlar. Onun için zorbalık gerekmez. Özel yönetim aygıtlarını; istihbarat, emniyet, işkence mahkeme, yargı vb. fazla gerektirmez.
Bu tip önderlikler, demokratik halk iradesi ve halk yöneticisi olarak değerlendirebilirler. Daha çok halkların bağımsızlaştığı, özgürleştiği ortamlarda ortaya çıkarlar. Halkın gücüyle ayakta dururlar; halkın içinden çıktıkları ve halkla bağlantıları güçlü olduğu için halktan kopuk yöntemlere, özel aygıtlara ihtiyaçları yoktur. Bu kadar halk bağlılığı varsa, neden zora başvursun! Gücünü zaten halktan alır ve zora başvurmasına gerek yoktur. Bu tip önderlikler oldukça yaygındır. Her dönemde ve tarihin her aşamasında karşımıza çıkarlar. Günümüzde de hayli demokratik nitelikli önderlikler söz konusudur. Bu tiplemeler göz önüne getirildiğinde, herhangi bir ülkede, bir devletin yöneticisinin demokratik mi olduğu, gerici bir diktatör mü olduğu anlaşılabilir.
Bizim konumuz, hiç şüphesiz siyasi önderlik çözümlemesidir, yine askeri önderlik çözümlemesidir. Sanatın, ekonomik çalışmanın ve hemen her dalın da önderliği olur. Küçümsememek gerekiyor. Ama siyasi önderlik son tahlilde; ekonomik, sanatsal, askeri önderliği de bağlayan, esasta onlara çıkış sağlayan en temel kurum ve otorite kaynağıdır. İyi bir siyasal otorite olan bir önderlik, askeri önderliğe de yol gösterir; sanatsal ve ekonomik faaliyet önderliğine de imkan verir. Bir yerde iyi bir siyasal önderlik yoksa orada sağlam bir askeri önderlik gelişemez. Askeri-siyasi önderlik olmadı mı, başkalarının askeri olunduğunu kendi örneğimizde iyi biliyoruz. Bizde sanat önderliği olmaz, çünkü bizim sanatımız diri değildir, ölüdür. En azından siyasal önderliğin olmadığı dönemlerde bu iyi bilinir. Yine ekonomik önderlik yoktur, düşmanın talanı vardır.
İyi bir siyasi önderlik geliştirilmeye başlandığında peşi sıra sanat, ekonomi, askerlik ve diğer bütün toplumsal etkinlikler gelişmeye başlar. Siyasi önderlik durmaya, gerilemeye, çözülmeye başladığında diğer bütün alanların önderliği de çözülür. Bu nedenle siyasal önderliğin belirleyici olduğu her zaman belirtilir. Siyasi önderlik kilit önderliktir. Siyasal önderlik başat önderliktir ve bütün önderliklerin, etkinliklerin kaynağını teşkil eder.
Daha çok kendi tarihimizi gözden geçirebiliriz. Bizim tarihimizin bu konuda bir ihanet, gaflet önderliği veya onu doğurtan bir düşman önderliğiyle tamı tamamına kaplı olduğunu söylemek zor değildir. Bir ülkeyiz, bir halkız, ama hüküm verme, otorite; yani önderlik başkalarının oluyor. Yabancının, işgalcinin, talancının oluyor. Bu tarz bir hüküm veya bir hükümranlık altında gelişen tarihi; halkımızın içinden çıkan hainlerin önderliği, hainlerin tarihi, halkın tarihinde de karanlık, lanetli ve gafil bir durumun tarihi olarak değerlendirebiliriz. Bunun bilinen nedenleri vardır. Nasıl işgal-istila edildik, buna kim yol açtı? Bu, karşı tarafın gücü, bizim gücümüz, coğrafya gibi hemen her türlü etkenle izah edilebilir. Mühim ve geçerli olan önderlik tipi yabancı önderlik tipidir. Halkın içinde otorite kurarak onun siyasal önderi olmaya çalışanların da hain nitelikli, başkaları adına halkı tutsak etmede yardımcı niteliği olan önderler olmasıdır. Ona yardım eden, bilmeyerek de olsa bunu yapan, halkına bağlı olduğunu sanarak düşmanına yardım yapanların yardımı da gaflet türündendir. İyi yaptığını sanır, ama öyle değil, düşmana hizmet ediyordur. İyi niyetlidir, fakat bu onu düşmana hizmet etmekten alıkoymuyor. Bunlar da gafiller kapsamına girer ve bu bizde yaygındır. Büyük bir gaflet kütlesi var. Yaşanan tamamen bir gafil yaşamdır.
