AKP’nin “Çözüm süreci” dediği bu yeni sürece 2014 seçimlerini kazanma amacı ve planı doğrultusunda yaklaştığı bilinmeyen ve yeni açığa çıkan bir durum değildir. AKP baştan beri süreci böyle ele alıyor ve yürütmeye çalışıyor. Hatırlanırsa İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile 2011-2012 savaşı ardından ilk görüşme AKP Büyük Kongresi öncesinde yapılmıştı ve Tayyip Erdoğan yönetimi tarafından bu görüşme kongrenin başarısı için etkin kullanılmıştı. Neredeyse Tayyip Erdoğan kongre başarısını İmralı görüşmelerine bağlamıştı.
Ardından da AKP’nin yaptığı plan şuydu: İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmeleri sürdürerek yeni bir ateşkes konumuna ulaşmak ve bu temelde 2014 yerel seçimi ile cumhurbaşkanı seçimini kazanmak! Buna göre de hareket etti. Bu doğrultuda taviz anlamında kısmi adımlar attı. İmralı’daki hücreye bir TV yerleştirerek güya Kürt Halk Önderi’nin koşullarını iyileştirdi! En önemlisi bir BDP heyetinin İmralı’ya giderek görüşme yapmasına izin verdi. Bu temelde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın hazırladığı yeni çözüm projesine “Uygulanabilir” diye onay vererek sürecin önünü açtı.
Fakat Önder Abdullah Öcalan’ın Newroz çağrısı, İmralı görüşmelerinin ve AKP planının çok ötesindeydi. AKP, ateşkes çağrısı beklerken geri çekilme çağrısıyla karşılaşınca başlangıçta herkes gibi sarsıntı geçirdi. Geri çekilme AKP planında yoktu. Dahası bu geri çekilme AKP’ye ciddi siyasal yükümlülükler getirebilirdi. Bu nedenle başlangıçta tepki gösterdi. PKK’liler için “Nereden ve nasıl gelmişlerse oraya ve öyle gitsinler” dedi. Bu temelde kendine siyasal yükümlülük getirmeyecek bir geri çekilme formülü bulmaya çalıştı.
AKP geri çekilmenin yaratacağı siyasal yükümlülükten kurtulmak için çeşitli yönteme başvurdu. Zaman zaman daha geri çekilme başlamadan “Zaten çekilip gitmişler” diyerek gerillanın geri çekilme eyleminin siyasal önemini zayıflatmaya çalıştı. Zaman zaman CHP ve MHP ile dalaşarak gündemi saptırmak ve güya süreç önünde ciddi engeller olduğunu göstermek istedi. ABD gezisi ve Suriye savaşını gerekçe yaptı. En son Taksim Gezi Parkı direnişini gündem saptırma ve süreci unutturma olayı olarak kullanmaya çalıştı.
Sonuçta İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tavır koyunca ve dışarıda da PKK ve BDP yönetimleri ciddi biçimde uyarınca, şimdi AKP bunları geçiştirmek için yeni formüller arıyor. PKK’nin “İkinci aşamaya geçilmesi, yani Kürt sorununun çözümünün önünü açacak temelde Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak anayasal ve yasal düzenlemeler yapılması” yönündeki taleplerini nasıl reddetmeden uygulamayacağının yöntemlerini arıyor.
Bunun için muhtemelen bazı yasal değişiklik tartışmaları geliştirecek. Fakat “Meclis tatile girdi”, “Diğer partiler engel” ve saire diyerek bu tartışmaların pratikleşmesini hep geciktirmeye ve oyalamaya çalışacak. Yine İmralı görüşmelerini biraz artırarak ve bazı değişiklikler yaparak Kürt Halk Önderi’nin koşullarının düzeltildiğini göstermeye çalışacak. Farklı gündemler yaratarak süreci unutturucu ve erteleyici çabalar içinde olacak.
Kısaca AKP süreç için daha baştan oluşturduğu planını değiştirmiş değildir. Onun tek amacı 2014 seçimlerini kazanabilmektir. Her şeyi bu amaca bağlamış durumdadır. Birincisi bu. İkincisi ise, AKP zihniyet ve politika olarak Türkiye’nin daha fazla demokratikleşmesinden yana değildir. AKP demokrasisi şimdi olduğu kadardır. Yoksa CHP ve MHP’nin ciddi bir engel oluşturma gücü yoktur. Engel AKP’nin kendisidir, onun zihniyet ve politikalarıdır.
Bunlar nedeniyle AKP süreci kapanmayacak, kesmeyecek, fakat ikinci aşamanın öngördüğü demokratikleşme adımlarını atmamak için de direnecek, oyalayacak ve çeşit çeşit hileye başvuracaktır. İsteklere “Yok” demeyecek, ama hiç birini de yerine getirmeyecektir. Bu biçimde ateşkesi korumaya, 2014’e ulaşmaya, yerel seçimi, cumhurbaşkanı seçimini ve dahası genel seçimi kazanmaya çalışacaktır. AKP’nin stratejik planı budur ve herkes bunu bilmelidir.
Peki, AKP’nin bu planı şimdi mi ortaya çıkıyor? Hayır, baştan itibaren vardı ve de biliniyordu. O halde AKP’nin bu planı biline biline Kürtler ve demokratik güçler yeni çözüm sürecine “Evet” dediler. Bile bile evet dediklerine göre, o halde onların da sürece ilişkin bir stratejileri ve bu temelde oluşturdukları planları vardı. Eğer yok idiyse, o zaman yanlış yapmışlardır ve başarısız kalırlar. Yok eğer var idiyse, o zaman da planlarının gereğini yapmaları ve AKP oyunlarını aşmayı başarmalılar.
Burada şu soru ortaya çıkıyor: Kürtler ve demokratik güçler açısından yeni çözüm sürecinin stratejik karakteri nedir? Onların sürece ilişkin stratejik yaklaşımları nasıldır? Bu noktada AKP’nin verdiği sözlere inanıp atacağı adımlara mı güvendiler, yoksa kendi güçlerine ve çabalarına mı? Benzer sorular çoğaltılabilir ve tartışma bu temelde derinleştirilebilir.
Bu sorular çerçevesinde bakıldığında, kuşkusuz Kürtlerin ve demokratik güçlerin yeni süreç stratejilerinde AKP üzerinde siyasi baskı oluşturma ve onu bazı demokratik adımlar atmaya zorlama vardı. Çünkü reel politika açısından da şimdilik mümkün olan buydu. AKP meclis çoğunluğu ve hükümetti. AKP katılmadan hukukî düzenlemeler yapmak mümkün değildi. Bu nedenle Kürtlerin ve demokratik güçlerin bu yaklaşımı anlaşılırdır.
Diğer yandan, iktidar olsa da süreç açısından AKP’nin yaşadığı ciddi zayıflık ve zorlanmalar vardı. Örneğin, 2014 seçimlerini kazanmak onun için hayati bir meseleydi. Kaybederse başına nelerin geleceği belli değildi. Fakat onbir yıllık iktidarın ortaya çıkardığı bir yıpranmışlığı yaşıyordu ve bu nedenle seçimleri kazanması öyle kolay değildi. Bunun için bazı tavizler vermesi ve yoğun bir çaba harcaması gerekiyordu. Bununla birlikte Suriye politikasında başarısız olmuş, Avrupa ve ABD yönetimleri tarafından eskisi kadar desteklenmez hale gelmişti.
Bütün bunlar AKP’nin yaşadığı ciddi zayıflıklardı ve demokratik güçlerin ve Kürtlerin bunları dikkate alarak AKP üzerinde siyasal baskı oluşturup bazı demokratikleşme adımları attırmaya çalışmaları doğaldı. Zayıf ama seçim kazanmaya mecbur bir iktidar, istemese de bazı siyasi adımlar atabilirdi. Hele hele AKP gibi pragmatist bir güç bunu fazlasıyla yapabilirdi.
Bu bakımdan Kürtlerin ve demokratik güçlerin yeni süreç stratejilerinin içine bunu koymuş olmaları anlaşılırdır. Bu çerçevede AKP’ye adım attırabilmek için her türlü çabayı da harcayabilirler ve harcamaları gerekir. Fakat bizce Kürtlerin ve demokratik güçlerin yeni süreç stratejilerinin birinci ayağı bu değildir. Bu, olsa olsa ancak ikinci ayak olabilir. Birinci stratejik ayak demokratik siyaset hamlesidir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’da bu süreci “Demokratik siyasi mücadele hamlesi” olarak tanımlamıştır.
Kuşkusuz bu iki ayak birbirini etkileyici ve güçlendirici karakterdedir. Fakat Kürtlerin ve demokratik güçlerin bu süreç açısından da en başta kendi güçlerine güvendikleri ve süreci demokratik siyasi mücadele hamlesiyle başarmayı öngördükleri kesindir. Elbette bu öngörü yanlış değil, doğrudur. Ancak doğru olması kendi başına yetmez, bu doğruların pratikte de başarıyla hayata geçirilmesi gerekir. Başarılı pratik oldukça hem demokratik siyaset güçlenir ve yönetimdeki etkisi artar, hem de AKP hükümeti üzerindeki siyasi baskı artar.
Dolayısıyla bu süreçte hem AKP üzerindeki siyasi baskıyı artırmak, hem de demokratik siyaseti hamle düzeyinde geliştirmek gerekir. AKP’nin seçim kazanmaya endekslenmiş oyalama planları ancak böyle bozulabilir. Nitekim son olaylar AKP üzerinde baskıyı artırmanın mümkün olduğunu ortaya koymuştur. Yine hem konferanslar ve hem de Gezi Parkı direnişi demokratik siyaset hamlesini örgütsel ve eylemsel alanda geliştirmenin mümkün olduğunu göstermiştir.
25-26 Mayısta Ankara’da yapılan Barış ve Demokrasi Konferansı tüm Türkiye toplumunun irade ve isteklerini ortaya koydu. 15-16 Haziranda Amed’te yapılan Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı da TC sınırları içinde yaşayan Kürtlerin irade ve isteklerini ortaya koydu. Şimdi yurtdışındaki, sürgündeki Kürtlerin Avrupa Konferansı gündemde. 29-30 Haziranda Brüksel’de yapılacak Avrupa Konferansının da yurtdışındaki Kürtlerin irade ve isteklerini ortaya koyacağı kesindir. Böylece toplum irade ve isteğini ortaya koymuş olacaktır ki, artık geriye bunların uygulanması kalacaktır.
Demokratik siyaset hamlesinin eylem çizgisi açısından da Kürt serhildanı ile Gezi Parkı direnişi esastır. Dikkat edilirse yeni sürecin hamlesel gelişimini sağlayacak eylem çizgisi mevcuttur. Geriye konferansların sonuçlarını pratikleştirme ve demokratik kitle eylemini geliştirme kalmaktadır. Demokratik siyaset bunları yaptığı ve sonuçlarını örgütlediği oranda hamlesel gelişme yaşayacak ve bu sürecin başaranı olacaktır!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
18 Hazirandan itibaren Gabar da İşgalci TC ordusu tarafından pusulamalar yapılmaktadır. Bu pusulamalara korucularda katılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Demokratik Çözüm Yürüyüşü çerçevesinde Bingöl, Amed ve Garzan eyaletlerinden gelen gruplarımız Medya Savunma Alanlarına ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
21 Haziran günü saat 17.00 ile 20.00 arası Hakkari'nin Çukurca ilçesine bağlı Güvenlik tepesi ve boğazı, Erbiş boğazı, Şehit Karwan tepesi, Talısa, Bayrak Tepesi, Kepê Mirişka ve Hakan Tepesine yönelik
- Ayrıntılar
Basın ve Kamuoyuna!
HPG güçleri olarak sürdürdüğümüzü Demokratik Kurtuluş Yürüyüşümüz her türlü zorluğa rağmen büyük bir kararlılıkla sürmektedir. Bu çerçevede yeni bir grubumuz Medya Savunma Alanlarına Ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Haziran günü İşgalci TC ordusuna ait savaş uçakları Şırnak'a bağlı Kato Jirka alanımızda üç gün boyunda alçak uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Bugün sabah saat 10:15 ile 11:00 arası Medya Savunma Alanlarımıza bağlı Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basya, Kandil, Gare ve Xakurke bölgelerimizde işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Özgürlük Mücadelemizin aldığı karar doğrultusunda HPG güçleri olarak sürdürdüğümüz Demokratik Çözüm yürüyüşümüz sürmektedir. Bu temelde yeni bir gerilla grubumuz daha Medya savunma alanlarına ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Gezi Parkı etrafında gelişip, giderek siyasal ve toplumsal bir soruna dönüşen gelişmeler bir kez daha konu üzerinde durmayı gerekli kılmaktadır.
