Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Haziran günü saat 20:00 sularında Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Bilican tepesine yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Tepede bulunan 70 civarındaki düşman askeri gerillalarımız tarafından etkili bir şekilde vurulmuştur. Burada düşmanın 10 mevzisi, bir büyük çadır ve A6 ağır silahının bulunduğu mevzi gerillalarımız tarafından imha edilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Hazian günü(bugün) 02:30-04:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şikêrê Bêtalme alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından kobra tipi helikopterlerle hava saldırı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Ahmet Arifle daha doğrusu onun şiirleriyle büyümeyen Kürt var mıdır acaba? Varsa da olmaması gerektiğini her zaman düşünmüşümdür.
Ahmet Arif’in şahadet yıldönümünü yaşıyoruz. Onu bir gerilla olarak anmadan geçmek doğrusu olmaz. Olmamalıdır. ‘Bu gözler hiçbir zaman faka basmadı’ şiirini dinlerken hep birazda kendimizi düşünmüşümdür. Gerillayı düşünmüşümdür. Bir sigaraya içmeyen, neredeyse anti sigaracı olarak büyütülmeme ve büyümeme rağmen, ‘bir nefesten yarılarım cıgarımı, bir nefesten’ deyişiyle tütün içmeyen, tabakadan tütünü alıp sarmayan bir gerillaya hep kuşkuyla bakmışımdır. Çünkü tütün yani cigara, ateş ve gerillayı bir birinde koparamazsınız. Bilemem ama gerilla ve cigarayı, hem de bir nefeste yarılayan gerillayı görmemişseniz söylediğime anlam yüklemeniz zor olur. Siz buna birde o bize her zaman sembol, idol ve örnek olmuş Che’nin Puro çekişini, dumanlayışını görmemişseniz söylediklerime gerçekten yine anlam vermeyebilirsiniz.
Evet, Ahmet Arif’i anıyoruz. Onu 33 Kurşun’la, Adiloş Bebem’le, Anadoluyum’la, Hasretinden Prangalar Eskittim’le ve tabii ki diğer dokunaklı şiirleriyle tanıdık. Belleklerimizde belki de en çok iz bırakan 33 Kurşun olmuştur.
Yiğitlik inkâr gelinmez,
teke tek dövüşte yenilmediler…
evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
yanan cıgaranın külünü,
güneşlerde çatal kıvılcamlanan,
engereğin dilini,
ilk atımda uçuran,
usta elleri…
Bu gözler,
bir kere bile faka basmadı,
Çığ bekleyen boğazların kıyametini,
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların…
Ancak her bir şiiri bizi, gerillayı anlatan bir tadımlık.
Hep sormuşumdur bir şair bu kadar nasıl güzel şiir yazar diye. Onu dinlediğinizde onu okuduğunuzda ondan etkilenmemeniz olanaklı olmayan bu güç, bu derinlik, bu incelik, bu etkileyiş nereden gelir diye hep düşünmüşümdür. Ve vardığım sonuç; bu toprakların kökleriyle…
Kendi adıma şunu rahat bir şekilde söyleyebilirim: Ahmet Arif’i anlamak derinliğini yakalamak gerçekten Kürdistan dağlarında bir gerilla olmakla mümkündür. Belki bu çok uç kaçan bir tespittir, belki de fazladan sübjektiftir, bilemem. Kendim dağlara çıkmadan da hep Ahmet Arif’i dinlemişimdir, şiirlerini ezbere okumuşumdur. Ancak bir gerilla olarak siz bu şiirleri dinlediğinizde bu şiirler sadece ve sadece size hitap ettiği izlenimini edinirsiniz. Hele hele bu şiirleri Ahmet Arif’in sesinde dinliyorsanız orada biraz durmanız gerekir.
Evet, Ahmet Arif’i anıyoruz. Nedense gerilla mücadelesine biraz geç başladığımızı hep düşünürüm. Bir Yılmaz Güney’in kesinlikle gerillaya gelmiş olacağına bir amentü gibi inanırım. O gözler, o bakışlar sadece gerilla da vardır diye düşünürüm. Bir Cigerxwîn’ın keza öyle geleceğine. Osman Sabri’nin gözleri görmemesine rağmen, ‘hayallerimi gerçekleştirdiğiniz’ demesi gibi. Bir aydınlık, sadakat, yurtseverlik ve komutanlık abidemiz Mele Abduhraman’ımız 98’inde gerilla gelmişti. Onun gibi. Ve nasıl ki çınarlık abidemiz, dedemiz, ağabeyimiz, aydınımız Musa Anter 70’inden sonra gerilla ile şaha kalkışmış ise aynen öyle Ahmet Arif’de şaha kalkacağına her zaman inanmışımdır. Ve bu inancımın ne kadar doğru olduğu 1992 yılında Engizeklerde karşılaşacağım Erzincanlı Mahmut yoldaştan öğrenecektim. Mahmut yoldaşımız Ankara’dan katılmıştı. Ve Ahmet Arif ile düzenli görüşmüş olan biriydi. O Ahmet Arif’i anlattıkça Ahmet Arif’in erken doğduğunu ya da bizim çok geç gerillaya başlayışımıza olan inancım pekişmiştir. Çünkü Mahmut yoldaşın anlatımlarında büyük şairimizin gerillaya dönük bir dörtlük yazdığını öğrenmiştim. Ben o dörtlüğü çok sonraları birkaç kez dinlemişimdir. Ve Ahmet Arif’in geç kaldık deyişini de ondan duymuşumdur.
Hâlbuki o geç kalmamıştı sanki biz biraz geç kalmıştık. Ve çok erkenden aramızdan ayrılışına bunun için hiç alışamadım. Engizekler'e çıkarken radyodan şahadetini duyuşumda gözlerimde akan gözyaşlarını hatırlıyorum. Bugün o günlere giderken yine ağlamaklı oluyorum. Ve geç kaldık, sizleri gerillaya komutan olarak taşıramadığımız için üzgün olduğumuzu şahadet yıldönümünüzde yeniliyoruz.
Evet, Ahmet Arif’i anıyoruz, ancak bu kez bir komutan olarak anıyoruz. Hem de bir gerilla komutanı olarak…
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Otuz yıldır Kürdistanın dört bir yanında amansız bir savaş veriliyor. Binlerce kişi bu savaşta yaşamını yitirdi. Onlarca faili mechul cinayet işlendi. Hizbulkontra, Jitem şimdide Ergenekon hortlatıldı. Fakat hiç biri Kürdistan Özgürlük Mücadelesini geriletemedi.
Otuz yıllık savaş sürecinde TC hiçbir askeri ve insani kuralı yerine getirmedi. Pervasızca masum insanları katletti. Sudan bahanelerle halkımıza saldırdı. Genç kızlarımıza tecavüz ettiler, çocuklarımızın kollarını kırdılar. Buda yetmedi Özgürlük Mücadelesine sempati gelişmesin diye tüm ahlak dışı ne varsa Kürtlerin yaşadığı yerlerde polis eliyle yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Hırsızlık yapan, fuhuş ticareti, esrar eroin ticareti hep polislerce kollandı. Bunlar hep Özgürlük Hareketinin gelişmesini önlemek için yapıldı. Hiçbir ahlaki ölçü ve kurala uymayan bu uygulamalar Kurdistan ve Kürtlerin yaşadığı metropollerde yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Ama bunların hiçbiri Kürt Özgürlük Mücadelesini zayıflatmadı. Aksine Kürt Özgürlük Mücadelesi düşmanın bu insanlık dışı uygulamalarına karşı direnişi hep yükseltti.
TC ordusunun NATO’nun üçüncü büyük ordusu olduğu biliniyor. Bunun yanı sıra askeri alanda ne kadar gelişmiş silah varsa temin ediyor. Her yerde kendi ordusunun ve askerinin ne kadar kahraman ve yenilmez olduğunun propagandasını yapıyor. Ama kahraman gerilla gösterdi ki o anlı şanlı diye şişirilen TC askeri gerillaya karşı aciz bir durumda kaldığı mücadele tarihimiz tarafından ispatlanmıştır. Kürt Özgürlük Mücadelesinin gerillaları kahraman, yenilmez(sözde) TC askerinin kabusu oldu. Propagandası yapılan ‘vurduk, kıstırdık, püskürttük vb.’ operasyonlarla sanki çok büyük başarılar elde etmiş gibi kamuoyuna yansıtılan palavralar gerçekte çaresizliklerini ve zayıflıklarını göstermektedir. Birçok arkadaşımızın anılarında geçer: Düşman askeri operasyonlara gelirken hiçbir şey yokken bağırır çağırır, küfreder böylelikle kendini teselli eder diye.
1 Hazirandan sonra yeni bir sürecin başladığı KCK tarafından kamuoyuna deklere edildi. Önderliğimiz ve Hareketimizin barış ve diyalogla bu sorunun çözümü için verdiği yoğun çaba TC tarafından bir zayıflık olarak görülmüş ve saldırılar artmıştır. Bu yüzden zaten eylemsizlik kararı anlamını yitirmişti. Doğal olarak 1 Hazirandan sonra eylem ve çatışmalar arttı. Akabinde asker ölümleri de çoğaldı. Panikleyen devlet bunu manipule etmek için bilmem İsrail ile ve başka şeylere bağlamaya çalışması nafiledir. Hiçbir şey onların acizliğini gizleyemeyecektir.
En son İskenderun’da HPG gerillalarınca yapılan eylem sonrası şaşkına dönen devlet hemen olayı İsraille ilişkilendirme çabasına girdi. Eylemden hemen sonraki gün yine aynı karakola taciz haberi verildi. Fakat daha sonra anlaşıldı ki askerlerin rüzgar sesinden korkması paniklemesi sonucu etrafına ateş açmasından ibaretmiş. Yani artık Türk askeri doğa olayını bile gerilladan bilecek kadar gerilladan ürküyor. Bunu da resmi ağızlardan açıklamaktan geri durmuyorlar. Hatay Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz kışlaya yönelik taciz ateşi haberlerinin doğru olmadığını belirterek, “Askerler, ağaçların sallanması üzerine ateş açmışlar. Yapılan araştırmada olayın rüzgardan kaynaklandığı anlaşılmış” dedi. Yani artık HPG rüzgarından bile ürküyorlar.
4. Dönemin başlaması ve eylemsizlik kararının sona ermesinden sonra bu tür haberleri daha çok duyacağız herhalde. Nasıl ki Zapta ardına bile bakmadan kaçmaya tereyağından kıl çeker gibi dediler, rüzgar sesini gerilla sandılar; Önderliğimizi muhatap almadan ve Kürt sorununun demokratik yollardan çözümünü gerçekleştirmeden bu halisünasyonları görmeye devam edeceklerdir.
Bu halk savaşmaya da barışmaya da var. Ancak devlet eğer barışa yanaşmıyorsa ve savaştan başka alternatif bırakmıyorsa vebali onlara…
Boran Mercan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Haziran günü saat 10:00 sularında Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Dağlıca’nın (Oramar) Şehit Gafur Tepesi’ne yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir suikast eylemi gerçekleştirilmiştir. Tepe Komutanının öldürüldüğü eylem sonrası TC ordusuna bağlı kobra tipi helikopterler ile eylem alanının çevresine yönelik olarak bombardıman yaparken, eylem timimiz kayıp vermeden merkez üsse ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basın ve Kamuoyuna
1. 30 Mayısı 31 Mayısa bağlayan gece saat 00.40 sularında Hatay İskender’da bulunan Deniz İkmal Komutanlığına yönelik olarak HGP Amanos Eyaletimize bağlı Şehit Karker timinde bulunan gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Komutanlık etrafında bulunan tel örgüleri aşarak nöbet kulübesine yaklaşan gerillalarımız nöbet değişimi için gelen Reo marka askeri aracı ve Nöbet kulubesini B7 roketatar ve ferdi silahlarla vurmuştur. Yaklaşık 20 askerin bulunduğu araç tamamen imha edilmiş bu eylemde 7 düşman askeri öldürülmüş ve 3’ü ağır olmak üzere düşmanın 11 yaralısının olduğu tespit edilmiştir. Gerillalarımız eylem sonrası üslerine geri dönmüşlerdir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Mayıs günü 23.00 ile 31 Mayıs günü (bugün) 02.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şeşdara alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Hakaret eleştiriyi aşan insan onuruna uzanan bir saldırıdır. Biz buna onur kırma, onura dokunma, küçültücü söz ve davranış olarak ele aldığımızda yapılanın bir savaş olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır. Ve eğer bize karşı yapılan böyle bir savaş söz konusu ise bizim de kendimizi savunma hakkımız doğar.
Kürt halkına, onun kadınlarına, analarına, gençlerine, çocuklarına, siyasetçilerine, kültürcülerine, sivil toplumcularına, insan hakları savunucularına, gerillasına ve önderliğine hakaretler yağdırılmaktadır. En basitinden de ‘terörist’ denilerek özümüze saldırı yapılmaktadır.
Halkımız meydanlarda linçlerle her gün yüz yüze bırakılmaktadır. Halkımıza TC’nin televizyonlarında oynatılan dizilerle diz boyu onur kırıcı yakıştırmalar yapılmaktadır. Aşağılatıcı benzetmelerle küçük düşürülmektedir. Kültürüyle alay edilmektedir. Kültürü çalınmaktadır. Kültürü dejenere edilmektedir. Adeta ayı oynatma tarzında birçok kültür alanında alay edilerek onuru çiğnenmektedir.
Kadınlarına açık bir şekilde devletin resmi kolluk kuvvetleri tarafından tacizler ve tecavüzler yapılmaktadır. Bu siyasete adım atmak isteyen Kürt kadınına ‘ayağını denk’ al mesajı olarak daha fazla reva görülmektedir. Kadınlarımız meydanlarda joblanmaktadır.
Kızlarımız-henüz erginlik çağına dahi gelmemiş küçük kızlarımıza-devletin resmi okullarında tecavüzlerle dejenere eden faşizan bir kültür empoze edilmektedir. ‘Dağa çıkmaları yerine fuhuş yapsınlar’ zihniyeti devletin ve onun iktidarında yer alan partinin bilinçli özenle yürütülen politikalarıdır. Tecavüzlerle insanların kendilerinde kaçar hale getirerek ruhsal dünyalarını karartmak sadece ve sadece bir özel savaş uygulamasıdır. Ve bu aşağılık uygulama Kürtlerin en genç kızlarına uygulanarak ‘bakın size ne yaparız’ mesajının kendisidir. Bu ise ahlaksızlığı halkımıza reva görme zihniyetidir ki bunun adı ise onursuzlaştırma, iğdişleştirme ve kendi karşıtına dönüştürme projesidir.
Analarımıza el uzatılmaktadır. Dövülmektedir. Dünyanın her yerinde analar kutsanır. Ve biz Kürtlerde bu kutsanma belki daha da derindir. Neolitizmin toprakları olan bu topraklarda analara el uzatmak demek ne kadar kutsal değerin varsa bunlara el atarız demektir. Bu ise bize, tüm benliğimize, kimliğimize, değerlerimize yapılan hakaret ve saldırıdır.
Gençlerimiz gözlerimizin önünde her gün vurulmaktadır. Gencecik gelecek vaat eden aydın gençlerimizin okullarda kurşunlanması, gencecik bedenlerin sınırlarda vurulması, körpecik yavrularımızın içlerine bombalar atarak katledilmesi bir saldırıdır. Ve buna karşı sessiz kalma ise asla insanlıkla bağdaşmayacak bir davranış biçimidir. Sessiz kalmak demek onursuzlaşma demektir.
Biz ise bu onursuzlaştırma politikalarına, katletmelere dur diyoruz.
Biz ise kadınlarımıza yapılanlara dur diyoruz.
Biz ise analarımıza kalkan elere dur diyoruz.
Biz ise kadınlarımıza karşı yapılan tacizlere dur diyoruz.
Biz ise küçücük kızlarımıza yapılan el uzatmalara dur diyoruz.
Biz ise tek tek gençlerimizi katletmeyi hedefleyen faşizan saldırılara dur diyoruz.
Biz ise halkımıza dayatılan kültür yozlaştırmasına dur diyoruz. Kültürümüzle sözde medyalarda dillendirilmesine dur diyoruz.
Biz ise maymun yerine konulan, meydanlarda oynatılan ayı yerine konulan yaklaşımlara dur diyoruz.
Biz ise basın özgürlüğü adına bize ‘terörist’, ‘cani’ diyen ve hakaret edenlere dur diyoruz. Sizin basın özgürlüğünüz sizin olsun. Düşünceleriniz bize karşı olur, olmaz o size ait ancak bize hakarete varan sözlerinize dur diyeceğiz.
Biz ise gerillaya, önderliğimize, halkımıza, ulusal değerlerimize yapılan her türden hakaret içeren sözlere dur diyeceğiz.
Ve sadece dur demeyeceğiz aynı zamanda bundan sonra da hem dur diyeceğiz hem de vur deme zamanıdır diyeceğiz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Önderliğimizin yıllardır barış ve diyalog esaslı çözüm arayışlarına bir cevap verilmediği gibi insanlık dışı uygulama ve ahlaksız saldırılarla yüz yüze kaldığı her gün açığa çıkan yeni bir örnekle ispatlanıyor. Artık bir devletle yürütülen savaş algılamalarını aştığı, ulusal sorunun çözümünü aşan insanlık sorunlarının kalıcı çözümü için ürettiği düşünceyle yeni ufuklar açtığı ispatlanan Önderliğimize yönelik geliştirilen saldırılar karşısında savunma güçleri olarak çok yönlü savunma savaşını sürdürmemiz gerekiyor.
Bu savunmanın bir yanı gerilla güçleri olarak faşist devlet ve ittifaklarına karşı silahlı savaşım olduğu gibi söylenen her söz, gösterilen her davranış karşısında da kültürümüzde ektiğimiz ahlakı zedelemeden cevap olabilmemiz de önem kazanıyor. Yapılan saldırıların tek yönlü olmadığı göz önüne getirildiğinde yürütülecek savunma savaşımının komple karakter kazanması gerekiyor. Özellikle ideolojik ve siyasi alan içinde medya aracılığıyla yoğunlaştırılarak sürdürülen saldırılara verilecek cevapların da bu mücadelenin önemli bir ayağı olduğu bilinerek meşru savunmanın yükseltilmesi gerekiyor.
Söylenen sözün sahibine yakıştığı doğru. Yani hakaret ve rencide edici söz söyleyenlerin kendilerini tarif ettiği yönlü bir sonuca ulaşabilsek de bunun sarf edilen sözler karşısında sessiz kalınması gerekliliğini doğurmadığını da görüyoruz. Her gün ayrı bir gazete, site veya TV ekranından Önderliğimize yönelik gerçekleştirilen saldırılara karşı duyarlı olmak kadar gereken tepkinin gösterilmesi gerekliliği de açıkta duruyor. Duyarlı ve bağlı bir insanın varlık gerekçesine yönelen her türlü saldırıyı misliyle karşılama gücünde olduğunu bildiğimizden bir yönlü içimiz rahat olsa da göreve çağrı kabilinde de olsa hatırlatmakta yarar var.
Bakın Türkiye’nin sözde yazarlarından (kesin kendisini aydın da sayıyordur) birisi Önderliğimize nasıl hakaret ediyor.
“…bir gerilla lideri gibi değil de, batık banka patronu gibi ağlaşmaya devam ediyor: Yok gözüm ağrıyor, yok karnım ağrıyor diye. Kardeşim vücudun bu kadar hassassa niye dağa çıktın ki?.”(Ergun Babahan-Sabah Gazetesi) tabii ki yazdığı bunlarla sınırlı değil ama terbiyemiz bu yazılanları buraya aktarmaya elvermiyor.
Bu yazıyı okurken nasıl bir refleks gösterilmesi gerektiği konusunda epey düşündüm. Ve dedim ki ya bu kişi Türkiye’deki ortalama yazar kalitesini ortaya koyan gerici, cahil, vurdumduymaz, ‘ben’ egosunda yüzen bir ukala, ya da Önderliğimize yönelik gösterdiğimiz hassasiyetin farkında olan özel savaş rejiminin dönem dönem refleksleri ölçmek için kullandığı yöntemlerin uygulayıcılarından biri. Ha, denilebilir ki zaten ikisi de aynı. O da doğru. Ama cahil ile bilinçli insanları aynı kefeye koyup yargılayamayacağımızdan bu ayrımı yapma gerekliliği de ayrıca önümüzde duruyor.
Şimdi bu kişiyi yazdıklarını alıp çözümleyerek değerlendirmeye çalışmayacağız. Çünkü cahil ya da bilinçli olsun bu kişinin Önderliğimize karşı yoğun bir öfke duyduğunu, bu sebeple Önderliğimizi ve savunduğumuz düşünceleri anlayamayacağını biliyoruz ve böylelerine söz söylemek yerine başka türlü yaklaşılması gerektiğini hatırlatıyoruz. Ona eşeğin sudan bir an önce gelmesi temennisinde bulunuyoruz.
Ancak böylesi psikolojilerin anlaşılması açısından bir iki noktayı vurgulamadan da geçemeyiz.
Nefret duygusunun temel nedenlerinden biri de nefret edilene karşı duyulan korku ve muğlâklıktır. Korku öylesine büyük ve engellenemezdir ki nefrete maruz kalanın taşıdığı anlam ve yüklendiği misyon görünmez, görünemez. Korkunun derinliği bilince giden yolları kapattığından olsa gerek açık, görünen, sade olan bile sisler perdesi arkasında kalır.
Korkunun nedeni kendisine öyle öğretilmiş olmasının yanında dört elle tutunduğu yaşam gerçeklerinden uzaklaştırma ihtimalidir. En benim diyen insan ve sisteminin aslında “hiçbir şey” pozisyonunda olduğunu görmek istememesidir ya da. Yıllarca bağlı kaldığı, onsuz insanların yaşayamayacağının iddia edildiği düzen, oluşturduğu ilişkiler düzeneği, kanun, siyaset derin çatlaklara bölünürken bunu sağlayan düşünceye karşı yaşadığı çaresizliğin bir etkisi de olabilir pekâlâ.
Bu düşüncelerle öylesine dolu yaşayan bir insan hangi olguya mantıklı ve gerçekçi bakabilir ki? Tabii ki karşısındaki onun gözünde anlaşılamaz, tanımlanamaz gelecek. Uğraştığı olgunun ne olduğunu çözümlemeyip söylediği sözlerin kendilerine nasıl döneceğini bilmeyen söz sahipleri bu örnekte de görüldüğü gibi yaşadıkları psikolojik buhranlara bu saldırgan ruh haliyle cevap olmaya çalışacaklar. Psikolojide buna ne ad verildiği bilgimiz dâhilinde değilse de “kör” ya da “awêl” iyi bir tanımlama olabilir.
Bilinçli insanlar nefret duygularına meyil vermekten, karşısındaki insana hakaretvari sözlerle saldırmaktansa çözümlemeli bir ele alış ile doğruluğuna inandığı düşüncesini gerçekleştirmeye, böylelikle kamuoyu vicdanında haklılığını ispatlamaya çalışır.
Ama nefretin denizinde kötü kokulu diliyle sağa sola dalaşan psikolojilerin böylesi bir dertleri olmadığı gibi yeminli düşmanlık yaptıklarından halkın vicdanında bulacakları cezaya layık insanlar kategorisinde yer aldıklarını bir kez daha hatırlatalım.
Çünkü böylesi psikolojilerin gerçekliği bu iken temsil ettikleri gelenek ve Kürt katliamlarında oynadıkları rol göz önüne getirilerek yaklaşım gösterilmesi en doğrusudur. Bilinmelidir ki bu sözlerin sahipleri yıllardır sürdürmek için yüzlerce gencimizi feda ettiğimiz barışçıl sürecin hassasiyetlerinin bir ömür süreceğini düşünüyor, bundan cesaret buluyorlar. Ama hiçbir müsamaha ve mütevazılığın bir ömür sürmeyeceğinin bilinmesinde yarar vardır.
Yeni bir süreç deniyorsa bu süreç birçok yönüyle yeni bir süreç olacaktır. Ve bu sürecin temelinde de öz savunma savaşı yer alacaktır. Bir sistemin yaratımında en önemli noktalardan biri de güçlü bir savunma savaşını yürütebilme kabiliyetidir. Demokratik Komünal sistemin taşlarını döşerken zeminde duran molozları temizlemek olmazsa olmaz kabilindedir. Savunma savaşı salt silahlı gerilla savaşı değil, çok yönlü ve komple mücadeledir.
Bundan böyle İsa’ca bir tavır ile diğer yanağımızı çevirmeyeceğimizi ve yapılan kötülüğün karşılıksız bırakılmayacağını tüm ilgili kesimlerin artık bilmesi gerekir…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Sağlık durumuma ilişkin; gözlerim sürekli sulanıyor, biber sürülmüş gibi yanıyor, kızarıyor ve kaşıntı var. Neden bu kadar uzun zamandır devam ettiğini bilmiyorum. Daha önceleri doktor her gün rutin kontrol yapardı ama bir süredir sistem değişti, artık her gün gelmiyor, gelenler de göz uzmanı değil. Belki alerji olabilir ama bilemiyorum.
Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şerzan Kurt’un yakınlarına başsağlığı dileklerimi sunuyor, acılarını paylaşıyorum. Tokat’ta da Kürt öğrencilere dönük benzer saldırılar var. Sindirmeye çalışıyorlar, bunlar sindirme amaçlıdır. Bu saldırılar daha da artarak devam edebilir, buna karşı tedbirler alınabilmelidir.
Bu saldırıların, linçlerin planlı olduğu, halkımızın ve gençliğin iradesini kırmak için bu tür linç kampanyalarının giderek yoğunlaştığı, toplumu katliama hazırlamanın hedeflendiğini herkes söylüyor. Evet, öyledir. Kürtlere uygulanmak istenen siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel bir soykırımdır. İşte görülüyor 1500 Kürt siyasetçisi içeride, yüzlerce çocuk, kadın içeride. Bu saldırıların hepsi birbirleriyle bağlantılı ve tek merkezlidir. Siirt’teki olaylar, bu linç olayları, operasyonlar, hatta İran’daki idamlara kadar hepsi aynı merkezi kararla gerçekleşmektedir.
Bir kez daha söylüyorum. Karşımda muhatap olmadığından dolayı bu süreci daha fazla devam ettirmemin ne anlamı ne faydası ne de şartları vardır. Bir muhatap bulamadığımdan dolayı da 31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum. Bu yanlış anlaşılmasın. Ben bir savaş çağrısı değil bir savaş falan başlatmıyorum. Benim sağlığım ve şartlarım da ortada. Bu şekilde sürecin ne Kürtlere ne KCK’ye ne de devlete bir faydası vardır. Bundan sonra sorumluluk KCK’dedir, hatta BDP’de ve devlettedir. Sonuçta ben burada yönetemem. Ne yapacaklarına kendileri karar verecekler. Bayık, Karayılan, Abbas, Haydar onlar samimidirler, halkın önderliği rolünü üstlenmişlerdir. Artık bu ağır sorumluluk onlardadır. Bulunduğum şartlardan dolayı haklarında olumlu, olumsuz bir şey demek istemiyorum. Osman-Botan gibi alçaklar ise yanlarına kadın ve milyonlarca para alarak kaçtılar. Görüyorsunuz bunların izi hala Avrupa’da çıkıyor. Bunlar binlerce kişi de yanlarına alarak gittiler. Bunlara da çağrı yapıyorum kendilerini bir şekilde affetirsinler, yoksa bunları bu haliyle bundan sonra ne yer, ne gök kabul eder.
Bana dayanarak bir şey yapılmamalıdır, ne yapılacaksa, herkes kendisi için yapsın artık kendi siyasetlerine kendileri karar vermeliler. Bir kez daha belirtiyorum, ben muhatap bulamadığım için çekiliyorum. Eğer şartlar değişir ve muhatap çıkarsa ben görüşmeye hazırım.
Kürtler arasında birlik çok önemlidir. İran’da, Türkiye’de, Kerkük’de, Erbil’deki saldırılar, Ezidi katliamları hepsi aynı merkezden yapılıyor. Türkiye-İran-Suriye ittifakının sonucudur bunlar. Tüm Kürtler hedeflenmektedir. Bu nedenle dört parçadaki tüm Kürtlerin kendi iç birliklerini sağlamaları, bir Ulusal Birlik Kongresi’nin Erbil’de düzenlenmesi bu süreçte önemlidir.
Uluslararası kamuoyu, aydın ve demokrat çevreler Kürt sorununa sadece bir etnik mücadele olarak bakmamalılar. Kürt devrimi Ortadoğu’nun kalbindedir. Öyle Filistin, Afganistan falan gibi değildir. Bu devrimin sonuçları en az Fransız Devrimi, Rus Devrimi gibi geniş, kapsamlı sonuçlar yaratacaktır, ancak onların aksine milliyetçilikten arınmış olacaktır. Benim çözüm projem demokratik özerkliği esas almaktadır. Benim demokratik özerklik projem bir yandan kendi içinde sınırlarla çatışmayan bir çözüm, öte yandan esasında evrensel hegemonyayı reddeden ama çatışmayan, kendi ilkelerini korumak şartıyla, “imparatorluk” da denen Küresel hegemonyanın içinde erimeden, varlığını sürdürebilen bir çözümdür. Bu çözüm demokratik konfederalizmin ilkelerini de ihtiva ediyor. Siyasal, sosyal-kültürel, ekonomik, diplomatik, güvenlik beş ilke demiştim, bunları ihtiva eder. Bu meselenin demokratik özerklik temelinde çözümü bütün Ortadoğu’yu aydınlatacak, İtalya için de, İspanya için de bir model olacaktır. Benim devlet ve iktidar konusundaki görüşlerim Gramsci’nin görüşleriyle paraleldir. Marks, ulus-devleti kabul etmişken, ben bunu kabul etmiyorum. Avrupa’nın şu an yaşadığı krizin sebebi de yine bu ulus-devlet yapılanması, anlayışıdır.
Anayasa referandumuyla ilgili olarakta: Kürtler AKP’nin bu sahte anayasa refarandumuna gitmemelidir. Bu anayasa değişikliği Kürtlere yönelik gerçekleştirilen siyasal ve kültürel soykırım örtbas eden, soykırımı gizleyen sahte bir adımdır. Ayrıca yeni demokratik bir anayasanın koşullarını ortadan kaldırıp, öteleyen bir girişimdir. Buna karşı BDP, Kürtler bir alternatif yaratabilirler. Kendi anayasalarını, demokratik özerkliklerini ilan edip bunu referanduma götürebilirler. Halkın oyuna başvurulur, bizim de alternatif çözüm paketimiz budur, diye halka sorulabilir. Bu bir anket tarzında da olabilir. Bu anayasa değişikliği içinde Kürtlere dair bir şey yoktur. Yapılan, tamamen bir iktidar, yargının kontrolünü ele alma savaşıdır. AKP bürokrasiyi kendi eline almaya çalışıyor. Yargının kontrolünün CHP’nin veya AKP’nin elinde olmasının Kürtler açısıdan hiç bir farkı yoktur. Hatta bu şekilde yargı daha da kötüye gidecektir. Şunu anlamak gerekir. Kürtlere karşı AKP, CHP ve MHP arasında faşist oligarşik bir ittifak vardır. Normalde bu ittifaklar fazla uzun sürmezdi, en fazla bir yıl sürebilirdi. Oysa bu ittifak 2002’den günümüze kadar 8 yıldır sürmüştür. Şimdi Deniz Baykal’ın gitmesiyle birlikte bu ittifak da çözülmeye başlamıştır. Kılıçdaroğlu ile ilgili ise şu anda kesin bir şey söylemek istemiyorum. Başbuğ’un temsilcisini yönetime almış; olumlu da olabilir, olumsuz da olabilir, ama sonuç itibariyle bu üçlü faşist ittifak çözülmüştür.
- Ayrıntılar