Hain nitelikli bu tip önderler halka; “Geriler, alttakiler sürüdür, istediğim gibi çalıştırır, istediğim gibi savaştırırım” mantığıyla yaklaşırlar. Belki de bu tip önderler, “sürü” dediklerinden daha fazla düşmana hizmet eder. “Sürü” dedikleri halk, hiç olmazsa daha değişik bir uygulamaya tabidir. Yabancılar, halkı düşman olarak gördüğü için onu daha kötü bir konumda tutar.
Halk gerçeğimizin bu kadar çarpık ve geri olmasının al-tında böylesi bir tarihi gerçeklik vardır. Düşmanına bu ka-dar hizmet eden, işgalciye bu kadar alet olan bir işbirlikçi önderin neden bütün kişisel maharetine rağmen lanetli olduğu anlaşılıyor. Yine bütün çabalarına, çok çalışmasına rağmen bir halk, neden bir sürüden daha değersiz görülüyor? Bu da anlaşılıyor. Halk gerçeğimiz, hiçbir halkla ve hatta hiçbir tarihi dönemle karşılaştırılamayacak kadar işgalciye boyun eğdirilmiştir. Ve en çok da işbirlikçilik edenlerin dayatmaları ve çıkarları gereği bu duruma getirilmiştir. Bu halkın gafili boldur ve kendisine de çok ağır bir yaşam kabul ettirilmiştir. Bu, öyle bir gerçek olarak ifadesini buluyor ki, kişi olarak da düşürülmüşümüz oldukça derindir. Yeteneksiz, çaresiz, bilinçsiz, cahil, neyin kendisi için olduğunu, neyin düşman için olduğunu kestiremeyen; neyin özgür yaşam, neyin kölelik olduğunu bilemeyen ve hatta çok katmerli haince bir yaşamı özgürlük sayan; haini normal insan sayarak kendini özgür insanlarla bir tutan bir anlayış içinde olmak bizim bir gerçeğimiz olur ki, en tehlikelisi de budur. Özgür olmadığı halde kendisini özgür bilmek, düşmanı başının tacı etmek, gafilini önder saymak ve kendini bu konuda hemen hemen her şeye alet olan birisi durumunda tutmak bizim isyan ettiğimiz, daha ilk günler-den itibaren pek yanaşmadığımız bir yaşamdır. Bu yaşamı teşkil eden topluluklarla, kişiliklerle çelişkimiz buydu ve böyle başladı. Büyük eleştiriyle, büyük isyanla, büyük sa-vaşımla ifadesini buldu ve mücadelemiz böyle yürüyor.
Bu ana çerçevede değerlendirmeyi geliştirirsek göreceğiz ki, kendisine bu kadar kötülük eden, düşman gerçeğini bu kadar yaşayan, ihanet ve gaflet gerçeğine daha da sarılarak yaşayan, sürü psikolojisini tümüyle buna temellik edercesine kendisinde yaşatan kişilik ancak en lanetli, en yaramaz, en sefil bir kişilik olabilir. Neden zorlandığımız, neden bu kadar çözümlemeyi geliştirdiğimiz şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu kişilik çözümlenmeden yaşanılabilir mi? Bu kişilik, az-çok tartışmaya sunulmadan, sert bir eleştiriye tabi tutulmadan onunla ne yapılır? Ne köy olur, ne kasaba derler. Bu kişilikle bırak köy-kasaba olunmasını, bir kulübe bile kurulamaz. Bunlardan bir çoban kişiliği bile çıkamaz.
1993 Derlemeler
Reber APO
- Ayrıntılar
Kahramanlık dönemi şehitlerine bağlılık, savaşan halk kahramanlığı gerçekliğine ulaşmakla mümkündür. Partimiz ‘in tarihi, aynı zamanda kahramanca direniş ve bu direniş şehitlerini destansı gelişim tarihidir.
Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde bunun anlamını tüm yönleriyle kavrayabilmek; bugün kitleselleşen kurtuluş savaşımızın gelişimini de daha iyi anlamak, başarıya götürecek militanca tavrın sahibi olmak, yeni toplumsal kurtuluşa yol açacak kişiliği, toplumun her düzeyde yenilenmesini mümkün kılacak tavrı bulmak demektir. Bu ahlakı gerçekleştirmektir. Şehitlik gerçeği kadar bir halkı etkileyecek, onu hayati çıkarları konusunda bilince ulaştıracak, tarihi yaşamında yer edecek, başka bir gerçek yoktur. Bunun kadar değerli bir olguyu düşünmek mümkün değildir. Bir hareket açısından onun ne kadar ciddi olup olmadığını kanıtlayan şey; bir yandan şehitleri olduğu kadar, diğer yandan da ona doğru temelde bağlılığı hayata geçirmektir, onu bütün değer yargılarının temeline oturtmaktır.
