Bir atom zerreciğinden koca bir evren doğar
Küçük bir su dalgasından büyük bir fırtına
Bir kar taneciğinden büyük bir çığ oluşur.
Bir Ana’dan bir Önder
Bir Önderden bir Parti
Bir Partiden büyük bir isyan
Ve bir isyandan özgür bir halk ve ülke doğar.
Enternasyonal yönü kadar Mayıs ayı, PKK direniş geleneğinde de Şehitler Ayı, 18 Mayıs ise şehitler günü olarak anılmaktadır..
PKK’nin ilk büyük şehidi Haki KARER, Halil ÇAVGUN ve ardından DÖRTLER, daha sonra yüzlercesinin bugüne nakşettikleri kahramanca direniş, parti tarihimizde anlamlı bir gün ve ay olarak yerini almıştır.
“Şehitlik günü, kavranması ve gereklerinin yerine getirilmesi en zor olan bir kavramdır. Şehidi anlamak, şehide hakkını vermek, şehidin vasiyetine göre yaşamak bir devrimcinin en temel ve başta ele alması gereken görev ve sorumluluğu olduğu gibi; bunu egemen kılmak, onun savaşımını kesin vermek, bağlılığın en vazgeçilmez bir gereğidir.”
Selam olsun en değerli varlıklarıyla Mayıs ayını kızıllaştırıp yolumuzu aydınlatan şehitlerimize.
Selam olsun özgürlük dağlarımıza ve onu özgürleştiren ölümsüz kahramanlarımıza.
Varsın cirit atsın soysuz çakallar. Köşe başlarında pusuya yatsın ağzı salyalı kaçkın güruhlar. Leş kargaları üşüşsün ölü bedenlerimize. Bir taraftan Çürümüş ve kokuşmuş yürekleriyle karanlık dehlizlerde gizlenir münafık hainler. Ve diğer yandan aşağılıkça beslenir artıklarıyla çöplüğünde modernitenin komprador işbirlikçi orta sınıf burjuvaları. Bir taraftan da en kutsal değerleri meze yapar içki masalarında entel maskeli itirafçı haramzadeler. Elbette bunlarında bir sonu vardır. Tıpkı, her karanlığın bir aydınlığa evirilmesi gibi…
Dönüp bakalım insanlık tarihine;
Hangi alçağın adı yüceltilir ki, tarih sayfalarında.
Ve hangi teslimiyet övülmüştür ki kutsal kitaplarda.
Hangi korkaktan övgüyle söz eder ki, insanlık!
Ortak ahlakı ve yargısı değilimdir ki insanın; lanetlemek teslimiyeti ve ihaneti. Çünkü insanı insan yapan direnmektir. Çünkü yaşamanın diğer adıdır onurluca direnmek.
Bundandır ki, şiarımız; Ya özgür yaşam, ya da hiç yaşamamaktır!
Ve Mayıs’ta İnatla yükseliyor şanlı kavgamız Kürdistan’da. Doğuyor Güneşimiz ufukta ve yakıp kül ediyor insanın insana kulluğunu. Tarihin ve yaşamın gerçek kitabı yeniden yazılıyor Kürdistan topraklarında. Destansı bir diriliş öyküsü ve sonu gelmeyen bitimsiz bir roman yazılmaktadır. Kan ve canla filizleniyor ülke toprakları. Dağların doruklarından ovalarına yayılıyor özgürlük türkülerimiz. Ve kadınlar, yankılanan sloganlarıyla rengârenk giysileriyle kuşatıyor serhıldan meydanlarını… GÜNEŞ’in yoldaşlığında çıkıyoruz Tanrıça diyarlarına ve ne varsa alemde insana dair güzellikleri bir bir açığa çıkarıp hakikatin dergâhında yoğurup sunuyoruz insanlık sofrasına. Hiç tereddütsüz biliyoruz ki, özgür ve aydınlık yarınlar bizim olacak mutlaka.
Nasırlı elleriyle ilmik, ilmik üretip örerken yaşamı emekçiler, Kan kırmızısı karanfillere dönüşür 1 Mayıs alanlarında. Görkemli bir ruhla mayıs dirilişinin simgeleri ölümsüz büyük devrimciler atılır şanlı kavganın ön siperlerine ve uyanışın ve başkaldırışın startı verilir şafak vaktinde. Bundandır Mayıs’ın DİRENİŞ’le anılması. Direniş Mayısın diğer adıdır. Direnişsiz Mayıs, Mayıs’sız direnişin anlamı yoktur. Mayıs direniş bilinci ve ruhudur. Mayıs; Albert PERSONS’dan Denizlere, İbrahimlere, Hakilere, Halillere, Ferhatlara ve daha yüzlerce devrimcinin ezilmişliğe, köleliğe, sömürüye ve teslimiyete karşı Özgürlük haykırışıdır. Mayıs; demokratik sosyalist bir dünya özlemi ve arayışıdır. Bu nedenle karanlığa inat her zamankiden daha bir parlaktır yıldızlar Mayısta. Çünkü Stérkleşen Şehitler ayıdır Mayıs.
1886’da 1 Mayıs direnişinin yiğit işçi önderleri Albert PERSONS ve arkadaşlarının idamıyla başlar enternasyonal; "Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” 1 Mayıs. 1 Mayısta gelişen direniş dalgası daha sonra tüm kıtalara yayılarak uluslararası bir direniş ruhu ve geleneğine dönüşür. Ve sonra Mayıs Ayını;DENİZ mavisinden, İBO asaletine, Halil’den HAKİ ve DÖRTLER’e uzanan bir gökkuşağı rengi sarar ve Amanos'ta yıldızlaşır Yedi genç Kürt gerillası…Her biri devrime akan direniş ve irade timsali. Her biri bir isyan abidesi… Herbiri hakikat savaşçısı. Gerçek hakikatin yoldaşları. Muştucuları özgür yarınların, barış yürekli, güneş yüzlü ve ateş soylu Mezopotamya'nın şen çocukları. Adressiz ve mekânsız değildir mezarları. Kutsal topraklar mezar ve gökyüzü kefenleridir onların. Öylesine büyük buluşurlar kutsal vatan toprağıyla. Zerdüşt ateşgahlarında arınıp böylesine görkemli direnişle şahadete ulaşıp zapt edilmez bir çağlayan misali aktılar BİLGENİN DENİZİNE…
Tanıktır bize gökyüzü, yüce dağlar ve akan sular. Bizimde dağlarımız var ey insanlık! Ve dağlarımızda kahramanlarımız. Ve bilinmelidir ki, dikinceye dek özgürlük bayrağını tepesine dünyanın hiç eksik olmayacak Agitlerimiz.
Tarih son hükmünü vermedi henüz. Yazılmadı daha son tarih sayfaları. Ve söylenmedi daha son sözler. Gelenek olduğu üzere son sözü mutlaka hep DİRENENLER söyleyecek ve doğacak yeni özgür bir dünya Mayıs kızıllığında ölümsüzleşen büyük devrimcilerin geleneğinde… Zira gerçek devrimciler üreten, geliştiren tüm emekçi insanlığın gerçek dostlarıdır. Gerçek dostlar ise tıpkı yıldızlara benzerler. Karanlık zamanlarda ilk onlar belirir ve bir aydınlatıcı meşale misali daima yol göstericiler olurlar. Tarihten de öğrendiğimiz gibi devrimler ancak böylesibüyük devrimcilerin iz düşümleri üzerinden gerçekleşir.
Dıjwar SASON
Mayıs 2014
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Gerilla güçlerimizin uyarılarını dikkate almayan T.C devleti karakol yapımını devam ettirmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 14 Mayıs tarihinden bu yana işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları ve insansız hava araçları Medya Savunma Alanlarımızdan Zagros bölgesi üzerinde belli aralıklarla uçuş gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 13 Mayıs tarihinde Hakkari'ye bağlı Meskan Tepesinde yaşanan çatışma bilgisini halkımızın ve kamuoyunun bilgisine sunmuştuk.
- Ayrıntılar
Ferhat Kurtaylar'ın şanlı ölüm kararı bir bahar gününde verilmiş büyük bir karardı. Mazlumlar'ın Newroz ateşi, Dörtlerin bedenlerinde çıra gibi tutuşturularak sürdürüldü. Zindanı aydınlatan tarihi bir karardı. Dayatılan müthiş zulmü, karanlığı boğma eylemiydi. Mazlum yoldaşın kararı, yaşam iddiası, yaşama saygıdan vazgeçmeme kararıyken, Dörtlerin eylemi ise; Mazlum yoldaşın kararını daha da pratikleştirmek, daha da kitleselleştirmek, daha da yaşamsal kılmaktı. Kararın amacı kadar, içeriği ve gerçekleşme biçimi de müthiştir. Mutlaka bütün yönleriyle anlamak, yaşam, halk ve militan gerekçemiz haline getirmek, her "namusluyum, bağlıyım," diyenin temel görevidir.
REBER APO
YOLDAŞLARA VE TÜM İNSANLIĞA!
Çağımızda ulusal ve sınıfsal uyanışlar yoğunluk kazanarak boyutlanıyor. Halklar esaretten kurtulmanın savaşım bayrağını emperyalizme karşı sömürgeciliğe ve her türden gericiliğe karşı yükseltiyorlar. Proleterya kendi öz iktidarını korumak için, tarihsel görevini adım adım yerine getiriyor. Dünyanın dört bir yanında anti-emperyalist, anti-faşist, anti-sömürgeci mücadeleler tırnakla, kanla, canla, emekle, acıyla ilerliyor.
Bu mücadeleler sonucudur ki, emperyalizm dünyanın birçok yerinde yok olmuştur. Ve çoğu bölgede can çekişiyor. Sömürgecilik de aynı akıbetten kurtulamamış. Keza faşizmin halkların ve proleteryanın devrimci adımları karşısında her gün biraz daha ölmeye mahkûm oluyor.
Çağımız; devrimler cephesiyle karşı devrimler cephesinde yaşamın her anında kıyasıya bir savaşımın sürdüğü ve ibrenin her gün biraz daha birincilerden yana eğildiği, dünya halklarının ve emekçilerinin özlediği geleceklerine yaklaştıkları bir çağdır.
Tarih çarkının ileriye doğru döndürülmesi Vietnam, Kamboçya, Küba, Filistin, Kürt halklarının, Rus, Alman ve Bulgar proleteryasının kanıyla, canıyla gerçekleşiyor.
İçte zaferle taçlanan Vietnam ulusal bağımsızlık ve özgürlük savaşı, dünya devrim tarihine kazandırdığı zengin tecrübelerle, yaptığı ve yarattığı değerli katkılarla, esaret altındaki dünya halklarına kurtuluş mücadelelerinde bir ışık gibi yol gösterici oluyor.
Ulusal kurtuluş mücadelelerinin her santimetresi büyük acılar pahasına gelişir, büyük fedakârlıklar ister. Bu uzun süreli savaşım, en başta halk bağımsızlığı için ölüm ister. Bir halkın ulusal bağımsızlık ve özgürlük kavgası o olgular üzerinde yükselir. Zaferi ufukta hissedebilmek, görebilmek için inanarak savaşmak, savaşarak inanmak gerekiyor.
Ulusal bağımsızlığa ulaşabilmek, halka inebilmek onunla bütünleşmekle olur ancak. Örgütlülüğün, kitleselleşmenin yolu halkı bilmek, anlamak ve ona kurtuluş inancını kavratmaktan geçer. Bu da doğru bir önderlik gerektirir. Önderlikle halk kaynaştığı noktada tüm zorluklara katlanılır, dahası aşılır hale gelir.
Bu açıdan Kürdistan tarihine kısa bir göz attığımızda, kaosa yol açan bir örgütsüzlük, önderlik adına çıkarları için halkı karanlıklara iten teslimiyetçi uşak karakterli sınıf düşmanlarının ihaneti karşımıza çıkıyor. Bağımsızlık için her defasında başlatılan savaşım, işgalci, istilacı, sömürgeci devletlerin gaddar, acımasız bastırmasıyla boğulmuştur. Halkımızın bizlere bıraktığı bir direnme mirası vardır. Bütün bunlara rağmen.
Kürdistan halkı kadar bağımsızlığı için kan döken, evlatlarını toprağa gömen direnişçi bir halk doğru bir Önderliğe, en azından kendi direnişçiliği paralelinde, kendine yabancılaşmayan bir önderliğe sahip olsaydı, Kürdistan bir defa değil, on defa bağımsızlığa kavuşmuş olacaktı.
Bu halk ki; Asur İmparatorluğu'nun tahtını başına yıktı. Ortadoğu'ya bir güneş gibi açılan Medya'yı kurdu.
Bu halk ki; Doğudan, Batıdan, Güneyden dalga dalga gelen istilacı ordulara, fetihçi imparatorlara karşı bağımsızlık meşalesini elden bırakmadı. Aç kaldı, açıkta kaldı ama ulu dağlarında sevdasını sürdürdü.
Bu halk ki; diliyle yaşadı, kültürüyle yaşadı, Mêm ü Zinî, Ahmede Xanê, Feqiye Teyranileri çıkardı.
Bu halk ki; Türk, Fars, Arap sömürgeciliğine karşı Ubeydullah, Bedirhanlılar, Beydinanlılar, Yezdan Şer, Revanduz, Sason, Ağrı, Zilan, Palo, Genç, Hani, Dersim direnişleriyle bağımsızlık sevdasını sürdürdü.
Yendi, yenildi, ama yenilgiler onu ürkütmedi. Dar günlerinde Bese’leri yanında gördü. Kanları toprakta güllenen sayısız direnişçi, gencecik Kürt yiğitlerinin anısıyla yaşadı.
Yenilgilerinde teslim olmamak için, düşmanın eline sağ düşmemek için yüce dağlardan uçurumlara kendilerini atan Bese’leri kendilerine örnek aldı bu halk.
Bu halkın yıllarca kanla bastırılan suskunluğu, yok edildiği sanılan bağımsızlık özlemi; direnişçiliği, çağdaşlığı, örgütlülüğü şahsında somutlaştıran PKK'nin doğuşuyla yeniden daha coşkulu, daha istekli ve kararlı olarak topraklarımızda filizlendi, gelişti, boyutlandı.
PKK'nin ideolojik, politik, örgütsel alanda şekillenmesiyle birlikte Türk sömürgeciliğinin azgın saldırılarına, komplolarına hedef oldu. Hareketimizin kurucularından büyük komünist önder ve enternasyonalist Haki Karer böyle bir komplo ile şehit edildi. Haki yoldaşımızın katledilmesi, Kürdistan'da devrimci mücadele vermenin zorluklarının boyutu hakkında da önemli ipuçları verdi.
Kürdistan'da örgütlenmenin, halka inmenin ve halk savaşı vermenin daha ilk adımları atılırken, karşılaşılacak güçlükleri aşabilmek için, devrimci şiddet uygulamak zorunlu ve bunu mücadelemiz açısından yaşamsallığı tartışmasız kabul edildi. Bu yönüyle Haki fiziki ölümüyle bile mücadelemizin sıçrama yapmasının denek taşı oldu.
Haki'nin katledilmesi, sömürgeciliğe karşı savaşabilmek için, ölümü yaşamın bir parçası gibi görmek gerektiğini kavrattı bize.
Bugün Diyarbakır zindanında, düşman bizim şahsımızda halkımızın kurtuluş umudu, biricik önderi partimizi boğmaya çalışıyor. Bu bir ölüm-kalım savaşıdır. Savaşlar kaybedilebilinir, ama bizim kaybetmeye tahammülümüz yoktur, olmamalıdır. Çünkü bunun sonuçları çok ağır olacaktır. Sorumluluğu ise taşınamayacak denli ağır, yaralayıcı olacaktır. Bu savaşı kaybetme tahammülümüz yoktur. Bu yola girerken, lekesiz bir direniş bayrağının altında çalıştık ve bunu aynı temiz haliyle taşımak zorundayız. Başka seçeneğimiz yoktur. Bu bayrak altında yaşamanın ve onu yükseltmenin direnmekten başka bir yolu yoktur.
Bunu çok kısa bir süre önce büyük Önderimiz Mazlum yoldaşımız gösterdi. Bu her zaman olduğu gibi çok zor ve sancılı bir dönemi yaşamakta olduğumuz Diyarbakır zindanında da yol göstericiliğinin değerli yaşamını feda ederek yaptı.
Parti Önderliğimiz, Mazlum yoldaşın şahsında sorumluluğunu en iyi şekilde, bir kez daha kanıtladı. Şimdi sıra bizimdir.
Evet, Partimiz bizden direnmeyi istiyor. Esir düştüğümüz ve her türlü silahtan yoksun bulunduğumuz bu koşullarda, canımızı, kanımızı ateşlememizi istiyor.
Yakılacak her ateş, örülmek istenen karanlığı ışığa boğacaktır. Yakılacak her ateş, ihanetin, teslimiyetin hain duvarlarını yerle bir edecek, bizi halkımıza ulaştıracak, halkımızın bizlere bağladığı umudu çoğaltacaktır. Yakılacak her ateş, Mazlumun üç çöp ateşiyle bütünleşip, gürleşecektir. İşkencelerin, sömürgeci faşistlerin iğrenç emellerini yıkacaktır.
Arkadaşlar!
Düşman barbar, düşman acımasız, düşman amacına ulaşmakta kararlı. Buna 'dur' demesek bırakalım devrimcilikte, insanlığımızdan bile utanacağız. Bu zindanda partimiz adına, halkımız adına alnımızın akıyla çıkmasak, gelecek nesiller bizi lanetleyecektir. Hiçbir gerekçe bizi tarihimizin ve halkımızın sorgulamasından kurtaramaz.
Biz, halk olarak bugün dışarıda olduğu gibi, zindanlarda da bir ölüm-kalım dönemini yaşıyoruz. Bunu aşabilmenin yolu bellidir. Parti tarihimizin tecrübe ve mirası bize büyük bir direniş geleneği bıraktı. Bu geleneği sürdürmek her zaman zorunludur. Ama bugün düşmanın bizi ve halkımızı yok etmek için sınır tanımaz, çok yönlü ve o denli tehlikeli saldırılara giriştiği Diyarbakır zindanında bu direnişçi geleneğin sürdürmek daha önemli, daha çok zorunlu ve daha çok yaşamsal bir hal almıştır.
Her partili arkadaş, her insan, her namuslu Kürt yurtseveri, PKK sempatizanı ve taraftarı bu bilinçle üzerine düşen sorumluluktan kaçmamalıdır. Herkesin yapabileceği bir şeyi vardır mutlaka. Ve hepimiz, partimizin, halkımızın bugün bizlerden beklediklerini, istediklerini iyi bilmeli ve bu bilinçle mücadele vermelidir.
Bizler bu eylemi gerçekleştirmekle, sadece Partimize, halkımıza ve ilerici insanlığa karşı duyduğumuz sorumluluğu, güveni, inancı pratikte de göstermiş olacağız.
Yoldaşlar!
Şunu çok iyi bilin ki, bundan sonra Türkiye ve Kürt halkı sizinle olacaktır. Bizler Antep'de Haki'nin, Hilvan'da Halil'in, Dersim'de Bese'nin, zindanlarda Mazlum DOĞAN'ın takipçisiyiz. Bizler korkmuyoruz, sizler de korkmayınız
Kahrolsun sömürgecilik!
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın PKK!
Yaşasın Ulusal Kurtuluş
Mücadelemiz!
Ferhat KURTAY
Eşref ANYIK
Mahmut ZENGİN
Necmi ÖNER
- Ayrıntılar
Bir yılı aşkın bir süredir, yaşananlar/söylenenler/yazılanlar/çizilenler… Hem anladığını sananları, hem anlamış gibi görünenleri, hem de anlamaya çalışıyormuş edasındakileri defalarca nakavt etmiş bu süre içinde değişmeyen temel şeyler;
*Karakol veya kalekol yapımlarında neden HPG tarafından müdahale de bulunuyor
*Kürt illerinde ve ilçelerinde gerçekleşen gösteriler de, neden polisle çatışmalar oluyor
*Rojava konusunda sınır hattında yer yer gerginliklerin yaşanması neden engellenmiyor
*Dağdan ölüm haberleri gelmiyorken, neden halen dağa yaşamaya gidiliyor
*İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de bilumum Türkiyenin batısında neden Kürtler meydanı boş bırakıyor
Bu şekilde çoğaltabilecek örnekleri yan yana, alt altta getirdiğinizde bunlara verdiğiniz cevaplar, gösterdiğiniz tepkiler sözü edilen bu süre içerisinde neyi anladığınızı, ne kadarını kavradığınızı ve neleri yaptığınızı bir ayna gibi yüzüne tutacaktır!
Çok kestirme bir şekilde “…eğer bunlar varsa, süreç müreç yok” diyebilirsiniz!
Ya da iyimser bir dille “…tamam bunlar oluyor ama yine de her şey güzel olacak” da diyebilirsiniz pekala…
Yani;
Ne söylerseniz söyleyin, bu olanları veya yaşananları ilk elden etkileme güçleri yoktur bunların.
Fakat yine de sizi bunlardan kaçıramazlar, sizin sorumluluğunuzu ortadan kaldıramazlar! Nerede durursanız durun, vaki olan biraz da budur…
O zaman tekrar başa dönmek gerekirse;
Süreç denilen şey var mı? Belli değil olup olmadığı varsa bile neye benzediğini halen net bir şekilde göremiyoruz.
Sıraladığımız maddelere göre günlük gelişmeler ortaya çıkıyor mu? Muhtemelen evet, o zaman sırat köprüsü üzerinde yaşanıyor her şey!
Basın, Hükümet ve devlet kanallarında bunlara yönelik her fırsatta çeşitli yönelimler, topluma yönelik müdahaleler oluyor mu?
Kuşkusuz…
HPG’nin tavrı, müdafaası veya meşru savunması, bunlara rağmen bunlar yürütülüyor mu?
Evet diyenler için; peki, daha iyi ve bütünlüklü mücadele için daha fazla neler yapılabilir sorusuyla yüzleşiyor muyuz!!!
Evet demeyenler için; madem karşı taraftan saldırılar ve sulandırmalar durmadan devam ettiriliyor; reaksiyon bağlamında sadece seyretme-ufak çapta yürüyüşlerle, basın açıklamalarıyla rahatsızlığın tevazusunu göstermenin dışında; neler yapılabilir sorusuyla yüzleşebiliyor muyuz!!!
Tüm bunların neticesinde tuhaf bir hikâyenin, karakteri olduğumuz ortaya çıkıyor.
O kadar benzerlik ve o kadar psişik bir toplumsal gerçeklikle karşı karşıyayız işte; baktığımız yerde ve bakışımız da, karşımıza çıkan yine biziz…
Gördüklerimiz karşısında, anlamaya çalıştıklarımızın karşılığında ne yapıyoruz? İşte bu tuhaf hikayenin son sözünü yazacak, önermesini ortaya koyacak olan da bu sorunun cevabıdır…
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Ellere ellere diye Nasreddin Hoca’nın bir hikayesi vardır.
Hoca bir gün minarede vaaz verirken; fakire, fukaraya, kimsesize, dilenciye, hiçbir şeyi olmayan herkese yardım edilmesi gerektiğini, kimin neyi varsa hiçbir şeyi olmayanlarla paylaşması gerektiğini geniş geniş anlatır. Kaldı ki bu söylenenler hem bu topraklarda yeşermiş olan kültürün gereğidir, hem de İslam dininin bu topraklarda kurallara bağlayarak bıraktığı bir mirastır.
Nasreddin Hoca vaazını verir. Akşam eve döner ve bir köşeye çekilerek yemek saatini bekler. Beklemeye bekler ancak akşam yemeği bir türlü gelmez. Bir türlü gelmediği gibi geleceği de yoktur. Yoktur çünkü Nasreddin Hoca’nın eşinin yemek yapacak herhangi bir hareketi de yoktur. Saatlerce bekleyen Hoca eni sonunda dayanmaz ve “hanım hanım geç oldu, akşam yemeğini yemeyecek miyiz(?)” diye sorar. Nasreddin Hoca’nın eşinin verdiği cevap ise: “Aman Hoca sen minarede vaaz vermedin mi, fakire, fukaraya, dilenciye neyiniz varsa verin diye. Bende evimize gelen dilencilere, fakir ve fukaralara evde neyimiz varsa verdim. Ne nevalemiz ne de azığımız kaldı. Bunun için de yemek yapmadım” olacaktır.
Nasreddin Hoca bu beklenmedik ve acayip duruma; “ama Hanım benim söylediklerim ellere elleredir” diyecektir.
Şimdi Türkiye devletinin siyasetçilerine baktığımızda günlük olarak söyledikleri ağırlıklı olarak “ellere ellere” siyasetidir.
Örneğin bir iki gün önce Türkiye devletinin ve de Akp’nin dışişleri bakanı olan Davutoğlu Ukrayna’da olup bitenler için: “Ukrayna’da yeni Berlin duvarı örülmesin” cümlesini çok ciddi bir şekilde sarf etti.
Ciddi olmasına ciddi. Malum Berlin Duvarını zamanının Doğu Almanya’sı 1961 yılında Batı Berlin’den ayırmak için inşa etmişti. Ve bu duvar yıllar yılı herkes için bir nevi bir utanç duvarı olarak kalmıştı. Ne kadar insanın bu duvarları aşmak isterken yaşamını yitirdiğini söylemeye gerek bile yoktur.
İşte bu Berlin Duvarına atfen Davutoğlu: “Ukrayna’da yeni Berlin Duvarı örülmesin” diyor. Muhtemeldir ki bu cümlenin ardından da birçok böyle buna benzer sözü de eklemeyi unutmamıştır. Çünkü böyle sözler hem duygu doludur, hem demokratik içerikli kokarlar, hem insan haklarını çağrıştırır, hem başka insanlara karşı empati yapılmış olunur, hem baskıcılığa karşı çıkılmış olunur, hem insanın vicdanı olunur ve tabii birde genel manada insanlığa ne kadar duyarlı olunduğu söylenerek insanlığın yanında yer alınmış olunur.
Ve akp denilen cenahın sadece bu bakanı böyle değildir. Aslına bakılırsa bu cenahın tüm siyaset tarz Davutoğlu’nun yukarıda ifade ettiğimiz sözlerinde gizlidir. Akp’nin siyaset tarzını çözmek istiyorsak, akp’nin siyasetini görmek istiyorsak ve de akp siyaset tarzını anlamak istiyorsak bu sözleri masaya yatırıp çözümlememiz gerekiyor.
Şimdi Ukrayna’da yeni Berlin Duvarları örülmesin. Tamam, örülmesin ve doğru olanda budur. Halklar birbirlerinden ayrıştırılmasın. Birbirlerine karşı düşman hale getirilmesin. Çitler örülmesin. Davutoğlu’nun dediği gibi bilakis sınırları daha şeffaf hale getirmek de gerekiyor. Tamam, bu söylenenlerin tümü doğrudur.
Peki, bir soru soralım; bugün Rojava Kürdistan’ınıyla TC devletinin hatta bu TC devletinin akp bakanı olan Davutoğlu’nun denetiminde Nusaybin’de yapılan Berlin Duvarına ne demeli?
Peki, Kilis ve İslahiye mıntıkasında Rojava’nın Afrin alanına komşu olan yerlerde kazılan hendekler, çekilen teller, döşenen mayınlar, çekilen telli elektrikler ve sonunda da yapılan duvarlara daha doğrusu Berlin Duvarlarına ne demeliyiz?
Ve tabi Kürdistan’ın birçok yerine böyle kurulan çok sayıda Berlin Duvarları var. Hakkari’nin güneyine düşen birçok dağlık alanına kurulması planlanan ve birçok yerde de yapımına başlanan böylesine Berlin Duvarına ne demeli?
Duvarlardan söz etmişken devam edelim. Kürdistan’ın birçok alanına kurulan Kalekol adı altında tamamen beton Duvarlara ne demeli?
Akp’nin emri ve aklıyla KDP’nin Rojava Kürdistan ile Güney Kürdistan’ına şimdilik kazdığı hendekler ardından gelecek olan telli, dikenli, ışıklı Berlin Duvarına ne diyeceğiz?
Evet, böyle Berlin Duvarları meselelerini dizip devam edebiliriz.
Bir insanın ya da bir hareketinin samimi mi sahtekar mı olduğunu test etmenin en basitinde bir denklemi vardır: Bu denklem söz ile eylem arasındaki uyumdur. Sözler eylemlere yansıyorsa-ideolojik duruşu ne olursa olsun, beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz- orada bir samimiyet vardır demektir. Lakin söz ile eylem uyumlu değilse –size yakın olur ya da uzak olur- orada bir sahtekarlık kesin vardır. Orada bir hile vardır. Orada bir kandırma vardır. Orada bir kurnazlık vardır. Ahlakı en dar anlamda: “Bir toplum içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış biçimleri ve kuralları” olarak ele alırsak, o zaman orada tam bir ahlaksızlık var demektir.
Şimdi Davutoğlu’nun ve de bu akp denilen partinin söylediklerini bu temelde mercek altına aldığımızda –istisnasız görülecektir ki- her zaman ama her zaman tamamen toplumsal ahlaki değerlerden uzak bir siyaset tarzı gütmektedirler. Bu siyaset tarzına ise bizler “ellere ellere siyaset tarzı” diyelim.
Dikkat edelim ve bu söylediklerimizi akp’nin söyledikleri her şeye ama her şeye uygulayalım ve o zaman görülecektir ki akp siyaset tarzında söz ile eylem hep uyumsuzdur. Söz ile eylem birbirini tutmaz. Söz ile eylem hep çelişiktir.
Ama lakin insanlığın tarihte süzülüp gelen en güzel sözlerini, insanlığa hitap eden en güzel değerlerini utanmadan -bu tarz bir ahlaksız kullanma biçimiyle- akp insanlarda halen umut yaratarak, insanları kandırabiliyor. Kandırılmamak için yapmamız gereken basit bir formül vardır, o da: Söz ile eylem arasındaki uyuma bakarak söylenenlerin samimi mi yoksa ahlaki değerlerden kopmuşluk mu olduğuna bakmaktır.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Mayıs tarihinde sabah saat 8.30’da Meskan Tepesi’nin yakınında gerilla güçlerimiz üzerine 2 koldan gelen işgalci TC ordusu güçleriyle bir çatışma yaşanmıştır. İki kolda gerçekleşen çatışmada tespit edilen TC ordusunun 2 ölü 1 yaralısı vardır.
- Ayrıntılar
Geçen hafta Mahir Çayan çizgisi üzerine bazı hususlara değinmiştik. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edildiği haftada 1971 direnişçilerinin devrimci-demokratik birliğe nasıl yaklaştıklarını ifade etmeye çalışmıştık. Bu hafta da Haki Karer çizgisi üzerinde durmak istiyoruz. Büyük Devrimci Haki Karer’in şahadetinin 37. Yıldönümü yaşanıyor. Otuz yedinci Şehitler Günü ve Ayında Kürt halkı Haki Karer’i ve kahraman şehitlerini anıyor. Haki Karer kişiliği Mahir Çayan çizgisini çok daha ileri ve anlamlı hale getirmiş bulunuyor. Kürt ve Türk halklarının devrimci-demokratik birliğinin gerçek temsilcisi ve sembolü oluyor.
Öyle anlaşılıyor ki, geçen hafta yazdıklarımız bazı çevrelerin pek hoşuna gitmemiş. Mahir Çayan’ın birlikçi devrimci-demokratik çizgisinin dile getirilmesi, bir türlü birliğe gelmeyen ve hep ayrıksı ve parçalı duran bazı çevreleri rahatsız etmiş. Bu tür çevreler, bizi “AKP yanlısı, AKP’ye karşı mücadele edemeyen” biçiminde tanımlıyormuş. Geçen on iki yılın pratiği ve AKP’ye karşı kimin ne kadar mücadele ettiği ortada! Bu konuda doğru söyleyen geçmiş pratiktir. Yoksa birilerinin iddia etmesi bir şey ifade etmez. Fakat devrimci-demokratik güçlerin birlik olmasından bu tür çevreler neden bu kadar rahatsızlık duyuyorlar, anlamak mümkün değil. Belli ki suçüstü yakalanmış gibi bir durumu yaşıyorlar. Ancak ne olursa olsun, kendi önümüzde engel olmaktan başka bir işe yaramayan mevcut sol statükoculuğu yıkmak ve marjinalizmi aşmak gerekiyor.
Haki Karer Ordu’nun Ulubey İlçesinden emekçi bir ailenin çocuğu. Daha Ordu’da lise okurken Mahir Çayan ve arkadaşlarının düzenlediği “Fındık Mitingi”nden etkilenerek devrimci sempatizan oluyor. 1971-1972 Öğretim yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’ne giriyor ve devrimci gençlik hareketine katılıyor. Bir öğrenci evinde beraber kaldığı hemşerisi Kemal Pir ile birlikte Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile tanışıyor. Ordulu Devrimci Haki Karer’in yaşamı bu tanışmadan sonra değişiyor.
Sanki üç yıl önceki tarih yeniden tekerrür ediyor. Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir ikilisinin yerini bu sefer Abdullah Öcalan ve Haki Karer ikilisi alıyor. Türk ve Kürt halklarının yetiştirdiği en bilinçli ve önder evlatları bu biçimde bir araya geliyor. Mahir Çayan “Cevahir’imi kalbime gömüyorum” derken, Abdullah Öcalan “Haki benim gizli ruhum gibiydi” diyor. 12 Mart faşizmine karşı direnen devrimci önderlerin anılarını yaşatmak için önderlik sorumluluğu üstlenen Abdullah Öcalan, Haki Karer’in anısını yaşatmak için de PKK’yi örgütlediğini belirtiyor.
Haki Karer, “Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı tartışılamaz” diyen Mahir Çayan’ın çizgisini Kürt Özgürlük mücadelesine bizzat katılarak daha da ileri götürüyor ve pratikleştiriyor. Tabi bu süreç öyle kolay ve düz bir biçimde gerçekleşmiyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile Haki Karer 12 Mart faşizmine karşı devrimci gençlik çalışmalarını birlikte yürütüyor. Her ikisi de 1974 yılındaki gençlik örgütlenme çalışmalarına aktif olarak katılıyor ve Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği’nin yönetiminde birlikte yer alıyor. Böylece aralarındaki yoldaşlık ilişkisi iyice pekişiyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile Haki Karer, ADYÖD’ün kapatılması ardından Devrimci Yol Grubu yönetiminde kurulan Ankara Yüksek Öğrenim Derneği’nde doğal olarak yer alamıyor. Ancak bu ikili kendi örgütlenmelerini nasıl geliştireceğini de pek bilmiyor. Kısa bir süre yakın ilişki içinde birer grup örgütleme çalışması yürütüyorlarsa da, daha sonra tek grup olarak çalışmalarını Kürdistan’a kaydıran bir hat izliyorlar. “Apocular” ya da “Kürdistan Devrimcileri” olmaktan PKK olmaya doğru ilerliyorlar.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu süreci “Türkiye devrimci hareketi çok örgütlü ve güçlüydü, çok sayıda grup vardı, Kürdistan ise örgütsüz boş bir alandı, bu örgütsüzlüğü gidermek için biz de Kürdistan’a yöneldik” diye ifade ediyor. Yine AYÖD’ün tekelci ve ayrılıkçı tavrı nedeniyle Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketlerini koordineli olarak örgütleyemediklerini belirtiyor. Bu durum Haki Karer’in devrimci yaşamının akışını da ifade etmiş oluyor.
Burada şu iki hususun altını kalın bir çizgiyle çizmemiz gerekiyor. Birincisi, eğer Devrimci Yol Grubu ayrılıkçı değil de birlikçi yaklaşım içinde olsa, o zaman PKK gruplaşması Türkiye Devrimci Hareketiyle en azından koordineli olarak örgütlenecek ve Haki Karer de Türkiye devrimci örgütlenmeleri içinde mücadele edecektir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yaklaşımının bundan başka sonuç vermesi mümkün değildir.
İkincisi ise, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan öncülüğündeki Kürdistan Özgürlük Hareketi eğer çok söylenen deyimle “Kürtçü” olsa, yani dar bir Kürt milliyetçiliğini esas alsa, o zaman Ordulu Devrimci Haki Karer’in bu hareketin içinde yer alabilmesi, Önder Abdullah Öcalan’ın “Gizli Ruhu” düzeyinde katılım gösterebilmesi ve şahadetinin de Kürdistan Şehitler Günü olarak kabul edilmesi asla mümkün olmaz. Oysa bütün bunların hepsi gerçekleşmiş bulunuyor. Kürtler 37 yıldır 18 Mayıs 1977’yi “Şehitler Günü” olarak anıyor. Çağdaş Kürt Direnişi olan PKK Hareketi Haki Karer’in adıyla örgütleniyor. Otuz yedi yıldır Kürt gençleri, Kürt halkının kızları ve oğulları Haki Karer’in anısına direnip yirmi binden fazla şehit vermiş bulunuyor.
İşte Haki Karer gerçeği ve çizgisi de budur! Bunun Mahir Çayan çizgisinden kopuk olmadığı, o çizginin Kürdistan’daki sürdürülmesi olduğu tartışmasızdır. Mahir Çayan’ın devrimci birlik çizgisinin en ileri düzeye çıkarılmasını ifade ettiği açıktır. Gerçek bu iken, sanki PKK daha yeni Türkiye halklarını stratejik müttefik olarak kabul ediyormuş gibi bir hava yaratılıyor. KCK Yürütme Konseyi’nin 30 Mart seçimi öncesi yaptığı “Stratejik birlik” çağrısı böyle tanımlanmak isteniyor. Bu tür yaklaşımların PKK gerçeği ile bir ilişkisinin olmadığı ortadadır. Bu yaklaşımları her şeyden önce Haki Karer gerçeği yalanlamakta ve Önder Abdullah Öcalan öncülüğündeki Kürdistan Özgürlük Hareketinin gerçek toplumcu ve halkların kardeşliğinden yana olan gerçeğini ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla Haki Karer gerçeğini doğru anlamak gerekli ve önemlidir. Eğer Kürt sorununun çözümü ve Kürtlerin özgürlüğü ile birlikte bir Türkiye demokratikleşmesi öngörülüyorsa, o zaman Haki Karer gerçeğinden ders çıkarmayı bilmek gerekir. Bunun tersi de doğrudur. Eğer Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun çözümü öngörülüyorsa, o zaman da yine Haki Karer gerçeğinden öğrenmek gerekir. Çok açık olarak görülüyor ki, Haki Karer gerçeği hem Kürt özgürlüğü oluyor ve hem de Türkiye’nin demokratikleşmesi. Kürdistan’ın özgürlüğü ile Türkiye’nin demokratikleşmesi daha kırk sene önce Abdullah Öcalan ve Haki Karer kişiliklerinde böyle bir birlikteliğe ulaşmış bulunuyor.
Haki Karer’in temsil ettiği bu çizgiyi belli ki hepimizin esas alması ve özümsemesi gerekiyor. Halkların kardeşliğini ve demokratik birliğini ifade eden bu çizginin tüm sorunların çözüm yolunu aydınlattığı açıkça görülüyor. O halde Kürt de, Türk de bu çizgiyi esas almak, burada birleşmek ve çözümü bu çizgide aramak zorundadır. Haki Karer ve Kemal Pir gerçeği işte bu kadar anlamlı, önemli ve çözümleyicidir.
Bu temelde, şahadetinin otuz yedinci yıldönümünde büyük devrimci Haki Karer’i ve şahsında tüm Özgürlük Mücadelesi Şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum! Tüm Kürt halkını otuz yedinci Şehitler Günü’nde ve Şehitler Ayı’nda, 18 Mayıs’ta ve tüm Mayıs ayı boyunca Haki Karer’i ve tüm kahraman şehitlerimizi anmaya, şehitliklerimizi ziyaret etmeye, şehitlerimizi anma toplantıları ve etkinlikleri düzenlemeye ve şehitler çizgisinde kendimizi gözden geçirerek yenilemeye davet ediyorum!
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
SELAHATTİN ERDEM
- Ayrıntılar
Leyla Kasım 1952 yılında Kerkük’te doğdu. İlk ve ortaöğrenimini gördükten sonra ailesiyle birlikte Bağdat’a göç etti. Bağdat’ta lise öğrenimini tamamlayan Leyla Kasım, 20 yaşındayken Kürdistan öğrenciler birliği (YXK) ile tanıştı ve onlara destek verdi. Leyla Kasım bu dönemde peşmergelere katılma kararını verdi.
1-KDP peşmergesine katıldığı zaman Kürtler, özellikle Büyük Güney’de hassas bir dönemden geçiyordu. 1974’ün baharında Baas rejimi Kürtlere karşı savaş açtı ve yoğun tutuklama ve katliamlar gerçekleştirdi. Birçok Kürt ailelerini Bağdat’tan çıkardı. Irak rejimi Qeledize kentini bombaladı. Bombalama sonucunda 3 sivil yaşamını yitirdi. Daha sonra Halepçe’yi bombalayan rejim, birçok sivilin yaşamını yitirmesine neden oldu. Bu dönemde Leyla Kasım’a Kürt halkının sesini dünyaya duyurmak amacıyla bir uçak kaçırma görevi verildi ve kendisi bu görevi büyük aşk ve tutkuyla uygulamak için yola koyuldu. Ancak bu eylemde istenilen düzeyde başarılı olamadı. Daha sonra Leyla Kasım ve 4 arkadaşıyla birlikte 24 Nisan 1974 yılında Baas rejimi tarafından esir alındı. Leyla Kasım ve 4 arkadaşıyla birlikte 13 Mayıs 1974 yılında idam edildiler. Yargılama esnasında Leyla Kasım mahkeme hâkimine “beni öldürün fakat şu gerçeği de bilin ki; benim öldürülmemle binlerce Kürt uyanacak. Ben Kürdistan’ın özgürlüğü yolunda canını feda etiğimden dolayı sevinç ve gurur duymaktayım”dedi. İdam sehpasına giderken bile ulusal marşımız olan Ey Raqip marşını hep okuduğunu söylenmektedir. Böylesi görkemli ve anlamlı mücadele sahibi olan binlerce Kürt geçleri tarihe damgasını vurmuştur. Tabi Baas rejimi hoyratça katletti. Bu insanların anılarını her dönem güncel tutmak ve onların intikam mücadelesini yükseltmek bizim için kutsal bir görev olmaktadır. Kuşkusuz günümüzde Leyla’nın dediği gibi Kürdistan’ın bağımsızlığı ve özgürlüğü uğruna binlerce Kürt kadını mücadele edip, halkı uğruna gözünü kırpmadan bedenini feda etmektedir. Leyla Kasım kendi dönemine göre Kürt tarihinde Irak Baas rejimi karşısında çağdaş bir direniş destanı yazdığını belirtmek mümkündür. Bunların yanı sıra dönemine göre yoğun bir Kürt, feodal kültürü çatısı altında yaptığı özgürlük çıkışıyla birçok kadında medeni cesaretin gelişmesi, ulusal bilincin derinleşmesinde büyük bir katkıyı sağladığını dile getirmek mümkündür.
Leyla kasım kişiliği ve karakter yapısı gereği öyle sıradan bir kadın olmamaktadır. Son derecede bilinçli ve aydın bir düşünsel yapıya sahiptir. Bu anlamda Kürt Kürdistan tarihinde önemli ve anlamlı bir yere sahip olduğunu belirtebilirim. Bilindiği gibi 1974 yılından bu yana düşmanın talan ve asimilasyon, soykırım politikalarına karşı Kürt toplumu da yoğun bir mücadele vermektedir. Özelde de özgürlük güneşimiz Önder APO’nun öncülüğünde bu mücadele güçlendirilip günümüze taşırılmıştır.
Özgürlük Güneşi’nin ışınlarından enerji ve güç alan Kürt kadını her alanda aydınlanıp güçlü bir örgütlülük düzeyine ulaştığını görmekteyiz. Bunun en somut örneklerinden bir tanesi de PKK içindeki kadın özgürlük mücadelesidir. Yine YPJ, YJA-Star ve PAJK askeri-ideolojik merkezi etrafında büyüyen ve gittikçe gelişen bir kadın hareketinin devrime öncülük eden bir konuma gelmiş bulunmaktadır. Bu bakımdan Kürt toplumu ve özelde Kürt kadını, 21. Yüzyılda insanlık, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin temel garantisi haline gelmeyi başarmış bulunmaktadır.
En yakın tarihe bir göz atığımızda bile görülecektir ki her türlü yönelim ve zorlu koşular altında Suriye rejimine ve orada bulunan bütün muhalif ve gerici çete guruplarına karşı amansız bir direniş sergilenmektedir.
Bu bakımdan bizler kadın hareketi olarak da geçmiş tarih gerçekliğimizden ders çıkaran ve Beselerin, Zarifelerin, Leyla Kasımların, Zilan ve Semaların düşmana karşı verdikleri mücadeleden sonuç çıkarmayı bilip, düşmanın her türden onursuzlaştırıcı ve sömürgeci sistemine karşı mücadeleyi güçlendirmekle anlamlı cevabı verdiğimizi söylüyoruz.
Kürt toplumu olarak çok önemli ve kritik bir aşamadan geçmekteyiz. Özellikle de önümüzde bizi bekleyen yoğun bir mücadele dönemi vardır. Demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü bir sistemi Ortadoğu’da ve Kürdistan toplumunda yaratmak kadının özgürlüğünden ve özgürlük mücadelesinden geçtiğini unutmamak gerekir. Çünkü bütün eşitsizliğin ve adaletsizliğin temeli kadın köleliğinde ve erkek egemenlikli zihniyetten doğduğunu, her geçen gün yapılan bilimsel araştırmalardan anlaşılmaktadır. Bu anlamda salt bu hususları tespit etmekle yetinilmemelidir. Bir de günlük yaşamsal ve siyasal politik sistem içinde bunun mücadele araçlarını doğru ve yerinde kullanma çabalarımızın güçlendirilmesi gerekmektedir.
Günümüzde kapitalist modernite sisteminin göstermelik olarak kendisini demokrasi ve barış sözcükleri altında insanların duygu ve hayal dünyasına sunduğu gereği bir kandırmacadan ve yalandan ibaret olduğunu yakından görmemiz gerektirmektedir. Özelde de kendi sistemini ve modern yaşam anlayışını Ortadoğu halklarına, gençliğine, kadınına entegre edebilmek için gerek en gelişmiş teknolojik araçlarından, yine askeri güç gösterilerinden vb. ihtiyaç duymadığım birçok sosyal, psikolojik, kültürel baskıyı uygulamaktadır.
İnsanlığa sunduğu tek yaşam seçeneği günü birlik yaşamak, bireyci ve bencil bir insan tiplemesinin yaratmayı hedeflemektedir. İnsanların insanlık adına verdiği devrimci mücadelesinden vazgeçtirmeyi ve bu konuda direniş geleneğini tarihten silmeyi istemektedir. Bu konuda çağın temel gerekliliklerinden olan kadın özgürlük mücadelesini yükseltmek ve bu mücadelenin sonuçlarını kalıcı bir demokratik modernite sistemine dönüştürmektir.
Bu temelde kadın özgürlük mücadelesini Ortadoğu sisteminde yaratmak ve her türden cinsiyetçi, feodal, dini kalıplar adı altında kadına her alanı daraltan ve çıkış kapılarını kapatan bu sistemsel geriliklere dur demek her kadının meşru ve adil hakları arasında olmaktadır.
Bu vesileyle Leyla Kasım’ın şahadet yıl dönümünü değerlendirirken başta bütün Ortadoğu kadınları olmak üzere, özelde de Güney Kürdistan kadının yaşadığı çıkmaz ve bunalımlara da çözüm gücü oluşturmak bakımından da kendilerini her alanda yetkinleştirmeyi ve sistem karşısından sunulan yaşam tarzının olduğunu yaşam tarzını olduğu gibi kabul etmekten ziyade, Leyla Kasım’ın mücadelesine bağlılık gereği olarak, her alanda kendi örgütlülüklerini güçlendirmek ve ulusal yönden kendi kültür ve geleneklerine sahip çıkmak gibi bir görevle karşı karşıya olduklarını düşünüyorum. Bilindiği gibi son yıllarda çokça Güney Kürdistan’da kadın intiharları ve değişik biçimde kadın katliamları basına yansımaktadır. Bu durum karşısında sesiz kalmamakla birlikte bu olayların temel kaynağına teşkil eden etkenlerden bir tanesi de 5000 yılık erkek egemenlikli sistem olduğu gerçeğinden yala çıkarak her dönemkinden daha çok Ataerkil düşünce yapısına karşı durmak ve buna karşı kendi demokratik haklarının koruma mücadelesinin yükseltilmesi gerektiğini belirtebilirim. Özellikle de Güneyde var olan sistem gerçekliği kadının en doğal yaşam hakkını bile elinden alacak bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Kadın katliam ve cinayetlerinin hiçbir şekilde meşrulaştıracak bir gerekçeye yer vermemek ve reel zeminin olmadığını düşünmekteyim.
Leyla Kasım Baas gibi bir diktatör sistemine karşı boyun eğmeyen bir kadın olduğundan dolayı onu sahiplenmek ve anlamlı kılmak kadın özgürlük mücadelesini erkek egemenlikle zihniyete karşı vermekten geçtiğini belirtebilirim.
Bu bakımdan erkeğin kadın topluluğu etrafında sarmış olduğu örümcek ağını koparıp, parçalamak en önemli hususlardan birisi olduğuna inanmaktayım. Bir de PKK öncülüğünde gerçekleşen kadın mücadelesinden güç almak ve kendisi için bir moral güç görmek gereklidir. Sistem içinde kadının yaşadığı yalnızlık psikolojisi, çok yönlü çözümsüz ve güçsüz bırakılan yaklaşımlarla dolu olmaktadır.
Bütün sorunların çözümü kadının sistem karşısında yaşadığı kaos ve bunalımların temel yolu ideolojik ve sosyal bakımdan kendisini politik alanda güçlendirip, siyasal alanda kendisini güç haline getirmekten yatmaktadır. Siyaset politika ve diplomatik alanı salt erkeğe ait bir meslek ve çalışma sahası olarak görmek yanılgılı ve yanlış bir yaklaşım olduğunu görmek gerekir.
Bilindiği gibi yeni bir bilim dalı olarak jineoloji bilim dalı kuruldu ve bu bilim dalının güçlenmesi aynı zamanda birçok toplumsal alanda yaşanan kadın ve toplum sorunlarına çözüm gücü ve getirme temelinde yetkin bir rol oynaması beklenilmektedir. Jineoloji alanında kendini doğru tanımlamak ve bilince çıkarmak önemli bir husus olduğunu düşünüyorum. Kadın olarak geçmiş tarihini bilmek ve cinsiyetçi toplumun beyinlerimizde duygu ve düşünce, ruhsal yaşamımızda yaratmış olduğu parçalanmayı, aşıp kendimize ayıt olabilmeliyiz. Biz kadınlar olarak hiç kimsenin, özelde de erkeğin namusu olmadığımızı bilmeliyiz ve en çokta bu eğilim, mantık yapısıyla mücadele etmeliyiz. İnsanın namusu onun özgür ve onurlu yaşamından geçmektedir.
Bence önemle üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise son dönemde BDP, DTKA ve KCD kuruluşları öncülüğünde sağlanan eş başkanlık sistemini güçlendirmek ve Ortadoğu’nun her alanında bu sistemin kurulması için mücadele etmek gerektiğini düşünüyorum. Demokratik bir sistem olduğu kadar, kadın topluluğuna karşı dayatılan eşitsiz anlayışların önünü önlemek açısından örnek teşkil edecek bir örgütlenme modeli olmaktadır. Yine gerçek demokratik toplumun kurulması açısından da ahlak ve politik toplum zihniyetinin yaşamsal kılınması açısından da belirleyici bir rol oynayacağını vurgulamak mümkündür. Bu temelde reel gerçeklikleri ele alacak olursak her bakımdan bizleri, kadınlar olarak güçlü bir mücadele dönemi beklemektedir. Tarihte yaşanan devrimci kadın geleneğini canlı tutmak ve günümüzle anlamlandırmak önem kazanmaktadır.
Bilindiği gibi günümüzde Kürdistan’ın birçok yerin de öncülük ettiği çeşitli biçimler ve yöntemlerle mücadele vermektedir. Kürt kadının bu düzeye ulaşmasında kuşkusuz, Özgürlük güneşimiz Önder APO’nun eşsiz emekleri ve çabası sonuncunda yakalanmıştır. Kadın kurtuluş ideolojisi ve kopuş teorileri kapmasında kendinde gerçekleştirdiği zihinsel devrimle birlikte her geçen günün ideolojik bakımdan öneminin farkına varmaktadır.
Mezopotamya devrimi kadının özgürlüğünden ve bağımsız mücadelesinden geçtiği gerçeğinden yola çıkarak Ortadoğu’da güçlü bir toplumsal dönüşüme ve gelişmeye öncülük edecek olan, kadınlar olmalıdır. Çünkü en çok toplumda yaşanan savaş ve kaos kargaşadan zarar gören, mağduriyet yaşayan kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Toplumsal anlamda günümüzde temel sorunları arasında en başta gelen kadın sorunu olmaktadır. Bu anlamda kadın sorunu etrafında gelişen çelişki ve ilişkileri bilimsel bir bakış açısıyla ele alıp çözmek gerekmektedir. Kadın köleliği üzerinden inşa edilen egemen sistem gerçeğini aşmak ve aştırmak kadın özgürlüğüyle yakından bağlantılı olmaktadır. Önder APO’nun da dediği gibi; “köleliğin olmadığı yerden egemenlik yükselmez” tezi bu anlamda gerçeğini tam anlamıyla doğrulamaktadır.
Düşünün bir toplumda eğer herkes eşit ve özgür haklara sahip ise orada egemen ve ezilen sorunu olmazdı. İktidarlaşmış sistem elindeki güç ve sermaye birikimini insanların düşünce dünyasına bir tahakküm aracı olarak kullanıp, kendisini hâkim kılmaktadır. Yine en bariz örneklerden biri de işçi ve patron ilişkisi arasında ki fark olmaktadır. Nedir bu fark? İşçinin kendi yaşamını idame edebilmek için bir avuç paraya muhtaç kılınmaktadır. Bunun üzerinden insanlar arasında alt üst sınıf anlayışını derinleştirmeyi esas almaktadır. Durum bundan ibaretken ortaya çıkan sonuç kendisini insanlar arasında veya kadın-erkek arasında var olan uçurumların daha da derinleşmesine katkıda bulunmaktadır. Kadınlara sistem tarafından bilinçli ve büyük bir ideolojik uzmanlıkla biçilen roller ve misyonların var olması söz konusudur. Özelliklede erkek her zaman evin direği ve evin her anlamdaki ihtiyacını maddi ve manevi anlamda sözde karşılayan bir pozisyon ve görevle sorumludur. Kadına düşen görev ise çocuk bakıcılığı evin temizlik makinesi, erkeğin cinsel güdülerini tatmin eden bir zorunlulukla karşı karşıya bırakılmasıdır. Oysaki en büyük haksızlık buradadır. Yine kadının biyolojik olarak zayıftır tabiriyle kadını her zaman bir cinsel meta parçası olarak ele alınan yaklaşımlarla, kadın köleliğini meşrulaştıran yaklaşımların köklü bir biçimde aşılması ve bu cinsiyetçi eğilimlerin aşılması gerekmektedir.
Yaşadığımız çağ gerçekliğinde en çok emek veren, yaşam bağıyla bağlantıları güçlü olan kadın toplumu olurken, nedense bu gerçeklikleri gören gözler kör ve görmez bir duruma gelmiş bulunmaktadır.
İşte devrimci kadınlar anısına sahiplenmek ve onları yaşamsal kılmak dediğimiz şey de tüm bu ters-yüz edilen gerçekliklerle mücadele etmemizi güçlü bir şekilde gerektirmektedir. Kadınlar açısından diğer bir tehlikeli durum ise sistem karşıtı reflekslerin neredeyse yok edildiği gerçeğidir. Post modernite sistemi çağın her türden gelişmiş teknolojik ve bilimsel olanaklarından yararlanıp, kendisini şeker şerbet yapma gibi gösterip kendisini fark ettirmeden insan hafızasını etkileyip cahil bir toplum ve birey gerçeğini yaramak istemektedir.
Özgürlük kavramı adı altında insanlığa sunduğu her şey köleleştirmedir. Bu açıdan yaşanan toplumsal sorunların ciddi anlamda insan yaşamında tehditler yaratması ve neredeyse bu sorunların çözümü anlamda tüm kapıların kapatıldığı, yaşanan her şeyin tanrının farz etiği ve bunu bir kader olarak ele alıp herkes tarafından kabul görülmesi hususunda liberal bir havayı yaratmak ve bu havayı her kese benimsetmeyi, özümsetmeyi çok profesyonelce topluma kabul ettirmeyi başarmış bulunmaktadır.
Biz kadın topluluğu olarak tarihimizi, evrenimizi ve kendi kişiliğimizi felsefik açıdan çözümledikçe gelecek yaşamımızı özgür ve demokratik kılabiliriz. Çünkü şimdiye kadar her şeyden maruz bırakılan kadın toplumu üzerinde oynanan iktidar savaşının özünü yansıtmaktadır. Yine bazı ideolojik ve politik nedenleri olmaktadır. Eğer kadınlar bilinçlenir, bilimsel alanda gelişirse, tabi ki kandırılacak bir alan kalmaz. Erkek sistemi açısından bilim insanlarının kadın olmayışı, ünlü ve derin felsefecilerin çıkmaması öyle kendiliğinden değildir.
Tabi ki tarihte birçok kadın kişilikleri çıkmış, ancak bastırılmış ve kendisini yetkin kılacak alanlar ortadan kaldırılmıştır. Örneğin Ortaçağ karanlığından öncesi ve sonrası da birçok bilim kadın çıkmış ve cadı ve şeytandır cadı avına çıkılıp kadınların yakılıp engizisyonlardan geçirilmiştir. Egemen sistem şu gerçeği çok iyi hesaplamaktadır. Eğer kadın köleliği olmasa kendisini ayakta tutacak bir dal kalmayacaktır. Bu nedenledir ki kadın özgürlüğünün önlerinde binlerce engel ve barikat kurulu tutulmaktadır.
Günümüzde de önemli olan kadınların tek yürek ve tek sesle bu gerçeğe karşı durmasıdır. Bıkmadan usanmadan mücadele etmesidir. Avrupa’da bazı cinsiyetçi çitler kırılmış olsa da var olan feminist ve genel kadın haklarını savunan kadın kuruluşları, günümüz açısından çok belirgin olmamakla birlikte, kapitalist modernitenin derin ideolojik etkileri altında olduğu için, hem kadın haklarını ele alışta hem de demokrasi anlayışlarında sistemin özünden boşaltılmış demokrasi anlayışını aşamadıkları için gerçek anlamda kadın özgürlük mücadelesini verememektedirler. Örneğin eşitlik anlayışı bilene, her zaman erkeklerin sahip oldukları anlayışın kendisine tanıtılmasını savunan anlayış yanlış ve yetersiz kalmaktadır. Önemli olan kadınların kendilerini sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda bağımsız bir alana sahip olmaları ve ideolojik olarak bağımsız bir iradeyi temsiliyet düzeyine ulaştırılmasıdır.
Kadın zaten özü itibariyle sosyalizmi ve komünal değerleri temsil etmektedir. Bir de kadın toplumun temel hücresini oluşturduğu için doğal anlamda kendisine pozitif bir ayrıcalığın tanıtılması ve özel bir yere sahip olması gerekmektedir.
Bu vesileyle Leyla Kasımın 46. şahadet yıl dönümünü anarken Kürdistanlı ve bütün kadın devrimcilerin şahadetleri önünde eğiliyor ve anılarını ölümsüz kılacağının sözünü veriyoruz. En büyük umut ve ayallerimiz olan kadın devrimini Ortadoğu ve Kürdistan toplumunda gerçekleştirmek için Kadın Özgürlük Hareketi olarak her döneminkinden daha çok özgür ve yaşanılır bir dünyayı yaratmak için güçlü bir mücadelenin sahibi olacağımızı belirtiyoruz.
Diyana Amanos
- Ayrıntılar