Önder Apo’nun ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin Taksim’deki direnişi selamlayıp belli bir ağırlık koymaya başlayınca, Taksim’in rengi de, sesi de değişmeye başladı. İlk günlerde hakim olmaya çalışan CHP, Ergenekon, ulusalcı vb. kesimler ortalıkta daha az görünür olmaya başladılar. Bunları alanı dolduran ve belli bir görsellik oluşturan pankart, döviz, slogan v.b’de de görmek mümkündür. Denilebilir ki, Kürdistan ve Türkiye’nin gerçek devrimci-demokratik muhalefet bileşenlerinin ortak mücadele platformu gecikmişte olsa pratik olarak ortaya çıkmış oldu.
Devrim sembollerinin yanısıra, daha çok halkların eşit, özgür kardeşliği, devrim, sosyalizm, demokrasi, demokratik çözüm, Kürt sorunun çözümü, barış vb. kavramlar öne çıkmaya başladı. Öteden sömürgeci Türk devletinin hükümetleri Kürdistan ve Türk devrimci ve demokratlarının biraraya gelerek mücadele birliklerinin gelişmemesi için ellerinden geleni yapmışlardır. Fakat Önder Apo’nun özenle hazırladığı , Kürt sorunun çözümünü ve Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesini öngören projesinin Newroz’da açıklanmasıyla birlikte belki de ilk kez böyle bir çıkışın güçlü bir zemini de ortaya çıkmış oldu. Taksim’deki gelişmeler başlatılan böyle bir sürecin öne çıkardığı olaylardır. Bu konuda yanılmamak gerekir.
Ergenekoncu ve ulusalcıların rejim sözkonusu olduğunda, rejimi koruyacakları çok açık. Öyle görünüyor ki, Kürdistan özgürlük hareketinin konu üzerinde durmasıyla birlikte önemli ölçüde sahneden çekilmişlerdir. Bu çekilme iyi de olmuştur. Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimci-demokrat güçler ile, diğer tüm ulusal, inançsal gruplar ile AKP sömürgeci hükümeti bir anlamda başbaşa kalmış oldular. Böylelikle direniş yeni bir döneme girmiş oldu.
AKP sömürgeci hükümeti ya diyalog yolunu, ya da ezme yolunu seçmekle karşı karşıya geldi. AKP hükümeti özellikle T.Erdoğan’ın ağırlığını koymasıyla birlikte, muhalefeti kırma, bastırma yöntemi önplana çıktı. Aslında birkaç gün önce de, İstanbul Güvenlik kurulu’nun almış olduğu kararlar da bu yöndeydi. 11 Haziran saat 7.30 sularında başlayan bastırma operasyonları bu temelde başlatıldı. Bir taraftan kamuoyunda “ başbakan direnişçilerle görüşecek” beklentisi yaratılırken, öte yandan taksime operasyon hazırlıkları tamamlanarak, pratiğe geçirilmiş oldu. Şu anda bu direniş kırılmaya, ezilmeye çalışılmaktadır. Böyle bir saldırı sözkonusudur. Taksim-Gezi Parkı ne kadar böyle bir saldırıya hazırdı? Bilemiyoruz. Ancak bir anda pankart ve dövizleri toplayabilmeleri ve pek az kişinin direnme konumuna geçmesi, güçlü bir hazırlığın olmadığını göstermektedir.
Saldırı sadece fiziki değildir, psikolojik, ideolojik ve politiktir. Böylesi toplumsal direnişlerin homojen bir kitlesi yoktur, olamaz da. Farklılıklar vardır, olacaktır da. Başta sömürgeci sistemin başbakanı, bakanları, yandaş medyası, polis müdürleri, öncelikle bu direniş kitlesini bölmeye, parçalamaya, bazı grupları ayrıştırmaya, yalnızlaştırmaya çalışmaktadır. Özetle, böl-parçala yönet politikasını son derece kurnazca ve sinsice uyguladıkları görülmektedir. T. Erdoğan, ideolojik-politik olarak “ dış güçler” vb. teraneler tekrar tekrar dile getirmektedir. “Camiye bira ile girmişler, başörtülü bacılarımıza saldırmışlar, Türk bayrağını yakmışlar vb. diyerek açıkça yalan söyleyerek sunni kesimleri ve ırkçıları harekete geçirmeye çalışmaktadır. Öte yandan, ekoloji için mücadele yürütenlerin adeta direnmemeleri gerektiğini salık vermektedir. Özellikle T. Erdoğan, devrimcilerin astığı pankart, bayrak, flama, resim vb. için ise paçavra diyecek kadar alçalabilmektedir.
Şimdi bu saldırı karşısında izlenmesi gereken tutum ne olmalıdır?
Konuyla ilgili önceki yazımızda da söylemiştik. Üçüncü bir çizgi olarak sömürgeci AKP zulmüne karşı ortak, geniş bir cephe örgütlenmesiyle güçlü bir direniş pratikleştirilmelidir.Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve Kürdistan’ın statüsü ile Önder Apo’nun özgürlüğü temelinde, Türkiye ve Kürdistan direnmeli, ama Taksim’in yalnız direnmesi yetmez, başta İstanbul olmak üzere, tüm Türkiye ve Kürdistan direnmelidir. Bu saldırıya güçlü bir karşılık verilerek yeşil faşizm püskürtülmelidir. Bunun için de Taksim platformunun şu saatten itibaren, Tayyip Erdogan ile konuşacak hiç birşeyinin olmaması gerekir.
Sömürgeci hükümet, görüşmek istediği kesimleri ezerek, öylece görüşmek istiyor. Eğer bir görüşme olacaksa,direnişi ezilmiş bir Taksim’in temsilcisi olarak değil, direnişi sürdüren ve dalga dalga her yana yayılan bir direnişin temsilcisi olarak görüşme masasına oturulmalıdır. Direnişi ezilmeye çalışılan bir Taksimin temsilcileri olarak masaya oturmak, sadece ve sadece AKP faşizmini meşrulaştırır. Kürdistan ve Türkiye’de giderek meşruiyetini yitiren bir hükümete, hem de 15 günlük direnişten sonra kendi elimizle meşrulaştırmış oluruz. Tam tersine AKP faşist hükümetinin meşruluğunun giderek yoğunca tartışıldığı bir dönemde, direnişi büyüterek, meşruiyetinin olmadığını iyice açığa çıkarmak gerekir.
Kürdistan Özgürlük Hareketinin, Önder Apo’nun başlattığı müzakere ve diyalogla sonuç alma süreci çerçevesinde üzerine düşeni olanca ciddiyeti ve samimiyeti ile yerine getirdiğini herkes görmekte ve izlemektedir. Ancak sömürgeci Türk devleti hükümetinin bu konuda attığı tek bir olumlu adım yoktur. Atacağına dair de ortada ciddi bir ibare gözükmemektedir.
Sömürgeci AKP devleti Kürdistan özgürlük gerillasının özellikle tam bir disiplin içinde Kuzey Kürdistan savaş sahalarından geriye çekilmesi karşısında, atmaları gereken pratik adımlar vardır. Özellikle Kürdistan’da, “artık Türk devletinin adım atması gerekir” söyleminin, talebinin yükseldiği bir dönemde, “ bakın bu kadar sorun var, nasıl adım atarım” diyerek süreci kendi lehine çevirmeye çalıştığı da görülmelidir. Yani sorunun çözümü, moda deyimle yapması gereken “ yol temizliği” konusunda görevlerini yapmaması için Taksim sürecini kullanmaya çalıştığını görmek lazım.
Yeni bir anayasanın yapımının tartışıldığı bir dönemde, eğer Türk ve Kürt halkları başta olmak üzere tüm inanç ve halklar ile, örgütlü güçleri birlik olursa sonuç alınabilir. Kürdistan statüsü ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi talepleri temelinde güçlü bir direnişi yükselterek sonuç almanın zamanıdır.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Ekranlarda: “Gerilla yürüyor, direniş sürüyor” diye analarımız, gençlerimiz ve de kadınlarımız tarafından yazılmış olan bir slogan okuyoruz.
Gerilla kuzey Kürdistan'da silahlı güçlerini adım adım çekiyor. Güneye çağırıyor. Gerillamız ise parça parça güneye doğru yol alıyor. Bazı guruplarımızın güneye daha doğrusu Medya Savunma Alanlarına ulaştıklarını ise hepimiz birlikte izliyoruz.
Süreç bu şekilde devam ediyor. Önderliğimizin çağrısı üzerine gerilla güçlerimiz çekiliyor. Birçok kez dile getirdiğimiz gibi bu geri çekiliş mücadeleden bir geri çekiliş değildir. Mücadeleyi zayıflatmak hiç değildir. Bunun böyle olmadığını Önder Apo Amed meydanında milyonların huzurunda:
“Bugün yeni bir dönem başlıyor.
Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.
…
Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.
Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum.
Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır” diyerek yeni dönemin görevlerini açıkça dile getirdi.
Yani mücadele çok daha sertleşerek yürüyecektir. Felsefik, ideolojik, siyasal, kültürel, sosyal, ekonomik, psikolojik derken yaşamın tüm alanlarında hem de keskinleşerek bu mücadele devam edecektir.
Bunun için GERİLLA YÜRÜYOR DİRENİŞ SÜRÜYOR! sloganını ya da pankartını çok anlamlı buluyoruz. Gerilla yürüyüşünü sürdürecektir ancak direnişini de her zamankinden kat be kat artıracaktır. Yürüyüşü sadece bir geri çekiliş olarak almamak önemlidir. Demokratik siyasetin görevlerini yerine getirebilmek için önümüzde binlerce yapılacak iş vardır. Bu işlerin başında birçok kez dile getirdiğimiz gibi zihniyetimizi yeniden oluşturmamızdır, yeniden ele almamızdır. Sürece cevap vermekten uzak olan düşünce yapımızı, bilgi birikim düzeyimizi düzelteceğiz. Geliştireceğiz. Bu ise gerçekten tümden bir yapma işidir. Yani bir inşa işidir.
Peki, bu yapma ya da inşa işi nasıl olacaktır? Tabii ki yürüyüşümüzü sürdürmekle direnişimizi güçlendirmekle olur. Bunun için diyoruz ki Gerilla yürüyor sözlerini KÜRDİSTAN GENÇLİĞİ GERİLLAYA YÜRÜYOR! diye genişletmek yukarıda dile getirdiğimiz zihniyetle birebir alakalıdır. Zihniyetin en berrak bir şekilde aydınlanacağı mekanların başında; iktidar güçlerinin, devlet güçlerinin, kapitalist modernist güçlerinin ulaşamayacağı mekanlar gelir. Var olanın dışında kendi zihniyet taşlarımızı oluşturacaksak o zaman gerçekten de var olan sistemin dışında bir yerlerde kalarak, günlük olarak kirli olan kapitalist zihniyetin olmadığı ya da az olduğu mekanlara gelerek bunları aşmaya çalışmamız gerekiyor.
Kapitalist modernist kültürün ve zihniyetin ise hakim olmadığı tek yer şimdilik Kürdistan dağlarıdır. Dağların doruklarıdır. Gerillanın bulunduğu özgürlük mekanlarıdır. Dağların özgürleştirici ter temiz ortamlarıdır.
Yeni dönemin görevlerinden bir tanesi olan zihniyet yapımızı güçlendirmek için geleceğimiz ya da gideceğimiz yerlerin başında kesinlikle dağlar olmalıdır. KÜRDİSTAN GENÇLİĞİ DAĞLARA YÜRÜYOR! derken söylemek istediklerimiz bunlardır.
Elbette dağlarda öğrenilecek birçok değer vardır. Alınacak birçok bilgi ve birikim vardır. Önemli olan bu değerleri, bilgi ve birikimleri alarak yeniden bu kez bilinçli bir şekilde yeni dönemin inşa çalışmalarında yer almaktır. Dönem gerçekten de bizlerde özelde de Kürdistan gençlerinde yeni dönemde çok daha büyük bir aktivite istediği açıktır.
Sonlandırırken, KÜRDİSTAN GENÇLERİNİN DAĞLARA YÜRÜYÜŞÜNÜ şimdiden gerillalar olarak selamlıyoruz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar