Her insanın bir hikayesi vardır ama Kürdistan dağlarında olan ise daha da farklıdır. Çünkü dağlarda her hikayenin bir tamamlayan hikayesi olur. Bazen bir yerde yaşanan bir olay, diğer hikayenin bir bağı olur. Aynı mayınlı bir sınır hikayesinin gelip de Baran ile tanışma hikayesine dönüşmesi gibi...
Nefes nefese ilerliyorduk, Doğu Kürdistan’ın Kelareş alanında çıktığımız yolcuğumuzda. Güzergahımız Güney Kürdistan’dı. İran devleti ile girilen çatışmalar yüzünden günlerce operasyondan kalmıştık. Ne zaman ve nerede pusuya düşeceğin belli olmayan bir yolculuk. Her yerde İran korucuları ve devrim muhafız güçlerinin dolaştığı coğrafyada nefeslerimizi tutarak, eller tetikte ve el bombalarımızın pimleri her an çekilmeye hazır bir şekilde yürüyorduk. Daha birkaç gün önceydi Welat arkadaşın şehit düştüğü, Bager Hakkari arkadaşın da yaralandığı çatışma hemen yarım saatlik uzağımızda yaşanmıştı. Yaralanan Bager arkadaşı almaya giden ekip havan toplarının yağmuru altında Bager arkadaşı getirmişti. Biz ise bulunduğumuz noktaya atılan havan ve obüs toplarının saldırılarından kıl payı kurtulmuştuk. Hatta patlamayan bir obüs topu ise birkaç metre yanıma düşmüştü. Belki de bir şanstı benim için o an ki durum. Yaşam ile ölüm arasındaki derin duyguların ne olduğunu daha da yakından hissettiğim anlardan biri olmuştu o an...
Her anı soluk soluğa geçen yolcuğumuz tam on altı gün sürmüştü. Yolculuğumuzun son günü ise İran-Irak-Türkiye üçgeni olan Xakurkê alanına geçtiğimiz Dalamper dağının aşılmasıydı. Bizim geldiğimiz güne kadar Gelişim denilen boğaz kullanılmıştı. Gelişim Boğazını geçeceğimizin bir gün öncesi İran devletinin döşediği mayınlar ile Serhat’a giden bir grup arkadaş mayınlı araziye girmiş ve içinde de birkaç arkadaş da yaralamıştı.
O arkadaşların yaşadıkları talihsiz olay sonrası bizi Xakurkê’ye götürecek olan kuryeler yol güzergâhımızı değiştirmiş ve akşam saat altıda başlayan o geceki yolcuğumuz sabah beşe kadar sürmüştü. Hiç durmadan süren yolculuk boyunca mayınlara basmamak için tırmandığımız yamaçta taşlara ve kayalara basarak ilerlemiştik. Taş olmayan yerde en öndeki arkadaşın ayak izine basarak ama yine de her an mayın paylayacak kaygısı ile toprağa temas etmiştik. Birçok sefer mayınlı arazide geçmiştim. Her zaman da o mayınlı arazileri gördükçe düşmana olan öfkem daha da artıştı. Dünyada başka örneği olmayan Kürdistan coğrafyasında yaşanılan bu durum karşısında düşmandan nefret etmemek olmazdı. O gece sınırı geçip Xakurkê’ye ulaşana kadar hem mayınlı araziye düşen arkadaşları düşünmüştüm hem de aynı duruma düşmemek için pür dikkat yürümüştüm.
Aradan geçen yıllar sonrası daha önce hiç görmediğim Baran arkadaşla bir gerilla mekânında karşılaştım. Karakaşlı, kara gözlü, esmer tenli tam bir Serhat’lı. Güler yüzlü ve cana yakın olan Baran ile yaptığım kısa ve mütevazı bir sohbet sonrası o mayınlı sınırda geçen geceyi ve yaşadıklarımı hatırladım. Daha dün gibi geliyordu o 2008’nin Ağustos’unda geçen ama hafızamın bir kenarında hep kayıtta kalacak olan o gece. Baran bizden önceki grupta mayınlı araziye giren ve yaralanan arkadaşlardan biriydi. O olayda bir ayağını kaybetmiş ama dağların heyecanında hiçbir şey kaybetmemiş.
Baran, bir tek kalan ayağına rağmen yine özgürlük mücadelesinde en aktif bir şekilde yerini alıyor. Sürecin kendisinden istediği görevleri eksiksiz bir şekilde yerine getiriyor. Kendisi usta bir suikastçı. Kaldığı yerlerde genç arkadaşlara suikast eğitimi veriyor. Zaten yaralanmadan önce güçlü bir eğitim aldığı için sağlam bir bünyeye de sahip. Tarih yazan genç gerillalara tecrübelerini aktararak deneyimlerinden onlarca Baran’ı yaratıyor. Her şeyi ile sonuna kadar bu dağlara ve mücadelesine bağlı, sevdalı genç ve hem de yüreklerindeki özgürlük aşkı bitmeyen gerillalar.
Bir ayağını kaybettikten sonra Baran esas acıyı birlikte gerilla saflarına geldiği ve bu dağlarda kardeşten daha öte olan yoldaşlık ettiği ablasının şahadetinde yaşamış-yaşıyor. Ablası 2012 yılındaki Devrimci Operasyonlar sürecinde Zagroslarda gerçekleşen Şitazın-Oramar eyleminde şehit düşmüş. Yaşadığı o coşkunun yanında hüzün ve kederle Baran kendine has bir hava yaratmış. Ne kadar dışarıya belli etmese de içinde fırtınaların koptuğu bir gerçek. Her kelimesinde ablasını yitirdiği Zagroslara gitmenin yolunu aradığını da söylüyor.
