Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Temmuz günü saat 06.00 sularında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Bêdevê ve Bêzelê arasında gerillalarımız tarafından skorsky tipi helikoptere yönelik olarak bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Apocu Hareket tarihin akışkanlığı gibi akışkan bir harekettir. Apocu Hareket demek en zorlu koşullarda çıplak bir yürek ve irade gücünden başka hiçbir şeyi olmayan, yine düşmanla birebir yüzleşildiği ortamda halkın, devrimin ve partinin çıkarlarını korkusuzca ve kahramanca savunmak demektir. Muazzam güç dengesizliği içerisinde eğilmeyen bir baş, bükülmeyen bir irade ile halkın, devrimin, partinin kimliğini çıkarlarını ve çizgisini savunmak en zor olanı olduğu gibi Apocu kahramanlığında özüdür. Kahramanlıkta korkaklıkta zor anlarda belli olur. Zor anlarda, darlıklarda, imkânsızlıklarda, kanıtlanmayan olağanüstülük ve kahramanlık, kahramanlık değildir.
PKK’li tutsaklar–özelde Mazlum, Hayri, Kemal ve önde gelen kimi kadrosu-zorlu süreçte asıl rolün ve devrim bayrağının dalgalandırılmasının zindanlara düştüğünün bilincindedirler.
Mazlum arkadaş “geri çekilme doğrudur, acele edilmesin, iki yıl sağlam bir hazırlıktan sonra fazla geç kalınmadan, bir kez daha ülkeye dönülsün” ve “o zamana kadar biz bu bayrağı devralacağız, o boşluğu dolduracağız, dışarıdaki devrimi biz zindanlarda sürdüreceğiz” diyerek bu sorumluluğu bizzat üzerine almıştır. Hayri arkadaş o süreçte tarihteki tüm Kürt direnişlerinin geride hiçbir yazılı belge bırakmadan bastırıldığını dolayısıyla tarihe mal olmuş miraslara dönüşemediğini-her ne pahasına olursa olsun-savunma yapmaları gerektiğini belirtecektir. Bu sözler düşmanın siyasi savunma yaptırtmayacağını gördükten sonra yapılan bir belirlemedir.
Bu ilkesel yaklaşım PKK’li tutsaklarının tarihte eşine ender rastlanılacak olan bir direnişi sergilemelerine götürecektir. Deri ve kemikten ibaret olan, dört duvar arasında dünyada ve yoldaşlarından kopuk olanla bu iradeyi ve azmi–ki azmin ve iradenin yırtamayacağı hiçbir şey yoktur-gerçeğiyle canlarını ortaya büyük insanlık onuru olan PKK için ortaya koymuşlardır.
Zindana girildiğinde çok tecrübe yoktur. Bir insanın kaç gün susuz kalacağı, açlık grevine ne kadar dayanacağı bilinmiyor. İlk deneme sekiz gün, ikinci deneme on beş gün olmuştur. Önceleri su içilmezken giderek öne çıkacak olan eylemin siyasal mesajıdır. O zaman su ve sigara da alınır. Okunan bazı kitaplar dışında gördükleri hiçbir deney yoktur. İlk büyük ölüm orucu 43 gün sürecektir. Ve giderek çelikleşen bir irade şekillenecektir. Kürdistan’da onlarca gün aç kalmak ve bunu halk için ülke için katlanmak yeni bir kültürdür.
Çünkü geçmiş isyanlarda teslimiyet ya da ölüm hep önde olmuştur. Ancak bu kez zindan da direniş destanları yaratılmaktadır. Düşman alabildiğine her yöntemi devreye koyarak teslim almaya çalışırken, iç ihaneti ve vahşi şiddetle eksiltmeyecektir. Nitekim bunun sonucunda 1981’lerin sonunda hep kırılmalar yaşanacaktır. Tek tek çift çift teslim olmuşların koğuşları dolacaktır. Öncü militanlar tek bir elin parmak sayısı kadar kalırlar ya da kalmazlar. Teslimiyet, korku bir virüstür, bulaştı mı tüm bünyeyi sarar. Bunun üzerine Kemal Pir ve Hayri arkadaşlar teslimiyetin ihanete dönüşmemesi için ve direnişi yeniden örgütlemek için teslim olanların koğuşlarına giderler. Ferhat Kurtay “Herhalde ben işkenceden, ölümden korkmuyorum. Apocu'luğa ihaneti de düşünmüyorum. Arkadaşların da öyle düşünmesini istemiyorum. Ama biz bu direnişi kaybettik, bütün arkadaşlarımız koğuşlarda kaldı ve koğuşlar düşmanın ajanlaştırma faaliyetleri için açık alanlar haline gelmiştir. Biz yapabilirsek onun önüne geçmeye çalışacağız” der.
İlk direniş kırıldıktan sonra her gün ve her saat yeni kurallar dayatılır. İşkencenin düzeyi giderek artırılır. İtirafçılık alabildiğine hızlandırılır.
Direnişten önce veya direniş sürecinde nispeten normal olan koğuşlardaki yaşam koşulları direnişin bitimiyle birlikte düşman cehenneme dönüştürür. Köpek gibi hırlatma, eşek gibi anırtma, kuzu gibi meletme, lağım çukuruna sokup çıkardıktan sonra birbirine yalatma, copla tecavüz, bir hücreye 56 insanı yerleştirme, birkaç kişilik yere kışın ortasında elbiseleri çıkartarak her gün su dökme, pencereleri açık bırakma, tazyikli su, mahkeme gidiş gelişlerde kelepçeleme, arabada zincirleme ve tüm yol boyunca coplama, sıcak yemekleri tutsakların üzerine dökme gibi insanlık dışı muameleler eksilmediği halde önder kadroları savunmalarını yazarlarken; “Bakın önderleriniz itiraflarını yazıyor” gibi birçok onur zedeleyici, insanlık dışı tutum ve davranış Diyarbakır zindanının günlük yaşamı olacaktır. “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” sloganı böyle karanlık, karabasan gibi çöken kâbuslu günlerin şiarı olacaktır. Onlarca insan-yurtsever ve militan dayanamayarak intihar girişiminde bulunmaktadır. Ölüme bile geçit verilmemektedir. Ölüm adeta tek kurtuluş yolu olarak kalmaktadır. Ancak buna da müsaade edilmeyecektir.
1982 yılının 21 Martına gelindiğinde ya bu baş aşağı gidişe dur denilecektir, ya da bir avuç Apocu militan sonuna kadar direnerek ihanet etmeden imha olacaklardır. Mazlum arkadaş yan koğuştaki bir arkadaşa (Karasu) bugünün Newroz günü olduğunu ve Newroz'u nasıl kutlayacağını sorduktan sonra kendisinin üç kibrit çöpüyle Newroz'u kutlayacağını belirtir. Mazlum arkadaşın eylemi baskıların arttığı, teslimiyetin geliştiği bir dönemde gerçekleşecektir. Mazlum arkadaş kravatların toplandığı gün mahkemede olduğu için kravatını düşmandan saklayabilecektir.
4. katta kalıyor, 4. kat meyillidir. Kravatla bir ilmik yapar, kravatını su vanasına takar. Daha sonra ilmiği boynuna geçirir ve ayaklarını kaydırır. Başka da bir direnişi ortaya koymanın imkânı bu şartlarda yoktur. Ölümü düşmanın elinde koz olarak almak, bunu Kürt ve Ortadoğu’nun kardeşlik, birlik, direniş geleneğinin günü olan Newroz'da üç kibrit çöpüyle alevleyerek kutlamak ölüm perdesini yırtmaktır. Ölüm ruhunun kol gezdiği günlerde ölümü pençesine alarak hiçleştirmek, ölümün üstüne üstüne yürümek adeta “git ölüm kahpe ölüm” demek bir direniş destanıdır. Apocu ruhun teslim alınamayışının öyküsüdür bu. Yıllar sonra Avrupa’da eser Altınok “PKK virüsü içime girdi, beni sarıyor” demesi işte bu ruhtur.
33. koğuşta bulunan Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyak ve Mahmut Zengin arkadaşlar Mazlum arkadaşın eyleminden sonra büyük bayraklar yapmak için yağlı boya, tiner, fırça vb. malzemeler alırlar. 17 Mayısı 18 Mayısa bağlayan gece dört arkadaş nöbet listesini kendi eylem planına göre hazırlarlar. Koğuşlarda nöbet tutmak askeri bir kuraldır o zaman. Her tutuklu bir gerilla, her koğuşta bir gerilla birimi olduğundan nöbetin tutulması şarttır.
18 Mayıs sabahı 4 arkadaş tüm yağlı boyaları üstlerine dökerek kibriti çakarlar. Arkalarından eylemlerinin nedenlerini, içeriğini ve anlamını izah eden geniş bir mektup bırakırlar. Eylem sırasında tutsaklar panikle uyanarak olay yerine koşarlar. Karşılarında dört militan ateş içinde ellerini birbirlerinin omzuna koymuş “Yaşasın PKK, kahrolsun sömürgecilik” sloganını haykırmaktadırlar. Panik havasıyla ateşi söndürmek isteyen arkadaşlara “yapmayın yoldaşlar, ateşi söndürmeyin, ateşi gürleştirin” karşılığını vererek sonra da şahadete ulaşırlar. Bu çakılan üç kibrit çöpünün yankısıdır. Direniş bireyleri gizliden sarmıştır, Mazlum arkadaşın eylemi; militanlar içinde birikmiş olan öfke, dolu kin, dolu hırsın kibritlerle çakılmasıdır.
Tarihi büyük ölüm orucu eylemi tüm bu yaşanılanlardan sonra gelişir. Bir gün mahkemeye götürüldükleri sırada Hayri Durmuş yoldaş söz alarak ölüm orucu eylemlerini duyurur. Uzun bir konuşma yapmayacağını belirten Hayri arkadaş aldığı kararı şöyle açıklar: “Biz insanca yaşam koşulları ve düşüncelerimizi savunma olanağı istedik. Fakat siz bunların hiçbirini kabul etmediniz ve insanlık dışı işkencelerinize devam ettiniz. Bu yüzden hiçbir talep ileri sürmüyorum. Bugünden sonra da ölüm orucu eylemine başlıyorum” diyecektir. Bu kesin bir karardır.
Hayri arkadaştan hemen sonra söz alan Ali Çiçek arkadaş “PKK bize teslimiyeti değil direnişi öğretti. Şu anda içinde bulunduğumuz konumla hem teslimiyet hem de ihanet içerisindeyiz. Benim PKK’de öğrendiğim bu değildir. Bunun için direniş yolunu seçiyor ve ölüm orucuna giriyorum” Ali Çiçek arkadaşlar arasında en genç olandır. Polise ifade vermeden tek kelime konuşmadan zindana gelen arkadaşlardandır.
Ondan sonra Kemal Pir söz alır. “Bende Hayri ve Ali Çiçek arkadaşların söylediklerine katılıyor, onların söylediklerinin altına imzamı atıyorum. Yaşamdan bıktığımız ve yaşam gücünü gösteremediğimiz için ölümü seçtiğimiz sanılmasın. Biz yaşamı çok seviyoruz. Yaşamı uğruna ölebilecek kadar seviyoruz” der.
Peşinde Akif Yılmaz ile Karasu arkadaşlar ölüm orucuna katılacaklarını söylerler. Sonrada ölüm orucuna katılım sayısı artacak direnişin tohumları yeşerecektir.
Mahkemede koğuşlara giderken Mehmet Hayri durmuşun “Başardık başardık başardık” diye sarf ettiği sözler şimdiden başarılmış bir eylemin haykırışı olmaktadır. “Kürdistan Vietnamlaşıyor çığlıkları duyuyor musunuz” sözleri mücadeleye olan inanç ve bağlılığın ta kendisidir.
Zindanda direniş tohumları filizlenirken “Teslimiyet ihanete direniş zafere götürür” sloganı Destanlaşır. Direniş ve kahramanlık şaha kalkarken ihanet durmayacaktır. Şahin Dönmez ve şürekâsı harıl harıl çalışacak, işkence yapmaktan tutalım, itirafçılık için insan ikna etmeye kadar. Kürt "teşisi" dönüyor, Kürt dokusu yine devrededir. Ancak bu kez galebe çalan direniş ve kahramanlık oluyor.
Kemal Pir 7 Eylülde, Mehmet Hayri Durmuş 12 Eylülde, 15 Eylülde Akif Yılmaz, 17 Eylülde Ali Çiçekler şahadetleriyle militanlar yeni bir dönem başlatacaklardır. Eylemi sürdüren başka PKK tutsakları da vardır. Onlar düşman yazılı savunma olanakları sağlama, işkenceyi durdurma, itirafçılaştırmak için kimseyi zorlamama gibi sözleri düşman verdikten sonra ölüm orucu eylemini sonlandırırlar. PKK tutsakları böylece ilk kez tarihi ters yüz ederek düşmanı dize getirirler. Kürt halkı onun dostları ve ilerici insanlık bundan böyle PKK’yi biraz da zindanlardaki direnişiyle tanıyacak ve anacaktır. Dört duvar arasında bir deri bir kemik kalan militanlar bu iradeyi gösterdikten sonra gerillayla buluşmuş militanlar neler yapmazlardı ki.
İhanet tohumunun tarihsel toplumsal dokusu vardır. Toplumsal bir organizmaya benzetilecekse ve bu her geçen gün bilimsel bir olgu olarak karşımıza çıkıyorsa, toplumun genlere sahip olduğunu da kabul etmek gerekecektir. Kürt toplumsal dokusunun örülüşünde ihanet ya da ihanet eden nüveler vardır. Jeo stratejik konum, işgal ve istilalar, göçebelik, meraya duyulan ihtiyaç. Sonuçta kendine güvensiz, dışa endeksli ve güdümlü kişilik yapılanmasını yaratmıştır. Bu öyle bir dokudur ki tarih ilerledikçe daha derinleşecek ve kanıksanır bir hal alacaktır. Yoksa dün keskin dava adamı görüntüsü veren kişilik bugün nasıl aynı kaynağa saldırır pozisyona geçer ki?
İhanetin objektif olarak sübjektifleşerek bireye nüfus etmesidir. Tasfiyecilik çok tasfiyeci olunmak istendiği için olunmuyor, tasfiyecilik o bakımdan bir tercih sorununu ötesinde bir eğilim bir karakter işidir.
Ara sınıfta gelen bir karaktere sahip kişilik ara sınıf özelliklerini taşıyacaktır. Gelgitlidir, üste öykünse de buna ulaşamaz. Onun için tepki tutar, alta daha fazla düşmekten korktuğu için ona çok eğilimli olmaz. İki uç arasında sıkışıp kalan ara sınıf kişiliği bu özellikleriyle hastalıklıdır. Buna bir de çok çarpıklaştırıcı sömürgeci karakter de eklenince adeta çözümsüz bir vaka ortaya çıkmaktadır.
“Şahin Dönmez tipik bir örnektir. Bu dönemin “gözde militanı” Şahin Dönmezdir. Yardımcılığıma oynuyordu. Fakat içte yoldaşına karşı ilk vahşi cinayeti (Pazarcıklı Muhtarın kızı Ayşe) o işlemişti. Kendini bu tür inisiyatiflerle güçlü gösterme istemi ağır basıyordu. Kompleksli olması aile yapısından kaynaklanıyordu. Önderliksel doğuşun bir zaaflı tarafıydı. Polis sorgusunda hemen çözülüşü erken Ortadoğu seferine yönelmeme yol açtı. Çözülmeseydi tarihin seyri bambaşka olurdu. Ayrıca onur savaşını veren yoldaşlarına yüklenip ölüm oruçlarına zorlamasaydı 15 Ağustos sürecine mevcut biçimiyle gelmeyebilirdi. Kürtler de zor koşullarda kolay saf değiştiren tipi temsil eder. Rahat ve ikbal günlerinde ise bunlar en öndeki gibi gözükmeyi tercih ederler.” (AHİM)
Şahin Dönmez, Yıldırım Merkit, Hıdır Akbalık, Ali Gündüz gibi kişilikler Kürt toplumunda yaygındır. Bu kişilikler ortamın şartları ağırlaştıkça belirgin olarak ortaya çıkarlar. O dönemlerde zindan da bulunan Kani Yılmaz bir ara yoldaşlara işkence yapan konumdadır. Direniş geliştikçe mücadele bayrağı yükseldikçe tekrar Apocuların içine girecektir. Önemli olan zorlu şartlarda militan tavrı takınmadır. Yoksa rahat ortamlarda keskin olmak en önde görünmek rahattır. Nitekim 14 Temmuz eyleminin görkemli ve kararlı sonuçlanmasıyla düşman dize getirilir. PKK safları tekrar bilenir. Teslimiyet ihanete götürmeden tekrar devrim davasına onlarca yüzlerce militan kazanılır. Kürt toplum dokusunun bu karakterinden dolayı zaaf gösterenlere çok tepki göstermeden eğitim ve ikna ve ilgilenme yöntemleriyle halka hizmet eder hale getirmek birincil çalışma olmuştur.
14 Temmuz büyük ölüm orucu bir nevi kahramanlık için şafak atma iken ihanet için yarasaların kaçışını ifade eder. Berraklaşan direniş ortamı ve ruhuyla ihanetçi kukla piyon kişilikler deşifre edilerek etkisizleştirilirken binlerce militan ve yurtsever devrim çizgisine çekilerek ihanete batmalarının önü alınmıştır. Önceleri çok açık Yıldırım Merkit vb. gibi ihanet edenler bundan sonra Şener gibi daha gerilere gizliliğe çekilerek ihanetleri yapacaklardır. Bu önemlidir. Önceleri kol gezen ihanet geriletilerek Yunan mitolojisinde Hades diye tabir edilen yeraltı dünyasına çekilecektir. Bununla sınırlı değildir direnişin yarattığı sonuçlar. Deri kemik kalıpta tarihin altın sayfalarına altın harflerle geçenlerin önünde işgalci sömürgeci kolluk güçleri de selama geçeceklerdir. İlk kez Kürdistan tarihinde ihanetin önü alınacak ve ihanet dokusu PKK militanlar şahsında yenilgiye uğratılacaktır.
Şairin söylediği gibi; PKK’nin direnişi ve direniş geleneği, “İhanetin Göğsüne Hançer Gibi Saplandı.” Artık ihanet alenen olmayacaktır. Artık işbirlikçilik alenen olmayacaktır. Olsa da bir gizi perdesi kalmamıştır. 14 Temmuz büyük ölüm orucu direnişi, namussuzluk yapacaklara namussuzluğu dahi beceremeyecek düzeyde ar perdelerini indirmiştir. Ya insanlığın saffında yerine alacak ya da arsız olup ihanetinin bedelini ödeyecektir. Birde bu yönüyle bakılacak olursa Kürdistan tarihinde ilk kez ihanet, işbirlikçilik ve hainlik hak ettikleri yerleri almıştır. Yani, tarihin hurda vatlık çöplüğünü…
Teslimiyet ihanete, direniş ise ezilen, mazlum Kürt halkını zafere taşıyacaktır.
Not: bu yazı Kürdistan Tarihinde İhanetin Doku Şifreleri kitabında alınmıştır.
K.Nurhak
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Temmuz günü 22.30 ile 17 Temmuz(bugün) 04.00 saatleri arasında Hakkari’in Yükseova ilçesine bağlı Satê ve Biyê köyleri ile Medya Savunma Alanlarına bağlı Zağros’un Çarçela alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Temmuz günü(bugün) saat 05.30 sularında Hakkari’nin Girê Berana alanına bağlı Seyyida Vadisi ile İdê ve Kığê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından kobra tipi helikopterler desteğinde bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Temmuz günü akşam 19.00-20.00 saatleri arasında Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Talanê Köyü ile Mate alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Evet, Şeyh Said’in torunları bugün Şeyh Saidleri ve cümle cemaat bu halk için emek sarfetmiş, kan akıtmış, çabalamış ne kadar direnişçi varsa hepsini hak ettikleri yere koyuyor. Onure ediyor. Unutulan o tüm kutsal değerleri yeniden tarihin sahnesine çıkarıyor. Ve öyle ki faşist devleti yaptıklarıyla her gün yüz yüze getiriyor. Ve daha da getireceğine dahil söz veriyor.
Şeyh Said’i ve arkadaşlarını Onure etmek biraz da onların yaşadıklarını yeniden yaşamamaktan geçiyor. Onları anarken cümle iblislerin onların başlarına getirdiklerini yaşamamaktan geçiyor.
85 yıl ya da 90 yıl önce ne olup bitmişti?
Osmanlı birinci dünya savaşına Almanlarla birlikte girmiştir. Kaybettiklerini Almanların eliyle ya da onların savaşta elde edecekleri başarırlarla yeniden ele geçirmenin planını yapmışlardı. Dimyat’a giderken evindeki bulgurdan olma deyimi Osmanlının başına gelecekti. Osmanlı, Almanların birinci dünya savaşını kaybetmeleriyle birlikte tarih sahnesinde silinecektir. Entante diye bilinen itilaf güçleri Osmanlı topraklarını işgal edecek, Osmanlı sömürge konumuna getirilecekti. Uzatmadan, bu işgale karşı Türkiye halkları direnişe geçecek ve görkemli bir direnişle bugün Türkiye diye bilinen yapı oluşturulacaktı. Kürtlerde Türkler gibi kurucu üyeler olarak bu yeni oluşumda yerlerini alacaktı, ancak Türkiye’yi daha önce işgal eden güçler Misak i Milli diye bilinen sınırlara göz koymuşlardı. Musul ve Kerkük’te petrol yatakları bulunmuştu. Yine Suriye’nin bir kısmını elerinde bulundurmak istiyorlardı.
Hikâye uzun, petrol yataklarını Türkiye’den koparmak için Sevr’de yapılan toplantıda Türkiye’nin adeta paramparça edilişi gündeme getirilir. Türkiye’nin bir kısmı Yunanlara, bir kısmı Fransızlara, bir kısmı Ermenilere, bir kısmı İngilizlere ve Kürtlere önceleri otonomi, daha sonra ise isterlerse bağımsızlık verilecekti. İtalyanları, Rusları da bu planların içine dahil ettiler.
Sonuç; Türkiye bölünmeyle karşı karşıyadır. Sözde Sevr bazı halklara haklar verecekti. Hâlbuki biz biliyoruz ki, bu şekliyle kurulacak Türkiye, sadece ve sadece kan revan içinde olacaktı. Kan revan, yani sürekli çatışma, sadece gücü fazla olanların yani emperyalistlerin işine yarayacaktır. Bir Irak’a bakın 90 yıl sonra bile halen kan durulamıyor. İstikrarsızlık üzerine kurulu bir yapılanmanın yaratacağı da durum, sadece ve sadece istikrarsızlıktır, ama bugün daha iyi anlıyoruz ki, bu bile Kürtlere ve Ermenilere çok görülmüş. Yapılan sadece bir blöftü. Meğer yapılan sadece bir B planıymış. Asıl plan Türklere ölümü göstererek sıtmaya razı etmekmiş. Bugünlerde Türklerin Kürtlere yaptıkları gibi. Musul ve Kerkük’e karşı Ermeni ve Kürtler için düşünülenlerden vazgeçmek. Ya da tersinden söyleyecek olursak; Musul Kerkük alınacak Sevr’de tarihe karışacak.
İngilizler, sadece iş olsun diye böyle işin içine girmiyorlar. Somut, pratik adımlar atıyorlar. Bunlar emperyalist işlerini tesadüflere bırakmazlar. Bir de bunlar, emperyalistler tek at üzerinden koşuya girmezler. Bunlar, her zaman birkaç at, birkaç jokey ve birkaç planla çalışırlar.
İlk planları güney Kürtlerini yanlarına alarak Türkiye’de yaşayan Kürtlerle birlikte Türkiye devletine karşı çıkarmaktır. Bunun için Şeyh Mahmud Berzenci’yi önce Süleymaniye kralı yaparlar, ancak Şeyh İngilizlerin oyunlarına gelmez, oyunları kabul etmez. Bunun üzerine İngilizler Kürtleri bombalamaya başlarlar. Hatta uçaklarla vururlar. Şeyh’i esir alarak Hindistan’a sürerler. Nafile! Kürtler, İngilizlerin siyasetlerine gelmezler. Kürtler, Türklerle birlikte Cumhuriyetin asli kurucu üyeleri olarak yer almak isterler. İngilizler planlarından vazgeçmezler. Şeyh Mahmut Berzenci’yi Hindistan’dan geri getirerek yeniden Süleymaniye kralı yaparlar. Kendilerince kulaklarını sıkarak, ancak Şeyh, bu oyuna yine gelmez. Şeyh, Türkiye devletinin yanında yer alır. Yani Misak i Milli sınırlarını savunur. Şeyh, bu oyunlara gelmediği için Kürdistan yeniden bombalanır ve Şeyh yeniden esir alınır. Bu kez Basra’ya sürülür.
Devam edelim. İngilizler dediğimiz gibi tek at üzerinden siyaset yapmazlar. Bir yandan Şeyh Berzenci’yi kendi yanlarına alarak Türkiye’ye karşı çıkarmak isterlerken, diğer yandan ise kuzeyde Azadi örgütüyle ilişki kurmak için uğraşırlar. Bir Şeyh Abdulkadir’le ilişki kurarlar. O ise, bu ilişkiyi Şeyh Said’e bildirir. Bu arada Türkler Kürtleri giderek daraltmaktadırlar. Kürtlere vaat edilenler yerine getirilmemiştir. Hatta bir Koçgiri isyanı kanla bastırılmıştır. Her ne kadar daha sonraları tatlıya bağlansa da, olup biteni herkes görmüştür. Daha önemli olan dediğimiz gibi Kürtlerin giderek dıştalanmalarıdır. Bir taraftan bu durum, diğer taraftan İngilizlerin vaatleri, bir diğer yandan Türkiye cumhuriyetin zorlanmaları ve tabii buna Hilafetin kaldırılması gibi birçok çevreyi etkileyen durumlarda etkilenince Kürtler daha fazla aktifleşeceklerdir.
İngilizler Kürtleri tahrik ederek yardım edeceklerini söyleyeceklerdi, ardından da Türklere "bakın Musul ve Kerkük bize bırakılmazsa bırakın Sevr’i bir Kürt devleti kurulacak ve genç Türkiye parçalanacaktır" diyeceklerdi. Yani Önderliğimizin dediği gibi "Tavşana kaç, tazı’ya tut" denilecektir. "Kürtlere ayaklan denilecek Türklere ise vur" diyeceklerdir. Tabii Musul ve Kerkük verilmiş ise.
Biz tarihi irdelediğimizde Lozan Konferansı öncesi aslında Musul ve Kerkük verilmiş, İngilizler Kürtleri satmıştı. Lozan konferansı esasta Kürtlerin öncesinden pazarlandıklarının ve inkâr edildiklerinin resmiyete dökülmüş belgesidir. Başka da bir şey değildir. "Şu şöyle söyledi, bu böyle söyledi" hepsi hikâyedir. Lafı güzaftır. Kürdistan’ın inkârında sadece teferruattır. Ayrıntıdır. Asıl olan Kürtlerin uluslararası sistem tarafından resmen inkâr edilmeleridir. O çok bilinen demokrat Amerikan Wilson’da bu inkârın içerisindedir.
İşte Şeyh Said ve yoldaşları bu kadar kapsamlı yürütülen bir uluslararası komployu göremeyeceklerdi. Hatta bu İngilizlerden medet umacaklardı. Kürtlerin ayaklanmaya hazırlandıklarını TC devletine bizatihi aktaranlar İngilizlerdir. Aynen 45 yıl öncesinden Şeyh Übeydullah Narinimizi ihbar ettikleri gibi, bu kez Şeyh Said’imizi, Cibranlı Xalitimizi ve tabii Yusuf Ziya paşamızı…
Emperyalistler ve onlara boyun eğen Türkler, Kürtleri zayıf pozisyonda yakalamak, erken doğum yaptırtmak için Şeyh’in bulunduğu köye gelerek, bazı kişileri esir almak istemeleri sadece ve sadece bir provokasyon iken, erken doğuma tahrik iken, hazır değilken isyanı patlatmak olduğu politikasını göremeyen Şeyh Said direnişi, hazırlıksız bir şekilde bilinçlice İngilizlerin ihbarı sonucu başlayacaktır. Direnişçiler hazırlıklı değildirler. Liderleri olan Cibranlı Xalit tutuklanmıştır. Azadi örgütü bir nevi başsız bırakılmıştır. Örgütlemeyi koordine edecek beyin alınmıştır. Örgüt koordinesiz kalmıştır. Sonuç kendi kendine gelişen bir isyan ya da direniş. Sonuç, tümden kendisini hazırlamış işgalci bir Türk ordusu ve devleti. Sonuç ayağa kalkanların katledilmesi ve direniş liderlerinin idam edilmesi.
Evet, bir yandan muazzam bir yürek ve yurtseverlik diğer yandan da müthiş bir yenilgi ve ardından da Kürdistan’ın derinlikli olarak işgal edilmesi ve soykırımlar…
Biz Şeyh Said’in torunları olarak olup biteni biliyoruz. Ve Şeyh Said’e pir u kalımızın “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar“ sözlerine Kürdistan özgürlük gerillaları olarak bağlı yaşayacağımıza ve Kürdistan gençlerinin de bu sözlere bağlı kalarak dağlara akacaklarına, size ve işgalcilerce idam sehpalarında sallandırılan tüm direnişçilere layık olacağımıza ve olacaklara söz veriyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Sert bir mücadele sürecine girmiş bulunuyoruz ve bu varlığı koruma özgürlüğünü kazanma süreci öyle görülüyor ki daha da sertleşecektir.
Gerillalar olarak kendi cephemizden kardeşlik, barış ortamının sağlanması için yapılması ve gösterilmesi gereken ne kadar özveri varsa, hepsini göstermiş bulunuyoruz. Dünyanın hiçbir direniş hareketinin göstermediği tek taraflı ateşkesten tutalım da barış elçilerini gönderene kadar her şey, ama her şeyi bir iyi niyet göstergesi olarak yaptık, ancak devlet ve onun iktidar gücü olan AKP, bu iyi niyet yaklaşımlarımızı suistimal ederek komple Kürt halkına, onun legal ve seçilmiş legal güçlerine, körpecik çocuklarına ve gerillasına karşı saldırılar üzerine saldırılar başlatmış ve binlerce legal siyasetçiyi ve çocuğu zindanlara doldururken kendi elimizle, silahsız gönderdiğimiz barış elçilerimizi tutuklamış ve ardından da hava saldırılarıyla gerillamıza yönelmiştir.
Özcesi halkımıza ve gerillasına karşı komple bir imha saldırısı yöneltilmiş bulunuyor. Bu faşizan uygulamalarını yaparken de ihanetçi işbirlikçi bir sürü öğeyi de devreye koymuş bulunuyorlar. Yine gazeteci kimliği adına olmadık faşizan ağızlarla, halkımıza ve gerillasına hakaretler yağdırıyorlar. Bir sürü sözde siyaset bilimcisi, özel savaş uzmanını da piyasaya sürerek, Kürt halkının ve onun gerillasının nasıl tasfiye edileceğinin akılmendliğini yapıyorlar. Yine kendini bilmez, birçok geçmişi karanlık sözde kalemşor ise önderliğimize dönük akıl almaz saldırılarda bulunuyor.
Evet, süreç sertleşiyor. Öyle görülüyor ki daha da sertleşecektir. Bu durumda böylesine kritik bir süreçte Kürt gençleri ve demokratik gençlik çevreleri ne yapacaklardır? Olup bitene bakacaklar mıdırlar? Yoksa harekete mi geçeceklerdir?
Olmak ya da olmamak dedikleri temel kritik soru budur. Biz diyoruz ki, gençlik harekete geçmelidir! Ve biz diyoruz ki, şimdi tam da gençlik zamanıdır! Ve biz diyoruz ki şimdi tam da eylem zamanıdır!
Öncelikli olarak halka, gençlere yönelen polislere yönelme zamanıdır!
Ekonomik katkılarıyla faşist rejimi ayakta tutanlara ve onların malvarlıklarına yönelmenin zamanıdır!
İhanetçi işbirlikçi Kürdü sırtından vuran hainlere vurma zamanıdır!
İhanetlerini dilinde ötesine taşıyan, iktidarın ve devletin akıl hocalığını yapan kendi halkını satanlara yönelmenin zamanıdır!
Sözde turist olarak gelen ve milyarlarca para bırakarak Kürt halkının ve onun gerillasının başına bomba olarak geri dönen bu silahları finanse eden merkezlere yönelmenin tam zamanıdır!
Bu faşist devletin inkârcı ve imhacı sistemini ısrarla sürdüren bunda direten bürokratlarına, mal varlıklarına yönelmenin de zamanıdır!
Evet, gün topyekûn faşist kurum kuruluşlara onlara yamanan ihanetçi işbirlikçilerine ve ajanlarına yönelme zamanıdır!
Elbette bunları yaparken de hedef olması gerekenlerin dışında hiç kimseye ama hiç kimseye zarar gelmemesine dikkat edilmesinin de gerekiyor. Var oluşu savunma zamanı bizim varlığımıza yönelmeyenleri itinayla korumanın da zamanıdır.
Faşist devlet soykırım kararını almıştır. Bu soykırım kararına karşı bizlerin direnme ve kendi varlığını koruyarak özgürlüğümüzü kazanma zamanıdır.
Biz gerilla olarak elimizde geleni daha da ileriye taşıyacağız! Eksiklerimizi gidermek için korkunç çaba harcayacağız! Ve neler yapacağımızı giderek herkes daha iyi görecektir!
Gerilla ile gençlik, ilk kez bu yönlü ruhsal olarak birliğini ve beraberliğini yakalayacaktır. Bu ruh birliği temelinde her Kürt ve demokratik gençlik çalışanını özgürlük mücadelesinin bir neferi olarak görüyor ve öyle de yaklaşıyoruz.
Gençlerin vurma zamanı derken de gerillayla birlikte, ancak gerilla dağlarda, gençlik ise şehirlerde, hem de Türkiye şehirlerinde aynı ruhla, aynı dinamizmle, aynı amaçla ortaklaşarak vurma zamanı olduğunu daha gür ve hür haykırıyoruz!
Yeniden yeniden diyoruz ki:
GENÇLİĞİN VURMA ZAMANI!
Ve yapabileceklerin varsa imkanların gerillaya akma zamanı!…
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
13 Temmuz günü 23.30 ile 14 Temmuz günü 01.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Lawikê Xerip ve Siser Tepeleri ile Alaniş alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
1. 11 Temmuz günü sabah saatlerinde Şırnak’ın Cudi alanına bağlı Çolya Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon aynı gün akşama doğru sonuçsuz bir şekilde geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Temmuz günü saat 18.30 sularında Siirt’in Pervari ilçesinde bulunan Xerxol karakolu ile karakolun güvenliğini tutan tepe arasında bulunan askeri bir araca yönelik olarak YJA-STAR gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylem esnasında karakol tepesinden de karşılık gelince gerillalarımız karakolun güvenliğini tutan mevzileri de vurmuştur.
- Ayrıntılar