Ulusal direniş tarihimizin gelişiminde Parti öncülüğünün rolü belirleyicidir. Parti öncülüğünün oluşumunda da Parti şehitlerinin rolü esastır. Bugün, öncülüğün savaşımında başarıyla çıkmış ve halk savaşımının her yönüyle gelişme dolu bir dönemine girerken, bu gerçeklerimizin derin bilinciyle hareket etmek, geçmişin doğru değerlendirilmesi kadar, geleceğin sağlam inşasının da temel görevlerimizdendir. Sürekli muhtaç olduğumuz, hareketimizi besleyen ana kaynakları kurutamamak, bunu boşa akıtmamak, ulusal kurtuluşun beslenmesine sürekli akıtmaktır. Burada en başta gelen kaynak da şehitlik olgusudur. Belki de hiçbir hareketin tarihinde görülmediği kadar Parti tarihimizde hem uzun bir süreyi kapsaması, hem de yücelik olarak artan sayıda bir şehitler listesine sahibiz.
Çok az hareketin cesaret ettiği bir savaş türünü, öncünün somutunda yürüttük. Bunun neden böyle olduğu Kürdistan tarihinin gerçeklerinden aranmalıdır. Bu tarih eğer zifiri karanlığa gömülmüşse, direnmenin en sıradan emareleri bile köreltilmişse, böylesine bir karanlıkta yaşama kaçınılmaz bir kader olarak benimsetilmişse yapılması gereken bu uğursuz zemini parçalamak ve yaşam gözeneklerini açmaktır. Buna denk gelen mücadele, öncünün savaşımı biçiminde karşımıza çıkar. Tarihi baş aşağı gidişten özgürlüğe yönelmek, toplumu çürümüş ve nefes alamaz duruma getirmiş urlarından temizlemek, ancak bu mücadeleyle mümkündür. Her halkın tarihinde değişik düzeyde benzer bir somut gerçeklik söz konusuysa, orada bazı önderler ortaya çıkar ve bazı halk kahramanları belirir. Bu kahramanlar ilerde bir halkın savaşımıyla gerçekleştirilecek olan başarı yolunu, kendi şahıslarında büyük fedakârlıklarıyla temellendirmeye çalışırlar.
Bu noktada bireyler eylemleriyle bireycilik anlamında değil de, daha çok birey olarak tarihin gerektirdiği rolü üslenme durumundadırlar. Bu noktada bireyler kaçınılmaz olarak rolünü oynamak zorundadır. Eğer bu rolü oynamazsa, daha sonraki kapsamlı harekete ulaşmaları mümkün değildir. Bu rol her zaman böylesi bireylerin ortaya çıkışını zorunlu kılar. Bu durumu, bireyin konumunu örgüt yerine koyan, halkı bireylerin kuyruğuna takan özelliklerden iyi ayırt etmek gerekir. Kendi kendine direnebilen, örgütleyebilen, yine bunu sağlam örgütlerle yürütebilen toplumlar, uluslar söz konusu olduğunda, bireycilikle eleştirilmesi gereken ve çoğunlukla da maceracılık denilebilecek çıkışlardır. Fazla anılmaz durumları da olmaz. Ama tarihin bir döneminde kahramanca çıkışlara ihtiyaç gösterildiğinde ortaya çıkan bireylerin yol açtığı sonuçlar çok büyüktür. Direnişleriyle kendilerinden sonra örgütün ve halkın oynayacağı rolü gösterirler. Bu direnişçilik örgütlerin oluşumunda, halk direnişinin gelişiminde ayrılmaz bir temeli teşkil eder. Böylesi bireylerin şahsında ulusların ve halkların ayağa kalkması mümkündür.
Her halkın tarihi bu tip kahramanlıklarla doludur. Ulusal direnişlerin, halk özgürlük hareketlerinin ön gününde, bu çıkışların hayati bir görevi gerçekleştirdiklerini belirtmek gerekir. Devrimlerin ön günlerinde bunlar yazardırlar, hatiptirler, siyasi düşünür, askeri komutandırlar. Geçmişin ağır yüklerinden kurtulma gücünü, cesaretini gösterip geleceğin fethini her yönüyle temsil eden kişiliklerdir. Bir kaç örnek verirsek; Rus devriminde Narodnikler dönemi vardır. Narodnikler bireysel kahramanlığı en çok uygulayan ve bu temelde ortaya çıkan hareketlerden birisidir. Bu hareket daha sonraki oluşumların buna Bolşevikler ‘de dahil olmak üzere gelişiminde vazgeçilmez bir yere sahiptir. Daha sonra bireyselliği temel mücadele biçimi olarak seçmesi eleştirilebiliniz, ama halkı özgürlüğe kaldırmada, büyük fedakârlık örnekleri sunmada, daha sonraki bütün devrimci gelişmeleri belirlemede halkı temsil ederler. Köleliğin toplumu her türlü yaratıcılıktan uzak tuttuğu, derin bir sessizliğe ve çürümüşlüğe terk ettiği bir dönemde, böylesine bir ortamı kahramanca eylemlerle sarsmak, yeni güçleri ortaya çıkarmak açısından hayatidir. Bu yeni güçler ortaya çıkmadan da hiçbir hareket düzenlenemez. Daha sonraki gelişmeleri sağlıklı bir biçimde yürütemez. Halk hareketi, halk devrimi gibi büyük bir olguyu başarıya götüremez. Şüphesiz yalnız başına yeterli değildir, ama çok önemli bir sürdürenidir ve gerçekleşen de budur.
Rus pratiğinde görülenin bir benzeri, yakın dönemde Türkiye'nin de yaşadığı bir gerçekliktir. 12 Mart faşizmine karşı tam örgütlenememiş, örgütlenmeyi başaramamış, ama örgütlenme yaratma uğruna kahraman direnişlere kalkışmış şehitlere tanıktır. Mahirler, Denizler ve İbrahimler'in böyle bir direniş geleneği vardır. Az sayıdadırlar, ama kendi kişiliklerinde bir devlete sonuna kadar başkaldırmayı, başkaldırıda da sonuna kadar nasıl gidilmesi gerektiğini, en büyük fedakârlık ve cesaret örneği olarak ortaya koymuşlar, tarihte böylesine bir yere ulaşmışlardır. Ama onların mirası iyi örgütlendirilememiş, bir halk hareketine dönüştürülememiştir. Bu, daha çok onların anlarına bağlı olması gerekenlerin sorunudur. Anılarına bağlı olması gerekenlerin, onların mirasını çarçur etmemek durumunda olanların yerine getirmeleri gereken görevlerdi. Bunun başarılamaması, ne onların bireysel kahramanlar olarak değerlendirilip ucuz suçlamalara konu olmalarına imkan verir, ne de böyle bir görevin yerine getirilmesi halinde kahramanca direnişlerin büyük anlamı olacağını gösterir. Biz şöyle bir tanımlama geliştiriyoruz; bireylerin anısını örgütlemek ve halk hareketine dönüştürmek gereklidir. Eğer bu olmazsa, bu tip kahramanlıklar kaybolup gidebilir, tarihte etki bırakmayabilir.
Hareketimizin hem dünya genelinde, hem Türkiye somutunda ve hem de halkımızın derinliklerinde yatan böylesine yiğitlikleri esas aldığı bilinmektedir. Biz, bu kahramanlıklara bağlılığı devrimci örgütlenmeyi gerçekleştirmede gördük. Nitekim hareketimizin oluşumunda ilk direniş kahramanlarımızın şahadeti tamı tamamına böyledir. Haki Karar ve Halil Çavunlar’dan başlayan bu süreç, daha sonra zincirlemesine gelişti. Bu gelişim aynı zamanda PKK'nin oluşum tarihidir. Hangi oluşum olursa olsun, böylesine değerli şehitleri olmazsa güçlü ve sağlıklı gelişemez. Altında böylesine değerli direniş kahramanlarının kanı yatan, anısı yatan bir hareket, eğer sağlıklı bir biçimde oluşursa, ileride halk hareketinde zaferde dahil her türlü özgürlük gelişimine tanık olması işten bile değildir. Yeter ki kurallarına uygun olarak yürütülsün ve bunu yürütenlerin sorumluklarını sonuna kadar yerine getirmeleri söz konusu olsun. Bu olduğunda gelişmeler olur.
Hareketimizin ilk direniş şehitleri, öncünün oluşumunda hayati bir yere sahiptirler. İlk şehitlerimiz ortaya çıktığında Kürdistan'daki toplumsal zemin, bırakalım hayatını ulusal kurtuluşa veya özgürlüğe adamayı, bir karış toprağına, evcil hayvanına gösterdiği değeri bile feda edemeyecek kadar bencil, kör, çıkara gömülmüş bir toplumla karşı karşıyaydık. Hatta ulusal ve toplumsal kurtuluş duygusundan uzaklaşmış, düşürülmüş bir toplum gerçeği söz konusuydu. Bunu aşmak için yüreklerin gözeneklerini açacak, zihinleri zorlayacak bir hareket gerekiyordu. Bunu gerçekleştirecek olan da, büyük bir direnme ve bu direnmede herkesin saygı duyacağı, kimsenin inkar edemeyeceği büyük kahramanların, şahadetlerin ortaya çıkmasıydı. Doğru ideoloji, ancak uğruna böyle savaşanların varlığı halinde anlam kazanır. Doğru görüşler, eğer uğrunda böyle fedakârlıklar görmezse, halk tarafından benimsemez. Dolayısıyla daha sonra ideolojik politik çizgimiz biçiminde yoğunlaşan mücadelemiz, ancak bu temelde ciddiyet kazanmış ve ancak bu temelde gelişebileceğini kanıtlamıştır. Dolayısıyla öncü sıfatına layık bir gelişmeyi sağlayabilmiştir.
Bir fikir ne kadar doğru olursa olsun, eğer mensupları tarafından gerektiğinde hayatını verecek kadar bir fedakârlığı yaratmamışsa, o fikir sönmeye mahkûm olur. Bu bizde daha da canalıcı bir şekilde böyledir. PKK öncülüğünün sağlıklı gelişmesinde ilk şehitlerimizin yeri bu kadar kesindir. Öncüyü, adına layık bir biçimde oluşturmak, daha sonra onların anısına bağlılığı sağlıklı ve yerinde sürdürenlerin atılımı için de şarttır. Kendi sorumluluğumuz altında şehitlere derinden bağlılığı sürekli devam ettirdik. Onların anılarını bütün gelişmelere hakim kılarak öncüyü daha üst düzeyde bir atılıma götürdük. Biz bir yandan zindan direnişçiliğine giderken, diğer yandan yurt dışında büyük bir hazırlık içinde olduk. Direnişi sürdürmekle yetinmedik, bunu büyük bir kahramanlık dönemi olan 15 Ağustos Atılımı'na yaydık. Bugün bu atılımın üzerinden dört yıl geçti. En kalabalık şehitler listesini bu dönemde verdik. Ve bu döneme başlı başına "kahramanlık dönemi" demeyi layık gördük.
Ulusal direnişi dönülmez kılan kazanımlarıyla, tarihi baş aşağı bir gidişten bir yükselişe tırmandıran, halkın milyonlarcasını daha şimdiden ulusal savaşımın içine çekmekle kalmayan, uluslararası alanda da halkımızın şerefli bir aile olarak yerini alması için ardına kadar yolları açan bir dönemdir. Bu dönemin oluşmasında, şüphesiz en başta şehitlerimizin varlığına borçluyuz. Bu dönemde gerçekleşen şahadetler, her türlü zayıflığı ve olumsuzluğu aşarak yükseldiği ve bin bir yerinden yaralanmış insanımızı güçsüzlük ortamından çıkarıp sağlam direnişçiler haline getirebildiği için kahramanlık dönemini yaratan şehitlerdir. Eğer bu şahadetler her koşul altında direnmeyi mümkün kılarak, halkı her türlü direnmenin içine çekmede bir köprü rolü oynamışlarsa, bu şahadetlerin tarihteki rolü çok daha belirleyici ve kesindir.
Bugün hiç kimse Kürdistan ulusal kurtuluşunun söz konusu olmadığını iddia edemez. Yalnız ülke ve ulus gerçekliğinin benimsenmesi açısından değil, ulusal kurtuluş gerçeğinin halkın bütün diri güçleri tarafından benimsenmesi söz konusudur. Bununla birlikte uluslararası kamuoyunun böylesine bir gerçekle ciddi olarak karşı karşıya olduğu ortaya çıkmaktadır. Şehitlerimiz, her bakımdan bir çok konumu göz önüne getirerek, buna göre tavır geliştirmeye çalışmışlardır. Halkımız için bir damla kan akıtmaya niyeti olmayanların, her türlü çarpıtmayla, basit kişisel çıkarları söz konusu olduğunda kendilerini her bakımdan ortaya çıkararak düşkünlük örnekleri sergiledikleri görülmüştür. Bunu bir de ulusal kurtuluşçuluk, sosyalistlik, demokratlık adına yapmışlardır. Bu tür yaklaşımların bol olduğu bir ortamda, ulusal kurtuluşun gereklerinin nasıl yerine getirilebileceğini, nasıl direnilebileceğini, fedakârlık ve cesaretin ölçütünün ne olduğunu, bunların bir halkın direnişinde nasıl ortaya çıkaracağını gösteren büyük şehitlerimiz ortaya çıkmıştır. Her birisi bir abide olan şehitlerimizin somutunda bunları görmek mümkündür. Bunu görmeyenlerin ne kadar sefil olduklarını tespit etmek çok kolaydır.
Bugün gerçekleşen diğer bir tarihi gelişme de şudur; eski yaşam artık aşılmıştır. Artık yeni bir yaşamın içine, ulusal direnişe bütün sınıf ve tabakalarından katılımın gerçekleştiği bir dönemin içine giriyoruz. Halkımızın yediden yetmişe, kadın erkek içine girdiği, yoğun tartışma ortamını yarattığı, tavır belirlemeyi gerçekleştirdiği bir dönemdir. En çok arzu edeceğimiz, kaybettiğimiz her şeyi kazanabileceğimiz bir dönemdir. Bu kazancın temel kaynağı da şehitlerimiz olmaktadır.
Bu anlamda 15 Ağustos Atılımı şehitleri, bir ulusun yeniden, özgür temellerde yaratılmasında temel kaynağı oluşturmaktadır. Onlar adeta bir direnişten de öteye geçerek, ulusal ve toplumsal kurtuluşun temelini oluşturuyorlar. Daha dün hayalinin bile kurulmasının mümkün olmadığı bir dönemden böylesine büyük bir geçişi sağlamak çok önemlidir. Bu, ileride daha da iyi anlaşılacak, gerekleri yerine getirilecek bir dönemdir.
Bu dönemin nasıl hazırlandığı ve her bir eylemin anlamının ne olduğu, her şehidin bu destandaki, bu kahramanca dönemdeki yerinin ne olduğu, şüphesiz şiirlerle, hikâyelerle, romanlarla, resimlerle, türkülerle dile getirilecektir. Fiiliyatta gerçekleşen bu durumu, en fazla kıvanç duyacağımız, onurlu yaşamın temeli olarak göreceğimiz kesindir. Bunların işlenmesi, başta Partimiz ‘in sanatkarları, askeri komutanları olmak üzere, tüm insanımızın görevidir. Mühim olan temelin sağlam atılmasıdır, doğuşun sağlam gerçekleşmesidir. PKK öncülüğünde doğuş nasıl sağlam gerçekleştirildiyse, halk direnişimizin kendisi de sağlam bir doğuşa tanık olmuştur. Bundan sonrası artık zamandır, zaman içinde büyümedir. Bundan sonrası teknik bir düzenlemedir, yani halk hareketimizin sağlıklı örgütlenmesi, doğru mücadele biçimleriyle gün be gün yürütülmesidir. Bunu da en kahramanca tarzda yürütüyoruz. Cesaret ve fedakârlık adeta bir yarış halinde yerine getiriliyor. Elbette böylesine ayağa kalkan bir hareketin, bir halkın kazanmaması için bir neden yoktur.
Bu temelde Partimiz ‘in somutunda dile gelen ve ulusal direniş tarihimizin en şanlı bir döneminin zaferle kazanılmasında tarihi rollerini yerine getiren şehitlerimizi anmak, halk direnişimizde, savaşan halk kahramanlığını gerçekleştirmek demektir. Bu temelde bütün Partilileri ve ayağa kalkan halkımızı, şehitlerimizi bu temelde anmaya ve kahraman savaşımlarına zafere kadar gerçekleştirerek sahip çıkmaya çağırıyoruz.
Kahramanlık Dönemi Şehitleri Ölümsüzdür!
Yaşasın Halk Kahramanlarımız ve Şehitlerimiz!
15 Ağustos 4. Yılında Ordumuz ARGK, Halkın Katılımıyla Daha Güçlü, Daha Savaşkan!
Yaşasın 15 Ağustos Atılımının Zafer Dolu 4. Yılı!
Reber APO
- Ayrıntılar