Şimdi Baran elinde ablasından kalan günlükleri kitaplaştırmak için yazıyor. Günlükler iki kardeşin arasında geçen diyaloglarla geçiyor. Baran ve Ezda her bir cümlede bir birlerini hissederek yazmışlar günlüklerin her bir kelimesini. Yazan daha çok Ezda olmuş ve her satırda da dağlarda yaşadıklarından küçük kardeşini düşünerek yazmış. Baran şimdi hem kendisi hem de Ezda olmuş. Her iki kardeşin yüreği ve idealleri Baran’da buluşmuş ve devrim mücadelesinde en coşkulu bir şekilde atıyor...
Otuz yıllık savaşın bir detayıdır Baran’ın hikayesi. Kürdistan dağlarında dinlenecek daha çok hikâye var bir biriyle buluşan. Her biri bir birinin peşinde koşan ve bir birine bağlı o kadar hikâye var ki hangisini dinlesen kendi hikâyeni unutuyorsun.
Hüseyin Boran
- Ayrıntılar
Dünya tarihinde de görüldüğü gibi eğer bir toplumun dili yok olursa o toplum da yok olur. Hele hele bir de fiziksel bir yok oluşta yaşatılıyorsa o toplum tarihin tozlu sayfalarında yerini alır.
İnsanı bu dünyada var eden temel öğelerden birisi de toplumsallaşma gerçeğidir. Toplumsallık geliştikçe insanın tabiat içerisindeki yeri daha belirginleşti ve var oluş arayışı daha da güçlendi. Toplumsallığın da temel argümanı her toplumun kendi dili oldu. Dil toplumun kimliği, yaşama gerekçesi ve her şeyden önce de arayışlarına cevap oldu.
Tabiatta birçok soru vardır. En temel sorular her zaman ve her dönem için soruldu ve onlara cevaplar arandı. Bu soruların başında hiç şüphesiz ki “özgürlük nedir?” ve “nasıl özgürce yaşanır?” soruları geldi. Hele hele toplumsallaşmanın gelişmesine karşılık gelişen özgür yaşamın yok edilmesine neden olan sömürgeci zihniyet geliştikçe bu sorular daha da yakıcı hale geldi. “Nasıl yaşamalı?” sorusu da bunların ilklerinden biri oldu.
Nasıl yaşamalı? Tabii ki insan her şeyden önce kendi diliyle yaşamalı. Kendi diliyle yaşayan insan dünyayı dahi iyi algılar, daha iyi yorumlar, daha iyi takip eder. Eğer bir insan dil kargaşası yaşıyorsa o insanın toplumsallık içerindeki gelişimi diyalektiğe göre olmaz. Diyalektiğin kendisi doğallığa göre olanıdır. Eğer ki yaşamı doğallığında koparmaya çalışırsanız orada diyalektikte de sorun çıkar. Kimse buna da doğal gelişim diyemez. Bir de toplumun gelişimini ve yaşamına zorla ve bilinçlice müdahale ediliyorsa ona kesinlikle doğal gelişim denmez. Onun için de insanlık nasıl yaşmalı derken, doğal yaşamanın en vazgeçilmez gerçek olduğunu ifade etmek istemiştir.
“İnsan nasıl özgür yaşar?” sorusu ise ilk insandan günümüze kadar güncelliğini korumuştur. İnsan toplumsal gerçekliğiyle özgür yaşar. Adaleti, hak, hukuk ve ahlakı toplumsallığında bulur. Başkasının toplumunda bunların hiç birini bulamaz. Eğer özgür duygularla yaşamak isteniyorsa kendine ait yaşam argümanlarını ayakta tutmak zorundadır. Diğer haliyle nereye gitse de bu dünyada hep “yabancı” kalacaktır. Çünkü onu insan yapan temel argümanı olan dilini kimse kabul etmiyordur. Aynı Kürdistanlılarda olduğu gibi.
Kürt dili için bazıları “evrensel değil” onun için gerek yok diyorlar. Sözde evrensel olmayanın bilimsellikle alakası olmazmış, diyorlar. Özellikle şimdinin AKP’li Türk faşist ideologları bunları akademik söylemlerle topluma yutturmaya çalışıyorlar. Tabii kendileri bir kere alışmış her hapı yutmaya, aynı hapı Kürtlere de yutturmaya çalışıyorlar.
Bugün elli milyonluk bir toplumunun dili olan Kürtçe Güney Kürdistan’da temel eğitim dilidir. Yine Rojava devrimi ile birlikte oradaki tüm okullarda eğitim Kürtçe verilmektedir. Bu yerlerde Kürtler Kürtçe eğitim gördükleri için bilimsel gelişmelerde geri kalmadılar-kalmıyorlar. Daha düne kadar Arapça, Çince, Japonca vb. diller için “kargacık-kurgacık” diyenler bugün de Kürtçe için aynı sözleri söyleyerek politik olarak Kürtlere temel hakkı olan Kürtçe eğitim hakkını vermeyeceklerini söylüyorlar. Biz de bu sözleri söyleyenlere diyoruz ki; sizin o yüz yıllardır süren asimilasyon politikalarınıza rağmen biz anadilimizde eğitimi gerçekleştireceğiz. Belki bizim nesillere anadilde eğitim görmek nasip olmadı ama gelecekteki Kürt nesilleri için bunu gerçekleştireceğimize dair ant içtik.
Türkiye’de Türk olmayan çocuklara özellikle de Kürt çocuklarında “Türküm, doğruyum, çalışkanım...”sözlerini her sabah söyletmek en büyük faşizm olmaktadır. Bir taraftan Kürtlere anadillerinde eğitim vermeyeceksin bir taraftan da Kürt çocuklarını faşistçe asimile etmede ısrar edeceksin. Dünyada bir eşi benzeri olmayan bu faşist uygulamayı artık Kürtler kabul etmiyorlar-etmeyecekler. 19. Yy Hitler faşizmini bile geride bırakan bu uygulamalar insanlığın bir ayıbı olmasına rağmen halen kendini var ediyorsa, dünyanın adalet terazisinden sorun var demektir. Böylesi bir durumu en iyi görecek ve deşifre edecek olanların başında Kürt gençleri gelmektedir. Özellikle dünyayı yeni yeni tanıyan Kürt gençleri bu politikaları iyi okumak zorundadır. Özgürlük ve adaletin arandığı her alanda kendi toplumsallığına sahip çıkarak mücadelelerini her yerde yükseltmelidirler.
Hüseyin Boran
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Eylül tarihinde saat 12.00'de işgalci TC ordusu Bingöl'e bağlı Ş.Serxwebun alanında kobra ve Skorsky helikopterler desteğinde bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Eylül tarihinde Batman Sasona bağlı Yeniköy (NU) ile Kelhisna köyleri arasındaki bölgede işgalci TC Ordusu tarafından sabah saat 5.30'da bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Ne demiştik Vekâlet kelimesi için, vekillik demiştik. Vekilliği ise: “Birinin, işini görmesi için kendi yerine bıraktığı veya yetki verdiği kimse” diye tanımlamıştık. Vekâlet etmeyi ise: “Birinin yerine, bakmak, görevini üstlenmek” diye kullandığımızı hatırlatalım.
Bunun için Vekâlet Savaş’ına “başkalarının yerine, bir savaşı yürütmek” demiştik.
Ortadoğu bugün hiçbir zaman olmadığı kadar başkaları adına yürütülen savaşlara sahne oluyor. Geçmişte bu işin başını hep İngiltere çekerdi. Ve bu savaş biçimine bizler “böl, parçala, yönet” dediğini biliyoruz. Bu savaş biçimi süreçle tüm emperyalist güçlerin savaş biçimi haline geldiğini de herkes gördü. Bir maşa’n varsa neden elini yakasın ki?
Öyle görülüyor ki TC devleti de tamamen böyle bir savaş biçimini kendisine esas almaya başlamıştır. Birilerini kendisi için savaşır hale getirerek Ortadoğu’da büyük savaşların fitilini çakmaktadır.
Rojava Kürdistan’ında Kürtler adım adım kendi öz yönetimlerini oluşturuyorlar. Ve bu onların hakları. 1963 yılından bu yana SuriyeKürtleri eritmek için her şeyi yaptı. Dil yasakları, kimliksizlik, tehcir, aşağılama, muhacirlik statüsü derken Kürtler her zaman tüm hakların dışında tutuldular. Kürtler bu statüsüzlüğe ve de horlamaya karşı en az 10 yıldır aralıksız mücadele ediyorlar. Hatırlayanlar bilir ki 2004 yılında Rojava’nın Qamışlo kentinde bunun için onlarca Kürt katledildi.
Özcesi Rojava’da Kürtler on yıllarca süren baskılara karşı direnişe geçerek kendi devrimlerini 19 Temmuz 2012 yılında ilan ettiler. Ve dediğimiz gibi adım adım o gün bugündür kendi öz yönetim çalışmalarını da yürüttüler. Ne var ki TC devleti, AKP öncülüğünde Kürtlerin bu uyanışına tahammül edemedikleri için birçok hile ve oyuna başvurdular. Önce Özgür Suriye Ordusu adındaki oluşumu Kürtlerin üzerine sürmeye çalıştılar. Ve çok tutmadı. Bu kez ABD’yi farklı şekilde Kürtlerin üzerine sürdüler. KDP’nin Rojava Kürtlerinin üzerine sürülmesi esasta bu gerçeklikti. Buda ilk etapta istenen sonucu almayınca bu kez Kürtlerin başına Cephet El Nusra adındaki hareketi musallat etmeye başladılar.
Herkese tuhaf gelebilir, güya AKP kuzey Kürtleriyle sorunlarını çözmeye çalışıyor havası veriyor. Bu havayı verirken, bolca kardeşlik, Türk ve Kürt ortaklığından da dem vurmadan edemiyor. Tüm bunları dillendirirken Rojava Kürtlerine ise inanılmaz derecede düşmanlık yapıyor. Dediğimiz gibi silahlı çete örgütleri para, silah, lojistik destek ve birde askeri eğitim imkanı sunarak, yetmediğinde ise bizatihi kendi komutanlarını içlerine koyarak bu savaşı sürdürüyor. Özcesi TC devleti Kürtlere açıktan düşmanlık ettiğini söylemiyor ancak parayla kendisi için savaşacakları bularak Kürtlere karşı savaş ediyor. Çok mu ama çok kirli bir Vekalet Savaşını Türkiye devleti AKP hükümeti öncülüğünde Kürtlere karşı sürdürüyor.
TC devleti bunu yaparken Kürdistan’da da Vekalet Savaşlarına katılan bir güç var. Bu gücün adı KDP’dir. Bir önceki yazımızda: “Dikkat edilirse Suriye’de yürütülen savaş bir nevi ABD’nin bölgede hegemonyasını daha fazla geliştirme savaşıdır. Ancak şimdiye kadar ABD devreye girmemiştir. İngiltere devreye girmemiştir. Lakin savaş da durmamıştır. Başka bir deyişle, ABD’nin yerine savaşan başka güçler vardır. Yani birileri ABD ve İngiltere’nin savaşını Vekaleten alarak yürütmektedir. Bu durumda Vekaleten Savaşı yürüten güçlerin başında birisi Türkiye iken diğer önemli Vekalet Savaş gücü ise KDP’dir” demiştik.
Bunun böyle olduğunu her geçen gün herkes daha iyi görüyor. KDP bırakalım ABD’nin çıkarları için Rojava’da savaşmayı, bu kez TC devletinin çıkarlarını korumak için Rojava’da bir Vekâlet Savaşı veriyor. KDP hem kendisi TC devletinin Vekalet Savaşını yürütüyor hem de kendisi adına başkalarını savaştırtıyor. Örneğin El Parti böyle bir çete örgütü konumunu yaşıyor. Hatırlayanlar bilir geçen sene TC dış ilişkilerinin Hewler Türk konsolosuna gönderdiği çok gizli belge basına yansımıştı. Bu belgede KDP’nin Rojava Devrimi’ne karşı nasıl bir rol oynayacağı açıkça dile getirilmişti. Rojava Devrimi’ne karşı silahlı faaliyetlerden tutalım da, ajanlaştırmalara, hatta Rojava’da gelecek olan Kürtlerin nasıl özgürlük hareketine karşı kullanılacağına kadar birçok detay belgede yazılmıştı.
Özcesi KDP’nin Rojava Kürtlerine karşı yapması gereken kontralık ve karşıtlık açıkça TC devleti tarafından çizilmişti. Ve o gün bugündür dikkat edersek KDP Rojava Devrimi’ne karşı tüm kirli oyunların içerisinde yerini almaktadır. Rojava Devrimi’ni ezmek için ne kadar çete gücü varsa bizatihi desteklemekte, silahlandırmakta, para vermekte ve Rojava Devrimi’ne karşı bu güçleri öne sürmektedir.
Yine bir önceki yazımızda: “Maalesef bu kez Vekaleten devralınan Savaşı emperyalist devletler ve Türkiye adına KDP, Rojava Kürtlerine karşı yürütmektedir. Bunun ise Kürtlerin iç ilişkileri açısından çok hayırlı bir savaş biçimi olmadığıileride tarihin bize göstereceği açıktır” demiştik.
Bir adım ileriye götürerek şunu söyleyelim: KDP’nin başkaları adına yürüttüğü bu kirli Vekalet Savaşı kesinlikle eninde sonunda en çok zararı KDP’ye verecektir. Çünkü Kürtler özelde de Rojava Kürtleri kendilerine karşı yürütülen bu kirli savaşa, politikalara gerekli olan en sert cevabı vererek, kim nereyi hak ediyorsa oraya gönderecektirler.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Aynı zamanda yeni özgür Kürt gerçeği de oluyor bu. Çünkü PKK çağdaş Kürt direnişini temsil ediyor. Kırk yıllık yoğun bir mücadele içinde yeni Kürt bireyini ve toplumunu yaratacak düzeyde bir gelişme ortaya çıkarmış bulunuyor. İşte bu büyük gelişmeyi temsil eden bir olayı izliyoruz TV ekranlarında. PKKnin 11. Kongresini yaptığı haberini veriyor bültenler.
11. Kongre görüntüleri kırk yılın birikimini yansıtacak düzeyde. Divanın arkasında Önder Abdullah Öcalanın büyük boy bir resmi ortada duruyor. Resmin iki yanında on kadın ve on erkek resmi asılı. Hepsi de önemli süreçlerde direniş mücadelesine damga vurmuş şehitlerin resimleri. Haki Karerden Sakine Cansıza kadar bir zincirin halkaları gibi diziliyorlar. Doğal ya da resmi Merkez Komite üyeleri oluyorlar. Önder Abdullah Öcalanla birlikte KCKnin yirmi bir ışınlı güneşini oluşturuyorlar.
Kuşkusuz PKKnin şehit Merkez Komite üyeleri bunlarla sınırlı değil. Salonun sağ ön yanında, hemen konuşmacı kürsüsünün önünde on dokuz resimden oluşan bir pankart asılıyor. Bunlar da şehit Merkez Komite üyelerinin resimleri oluyor. Kongre salonundaki şehit resimleri sadece bunlar mı? Kuşkusuz hayır! Salonda neredeyse iki yüze yakın şehit resmi bulunuyor. Hepsi de şehit gerilla komutanlarının, ERNK ve KCK yöneticilerinin resimleri. Kimi genç kimi yaşlı, kimi kadın kimi erkek! Salon Önder Abdullah Öcalanın ve şehitlerin resimleriyle donanmış. Her yerde Önderlik ve şehitler var. PKK gerçekten bir Önderlik ve Şehitler partisi! Her konuşma Önder Abdullah Öcalanı ve kahraman şehitleri anarak ve selamlayarak başlıyor.
Kongre salonunu 120den fazla kadın erkek dolduruyor. Kimisinin saçı dökülmüş veya bembeyaz olmuş. Burdan bakınca insan Acaba PKK yaşlanmış mı? diyor. Diğer yandan daha henüz yirmisinde olan insanlar var. Kongre bileşimi kırk yıllık mücadelenin birikimini yansıtıyor. İçlerinde 26-27 Kasım 1978de Licenin Fis Köyünde yapılan birinci kuruluş kongresine katılmış olanlar da var, yeni ilk defa bir PKK Kongresine katılmakta olanlar da. Çoğunluğun ilk defa bir PKK Kongresine katılmakta olduğu anlaşılıyor. Fakat hepsinde aynı heyecan ve coşku var. PKK Kongresiyle Kürdistan Özgürlük Hareketinin yeni önemli kararlar alacağını herkes biliyor.
PKK Merkez Komitesinin kongrenin aldığı kararları açıklayan bildirgesi katılanlardaki bu bilincin abartı olmadığını açıkça gösteriyor. PKK Kongrede Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu ve dünyaya ilişkin ne varsa hepsini tarihsel bir perspektif içinde tartışmış ve hepsine dair de demokratik modernite çizgisinde yeni ve tarihi kararlar almış bulunuyor. Merkez Komite bildirgesinde sadece Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalanın başlattığı demokratik siyasi çözüm süreci temelinde Kürt sorununu çözmek için AKPye, Kürdistan Ulusal Kongre çalışmalarını başarıya ulaştırmak için başta KDP olmak üzere tüm Kürt partilerine, Rojava halkının özgür iradesinin kabul edilmesi için mevcut çete saldırılarının arkasında olan herkese çağrı ve uyarı bulunmuyor, bunlarla birlikte ideolojik sorunlardan askeri sorunlara, örgütsel sorunlardan ekonomik sorunlara kadar her türlü sorun için önerilen çözüm yolları yer alıyor.
Aslında PKKnin kongrede yaptığı değerlendirmelerin içeriğine ve geliştirdiği çağrıların gücüne de fazla takılmamak gerekiyor. Hiç kuşkusuz bunlar da çok önemli ve PKKnin değerlendirme ve çözüm gücü çok yüksek. Çünkü Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalanın İmralıda geliştirdiği Savunmaların teorik ve felsefik düzeyi çok ilerde. Yirmi birinci yüzyılda başta kadınlar olmak üzere tüm ezilenlere kurtuluş yolunu gösterecek bir düzeyde. Tüm ezilenler için yeni bir özgürlük bilinci ve eylem kılavuzu olmayı ifade ediyor. Dolayısıyla PKKnin teorik ve ideolojik düzeyi tarihinin en ileri noktasına ulaşmış bulunuyor.
Bu nedenle elbette PKK Kongresinin içeriği ve verdiği mesajlar çok önemli. Ama bununla birlikte PKKnin 11. Kongresini de başarıyla yapabilmiş olması çok daha önemli. Herhalde şimdiye kadar 11 kongre yapabilmiş ilk Kürt partisi PKK! Kırk yıldır büyük zorluklar yaşanmış olsa da yenilip ezilmeden mücadele yürüten ve zafer iddiasını hala çok güçlü bir biçimde koruyan tek ve ilk parti PKK! Esas olarak bunları hiç küçümsememek ve büyük bir ciddiyetle ele alıp önemle değerlendirmek gerekir. Çünkü bu durum, PKKnin kırk yıldır özgürlük mücadelesinde sürekliliği kesintisiz olarak sağlayabilmiş olması her bakımdan Kürt toplumu için etkisi yüzyıllara yayılacak olan büyük birikimler ortaya çıkartmıştır.
PKK fiili doğuşunun kırk birinci, resmen kuruluşunun ise otuz beşinci yılında bulunmaktadır. Resmen PKK Kongresi olarak tam 11 kongre gerçekleştirilmiştir. Oysa daha 1977 yılında kültürel soykırım rejimi tarafından PKK oluşumunun imhasına karar verilmişti. 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi tarafından en çok PKKnin imha ve tasfiyesi öngörülmüştü. Cunta şefi Kenan Evren Kürdistan üzerinde uçarken darbeye karar verdiklerini açıkça itiraf etmişti. O zaman NATOnun hararetle desteklediği Ergenekoncu yönetim PKKye altıncı kongre yaptırmayacağını iddia etmişti. 9 Ekim 1998den itibaren harekete geçirilen uluslararası komplo Önder Abdullah Öcalanın imhasına dayalı olarak PKKyi tasfiye etmeyi hedeflemişti.
Oysa PKK ideolojik, örgütsel ve pratik bakımdan tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. Kendi adıyla 11.Kongresini de başarıyla gerçekleştirmiş bulunuyor. Bunun dışında PKK adıyla yapılmış olan altı genel konferans var. PKK Hareketi içinde kadın, gençlik, emekçi, basın, kültür örgütlerinin düzenlediği onlarca kongre ve konferans söz konusu. 2003 yılından bu yana Kongra Gel Genel Kurulu hemen hemen her yıl toplanıyor. Elbette bütün bunlar PKKnin gücünü ve ulaştığı düzeyi gösteriyor. Kürt toplumunun nasıl örgütlü ve demokratik bir toplum, bir demokratik ulus haline geldiğini ifade ediyor.
İşte PKK 11.Kongresi tüm bu gelişmelerin hem çok açık bir ifadesi, hem de başarıyla taçlanmasıdır. PKKnin kırk yıllık mücadele içinde yarattığı bu gerçekliği görmek ve artık kabul etmek gerekir. PKK ile Kürtler artık yeni bir toplum, yeni bir ulus haline gelmiştir. Kürt bireyi ve toplumu yeniden doğmuş, yeni bir ruh ve bilinç kazanmış, her bakımdan örgütlenip kendi özgür iradesini ortaya çıkarmış, ne pahasına olursa olsun var olma ve özgür yaşama kararlılığına ulaşmıştır. Gelinen bu noktayı ve ortaya çıkan Kürt gerçeğini artık kabul etmek zorunludur. Hala Kürdü inkar etmeye çalışmak anlamsız, bu temelde kan dökmek cinayetten de öteye en büyük insanlık suçudur.
Artık gerçekleşen PKK hakikatini ve onun netleştirip özgür kıldığı Kürt gerçeğini görmek ve kabul etmek gerekir. Bu temelde Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmek gerekir. Kürt halk varlığını artık inkar etmek mümkün değildir. Benzer bir biçimde PKK ile Kürt gerçeğini birbirinden ayırmak da mümkün değildir. PKK 11.Kongre gerçeği ortadayken, hala inkarcı bir zihniyeti ve politikayı sürdürmeye çalışmak anlamsızdır. Aklı olan bu gerçeği görür ve PKK ile özgür Kürt gerçeğini kabul ederek demokratik ve halkların kardeşçe birliğine ulaşır.
11.Kongre ile PKK gücünü bir kez daha ortaya koymuş ve ciddi bir atak yapmıştır. Bu hamle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalanın özgürlüğüne kilitlenmiş bir ataktır. Çünkü Kürt Halk Önderinin özgürlüğü Kürt halkının, Kürdistanın, Kürt kadınının ve gençliğinin özgürlüğüdür. Dolayısıyla güçlenen PKK, güçlenen Kürt halkı ve Kürt demokratik uluslaşmasıdır. Önümüzdeki süreç bu gerçeği çok daha net bir biçimde herkese gösterecektir. Merkez Komite bildirgesinde ifade edildiği gibi, Kürt sorununun çözümünde 11.Kongre zaferi yaratan bir final olacaktır.
Selahattin Erdem
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Eylül tarihinde saat 3:00 – 4:00 arası işgalci TC ordusuna ait Savaş uçakları Xakurke bölgesi sınırında hareket etmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13-15 Eylül tarihleri arasında Medya Savunma alanlarımızdan Kandil bölgemiz üzerinde İşgalci TC ordusuna ait insansız hava araçlarıyla yoğun keşif yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12-13 Eylül tarihlerinde Hakkari'nin Şemdinli'ye bağlı Museka ve Gırana da işgalci TC ordusunun yoğun hareketliliği gelişirken kısmen çevre operasyonu da yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Büyük boşluklar, amansız iç çekişmeler geride kalanlar için,
Soğuk düşler…
Ağrıyan bir yüreğin çaresizliğinde sadece derin bir boşluğu yaşayan o kalanlar…
Gidenlerin bıraktığı, kalanlar…
Ve yarım
Ve çok eksik… Kalanlar… Bizler…
Alışılmamış bağlanmalar, anlatılamayan arkadaşlıklar yoldaşlıklar ve birbirlerine sevdalanan yürekler…
Yüreğini ve ruhunu Gabarın herhangi köşesinde bırakıp gelenler
Bir Gabar Yalnızlığına bıraktığı yüreğinin ve ruhunun hal hatırını sorduğumda
Orda kaldı ikisi de demişti Heval Nupelda…
Sonra uzandım oralara… Feraşinden Gabara kadar uzanan yolculuğa dokundum
Anlamak için orada bırakılan her şeyi…
Kaybolmanın ve yitirilmenin kıyısında yaşadığım onca hayatın anlamsızlığında büyürken, çocukluğuma ve geleceğe bir anlam bulamanın çaresizliğiydi hep yaşadığım. Amaçsızlık, ya da sadece günleri geçirmenin tuhaflığı… Oysa dağlarda kurulu bir yaşam vardı. Kendi canlarını yeni bir hayat kurmak için feda edenlerin hikâyeleri vardı dağlarda… Kavgaları armağanları ve kazandıkları güzel bir yaşam vardı… Avuçlarımda yitirilmeye az kalmış birkaç yaşanmışlığın dışında hiçbir şey kalmamıştı… Hayatım ve yaşadığım zaman içinde söylenmiş, söyletilmiş onca cümlelerde bir umut doğmamıştı o ana kadar… Oysa bazen bir cümlenin ardında yepyeni bir başlangıç olur. Yolları inişli çıkışlı ama yine de olması gereken yepyeni bir başlangıç…
İşte her şey istenilen yerde başladı, tam da başlanması gereken o nokta da, o ilk tokalaşmada…
Onunla daha sonra onlarla, ilk söylenecek bir cümlede yeni bir başlangıç doğacaktı, taze ve hiç dokunulmamış…
''Merhaba heval, hoş geldin aramıza kavgamıza yüreğimize''… Gözlerinin parlayan bakışlarıyla bu cümleyi uzattığında yüreğime, hayatını değiştirecek ilk kapıyı, Heval NERGİZ açmıştı. Bir başlangıçtı bu sadece… Bir akşam saatinde, karanlığa gömülmüş bütün yanlarım aydınlığın sarılışında bir yolculuğa en heyecanlı saatlerini yaşıyordu.
Merhaba heval hoş geldin. Gerilla ya hoş geldin… Bazen bir başlangıç için yeterliydi bu cümleler… Eğer istenilen bir başlangıçsa…
Ve Heval NERGİZ'in rehberliğindeki yolculuğumuz başlamıştı…
Heval NERGİZ'i daha önce de tanıyordum. Arada yapılan tartışmalarda hayata bakışından anlıyordum ona ait kavgasının büyüklüğünü, anlamını ve gerekliliğini… Oysa benim kendime ait hiç bir kavgam yoktu, halkıma kavgam yoktu… Ama onun halkı uğruna verdiği bir kavgası vardı. Ben uğruna verdiği bir kavga… Ve bunu gördükçe onda, söylediğim şeylerin bir anlamı olmuyordu.
Şimdi onun verdiği kavganın yoldaşı olabilmeyi seçtiğim için yaptıklarımın, yapacaklarımın bir anlamı olacaktı…
Uzun ve ince bir yolculuğun gecesiydi zaman… o büyük karanlığında Feraşinin, uzayıp giden patikalarından geçiyorduk. Yıldızlarından, sessizliğinden, direnişinden geçiyorduk. Onu izleyerek yürüdüğümde mırıldanarak türküler söylüyordu Heval Nergiz. Onunla her şey yolunda gidiyordu. Ben sadece onun izinden o karanlıktan yürümenin sessizliği içindeydim. Yüreğimde sayısı çoğalmış ve çoğalmakta olan duygular… Sevinçler doğuyordu attığımda her adımı…
Yüksek bir tepesinde Feraşinin, yeşilliğinin üstünde sanmıştım kendimi o noktadan baktığımda… Kalabalık bir arkadaş grubu vardı. Güneyden yeni gelen Dersim Grubu da gelmişti. Hepsiyle tanıştıktan sonra, Heval Mehmet karşıladı bizi. Gülümseyen yüzüyle, bütün sıcaklığıyla karşılamıştı bizleri. İçten sohbetinin içinden geçen sıcak yoldaşlığının havası çarpıyordu yüzümüze. Yanına çağırdığında, silahını da alarak bir kayanın üzerine çıkardı beni, sonra duygularımı amacımı niçin katıldığımı sordu. Verilen kavganın bir ucundan tutmak için geldiğimi, Yapabileceğim bir şeylerin olabileceğini söyledim ve hepsi bu dedim. İyi dedi, yapabileceğin çok var burada… ''Tu Xêr hati disa… Em gelek keyxweş bûn, bı hatina te''…
Bu ikincisiydi hoşgeldi'nin… Gördüğüm herkesin en anlamlısı olan hayata hoş gelmemi diliyordu ve bu en iyi destekti benim için… Yüzümdeki tebessümle ve gözlerimdeki parlayan neşeyle Heval Mehmet, elini omzuma atarak'' demek bu yemyeşil uzun, geniş Feraşin senin öyle mi'' dediğinde o an aklım başka yerdeydi… İçimde heyecan ve ruhumun bir komutanın yanında sohbet ediyor olmasından doğan gururla ilgileniyordum ve şaşırarak'' evet benimdir'' dediğimde büyük bir kahkahanın ortasında bulmuştum kendimi. Heval Mehmet ve yanındaki bütün arkadaşlar gülmüştü bu şaşkınlığıma…
Güzeldi onların yanında olmak. Onlar gibi bakmak, uzanmak çay bardağına ve hissetmek o anı. Sevebilmek onlar gibi her şeyi, bir sarılmayı, bir anısı yaşanmışlığın… Güzeldi onlarla aynı göğün altında seyretmek olup bitenleri, dünyayı yorumlayabilmeyi… Her şey güzeldi…
İki çay alıp yanıma gelen Heval Merxwaz ile sohbet etmiştik. Derin sohbetinden kendimi görmüştüm. O kanayan yanlarına, acıyan, sızlayan yaralarıma dokundukça, sohbetlerinden geçiyordu bütün her şeyin çözümü. İlerde yapmam gerekenleri sıralıyordu. Eğer kendime, halkıma, kavgama, partime yararlı olacaksam ilk önce kendime yararlı biri olmam gerektiğini söylemişti. Çünkü her şey insandan başlar. Kendimi düzelttiğimde eğri ve yolunda olmayan ne varsa bu şekilde düzeltebileceğimi anlatmıştı. Heval Merxwaz derinleştikçe sohbetini, tozlara bürünmüş ve daha ince hiç karşılamadığım o yaşantılarımla tanışıyordum.
Herkes iyi şeylerden söz ediyordu. Olması gereken şeylerden, tam da zamanı gelmiş geçitlerden…
Yaklaşık dört gün onların yanlarında kaldıktan sonra, farklı bir alana gitmem gerektiğini söylemişti Heval Memet. Noktaya gelen Dersim Grubuyla birlikte Kato' ya gitmek üzere yola koyulduk. Uzanırken uzayıp patikada, son defa ardımdakilere yönelttim gözlerimi… Onlar bana gülümsüyor ve el sallıyorlardı. Heval Memed, Heval Mexwaz, Heval Serhat… El sallıyorlardı…
Unutur muyum o anları… O en son bakışları… Yüreklerinde iyi bir yaşam kurmaktan başka bir şeyi olmayan o yoldaşları unutur muyum? Bütün yol boyunca aklımda hep onlar vardı. Heval Serhat… Gençliğiyle etrafa neşe ve güç veren temiz suretiyle herkese sevinç veriyordu. Uzaklaştığımızda ardımızda koşup koluma takmıştı saatini… ''Eğitimini al sonra buraya önerini yap bekliyorum seni'' demişti en son…
Kato' da bir gece kalıp sabah Besta' ya gitmek üzere yola koyulduk Dersim Grubuyla. Yedi kişilik bir gruptu ve hepsi de çok dinamikti. Onlarla birlikte sonsuz güvenlikte gidiyordu yolculuğumuz…
Geniş bir alana yayılan coğrafyası büyülemişti beni Besta. Ormanların içinden yol alırken, burada verilen mücadelenin gizemliliği çarpmıştı ruhuma. Daha sonra Heval Bawer bana anlatacaktı Besta'nın o kutsal tarihini.
Yaklaşık üç ay kalmıştım bu alanda. Eğitimimi almıştım. Yapılan törende ilk defa büyülenmiştim. Heval Haki törene gelmişti ve kalabalık bir arkadaş grubu katılmıştı. Her şey güzeldi. Yeminler yapıldı, silahlar alındı, halaylar çekildi… O sırada yanıma gelen bir arkadaş bana alacağım ilk rozeti hediye etmişti. Kendi elleriyle yakama taktığında bembeyaz yüzü ve mavi gözleri ne kadar o ana yakışmıştı. ''Hoş geldin Heval'' dediğinde o ana benim de sevincim eklenmişti. Adı Serxwebun'du. Mardinliydi. Yitirdiğim ama en son anda kurtardığım hayatıma benziyordu beyaz yüzü… Düşmekte olan ama en son anda parmak uçlarımı uzatıp tekrar hayata döndürdüğüm kavgama benziyordu o mavi gözleri…
Botan'ın basın birimine düzenlemem olmuştu. Alan alan geziyor, gördüklerimin, hissettiklerimin resmini çekiyordum… Uzun zamandır birbirlerini göremeyen ve bir anda buluşanların o anlatılmayan sarılmaları, uzun bir yol yolculuğunda bir ara tadında içilen suyun kutsallığını, uzaktan bir hayale benzeyen dağların, bulutların kardeş yüzlerini çekiyordum büyük bir istekle… Güzeldi her görüntünün anlamı, yorumu, bir ifadesi…
Gabar' da geçen günlerimin en yoğun süreçleriydi. Gabar'ın yüreğinde yaşıyordum. Üzüm bahçeleri, ceviz ağaçlarının kıyısındaki uzun dost patikalar ve tadı emeğe, kavgaya benzeyen sabah hevdeli… Bir emek yeriydi Gabar… Onca karakol arasında kendi özgünlüğünü koruyor ve içinde yaşattığı onlarca canı ağırlıyordu en misafirperverliğiyle ve asla kendi üzümünden, cevizinden, suyundan eksik etmiyordu gerillayı… Ne de olsa Büyük komutan Heval Egit' ten almıştı kahramanlığını, cesaretini, büyüklüğünü ve kutsallığını…
Bütün sonsuzluğuyla geçerken aramızda zaman, alışıyordum yaşama, yürümeye, geceye, seslere, savaşa ve olmam gerekene…
Ama alışılmasının henüz bir yorumu olmadığı bir parçası vardı. Bağlanılan, yüreğine sevdalanan, gelecekte onların suretlerinden başka bir görüntünün olmadığı, ruhunun kahramanlarını yitirmek… Bir an da hasret kaldığım, bir tek gün bile unutamadığım, yolculuğumun başkahramanlarını birer birer yitirmenin suskunluğu, alışılması… Bu benim için olmayan, olmayacak, olması mümkün de görünmeyecek bir şeydi. Ben bu gerçekten uzaktım, yabancıydım kayıplara… Oysa bu en gerçeğiydi yaşamın…
Önce Heval Memed, Heval Merxwaz ve Heval Serhat sonsuzluk kervanına katılmışlardı. Daha sonra Heval Nergiz'in şahadetini öğrendim ve bir an aklımdaki yeşilliği koskoca bir siyaha dönüşmüştü sonsuz yeşilliğiyle gururlanan Feraşinin… Kızmıştım kırgındım ona… O büyük sonsuzluğuyla koruyabilmeliydi Heval Nergizi… Akan 24 pınarlarından kurumalıydı birkaç tanesi, Nergiz'i korumak için…
İlk aldığım rozetini kendi elleriyle yakama takan beyaz yüzlü mavi gözlü savaşçı, Heval Serxewun o da şehit düşmüştü… Aklımda kalan mavi gözleri hala canlı hala rengârenk. O gözlerle bakıyorum her şeye…
O ilk başlangıçtaki ve masalımın başkahramanları sonsuzluğa uzanmıştı özgürlüğün…
Sonsuzluğa gitmeden önce, düşmana en ağır darbeyi vurarak, ihanetinin ve düşmanlığının yırtıcı kanatları kırarak, yüzlerinde canavar gibi bakan gözlerindeki zalimliğin o haksız savaşını yerle bir ederek… Savaştılar kahramanca. Olması gerekeni yaparak savaştılar…
Avuçlarıma güzel bir hayatı koyup ruhuma armağan verenler… Yaşanan bunca acıları bunca hikâyeleri yazmam için bana cesaret yol gösterenler…'' Hoş geldin hayatımıza, kavgamıza aramıza''… Bütün gizemliliğiyle kolumdan tutup anlamlı bir hayata çeken cümlelerin sahipleriydiler…
Heval NERGİS, Heval MÊRXAS, Heval MEMED, Heval SERXEBUN… Hepsi şehit düşmüşlerdi. Yüreğimin en büyük kahramanları Yeni bir çocuğa yeni isim verenler… İlk sarılanlar, kucaklaşanlar, gülümseyen ilk yüzler… Her birisi yüreğimde sayısız acı bırakarak ama savaşarak en cesaretli halleriyle… En onurlu kavgalarını bu halk için vererek… Korkmadan düşmanı beyninden kalbinden vurarak… Savaştılar… Savaştılar… Ölüme ve ihanetin üzerine yürüdüler… Bir an olsun akıllarında halkını önderlerini savaşçılarını ve yoldaşlarını düşürmeden ne varsa kendilerine ait, hepsini bırakarak geride kalanlara öylece savaştılar… hatırımızda vazgeçemeyeceğimiz gizemli ve dokundukça kendimiz olacağımız değerler bıraktılar heybemize… Geride kalanlar… Onların ardından kalanlar
Yarım eksik kalanlar…
Bizler…
Tamamlamak için şimdi sarıldık yoldaşlıklarına…
Yeniden dirilttik canımızı ruhumuzu ve öfkemizi…
Attık bir kenara kahreden sancılarımızı, kırıklıklarımızı…
Nergiz'den kalan gülüşü taktık yüzümüze, yüreğimizin en güzel coğrafyasına dağıttık Heval Memed'in cesaretini… Ve baktığımız her şeyi gri gören gözlerimizin bozuk rengini söküp yerine, Heval Serxwebûn'un mavi bakışlarını asttık ve şimdi dünya daha mavi daha sonsuz… Ruhumuzun çürüyen bütün yanlarını Mêrxaz Heval'in sadakatiyle yıkadık ve pırıl pırıl yiğitliğimiz… Çirkin ve yarım doğmasın diye güneş,
Bütün gidenlerin izinde duruyoruz sonsuz bir kararlıkla… Merhaba güneş hoş geldin aramıza, kavgamıza, yüreğimize… Gabar'da, Besta'da, Kato'da, Feraşin'de bırakılan ruhuna ve yüreğine dokundum Heval Nupelda'nın ve bütün görkemiyle ben de uçurdum ruhumu oralara… Daha iyi anlasın diye kahramanların kavgasını… Yaşamlarını…
Masidar Masiro
- Ayrıntılar