Bitmesini istediğin şeyler umulmaz acılar yaratsa da olmasını istediklerine ulaşamamak daha fazla acıtır benliğini.
Arada olmaktır bu belki de.
Eski ile yeni
Dün ve yarın arasına sıkışmış gibi…
Değişim bu yüzden zor gelir. Arzulanan, beklenen, umulan
ama olmayan.
Belki birilerinden, belki bir şeylerden beklenir kıvılcım. Tüm dünyanı değiştirecek, sistemini alt üst edecek kıvılcım. Öyle alışmış veya alıştırılmış olduğundan insan, kendiliğinden ve kaderde yazgısı olduğu üzere
bekler.
Neyi beklediğini bile bilemeden, olup olmadığını, olup olmayacağını bilemeden hem de.
Nereden gelirse gelsin der ya da. Yeter ki beni, bugünümü, olduğumu değiştirsin.
O yüzden tehlikelidir değişim zamanları. Yutar. Çeker kendinden insanı.
Öylesine güzel ve değerli olan için istenen değişim bir bakarsın çirkefin batağında debelenen bir siluete dönüşmüş.
Suçlu kim o zaman?
Değişimi isteyen mi?
Değişim istemine yol açan düzen mi?
Yoksa değişimin karakteri mi?
Evet ya, belki de alışkanlıklar. Alışkanlıklar değil mi ki insanı iki arada bir derede bırakan.
Sistemden kopmak istiyorum! Değişmek ve değiştirmek istiyorum! Var olanın rezilliğine dayanamıyorum! Alışkanlıklardan değil mi ki isyan kokan sözlerin bir türlü ulaşamaması hedefine.
Belki de Stockholm sendromudur yaşadığımız. Belki de katilimize, halimize sebep mezalimlere sevdalanmışızdır.
Yoksa niye olmasın ki kopuş? Neden yüz geri edemeyelim ki kötülükleri? Hakaretlere, işkenceye, sömürüye neden karşı gelemeyelim ki? Neden soykırımın eşiğinde tutulan bir halkın evladı olarak küçük ve kaygan dünyalarda, içi kof arkadaşlıklarda çözüm arayalım ki? Dilimi unutturan, beynimi eriten, ahmaklaştıran ve de hiçbir gelecek sunmayan okullarda neden ömür tüketeyim ki?
Alışkanlık değil mi? Alıştırmadılar mı öylece?
Alışkanlık olmasa, alıştırılmış olmasak neden reflekssiz, tepkisiz bir alık/avêl olalım ki analar ağlarken, çocuklar, kültür, ahlak ve yaşam ağlarken…
Ama alışmışız ya, kanıksamışız ya lanetli olma halimizi. Bizden adam olmaza kilitlenmişiz ya. Kürt kimliği dışında, öz güç dışında herkesten beklemişiz ya özgürlüğü. “Hak etmişiz demek ki”lerle boyun eğmeci olmuşuz ya…
Ama bir yanımız kötü ya hani, bir yanımızın zevkleri diğer yanımızın çirkinlikleri ya, bir bütünün parçaları ya benliğimiz… nasıl değişsin ki yarınlar.
Böyle değil ki yaşadığımız çağ. İnsanlar birilerinin yarattığı ve hazırladığı bir dünyaya ve yaşama mahkum değil ki.
Sırf bu mahkumiyeti kırmak için yıllarca yaşandı ya bu amansız mücadele.
Bu yüzden değil mi on binlerce körpe can, on yedisinde, on ikisinde ve nice yaşta can düşmedi mi toprağına kutsal vatanımın.
Bu yüzden değil mi ki üst üste odun gibi dizilip yandı insanlık.
Bu yüzden değil mi ki mezalimlerin elinde bir zamanlar yüzünü okşadığımız evlatlarımızın kafaları sallandı.
Bu yüzden değil mi ki 70 yaşındaki nenelerimiz, 3 yaşındaki bebelerimiz kör kurşunlara uğradı.
Bu yüzden değil mi ki on beş yaşında yaşamın baharında her şeyden habersiz bir anda gökten düşen beş yüz kiloluk bombanın altında kaldı Ruşen.
Bu yüzden değil mi ki Özgür İnsan, varlığımıza sebep insan tek başına ve yıllardır, tokalaşmaktan bile uzak bir denizin ve bir adanın ortasında tek başına…
Sadece bunlar mı?
Peki ya yetmez mi?
Katliam, ölüm, zulüm, işkence, baskı, asimilasyon, aşağılama, yok sayma, rencide etme, hakaret, küfür…
Yan yana sıralarken bile insanın içini acıtan bunca kavram dayatılıyor ve bunlarla yaşaman farz ediliyorken eğer alışkanlıklarından değilse, eğer sana öyle kavratıldı diye değilse, eğer kendi doğruların gibi sarılman tembihlenmemişse, eğer bu senin kaderin yalanına inanmamışsan
Ne diye duruyorsun? Neyi bekliyorsun?
Anlamıyor musun bir şeylerin değişmesini istiyorsan, önce kendinden başlayacaksın. Özgürlük ateşinde yanmak için kıvılcımını kendin çakacaksın…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Haziran günü 14.30-16.30 saatleri arasında Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Serêsêvê Taburu, taburun güvenliğini sağlayan tepe ile Darsingi(Girê) karakoluna yönelik olarak Şehit Zilan (Zeynep Kınacı) yoldaşın şahadet yıldönümünü anma ve kadına uygulanan tecavüz kültürüne karşı YJA-STAR gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Başkan APO ile yoldaş olmak, devrime yönelik ciddi bir saldırının olgunlaştığını erkenden öngörebilmek, onun yönünü tespit ederek kendini siper etmeyi başarmak demektir. İşte Zilan yoldaş, henüz bir buçuk yıllık devrimcilik yaşamına rağmen, içerisinde bulunduğu ortamın zorluklarına, günlük yaşamın meşgul edici ayrıntılarına takılmadan, onlar içerisinde boğulmadan Özgürlük hareketinin karşı karşıya olduğu tehlikeleri görmeyi başarmış, '96 yılı içerisinde gelişen operasyonların bilincine varmış ve bunun karşısında PKK militanının geliştirmesi gereken eylem tarzının nasıl olması gerektiğini tespit etmiştir. Ulaştığı sonuçların bir gereği olarak da kaynağını ideolojik derinleşmeden alan bir inanç ve mücadelenin yenilmezliğine duyduğu güvenle devrim tarihimizde ilk kez bedenini patlatacak düzeyde yüce bir kahramanlık eylemini gerçekleştirmiştir. Zilan arkadaş, bu kararlaşmayı şöyle ifade ediyor:
"Başkanım;
Kendimi intihar eylemini gerçekleştirmek için aday görüyorum. Bizler, sizin bitmez tükenmez emek ve çabalarınıza karşılık canımızı bile versek yeterli değildir. Keşke canımızdan başka verecek şeylerimiz olsaydı. Siz yaşamınızla bir halkı yeniden yarattınız. Bizler sizin eseriniziz. Tüm Kürdistan halkının ve dünya insanlığının geleceğinin teminatısınız. Yaşamınız bize onur veriyor; sevgi, cesaret, inanç veriyor. Tüm Kürdistan halkı ve milyonlarca insan size ölümüne bağlıdır. Sizin bu çekiciliğiniz bizi de oldukça etkilemektedir. En zorlandığımız anlarda sizin bizlere olan sevginizi düşünüyor ve bundan manevi güç alıyoruz. Şehide en çok bağlı olan sizsiniz. Bu temelde gözümüz kesinlikle arkada kalmayacaktır. Bu eylemi, gerçekleştirmem gereken bir görev olarak görüyor ve kendimi sorumlu hissediyorum. Mevcut geriliklerimi aşmanın, özgürleşmenin ve kendini gerçekleştirmenin savaştan geçtiğini ve bu savaşın da gereğinin yerine getirilmesinin gereğine inanıyorum.
Mazlum, Hayri, Kemal, Ferhat, Bese, Beritan, Berivan ve Ronahi yoldaşların direnişlerine sahip çıkmak ve Onların takipçisi olmak istiyorum. Halkımın özgürlük isteminin ifadesi olmak istiyorum. Emperyalizmin kadını köleleştiren politikalarına karşı, bombayı kendimde patlatarak, hıncımın ve öfkemin büyüklüğünü göstermek ve Kürt kadınının dirilişinin sembolü olmak istiyorum.
Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Başkan APO önderliğinde yürütülen Ulusal kurtuluş mücadelemiz çok yakında zafere ulaşacak ve mazlum halkım dünya insanlık ailesi içerisinde hak ettiği yerini alacaktır."
APOCU hareketin ortaya koyduğu mücadele, çok zorlu bir mücadeledir ve dünyada eşine ender rastlanır kahramanlıklar, adanmışlıklar ortaya çıkarmıştır. Bu zorluk, kadın açısından kendisini çok daha yakıcı bir biçimde hissettirmiştir. Bunun nedeni, kölelik düzeyinin derinliği, yaşam dışına itilmişliğin yoğunluğu, düşünceden uzaklaştırılmışlığın ve iradesizliğin alabildiğine köklü hale getirilmiş olmasıdır. Bu gerçeği yerle bir edecek özgür kadını yaratmak, kadını yaşamın ve siyasetin dışına iterek küçük dünyalara hapseden gelenekleri parçalamak, bu geleneklerin kadın zihninde ve yüreğinde kendisini kurumlaştırdığı kaleleri yıkmakla mümkündür. Bu, bedeli en ağır olan süreçleri gerektiren bir gerçekliktir. Zayıflığın tersi olan güçlülük, diyalektik bütünlüğü böyle oluşturmakta, zayıflığa duyulan öfke bir enerji yaratmakta, bu da eyleme götürmekte ve eylem zayıflığı kendi karşıtını dönüştürerek onu ortadan kaldırmaktadır. Düzenin sunduğu yaşamın özündeki kimliksizleştirmeyi, ilişki adına sunduğu sahtekarlıkları görmek, onlara öfke duymak, diğer yandan alternatifini kendi kişiliğinde tam yaratamamak… Zilan arkadaşın eylemdeki kahramanlık düzeyi, bu şiddetli çelişkide gizlidir.
Zilan arkadaşta gerçekleşen, yaşamdaki zayıflıkların korkunç dayatıcılığı karşısında kadın yüreğindeki aşkın filizlenmesidir. Bu aşkı Başkan APO şöyle ifade ediyor:
"İnsanlığı tercih etmek Zilanların dilinden olmak, düşüncesinden olmakla mümkündür. Şahadetlerin toplam ifadesi, ideolojik donanımın üst düzeyde temsili, duygunun, düşüncenin bireyi aşarak, toplumun örgütlü dili haline geldiği Zilan gerçeği ile kurumlaşarak, kurtuluş çizgisinin somut ifadesi olmuştur. Bu nedenle özgür yaşam uğruna ne varsa; ulusal aşk, özgür kadın ve erkek, her türlü geriliğin reddine dayalı ilkeli bir yaşam, bunun için de düşmana karşı müthiş bir kin ve kıyasıya savaşım, Zilanlaşma çizgisinin kapsamıdır. Bu çizgi, ideolojik ve felsefik olduğu kadar, duygunun en üst düzeydeki temsilidir. Onunla yürüyenler eylemde, yaşamda, örgütlülükte, sevgi anlayışında, tarz ve tempoda militanca yaklaşımların sahibi olmaya çalışanlardır."
Zilan arkadaş, tarihin ilerleyişindeki diyalektiği çok iyi çözümleyerek, her halkın tarihinde döneme damgasını vuran lider kişiliklerin ortaya çıktığını görmüş, hiçbir mücadelenin öndersiz başarıya ulaşmayacağı gerçeğini yakından hissetmiştir. Bu doğruyu Kürt halk gerçekliği özgülünde ele alarak, Önderliğin temel özelliklerini bilince çıkarmıştır. "Hayati gerçekliği olmayan, her alanda bitirilmiş, hiçbir halkla kıyaslanmayacak kadar kendisine yabancılaştırılmış, ulusal, kültürel, sosyal, siyasal değerleri sömürülen bir halk gerçekliği karşısında PKK Önderliği, kuşkusuz çok farklı olmak zorundadır. Bu anlamda Parti Önderliği birçok yönüyle daha özgün, daha yeni, daha gelişkin yaşamıyla, yaşatan ve kendi yaşamını adeta koskoca bir insanlığın yaşamına adayan bir durumdadır. Belirleyiciliği ve önemi bu noktada kesin ve tartışmasızdır."
Zilan arkadaş, bu özgünlüğü militan ile önder arasındaki bağda da kurarak, Başkan APO ile yoldaş olmanın, Onunla sözleşmenin gereklerini yerine getirmeyi esas almıştır. "PKK, Parti Önderliği'nin şahsında ifadesini bulmuştur. Kürdistan tarihinde sağlanan bu gelişme, O'nun emeği, O'nun gelişmesidir. Kendisi sevgi kaynağı, birleştirici ve bütünleştiricidir. Kendi şahsında yeni insan tipini profilini çizmiştir. Bir insanın ne kadar gelişebileceğini kanıtlamıştır."
9 Ekim'le başlayıp 15 Şubat 1998 tarihinde Önderliğimizin esareti ile en üst noktaya varan uluslararası komplo saldırısı, uluslararası gericiliğin mücadelemiz gerçeğindeki bu özgünlüğü tespit etmesiyle harekete geçmiştir. Mücadelenin sürekliliğini ve her koşulda yenilmezliğini sağlayan temel etken olarak Önderlik gerçeğinin yenilmezliğini tespit eden gericilik, bu gerçeği temel hedef olarak belirlemiştir. Burada, Başkan APO ile yetersiz yoldaşlığın sonuçlarını bir kez daha görüp kendimizi yeniden sorgulamamız gerekiyor. Eğer Zilan arkadaşın yaptığı gibi, Başkan APO ile yoldaş olmanın gereklerini yerine getirebilseydik, Önderliğimizi tek hedef haline getirmeyecektik. Bu noktada özeleştiri gerçeği, Zilan arkadaşta şöyle somutlaşıyor: "Zaferin öngünlerini yaşadığımız yeni süreçte, halkın kurtuluş umutları olan bizlerin, Parti Önderliğimizin yaşamı, düşünceleri ve mücadelesine yakışır bir biçimde, dönemsel bütün görevlerimizi en iyi bir şekilde yerine getirmemiz gerekiyor. Sıkça tekrarlanan küçük burjuva, köylülük, feodal anlayışların kişiliklerimizdeki yer etmişliği, düşmanın şekillendirmesi, özel savaşın etkileri ve buna benzer gerekçelere sığınarak, çeşitli özeleştirilerin bizleri ilerletmediği açıklık kazanmıştır. Verilecek en iyi özeleştirinin doğru bir pratikten geçtiğine inanıyorum.”
Ruhunu bireysel kaygılardan, hesaplardan ve bencilliklerden kurtarmayı başarmak, kendi varlığını bir halkın varlığına adama yüceliğinin ilk adımıdır. Bu özellikler, aslında egemen sistemin insan ruhunda oluşturduğu putlardır. İnsan ruhu, onu işgal etmiş olan bu putları kırmayı başardıkça özgürleşir. Özgürleşen bireyde, tüm insani yeteneklerin ayaklanarak en sağlam ve renkli bileşimi oluşturması imkan dahiline girer. Zilan arkadaşın böyle bir arınmayı gerçekleştirmiş, düşüncesine engelsiz bir akışkanlık kazandırmış, bu da tüm yeteneklerini bir araya getirerek en doğru ve etkili eylem tarzını tespit etmesine, ardından planını başarıyla hayata geçirmesini sağlamıştır. "PKK, akıl sınırlarının almakta zorlandığı büyük kahramanlık, direniş, emek, kararlılık ve inançla yaratılmıştır. Direniş, PKK'nin temel karakteri olmuştur. Bizlerin bu tarihi mirasa sahip çıkmamız ve sürecin gereklerini yerine getirmemiz gerekiyor. Süreç, intihar eylemlerini gerekli kılıyor. Bu hem bir taktiksel çıkış olacak, hem de bizim açımızdan bu süreçte düşmana verilecek en iyi cevap olacaktır."Tüm bu özellikleriyle Zilan arkadaş, beş bin yıllık erkek egemenlikli sistemin özellikleriyle kuşatılmış geriliklerden sıyrılarak, neolitiğin yaratıcısı olan tanrıçalara uzanan bir köprü olmuş, böylelikle geleceğin güvencesi, özgür kadın kişiliğinin sembolü olmuştur. Zilan arkadaş şahsında neolitik devrimin yaratıcısı, dolayısıyla insanlaşmanın öncüsü olan, fakat erkek egemenlikli sistemin gelişimi ile beş bin yıl boyunca karanlığa gömülen kadın cinsi ile ezilenlerin insanlık tarihi ile aynı yaşta olan ve son olarak APOCU harekette ifadeye kavuşan fedai özün buluşması gerçekleşmiştir. Bu buluşma, Mezopotamya topraklarında ve Başkan APO'nun mimarı olduğu özgürlük hareketi içerisinde gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda Kürt kadını şahsında dünya kadınlarının mücadelesi yeni bir aşamaya girerken, APOCU hareket de Başkan APO önderliğinde giderek daha fazla cins mücadelesi eksenine oturmuştur. APOCU hareketin gelişim diyalektiğinde, teori ile pratik, birbirinden farklı olan iki ayrı olgu değil, birbirini kapsayan ve birlikte ilerleyen olgulardır. Teorik gelişme pratikle sınandıkça yeniden teorileşir, yani yeniden yaratılır ve tekrar pratiğin yakıcı gerçeği içerisinde çelikleşir. APOCU felsefenin gelişimi de bu şekilde olmuştur. Başkan APO'nun militanı olmayı başaranlar, bu ideolojik ve felsefik derinleşme sürecinde nitel bir sıçramanın gerçekleşmesini sağlamışlardır. Bu yönüyle de Zilan yoldaş, APOCU dünya görüşünün giderek daha fazla kadın eksenli gelişme rotasına kavuşmasında belirleyici bir role sahip olmuştur. "Zilan'ın vasiyetine uymalıyız. Tanrıça emridir onunki, unutmak en büyük ihanettir" diyen Önderliğimiz, bu çizgiye cevap olarak 8 Mart 1998 tarihinde Kadın Kurtuluş İdeolojisini ilan etmiştir.
Sema Yüce gerçeği, vasiyete bağlılığın eylemidir
Bu çağrı, o süreçte zindanda bulunan Sema Yüce yoldaşa da ulaşmıştır.1998 yılı, uluslararası komplonun yeni boyutlar kazandığı bir yıldır. Komplonun zemini ise emperyalist merkezlerde hazırlanmış olan, bölge gericiliğinin desteğiyle ve Türkiye oligarşisinin eliyle uygulanan marjinalleştirme politikasıyla hazırlanmaya çalışılmaktadır. Bununla Başkan APO'nun özgürlük öğretisinin Kürdistan'la sınırlı, Kürdistan içerisinde de tek tek bireylerle sınırlı tutulması hedeflenmiş, böylece bu mücadelenin içten çürüyerek yozlaşacağı umudu beslenmiştir. Bu politikanın temel dayanağı, köle Kürt kişiliği ve onun geri sosyal düzeyidir. Sema yoldaş, bu politikanın Avrupa, metropol ve dağ ayaklarını kapsamlı bir biçimde çözümlemiş, zindandaki ayağının da rehabilitasyon politikası olduğunu tespit etmiştir. "Zindanda marjinalleşme; Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin ve dörtlerin yaktığı yaşam ateşini söndürmek, tek tek bireylerin beyninde ve yüreğinde duvarlar örerek dağların doruklarında yanan mücadele ateşiyle buluşmasını engellemek, partimizin çözümleme silahını, düşmanın ideolojik, kültürel kuşatmasıyla tersine çevirmek, atomlarına dek çözerek düşkünleştirmektir. Zindanlarda birikmiş olan on binleri, kendi kendini içten içe tüketen bir yapı haline getirerek, tüm moral değerlerimizden kopartma ve kendi işbirlikçi seçeneklerini sosyal dayanağı haline getirmektir."
Işıma, atom çekirdeğindeki elektronların enerji fazlasını dışa verip atom çekirdeğine dönmeleri, yani kendi enerji seviyelerine yeniden yaklaşmaları olayıdır. Öncü kadro veya militan, atom çekirdeğinde Önderinin yer aldığı, çevresinde gezen sayısız elektrondan biridir. Onu diğerlerinden ayıran fark, atomla bütünleşme anı, yani enerjisini dışa vererek ait olduğu enerji yörüngesine girme anıdır. Bunu gerçekleştirdikten sonra O, kalıcı yerini bulmuştur ve sonsuza kadar orada kalacaktır. Şehitlerimiz, bu eylemi gerçekleştirerek insanlık tarihinin tüm zamanlarında layık oldukları yeri edinenlerdir. Şehitlerin her zaman ve her koşulda mutlaka ardılları olacaktır. Bu durum, bu doğa kanununun sürekliliği kadar kesin ve sürekli bir eylemdir. Sema Yüce yoldaş vasiyete bağlılığın ve onun gereklerini pratikte yerine getirmenin ifadesi olmuştur. Bunu sadece eylem anında göstermemiş, kendisini eyleme götüren aşamaya varıncaya kadar yoğunlaşmasının merkezine Başkan APO'yu ve onunla yoldaş olmayı gerçek anlamda başaran yüce şehitlerimizi koymuş, günlük yaşamda Onları yaşatmak için gereken mücadeleciliği esas almıştır. Sema Yüce yoldaş, bu yoğunlaşmayı mektubunda şöyle dile getiriyor:
"Başkan APO'nun öğretisi ve Zilan yoldaşın vasiyeti bizlere yürünmesi gereken yolu göstermiştir. Bize düşen görev; anlamak, kavramak, sorgulamaktır. Bunun yolu parti içi sınıf mücadelesini yürütmek, kadın savaşçılar olarak bu mücadelenin öznesi haline gelmektir."
"Öğrencisi olmaya çalıştığım şehitlerin eylemleri üstünde çok düşündüm. Her gün, her an devrim ateşinde yürüyerek yanmayı, bunun sırrını kavramayı çok istedim. Gördüm ki bu, kendini aşan insanın eylemidir. Bu kararı verdikten sonra, tekrar tekrar büyük bir iç savaşı yaşadım. Kendimde bütün beşeri zaafların ayartıcı gücünü son bir kez gördüm ve yendim. Özgür yaşam, özgür kadın tutkum bana bunu emrediyor. Başkan APO'ya bağlılık andımı bu tutkunun ateşinde kül olmak ve bu küllerden yeniden kendini yaratmak olduğunu şimdi daha iyi kavrıyorum."
Vasiyete bağlılık, içerisinde bulunduğu koşulların yarattığı engellere takılmadan, özgürlük tutkusunu her koşulda eyleme dökmeyi gerektirir. Sema arkadaşın, dört duvar arasında iken varlığını, bütün hücreleriyle Başkan APO'nun öğretisine adaması, bunun sonucudur.
"Başkanım;
Zafer tanrıçamız Zilan yoldaşın vasiyetine bağlılığımla, O'nun görkemli eylemine sadece özüyle değil, biçim itibariyle de cevap olmak isterdim. Fakat zindan koşullarında bu mümkün değil. Bu Newroz'da ayağa kalkan binlerce çocuk yüreğinin masumiyetiyle buluşmak, bu vasiyetin takipçisi olmakla mümkündür. Özgürlük tutkum çok büyük. Bu tutkuyu yaşam gücüne dönüştürebilmek için tek varlığımı, kendimi Başkan APO'ya adıyorum. Kadınlar, küllenen Kürt ateşinin kıvılcımlarıdır. Küllerinden yeniden doğmayı başaran, bunun kıvılcımı olan her kadın özgür Kürdistan'ın dokuyucusu olacaktır. Ancak bu bile Başkan APO'ya cevap olmaya yetmez. Cevap olabilmek için, karartılan her yüreğin ateşte arınması gerekir. Ben ancak kendi yüreğimi verebilecek güçteyim.
Kendimi Newrozlaştırırken beynimi ve yüreğimi, bedenimin her hücresini bu öğretinin yoluna adadığımı bir kez daha belirtiyor, bağlılık andını yineliyorum."
Bütün bu özellikleriyle Sema yoldaş, Zilan arkadaşın teorik ve ilkesel düzeyde ortaya koyduğu, eylemi ile de taçlandırdığı gerçeklikleri yaşam içerisindeki sorunlarla boğuşma ve pratikleşmeye doğru tamamlama mücadelesi içinde olmuş, Başkan APO'nun Zilan arkadaşa verdiği yanıtı en derinlikli bir biçimde görerek, Zilan arkadaşın vasiyetine ve Başkan APO'nun çağrısına cevap olmayı başarmıştır. Böylelikle Başkan APO'nun formüle ettiği Kadın kurtuluş ideolojisinin pratikçi bir militanı olmayı başarmış, bu yönüyle de erkeği özgürleşme düzeyine çekmede öncülük rolü oynamıştır.
Bu öncülüğe Fikri Baygeldi arkadaş, "Eylemiyle komutanlaşan Kürt kadınının sade bir askeri olmak" iddiası ile yanıt vermiştir. Öyle ki Başkan APO “dikkat edilirse sevgi, aşk sözcüklerini çok değerli anlamda kullanmıştır. Bu kadın yoldaşları da çok incelemiş ve onları özümsemiştir. Öyle cahil birisi değildir. Ulusallık derecesinde görüyor ve bağlanıyor. İşte bizim özlediğimiz bağlılık bu temeldedir" diyor.
Gulan arkadaş fedailikte ısrar ve kurumlaşmanın öncüsü olmuştur
Zilan arkadaşın daha '96 yılında iken karşı sistemin saldırılarını öngörerek buna karşı en güçlü eylemi gerçekleştirmesine, yine Sema arkadaşın 1998 Newrozu'nda oligarşik sistemin yeni konseptini çözümleyerek saldırılar karşısında kendisini Önderlikle düşman arasında siper etmesine, böylece saldırıların Önderliğimize ulaşmasına engel olmasına rağmen, 9 Ekim komplosunun gelişmesi ve 15 Şubat'la birlikte belli bir düzeye ulaştırılması bu yoldaşların önümüze koydukları ödevleri başarıyla yerine getiremememizin sonucudur. Başkan APO'nun birçok kez "yetersiz yoldaşlık" olarak tanımladığı gerçekliğimizin özeleştirisini, bu kahraman yoldaşlar vermiş, adeta bizim eksikliklerimizin cevabı olmak istemişlerdir. Bu nedenle Zilan ve Sema gerçeği, karşısında vicdani sorgulamanın en cesur ve kaygısızca yapılması gereken gerçekliklerdir. Onlar, binlerce yıl öncesinde kalan ana tanrıçanın günümüzdeki sesi olmuş, bizi de onlarla buluşmaya çağırmışlardır.
Uluslararası komplonun önderini esir aldıktan sonra APOCU hareketin de dağılacağını, iç çelişkilerin, didişme ve çatışmaların örgüt bileşimini asıl hedeften ve fedailikten uzaklaştıracağını hesaplandığı, böyle bir beklenti içerisinde olduğu bir süreçte, fedaileşmede ısrar, Zilan ve Sema arkadaşların önümüze koyduğu ödevleri her koşulda yerine getirme iddiası, Gulan arkadaşın pratiğinde somutlaşmıştır. Gulan arkadaş bütün mücadele pratiğinde, en zorlu süreçlerde bile kişiliğindeki dürüstlük, sarsılmaz bağlılık ve özgür kadın cesaretiyle örgütü korumayı bildi. Uluslararası komplo sürecinde de hem örgüt içindeki tasfiyeci provokatif anlayışlara karşı sağlam duruşu ortaya koymuş, hem de fedailikte kararlaşmayı ve pratikleşmeyi başarabilmiştir. O dönemin kafa karışıklığı, bireycilik ve güvensizlik ortamında savrulmak yerine, duruşu ve pratiğiyle Önderliğe bağlılıkta en önde olmuştur. Bunun içindir ki, o süreçten itibaren çok çeşitli zorlamalara rağmen fedailiği Zilan çizgisinde bir kurumlaşma sahası haline getirmede en ısrarlı ve kararlı tavrı göstermiştir. Çünkü O, her şeye rağmen örgütümüzün karşı karşıya geldiği zorlukları görebilme ve hissedebilme gücünü göstermiştir. Her türlü bozgunculuktan şüphe duyabilmiş, yine düşman cephesinden gelebilecek saldırıları önceden sezinleyebilmiştir.
Kadın boyutunda sorgulayıcılığı ve ona göre pratikleşmenin önemini Gulan arkadaşın şehadeti bizlere bir kez daha öğretmiştir. Çünkü bu saldırının olduğu süreçte örgüt, dıştan yapılan birçok saldırıya rağmen içte en sağlam dönemlerinden birini yaşıyordu. Yani ne spekülasyon yapılırsa yapılsın, hangi provokasyonlara başvurulursa başvurulsun, kazanan yine örgüt oluyordu. O zaman geriye kalan tek yöntem, örgütsel mücadele ile çözüme kavuşturulan ve geride kalan bazı çelişkileri tekrar alevlendirmek, böylelikle yeni bir provokasyona yol açmaktı. Bunun için en uygun zemin olarak IV. Kadın Kongre'si ve en uygun kişi olarak Gulan arkadaş seçilmişti.
Gulan arkadaş, bunun farkında ve bilincinde olarak kongrenin ruhunu ve kararlılığını oluşturmada büyük bir çaba içine girdi. Büyük özeleştirilerin yanı sıra, kadın çalışmalarının hata ve eksikliklerini çok güçlü eleştirdi. Bunlarla da yetinmeyip, çok değişik konulardaki öneri ve görüşleriyle kongreye güç katmayı bildi. Örneğin çocukların ve gençlerin eğitimi, Güney kadınının özgürleştirilmesi ve buna dayalı olarak Güney'de toplumsal dönüşümü ve örgütsel açılımı sağlama, yine örgüt işleyişini geliştirmede çok yönlü görüşler oluşturdu. Öyle ki, Gulan arkadaş kadının neolitikte bilgisiyle tanrıçalaştığını, bilgi yapmanın ya da öğrendiğini yapmanın bir erdem olduğunu belirtti. Kadının bu erdemi yitirerek hem cins olarak kaybettiğini hem de insanlığın kaybedişinin buradan başladığını dile getirdi. "Yeniden kadın bilgiyi ele geçirdi, yani kadın öğrendiklerini yapmanın erdemine ulaşmak için burada toplandı" dedi ve IV. Kongremizin tanımlamasını en çarpıcı bir biçimde şu sözlerle ortaya koydu: "Eğer yeniden bir köprü oluşturulacaksa öğrendiklerimizi eyleme dökmenin somut modelini bulmak, pratik iş yapmak ve onun yüceliğine kavuşmak için burada bulunuyoruz. Önderliğin manifestosunu bu biçimde bütünlükle değerlendirmek, benim için çok anlamlı. IV. Kongremizi de bu anlamda tanımlamak istiyorum." Bu temelde Gulan arkadaş PJA gerçeğini "PJA bir çizgi ve yaşamdır, ideolojidir ve bizim varlığımızın bir bütünüdür" şeklinde ifadelendirdi. Burada özellikle PJA gerçeğini çok daraltan, yaşamın bütününe taşıramayan, ya birbirinden kopuk ele alan ya da sadece bazı zeminlerde ve kurumlarda gören bakış açısını eleştiriyordu. Bunun kadın gerçeğini daralttığını, asıl anlamından uzaklaştırdığını ve pratikleşme zeminini önemli oranda ortadan kaldırdığını ifade ediyordu. Açılımın, her yere ulaşabilmenin ve her yerde temsili sağlayabilmenin ancak doğru anlamda PJAlılaşmayla olabileceğini belirtiyordu.
Nitekim PJA 4. Kongremiz Gulan arkadaşı onur üyeliği ile taçlandırırken, kongreyi bu aşağılık komployu boşa çıkarma ve kadının cevabını oluşturma temelinde "Özgür Yaşamda Israr ve Açılım" kongresi olarak adlandırdı. Kongre pratikleşmesinde ısrar ise Gulan arkadaşın kişilik duruşuna layık olma temelinde oldu. Halen de o çizgiye layık bir yürüyüşün sahibi olmak temel görevimizdir. Bu görev, Önderliğimizin Zilan sözleşmesinin PJA tarafından Gulan arkadaş şahsında tazelenmesidir. Çünkü Gulan arkadaş her türlü iç zorlanmaya rağmen, Zilan çizgisini fedaice sürdürmenin ısrarlı kişiliğiydi, nerede ve nasıl olursa olsun, onun temsil gücü olma kararlılığıydı. Aynı zamanda içine girdiği eksik duruşların güçlü özeleştirisini vermekten çekinmeyen bir netliğin sahibiydi. Bu yönüyle de Sema Yüce kişiliğiyle bütünleşmenin ifadesiydi. Kadın özgürlük hareketinin fedai çizgisinde barışı, özgürlüğü ve adaleti gerçekleştirme yolunda ilerletmek için atacağımız her adım Gulan arkadaş şahsında Zilan ve Sema kişiliklerine ulaşmanın pratiği olacaktır.
Derlemedir
- Ayrıntılar
Bugün 85 yıl önce 46 arkadaşıyla birlikte Kürt tarihinin en saygın ve yüzü ak çınarlardan birisi insafsızca katledilişinin yıldönümüdür.
Bu kişi Şeyh Said’di. Kimine göre Şeyh Said’e "kal" yani ihtiyar, ak saçlı, aksakallı Şeyh. Öyle ki darağacına giderken “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahçup bırakmasınlar“diyecekti.
Şeyh Said kimdir? Şeyh Said, 1865 yılında Erzurum’un ilçesi Hınıs’a bağlı Kolhisar Köyü’nde dünyaya geldi. Babasının adı Şeyh Mahmut Fevzi’dir. Şeyh Said’in ailesi köklü bir aileydi. Dedesi olan Şeyh Ali, Mevlana Halid’in öğrencilerindendi. Şeyh Ali, Mevlana Halid’in, Şam’daki dergâhında eğitim gören öğrenciler arasında özel olarak ilgilendiği 11 gençten birisiydi.
Şeyh Said Medreselerde eğitim görmüş, dönemin en iyi din eğitiminden geçmiş, Arap-İslam felsefesinin yanında eski Yunan felsefesi ile mantık derslerinin egitimini almıştı.. Arapçayı, Kürtçe kadar iyi konuşuyor, okuyor ve yazıyordu.
Şeyh, genç yaşta çevresinde sivrilmiş, tanınmış bir kişilik olmuş, olgunluk çağında ise bölgede tartışmasız kabul gören saygınlığına, Nakşibendîliğin “Postnişin” ini eklemişti.
Bu pozisyonuyla doğal bir halk lideri, halkın sevdiği ve gönül verdiği, herkesin güvendiği, kabul ettiği, sözü geçerli ve saygın bir isimdi.
Kürdistan’da yeni gelişmeler olmaktadır. Türklerle ortak düşmana karşı kıyasıya bir mücadele verilmişti. Bu yüzden de Türkiye Cumhuriyeti devleti her iki halkın aktif katılımıyla oluşmuş bir cumhuriyetti.
Ne var ki süreç ilerledikçe iki halkın “kardeşliği“ büyük kardeş lehine bozulacaktı. Sevr’de emperyalistler Türklerden taviz koparmak için, adeta bilinçlice tüm Türkiye’nin parçalanmasını gündemlerine alırken, Lozan antlaşmasıyla-artık Musul Kerkük İngilizlere bırakılmış, Kürtler yok sayılmış Sevr unutulmuştu. Olup bitenler kıyasıya mücadeleyle olmuştu. Öyle de olsa İngilizler istediklerini elde etmişlerdi.
Gelişmeler bu yönlü olurken, Kürtlerin bir kısım aydın örgütlenmelerine girişmektedir. Bu örgütlerden bir tanesi belki de en önemlisi Azadi örgütüdür. Ya da Azadi Cemiyeti.
Azadi Cemiyeti, 1923’te merkezi Erzurum olmak üzere yeni bir örgüt olarak 8. Kolordu bölgesinde kurulur. “Azadi” adını taşıyan bu yeni cemiyetin çekirdeğini, eski Hamidiye Alayları subayları ile Türk ordusundaki bazı Kürdistanlı subaylar oluşturmaktaydı. Kuruluş gerekçesi, geçmişte verilen vaatlerin yerine getirilmemesiydi.
Azadi Cemiyeti’nin liderleri Cibran Aşireti ağalarından Halit Bey ile Bitlis beylerinden Yusuf Ziya Beydi. Halit Bey, Abdülhamit’in Hamidiye Ordusu için kurduğu aşiret mekteplerinde okumuştu. Bu yüzden aşiret liderlerinin çoğundan büyük saygı görüyordu. Düzenli orduda albaydı. Yusuf Ziya Bey ise Bitlis’te büyük nüfuzu olan biriydi. Ankara Meclisine Bitlis milletvekili olarak seçilmişti. Rahat hareket etme imkânı bu pozisyonundan dolayı mevcuttu. Cibranlı Halit Bey, Kürt meselesini Milletler Cemiyeti’ne götürmek istiyordu. Ayrıca Azadi örgütü içerisinde yer alan subaylarda vardı. Bunlar; Bitlisli İhsan Nuri, Süleymaniyeli Mülazım İsmail Hakkı Şaveyş ve Hortulu Hurşit gibi Kürt ileri gelenleriydi.
Azadi Cemiyeti, 1924 yılında ilk kongresini yaptı. Katılanlar arasında, Halit Bey’in akrabası olan Şeyh Said de vardı. Bu toplantıda gelişmelere göre Mayıs 1925 isyanı başlatma ve o güne kadar her yere Azadi’nin teşkilatlanmasını oluşturma ve ayrıca ‘dış güçlerle ilişki arama’ kararları alınmıştı. Hedefte Bağımsız bir Kürdistan belirlenmiş, ancak dini motifli propagandanın da Şeyh Said tarafından yapılması da önerilmişti.
Kürtler adım adım örgütlenmeye başlayacaklardı. Ancak öyle görülüyor ki Kürtlerin örgütlenmeleri TC devletinin yöneticilerine ulaşacaktır. Buna karşı devlet kendi cephesinde tedbir alacaktır. Geçmişten beri TC devletinin ve Osmanlılardan edindikleri tecrübelerinin başında direnişin liderlerini ya vurma, ya kaçırtma ya da kendi yanlarına çekme yöntemi vardı. Şeyh Said direnişinde önceleri Cibranlı Xalıt sonrada Ziya Yusuf Paşa takip edilerek zindanlara atılacaklardı. Peşinden ise bilinen başka bir yöntem devreye girecekti, o da; direnişi tam örgütlenmeden erken doğuma zorlayarak hazırlıksız yakalamaktı. Buna göre 13 Şubat 1925 günü Şeyh Said’in bulunduğu köye bir askeri birlik gönderilecek ve sözde bazılarını köyde tutuklayacaklardı. Şeyh Said’in tüm çabalarına rağmen bu plan uygulamaya konulur. Hâlbuki Şeyh "istenen kişileri kendisinin sonra göndereceğini" söyler, ancak buna rağmen istenen kişiler zorla alınmak istenir. Çıkan çatışmada askerler öldürülür ve “isyan” başlamış olur.
Olup biten bir isyan değildir. Olup biten bir direniştir. Kendini savunmadır. Ne var ki liderlik yapacaklar ve askerlik yapacaklar tutuklu olunca tüm yük Şeyh Said’e kalacaktır. Şeyh bu işi bilenleri harekete geçirecek, ancak bir sürü başıboş çetevari yaklaşımlarda yaşanınca önceleri önemli başarı elde edilse, halk destek sunsa da işbirlikçilerin, ihanet edenlerin arkadan vurmalarıyla direnişe destek zayıflayacaktı. TC devleti de erken patlattığı bu direnişe sert yönelerek doğum halindeki isyanı bastıracaktı. Daha trajik olanı ise Şeyh Said’i Şeyh Said’in eniştesi olacak Binbaşı Kasım’ın eliyle yakalatacak ve 28 Haziran'ı 29 Haziran’a bağlayacan gece, 1925 yılında 46 arkadaşıyla birlikte katledeceklerdi.
Evet, tam 85 yıl aradan geçti. Şeyh Said direnişinin bize miras bıraktıkları vardır. Ve halen: “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahçup bırakmasınlar“ sözleri hala kulaklarımızda çınlıyor.
Bize bıraktıklarını ise diğer yazılarda işleyelim.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Haziran günü Dersim’in Pülümür ilçesindeki Kırmızıköprü karakolu, karakolun güvenliğini tutan tepeye ve helikopter bekleyen askerlere yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Toplu halde helikopter bekleyen 10 TC askeri ve onları almaya gelen helikopter
- Ayrıntılar
Operasyon ve devlet terörünün arttığı bir süreçte, sitemize böylesi bir konuyu almak istemezdik. Kürtler şereflidir ve uğraştıkları konular bambaşkadır. Bin yılların zulmüne, baskılarına, tecavüzüne ve inkârına baş kaldırmış durumdalar. Kürtlük budur. Zaten bu direniş dışında Kürtlüğün başka bir tarihi ve ismi de yoktur. Kürtler düşmanlarına çok öfkeli değiller, çünkü onlar zaten düşmandır. Düşmana karşı mücadele edilir ve bunu Kürtler kadar iyi öğrenmiş çok az halk vardır. Ama Kürtlerin tarihinde bir de tarihleri öncesi anılan bir ihanet tarihi vardır. İşte, Kürtler buna çok öfkelidir. İhanet ve Kürtlük neşter ile artık birbirinden kopartılmış durumdadır. Neşter ile kesilmiş ihanet, irin tutmuş bir et parçası gibi tarihin çöp tenekesine atılmıştır.
Bunun adı Kürtlük olamaz. Kürt kimliğini kirleten tanınmaz hale getiren bu irin parçasını aslında çok da anmak istemezdik. Tıpkı tarihteki Gomora kentinin yakınlarında duran cüzamlılar vadisinin kutsal kitaplar tarafından lanetlendiği gibi, Kürtler de bu ihaneti lanetlemiştir. Kürtlerin de kutsal ayetleri artık direniştir, özgürlüktür. Onun için, Kürtler ihanete karşı öfkelidir. Bir asker annesi ve ya çevresinin duygusallıkları bir yere kadar anlaşılabilinir. Orduya asker gönderme ve savaş edebiyatı sınırını aştığı zamanlarda kendi kendisini deşifre eder. Yılarca bu edebiyata inandırılan halk iki tercih arasından birisini tercih eder; ya alışılmışlığa devam ya da birçok ülke de olduğu gibi savaş karşıtlığı gelişir. Bizim öfke duyduğumuz şeyler bunların anlaşılıp anlaşılmaması değildir.
Kaç gün önce ölen bir subay eşinin “bende kürdüm, Kürtlük onlara mı kalmış?” Sözleri ister istemez insanları düşündürtüyor. Bu örnek için ne söylenebilinir konusunda hala düşünüyorum. Böyle insanların deşifre olması aslında iyi bir şeydir. Kardelen yardımlaşma kuruluşu için çalışıp, çok masumane gösterilen bu şahıs Mardin’de bir de asimilasyon memurluğunu yapmaktadır. Subaylara eş yetiştirme kültüründen gelen bu şahıs oldukça tecrübeli olmalıdır. Yıllarca yatılı okullar ve yardımlaşma adı altında süren bu uygulamalar Siirt’te ortaya çıktığı gibi herkesin gördüğü şeyin başka bir yüzüdür kardelen...
Kardelen bu yardımlaşma denilen şeylerin asıl amacını da deşifre etmiştir. Bir kere Türk ordusunda kendi etnik kimliğini inkâr etmeyen birisiyle evlenilmez. Yardımlaşma dernekleri, kardelen ve subay ile evlilik aslında bir projedir. Devletin güney doğu projesidir. Bu uçların birleşmesi bir geçeği ortaya koyuyor. Yıllarca anlatmaya çalıştık, ama elif denilen şahsın televizyonda çıkıp kendisini apaçık anlatması aslında daha iyi oldu.
Subay, öğretmen ve Kürdistan gibi kavramları yana yana getirdiğinizde çok farklı bir anlam çıkar ortaya. Elif bir model olmalı, bir özel savaş modeli… Özel savaşın onun şahsında zafer kazandığı bir kişilik oluyor. Yıllar yılı devletin Kürdistan’da başarmaya çalıştığı bir hedef de elif gibi kişilikleri çoğaltıp DNA değişikliği yapmaktı. Elif iyi kopyalanmıştır. Bizde kardelenin Kürtçe karşılığı Berfin’dir. Berfin orjinaldir. İşte devlet elif gibilerini bu DNA’dan alıp kopyalamak istiyor. Cilo’nun hırçın soğuğundan yetişen kardelenin mecazi ifadesi olan bu insan ismini Hakkari ya da başka bir ilimizden alıp, Elif gibi kardelen örtüsüyle kopyalamaya çalışılıyor. Dolayısıyla, orada konuşan devletin kendisiydi. Elif şahsının “benim kızım bütün Türkiyenin kızıdır” demesi, aslında devletin kızıdır anlamına gelir. Kendisi de devlet ile izdivaç yapmış bir kadındır. Kusura bakmasın, ama biz Kürtlerde kendisi unutsa da subay demek, devlet demektir.
Elif’in şeref gibi kavramları niye kullandığını çok iyi biliyoruz, çünkü bilinç altında o kavramlardan en yoksun olanı kendisidir. Acaba bu kadının nasıl bir psikolojisi var? Çünkü filmlerde kopyalama yapılırken, kopyalan insanların psikolojik motivasyonunda sorunlar çıkar. Doğa işte… Doğa bile aykırılığı kabul etmiyor. Kopyalamada kırılma noktası bazen bir düğüm oluyor. Kırılma noktası hatırlansa iş biter. Onun için elden geldiğince çok kelime kullanılır. Bir birine yakın kelimeler. İşte, Elif ‘in şeref kavramını kullanması da bu anlama gelir. Şeref Elif için bir kırılma noktasıdır, onun için çok yoksun olduğu bu kelimeleri çok fazla kullanıyor.
Reber APO, bir çözümlemesinde Bonnapartist Sezaryanist ideolojilerde mutlak iktidar gibi bir belirleme yapmıştı. Benzer paramiliter güçlerin de aynı yöntem ve amaç taşımaları doğaldır. Roma en fazla kırılma yaşadığı yerlerden çocuklar alarak, onları şövalye yapardı. Türk’lerde devşirme yöntemi vardır. Yani Kürtçe olan bu kelimenin anlamı sütten kesme, o yaşta alıp eğitme anlamına gelir.
Elif Mardin de öğretmenmiş. Mardin’in özgürlük mücadelesindeki yeri belidir. Mardin demek biraz da kadın demektir. Dolayısıyla devletin oraya el atması ayrıca bir anlamı olmalı. Yani Elif denilen şey, çok yünlü bir özel savaş figürüdür. Kendisi bir model ise kendisi gibi kadın yetiştirmek, DNA bozmak devlet için çok önemlidir. Onun içi Elif’in öğretmenlik yaptığı yeri gerçekten çok merak ediyoruz. Bir korucu köyü ya da mehelmi denilen ayrı etnik yapının olduğu bir bölge de olabilir. Yani Midyat ya da Savur…
Halkımızın bu örneğe teamül etmesi oldukça zordur. Halkımızın arasına karışmış bu DNA’sı bozuk insanların fazla kalması çok zordur. Halkımız devletin böyle politikalarını çok yaşadı, çok gördü. Zaten Kürt sorunu ekonomik sorundur, diyenlerin elde ettiği şey elif gibi insanlardır. Bu çözümün nasıl bir çözüm olduğu elif şahsında apaçık ortadadır. Halkımız şereflidir ve böyle bir izdivacı asla kabul etmeyecektir. Gerekirse boşanma pahasına olsa da!
Numan Bagok
- Ayrıntılar
Herkesin bir hikâyesi vardır. Senin de bir hikâyen var, birkaç gündür televizyon ekranlarından düşmüyor, ha bire hikâyeni tekrarlayıp duruyorsun. Milyonlarca insan senin hikâyeni dinledi, sana ağlayanlar, sana acıyanlar da olmuştur, ama senin söylediklerin üzerinden siyaset yapanlar da. Senin ağızdan çıkan sözler ve o sözleri sana söyleten zihniyet yapılanman, senin söylediklerin üzerinden siyaset yapanları görmene izin vermeyecektir, aksine bir tarafa öfke ve kin kusarken, bir tarafa da sıkı sıkı sarılacaksın. Seni izlerken ve de dinlerken, “kendi düşmanına sevdalanmanın ancak bu kadarı olur” dedim. Bir de ayrıca Kürt olduğun için üzüldüm, acıdım haline. Nasıl ki Türk devleti yüz yıllardır soyundan geldiğin halkı öteleyip ve onun çocuklarına her türlü uygulamayı reva görüyorsa, maalesef bugün sen de onların ağızdan konuşup ötelenen gerçekliğini bir de sen öteledin. Sana sunmuş oldukları imkânlar, seni henüz tayini bile yapılamayan bir öğretmen yapmış olmaları seni onlara borçlu ve minnettar kılıyor olabilir. Ama hiç kendi kendine sordun mu neden doğup büyüdüğüm coğrafyada halkım yoksulluk içinde, niye sonradan öğrendikleri bir dille konuşuyorlar, ya da neden toplumsal açıdan geri bırakılmışlık var? Bırak senin “teröristler” dediğin insanları, neden o coğrafyada çocukların öldürüldüğünü sordun mu kendi kendine? Ceylan’ın parçalanmış cesedini televizyonlardan görebildin mi? Ya Uğur’u… ya senin “asker diye yetiştireceğim” dediğin kızının yaşındaki Enes’i… onların hiçbirinin küçücük avuçlarına silah sığmıyordu, tetiği çekemeyecek kadar küçüktüler. Öldürülen bu çocukların ne suçu var diye sordun mu kendi kendine? Her şeyi bir kenara bıraktım, bir anne olduğun için belki biraz Kürt annelerinin yürek acısını anlarsın diye bunları sana söylüyorum.
Kardelen Elif!
Senin ısrarla Türkiye’nin her yerinde dalgalanacak dediğin Türk bayrağıyla, Atatürk büstüyle hiçbirimizin bir sorunu yoktur. Bir halkın bayrağına ve öncülerine saygı duyacak düzeyde erdemli insanlardır Kürtler, PKK’liler. O yüzden dalgalanmasında hiçbir sakınca görmemekteyiz, fakat o bayrak altında öldürülmeye, kültürel asimilasyona uğratılmaya ve yok sayılmaya tahammülümüz yoktur. İşte senin farkında olmadığın ve hiçbir biçimde gerçekliğini bilmediğin, kavgamız bundandır.
Bilinçsizce sarf etmiş olduğun sözlere rağmen seni suçlayamıyorum. Çünkü seni yetiştiren ve öğretmen yapan o çok bağlı olduğun devlet kurumlarında, sen farkında olmadan sana aşılandı bunlar. Sadece kendi hayat kavgasına girişen bir kadının, bir başka kadınların ya da bir halkın çektiği acıları anlamasını bekleyemem. Senin “terörist” dediğin insanların tümü senin de doğup büyüdüğün coğrafyada büyüdüler. Senin bugün bile farkına varmadığın, yukarıda sorduğum sorularla, çelişkilerle daha çocuk yaşta tanıştılar. Birçoğunun evdeki ismi ayrı, resmi devlet kurumlarında kayıtlı olan ismi ayrı, konuştukları dil ayrı, onlara eğitim kurumlarında öğretilen dil ayrı ve birçoğu biliyor musun, doktor, öğretmen, mühendis, avukat vs. vs… birçoğu senden daha iyi koşullarda okuma ve yetişme fırsatı buldu. Ama ona rağmen senin kadar bencilleşip kendini inkâr edecek düzeye gelmeyi kabul edemedi. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının hangi maddesi senin Türkiye sınırları içerisinde yaşayan, ama Türk halkıyla eşit haklara sahip olan bir halk olduğunu söylüyor ki “ben de Kürdüm” diyebiliyorsun. Kürt olduğunu neyle kanıtlayacaksın?
Kardelen Elif!
Seni Çağdaş Yaşımı Sağlama Derneği yetiştirdi, bizi de Önder Apo ocağı. Zihniyetimiz ve hissettiklerimiz ayrıdır. Bu yüzden birbirimizi anlamamız biraz güç olabilir. Fakat sana sadece birkaç öneride bulunacağım, doğup büyüdüğün coğrafyaya tekrardan dön ve halkının neden yoksulluk içinde yaşadığını, neden göçe mecbur bırakıldığını ve dağlarda vurulan insanların neden vurulduğunu öğren. Yine coğrafyanda çocukların ellerine neden kelepçe takıldığını, zindanlara konulduğunu, en önemlisi de neden öldürüldüklerini araştır. O zaman belki de gerçek anlamda Kürt olduğunu hisseder, terörist dediğin coğrafyanın insanlarına karşı kızını bir asker olarak yetiştirmekten vazgeçersin ve bu savaşa dur diyen, barış ve kardeşlikten yana tavrını koyan “Barış Anneleri”nin içinde yer alırsın. Sen kocandan kalan alyansı boynunda taşıyıp, tabutuna dokunabildin, ama o annelerin çoğunun çocuklarının mezarı bile yok, nerede vurulduklarını bile bilmiyorlar. Ama ona rağmen acılarını başkalarının acılarıyla yıkamayı tercih etmiyorlar.
Son olarak öfkene teslim olma, Kürdistan’ın gerçek kardeleni olmak için kendi köklerine dön ve kendini tanı.
Rojbin GOLAV
- Ayrıntılar
Kürdistan gerillaları hakkında son süreçlerde söylenmeyen söz kalmamış gibi. Yaşam şartlarımız, gerillaya katılım sebeplerimiz, içinde bulunduğumuz psikolojiler, nasıl kandırıldığımız gibi noktalarda başlayıp gerçekten gülünç düzeylere varan değerlendirmeler Türkiye basınında yoğun bir şekilde işleniyor. Böylesi yönelim ve saldırılar karşısında sesimizi duyurmaya çalışsak da sınırlı bir düzeyde kendimizi ifade ettiğimiz de bir gerçek. Bir özeleştiri konusu olan bu durum tabii ki sadece bizim sorumluluğumuz altında değil.
Karşımızda öylesine bir inkar sistemi var ki, toplumu ve onunla ilgili her alanı o kadar tekel altına almış ki önyargılar denizini aşıp ulaşmak oldukça zor oluyor. Hele bir de tarihte tüm özgürlük savaşçılarının başına geldiği gibi bir lanetlenme sıfatı olan terörist, bebek katili, şiddet düşkünü gibi ahlaki yargılarla suçlanmamız da araya girince sesimiz daha bir kısılıyor. Açıklama çabaları arasında, meramını anlatma çabaları arasında gerçek düşünce ve duygularımızı yansıtmakta zorlanıyoruz.
Kişilik haklarının yanı sıra toplum ve halk olmaktan gelen haklarımızın çiğnendiği, günlük soykırım politikalarıyla yüz yüze kaldığımız bir ortamda şüphesiz gerillanın her türlü saldırı ve söylem karşısında cevap olması da beklenemez. Her ne kadar söyleyecek sözümüz çok olsa da nefesimizi hakaretlere cevap olmak maksadıyla harcamamakta kararlıyız. Çünkü halkımızın özgür yarınları için daha çok çalışmak, mücadele etmek ve savaşmak zorundayız. Bu nedenledir ki bırakalım insanlığın en kutlu çocukları devrimci gerillalar karşısında havlamaya devam etsin bekçi köpekleri.
Dediğimiz gibi günlük bir soykırım tehdidi altındayız ve faşist Türk devletinin inkar ve imha siyasetinin son temsilcisi olan AKP hükümetinin ılımlı İslam çerçevesinde yaratmak istediği sistemde bize yer olmadığı artık açık bir gerçek olarak herkesçe görülebiliyor. En basiretsiz insanlar dahi eğer bilinçli bir saptırıcı ve yeminli düşman değillerse bunu görebilir.
Bu saldırı ve yok sayma karşısında Kürt halkı olarak tabii ki sessiz kalacak, teslim olacak değiliz. Bu süreçte her zamankinden daha fazla varlığımızı korumak ve özgürlüğümüzü kazanmak en temel bir hak olarak kendisini dayatmakta. Ya onurlu barış ya da görkemli direniş ikilemi içinde yürüyen süreçte barışçıl çözüm ihtimalinin kalmamasından kaynaklı artık görkemli bir direnişle Kürt halkının geleceğinin inşa edilmesi görevi tüm yakıcılıyla önümüzde duruyor. Bu inşa süreci çerçevesinde başlattığımız yeni mücadele döneminin haklılığı artık hiçbir güç tarafından gizlenemez, türlü oyun ve hilelerle saklanamaz.
Başlattığımız yeni stratejik mücadele döneminin ilk hamleleri olan gerilla eylemlilikleri bir yandan yeni sistemimizi kurmakta yol açıcı rol oynarken, bir yandan da yıllardır süren saldırılar karşısında bir intikam hareketi olarak faşist güruhları cezalandırmaktadır. Gerçekleştirdiğimiz bu eylemler ardından hem hareketimizin haklılığını tersi göstermek, hem de alınan darbeleri gizlemek için sivilleri hedef alıyormuşuz gibi bir izlenim yaratılmak isteniyor. Bir yandan yurtsever Kürt halkı faşist ordu ve emniyet güçleri tarafından katledilerek “bir Kürt daha eksildi” ırkçı mantığı üzerinden kazanç elde ettiklerini sanıyorlar, bir yandan da gerillalarımız hedef haline getirilerek Kürt halkı arasında nifak tohumları ekilmek, çelişki yaratılmak isteniyor.
Defalarca açıkladığımız gibi tüm eylemliliklerimiz için tek kırmızıçizgimiz sivillerin zarar görmemesidir. Buna rağmen sanki yürüttüğümüz gerilla mücadelesi tamamen şiddet düşkünü insanların amaçsız ve hedefsiz yürüttüğü bir saldırı dalgasıymış gibi yansıtılmak isteniyor. Bir yandan gerillanın eylem sonuçları gizlenmeye çalışılırken bir yandan da sivil katliamları yapıp üzerimize yıkarak kamuoyu nezdinde kör şiddet taraftarları olarak yansıtmak istiyorlar.
Bu kara propaganda bir yanıyla yenilgi ardında yaşanan şok ürünü olarak kafa karıştırıp gerillaya karşı tepki oluşturmaya çalışırken tabii ki bir yanıyla da gerillanın gerçek karakter ve mizacının tanınmaması, gerillaya karşı sempati duyulmaması gibi bir sonuç da yaratmak istiyor. Çünkü gayet iyi biliyoruz ki son yıllarda sadece Kürdistan toplumu içinde değil, Türkiye’de yaşayan çok farklı kesimlerde gerillaya ve Özgürlük Hareketine karşı bir sempati gelişiyor.
Salt ulusal bir hareket olmaması, tüm insanlığın sorunları karşısında geliştirdiği ideolojik, felsefi çizgi temelinde yarattığı çözümlerin uygulanabilirliği ve sonuç alıcılığının olması insanların ilgisini çekiyor tabii. Tüm ezilen sınıf, kesim, cins ve akımlar kendilerinden bir parçayı Özgürlük Hareketi’nin içinde gördüğünden özgürlük cephesi her geçen gün büyüyor ve bu sömürgeci erkek egemen kesimlerin çıkarları için hiç de iç açıcı bir manzara değil. Gerillaya saldırılması biraz da buradan geliyor aslında.
Tabii gerilladan daha fazla Önderliğimize yönelik saldırılarda bir artış var. Belki de gerilla karşısında çözüm olamamanın hıncını Önderliğimiz üzerindeki tecridi ağırlaştırarak çıkarmak istiyorlar. Bir yandan Önderliğimize olan bağlılığımızı bildiklerinden duygusal atmosfere kapılıp kontrolsüz ve zamansız eylemlere girmemiz isteniyorken bir yandan da Önderliğimizin esaretini bir şantaj olarak kullanıp “daha fazla ileri gitmeyin” mesajı veriyorlar.
Şunu herkesin bilmesinde yarar var. Biz, Özgürlük gerillaları olarak her şeyden daha çok Önderliğimiz karşısında hassasız. Önderliğimiz, gösterdiği insanüstü direniş ile İmralı işkence sisteminde geçirdiği 12 yılda onurun, şerefin, namusun her türlü baskı ve zor karşısında nasıl zafer kazanabileceğini göstermiştir. Yolumuzu aydınlatan en büyük güç olarak Önderliğimizin varlığı aynı zamanda büyük bir eğitici güç olarak da geleceğimizi çiziyor.
Tabii ki dostlarımız bunu böyle bildiği gibi düşmanlarımız da biliyorlar. Bu yüzden Önderliğimize yönelik baskı ve şiddeti geliştirerek üzerimizde psikolojik etki yaratmak, hedefimize yönelik yoğunlaşmalarımızdan alı koymak hedefleniyor. Bu alçakça olduğu kadar ahlak dışı yönelimlerin dozajına göre tabii ki bizim de verilecek cevaplarımızın olduğunun bilinmesinde de yarar vardır…
Görünen o ki Kürt halkının yaşadığı tarihin belki de en güçlü ve onurlu direniş zamanı bin yıllardır arzulanan özgür geleceği yaratmada dönüm noktası olacak. Böylesi bir süreçte halk savunma güçleri olarak bizler başta Önderliğimiz olmak üzere tüm değerlerimize yönelik gelişen saldırılar karşısında herkesin elinden gelenin üstünde bir direnişi göstereceğine duyduğumuz inancı bir kere daha belirtmek istiyoruz.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Haziran günü 20.00 ile 28 Haziran günü 02.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şeşdara, Xantur yamaçları, Bêtalma ve Partizan Tepeleri, Bêtalma Vadisi ile Bezenikê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Haziran günü Gümüşhane’nin Kelkit kırsalında operasyona çıkan TC ordusu ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışma sonucunda Amed(Hamit Ulaş) ve Rezan(Salih Özcan) yoldaşlarımız kahramanca savaşarak şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar