Halkımıza ve Kamuoyuna!
7 Ocak tarihinde Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Karataş karakolu yönelik gerillalarımız tarafından yapılan eylem de işgalci TC ordusunun yoğun bombardımanları sonucu birliğinden kopan 6 Gerillamızın şahadete ulaştıklarını netleştirmiş bulunuyoruz.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
Özgürlük hareketimiz Kürdistan da milyonların yüreğinde duruş ve kararlılıklarıyla taht kuran binlerce yiğit savaşçı militan yetiştirmiş ve onları özgür yarınlar uğrunda fedaiane bir kararlılığın sahibi olarak tanıyarak şehitler kervanına uğurlamıştır.
- Ayrıntılar
Birinin doğru söyleyip söylemediğini, en iyi, söyledikleriyle yaptıkları arasındaki çelişkiye ya da uyuma bakmak gerekir.
Söz ile eylem bir ise o zaman söylenenler kuru sıkı söylenmemiştir. Yok, eğer söylenenler ile yapılanlar arasında farklar hatta uçurumlar ve tezatlıklar varsa orada vuku bulan tamamen bir aldatma ve iki yüzlülüktür.
Bugün Rojava’da Kürtler 19 Temmuz’dan bu yana çok ciddi ve köklü bir kalkışı yani devrimi yaşıyorlar. Bu devrim Kürtler için beraberinde birçok kazanımı getirmiştir. Kürtler bu parçada ilk kez kendilerini idare edecek bir pozisyona kendilerini getirdiler.
Elbette bu kadar kazanımın bedeli ağır olmuştur. Kimilerinin ikide bir temcit pilavı gibi, “Esat ile anlaştılar” yalanına karşı onlarca değerli insan bu mücadelede ve bu değerlerin ortaya çıkmasında canını verdi, halende vermeye devam ediyorlar.
Kürtler Rojava’da kendi yönetimlerini ellerine alırlarken birçok Kürt çevresi, “yardım edelim, birliği güçlendirelim, arka çıkalım” gibi birçok söz sarf ettiler. Hatta kimisi sözde Kürtlerin ve Kürt hareketlerin arasını düzeltmek için Hewler’lerde toplantılar üzerine toplantılar yaptılar. “Birlik olmalısınız, başkalarının kuyruğuna takılmamalısınız, her şeye rağmen beraber çalışmalısınız” diyerekte bolca nasihatler da verdiler.
Bunlar söylenmeye söylendi ancak peki pratik nedir diye sormamız umarız yanlış sorulmuş bir soru olmaz.
Birlik ya da beraberlik kimin için kime karşı? Herhalde birliği kendi içinde, karşıtlığı ise Kürtleri parçalamaya kalkanlara karşı olarak söylenmişti.
Ne var ki bakıyoruz ki birileri ısrarla Kürtleri parçalamak için her türden oyunun içinde yer almayı kendilerine marifet biliyor. Bu marifet bilmeyi biz nereden biliyoruz diye sorulabilir.
Evet, söyleyelim, bugün Rojava’da Kürtler, Kürtlerin özgürlük hareketleri, Kürtlerin değerlerini korumak isteyen ne kadar güç varsa hepsi ayakta kalmak için müthiş direniyorlar. Esat’a karşı direndiler, çetelere karşı direndiler, TC devletinin çok çeşitli kirli oyunlarına karşı direndiler ve bugünlere geldiler.
Ancak öyle görülüyor ki bu direnci kırmak isteyenler rojava Kürtlerinin en nazik yerinden vurmak istiyorlar. Rojava Kürtlerinin en nazik yeri ekonomileridir. 2 yıldır kıran kırana bir savaş yaşanıyor. Yine Türkiye devleti Kürtlerin bulunduğu yerleşim yerlerine ambargo uyguluyor. Kaldı ki daha önceki yıllarda Suriye devleti Kürdistan’a tek bir yatırım yapmamıştı. Sonuç itibariyle bu durum Kürtler için ciddi sıkıntılar demektir.
Evet, şimdi ise hep birlikten beraberlikten dem vuranlar rojava sınırlarını kapatmışlardır. Hem de kesinlikle TC devletinin istemleri üzerine. Sınırı kapatma yetmemiş bu kez tel örgüler yapılıyor. Yani Kürtler rojava Kürtlerinin etrafı tümden sarılmak isteniyor. Bir yandan Türkler, diğer yandan Güney’de KDP. Kürtleri kendilerince kıskaca alarak her türlü kirli politikayla yapamadıkları bu kez rojava Kürtleri aç bırakarak yapmak istemektedirler.
Evet, şimdi soralım sözünüz ile eylemleriniz arasındaki bu kadar yaman çelişkileri neyle izah edeceksiniz?
Her gün her ortamda Kürtlerin birliğine ve beraberliğine vurgu yapan sizlere bu halk artık ne diyecek?
Her ortamda Kürtlerin değerlerini temsil ettiğinizi söylediğiniz o büyük sözlere peki artık kim inanacak? Hem de rojava ile sınır tel örgüleriyle kapatılırken.
Özcesi sözleriniz ve eylemleriniz bir değildir. Bir olmadığı için de Kürtlerin vicdanlarından giderek siliniyorsunuz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
90'lı yılların başından itibaren Tükiye metrepollerinde yaşamak zorunda bırakılmış Kürtlere karşı zaman zaman ırkçı ve faşist saldırılar yapılmaktadır. Çanakkele'nin Bayramiçi ilçesinde ilk kez Kürtlere karşı bir linç kampanyası başlatılmıştı. Daha sonra çeşitli il, ilçe ve kasabalarda Kürtlere karşı saldırılar artarak devam etmişti. Son birkaç yıl içerisinde ise saldırılar daha fazla yoğunlaşmıştır. İnegöl, Dörtyol, Bursa-Yıldırım, İstanbul-Şişli, Kocaeli, İzmir, Karadeniz bölgesinde mevsimlik işçilere ve Ahmet Türk'e dönük saldırı bu kapsamda değerlendirilebilir.
28 Aralık 2012 tarihinden bu yana Afyon'un Sultandağı ilçesi ve Karabük'te Kürt öğrencilere dönük yapılan saldırılar hala devam etmektedir. Bu saldırıların sömürgeci türk devletinin başbakanı tayyip Erdoğan’ın son açıklamaları bu saldırıları başlattı.
Yansıdığı kadarıyla halende Sultandağı ilçesindeki kardeşlerimiz tam bir abluka altında kalmış bulunmaktadırlar. Fırıncıların ekmek dahi vermediği, esnafın herhangi bir satış yapmadığı belirtilmektedir. Hatta yer yer de evler kurşunlanmaktadır. Hasta olanlar, hastaneye gidememektedirler. İlçenin kaymakamı ise Kürtleri ilçeyi terketmeye zorlamaktadır.
Sultandağı'ndan kuşatma ve tehdit altında bulunan Kürtler kaç gündür üst üste çağrı yapmaktadırlar. Ancak bu çağrıları ne duyan nede harekete geçen vardır. Bir iki BDP'li milletvekilinin açıklamasından ve birkaç Türkiye'li parti ve örgüt temsilcisinden benzer içerikte açıklama gelmiştir. Hepsi o kadar.
Kahredici bir sessizlik, tepkisizlik vardır. Neden? Acaba sömürgeci Türk devletinin başbakanı T. Erdoğan'ın "görüşmeler oluyor" demesinin yarattığı hava mı etkili oldu? Görüşmelerin olması demek, linç saldırılarına karşı sessiz olmak anlamına mı gelir? Yoksa Kürtler bu saldırılara bulundukları her yerde karşılık verirlerse sahta solcular tarafından "milliyetçi", sahte müslümanlar tarafından "ümmetin birliğini parçalayanlar" olarak adlandırılacaklarından mı çekinmektedirler? Yoksa "duygusal kopuş gelişir” türü özünde sömürgeci sistemin Küdistanda ve Kürtler üzerinde sürgit devam etmesini isteyen yaklaşımlar mı etkili olmaktadır. Nedir mesele?
Yani her türlü saldırı, linç, asimlasyon, soykırım, küfür, hakaret karşısında Kürtler boyun eğerse, iyi, Kürt kardeş, tersi olursa, yani karşılık verilir ve direnilirse kötü Kürt ve lanetlenmek. Artık bunu Kürtlere kabul ettirmek mümkün değildir.
Ama Kürtlerin, özellikle Kürt gençlerinin bu saldırılar karşısında sessiz kalmalarını anlamak mümkün değildir. Kürtler böylelikle metrepollerde korkutulup sindirilerek örgütsüzleştirilerek, Türkleştirme ve Türkleşmeye açık bir duruma getirilmek istenmektedir. Unutulmaması ve görülmesi gereken şey, sömürgeci soykırım politikası linçlerle sürdürülme gerçeğidir. Bu saldırıların öyle üç-beş gencin veya faşistin işi olarak görmemek gerekir. Yada bir anlık öfkenin veya galeyana gelmenin sonucu olarakta görmemek gerekir.
1910'lardan sonra, özellikle 1920'li ve 1930'lu yıllarda iskan kanunu çerçevesinde göçertilen Kürtlerin asimile edilerek Türk ulusu içerisinde eritilmesi hedeflenmekteydi. 90'lı yıllarda yapılan soykırım göçleri bu amaçla yapılmıştır. Daha sonraki yıllarda Kürdistan'da izlenen ekonomik politikayla Kürtler açlığa, yoksulluğa ve işsizliğe mahkum edilerek göçe zorlanmıştır. Bununla da, Kürtler asimlasyona açık hale getirilmişlerdir. Fakat Kürtler Türk devletinin planlarını alt-üst edince bu kes korkutup sindirmeyle,dışlamayla etkisizleştirme yöntemini seçtikleri anlaşılmaktadır. Bunun çok iyi hazırlanmış bir plan olduğu da çok açıktır. Yani her iki yöntemle de Kürtlerin yokedilmesi, fiziki ve kültürel soykırımın tamamlanması hedeflenmektedir.
Dolayısıyla Kürtlerin bu saldırıları olayı sıradan basit bir kavga gibi ele almaları yanlış ve yanıltıcıdır. sömürgeci Türk devletinin tehlikeli soykırım planından habersizliktir. Öncelikle Kürt ulusunun ve bireylerin bu planın bilincinde olmaları gerekir. Ancak bu temelde bir karşı koyuş gelişebilir. Tüm bu gerçekliklerden hareketle başta Kürt halkı, gerçek devrimci ve gerçek müslümanlar bu saldırılar karşısında sessiz kalmamalıdırlar. Protesto eylemlerini yükseltmelidirler. Kendi varlığını, kendi milletine ve ulusuna ait insanları saldırılara karşı korumak hem hak hemde görevdir. Eğer Kürtler demokratik ulus olma iddialarını sürdüreceklerse ve Kürdistan'da özgür bir yaşam kurma kararında kesinlerse öncelikle bu saldırlara karşı kendilerini savunmalı ve hatta misilleme haklarını kullanmalıdırlar. Bu konuda bazı sol çevrelerin ve hatta Kürtler içerisinde sözümona kendisine sosyalistim, müslümanım diyenler bu tür karşı koyuşları "milliyetçilik vb" biçimde ucuz değerlendirebilirler. Zaten AKP sömürgecileri sözümona hem Türk hem Kürt milliyetciliğine karşı olduklarını söylemiyorlar mı?
İnsanın düşmanından onay, övgü aldığı veya beğenisi kazanmış olduğu görülmüş müdür? ya da böyle bir beklenti içinde olmak ne anlama gelir? Kürtler olarak kendimizi Türk egemenlerine mi, sahte solcularına mı, özümsenmiş kemalist Kürt solcularına mı yada sahte müslüman AKP tırşıkçısı, yardakçısı G. Ensarioğlu ve benzerlerine mi beğendireceğiz? Unutmayalım varlığı, kimliği, vatanı, ekonomisi, savunması özcesi özgürlüğü olmayanın hiçbir değeri yoktur. Kürtler soykırım kıskacında bir halktır. İşte Sultandağı, Karabük vb. yerlerdeki saldırılar bu soykırım çarkının nasıl kuvvetle çalıştığını gösteriyor. Biz Kürtler öncelikle bu mekanizmanın dişlilerini kırmaya, mekanizmayı bozmaya ve kendimizi özgür ve demokratik bir ulus olarak Kürdistan topraklarında ebediyen yaşayacak bir varoluşu gerçekleştirmeye adamalıyız. Diğerlerinin dikkate alınacak, dinlenecek hiçbir yönü yoktur. Türk sömürgecileri, faşist sivil ve askeri sürüleri insanları kıyım kıyım doğrarken kardeşlik inşa ediyorlarsa ve Kürtler kendilerini korumak için buna karşı koyduklarında kardeşlik bozuluyorsa bu kardeşliğin nasıl zalimane bir kardeşlik olduğunu, sahte, aldatmaya dönük bir demogoji olduğu açığa çıkmıyor mu? Eğer böyleyse bu kardeşlik bir an önce son bulmalıdır! Eğer Kürtler kendilerini savunduğunda din kardeşliği bozuluyorsa o da biran önce son bulmalıdır. Biz Kemal PİRLERİN, Deniz GEZMİŞLERİN ve Haki KARERLERİN, Mihri BELLİLERİN kardeşliğini istiyoruz. Yokoluşumuza, kadeh kaldıran sahte solcuların ve amin diyen sahte Müslümanların kardeşliğine artık son diyoruz.
Kürt ulusu olarak kendi topraklarınızda varsanız, barışınız ve kardeşliğiniz olabilir. Yokolanla kimse eşitlik peşinde koşmaz, gerçek anlamda kardeşleşmez! Direnişiniz yoksa, kimse sizi ciddiye almaz!
Metropollerde yaşamaya zorlanmış Kürtler, öncelikle yönlerini Kürdistan'a çevirmeli ve ülkeye dönüşü gerçekleştirmelidirler. Bunun için de birliklerini, örgütlülüklerini kurup geliştirmeli, dilini-kültürünü korumalı, savunmalı ve her türden ırkçı-faşist saldırılar karşısında güçlü bir biçimde karşılık vermelidir. Kürt ulusu olarak varlığını koruma ve özgürlüğünü savunmanın yolu da buradan geçer!
Herdem SERHILDAN
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Kürdistan Özgürlük hareketinin 2013 zafer ve başarı yılına darbe vurmak amacıyla kış aylarındaki saldırılarını yoğunlaştıran işgalci TC ordusunun hazırlıklarına karşı gerilla güçlerimiz tarafından 7 Ocak günü gerçekleştirilen eylemde canlarını fedai ruh ile ortaya koyan 8 yoldaşımız kahramanca direnerek özgürlük şehitleri kervanına katılmışlardır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
7 Ocak günü saat 18.30’da Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Karataş karakolu ve güvenlik tepesi, Çele Tugayı ile Gire askeri üssüne yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
3 Ocak günü Şırnak Gabar dağı sınırları içinde bulunan işgalci TC ordusunun Gire Cotyar karakoluna yönelik gerillalarımız tarafından 2 koldan bir eylem gerçekleştirilmiştir.
2012 yılı Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN'ın tayin edici büyük direnişi ile geçmiştir. Buna gerillanın halk savaşı, Kürdistan halkının önlenemeyen serhıldanları ve zindan direnişçilerinin görkemli çıkışı eşlik etmiştir. AKP sömürgeciliğinin KDP ve ABD ile birlikte yaptığı tüm engelleme çabalarına rağmen 19 Temmuz’da Batı Kürdistan’da gerçekleştirilen devrim, Türk sömürgecilerini adeta çılgına çevirmiştir. Kürdistan halkı sömürgeci Türk devletinin tüm faşist, soykırımcı saldırılarına rağmen alanlarda polis sürüleri karşısında direnişini büyük bir kararlılıkla sürdürmüştür.
Sonuçta şöyle bir siyasal tablo çıkmıştır. Direnen İmralı, savaşan gerilla, direnen halk, ulusal toplumsal bilinç ve örgütlülükte derinleşme yaşanırken, Kürdistan'da kaybeden, Türk kamuoyunda da sorgulanmaya başlayan, giderek bir başaşağı gidişi yaşayan sömürgeci AKP ve onun faşist şefi T. Erdoğandır. T.Erdoğan 2012 yılı sonunda yaptığı konuşmasında " Ada ile görüşüyoruz” Öte yandan " silahlar sussun fikirler konuşsun, düşüncesi olan varsa söylesin" dedi. Ancak düşüncesini dile getiren, yazan-çizen kim varsa hepsini esaret altına almaktadır. BDP li milletvekillerin dokunulmazlıklarını gündeme getirmektedir. Buna kim inanır artık.
Peki T.Erdogan neden bunları dile getirmektedir? Bir kez daha Kürtleri kandırmak, etrafını boşaltan liberalleri yanına çekmek, büyük vaatlerle dile getirdikleri yeni anayasada yaşanan tıkanmaları açmak ve bölgenin yeniden yapılanmasında Kürtleri bir kez daha yedeklemek için bunları söylemektedir. Ancak öte yandan “ya teslim olursun, Türkleşirsin, ya ölürsün, yada başka ülkeye gidersin” diye tehdit savurmakta, somut olarakta askeri ve siyasi operasyonları aralıksız bir biçimde sürdürmektedir.
Yine " bu ülkede bizimle final yapamazsınız. Avucunuzu yalarsınız" diyecek kadar basitleşmekte, böylelikle ırkçılıkla zehirlediği kitleleri coşturup Kürtlere, demokratlara saldırtmaya çalışmaktadır. Bununla aslında geçen yıl boyunca gerilladan yedikleri ağır darbelerin etkisini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bunun için de sözüm ona işgalci orduyu başarılarından dolayı kutlamıştır. Kimsenin aklına mı gelmiyor? Peki madem bu ordu başarılıydı da Tayyip Efendi, neden konserve tepesine teşrif buyurmadınız? Madem ordun başarılıydı, madem senin vatanındı neden gelmedin? KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan davet etmesine rağmen neden konserve tepesine gelmedin? Neden Kürdistan’daki Türk ordu birliklerini yaz boyu gerilla korkusundan dolayı uçaklarla taşıma gereği duydun?
Birkaç soru daha: Gerillanın başarı düzeyi yüksek devrimci harekatı ve Kürt halkının serhıldanları olmasaydı ve en önemlisi Batı Kürdistan'da devrim gerçekleşmemiş olsaydı sen Kürt Halk Önderinin ayağına gidermiydin gitmezmiydin? Seni Önder APO'nun ayağına götüren nedir? Gerillanın başlatmış olduğu ancak yarım kalan hesap sorma, tarihi intikam alma hamlesinin korkusumudur değilmi dir? Sen önce bunları açıkla...Onbine yakın çalışan, Kürt Welatparêz'inin esaret altına alınmasına rağmen Kürdistan halkı Kuzey Kürdistan'da ve dünyanın dört bir tarafına yayılmış Kürdistanlılar arasında ulus ve vatan bilincindeki derinleşme ve giderek köklü bir biçimde Türk devletinin sömürgeci-soykırımcı sistemiyle, kültürüyle, hukukuyla ve diliyle hiçbir biçimde yaşamak istememesinin yarattığı korku mu?
Şunu açıkça söylemek gerekir. Tüm bunlardan hareketle Kürdistan Özgürlük Hareketinin 2013 yılında ve sonraki süreçte avucunu yalamayacağı çok açık.. Ancak Kürdistan Özgürlük hareketinin T. Erdoğan'a tükürdüğünü yalatacağı ve gerilla mekaplarını yalatacağı çok açık. Bu sözcükler artık internet dünyasına girmiştir. Sömürgeci AKP şefleri daha sonra 2013 yılının sonlarında isterlerse bu yazıya bakabilirler. Yada eğer bir terslik olmazsa kendilerine hatırlatacağız.
T. Erdoğan ve AKP sömürgeciliği oturup-kalkıp bu güne kadar özellikle adına üçüncü dönem dediğimiz süreçte politik, demokratik çözüm arayışlarına, anlayışına, söylemine dua etsinler. Kürt tarafı defalarca tek taraflı ateşkes ilan etti. Birlikte ve eşit yaşama istemi türk sömürgecileri tarafından istismar edildi. Demokratik cumhuriyet denildi, kendisi cumhuriyeti zaten biz demokratikleştiriyoruz dedi. Ortak vatan denildi. Kendisi bu vatanda sadece bir millet yaşar, ortak-mortak kabul etmez, tanımayız dedi. Halkların kardeşliği, özgürlüğü ve eşitliği denildi. Eksik olan neyiniz var ki? Dedi. Din kardeşliğinden ve binyıldır birlikte yaşamaktan söz etti. Yani Şark Islahat Planı ile Kürt ulusunu tarihten silmek ve Türkleştirilmek için benimsemiş oldukları stratejiyi behemahal uygulamakta ısrar ettikleri çok açık. ( 1920 lerde söylenen “ behemahal herkesi Türk yapacağız” sözünü unutmuş değiliz). En son 4+4+4 eğitim sistemi ile bu amaca ulaşmak istedikleri apaçık ortadadır. Bunun öyle saklanacak hiçbir yönü kalmamıştır. Roboski katliamı ve soykırımı karşısındaki faşist Türk başbakanın söylediği sözler bu zihniyeti gözler önüne tüm açıklığıyla yeterince sermektedir.
Kürtler herşeye rağmen dünyanın gidişatını da göz önüne alarak iki eşit ulusun birlikte aynı siyasal çatı altında yeniden özgür iradeleri ile kurabileceklerini inandılar ve savundular. Yirmi yıldan buyana bunun mücadelesini yürüttüler. Kürdistan Özgürlük Hareketinin üçüncü dönem olarak adlandırdığı stratejik dönemin esas anlamının özeti budur. Fakat bunu ne klasik kemalist sömürgeci kesimler nede yeşil AKP faşizmi kabul etti. Bu yönde atılmış tek bir adım gösterilemez. Aralarındaki çelişki ve çatışmalar, iki gücün bir biri ile itişip-tepişmesi Kürtler için değil, tümüyle iktidar çatışmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla yakın tarih içerisinde bu her iki ırkçı faşist kesimin Kürtler tarafından tecrübe edilmesi, neyin olmayacağını ortaya koymuştur. Kürtler artık Türk sömürgecilerinin zulmü ve sömürüsü altında yaşamak istememektedir. Ortak bir siyasi çatı altında kalmakta istememektedirler.
Kürtler artık ANAVATANLARI olan kutsal KÜRDİSTAN topraklarında , bu topraklar üzerinde tarihten beri yaşayan halklar,inançlar ve mezheplerle tam bir eşitlik içinde özgürce yaşamak istemektedir. Büyük, küçük ulus demeden Asuri, Ermeni, Keldani demeden Alevi, Yezidi, sunni demeden herkesi kendi kimliği ile tanıma temelinde birlikte yaşamak istemektedir. Bu noktada BDP Eş Genel Başkanın Sayın Selahattin Demirtaş'ın " Roboski Kürtlerin bir Kürdistanı olmadığı için yapılmıştır. O zaman Kürtlerinde bir Kürdistanı olmalıdır, olmalı. Federal mi olur, özerk mi, bağımsız mı olur, ona Kürtler karar verir” sözü çok önemlidir. Evet yerinde ve doğru bir değerlendirme olmuştur. Kürtlerin eğer uluslararası alanda bir statüleri olmuş olsaydı, bu büyük soykırım denemelerine maruz kalmazlardı. Eğer Kürtlerin bir statüleri olsaydı bu saldırılar büyük olaylara yol açardı.
T. Erdoğan Kürt ulusunun temsilcilerinin barış, diyalog, müzakere ve demokratik çözüm çağrılarını sürekli bir zaafiyet olarak değerlendirmiştir. Bundan da cesaret almıştır. Oslo görüşmeleri sürecinde siyasal soykırım operasyonları eşliğinde sürdürmesi bunu göstermektedir. Kürdistan halkı ve özellikle Kürdistanlı gençler artık bu süreçleri biliyor, tartışıyor ve sonuç çıkarıyor. Kürtler artık aynı siyasal çatı altında yaşamak değil, Türk sömürgeci ve işgalci güçlerinin Kürdistandaki varlığına tahammülü kalmamıştır. Nitekim yılbaşı mesajında KCK yürütme konseyi başkanı sayın Murat Karayılan sömürgeci Türk devletine, “burası Kürdistan dır, ülkemizi seviyoruz, siz işgalcisiniz, siz çekip gidin!” demiştir.
Hele hele her sabah Kürt çocuklarını bağırta bağırta faşist-ırkçı Türk andını okutmalarına tahammül etmek artık hiç mümkün değildir. Şu sözleri bir kez daha da olsa Kürdistanlı okurlardan özür dileyerek buraya alıyorum. "Türküm, Doğruyum, çalışkanım...................... Varlığım Türk varlığına armağan olsun, Ne mutlu Türküm diyene " sözü bağıra çağıra söyletilmektedir. Yani Kürtler ulusal varlıklarını Türk ulusu varlığına armağan edecekler sonrada bundan mutluluk duyacaklar öylemi? Neden Kürtler, Kürt varlığını Türk varlığına kurban edecekmiş?
Zaten Türk sömürgecileri Kürtlüğün yokluğu ve inkarı temelinde Türk ulus devletini yaratmışlardır. Şimdide Kürtleri kendilerini Türklere kurban etmekten mutluluk duyacak kadar kendi özlerine, kültürlerine, tarihlerine, dillerine yabancılaştırılmak istemektedirler. Kimse kusura bakmasın. Bu dönem, artık bir daha geri gelmemek üzere bitmiş ve geride kalmıştır. Artık varlığını Türk varlığına armağan etmekten ve Türk olmaktan mutluluk duyacak Kürt ferdi kalmamıştır. Sömürgeci AKP'nin bazı hain ve yeminli işbirlikçilerden hareketle, benimdir dediği Kürtlerde yavaş yavaş ulusal özlerine dönüyorlar ve daha da döneceklerdir.
Dolayısıyla 2013 yılı Kürt Ulusunun kendi topraklarında, bayrağı altında demokratik öz yönetimi ile, dili ve kültürüyle( kurslara ve seçmeli derslere ihtiyaç duymadan) ve kendi öz savunma güçleriyle, ekonomik sistemiyle kendi kaderlerini tayin etmede önemli bir yıl olacaktır. Ve Kürdistanlılar, Kürdistan’daki Türk devletinin sömürgeci-işgalci sistemindeki her ferdin yakasına yapışarak, “sen ne hakla Kürdistan’da bulunuyor ve bana zulüm ediyorsun? Diye soru soracak. Hiçbir demogojilerini dinlemeden “ bu topraklar bizimdir, siz işgalcisiniz, halkımızın katillerisiniz,” diyecek ve ardından olanca öfkesiyle “ Kürdistan’dan defolun! ” diye haykıracaktır. Artık bundan sonra final oynanırmı oynanmaz mı? Avuç mu yalanır yoksa mekap mı yalatılır hep beraber göreceğiz. Kürdistanlılar bu konuda hiç olmadık kadar kararlıdır.
Şunun şurasında bahara ne kaldı ki?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Hemen hemen herkes kendi cephesinden 2012 yılının muhasebesini yapıyor, yeni yıla ilişkin öngörülerini dile getiriyor. Böyle bir yazı da yazılabilirdi. Ancak Roboski’nin insan belleğine kazınan ve hiç çıkmayan görüntüleri, Roboskili anaların-kız kardeşlerin dinmeyen gözyaşları ve arşı- alayı inleten çığlıkları böyle bir konuya, ulusal yaramız üzerinde durmayı gerekli kıldı.
Sömürgeci AKP devleti tarafından taammüden ve herkesin gözleri önünde yapılan Roboski katliamı karşısında öncelikle Roboski halkı, Kürdistan halkı(dört parça ve yurtdışında) Kürt siyasetçileri, aydınları, sanatçıları ve hemen hemen herkes tutumunu açıkça ortaya koydu. Halk geçen yıldan bu yana Roboski katliamı karşısında ilk günden başlayarak serhıldanlarla sömürgeci rejime karşı tepkisini ortaya koymuştur. Böylelikle AKP devletinin katliamı örtbas etme, unutturma politikalarının boşa çıkarılmasında ve katliamı gerçekleştiren sömürgeci Türk devletinin başbakanı ve genelkurmay başkanının gündemde kalmasında önemli bir rol oynandı. Bunda bazı Türk aydınlarının, demokratlarının önemli rollerini de unutmamak ve vurgulamak gerekir.
Kürdistanlı avukatlar tek tek ve Kürdistan’daki barolar kurumsal olarak da katliamın ilk gününden itibaren zaman zaman toplu, zaman zaman bölgesel ve zaman zaman da bireysel olarak protestolarını, tepkilerini dile getirmişlerdir. Sadece Roboski katliamıyla ilgili olarak değil, soykırım operasyonları, anayasa vb. konularda da kimi açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu çabalar olumlu olmakla birlikte daha da yapılması gereken görevler ve üzerinde durulması gereken konular vardır. Bu konuların başında soykırım gerçeğini deşifre ve hukuksal zeminde mücadelesini verme vardır.
Roboski katliamını izleme sözünü verme ve belli bir takip etme olmasına rağmen, sorunu olayın faillerini açığa çıkarma düzeyinde ele almayla sınırlandırma durumu, baroların ve avukatların tarihi bir katliam karşısında yetersiz kalmalarına yol açmaktadır. Bunun kaynağında ise, Türk devletinin Kürt Ulusunu yok etmek üzere kurgulanmış ve oluşturulmuş bir soykırım devleti olduğu gerçeğini yeterince gözönünde bulundurmama yatmaktadır. Örneğin bir hançer gibi Kürdistan’ın bağrına saplanan sömürgeci devlet sınırlarında 33 insanımızı katleden Türk sömürgeci ordusunun faşist generali Mustafa Muğlalı hakkında dava açıldı da, hatta bir süre cezaevinde kaldı da ne oldu? diye sormak gerekir Olayla ilgili çokça benzeştirildiği için bu örneği verdik. Oysa Kürdistan da Türk sömürgeci ordu birliklerinin Kürdistan da işledikleri o kadar fiziki soykırım örneği vardır ki? Hangi bir fiziki soykırımın mücadelesi bu perspektifle verilmiş ve uluslararası ilgili mahkemelere taşınmıştır verilmiştir?
Bizce Kürdistanlı Barolar ve tek tek avukatlar, olayı daha farklı bir pencereden ele almalıdırlar. Sorun sömürgeci Türk hukuk çerçevesinde ele alınarak çözümlenebilecek bir sorun değildir. Roboski katliamını, gerçek anlamda bir “ Soykırım” çerçevesinde ele alarak değerlendirmek gerekir.
BM’nin 12 OCAK 1951’de kabul ettiği soykırım kavramı ve içeriği ise şöyle ortaya konulmuştur:
“Ulusal, etnik veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla aşağıdaki fiillerden herhangi biri, Soykırım suçunu oluşturur:
a)Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b)Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c)Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
d)Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbir almak
e) Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletmek.”
Bu kararlar çerçevesinde soykırım suçunun uygulandığı guruplar, milli, etnik, dini, ırki guruplar ile istikrarlı ve sabit guruplar, ekonomik ve sosyal guruplar, dilsel guruplar, cinsel guruplar, yaşlılar, bedensel veya zihinsel engelliler kategorileri olarak belirlenmiştir.
Tarihin tüm dönemlerinde ve özellikle ikinci paylaşım savaşından sonra Soykırım bir insanlık suçu olarak kabul görmüş hem cezalandırılmış hem de lanetlenmiştir. 19. Yüzyılın başlarından itibaren, 20.yüzyıl ve özellikle sömürgeci Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunun ilanından itibaren Kürdistan’da Türk sömürgecilerinin uyguladığı tam bir soykırımdır. Rafel Lemkin’in soykırım kavram çerçevesi daha geniş ve kapsamlı olmakla birlikte BM’nin resmi olarak kabul ettiği soykırım kavram çerçevesi bile esas alındığında, Kürdistan’daki uygulamaların nasıl bir soykırım olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Eksik olan ne vardır? Soykırım kavramı çerçevesinde Kürdistan tarihi ele alındığında, bir soykırım tarihi yaşatıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Daha güncel bir konu olan 4-4-4 sistemi temelinde geliştirilen eğitim sistemi Kürtlerde soykırımı tamamlamak değil de nedir?
Bunu İttihat-Terraki yöneticilerinin konuşmaları, değerlendirmeleri ve başta İskan Kanunu olmak üzere çıkardıkları kanunlarda daha rahat görmek mümkündür. Yine başta Şark İslahat Planı, Takriri Sükun yasaları, Abdulhalik Renda’nın Raporu, İsmet İnönün Kürt Raporu, Abidin Özmen’in Raporu, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi, sömürgeci sistemin başbakanı Ecevit’in çekmecesinden çıkan belgeler vb. başta olmak üzere daha birçok belge-bilgi bu soykırımın nasıl tasarlanarak, ayrıntılarına kadar nasıl planlanarak uygulama sahasına konulduğunu ortaya koymaktadır. 90’lardaki dört bine yakın köyün yakılıp-yıkılması, dört milyona yakın Kürdistanlının köylerinden-kasabalarından göçertilmesi de birer soykırım suçu niteliğindedir.
Roboski katliamını sadece bir katliam suçu olarak ele almak bütün bu nedenlerden dolayı yetersiz kalmaktadır. Kürdistanlı avukatların ve kurumlarının katliamın üstünün örtülmemesinde şüphesizki bir etkisi-payı olmuştur. Ancak daha fazlası gerekmektedir. Neden Roboski katliamından hareketle sömürgeci Türk devletine, bir soykırım davası açılmasın? Hele hele bu kadar birer soykırım suç belgesi niteliğindeki gizli belgenin açığa döküldüğü ve bu belgeler temelinde Koçgiri, Palu-Genç-Hani, Agiri-Zilan, Dersim, 33 Kurşun , Maraş başta olmak üzere 90’lı yıllardaki soykırımlar, Güney Kürdistan’daki Kendakole, Kortek katliamları ve en son Roboski katliamı gözönüne getirildiğinde, neden böyle bir dava açılmasın? Soykırım niteliğindeki bu katliamlar neden uluslararası hukuk zeminine ve mahkemelerine taşınmasın? Bu katliamların Miloseviçlerin gerçekleştirdiği soykırımlardan geri kalır yanı var mıdır? Geri kalır yanı yok diyorsak o zaman neden bunları gerçekleştiren ve talimatını verenler Miloseviç gibi uluslararası zeminde yargılanmasın ve mahkum edilmesi için gündeme getirilmesin?
Hele hele sömürgeci devletin başbakanı Tayyip Erdoğan açıktan açığa, “ kadın da olsa, çocukta olsa güvenlik güçleri gereğini yapacak” diyecek kadar bir ülkenin kadın ve çocuklarını hedef alan açıklamasından sonra böyle bir davanın açılması gerekmez mi? Yine Fethullah Gülen 2011 sonbaharında, “altlarını üstlerine getir, köklerini kurut” fetvasını açıkça verdikten sonra böyle bir dava neden açılmasın?
Bugün de Türk şehirlerinde Kürtler büyük bir linç saldırısıyla karşı karşıyadırlar. Geçen yıllarda Erdemli, Dörtyol, İnegöl, Bursa Yıldırım, Sultandağı, İstanbul’un çeşitli semtlerinde Kürt Ulusunun bireylerine bu çerçevede sömürgeci polis ve askerin korumasında yoğun saldırılar yapılmakta, Kürtler öldürülmekte, yaralanmakta, tutuklanmakta, malları talan edilmektedir. Aynı kapıya çıkmaktadır. Sömürgeci devletin başbakanı T.Erdoğan'ın Kürtlere dönük “ya sev ya terk et” yada “kendinize başka bir yer bulun” anlamına gelen açıklamaları aynı zamanda soykırım talimatı ve kamuoyunu yönlendirmek anlamına da gelmiyor mu?
Zaten asimilasyon ve kültürel soykırım Kürtlerin baskılanarak yerini yurdunu terk etmek durumunda kalması da bir soykırım suçu niteliğindedir.
Kürdistanlı avukat ve hukukçular kendi halkına uygulanan soykırıma karşı hukuk insanı olmanın bir gereği olarak hukuk mücadelesi başlatma göreviyle karşı karşıyadırlar. Bugüne kadar bu perspektiften hareketle ciddi ve kapsamlı bir hukuk mücadelesi yürütülmemiştir. Kürtlerin Ulus olmaktan kaynaklı en doğal haklarını birde hukuk cephesinde savunmak ve buna yönelik her türlü saldırı karşısında hukuksal bir barikat örmek 2013 yılını böyle karşılamak Kürdistanlı avukatlar açısından daha anlamlı olacaktır.
Kürdistan halkının, Ortadoğu halklarının ve tüm insanlığın yeni yılını en iyi dileklerimle kutluyorum.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar