“Kürtleri korumak için de PYD’ye karşı çıkıyoruz diyor “Komşularla Sıfır Problem” bakan.
Davutoğlu’nun bu cümlesini duyunca “Kürt sorunu o kadar önemli bir sorundur ki Kürtlere bırakılmayacak kadar önemli” diye on yıllarca sömürgeciler tarafından sarf edilen sözler aklıma geldi.
Sömürgeyi: “Bir devletin kendi ülkesinin sınırları dışında egemenlik kurarak yönettiği ekonomik veya siyasal çıkarlar sağladığı ülke, sömürülen ülke, müstemleke, koloni” olarak tanımlıyorsak, sömürgeciyi ise işgal ettiği topraklara ilişkin kendisinden her şeyi söyleme, yapma, kaldırma, yasaklama, dayatma hakkını görmek olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
Sömürgecilere ilişkin yapılan birçok tahliller yapılmıştır. En belirgin olarak öne çıkan tespitleri; buyurganlık, tepeden bakma, hor görme, küçümseme, kendini beğenmişlik, otoriter, ata erk, iktidarcı, bastırmacı, dayatmacı gibi sıralamak mümkündür.
Dünyanın neresine giderseniz gidin başka halkların topraklarını işgal edenleri kullandıkları söylemler aynıdır. Hep üsttendir. Hep belirleyen konumdadırlar. Kendileri özne işgal edilmiş toprakların insanları ise nesnedirler. Siz özne olursanız, hükmünüze aldıklarınızda nesne hale getirmiş iseniz çok doğaldır ki onların kendilerine ilişkin alacakları her türlü karar geçersizdir, yok hükmündedir. Ne de olsa işgal edilenlerin düşünce yapıları kıttır. Kıt olduğu içinde kendilerine dönük karar almaları her zaman yanlış ve eksik olacaktır. Hatta böylelerinin kendilerine dönük karar almaları çok tehlikeli olur. Tehlikeli olur çünkü aldıkları kararların çoğunu başkaları belirlemişlerdir. Yani sömürge insanının karar alma hakkı değil yetisi bile yoktur. Bu kadar bilinçten ve kendisi olmaktan yoksundurlar.
Yukarıda söylediklerimiz, sıraladıklarımız tipik bir sömürgecinin görüşleridir. Sömürgecilere göre kendileri dışında başkaları karar alma hakları yoktur. Çünkü karar hakkını tanrı sadece ve sadece sömürgecilere bırakmıştır.
Türk egemen zihniyet yapısında “sosyalizm gerekiyorsa onu da biz getireceğiz” hakim olan mantık tamda budur. Dediğimiz gibi dünyanın neresine giderseniz gidin egemenler, işgalciler yani sömürgecilerin en belirgin ortak özellikleri başka halkların karar haklarının olmadığını düşünerek onların yerlerine kendilerinin karar vermeleri gerektiği düşüncesi ve inanışlarıdır.
Dikkat edelim sözde oku okumuş, sözde prof unvanı almış ve hatta güya uluslar arası arenada akademisyen kimliği ile tanınan “Komşularla Sıfır Problem” bakanı “Kürtleri korumak için de PYD’ye karşı çıkıyoruz” diye bilmektedir.
Dünyada Kürtlerle en büyük sorun yaşayan devletin Türkiye devleti olduğu ve bu büyük sorunu Kürtlere yaşatanların başında da AKP faşist yapısının geldiğini herkes biliyor iken “Kürtleri korumak için de PYD’ye karşı çıkıyoruz” demek sadece ve sadece faşist bir sömürgecinin sözleri olabilir.
Daha dün Hakkari’de “Ya Sev Ya Terk Et” faşist anlayışını Erdoğan tüm Hakkarilere ve Kürtlere söylemişken “Kürtleri korumak için” sözleri çok ciddi bir ahlaksızlık eğer değil ise çok ciddi bir ahmaklık ve aymazlıktır.
Kürtler ise bu ahmaklığa ve aymazlığa karşı kendi dilleriyle mücadele etmesini bileceklerdir.
Mehmet Guyi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
17 Aralık günü Şırnak ili Gabar dağı sınırları içinde bulunan Zivingê taburuna bağlı Xorsê köyü ve çevresine yönelik işgalci TC ordusu askerleri tarafından bir operasyon düzenlenmiştir. Gerillalarımız saat 11.00’da denetim altına aldıkları gizli düşman birliklerine yönelik bir eylem gerçekleştirmiş, eylem sonucunda 3 düşman askeri öldürülürken yaralı asker sayısı tespit edilememiştir.
- Ayrıntılar
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukat ve yakınlarıyla görüştürülmemesi süreci beşyüz günü aştı. Kürt halkının deyimiyle beşyüz gündür İmralı’da “Ağırlaştırılmış tecrit ve işkence” uyugulanıyor. Beşyüz gündür Önder Abdullah Öcalan’ın düşünememesi, düşündüklerini konuşarak veya yazarak halka ve insanlığa ulaştıramaması için her şey yapılıyor. Bunun kanun ve ahlak dışı bir zulüm uygulaması olduğu açıktır. Kürt halkı ve insanlık tarihi benzeri bulunmaz bu zulüm uygulamasını asla unutmayacaktır.
Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümet sözcüleri tarafından ifade edilmektedir ki, Kürt Halk Önderi’nin kendisi görüşmek istememektedir. Avukat görüşünü yasaklamış olsalar da, aile görüşü önünde bir engel yoktur! Görüşmek için yakınları İmralı’ya gitmemektedir! Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan hiç kimseyle görüşmek istememektedir! Mevcut koşulları ve süreci görüşme yapmak için uygun görmemektedir.
Bu ifade bir boyutuyla elbetteki doğrudur. Geri çekildiğini ve görüşmek istemediğini Kürt Halk Önderi’nin kendisi açıklamıştır. İmralı’da bu anlamda eşsiz bir duruş ve direniş vardır. Ama neden ve neye karşı? Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan durup dururken avukatları ve yakınlarıyla görüşmekten çekilmemiştir. Elbette bunun nedenleri vardır. Yoksa Kürt Halk Önderi’nin kendisi “Sorunların görüşmelerle çözülmesini istediğini” defalarca ifade etmiştir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan İmralı’daki görüşmeleri durduruşunu iki nedene bağlamıştır. Bu nedenlerden biri siyasi, diğeri ise hukukidir. Siyasi neden olarak, Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi doğrultusundaki çalışmaları mevcut İmralı koşullarında yürütmeyi artık doğru ve sonuç yaratıcı görmemektedir. “Mevcut durum devlete de PKK’ye de zarar veriyor” demiştir. Yani barış ve sorunların demokratik çözümü doğrultusunda İmralı koşullarında yapılabileceklerin azamisi yapılmıştır. Bundan ötesi ancak İmralı koşullarının değişmesiyle yapılabilir. Bu da Kürt Halk Önderi’nin “Sağlık, güvenlik ve özgür çalışma koşullarının sağlanmasını” gerektirir.
Hukukî boyut ise, İmralı’daki görüşme koşullarıyla ilgilidir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı’da avukat ve yakınlarıyla yaptığı görüşmeler kameralarla izlenmekte ve dinlenmektedir. Dahası avukat görüşme yerinde görüşmeyi izleyen ve dinleyen bir devlet görevlisi bulundurulmaktadır. Bu görevli, “Ses kayıt memuru” gibi, ses kayıt cihazını masaya bırakmakta ve tüm konuşulanları kaydetmektedir.
Böyle bir uygulamanın demokratik hukukla bağdaşmadığı açıktır. Hatta bu tarz bir uygulamanın faşist hukukta bile yeri yoktur. Bu biçimde Kürt Halk Önderi avukat ve yakınlarıyla istediği ve gerekli gördüğü hususları konuşamamaktadır. Bu tarz dinleme nedeniyle ve dinlenenler delil gösterilerek otuzdan fazla avukat tutuklanmıştır. Böylece avukatlarıyla nasıl savunma yapacağını tartışamamaktadır. Görüşlerini avukatları üzerinden ifade edememektedir. Kardeşleriyle anadili olan Kürtçe ile selamlaşamamakta, konuşamamaktadır.
Kısaca İmralı’da öyle bir görüşme ortamı yaratılmış ve avukatların tutuklanmasıyla bu durum öyle bir noktaya götürülmüştür ki, geriye kalan ağzını kapatıp birbirinin yüzüne bakmak olmaktadır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün zerresi bile bırakılmamıştır. “Avukatlarla her düşündüğünü konuşuyor ve kamuoyuna aktarıyor” denilmektedir. Peki ya ne yapacaktır? O görüşmeler konuşma ve tartışma için değil de niçin yapılmaktadır? Kürt Halk Önderi herkesi aydınlatan düşüncelerini konuşmayıp da ne yapacaktır?
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan düşünüp konuştuğu için ve buna engel olmak amacıyla kaçırılıp İmralı’ya konmuştur. Şimdi İmralı’da da düşünüp konuşması engellenmek ve tamamen susturulmak istenmektedir. Düşüncesine ve konuşmasına fırsat verilmezse, Kürt Halk Önderi daha niçin görüşme yapacaktır? Herhalde avukatları ve yakınlarını seyretmek için görüşme yapamaz. Kürt Halk Önderi kalpazanlık nedeniyle, ihaleye fesat karıştırdığı için, yolsuzluk ve evrakta sahtecilik yaptığı için, cinsel taciz nedeniyle değil, Kürt halkını özgürlük bilinciyle eğitip örgütlediği için ve Kürt düşmanı güçler tarafından kaçırılarak İmralı’ya konmuştur. Onun yaşamı ve çalışmaları tamamen bu amaç içindir.
Görülüyor ki, önce fiili olarak Kürt Halk Önderi’ne avukat ve yakınlarıyla görüşme imkânı bırakılmamış ve geriye çekilmek zorunda bırakılmış, sonra da “Kendisi görüşmek istemiyor” denerek bu hukuk dışı faşist uygulama maskelenmek istenmiştir. Bunun özünde ise, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın düşünemez kılınması ve düşündüklerini halka ulaştırmasının engellenmesi amacı vardır. Zaten kaçırılması ve İmralı’ya konması da bu nedenledir. Ondört yıllık İmralı zulmü bunun için uygulanmaktadır. Demekki Önder Abdullah Öcalan’ın düşüncelerinden korkulmaktadır. Bu düşüncelerin halka ulaşmasından duyulan korkuyla bu kadar faşist baskı ve zulüm geliştirilmektedir.
Açığa çıkıyor ki, İmralı sistemi düşünce ve ifade özgürlüğüne karşıdır. Kürt halkının özgülük bilinci edinmesine ve örgütlenip demokrasi mücadelesi yürütmesine karşıdır. İmralı sistemi ve Önder Abdullah Öcalan’a yönelik uygulamalar, Kürt halkının varlığına ve özgürlüğüne karşı uygulamalardır. Bunlar Kürt halkına yönelik soykırım uygulamalarının bir parçasıdır. Kürt kültürel soykırımını tamamlamaya dönüktür. Kürt halkına karşı faşist-sömürgeci zulüm ve insanlık dışı bir hakarettir.
Herkes çok iyi bilmeli ki, Kürtler, Önder Abdullah Öcalan’a yönelik baskı ve işkenceyi kendi varlığına ve özgürlüğüne yönelik bir saldırı ve hakaret olarak görmektedir. Kültürel soykırım rejimi tarafından özümsenmiş, teslim olmuş, ruhunu sömürgeci kapitalizme satmış, düşürülmüş bir avuç fosil Kürt dışındaki Kürt halkının yüzde doksandokuz kararı böyledir. Bu karar yeni bir Kürt varlığı, duruşu ve özgürlüğü yaratmaktadır. Özgürlüğü için direnen Kürt halkını var etmektedir.
Kürtler Önder Abdullah Öcalan ile kendileri olmayı, varlık ve özgürlük için mücadele etmeyi öğrendiler. Yeni Kürt onuru bu temelde şekillendi. Kürt halkının yeniden dirilişi bu temelde gerçekleşti. Dolayısıyla Önder Abdullah Öcalan’ın kendileri için hangi öneme sahip olduğunu iyi biliyorlar. Önder Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve işkencenin, baskı ve terörün kendilerine yönelik olduğunu, kendileri için onur kırıcı bir hakaret durumunu ifade ettiğini çok iyi anlıyorlar.
Bu nedenle Kürtleri korkutmak ve aldatmak artık mümkün değil. AKP hükümeti ve soykırımcı rejim belki ruhunu satmış birkaç hain ve işbirlikçiyi denetime alabilir, ama özgürlüğü için onuruyla direnen Kürt halkını asla! Kürtler Önder Abdullah Öcalan’la ulusal onuru ve özgür yaşamı öğrendiler. Korku duvarını yıkarak özgürlük için direnme cesaret ve fedakârlığını kazandılar. Onları ne baskı ve terör, ne tutuklama ve işkence, ne dokunulmazlığı kaldırma, ne de savaş asla korkutamaz ve yıldıramaz.
Kürtler beyaz Türkçü faşizmin nasıl bir soykırım rejimi olduğunu gördükleri gibi, yeşil Türkçü faşizmin de kendileri açısından nasıl daha sinsi ve tehlikeli soykırım rejimi olduğunu çok iyi görüyor ve anlıyorlar. AKP’nin faşist zulmü kendilerini korkutmadığı gibi, başta İmralı zulmü olmak üzere tüm halka yönelik uyguladığı saldırılar onları daha da çok eğitiyor, AKP gerçeğini daha iyi görmelerine yol açıyor. Bu da mücadele azimlerini biliyor, cesaret ve fedakârlıklarını artırıyor.
Bu açıdan Kürtleri korkutup aldatmak mümkün olmadığı gibi, özgürlüksüz baskı altında tutmak da artık mümkün değildir. Mücadele ne kadar uzun sürerse sürsün, ne kadar bedel isterse istesin hepsine dayanacak güce ulaşmışlardır. Sonuna kadar özgürlükte ısrar edecek, son ferdine kadar özgürlük mücadelesini sürdürecektir. Bunu herkes de böyle bilmelidir. Önder Abdullah Öcalan üzerindeki İmralı zulmü sadece Kürt halkının mücadele azim ve kararlılığını artırır, başka da etki yapamaz. Bu gerçeği herkesin doğru okumasında büyük yarar vardır.
Selahattin ERDEM
YENİ ÖZGÜRPOLİTİKA
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
16 Aralık günü saat 13.30’da Şırnak ili Gabar dağı sınırları içinde bulunan Zivingê karakolu ve bu karakolun güvenlik tepesine yönelik gerillalarımız tarafından eşzamanlı bir eylem gerçekleştirilmiştir. Hedef alınan mevziilerin etkili bir şekilde vurulduğu eylemde 1 düşman askeri öldürülmüş, yaralı asker sayısı ise netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Tarihi direnişlerin her zaman tarihi dönemeçlerde ortaya çıktıklarını bize tarih söylüyor. Öyle insanlar istedikleri için direnişlere kalkmıyorlar, hele hele tarih yazacak, kader belirleyecek direnişler ise hiç birilerinin keyfine ve istemine göre ortaya çıkmıyorlar. Direnişler birileri tarafından sergilenen zulme karşı halkların ya da toplulukların gösterdikleri refleks olarak ortaya çıkıyorlar. Zulüm ne kadar katmerliyse direnişte o kadar büyük ve geniş oluyor.
Direnişler vardır ki, katmerli olan zulme karşı koyuşu ifade ederler. Onurlu olmanın bir gereği olarak zulme karşı duruşu ifade ederle. Ancak tarihte birde kader anları diye tanımlanan anlarda ortaya konan, ortaya sergilenen direnişler vardır ki halklar ya da topluluklar açısından sadece bir direnme olarak kalmaz aynı zamanda direnenlerin bir daha boyunduruk altına girmeme temelinde özgürlükleri elde ettikleri direnişlerdir.
Kürtler dünyada belki de saldırılara karşı en çok direnen halkların başında gelmektedir. Hiç şüphe yoktur ki yaşadığımız dünyada böyle çok halk vardır. Ancak dediğimiz gibi herhalde en fazla direnmek zorunda kalan halkların başında birde Kürt halkının geldiği kesindir.
Tarihin şafak vakti diye bilinen anlarda bugüne bu direniş sürüp gelmektedir. Sümerlerin, Sargon’un, Asurların, Farsların, Yunanların, Partların, Romaların derken yeniden Sasaniler, Araplar, Türkler, Moğollar, Safeviler, Osmanlılar, yine Türkler ve cümle cemaat emperyalistler. En azgınları olarakta İngilizler.
Yukarıda ismi geçenlerin Kürdistan tarihinin bir döneminde Kürdistan’ı işgal ederek tarumar ettiğini bize tarih anlatıyor. Kürtlerin de bunlara karşı direnişleri anlatıyor. Bu direnişlerin birçoğu namusu kurtarmak içindir. İşgali def etmek içindir. Ancak bu tarih kesitler içinde bazı anlar vardır ki kader belirleyecek anları ifade ederler. Örneğin Safevilere karşı direnişte Osmanlının yanına geçerek, Osmanlının yanında Safevilere yönelme böyle bir kader an’ıdır. Ne var ki Kürtler bu tarihi an’ı değerlendiremedikleri için Osmanlılar 200-300 yıl sonra Kürtlere daha doğrusu beylerine yönelerek tasfiye etmişlerdir.
Başka tarihi bir an birinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan fırsatlardır. Dünyada herkesin şöyle ya da böyle kendisini milletler cemiyetine dahil etmeye çalışarak varlığını korumaya çalıştığı bu tarihi an’da Kürtler çok direnseler de gerekli olan öncülüğü gösteremedikleri için belki de tarihlerinin en karanlık günlerine doğru yuvarlanmışlardır. Tam 90 yıl boyunca Kürtler bu başarısız ama onurlu direnişlerinden dolayı yok sayıldılar. Kimilerine göre Allahın üvey çocukları görüldüler, kimine göre avukatsız halk olarak kabul edildiler. Ve nitekim tüm bunlardan dolayı da bir türlü özgürlüklerini elde edemediler.
Şimdi yine tarihi bir dönemeçte geçiyoruz. Bu tarihi dönemeç 2000’lerin başından beri gelen süreçtir.
Kürtler inadına direniyor. Ve bu direniş sadece bir onuru kurtarma direnişi değildir. Olmamalıdır. Bu direnişle kader değiştirilebilecek bir tarih an yakalanabilir. Tüm Ortadoğu yeniden düzenlenirken Kürtler bu kez tarihe ciddi bir not düşerek kendi özgürlükleri elde edebilirler.
Evet, tarihi anlar yaşanıyor. Ancak bu tarihi anlarda direnişler eskisi gibi dediğimiz gibi sadece onuru kurtarmak için olmamalıdır. Bunun içinde direniş çok sert olmak zorunda. Özelde de halk boyutunda direniş çok sert ve kitlesel olmak zorunda. Yanı başımızda bir Yunanistan’da ekonomik krize karşı gösterilen radikal duruşunun çok mu ama çok ötesinde daha sert bir duruş ve direniş gösterilmek zorunda. Arap komşularımızın Tahrir Meydanında 300-400 bin insanla haftalarca sürdürdükleri direnişi kat be kat aşan bir nicelik, nitelik ve yoğunlukla yüklenmekten başka artık bizlerin, Kürt halkın çaresi kalmamıştır.
Diyorlar ya; “yürü ya kulum” aynen bu slogan temelinde yürüyerek önümüzde duran tüm çitleri yıkıp aşmak için bu kez daha ileri düzeyde bir direnişin tam ortasında yerimizi almasını bilir isek, Kürtlerin yüz yıllarca hak ettikleri kader tayin edici özgürlüğü mutlaka yakalayacağımız kesindir.
Bunun için diyoruz ki; Tarihi Direniş Anları’nı yaşıyoruz. Bu direnişe nasıl katılacağımız ise biz Kürtlerin özgürlük sorunumuzu çözüp çözmeyeceğimizi gösterecektir.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Faşizan düşüncenin ne anlama geldiğini az çok hepimiz biliriz. Ve faşizan düşüncelerin temelinde ırkçı zihniyetin ya da zihniyetlerin yattığını da biliriz. Irkçılığın temel dürtüsünün ise kendi ırkının dışında başka ırkları hor görme, küçük görme hatta aşağılamanın yattığının da Hitler faşizminin Almanya’sında ve de Musolloni’nin İtalya’sında başka halklara yaşattıklarından biliyoruz.
Özcesi faşizmin kendisi dışında olanı kabul etmediği, etse bile kölelik dışında kendisinin dışındakine –artık bu her neyse-bir şey yakıştırmadığıdır.
Akepe öncülüğünde Kürdistan’da ve tabii ki Türkiye’de geliştirmiş olan zihniyettin tek kelimeyle faşizm olduğunu söyleyip dursakta, ısrarla bu söylemlerimize karşı bazı çevreler “haksızlık ettiğimizi” söyleyip durdular. Ve kimisi halen söyleyip duruyor da.
Akepe’nin öncülüğünü yapan RTE’nin yıllardır tekçi bir zihniyeti özenle geliştirmek istediğini hepimiz görüyoruz. Her fırsatta “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek, tek, tek” dediğini de herkes görüyor. Ve bu söylemlerin dünyanın neresine giderseniz gidin açılımı; faşizmdir.
Ancak tüm bu açık olan durumlara rağmen birileri ısrarla, dayatarak RTE’nin ve de partisinin sadece ve sadece 2014 yılındaki seçimlerinde milliyetçi oylara oynadığı ve esasta Kürtlere dönük açılımları ondan sonra devreye koyacağını söylemeye devam ediyor. Maalesef bu söylemleri birçok liberal ve aydın çevre de hem dillendiriyor hem de dillendirdiklerine inanıyor.
İyi izleyenler bilir ki Akepe içerisinde kimi kurmayı, RTE herhangi bir konuya ilişkin negatif bir şey dille getirdiğinde hemen devreye girerek RTE’nin söylediklerinin öyle olmadığını, yanlış yorumlanmak istediğini, çarpıtıldığını söyleyerek yeniden herkesten bir beklenti yarattıklarına dönük bir taktik izlerler.
Şimdi RTE üstüne basa basa Akepe içerisinde yerini alan Kürt milletvekillerine “KÜRT SORUNU DEMEYİN” dediğini duyuyoruz. Yani Kürtlerin bir derdinin olduğundan söz açmayacaksınız.
“Kürt Sorunu Demeyin” demek tek kelimeyle dünyanın her yerinde faşizm için yapılan “kendisi dışında başkalarını kabul etmeme” olduğu apaçık ortadadır. Kürt Sorunu denilirse bu Kürtler var demektir. Kürtler var ise Kürtlerin hakları da vardır. Kürtlerin en temel doğuştan var olan haklarından bir tanesi kendi dillerinde eğitim görme haklarıdır. Yine en temel haklarından bir tanesi de kendi kendilerini yönetme haklarıdır. Ve tabii her halk gibi kendi bayrakları, kendi marşları hatta bugün içerisinde yaşadığımız dünyada Kendi Kaderini Tayin Etme hakkı diye bilinen ve de bağımsız devlet kurmaya kadar giden haklarıdır.
İşte RTE “KÜRT SORUNU DEMEYİN” derken bir halkı tümden yok saydığı, inkar ettiği gün gibi ortadadır. Bırakalım bir halkı inkar ettiği bu söylemiyle Kürtleri birey olarak bile kabul etmediği de ortadır.
Sözü uzatmadan, RTE’nin günün birinde Kürtlerin sorunlarının çözmek için kollarını sıvayacağı, bunun için fırsat kolladığını dile getirmek, buna inanmak, tek kelimeyle safdilliktir. Tek kelimeyle faşizme teslim olmak demektir.
“KÜRT SORUN DEMEYİN” demek yukarıda ifade ettiğimiz faşizm tanımını da aşarak karşıdakini bırakalım ötekileştirmeyi, karşıdakini tümden yok saymaktır ki bu Hitler’in Ausschwitz’te yüz binlerce Yahudi’ye yaptıklarından kat be kat daha ağır ve faşizan bir uygulama olduğu kesindir. En azından Hitler faşizmi Yahudileri soykırımdan geçirirken onlara “siz aşağı ırktasınız” diyerek bunu yapıyordu. Ne var ki RTE faşizminde soykırıma tabii tutulanlara “kardeşiz” diyerek tüm dünyanın, Kürtlerin gözünün içine baka baka, aldata aldata bu soykırımı uygulamaya koymaktadır.
Artık RTE’nin sadece milliyetçi oylara oynadığı safsatasını bir köşeye bırakarak adam akıllı demokrasi isteyen herkesin ama herkesin bu dört başı mamur faşizme karşı durmasının geç olmadan tam da zamanıdır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basın ve Kamuoyuna!
12-15 Aralık tarihleri arasında gündüz ve gece saatlerinde Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Çiyaye Reş, Şikefta Birîndara ve Xeregol alanlarına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bombardımanlar düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
13 Aralık günü 10.00-11.00 saatleri Medya Savunma Alanları’nın Metina bölgesi sınırları içinde bulunan Şehit Mazlum alanına yönelik işgalci TC ordusuna tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
12 Aralık günü saat 14.00’da Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Meymun askeri üssüne yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Geçtiğimiz günlerde AP’de gerçekleşen Kürt Konferansına katılan gazeteci A. Akel; “özür”ün normları üzerine yaptığı görüş beyanı sonrasında başına gelenleri anlatarak, Kürt sorununda ve hususunda yaşanan evrimleri ve akıl tutulmalarına değinmişti.
Yine bundan yaklaşık 1 ay önce gösterime giren; “Ağlama Anne Güzel Yerdeyim” adlı belgeselde ise belirli çevrelerce, üstü kapatılmaya çalışılan bir gerçeğe farklı bir mercekten bakmaya çalışılmış, olayın üzerine örtülen “ölü toprağı”nı biraz aralama gayretine girmişti.
Tüm bunların yanında geçtiğimiz dönemde yaşananları hatırlatmaya bile gerek yok; “…daha ne istiyorsunuz?” gibi babalanmalar, “ölmeselerdi zaten tutuklanacaklardı” gibi sallamalar!
Konuya dair en son bomba ise savcıdan gelmiş; “34 kişi ölü ele geçirildi” gibi bir ibare kullanmıştı.
Oluşturulan araştırma komisyonları, yapılan ziyaretler, dökülen gözyaşlarına rağmen geçen bir yıllık süre içinde geldiğimiz yer de, en ufak bir değişim yok.
Alınan “gizlilik” kararıyla, süreci kurtarmaya çalışanlar bile isyan etti! Açıkçası buradan iş çıkmaz manasında söylemlerle, yapabileceklerinin sınırlarını da tüm kamuoyuna belirtmişlerdi.
Hazır gündemde “enfaal”in soykırım kararı olarak tanınmasının ardından, başka bir toprak parçasında ve günümüzde yaşanan bu soykırım hakkında söylenenler, yapılanlar ve insanların başına gelenler!
Hepsi tuhaf bir oyun gibi! Hatta oynayanların-oynamak istemeyenlerin dahi zorla içinde tutulduğu bu oyun…
O kadar geniş ve o kadar tutarsız ki bu oyun; ne gazeteciler duracağı yeri kestirebiliyor, ne sivil toplumları, ne de önde gelen entelektüel aydın takımı. Roboski gerçeği ve ortalıktaki görüntüler bakıldığında insanın aklına; Johan Huizinga geliyor. 1942’de Naziler tarafından rehin alınan Huizinga; “insanların tüm etkinliklerinin temelinde oyun vardır” diyor.
Huizinga; “Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme” adlı eserinde, Oyunu, özgür-kurmaca ve olağan hayatın dışında yer aldığı hissedilen ama yine de oyuncuyu tamamen özümleme yeteneğine sahip bir eylem olarak tanımlamak mümkün demektedir.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız temel noktalar ve Huizinga’nın oyun hakkındaki görüşlerini yan yana getirdiğinizde nasıl bir sonuca ulaşıyorsunuz?
En basit haliyle Kürtler üzerinde sergilenen her türlü saldırıların, efendileri tarafından bir oyunun kurmaca veya hayatın akışı içinde olağanlaştırması olmuyor mu?
Hatta bu oyunun kurallarını; toplumsal bir işleve dönüştürmek için müthiş bir çaba içinde olan egemenler, eli kanlı caniler birçok farklı kesime ve kişiye de saldırgan bir tutum içinde olmaktan çekinmiyorlar.
Bu oyunun içinde hatta merkezinde duran ise doğal olarak Erdoğan oluyor.
Erdoğan konu hakkında nerede durduğunu ve nasıl yaklaştığını daha önceki dönemlerde yaptığı açıklamalarla gayet açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Aynı Erdoğan, bugün yine ve yeni oyunların içinde bulunmakta. Roboski konusunda tüm kesimlerin getirdiği eleştirilere, reflekslere aldırmayan Erdoğan ve AKP hükümeti, olayın baş sorumlularından bir generale, üstün hizmet madalyası verdi.
Huizinga’nın söylemlerine ve yaptığı belirlemelere baktığımızda ve bunları bugünün gerçeklerine uygulamaya çalıştığımızda; her şeyin basit bir oyun kurmacası olduğuna inanmamak için hiçbir neden yok!
34 insanı hatta çoğu çocuk denilecek yaşta olanları paramparça eden bir devletin, bırakın hesap vermeyi, yapanları açıktan bu şekilde ödüllendirdiği başka bir devlet yoktur! Dünyanın hiçbir yerinde ve tarihin hiçbir döneminde böyle bir saçmalığa rastlamak mümkün değildir.
Soruna yaklaşımımızda; burası türkiye olur böyle şeyler dersek, makus bir talihin başımıza getireceklerini her halükarda kabul etmiş oluruz.
Eğer bu şekilde değil de; Erdoğan gibi ya da onun minyatürü olmaya çalışan İ. N. Şahin gibi düşünürsek yine konu oyuna geliyor. Çünkü oyun; sadece insanlara özgü bir şey değil! Unutmayalım; HAYVANLARDA OYNAR!
Egemenlerin oyunu ile halkların evlatlarının acımasızca katledildiği ve geçmişin gölgesinde kalmayacak şekilde soykırımı ifade etmenin dışında hiçbir yaklaşım, roboski konusunda aydınlanmaya ve suçluların deşifre edilmesine hizmet etmeyecektir.
Bunun olmadığı bir zaman da ve mekan da; böylesi acımasız oyunlar ortaya konulacak, hayvanların söylemleri/kurmacaları hayatın akışıymış gibi sunulacaktır. Bazılarına madalya verilecek, madalya verenlerin kendilerine bir tasma alabilmesi için böylesi bir mücadelenin yürütülmesi ise kaçınılmaz olacaktır.
Jan Ararat
- Ayrıntılar