Basına ve Kamuoyuna
1. 30 Nisan tarihinde saat 08.30 ile 11.40 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma Alanlarımızdan Metina bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Kısaca bir Mayıs dünya işçi ve emekçiler gününün tarihsel geçmişini ele almada yararlı olacağını düşünmekteyiz
1881 yılında yarım milyon işçiyi temsilen kurulan FOTLU (ABD ve Kanada da Örgütlü Meslek Kuruluşları ve İşçi Sendikaları Konfederasyonu) "8 saatlik iş günü" mücadelesini bütün ülke geneline yaymak ve işçilerin kararlılıklarını göstermek amacıyla 1 Mayıs 1886'da bir günlük grev yapılmasını kararlaştırdı. 1 Mayıs'ta tüm ülke genelinde 350 bin işçi greve çıktı. Tarih işçi sınıfının böylesine örgütlü ve kararlı tepkisine ilk kez tanık oluyordu. Tüm ülkede yaşam durdu. İşçiler üretimden gelen güçlerini kullanıyordu.
İşçilerin bu topyekun isyanı işverenlerin ve kapitalistlerin tepkisini çekti. Chicago'da greve çıkan 40 bin işçinin eylemini bastırmak için, saldırılar düzenlendi. İşverenler grevi kırmak için sokak çeteleriyle anlaştı. Sokak çeteleri bir taraftan işçilere saldırıyor, bir taraftan da grev kırıcılığı yapıyordu. Grevci işçilerle sokak çeteleri arasında çıkan kavga sırasında polisin işçilerin üzerine ateş açması sonucu 4 işçi yaşamını yitirdi. Hak arama günü olan 1 Mayıs ilk ölüme böyle tanık oluyordu.
Hükümet ve işverenler, işçi eylemini kolay kolay içlerine sindiremiyordu. 1 Mayıs sonrası işten atmalar, baskılar yoğunlaştı. Olaylara neden oldukları gerekçesiyle 8 işçi hakkında idam istemiyle dava açıldı. İşçiler idam cezasına çarptırıldı. Dördünün cezası infaz edildi. Albert PERSONS isimli işçi özür dileme şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek sözlerini söyledi: "Bütün dünya biliyor, suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım."
TÜRKİYE'DE 1 MAYIS
Türkiye'de 1 Mayıs'ın tarihi çok eskiye dayanmaktadır. 1 Mayıs'ın Türkiye de ilk öyküsü bizleri Osmanlı'ya kadar götürür.
Selanik'te kutlanan 1 Mayıs, kayıtlara geçen ilk eylemdir. Yıl 1911'dir. Türk, Bulgar, Rum ve Yahudi 12 bin işçi greve çıkmış, gösteri mitingi Enternasyonal Marşı söylenerek bitirilmiştir.
İstanbul'daki ilk kutlama 1920 yılında emperyalist işgal altında yapılmış, binlerce işçi Karaköy'den Haliç'e yürüyerek, hem 1 Mayıs'ı kutlamış hem de işgalcilere bu topraklar üzerinde hiçbir haksızlığa boyun eğilmeyeceğinin mesajını vermiştir.
1921 yılında İstanbul yine işgal altındadır. 1 Mayıs çağrısını Türkiye Sosyalist Fırkası yapmış ve İstanbul'un gördüğü en kalabalık miting gerçekleştirilmiştir. 1925 yılına kadar benzer gösterilerle kutlanan 1 Mayıs, aynı yıl çıkarılan bir yasayla yasaklanmış ve 1976 yılına kadar sessizlik hüküm sürmüştür.
1960'larda çıkarılan bir yasayla 1 Mayıs "Bahar Bayramı" olarak ilan edilmiştir.
1976 yılında DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) öncülüğünde on binlerce işçi, emekçi ve öğrenci 1 Mayıs'ı kutlamış, çalışma yaşamına ve işçi haklarına dönük istemlerin dile getirilmesinin yanında, 12 Mart askeri rejim dönemini eleştiren, demokrasi isteyen bir gösteri halinde geçmiştir.
Bu yıllardan itibaren toplumun hızla politikleşmesi, 1 Mayıs'ı da etkilemiş, 1 Mayıs DİSK öncülüğünde, sol parti ve hareketlerinde destek verdiği yığınsal gösterilerle kutlanmıştır. İşçi ve emekçilerin hak arama, birlik ve dayanışma gününün, demokrasi mücadelesinin de itici gücü olarak algılanmaya başlanması kimi kesimleri rahatsız etmiş, 1 Mayıs'ı işçi sınıfının bayramı olmaktan çıkarıp 'gerginlik ve ölümlerin' günü olarak algılatmaya dönük provokatif girişimler başlamıştır. 1976 sonrası düzenlenen 1 Mayıs'ları, siyasal iktidarların günü amacından saptırma girişimleri belirlemiştir.
1 Mayıs 1977, bu tertiplerin en kanlısına tanık olmuştur. İstanbul'da yaklaşık 1milyon insanın katıldığı miting Taksim alanında yapılırken çevredeki yüksek otel ve binaların üstünden kitleye ateş açılması ve panzerlerin insanları ezmesi sonucunda 36 işçinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Başlatılan soruşturma "faili meçhul" sayılarak rafa kaldırılmıştır. 1996 yılında Susurluk'ta meydana gelen trafik kazası sonrasında ortaya çıkarılan "çete" ilişkilerinin, 1 Mayıs 1977 katliamını da içine alacak kadar uzun bir dönemi kapsamsı kamuoyunun dikkatinden kaçmamıştır.
1 Mayıs 1977'de yaşanan olaylar nedeniyle demokrasi mücadelesi derin bir yara alırken, 1 Mayıs'ın "kanlı bir gün" olarak belleklerde yer alması sağlanmıştır. Sonraki yıllarda 1 Mayıs'lara yasaklamalar, baskılar, gerginlikler ve çatışmalar damgasını vurmuştur.
"Bugün, devrimin baskısıyla işbirlikçi tekelci sermayenin kendi içindeki çelişki ve çatışmalar iyice derinleşmiştir. Ekonomik ve siyasi kriz, işbirlikçi tekelci sermayenin bir kesiminin diğer kesimi üzerinde üstünlük sağlama arayışını yoğunlaştırmıştır. İşbirlikçi tekelci sermayenin bir kesimi, işçi sınıfı ve emekçilerin desteğini de alarak diğer kesim üzerinde egemen olmak istiyor. Bunun için, 1 Mayıs'ın bir bayram günü olarak ilan edilmesi gündemdedir. Burjuvazi, bu şekilde 1 Mayıs'ın içeriğini boşaltmak, onu devrimci özünden koparmak istiyor. İşçiler ve emekçiler bu oyuna gelmemelidir. Proletaryanın kızıl bayrağı altında birleşip, özgürlük ve devrim için, sosyalizm için mücadeleyi yükseltmelidirler. Taksim onurdur, özgürlüktür, devrimdir! Devrim İçin mücadelenin güçlenmesine büyük ihtiyaç duyulmaktadır.
1 MAYIS 1977 KATLİAMI
1977 1 Mayıs'ı tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçti. Tıpkı Şikago Haymarket Meydanı'nda işçi ve emekçilerin üzerine bomba atılmasından önce olduğu gibi burjuvazi, Türkiye'de de işçiler eğer sokağa çıkarlarsa anarşi olacağının, kan döküleceğinin demagojisiyle, işçi sınıfı ve emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı kutlamalarını engellemeye çalıştı. Burjuvazinin iktidarı tehlikede olduğunda hiçbir katliamdan kaçınamayacağının en açık örneği oldu 77 1 Mayıs'ı. Önce tekelci faşist basın ve yayın kuruluşları aracılığıyla tam bir provokasyon ortamı oluşturuldu. Sonra da provokasyon yapıldı. Sular İdaresi'nin üzerinden ve o zamanki adı İntercontinental Otel olan The Marmara Otel'in çatısından alanda toplanmış olan 500 bin işçi ve emekçinin üzerine ateş açıldı. Kurşunlarla ve yaşanılan izdiham sonucu 36 işçi ve emekçi yaşamını yitirdi.
1977 1 Mayıs'ında yüz binlerce işçi ve emekçinin Taksim Meydanı'nı doldurması burjuvazinin devrim korkusunu derinleştirmişti. Devrimin gücü, yüz binlerce insanda ete kemiğe bürünmüştü. Güçlenen devrimin sıcak soluğu her yerde hissedilebiliyordu. Proletarya tarihsel görevini yerine getirmek için öne çıkıyor, devrim için hazırlanıyordu. Hay markette ABD burjuvazisini ürküten şey, yıllar sonra Türk burjuvazisinin kâbusu oluyordu. Ve burjuvazi sınıflar mücadelesi tarihinden iyi öğrendiğini, aynı senaryoyu Taksim Meydanı'nda sahneye koyarak gösteriyordu. 36 işçinin katledilmesi yüzlercesinin yaralanması ile sonuçlanan bu katliamı işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkmaya çalışmakta gecikmedi burjuvazi. 98 işçi ve emekçi bu olaydan dolayı sanık durumuna düşürüldü ve bunların 17'si tutuklandı. İşçi ve emekçilerin kurşunlarla tarandığı, panzerlerle ezildiği meydanda tek bir boş kovanın bulunmaması olayın failinin kim olduğunu açık bir şekilde gösteriyordu oysa.
Taksim Meydanı işçi ve emekçilerin kanıyla kızıllaşmıştı. Ve bu tarihten sonra artık Kızıl Meydan olarak anılmaya başlandı ve işçi sınıfı ve emekçilerle burjuvazi arasında savaşın simgesi oldu. 1978 1 Mayıs'ı sıkıyönetim döneminden önceki son 1 Mayıs oldu. Aynı zamanda 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü öncesi Taksim Meydanı'nda kutlanan son 1 Mayıs'tı.
1977 yılında Taksim Meydanı'nda işçi ve emekçilerin katledilmesinden sonra, bir daha artık 1 Mayıs kutlaması yapılamayacağı, yapılsa bile Taksim'de yapılamayacağına dair yanlış bir kanı oluşmuştu. Tekelci burjuva basın özellikle bunu propaganda ediyor, deyim yerindeyse işçi sınıfı ve emekçilere gözdağı veriyordu. 1977'nin anısı hala belleklerde çok canlı olduğu için, 1978'de de benzer olayların yaşanabileceğini söyleyerek insanları yıldırmaya çalışıyorlardı.
Tekelci burjuva basının ve burjuvazinin bütün ortamı terörize etme çabalarına karşın işçi sınıfı ve emekçiler yine 1 Mayıs günü 1 Mayıs Alanı'na akın ettiler. Yaklaşık 200 bin işçi ve emekçinin katıldığı 1978 1 Mayıs'ı, hem burjuvaziye iyi bir cevap oldu hem de devrimin moral gücünü yükseltti. Bütün baskı ve katliamlara rağmen işçi sınıfı ve emekçilerin yılmaması ve kararlı olmaları toplumu derinden etkiledi.
ABD'de yaşanan bu olaylar uluslararası işçi örgütlerini harekete geçirdi.
II. Enternasyonal 1889'da Paris'te düzenlediği kongrede Amerikan işçilerinin mücadelesini desteklemek amacıyla dünya çapında gösteriler düzenledi. 1890'dan başlamak üzere 1 Mayıs'ı "Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü" olarak kabul etti. 19. yüzyılda işçiler kol emeğine dayalı çok ağır koşullarda çalıştırılıyorlardı. Öyle ki, çalışma saatleri bazen 18 saati buluyordu. Ortalama çalışma saati ise 16 saatti. Kesintisiz 16 saatlik bir çalışmanın karşılığında aldıkları ücret ise sadece hayatta kalmalarına yetiyordu. Kadın ve çocukların çalışma koşulları ise daha da ağırdı. Kölece çalışma koşullarından onların payına düşen daha fazla, ücret ise daha azdı. On binlerce işçi fabrikaların çevresindeki ilkel barakalarda kalıyorlardı. Sağlıksız koşullarda yaşamlarını tüketiyorlardı. İşçilerin ortalama yaşam süresi 40 yıl kadardı. O döneme göre her ne kadar uluslar arası çapta işçiler kendi haklarını kısmide olsa elde etmiş olsalar da halen günümüz dünyada en çok kapitalist modernite kendisini emekçi kesimin emek ve çabaları sayesinde ayakta tutmaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde kadın başta kadınların emeği olmak üzere birçok işçinin emek ve hakları gasp edilmektedir. Yanı poroleterya kesimi hep ezilen ve sömürülen bir konumdan çıkmış değildir. Zaten kapitalist modernite güçleri elinde var olan maddi birikimi ve sermayeyi toplum üzerinde tam bir köleleştirme, kendine bağımlı kılma aracı olarak kullanmaktan çıkmadıkça var olan eşitsiz anlayış sistemsel anlamda aşılmayacaktır. Temel politika toplumu açlıkla terbiye edip kendi kapitalist modernite sistemine entegre etmektedir. Günümüz açısından büyük önem taşıyan husus kendine insan haklarını savunanım, demokratım, sosyalistim diyen her bireyin bu sistem karşısında radikal ve yılmadan bir mücadele içerisine girmesidir.
1 MAYIS MARŞI
Günlerin bugün getirdiği, baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde
1 Mayıs 1 Mayıs, işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halkların bayramı
Yepyeni bir güneş doğar, dağların doruklarından
Mutlu bir hayat filizlenir, kavganın ufuklarından
Yurdumun mutlu günleri, mutlak gelen gündedir
1 Mayıs 1 Mayıs, işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halkların bayramı
Vermeyin insana izin, kanması ve susması için
Hakkını alması için, kitleyi bilinçlendirin
Bizlerin ellerindedir, gelen ışıklı günler
1 Mayıs 1 Mayıs, işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halkların bayramı
Ulusların gürleyen sesi, yeri göğü sarsıyor
Halkların nasırlı yumruğu, balyoz gibi patlıyor
Devrimin şanlı dalgası, dünyamızı kaplıyor
Gün gelir gün gelir, zorbalar kalmaz gider
Devrimin şanlı yolunda, kül gibi savrulur gider
Sarper ÖZSAN/1974
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 29 Nisan günü saat 15.00 ile 16.30 arasında işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları Medya Savunma Alanlarımızdan Haftanin bölgesi üzerinde uçuş gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Türkiye halkının büyük devrimcisi Orhan Yılmazkaya yoldaşı bizler 27 Nisan 2009 yılında faşist polis ve özel timlerine karşı tarihe örnek olan büyük direnişi ardından şehitler kervanına uğurladık.
Şahadete giderken bize miras olarak bıraktığı: “Teslim olmayan bir özel devrimci kuşağına layık olmaya çalışacağım. Devrimci karargâh savaşçısıyım. Yaşasın devrim ve sosyalizm. Yaşasın halkların kardeşliği. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının mücadele birliği. Biz düşeceğiz fakat bizden sonra bu kavga mutlaka sürecek. Yaşasın halkların kardeşliği. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının mücadele birliği. Biz düşeceğiz fakat bizden sonra bu kavga mutlaka sürecek“ sözleri her daim yüreğimizin tam ortasında hep yaşayacaktır.
Türkiye’de yeniden siyasal mücadele kızışmaya başlıyor. Siyasal mücadelenin kızıştığı bir ortamda sert mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi yada yükseltilmesi zorunluğu da çoğu zaman doğuyor. Çünkü faşizm hiçbir özgürlük değeri tanımıyor. Faşizm tekçilik olduğunu ayan beyan dünyada herkes biliyor. Tek devlete, tek ulusa, tek bayrağa, tek vatana ve ne kadar böyle tek varsa bunlara tapanların olduğu yerde insanlık sağlık bir şekilde gelişme seyrini yaşayamaz. Çünkü tek’lerin olduğu bir yerde insanların boyları kadük kalır. İnsanlar verimsiz olur. Ve oralarda insanlık mutlu olamaz. Faşizm doğası gereği siyahtır, karadır. Çünkü faşizm tek renktir belki de renksizlik dememiz gerekiyor.
Evet, bizler yeni bir 27 Nisan gününe doğru giderken bunun için Orhan Yılmazkaya yoldaşın tek başına İstanbul’un tam ortasında sergilediği eşsiz direniş, bizlerin yolunu aydınlatan bir meşale oluyor.
Orhan yoldaşın çepeçevre etrafı kuşatılırken bile: “Biz düşeceğiz fakat bizden sonra bu kavga mutlaka sürecek. Nasıl binlerce yıldan beri sürdüğü gibi. Thomas Münzer'den, Şeyh Bedrettin'den, Mahir Çayan’lardan, İbrahim Kaypakkaya'lardan ve Deniz Gezmişlerden beri sürdüğü gibi” sözleri halen tap taze hem yüreğimizde hem de Türkiye’nin tüm adalet arayışçılarının kalbinde duruyor.
Çünkü Orhan Yılmazkaya bir bahar mevsiminde sömürgecilere karşı, onların metropollerinde tek başına saatlerce direnerek direnişin nasıl yürütülmesi ve nasıl yürütüleceğini bizlere görkemli göstermiştir. Ve bize birde Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin birbirine bağlı olduklarını, etkilemelerinin yanı sıra Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Arap, Çerkez ve Türkiye’de yaşayan tüm renklerin kardeşliğe olan inancı ve yaşanılacaksa ancak eşit, özgür ve ortak yaşama olan inancını da bıraktı. Unutulmasın ki Orhan Yılmazkaya, o metropollerde sömürgecilerin üniversitelerinde okumuş ancak o okumanın insanlığa bir şey kazandırmayacağını bildiğinden devrimciliğin en sertine gönül vererek dağların yollarını tutmuştu.
Üniversiteler aydınlanma merkezleri olarak bilinir. Genç beyinler buralarda gelecek için hazırlanır. Genç aydınlar, geleceğin yatırımları ve aydınlatıcı öğeleri olarak ele alınmışlardır. Bunun için tarihin–yazılı tarihin-şafak vaktinden itibaren önemle üniversitelerin rolü ele alınmıştır. Gençler özenle hazırlanmışlardır. Kim kendi gençlerini gelecek aydın yarınlar için ne kadar iyi hazırlamışsa, gelecek onların olmuştur. Ya da o gençler, içerisinde büyüdükleri toplumu ileriye götürebilmişlerdir.
Kürt toplumuna uzun yıllardır bu geleceği aydınlatma şansı verilmedi. Kürt gençleri inkâr ve imha siyaseti diye bilinen beyin yıkama savaşımıyla yüz yüze bırakılarak kendi toplumuna karşı birer kültür eritenleri olarak ele alınmışlardır. Öyle ki kendi toplumsal değer yargılarını, kültürel mirasını, tarihini dezenformasyon için kullanılmışlardır. Ve denilebilir ki bu konuda önemli görevler ve roller de düşmanlar tarafından oynatılmışlardır. İnkârcılar ve imhacılar beyaz katliam diye bilinen politikalarıyla da çok büyük başarılar elde ettiklerini söylememiz yanlış olmayacaktır
Uzun yıllar gerçeklik bu olsa da Orhan Yılmazkaya gibi devrimci militan gençlerin sergiledikleri devrimci dik duruş, sömürgecilerin üniversitelerini sonuna kadar okuyup bitirse de yine de yaşanan faşizmden dolayı yüreği adalet arayışıyla dolu olan insan sevdalıları dağların doruklarına çıkmayı bir dakika bile akıllarından çıkarmıyorlar. Çıkarmadıkları gibi dağların yollarını bu kez büyük bir vicdan, yürek ve bilinç uyanışla çıkıyorlar.
Kürt halk önderliği: “tarih bilincini yaşamsal yorumlara kavuşturamayanlar, günümüzün yorumunu da anlamlı yapamazlar” diyor. Orhan yoldaşımız güçlü tarih bilinciyle, geçmişi, bugünü ve geleceği en iyi yorumlayarak bize bilinciyle ve devrimci inancıyla çok güçlü, sarsılmaz bir miras bırakmıştır.
Devrimciler güzeli, iyiyi, doğruyu sevenlerdir. Bir şairin yazdığı gibi: ”İyiye, güzele, yeniye, doğruya dost; kötüye, çirkine, eskiye, eğriye düşmandım” misali. Güzel olan, kendi hazinesi olan, özünü koruyandır. Çirkin ise kılıktan kılığa giren, kişilikten kişiliğe girip kendisine yabancılaşandır.
Devrimcilik birde Orhan Yılmazkaya yoldaş gibi yüreğini halklar için ortaya koyabilmektir. Yüreğiyle halkların tüm renklerine içine alabilmektir. Onlara sadece saygı gösteren değil, onlara aynı zamanda sevgi de besleyendir.
Başkan Apo: “Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum… Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dıştalanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi'nde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum” derken esasta söyledikleri Orhan yoldaşın Türkiye ve Kürdistan halkları için sarf ettiği sözlerin derinleşmiş halidir.
Bu sözlere verilecek cevap Orhan Yılmazkaya gibi bir dakika bile beklemeden dağların yollarına özgürlük haykırışı için çıkmak olacaktır.
“Teslim olmayan bir özel devrimci kuşağına layık olmaya çalışacağım” sözleri bu bağlamda dağlara akacak olan her gencin iddiası ve kararlılığı olmalıdır.
Orhan Yılmazkaya yoldaşımızı anarken 1 Mayıslara layık bir şekilde tüm devrim şehitlerine ölümüne de olsa sahiplenmek devrimci bir görev olarak karşımızda durduğu da açıktır.
Evet, “Biz düşeceğiz fakat bizden sonra bu kavga mutlaka sürecek. Nasıl binlerce yıldan beri sürdüğü gibi. Thomas Münzer'den, Şeyh Bedrettin'den, Mahir Çayanlardan, İbrahim Kaypakkaya'lardan ve Deniz Gezmişlerden beri sürdüğü gibi… “
Denizlerin, İbrahimlerin, Mahirlerin, Kemal Pirlerin ve nice böyle özgürlük sevdalısı gençlerin çığlıklarının gereklerini yerine getirmek için dağların doruklarına çıkarak, özgürlük uğruna bir şeyler yapmak dünyanın en kutsal işi ve çalışması olduğu da o kadar açıktır.
Evet, bu yıl ki 1 Mayıs’ı böylesine bir ruhla kutlamaya davet ederken, 1 Mayıs’ı bu kez daha büyük kardeşlik hayalleriyle tüm meydanlarda sesimizin çıktığı kadar kutlamayı dilerken yapabilecek gençleri de dağların doruklarına davet ediyoruz…
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 27 Nisan tarihinde saat 18:00 ile 18:30 arası işgalci TC ordusu Uludere sınırı ile Medya Savunma Alanları sınırında bulunan Kelika Sinor Bölgesine yönelik havan ve obüs saldırısı gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 27 Nisan tarihinde saat 18:00 ile 18:30 arası işgalci TC ordusu Uludere sınırı ile Medya Savunma Alanları sınırında bulunan Kelika Sinor Bölgesine yönelik havan ve obüs saldırısı gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
30 Mart seçimleri ardından yeni yerel yönetimler şekilleniyor. Tabi bu durum da bir dizi tartışmayı beraberinde getiriyor. Belediyelerin nasıl oluşup işleyeceği hususu tartışmalara konu oluyor. Seçmene verilmiş bir sürü vaat var. Devletin yeterince demokratik olmayan mevcut yasaları var. Şimdiye kadar oluşup işleyen mevcut sistem var. Tüm bunların yeniden yapılandırılması ve demokratik toplumcu yerel yönetim anlayışının başarıyla hayata geçirilmesi gerekiyor.
Kuşkusuz bu konuda BDP dışı partilerin ciddi bir sorunu yok. Onlar zaten devletçidirler ve mevcut devlete dayalı yerel yönetim sistemini olduğu gibi işletmeye çalışacaklar. Toplumun bazı maddi ihtiyaçlarının giderilmesini hizmet sayacaklar ve bu temelde bir yaparlarsa beş çalmayı esas alacaklar. Demokrasinin temeli olması gereken yerel yönetim alanını vurgunun ve yolsuzluğun, dolayısıyla çürümenin ve yozlaşmanın alanı haline getirecekler.
Elbette BDP’li yerel yönetimler böyle olamaz. Onlar zaten daha seçim döneminde çok farklı olduklarını ortaya koymuşlardı. Temel bir farklılık devlete değil de topluma dayalı yerel yönetim anlayışının hayata geçirilmesiydi. Yani demokratik toplumcu yerel yönetim sistemi ortaya çıkartılacaktı. Diğer temel bir farklılık eş başkanlık sisteminin hayata geçirilmesiydi. Yani farklılıklara dayalı eşitlik ve özgürlük anlayışı telinde kadın-erkek birliğini öngören yeni demokratik toplum böyle ortaya çıkarılacaktı. Şimdi bütün bunlar tereddütsüz hayata geçirilmeyi bekliyor.
Bu konuda işin nasılına ilişkin yoğun tartışmaların ve arayışların yaşandığı gözleniyor. Elbette bu durum olumlu ve de gereklidir. Tartışmadan ve araştırmadan hepsi de yeni olan bu anlayışları hayata geçirmek elbette ki öyle kolay olmaz. Fakat tartışmaya nereden başlanacağı ve nelerin tartışılacağı da çok önemlidir. Eğer bu konuda yöntem ve üslup doğru tutturulamaz ve konular doğru tespit edilemezse, o zaman daha baştan yanlışa düşme ve çizgiyi kaybetme yaşanır.
Ne yazık ki böyle bazı yanlış tartışmaların yapıldığı da gözlenmektedir. Örneğin eş başkanlık sisteminin nasıl işletileceğine dair tartışmalarda böyle yanlışlar yaşanmaktadır. Bazı TV kanallarında sanki esas konu buymuş gibi eş başkanların makam arabalarını, maaşı, masayı, koltuğu nasıl paylaşacağı hususları tartışılmaktadır. Duyduğunda insanın kanını donduran bu tür tartışmalar yapmaktan elbette kaçınmak gerekir. Çünkü eş başkanlık gerçeği böyle değildir ve demokratik yerel yöneticilik böyle olmaz.
Öncelikle şunu belirtelim: BDP’nin demokratik yerel yöneticileri denen Eşbaşkanların hiç biri kendi güçleriyle seçilmemişlerdir. Milyonlarca halkın, kadının, gencin, emekçinin gece-gündüz demeden yürüttüğü aylarca çalışma sonucunda seçimi kazanmışlardır. Bunun gerisinde kırk yıllık mücadele, on binlerce şehit, yani kan ve göz yaşı vardır. Kısaca bizim hepimiz çalıştık ve çaba harcadık. Peki bunu niye yaptık? Bazılarının maddi yaşam koşulları yükselsin diye yapmadık herhalde! Bazıları makam,koltuk ve maaş sahibi olsun diye değil! Dolayısıyla bu tür tartışma, arayış ve tutumlardan derhal vazgeçilmesi gerekir. Yoksa seçenler geri almak zorunda kalır.
Diğer yandan makam ve maaş paylaşımına indirgenmeye çalışılan eş başkanlık sistemine gelince, bazıları bunu ancak bu kadar anlayabilir, fakat işin özünün ve gerçeğinin böyle olmadığının da çok iyi bilinmesi gerekir. Farklılıklara dayalı eşitlik ve özgürlük anlayışı temelinde kadın-erkek birliğine dayalı yeni demokratik toplumu yaratmanın yönetsel sisteminin böyle ele alınması ve bu temelde içinin boşaltılması elbette kabul edilemez ve hoş görülemez. Kadın özgürlüğüne dayalı toplumsal özgürlük devriminin önemli bir parçasına böyle yaklaşılması kuşkusuz doğru bulunamaz.
Kısaca ne demokratik toplumcu yerel yönetim modeli makam ve maaşla ele alınabilir, ne de özgürlük devriminin bir adımı olan eş başkanlık sistemi makam ve maaş paylaşımına indirgenebilir. Bu konularda doğru demokratik anlayışa ulaşmak ve bu anlayışın dürüst ve kararlı bir uygulayıcısı olmayı bilmek gerekir. Bunun için de temel ilke şu olmalıdır: Halktan biri gibi yaşamak ve halkın öncü hizmetçisi olarak çalışmak! Bunun dışındaki bir duruşun halk tarafından kabul edilmeyeceğini ve buna izin verilmeyeceğini herkes bilmek durumundadır.
Söz konusu ilkenin hayata geçirilmesi için öncelikle eşbaşkanların mal varlıklarını kamuoyuna açıklamakla işe başlamaları uygundur. Bu birinci ilke olmalı ve bunu yapmayanlar işbaşı yapamamalıdır. İkinci olarak başkanlık süresince harama el atılmayacağına dair, yani yolsuzluk ve hırsızlık yapılmayacağına dair söz ve taahhüt verilmelidir. Üçüncü olarak da görev süresince halktan biri gibi yaşamaya büyük özen gösterilmelidir. Halkın üzerindeki bir yaşam standardının demokratik ilkelere ve kendisini seçen değerlere ihanet olacağını herkes bilmelidir. Bu konuda toplumsal denetimin sürekli işleyeceği de bilinmek durumundadır.
Demokratik yerel yöneticiliğin birinci şartı kuşkusuz halkçı yaşam tarzıdır ve bu olmadan demokratik yönetim asla gerçekleşmez. Yani kendisi halktan biri olarak yaşamayan asla demokratik yönetici olamaz. Bu ideolojik ve ilkesel bir husustur ve çarpıtılmayı kabul etmez. Diğer yandan, bu ideolojik hususla birlikte çalışma tarzı da önemlidir. Bu konuda da şu ilkeler belirtilebilir: Birincisi halkın kararlara her düzeyde katılmasıdır. Yani nelerin ve nasıl yapılacağına halk karar vermelidir. Halkın onayından geçmeyen hiçbir şey yapılmamalıdır. Bunun mekanizmalarını yaratmak da belediye eş başkanlarının ve meclisinin görevidir.
İkincisi çalışmayı halka dayandırmak olmalıdır. Yapılacak işleri devlet desteğine veya başka yerlerden alınabilecek yardımlara değil de, esas olarak yöredeki toplumun gücüne dayalı olarak planlamak ve yürütmek gerekir. Halkın gücü en büyüğüdür ve her şeye kadirdir, dolayısıyla hiç kimse halkın gücüyle ne yapılabilir diye küçümsememelidir. Önemli olan bu gücü örgütleyip açığa çıkartmayı ve harekete geçirmeyi bilmektir.
Üçüncü olarak da belediye eş başkanlarının halkla ilişkilerini düzenli ve sürekli kılmaları ve asla kendilerini halktan koparmamaları hususu önemlidir. Bunu hangi yöntemle yapacakları kendilerinin işidir. Fakat ya her gün birkaç saat halkla görüşme süresi olarak planlanmalı, ya da haftanın iki günü buna ayrılmalıdır. Halkın görüş, öneri ve eleştirilerine her zaman açık olunmalı ve bunları yazıyla iletmekle birlikte doğrudan yüz yüze iletmelerine de olanak tanınmalıdır.
Eş başkanlık sistemine gelince, buraya kadar yazdıklarımızdan eş başkan olmanın makam ve maaş paylaşmak olamayacağı herhalde açığa çıktı. Bu tür tartışma ve arayışlardan derhal vazgeçilmelidir. Yoksa eleştiri altında olunacağı çok iyi bilinmelidir. Bu tür maddi arayışlardan herkes uzak durmalı ve eş başkanlar bu konuda da birbirlerini denetlemelidir. Farklılıklara dayalı eşitlik ve özgürlük temelinde bir kadın ile bir erkeğin birlikte bir kenti veya kasabayı yönetmeleri, bu temelde kadın ve erkeğin ortak karar ve uygulamasının ortaya çıkması tarihi önemdedir. Toplumun özgür ve eşit yaşayacağı demokratik bir kent düzeni ancak böyle ortaya çıkar.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. İşgalci TC Ordusu tarafından Hakkari’nin Şemzinan ilçesinin Gerdiya alanına bağlı olan Sinine Köyü’nün karakolu bir süredir yeniden yapılmaktadır. 26 Nisan tarihinde saat 15.00 ile 16.00 arasında işgalci TC Ordusu tarafından karakolun yapıldığı alandan Siro Tepesi, Goste Tepesi ve Hacibeg alanlarına dönük ağır silahlarla saldırı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 24 Nisan tarihinde işgalci TC ordusu tarafından yapılmakta olan Siirt’in Pervari ilçesine bağlı Heşet ve Van’ın Çatak ilçesine Ting karakolları için çalışmakta olan 3 araç gerillalarımız tarafından yakılarak imha edilmiştir
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
23 Nisan tarihinde saat 10.00 ile 12:00 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Hakkari’ye bağlı Şemzinan sınır hattında keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar