Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Eylül günü İran sınır hattı üzerinde bulunan Şehidan alanında gerillalarımız ile İran ordusu arasında çıkan çatışmada 1 yoldaşımız şahadete ulaşmıştır. Şehit düşen yoldaşımız;
- Ayrıntılar
“Apê Mus Apê Musa, seni vuran kanlar kusa!” Ozanlar böyle söylüyor. Kürt Bilgesi Musa Anter’in JİTEM tarafından katledilişi üzerinden yirmi yıl geçmiş bulunuyor. 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesinden bu yana devlet tarafından işlenen cinayetler aydınlatılamıyor. Hiç birinin hesabı hukuki yöntemlerle sorulamıyor. Ortada akıbeti bilinmeyen binlerce kayıp var. Aileleri her Cumartesi günü alanlarda eylem yapıyor. Analar çocuklarının akıbeti hakkında bilgi istiyor. Fakat devlet ve hükümet bunları görmezden geliyor. AKP’nin “İleri demokrasi”si bu tür olayları aydınlatma yönünde işlemiyor.
Yine ortada binlerce “Faili meçhul” denen, ama devletin çeteleri tarafından işlendiği bilinen cinayet var. “Onyedi bin” olduğu söyleniyor. Bunların çoğunun Kürdistan’da ve Kürt yurtseverlerine yönelik işlendiği biliniyor. AKP hukukunun gücü bunları aydınlatmaya yetmiyor. TC sistemi içinde Kürtlere yönelik hukuk ve adalet işlemiyor. Tıpkı şimdi “KCK” isimli davalarda olduğu gibi. Geçmişte 12 Eylül mahkemelerinde de “PKK Davaları”nda işlememişti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı avukatları ve yakınlarıyla görüştürmeme uygulaması dörtyüzyirmi günü aşmış bulunuyor. Yani Kürtlerin “Ağırlaştırılmış tecrit” dedikleri uygulama onbeşinci ayına girmiş durumda. Yakınları ve Kürt halkı dörtyüzyirmi gündür Önder Abdullah Öcalan’dan haber alamıyor. Ne durumda olduğunu kimse bilmiyor. Sağlığı nasıl, güvenliği ne durumda, ne düşünüyor, ne yapıyor; bunlara dair hiç kimsenin ciddi bir bilgisi yok. Konu Kürtler oldu mu, TC sisteminde değil hukuk, hiçbir şey işlemiyor. Her türlü insani değer kolaylıkla ayaklar altına alınıyor.
Dahası Kürtlerin de bu durumu benimsemesi, bunlara ortak olması isteniyor. Bu durum Kürtlerde tepki ve öfke yaratıp eyleme yol açtıkça, bu sefer de “Ne oluyor? Teröristler! İsyan ediyorlar!, vs.” deniyor. “Terör eylemlerinin arttığı”ndan söz ediliyor. İşin garip tarafı, bir de dönüp “Bu niye oldu?” denerek birçok çevre suçlanıyor. Ünlü TV kanallarını açıp şöhretli tartışma programlarını dinliyorsun. Neredeyse ömrünün sonuna gelmiş bol ünvanlı ve isim yapmış kişiler, sanki olup bitenlerden hiç haberi olmayan çocuklar gibi laflar ediyor. Kimisi işin kolayına kaçıp BDP’yi suçluyor. Kimisi “Bu işi PKK başlattı” diyor. Hükümet yanlısı olanlar ise, eski özel savaş propagandacıları gibi, son olayları “Dış güçlerin oyunu” olarak tarif ediyor. Yani hepsi birden ve mehter takımı halinde PKK’yi ve Kürtleri suçluyor!
Bunlara şu hususları sormak gerekiyor: Mevcut çatışmalı süreç durup dururken mi, yoksa 12 Haziran seçimi sonrası AKP’nin izlediği politikalar nedeniyle mi gelişti? Eğer PKK ve Kürtler o kadar çatışma ve çözümsüzlük yanlısı idiyseler, o halde Oslo ve İmralı görüşmelerini niçin yürüttüler? Bu görüşmeleri kim durdurdu? İmralı’da hazırlanan protokolleri kim reddetti? 12 Haziran 2011’den sonra “Terörü bitireceğiz” diyerek savaş naralarını kim attı?
Sorular daha da çoğaltılabilir. Fakat gerçeğe kendini kapatmış mevcut Türkiye ortamında bunlara gerek yok. Farzedelim ki, dışarda PKK farklı politika izledi, savaş yanlısı oldu! Dahası onu bazı güçler buna teşvik etti! Peki İmralı’daki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı kim etkiledi? “Ben barış ve demokratik çözüm çizgisindeyim” diyen PKK Lideri ile neden görüşmeler kesildi?
Demekki bu tür sözlerin hepsi yalan, taraf ve saptırmaya dönüktür. İmralı ve Oslo görüşmelerini “PKK’yi tasfiye amaçlı yaptığını” bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan açıklamıştır. DTP ve BDP’ye dönük siyasi soykırım operasyonları ile Oslo ve İmralı görüşmeleri AKP hükümeti tarafından aynı amaçla yürütülmüştür: Kürt demokratik siyasetini tasfiye etmek ve Kürt Özgürlük Hareketini marjinal kılıp yok etmek!
Şimdi PKK ve Kürtler bu oyunu görüp direnince ve bu direniş AKP iktidarını tuz gibi eritmeye başlayınca, bu sefer geriye dönüp “Niye mücadele ediyorsunuz” diyorlar! “Ne oldu ki PKK savaşır hale geldi” diyerek söyleniyorlar! Peki daha ne olacaktı ki?! İmralı görüşmeleri ile oluşturulan protokolleri hükümet reddetti. Dahası “Görüşmeleri PKK’yi tasfiye için yaptırdığını” Başbakan söyledi. “PKK’yi yok edip kökünü kazıyacağız” diye AKP’liler söyledi. Dörtyüzyirmi günü aşkın süredir Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşme olmuyor. Siyasi soykırım operasyonları devam ediyor. Neredeyse tutuklu sayısı onbine ulaşmış bulunuyor. NATO’dan alınan destekle Kürt gençleri dağda ve sokakta katlediliyor.
Bunları görmeyip de “Ne oldu?” demek, körlükten de öte bir durumu ifade ediyor. Sen Kürt Halk Önderi ile görüşmeleri kesmişsin, halk Önderinden haber alamıyor, ondan sonra da “Ne oldu, bu halk niye mücadele ediyor?” diyorsun. Bundan öte daha ne olacaktı ki! Halk boşuna “Barışın elçisi İmralı’da” demedi! Kürt Halk Önderi’ne yaklaşımın “Savaş ve barış gerekçesi olduğu” boşuna söylenmedi! Şimdi Kürt halkı bu sözlerinin gereğini yerine getiriyor.
Her zaman söyledik, binlerce kez tekrar etmenin de gerekli olduğuna inanıyoruz: Eğer bu dünyada bir Kürt-Türk barışı olacaksa, bunu sağlayacak tek kişi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır. Kürt sorunu barışçıl, demokratik ve siyasal olarak çözülecekse, bunu ancak PKK Lideri gerçekleştirebilir. Bu gerçeği herkes çok iyi bilmelidir. Özellikle de ülke ve toplumun kaderini belirleyen AKP iktidarı bunu iyi anlamalıdır. Bu, Kürt halkının varlık ve özgürlük kararıdır. Bu kararı, Kürtleri karşı karşıya getirerek, PKK Lideri’ne karşı Kemal Burkay’ı, Mesut Barzani’yi çıkarmaya çalışarak yok etmek mümkün değildir. Bu karar en az yüzyıl sürecek bir Kürt yemini durumundadır.
Dolayısıyla AKP hükümeti, PKK Lideri ile görüşmeleri yasaklayıp da “Kürtler niye savaşıyor?” deme ahmaklığından kendini kurtarmak durumundadır. Öyle MHP Lideri’nin söylediği gibi “Sıkıyönetimler” ya da “OHAL’ler” de bir sonuç alamaz. Zaten sonuç alamadıkları geçmişte defalarca kanıtlanmıştır. Barış ve çözüm gücüyle, yani Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşmeleri kesip de, ondan sonra baskı ve şiddet yöntemleriyle sonuç alabileceğini sanmak boş bir hayal ve de çabadır. Kürt halkının özgürlük tutkusu ve direnişi, bütün bu gerici baskı ve saldırıları boşa çıkaracak güçtedir.
Kürtler geçmişte bu başarıyı gösterdiler, bugün de fazlasıyla gösterecek bilince ve güce sahipler. Zaten görülmüyor mu, her tarafta “Öcalan’a Özgürlük Eylemleri” yükseliyor. Özgürlük eylemleri gün geçtikçe her alana yayılıyor. Kürt gençleri ve kadınları aylardır “Öcalan’a Özgürlük” şiarıyla ayakta. Mitingler, yürüyüşler, protestolar gün geçtikçe artıyor. Seksen günü aşkın süredir “Öcalan’a Özgürlük Nöbeti” tutuluyor. “Özgürlük Otobüsleri” Avrupa’nın her yerini karış karış dolaşıyor. Eylül başından itibaren “Öcalan’a özgürlük için imza kampanyası” başladı ve büyük bir ilgiyle gelişiyor. Türkiye ve Kürdistan’daki binlerce tutsak “Öcalan’a Özgürlük için Açlık Grevi”ne başlamış bulunuyor. Tutsakların direnişi bir kez daha zindan duvarlarını parçalıyor. Başta “Anadil’de eğitim” talebi olmak üzere yaşamın her alanında Kürtler TC sistemini boykot ediyor. AKP’nin yalan, hile ve demagojisine aldanmayacağını ortaya koyuyor.
Bu eylemlerin sonuç alana kadar büyüyüp yayılarak devam edeceği anlaşılıyor. Hepsi de “Demokratik Türkiye ve Özgür Kürdistan” gerçeğini ifade ediyor. Gerçek bir Kürt-Türk barışı ve kardeşliği yaratıyor. Biz de bu yoldaki her türlü çabayı ve mücadeleyi selamlıyoruz! Şehadetinin yirminci yıldönümünde Kürt Bilgesi Musa Anter’i saygıyla anıyoruz!
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Eylül günü saat 17.00 sularında Kars’ın Kağızman ilçesinden Ağrı istikametine giden 1 skorsky helikopter Aşıkdede yamacı mevkiinde gerillalarımız tarafından vurulmuştur. Darbe alan helikopter Ağrı merkeze bağlı Çeme Çeto karakoluna acil iniş yapmak zorunda kalmıştır.
- Ayrıntılar
Uzak diyardan gelen Dersim grubuyla, dostlar grubuna tekrar hoş geldin diyorum. Bizimle buluştular, şüphesiz anlamlı ve oldukça da gelişmeye hizmet edebilir. Bizim sahamız temel gelişme sahası olmaya devam ediyor. Fakat sizler hazırlıklı değilsiniz ve çok geri kalmışsınız. Biz gerilikten, en az düşmana duyduğumuz nefret kadar nefret ederiz. Yani, düşmüş insanı, geri insanı düşman kadar affetmeyiz. Ama bu demek değildir ki, sizi hiçe sayıyoruz. Hayır, tam tersine değer verdiğimiz için, kesin gelişme temposuna tüm halkımızı çekmek istiyoruz. Bu önemli. Sizler için yaşam o kadar boş geçti ki ve yine o kadar hafif kaldınız ki, belki de bir yaprak kadar etkili olamadınız. Hepiniz bir yerlerde savrulup gittiniz. Biz bunu durdurmak istiyoruz. Ağırlıklı, kendi karar yönünü belirleyen ve yürüme gücü olan insana ulaşmak istiyoruz. Bu önemli. Gerçi bu, yalnız sizin sorununuz değildir.
Bir kaç gün önce halkla bir toplantı daha yaptım. Birisi kalkıp şunu dedi; “siz bu çocukları da eğitseniz, bunlara da ağırlık verseniz olmaz mı?” Ben de şunu dedim; otuz-kırk yaşındaki çocuklar çok daha fazla bizi uğraştırıyor, hatta çocuk da değil, bebek. Bu bebekleri biraz eğitinceye kadar iflahımız geveliyor. Sıra, ancak bundan sonra oldukça rahat oldukça eğitebileceğimiz on yaş civarındaki çocuklara gelebilir. Hatta yaşlılar daha da çocuksu kılınmışlar. Hepsinin eğitime ihtiyacı var, hepsinin gelişmeye, yaşamı yeniden tanımaya ihtiyacı var. İstiyorlar tabii, biz de elimizden geleni vermeye çalışıyoruz.
Sorunlar hayli karmaşık, çözüm gücü olmak çok önemli. Alışmışsınız, gelene ağam, gidene paşam demeye. Bir de her türlü yaşama boyun eğmeye varsınız. Tabii biz bunu yapamayız. Geldiğimiz karar düzeyi, savaşım düzeyi, taktik bazı hususlar da bizi kesin sonuç almaya zorluyor. Örgütlenmek, savaşmak, kesin iş yapabilen insanları ortaya çıkarmak, lafazanlığa yer vermemek, kesin yürütme gücü olan, başarma imkanı olan adımlara sahip olmak; yaşamsaldır, hayati bir noktadır. Lafla kendimizi oyalayamayız, çünkü anında vuruluruz. Fazla hata yapmaya hakkımız yok, yine vuruluruz.
Ama unutmayın ki, hepiniz de laf salatası yapmaktan öteye fazla gidemezsiniz. Yaşamınız kocaman bir kandırmaktan ibaret. Nasıl kandırıldığını bile bilmeyecek kadar saflıkla kör olmuş, buraya kadar gelmişsiniz. Ve yine toplantı da “sen hiç eski usule göre konuşmuyorsun veya eskisi gibi hal-hatır sormuyorsun” dendi. Ben de, “nefret ediyorum, eski usul, hal-hatır sormaktan, öyle hal-hatır sormak çok yalandır, içinde hiçbir değeri yoktur. Hal-hatır sorma tarzının en anlamlısı, en güzeli benim tarzımdır” dedim. Çünkü, bunda bir gerçek var, kendini anlama var, yenilenme var, ruhunu özgürleştirme var. Bunlar çok önemli. Fakat dediğim gibi, anlamaya gücünüz ne kadar yeter? Bu yaştan sonra, yine gençler dahil bebek olmaktan nasıl çıkacaklar? Korkunç!
Hepsi kendini öyle kandırmış ki, savaşa sürsen bir türlü, sürmesen bir türlü veya yaşama gelebilirler mi, önlerinde yaşanacak bir dünyaları var mı? “Evet” demek mümkün değil. Ama yine de yaşadıklarını sanıyorlar. Bütün bunlar bizim üzerimizde ezici baskı yaratır. Ülkesi olmayanlar, özgürlüğü olmayanlar, geleceği olmayanlar kendilerini nasıl yaşatacak, nasıl yürütecekler? Gücü olmayanların hali haraptır, perişandır. Ama siz, dediğim gibi yine de yaşamaya alışmışsınız. Ben yaşamıyorum. Gerçekten şu anda kendime bakıyorum, yaşam benim için nedir diyorum. Nasıl yaşayacağım? Büyük sorun. Tabii sizin gibi yaşayamam. Sizin gibi yaşamaya “evet” desem bittim. Ama istediğim gibi yaşamak için de, kesin başarı üstüne başarı veya eylem üzerine eylemde bulunmak, ona yol açan ne ise, ne gerekiyorsa öyle olmam gerekir.
Bana hakim olan psikolojiye bakıyorum, durumuma bakıyorum; -özellikle sizler gibi- yaşayamam diyorum. Fazla başarı olmadan da yaşayamam, hele sıradan bir gelişmeyi beni doyuramayacak gibi görüyorum. Ama sizin ciddi bir başarınız bile yok. Çok rahatlıkla yaşayabileceğinizi sanıyorsunuz. Halkımızın hiçbir geleceği yok, hiçbir varlığı yok. Ufak bir kırıntıyla bile “bin şükür” deyip yaşamaya çok gafilce yaklaşabiliyor. Tabii bunlar bizim için büyük tehlikedir, biz böyle yaşayamayız. Özellikle önderlik grubu, böyle geleceği olmayan, böyle içeriği, böyle varlığı olmayan bir yaşama kesinlikle olumlu bakmaz. “İşte bu kadarı için de eyvallah, Allah’a bin şükür olsun” demek önderlik için çok tehlikelidir.
Sizin kendinize yakıştırdığınız dualarla, alışkanlıklarla yaşamanız kendinize ve halka yapabileceğiniz en ciddi kötülüktür. Bunun yerine, ne kadar gelişilebilir, işte onun savaş dili, savaş nedir, mücadele nedir, örgüt, parti nedir, bunu kimler yapabilir, nasıl yapmalı; gece-gündüz amaç bu olmalı. Yoksa dediğim gibi, bu kadar insanın sorunları nasıl çözümlenebilir? Kaçan kaçana, kendini yerden yere atan atana, kendini bilmem şu-bu alışkanlığa, bu pisliğe yatıran yatırana! Vicdan gerekir. Nereye? Bu gidişat nereye? Vicdan sahibi olmak lazım. Sana insansın diyen bile yok. Üzerinde her türlü baskı, her türlü sınırsız işkence de uygulanır; hiçe sayılırsın, umurunda bile olmazsa senden hayır gelmez. Kendini ciddi adam yerine koyamazsın. Ben bu adamlara alçak derim, namussuz derim.
Maalesef, toplumumuzun ezici bir kesimi de böyle. Tabii bunlar böyle oldukça, bizim rahat durmamız imkansız. Bana yön veren duygular, düşünceler hep bu temelden, bu halkın durumundan kaynaklanıyor. Tabii, siz kendinize böyle sorular sormazsınız. Ama bunlar benim gece-gündüz balyoz gibi kafama iner ve bir de bunun altından çıkarak yaşamaya çalışırım. Biraz vicdan, duyarlılık, hele “ben de katılım için varım. Benden daha fazla değerler var. Bencillik, çıkarcılık biraz da ikinci plana bırakılsın” dediğin zaman böyle olma gereği duyarsın. Aptal olmamak, biraz iyilikten dem vurmak, yüce olmak bunu şart kılar.
Bu genç arkadaşlara bunu göstermeye çalışıyorum, ama zor anlıyorlar. Halka şunu söyledim; “siz bu çocuklarınızı hiç terbiye etmemişsiniz, ben böyle çocuk istemiyorum”, yani onlarla çok sert konuştum. “Nefret ediyorum, sözüm ona bize genç gönderdiğinizi sanıyorsunuz, ama çoğu başa bela” dedim. Onlar da kabul etti. Çünkü biliyorlar, savaşacak hiçbir yetenekleri yok. Zor bela onları biraz kazandırıyorum. Ne sanıyorsunuz? Yaşam bir anlamda, acımasız savaş demektir. Savaşın kenarından, kendinizi bile örgütlemenin kenarından geçemeyeceksin ondan sonra da yaşadığınızı sanacaksınız. Bu suçtur. Bunu özellikle bu eğitim devreleri boyunca sıkça söylüyorum ve halen de bazıları anlamak istemiyor. Kendinize bir sürü uyduruk şey, böyle dogmalar, yalanlar dizmişsiniz, bunlara kendinizi inandırıyorsunuz. Böylece at gözlükleriyle gerçeklere bakmak istiyorsunuz.
Kişilikte bunlar çok etkili. At gözlüğüyle, yalancı gözlüklerle etrafa, çevreye bakar ve böylece kendini dayatmaya çalışır. Bunlar doğru değil. Çok özlü olmak gerekir, çok dürüst olmak gerekir. Dürüstlük; doğru düşünce, doğru karar, doğru tavırdır. Başka türlü de çareniz yok. Benim bütün yaptığım; biraz kendimi kandırmamak, biraz düşündüğümü hayata geçirmek, bunu tüm gücümle etrafa yaymak ve böylece ısrarlı olmaktır. Buna göre kendimi her gün düzenliyorum, yiyorum, içiyorum, kalkıyorum. Bunun için başka türlü tutarlı olunamaz. Bizim insanımız kendini çok kandırıyor, kendini yerden yere çok atıyor, çok çocuksu ve ondan sonra da “bana hep yardım edilsin” diyor, mümkün değil. Zaten, bizim dünyada bu kadar geri olmamızın nedeni budur. Dünyanın neden ciddiye almadığı, niye bizi adam yerine koymadığı bu nedenledir.
Sen kendini çocuktan daha beter edersen, deliden bile daha deli yaşatırsan elbette sana saygı olmaz, sana ilgi olmaz, sana merhaba olmaz. Bunu anlatmaya ve gidermeye çalışıyoruz. Başka çaremiz yok, çünkü bu dünyada sizi kabul eden yok. İşte ülkemiz; yaşamıyorsunuz, kaçıyorsunuz. Harabeye çevrilmiştir, arkanızı dönüp değer bile vermiyorsunuz. Nereye? Dünyanın en geri halkları bazı yerleri kendi toprakları olarak sınırlandırmışlar ve bir karış bile kaptırmazlar. Seni orada yaşatmazlar, ama yaşayabileceğinizi sanıyorsunuz. Bütün bunlar gaflettir. Diyoruz ki; acaba kendimiz için de bu yeryüzünde bir toprak parçası, onun üzerinde özgür bir yaşama fırsatı bulabilir miyiz? Çabamız buna yöneliktir ve çok gereklidir.
“Arkadaşların durumu nasıl?” diye soruyorum. Kimi şöyle sıkılıyor, kimi böyle dayanamıyor... Sormak gerekir, senin başka sığınacak yerin var mı? Yani, mezar kadar bile girecek bir yerin var mı? Hayır! Derdini iyi anlayacaksın, başına getirileni iyi anlayacaksın ki, adam olasın. Laf anlamayan çocuklar gibi sürekli ağla-sızla ve deki, “bana mama gelsin.” Mümkün mü? Çoğunuzun hali öyle ağlamaktan ibarettir. Neden gerçekçi düşünemiyorsunuz? İyi düşünmek demek, ağlamaktan vazgeçmek demektir. İyi yapmak demek, kendini tembelce sağa-sola yatırmaktan uzaklaştırmak demektir. Akıllı olmak, yararlı olmak budur. Hepinize bunu vermeye çalışıyoruz. Çok gerekli. Bunlar olmadan dediğimiz gibi sizi yaşatamayız. Milyonlarcasınız ve şu anda dünyada ciddi bir sorun. Onu çözmek bizim görevimiz.
Yiğit olmak demek, çözüm gücü olmak demektir.
Benim üzerime düşen ne ise yapayım. Siz de anlayışlı olun. Böyle anlamadık, dayanamıyoruz demeyin. Özgürlük isteyen biraz da söylediklerimizi anlamak zorunda.
Evet, bunları tartışıyoruz. Dikkat ederseniz, bunu yeni gelenlere merhaba için söyledim ve başka türlü de nasılsın diyemem. Her gün bu temelde gerillaya nasılsın diyorum, bu gerçekler temelinde dostlara, halkımıza nasılsın diyorum. Başka türlü söylesek, yalan söylemiş oluyoruz ki, bu da tabii bana yakışmaz. Yani sizin yaptığınız gibi yaşamak durumunda olursam çok şey kaybedilir. Yine de gelişmeye inanıyoruz, iş yapabileceğinize inancımız var. Zaten siz de ilgi gösteriyorsunuz. Bu benim eski tarzımdır. Bu tarzda başardım, bu tarzda geldim. Gelişmelerin olduğunu biliyoruz. Hatta söylenen şeylere dikkat edilirse, zaferin de imkan dahilinde olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Dediğim gibi; vicdanınız, anlama gücünüz varsa, bunu zafere kadar zorlamak mümkündür. Buna güvenilebilir.
Başkalarının da düşüncesine saygı gösteriyoruz. Dediğim gibi ilgi var. Benim bütün partililere, gerillaya, tüm dostlara bu son dönemlerde yaptığım çağrılar, talimatlar güven, inanç kazandırdı. Gerçeklerimizin kavratılması ve en önemlisi de artık yaşamda, özellikle de günlük yaşamda nasıl yürümemiz, nasıl yaşamamız gerektiğini bul ve başar. Dolap beygiri gibi kuyunun etrafında dönmemeyi, ileriye doğru yol almayı ısrarla vurguladık. Bu da gelişmeye yol açıyor. Herkes biraz yaptığım gibi yapmalı. İşte benim yerim daracık, bu kadar, bu bile çok fazla ve fazla güvencesi de yok. Ama görüyorsunuz, ne kadar büyük iş çıkarıyorum. Adeta, düşmanın ölüm fermanını biz burada çıkarıyoruz veya onun çöküşünü burada hazırlıyoruz.
Unutmayın ki, sizin çok geniş yerleriniz var, çok geniş sahalarda yaşıyorsunuz. Ama maalesef onu geliştirme, savaşma alanına çeviremiyorsunuz. Bu da sizin büyük eksikliğiniz. Dünyada en çok kuşatılan ve hakkında tedbir alınan benim; ama buna rağmen, şimdiye kadar kesinlikle pratiğimi zorlayacak hiçbir engel tanımadım. Ve en daracık yerler de bile oyunu mükemmel işlettim, oyunun kurallarını mükemmel oynadım. Ve çok köklü başarılara, gelişmelere yol açtık. En önemlisi de bunlar görülmeli diyoruz. Birileri çok darda olduğu halde, imkan-olanakları çok kısıtlandığı halde, bir zindan köşesi gibi daracık yerlerde nasıl bir gelişmeye yol açıyor? Bunu görmeniz çok önemli. Bundan dersler çıkarmanız hakeza o kadar önemli. Ve mümkünse, kendi yaşam felsefeniz, yaşam yönteminiz haline getirmelisiniz. Bizim yaptığımızı biraz örnekleme yoluyla benimsemelisiniz, siz de hayatta böyle bir çalışmanın sahibi olmalısınız. Ve mutlaka bazı başarılarınız olmalı.
Başarısız adamın varlığıyla-yokluğu birdir. Bizim için de hayat demek; başarmak demektir, elinden iş gelmeli demektir. “Şu kadar iyilik istedim, bu kadar bekledim de olsun” demek, sözlerle kendini kandırmak demektir. Ben bile bu kadar yaptıklarımı çok az görüyorum. Ve hemen başka bir çalışmaya fırlarım, bugünü nasıl iyi geçiririm diye. Özellikle sizler gibi çok çeşitli alanlardan gelenleri ve üzerinde hayli çalışılan grubu biraz daha nasıl ilerletebilirim diye tam gücümle yükleniyorum. Kendim için başka türlü yaşama fırsatı vermiyorum. Nefes nefeseyim ve söyledik, başka çaremiz yok. Yeni yeni bizim yaşam tarzımız oluyor. Varsa gücünüz, sabrınız, inadınız, olduğunuz her yerde mümkünse böyle göstermelisiniz. Zaten düşman sana ölüm fermanını dayatmışsa, eğer sen de yırtmak istiyorsan başka türlü yapamazsın, başka türlü nefes alamazsın.
Gerçekten üzerinde ölüm fermanı var, “ya teslim ol, ya öleceksin” diyor, her gün çağrı üzerine çağrı yapıyor. Biz de “ne öleceğiz, ne de teslimiyet olacağız; kurtuluş kesindir” diyoruz. Bunlar üç kelimedir ve üçü de hayatidir. Teslimiyet, ölüm ve kurtuluş üç kelime ve bizim hayatımızın üçgenidir. İki köşesi bitirir, bir köşesi kurtarır. Onda çok ısrarlı olacağız. Kurtuluş köşesini, kurtuluş imkanını öyle kullanacağız ki, düşmanın çok iddialı olup, bizi düşürmeye çalıştığı noktalara düşmeyelim. Bu önemli, teslimiyet de çok korkunç, onun da dayattığı ölüm çok korkunç. O açıdan bir noktada çok yoğunlaşıyorum. Akıllıysam –zaten başka çarem yok, bu sizin için de geçerli- hiç kimse “bu benim için değil, anlayamam, gereklerini oynayamam” diyemez. Benden daha fazla sizin için geçerli.
Bütün bu çarpıcı gerçeklerle yeni gelen yoldaşlara, dostlara hoş geldin demek en doğrusu. Zaten onlar da hayattan bir çok şey öğrendiler, hızla da öğreniyorlar. Herhalde bundan sonra dayanma güçleri, yaşama güçleri doğru temelde olur ve kesin daha iyi yaşarlar, savaşırlar, başarırlar. Başka tür karşılama fazla anlamlı değil. “Ne yedin, ye içtin” demek fazla anlamlı değil. “Az mı, çok mu yedin, içtin, kaldın, gittin, yürüdün” bunlar çok fazla anlamlı değil. Bu temelde gerçekleri iyi gördüysek, bu geliş ve bizimle tanışmalar anlamlıdır. Az da olsa, çok da olsa, bir ders de olsa, çok ders de olsa özü eğer böyle kavranırsa değer diye düşüyorum. Zaten biz de bu temelde kendimizi veriyoruz. Yani yalnızca yeni gelenlere değil, herkes için, tüm halka, bizi sormak isteyen tüm insanlığa diyeceğimiz budur. Kaçmıyoruz veya doğru yolda tüm gücümüzle yürümeye varız, ilk günden son güne kadar böyleyiz. Öyle olmak gerekir.
Önceden de bizi böyle tanıyacaktınız. Bizimle bu temelde ilişkiye geçecektiniz. Ve umarım bundan sonra ilkenizle sağlam görünüş, yürüyüşünüzle sağlam, sözünüzün de adamı olursunuz. Keşke daha büyük savaş meydanlarında sizleri karşılasak da büyük savaş sorunlarını tartışsak, kahredici darbeleri düşmana vursak. Bunu daha çok isterdik. Ama bizler yaban ellerdeyiz, çok az bir imkanla, yine de tarihte kimsenin yapamadığını yapmayı biliyoruz. Boş durmam, gördüğünüz gibi çok büyük çalışıyorum. Kimse bana “yap” demedi, hep kendim yapıyorum. Ben öyle sizin kendinizi kandırdığınız gibi kendimi kandırmam. Yerim aslında sizlerden çok daha dar. Çünkü hep yalnızım ve tek başıma çözüm bulmak zorundayım. Ve ortaya da çıkarıyoruz. Adım adım, an be an başarıyoruz.
Dersim’den gelen yoldaşlarla zaten uzun uzun konuşacağız, onları devre gerçekliğine alıyoruz. Onlarla zaten yoğunlaşırız. Yeni gelen dostlar, halkı gördüler sanırım, inşallah bir şeyler öğrendiler. Sanırım biraz da buradaki arkadaşlarla tanışırlar, epey alış-veriş yaparlar ve bu da kendi hayatlarında bir dönüm noktası olabilir. İnşallah onların da bazı yaratıcı düşünceleri ortaya çıkmıştır. Bazı gelişmeleri ilk defa görüyorlar, ruhlarında bir yenilenme var. Yine düşüncelerinde kesin bir takım yeni kıpırdanmalar var. Gençleşme var ve daha fazla iş yapma isteği, kararı gelişmiştir. Bunu arada tartışırız. Güvensinler kendilerine ve bundan sonra hayatlarını iyi görsünler. Çünkü bizi görmek sıradan olamaz veya bizim ortamımızla tanışmak sıradan bir ziyaret olarak değerlendirilemez, hayatın dönüm noktalarıdır. Böyle olduğunu herhalde şimdiden anlıyorlar. Kısa sürebilir, fakat yaşamları boyunca bunu tamamlayacakları, hep bağlı kalacakları gerçekleri de görürler ve bağlanırlar.
Benim ilkokul deneyimimde çok açıkça ortaya çıkmıştır ki, halka saygılı olan, ona karşı hizmette kusur etmeyen kesin eğitir, örgütler. Ve bu, yıkılmazcasına olur. Dolayısıyla bizim halkla, dostlarla olan bu ilişkilerimizde çıkaracağımız sonuç; en büyük güç kaynağımızın halk olduğu ve bunun da örnek bir yaşamla sağlanabileceğidir. Siz de bu gelişmenin ürünüsünüz. Sizi yaşatan halktır, kendi yaramaz-yetmez davranışlarınızla halkı zorlamamalısınız. Tam tersine halkı eğitme göreviniz vardır. Bunu göz ardı edemezsiniz. Temelde benim rolüm da, halkı biraz eğitmedir, halktan alıp vermeyi bilmedir, buna saygılı olmadır. Bu açığa çıktı. Geri olabilir, geriliğe öfkeliyiz; bu, halkımızı çok sevdiğimiz içindir. Yani geriliğe çok öfkeli olmamız demek, halkı bastırmak, hiçe saymak demek değildir. Onu daha da özgürlük tutkusuna kavuşturmak içindir. Veya halka duyduğumuz bağlılığı özgürlükle kanıtlamak içindir.
Öfkemizin nedeni de budur. Yoksa halkı adam yerine koymamak, bilmem ağzımıza geldiğince küfretmek veya bastırmak düşmancadır, alçakçadır ve affedilmezdir. Bu yakıcı gerçekleri bir kez daha gördünüz. Gördüğünüz gibi, halk önderi olmanın başka yolu da yoktur, söz konusu da değildir. Başka yol-yöntem uygulanamaz. Doğrusu budur, sonuç alan budur, yenilmeyen, yıkılmayan budur. Halkın büyük bağlılığı bu temelde sağlanmıştır. Ve PKK’yi PKK yapan, yenilmez kılan da halka bağlılığıdır, halkla birlikte böyle yaşama gücü göstermesidir. Kesin, hem sonuç almak, hem de gerekeni yerine getirmek zorundasınız.
Sanırım geçen günlerde cephe dersini işlediniz. Cephe dersi, halka bağlanma, halkı örgütleme dersidir. Bu da en başta halka yakışır bir şekilde yaşamakla mümkündür. Gönül köprülerini ağzına kadar halka açan, saygılı, olmayı bilen en iyi cephe çalışanıdır. Ve bu konuda gerilikten nefret etmek kadar; halkın özgürce yürüyüşünü, örgütlenmesini, eylemini yapan kişi halk önderidir. Ve biz de bundan başka bir anlama sahip olamayız.
PKK militanlığı bütünüyle kendini halkı için hazırlayan, yürüten militanlıktır.
Cephe dersinin en belirleyici, sonuç alıcı dersi budur. Görmedik, duymadık demeyin. Bu dersten çıkaracağınız sonuç; halk çizgisini yakalamadır. Halk çizgisini yakalamak demek; halkın içinde halkın hem öğrencisi, hem de öğretmeni olmayı bilmektir. Yine halkın yürüteni, halkla birlikte yürümeyi, birlikte olmayı bilmektir. Devrimcilik halktan kopuk yürütülecek bir eylem olamaz. Bunu deneyenler tarihte hep kaybetti. Duyguda, düşüncede, örgütlenmede kendini halktan ayrı tutmayanlar, halkla birlikte götürenler her zaman kazanmıştır. O açıdan halka bağlılık cephe dersini layıkıyla özümsemek, zaferin en temel bir gereğini karşılamak demektir. Bu tartışılmaz, sadece gerekenleri yerine getirilir. Bunu iki cümleyle böyle değerlendirebilirim. Yani, hepinizden beklenen de budur. PKK’nin kitle çizgisinde yer almak, halk içinde böyle bir çalışan olmakla mümkündür.
Halk içinde böyle bir çalışma çizgisine ve anlayışına sahip olamayanlar asla başarılı olmayacakları, en zarar verecek tutum ve davranışların da bu kişiliklerden geleceği ortadadır. Bu asla kabul görülemez ve hiçbir gerekçeyle de savunulamaz. Bunu size tekrar gösterdik. Bunun gerekleri tüm davranışlarınızda ifade edilmelidir. Biz de halkçı yaşamışız. Gördünüz, siz bizden üstün değilsiniz. Halk üzerinde bizden daha fazla tasarruf hakkınız olamaz. Biz buna nasıl sahip olduğumuzu gösterdiğimize göre, aynı yaklaşımı siz de göstermek zorundasınız. Ağanın, jandarmanın tavrını denerseniz, kesinlikle halkımız içinde, partimiz içinde yeriniz olamaz. Bunu da eğitimsizlikle, “bilmem canım keyfiyet istedi, ağalık istedi, bastırmacılık istedi” tarzında yaparsanız yanarsınız. Ben bunu affetmem, bunu hiçbir zaman unutmayın, sizi de adam kabul etmem.
Bizim anti-ağalığımız, anti-jandarmalığımız ve buna karşı tavrımız da en başta partimiz içinde ağa, jandarma anlayışlarını taklit edenlere karşı partimizi temiz tutmaktan geçer. Bunu da gördünüz. Eminim bundan sonra doğru partileşmeyi, doğru kitleselleşmeyi esas alacaksınız. Düşmanın politikaları sonucu yetişmişsiniz. Kemalizm etkileri, ailede gelenekler sizi bir ağa gibi yetiştirmiş. Bunlar bizi bitiren etkilerdir. Öfkeli olmak demek, Önderlik çizgisine bağlı olmak demek, bunlara karşı olmak demektir. Bu konularda kendinizi yetiştirin. Diğer bir şey var; dostlardaki geriliği ve kendinizdeki geriliği gördünüz. Bu gerilik her ne kadar halk özelliği gibi gelse de, düşmanın halka yakıştırdığı bir özelliktir. Geri özellik, özgür bir halk kimliğinin kabul etmeyeceği bir özelliktir.
Doğru-dürüst konuşup tartışamıyorsunuz. Özgür bir halk adamı kendini bu geriliklerle yaşatamaz. Halk adamı, halktan olan kişi, gerilikten kendini sıyıran kişiliktir. Okuması, tartışması, örgütlenmesi yerinde olan bir kişiliktir. Dolayısıyla “gerilik halkımızın kaderidir” deyip, boyun eğemeyiz. Ve geri halka dayanıp partili komutan olarak da yaşayamazsınız. Çoğu halkın geriliğinden yararlanmak istiyor. Kimdir bunlar? En başta sömürgecilerdir, ağalardır. Halkın geriliği onlar için bir kazanç kaynağı, bir sömürme kaynağı olabilir. Ama bizim için bir öfke kaynağıdır. Geriliğe saldıracağız; sömürgeciliğin, işbirlikçi, lanetli her türlü kişiliğin çıkar ve dolayısıyla insanlıktan alıkoyma imkanlarını elden alalım diye bunu yapacağız. Yoksa, geri halka bir de siz yüklenirseniz, sizin onlardan farkınız kalmaz.
Görüyorsunuz, bütün bunlar yakıcı bir temelde bir kez daha kendini gözler önüne serdi. Kendi geriliğinizden de nefret edeceksiniz, geri özelliklere sevdalanmayacaksınız. Geri özelliğe sevdalanan alçağın tekidir. Bak, sıradan bir dost olsa bile ne kadar nefret ettiğimi ben de ortaya koydum. Ama diğer yandan ne kadar saygılı olduğumu da ortaya koydum. Bunlar son derece yakıcı derslerdir ve kesinlikle dostlar da, bütün partililer de, ARGK ordu bünyesinde varım diyenler de sonuna kadar bu dersi alır. Görmedik, duymadık demeyin, ben karşınızda çok açık ve özlü konuşuyorum. Geldiniz, gördünüz, bütün işleri bir tarafa bıraktık. Ve bu gerçekleri zor düşünen, zor duyan beyninize ve yüreğinize bir kez daha nakşetmek için sizlerle tekrar karşılaştık. Artık anlamanın zamanıdır, duymanın zamanıdır derim. Zaten sizi başka türlü yaşatamayız, hep hor görülürsünüz, ayaklar altında ezilirsiniz ve bu da sizlere yakışmaz.
Özgürlük isteyenler bunun gereklerini yerine getirmeyi bilmelidirler. Bu da lafla olmaz. Biraz doğru yaşamayı esas almak, sonuç almış bazı çalışma esaslarına bağlı kalmakla olur. Bunu sizden beklemek, görevlerinize bağlı olmanız gerektiğini söylemektir ki; bir devrimci için bunlar esastır.
Cephe çalışanlarımız, dostlarımız da herhalde daha bilinçli, geriliklerinden daha sıyrılmış, daha iş bilir, kendi kendine örgütleyip yönetir bir duruma gelmeyi, bu vesileyle çarpıcı bir biçimde bir daha görecekler. En önemlisi de; bundan sonra böyle yapacaklar, yaşayacaklar, savaşacaklar, başaracaklar. İnanıyorum ki, sizlerin de, halkımızdan henüz tam partilileşmemiş, ama partiye oldukça bağlı çalışanlar olarak alış-verişiniz çok güçlüdür. Halk ilişkiniz, cephe ilişkiniz çok güçlüdür. Bunun çok yakıcı olduğunu gördük, başarı için ne kadar gerekli olduğunu gördük. Dolayısıyla savaşan parti ve hatta savaşan bir ordu için zaferin en temel kaynağı bu halk bağıdır. Bu ders, teorik olarak da görüldü, pratik olarak da biz kendi tecrübemizi size yansıttık. Ve bunda dürüstseniz, özlüyseniz, başarınız için çok önemli bir esastır; bir kez daha çarpıcı olarak beyninizde yer edinsin.
Militanlaşmak bu temelde olursa, bütün çalışmalarda kesin başarınız gelişir. Gerisi teknik düzenlemedir, örgütlenmenin şu veya bu tarzı, gizli-açık tarzı, planlamasıdır. Ama esas budur. Bu esas olmadıkça hiçbir teknik, hiçbir örgütlenme fazla sonuç alamaz. Bunu gördünüz. Başarı kesin gereklidir. Her zaman halka bağlı kalmaya çalışacaksınız. Yaşamınız halk içindir, saygı esastır. Onun sorunlarına çözüm bulmak esastır. Bunun dışında bir devrimciliğin tanımı olmaz. Eksiklikleriniz varsa gidereceksiniz, dersinizi bu temelde alacaksınız. Başarılı bir halk militanı olarak görevinizi yapacaksınız. Gün biraz da bunu gerçekten kavrama, uygulama günüdür. Biz elimizden geleni yapıyoruz.
Kendi ihtiyacınız için ne kadar eksikliğiniz varsa, hiç olmazsa onu giderme temelinde bizden almalısınız. Ve bir daha da, “kitleyle ilişkileri uygun değildir, halkın üzerinde despotizm uyguluyor, kuyruğundan çekiyor, halkın kuyruğuna takılmış” yaklaşımlarını terk edeceksiniz. Önderlik sözü, halka bağlılık sözü kesin bu temeldedir. Biz de bağlılığımızı ortaya koyuyoruz. Sözün nasıl yerine getirildiğini görüyorsunuz.
Umarım her zaman olduğu gibi sözlerinizle oynamazsınız. Sözün eri olmayı bileceksiniz. Sözünün eri olmayı bilenler tarihte her zaman anılacak, ona gururla bağlı kalınacaktır. Ve yaraşan da budur. Başarıya götüren her an, her zaman anılacak, ona gururla bağlı kalınacaktır. Ve dolayısıyla sizi de bu çok sıkıldığınız durumlardan çıkaracak tek yaşam tarzı da budur. Hiç kimse bizden başka türlü çıkış beklemekle kurtulacağını sanmasın. Başımıza daha kötüsü gelebilir, gelmemesi için kendi gerçekliğimizin bilincine ve en önemlisi de onun özgürlük tarzına yükleneceğiz.
Ben bu temelde yüklenenlerin başaracağına inanıyorum. Ve bu temelde yürüyenlerle sonuna kadar birlikte olduğumuzu söylüyorum. Kanıtlanan, bunun başarılabileceğidir. Kesin zafer de bu temelde sağlanacaktır.
REBER APO
11 Eylül 1994
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Şehit Zilan, Şehit Celal ve Şehit Aziz devrimci harekatı kapsamında Dersim-Erzincan arasında gerillalarımız tarafından bir dizi eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Eylül günü saat 17.00 sularında Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine bağlı tugay komutanlığının güvenliğini tutan Bêbolke tepesine yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın 1 askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Bir müddettir Türkiye devletinin başbakanı olan RTE herkese “ya sev, ya terk” dayatmasında bulunarak toplumu gerdikçe geriyor.
Hatırlayanlar bilir, “taraf olmayan bertaraf olur” ya da “bitaraf olmayan bertaraf” olur cümlesini de aynı RTE kullanmıştı. RTE’nin kullandığı bu sözleri daha önce ABD’nin başbakanlarından Georg Bush kullanmıştı. Bush tüm dünyaya seslenerek, “ya bizimlesiniz ya da karşımızdasınız” demişti.
İdeolojik, politik hatta felsefik olarak yukarıda söylenenlerin ne anlama geldiğini, insanların belleğinde nasıl tahribatlara yol açtığına pek girmeyeceğiz. Karşıtlaştırmanın, kutuplaştırmanın hiçte insani bir özellik olmadığını az çok artık herkes biliyor. İnsan toplumunu böyle kutuplaştırarak yürütmenin ve de yönetmenin eski çağlarda kalma iktidar güçlerinin bir hilesi olduğuna kimse yabancı değildir. Ancak dediğimiz gibi konumuz bu hastalıklı dayatmanın felsefik çözümlemesini yapmak değildir. Biz çıkarılması gerekli olan bazı pratik adımlara dönük görüş sunacağız.
RTE ismindeki kişi bir dönemdir bu zıtlaştırmayı, parçalamayı sürdürmeye devam ediyor. En son “Ya meclis ya Kandil” diyerek BDP milletvekillerini baskılamayı hedefine koydu. Güya kendince hizaya getiremediklerini bu tehditle hizaya getirecek. Yukarıda Bush’un söylediklerinin hedefi de aynıydı. Büyük bir baskılama gücüyle bireyleri, toplulukları inandıkları değerlerden koparmaktır. Ne de olsa devasa bir öldürme tekniğine sahiptirler. Yine onlar için işleyen hukukları da vardır. Hatta aç bırakarak, yani bio iktidarla terbiye etme imkanları da fazladır. O zaman yapılacak en iyi yol muhalefet edebilecekleri erkenden hizaya getirerek, bildiğini pratikleştirmedir.
Ancak bu kez “Ya meclis ya Kandil” sözü fazlaya kaçmıştır. Burada sadece birilerine ya bizi seçin ya da diğer tarafı seçin seçeneği sunulmuyor. Burada birde “hodri meydan” mealinde çağrı vardır.
RTE’nin bu provokatif, tahrik edici ve biraz da hakaret vari söylemene Murat Karayılan yoldaşımızın söyledikleriyle cevap vermek gerekiyor:
“Erdoğan, Kürt parlamenterlerine “dağa çıkın” demektedir. “Ya meclis ya Kandil”, yani “ya teslim olacaksınız, ya da Kandil’e gideceksiniz” demektedir.
Ben de buradan tüm Kürt gençliğine şunu söylüyorum; Başbakan bu sözü aslında gençliğe söylemiştir; “Yüreğiniz varsa dağa çıkın” demektedir.
Kürt siyasetinin dağa gelmesine gerek yok ama Kürt gençliği Başbakan’ın bu sözlerine karşılık dağa çıkarak cevap olmalıdır. “Vekiller Değil, Gençler Kandil’e!” diyerek Başbakan’a gereken cevabı vermek gerekmektedir.
“Mademki dağa çıkılmasından çekinmiyorsun, o zaman biz çıkıyoruz” diyerek tutum almanın her yurtsever Kürt gencinin bir görevi olduğunu belirtmek istiyorum. Erdoğan’ın bu sözlerine karşılık Kürdistan gençliğini mücadeleye katılmaya, gerillaya katılmaya çağırıyorum.”
“Yüreğiniz varsa dağa çıkın”a verilecek en iyi cevap elbette tüm yüreklilerce verilecek olan dağlara çıkma kararı ve cevabı olacaktır.
Bunun için diyoruz ki tarihin bu önemli momentinde tüm Kürdistanlı gençleri dağlara.
Final günlerini yaşadığımız bu anlarda yarın, “neden bu tarihi anı yaşamadım” dememek için dağlara.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
“Beyaz” kavramını son zamanlarda bir topluma ait olmayıpta o toplum içerisinde öne çıkarılan, esasta o topluma yabancı olan, o toplumda karşılığı olmayanlar için kullanılıyor.
Beyaz Türkler kavramını bu bağlamda çokta Türk olmayıpta Türklük yapanları dile getiriyor. Başka halklarda gelipte ısrarla Türk milliyetçiliği yapanları ifade eden bir kavram olduğu için böylelerinin Türklüğü çok suni kalıyor. Başka bir anlatımla dile getirecek olursak, şişirilmiş bir Türklük oluyor.
Kendisi olamayan, başkası olan ya da başkası için olanların ciddi bir handikapları vardır. Böyleleri kişilik olarak kendilerini bulamamışlardır. Böylelerinin içleriyle dışları bir olamaz. İç dünyaları ayrı dış dünyaları ayrıdır. Bu ise doğalında bir çelişki demektir. Bir insanda kişilik parçalanması var ise o insanın sağlıklı düşünmesi çok zordur. Hatta neredeyse imkansızdır. Nedeni açıktır, basittir; bir kişiliksizlik söz konusudur.
Böyle kişilik sorunu olanların erkenden uçlara kaymaları anlaşılırdır. Kendi toplumsal değerlerinden kopmuşlardır. Yani toplumda karşılıkları yoktur. Bu esasen farklı bir şekilde de olsa izolasyon demektir. Bu durumu dengelemek için bu “beyaz” olanlar korkunç bir şekilde güçlünün yanına geçerler. Güçlü, Ortadoğu’da genelde devlet olduğu için devletçi olurlar.
Örneğin Türkiye’de beyaz Türk dedikleri kesimleri geçmişte en ileri düzeyde Kemalist olanlara deniliyordu. Bu Türklükleri bile “şüpheli” olanlar ne kadar da milliyetçi edebiyat yaptıkları ortadadır. Türkiye tarihinin o en milliyetçi, ırkçı söylemler hep bu kişiliklere aittir. Bir araştırılsın bunlar görülecektir. Türklüğü gerçekten “şüpheli” olan biri çok ileri düzeyde kendisini kabul ettirmek, kamuflaj ettirmek için en uç söylemlere sarıldığını biz bu beyaz Türklerde hep görüyoruz.
Örneğin, “Ne mutluyum türküm diyene” sözü böyle bir beyaz Türk’ün sözüdür. Bir Türk elbette belki kendi Türklüğüyle gurur duyabilir. Ancak bir Türk başka halkların aleyhine kendisini şişirerek bunu yapmaz. Ya da eskilerde yapmazlardı. Ancak beyaz Türk diye tabir edilen ırkçılık diye bileceğimiz söylemleri en çok kullanan kesimler olmuştur.
Hatırlıyorum yıl 1994’tü. Ekranlarda Türklük üzerine bir tartışma yürütülüyordu. O zaman Aziz Nesin, “benim kendi Türklüğümü anlatmama ihtiyacım yoktur. Herkes benim Türk olduğumu biliyor. Bunun için özel bununla gururlanacak ya da kendimi küçük görecek bir durumu yaşamam. Bunun için Türkçülük yapmam. Ve böyle bir Türk’te yapmaz. Ne var ki Türk olmayıpta ya da Türklüğünde şüphe duyan, başkaları tarafında Türk görülmeyecek duygularını yaşayanlar ancak milliyetçilik ve ırkçılık yapabilirler” mealinde çözümlemeler yapmıştı. Ve tabii Türkçülüğü ancak ve ancak dışarıda gelen, kendini saklama ihtiyacı duyan “Türkler” yani “beyaz Türkler” tarafından yapılacağını belirtiyordu.
Özcesi beyaz Türkçülüğü yapanlar bir şeyleri gizli olanlar yapar. Bunun için böyleleri korkunç devletçi olur. Böyleleri korkunç Kürt düşmanı olur. Ermeni düşmanı olur. Yunan düşmanı olur. Özcesi böyleleri gerçekten halkların düşmanı olurlar. Söylemleri sivridir. Keskindir. Sekterdir. Ve böyleleri ancak ve ancak devletin “Türk’ü” olabilirler. Böyle devlet Türklerine biz “beyaz Türk” diyoruz.
Şimdi bu beyaz Türklerin yanına birde beyaz Kürtler yerleştiriliyor. Beyaz Kürt ve beyaz Türklerin ortak noktaları, devletçi olmalarıdır. Eskilerde beyaz Türkler Kemalist iken yeni olan beyaz Türkler yeşilci Kemalist yani Yeşil Türkçüdürler. Eskilerde böyle beyaz Türkler Kürt düşmanlığı temelinde öne sürülürlerken bugünlerde öne sürülen beyaz Kürtler ise Kürdistan özgürlük hareketine karşı özenle seçilerek saldırır pozisyona getiriliyorlar.
Özcesi beyaz Kürtler Kürt halkına düşmanlık temelinde, Kürt özgürlük değerlerine saldırmak temelinde örgütlenerek piyasaya sürülüyorlar. Ve tabi bunlar beyaz oldukları için bir Türk’ten hatta ırkçı Türk’ten çok daha ileri düzeyde Kürtlerin özgürlük değerlerine saldırıyorlar.
Psikolojik ruhsal durumları aynı beyaz Türklerin ki gibidir. İçleriyle dışları bir değildir. Bunun için kendilerini kabul ettirmeleri için korkunç saldırıyorlar. Korkunç Kürt halkının değerlerine hakaret ediyorlar. Birer koçbaşı olarak korkunç kullanılıyor.
Ancak artık bu beyaz Türkler deşifre olmuşlardır, nasıl ki beyaz Türkler deşifre olmuşlarsa. İşte bunun için artık Kürdistan’da böyle beyazlara yer verilmeyecektir. Devletin, yeşil Türkçü devletin birer koçbaşları olarak artık yeterince açığa çıktıkları için Kürdistan’da cirit atmalarına izin verilmeyecektir.
K. Nuda
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Hakkari’nin Şemdinli-Yüksekova-Çele hattındaki alan hakimiyeti kapsamında gerillalarımız Yüksekova merkezde bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde 2 Eylül günü başlatılan Şehit Adil ve Şehit Nuda devrimci harekatı kapsamında gerillalarımız 19 Eylül günü saat 21.30 sularında Beytüşşebap tugay komutanlığının güvenliğini alan Bayrak tepesine bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar