Basına ve Kamuoyuna
14. yılını geride bırakıp 15. yılına girmiş olduğumuz uluslar arası komplo gerçekliğini büyük bir kin, nefretle kınıyor ve komplo karşısında Önderliğimizin, halkımızın ve hareketimizin göstermiş olduğu direnişi ve bu direnişin yarattığı başarıyı bir kez daha selamlıyoruz.
- Ayrıntılar
Harunê de 8 insanlık yolcusu. 8 insanlığımızdan çalınanları bulma ve savunma çırpınışçıları. Yüreğini aç kanat çırparak gelebilirler sana doğru. Yüreğini aç bizden biz olmaktan çalınanları bulmaya gidenler dolabilir içeri. Belki kuşlar gibi, belki kelebekler gibi belki de esen rüzgar gibi usul usul… Yüreğini aç gökyüzü misafir olabilir sana maviliklerle şenlenebilir yüreğin. Aç kapama yüreğini taşıyabileceğini alsın içeri.
Nasıl zincirlenmişse insan olmanın damarları ve üryansak aynı topraklarımız gibi. Yüreğimiz ve toprağımız ne kadar da benzer birbirine. Ve köklerinden dönmeyen insanlığımız ceset ceset çarpıyor zebunların kan yiyici yüzüne. Onlara parçalanmış bedenlerimizi bırakıyoruz ki bedenlerimiz de kendi gerçeklerini kendi korkularını ve parçaladıklarını bir daha bir daha görmeleri için. Onlar teslim olmuş beden, ruh ve yürek istiyorlar bizden. Bizlerde onlara paramparça olmuş bedenlerimizi bırakıyoruz. Ki bedenlerimiz de kendi değer yargılarını, kendin kalplerin görsünler diye. Ayna oluyoruz parçalanmış bedenlerimiz ile feda ettiğimiz canımızdan geri kalan kanlı, tozlu, isli, lime lime olmuş bedenlerimiz ile. Baktıkça baktıkça görünsün gadarlığın hacmini.
Kimimiz bombalarını bedenlerinde patlatarak parçalar bırakıyoruz, kimimiz de oluk oluk kanların aktığı bedenlerimizi bırakıyoruz geriye. Onursuz yaşamaktansa onurumuzu zalimliğe zula edenlerden ruhumuzu almaya gidiyoruz.
Ruhumuzu göğe ağartıyoruz ki kimse bürünmesin bizi bizden men etmenin kıvancına. Hem de asla ve asla. Tek bir tanemiz bile hür olmayana kadar hür olmayı öğreneceğiz ve öğreteceğiz. Geliyoruz yüreğimiz şakıyor, umudumuz binlercesinin umudunu bahara katık eyliyor. Ve geliyoruz.
Yoksa; bak ruhumuz ölüme örülüyor geleceğimiz gibi toprağımız da. Görmez misin zalimin hoyratlığı altında gülen yüzlerimiz gibi toprağımızda. Ve debelenir yomsuzlar.
Kürt sevgisizliğin en muktedir kurbanı…
Kürt bedbahtlığına aşık yorgun bekçi…
Kürt kendisi için hiçliğin yongasını giyerken başkalarına post olan giydirici…
Kürt anlaması da anlatması da en zor olanın açmaz figanı…
Kürt en az saygı duyulan insan olmanın guguk kuşuna benzeyeni. Guguk kuşu gibi yumurtalarını başka birinin yuvasına koyarak büyütmesini bekleyen, kendi yavrusuna bile ana olmaktan mecalsiz…
Kürt ülkesinde kalbini bulamayan dünyanın her yanına dağılmış bedbaht…
Kürt, Kürt, Kürt…. Bunlardan başka nedir ki; Kürt budur işte diyen kanımızı içmeyi erdemden, yaşamdan, sözde topraklarına sahip çıkmaktan sayanlarının yaşamımıza akıttıkları. Ondandır kaleler dikiyorlar topraklarımıza, bombalar yağdırıyorlar bedenlerimiz gibi dağlarımıza; gazlara boğuyorlar çaktırmadan her bir deremizi, ırmağımızı aynen bombalar yağdırdıkları cesetlerimize yaptıkları gibi.
Karakollar yapıyorlar, beynimize ördükleri hiçliğin kaleleri gibi. Karakollar değil, surlar örüyorlar bu yüzyılın eşiğinde. Alıştıkları gibi. Kirin içine batırdığı, zalimliğini sanatla icra ederek çulsuz bıraktığı hislerimizi, duygularımızı, basiretimizi daha daha tedip edercesine. Meşgale ediyorlar insanlığımızı, taşkaleye çeviriyorlar tarihimizi.
Hey bre ne zaman yıkılmadı ki zalimliğin, ilelebet mi sanırsın gaddarlığını. Tek vazifen köleleştirmek, yağdanlığın yapmak, en güzel küfürleri daha bir daha insanlığımızı unutalım diye yüzümüze üflemeye medet ettiği için gelmişler dağlarımıza. Kabul ettirmenin aklını icra etmektedirler, kibirlice. Canını şeytana satmışta gelmiş dağlarımıza da böbürlenir, ceddine kanımızı akıtarak sahiplenir. Öyle ya Ayvaz kasap hepsi bir hesap. Alıştığın gibi. Öyle sanırsın ki ciğeri beş para etmez Kürt var karşında halen. Heybete sözün yok da ondan mı kalleşliğe çıkar yolun. Ama bilmedin mi daha kahpeliğin sonu yoksa direnmenin de sonu yoktur.
Dikilen her tepe, kurulan her mevzisi ile tas tas kan içmeye geldim diyor. Kürt’ü ben icra ettim diyor. Benliğini posta posta yemeye geldim diyor. Tecavüzüm de hürüm diyor. Bitmiş insanlığı baki kılmak için kuruluyor dağlara karakollar.
Ama o kadar korku bezeli, bir insan boyu kalınlığında duvarlar örüyor, habis yüzünü dağlarımızın ayanın da saklayarak sadece dışarıya gözetleyecek kadar pencereler bırakıyorlar. Taştan, betondan örülüyor duvarlar; toplar, tanklar bile gömülüyor oysa savaşmak için gelmişlerdi bizlerle. Zülümkarlığın cüceliğini savunmaya gelmişler dağlara. Bilmezler ki ne de küçük düşerler asi, alımlı, engin dağlar karşısında.
Hani gücünüzü sınayacaktınız hakir bedenlerimizde hani birkaç çapulcunun arkasına düşmek bu kadar kolaydı. Kolaydı kolaydı da neden korkarsınız cesetlerimizden. Hani kolaydı kolaydı dişinizi geçirmek genç bedenlerimize. Hani kolaydı hani sonsuz, sorunsuz kölelerinizdik de neden korkarsınız soğumuş, atan bir damarı bile kalmamış bedenlerimizde.
Hadi tanımla feri kalmamış savaşının gömülüşünü, bedenlerimiz karşısında. Seve seve vermeye geldik canımızı, savaşmaya geldik, yokluğuna bilendik geldik, hiçliğini sana tattırmaya geldik, insanlığımıza saygımızı cömertçe, kaygısızca, vuruşkanca düğüne döndürmeye geldik. Düğünümüzü doyasıya kandilleştirmeye geldik. Biz geldik. Biz yine geleceğiz. Biz hep geleceğiz. Yine yine döneceğiz. Atlarımız değişecek, gözlerimizin rengi, saçımızın uzunluğu, kahkahamızın tonları değişecek belki ama yine geleceğiz. Yine yine karakollarınızı hüsran kolları yapacağız içinde özgürlüğümüzü ebed kılana kadar. Yıkımkollarınızda rahat uyumadığınızı bilerek özgürlüğün vısıltısını sunacağız sizlere.
Faşizmin nişaneleri siline kadar. Çünkü insanlığımıza teşnedir umutlarımız, sadık olduğumuz hayallerimiz. Ellerimiz dolanır özgürlük yürüyüşçülerine, gözlerimiz onlarda şimdi. Yolcular yine geldi ve yine kusursuzca yürüyorlar; başları dik, yürekleri onurlu, gülüşleri görkemlice.
Yolcular onlar yine arkası kesilmeyen yolda arka arkaya düştüler. Kemallerle, Hayrilerle, Besêlerle başlayan; Beritanlarla, Brusklarla, Rukenlerle, Baranlarla devam eden yolla yeni yürüyüşçüler eklendi. Harunê de 8 cengavar indi yola ve sabırlıca, sakince, gözleri gelecekte, hızla ilerlediler.
Harunê de 8 can, 8 kalp atışı, 8 feda olmanın özlemi, 8 teslim olmanın türkücüsü, 8 bitmeyecek sevdanın abidesi, 8 cengaver ve 8 yoldaşımız özgür ve onurlu olmanın sinesine yürüdüler. Harunê karakolunu geleceğimizde temiz bir ukdeye çevirmek için. Lanetin kalelerine sökün eylediler, ömrümüz temizlensin diye. Çünkü lanetin kazandığı, var olduğu her yerde en çok günahsızların, tertemizlerin yaşamına kir bulaşır, karaçalılar arasında kalmak düşer masumların payına. Günahı öğrenir daha doğmamışlar bile. Kendi paylarına düşeni temizlemek değildi onların ki. Kirlenmesin diye kimsenin dünyası, öksüz kalmasın diye sevgiler, bahtsız olmasın diye çocuklar, bitmişliğe ağlamasın diye analar onlar düştü yolla. Ve bu yol yolcusuz kalmasın diye zafere yürüdüler.
Elleri havada şen gülüşleri ile bize doğru dururlar. Heval de uzat elini onlara. Bırakma ellerini elinde kalsın, sakınmaz gözlerle bak O kanatlananlara bırakma yine ellerini ellerinde kalsın. Düş de olsa bırakma ellerini, sızlamasın yüreğin kabarsın artık özgürlük sonsuz diye, yenilmez diye. Ama yüce ama güçlü ama ufuk dolu ama yılmaz yolculuklara bakar gibi.
Sanma uzakları görmez yürek, sanma seçmez yolcuları. Aç yüreğini nefesin dolaşsın ve nefesin yaşam sunsun. Aç yüreğini ötelerdekini duysun. Aç yüreğini dağdan inenleri duyabilir. Aç yüreğini dağdan inenlerin soluğu sarsın seni. Kapama yüreğini taşıyabilir yolcuları. Aç yüreğini ürpermeyecek bilesin çünkü yürek tanır kendini.
Nupelda Engin
- Ayrıntılar
Başka ülkeleri işgal edenler, sömürge altında tutmak isteyen tüm güçler halklara prangalar takmak isterlerken yapacakları, yaptıkları ilk iş mutlaka ama mutlaka işgal ettikleri, sömürge altına aldıkları halkların içerisinde kesinlikle devşirmiş kişilikler oluşturma planlarıdır.
Örneğin Osmanlı tarihi bu konuda herhalde en çok tecrübelerle dolu olan bir tarihtir. Çokça halen kutsadıkları, göklere çıkardıkları Yeni Çeriler esasta devşirilmiş kişiliklerdir. Bu devşirmeleri Osmanlı devleti kadar kirli yürüten bir güce eşine az rastlanır. Başkaları da devşirme politikaları yürütürler. Kendi işgal durumlarını meşrulaştırmak için işgal ettikleri topraklarda kendilerine bağlı kişilikler, yapılar oluşturmak için öncelikli olarak çalışırlar. Güçleri yeterse işgal edilen toprakların tümünü devşirmeye çalışırlar. Bunu asimilasyonla yaparlar, bunu çeşitli farklı eritme politikalarıyla yürütürler. Eğer bunu yekser yapamazlarsa kendi kültürlerini işgal ettikleri topraklar üzerinde yerleştirmek için her türlü çalışmayı yürütürler. Özcesi işgalciler halkları kendi olmaktan çıkartabilmek için dünyanın en kirli politikalarını bir araya getirerek mutlaka sonuç almak isterler.
İşte bu kirli politikaların en kirlilerinin başında halkları topyekün Mangurt haline getirmektir. Yeniçerileştirmektir. Devşirmektir. Kendine yabancılaştırmaktır. Kendi karşıtı haline getirmektir.
TC devleti yukarıda dile gelenlerin ışığında Kürt halkını devşirmek, yeniçerileştirmek ve de devşirmek için sözün tam manasıyla yapacağı her şeyi fazlasıyla yapmışlardır. Hatta 1970’lere geldiğimizde önemli oranda bu politikasını gerçekleştirmişlerdi. Öyle ki Kürt halkının özelde okuyan kesimi kendisinde utanır hale getirilmişti. Yani özümleme diye bildiğimiz asimilasyonu aşan bir gerçeklik ve sonuç ortaya çıkmıştı. Bunun içindir ki “gitmesekte, görmesekte o köy bizim köyümüz” olmuştu.
Ne olduysa oldu Kürt halkının bu durumunda rahatsız olan insaflı, vicdanlı insanlar çıkmış ve bu gidişata hem dur demek için hem de yeniden doğal seyrine çevirmek için yola koyulmuşlardır. Hiç şüphe yoktur ki Kürt halkının tarihinde her zaman vicdanlı ve insaflı insanlar çıkmışlardır. Özümlemeye ve varlığı yok olmaya karşı güçlü direnişler sergilemiş bireyler hatta yer yer guruplar da çıkmıştır. Ancak bu kişilerin ve toplulukların sonları her zaman hüsran olmuştur. Hüsran olmanın da ötesinde üstleri betonlandıktan sonra birde: Mahmut Esat Bozkurt’un “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı” diyerek birde en aşağılık hakaretleri yapmışlardır.
Kürtlere “yaparsanız katlanırsız” mesajları güçlü vermek için Kürtlerin vicdanlı ve insaflı yüreklerine darağaçlarını, işkence haneleri eksik tutmamışlardır. Bunun içindir ki böylesine vicdanlı insanlar hep susturulmuşlardır, katledilmişlerdir. Bunun içinde sarf ettikleri büyük değerler ve emekler sadece yüreklere su serpmenin ötesine geçmemiştir. Ancak bu durum ya da duruşlar, Kürt halkının yok oluşunu durduramadığı gibi birçok yerde görüldüğü gibi kölelikleri daha da derinleştirmekten kurtulamamışlardır.
Özcesi Kürtler ilk kez derli toplu bir örgütlü duruşla işgalcilerin yaptıklarına karşı bir direnişi uzun yıllara yayarak Kürt halkını ayağa kaldırırken, sömürgecileri yani işgalcilere dize getirmiştir. Artık devşirme, yeniçerilik hatta mangurtluk Kürt toplumu açısından tarihe karışmış bir gerçeklik olmuştur. Belki Kürt toplumu içerisinde halen kendisini büyük paralar ve çıkarlar karşısında satacak birkaç kişi kalmıştır. Biz bunlara zaten Mangurt kişiler diyoruz. Ancak bunun dışında artık Kürt toplumu içerisinde ve Kürt toplumunu Mangurtluk haline getirmenin dediğimiz gibi tarihe karıştığını belirtiyoruz.
Boşuna RTE hem de Akepe’nin Kongre’sinde alenen herkesin duyacağı, göreceği bir şekilde Kürt halkına yalvararak “PKK’ye Yeter Artık” desinler diyerek asimilasyoncu, inkarcı imhacı politikaların ve devletin geldiği iflas etmişliği göstermesi açısından tarihi önemdedir.
Yeniden söyleyecek olursak; Artık ceberut Türk sömürgeciliği Kürt halkı karşısında sömürgeci politikalarıyla iflas etmiştir.
30 Eylül 2012 tarihi Kürt halkı açısından tümden iflas etmiş olan sömürgeciliğin belgelenmiş günü olarak anılacaktır.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Ekim günü Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Cinata, Herbê, Talatê, Cibilgiravê ve Çalê köyleri ve çevre arazisine yönelik bir operasyon başlatmıştır. Operasyon 4 Ekim günü sabah saatlerinde sonuçsuz bir şekilde geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1 ve 2 Ekim günleri 17.30 -19.30 saatleri arasında Elazığ’ın Arıcak ilçesine bağlı Tirmav ve Derik köyleri arasında gerillalarımız tarafından yol kontrolü yapılmıştır. 2 Ekim günü saat 19.15 sularında kobra tipi helikopterler tarafından alan bombardıman yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Ji çapemenî û raya giştî re!
1. Di 3'ê Cotmehê de di saet 00.30'an de li navçeya Baglara Amedê li nêzî Gundê Çiltepe ji aliyê gerîlayên me ve rê hatiye kontrolkirin. Wesayit hatine rawestandin, nasname hatiye kontrolkirin. Herweha 3 kamyonê bi artêşa dagirker a tirk re hevkariyê dike bi şewitandinê hatiye rûxandin.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Ekim günü saat 00.30’da Amed’in Bağlar ilçesine bağlı Çıltepe köyü yakınlarında gerillalarımız tarafından bir yol kontrol eylemi gerçekleştirilmiştir. Durdurulan araçlarda kimlik kontrolü gerçekleştiren gerillalarımız işgalci TC ordusuyla işbirliği yapanlara ait 3 kamyonu yakarak imha etmiştir.
- Ayrıntılar
Kürtlerin gözünde devletin bütün kurumları deşifre olmuş durumda. 1800’lerin sonundan beri ittihat ve terakki zihniyetiyle oluşturulan devletin bütün uygulamalarını, katliam ve soykırım denemelerini, asimilasyon politikalarını birebir yaşıyor. Nesilden nesle aktarılan anılar, Kürtlere karşı devlet yaklaşımının ne olduğunu çok net bir şekilde gösteriyor.
Kürtler, siyaset kurumunun kölelik ve tam biat dışında bir şey vaat etmediği gibi sadece birikimine, iktidarına yaradığı oranda Kürtlerle ilişki halinde olduğunu çok iyi biliyor. Ordu dediğin zaten her günü Kürdistan’ı işgalle geçiren sömürgeciliğin en tanınan uzantısı. Yargı desen, en ufak talebi bile reddeden, her türlü haksızlığı ve hakareti yapanları kayıran, Kürtleri her koşulda mahkum eden bir uydu. Bürokrasi dediğin zaten hiçbir zaman Kürt’ten yana olmamış. Sporu, medyası, sosyal alanı, sağlığı, yerel yönetimleri, ilçe ve il yönetimleri, emniyetiyle devletin tüm organları yaşanan günübirlik örneklerle Kürtlere ne sunduğu ise ortada. Bunların hepsi Kürtlerin yaşadıkları her yerde devletin politikası neyi emrediyorsa hemencecik orada uygulamaya koyan emir erleri.
Şu anda sarsılan fakat ısrarla ayakta kalmaya çalışan 2 kalesi var devletin. Biri, eğitim yuvaları, ikincisi askerlik kurumu. Hani ordu ve katliam uygulamaları tanınıyorsa o zaman nasıl ayakta kalıyor bu kurum diyenler çıkacaktır.
Birlikte yaşamanın bir eseri olan ortak düşmana karşı çatışma ve birlikte kan dökmüş olmanın o vefa duygusu arada olduğundan bir türlü keskin bir kopuş yaşanamıyor. Kürtlerin bir nevi yüreğine kazınmış bu duygunun sömürgeciliğin askerliği olduğunu kavratmak mümkün olmuyor. Bir nevi kendi celladına sevdalanmak da diyebileceğimiz bu durum günümüzde halen devrede. Ordudaki Kürt asker sayısıyla bunu ölçmek mümkün.
Hatta bazı aileler, yurtseverliğiyle tanınan kişiler, “bir oğlum gerillada, biri de askere gitsin” diyebilmekte ve kendince PKK ile devlet arasında bir denge kurmaya çalışmaktadır.
Doğru bir tarih bilincinden yoksunluğun ortaya çıkardığı bu durum yavaş yavaş aşılıyor fakat halen istenen düzeyde olduğu söylenemez. Biraz yaşamın askerlikten sonra başladığı yanılgılı tespitine biraz da bunun devlet kademelerinde yer almak, bir memur olarak devlete yamanmak için bir mecburiyet olduğu dayatmalarına karşı koyamamaktan kaynağını alan bu durum karşısında tüm Kürtlerin kendini gözden geçirmesi gerekiyor.
Kardeşini, eşini, dostunu, mahallesindeki insanını öldürmek için bir Kürt neden askere gider? Bu soruyu herkesin kendine sorması gerekiyor. Tarihini, dilini, geleneklerini, insanlarını katleden bir orduya neden hizmet etmek zorundadır Kürtler diye herkes kendine sormalıdır.
Şu net, eğer Kürtler bir yıl boyunca askere gitmez, yürütülen kirli savaşta yer almayacağını haykırırsa TC devletinin askerlik kurumu iflas eder. Sadece bir yıl askerlik yaşı gelen gençler, “ben işgalci orduya değil, gerillaya hizmet edeceğim” derse, bin yıllardır süren bu aşağılık gelenek bir daha dirilmemecesine tarihin çöp sepetine gider.
Devletin ikinci ve daha tehlikeli kalesi ise şüphesiz sözde eğitim yuvalarıdır. Daha yaşamı ve insanı tanımadan adım atılan sömürgeci Türk okulları Kürtlüğü yok etmek, silmek için didinen en güçlü kurum durumunda. Adam olmak, sisteme dahil olmak, sıradan bir işe girmek için bile bir önkoşul olarak gösterilen “okumak” tüm insanlar için köleleştirmenin zihniyet dünyasını oluşturduğu gibi Kürtlerde daha kalıcı etkiler bırakmaktadır.
Dünyada eşi görülmeyen dil yasağının daha kendi dilini dahi tam öğrenememiş bir çocuğa uygulanmasıyla nasıl bir sonuç elde edildiği ortadadır. TC’nin kuruluşunu dayadığı “Kürtleri inkar” devletin kadrolarını yetiştiren tüm eğitim kurumlarındaki tek amentüdür. Kürtleri dilsiz, tarihsiz, kimliksiz, kültürsüz bırakmak, kendine hizmet eden köle haline getirmek için örgütlenen eğitim kurumları Kürdistan’da maalesef halen rağbet görebilmektedir.
Birçok Kürt kendini “Türkleşmek” amacına adıyorlar. Birçok Kürt, Türklerin okulunda, Türklüğün öğretildiği ve övüldüğü, Türklük dışında herhangi bir insan türünün dahi kabul görmediği okullarda kendilerine gelecek yarattıkları yanılsamasını yaşıyorlar. Evet, aslını inkar ederek, varlığını Türk varlığına armağan ederek bir yaşam elde edebilir ve bir gelecek yaratabilirsin. Ama bu kölece, ama bu AKP’ce bir yaşam olur. Kendini, değerlerini, onurunu, eşini, dostunu, tarihini, dilini, kültürünü satan bir yaşam olur. Bu denli düşmüş, bu denli düşmanın olan bir yaşamın da ne kadar yaşam olabileceği çokça görünen örnekleriyle ortadadır.
Binlerce yıldır Kürtlerin olmayan, Kürtlerin içinde yer almadığı sistemlerin katliam, asimilasyon ve soykırımdan başka bir yaşam şansı tanımadığı ortada. Buna karşın tarihte ilk kez Kürtlerin öncülüğünü yaptığı alternatif bir yaşam sistemi yaratımının eşiğinde olan ve Kürtlerin büyük bir çoğunluğunu kapsayan bir hareketin varlığı söz konusu. Emperyalizmin, gerici, despot bölge devletlerinin, tüm faşistlerin bu denli saldırması da bundandır. Kürtlerin kendi sistemini yaratmasına müsaade etmemek amacıyla bu denli soykırım, asimilasyon uygulanıyor.
Kürtlerin değerlerini kullanarak, geleneklerini, kültürünü kullanarak, Kürtlüğü temsil ettiği saçmalığında ısrar eden, kendilerini efendilerine yarandırmak için her gün hareketimize, halkımıza küfür eden satılmış Kürtler, Türklüğün okullarında yetişmiş en iyi örneklerdir.
Bunlar gibi olmak isteyenler, her gördükleri yerde halkımızın yüzlerine tükürdüğü kansızlar gibi olmak isteniyorsa Türk okulları, eğitim yuvaları tercih edilsin. Ama halkımızın bu kişilere karşı alacağı her türlü tavra da hazırlıklı olsunlar.
Artık uyanma vaktidir. Türk okulları geleceği yaratmıyor, geleceği tüketiyor. Kürtlüğü yok ediyor. Eğer biraz vicdan, biraz insaf, biraz geleneklerine bağlılık kalmışsa Türklüğün okullarından vazgeçmenin mecburiyeti rahatlıkla görülebilir.
İlla okumak, gelişmek isteyenler varsa da en büyük düşünce gücünün, özgür irade ve düşüncenin oluşturulduğu Apocu okullara yönelmelidir. Tüm dünya tarafından büyük çabalar sarf edilmesine rağmen halen Önder Apo’nun düşünce sistemi ve tarzının alternatifi yaratılamadığına göre doğrunun, tercih edilmesi gerekenin bu olduğu görülmelidir. Her ev, Kürtlerin yaşadığı her ortam bir Apocu okula dönüştürülebilir. Bu konuda tek harf bilen her yurtsever Kürt, çocuklarımızı, geleceğimizi kendi dili, kültürü ve gelenekleriyle eğitebilir. Bu konuda sonsuz tecrübe mevcuttur. Yeter ki zihniyete hakim olan asimilasyondan ve düzenin kirli düşüncelerinden kendimizi arıtabilelim.
Halkımızın başlattığı Türk okullarını ret etme hamlesine 2012-2013 yılında katılmak her yurtseverin boyun borcudur. Her insan bu konuda kendini tekrar gözden geçirerek Türklüğün okullarını reddetmeli, kendi gelenek, kültür ve diline bağlılığın bir gereği olarak kendi eğitim sistemini geliştirmelidir.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Ekim günü Ağrı’nın Gilidağ alanına bağlı Kaderçavuş köyü çevresine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 3 Ekim günü saat 18.00 sularında gerillalarımız tarafından operasyona çıkan düşman askerine yönelik olarak 2 ayrı eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen her iki eylem sonucunda 2 mevzi imha edilmiş, 6 asker ise öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
İlk bakışta bile insanın içinde tepki ve öfke uyandırmayı sağlayan bir kavram. İtici, nefret uyandırıcı özelliklere sahip. Samimiyet insan ve toplum yaşamında ne kadar çekici ve birleştirici bir öneme sahipse, samimiyetsizlik de o kadar uzaklaştırıcı ve parçalayıcı karakter arzediyor. Dolayısıyla yaşamda herkes samimi olmak veya samimiyetlerle karşılaşmak isterken, aynı oranda samimiyetsizlikten de kaçıyor.
Samimiyet ya da tersi olarak samimiyetsizlik son günlerde Türkiye siyasetinin kilit kavramı haline gelmiş durumda. Neredeyse herkes birbirinin samimiyetini test ediyor ve karşıtını ucuz yoldan samimiyetsizlikle suçluyor. Toplum yaşamında değerli bir kavram olduğu için, iktidarcı siyasetin de ucuz suçlama aracına dönüşüyor.
Eskiden bu kavram iktidarcı siyasetin kendi içinde toplumu kandırma ve rakibi kolay mat etme aracı olarak kullanılırdı. AKP, CHP, MHP arasında sık sık atışma aracı olurdu. Şimdi demokratik güçler de bu durumun içine çekilmeye çalışılıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, TV ekranlarından, yani milletin gözüne baka baka PKK’yi “Samimiyetsiz olmak”la suçluyor. Oslo ve İmralı görüşmelerinin “İletişimdeki samimiyetsizlik” nedeniyle kesildiğini söylüyor. Buna karşılık BDP yöneticileri, AKP’yi, “Eğer samimi ise” ortak çalışmaya çağırıyor. Siyasi güçler birbirini samimiyet üzerinden test ediyor.
Samimiyet, insan ve toplum yaşamının çok önemli ve vazgeçilmez bir kavramı. Doğruluğu, dürüstlüğü, sözüne güvenilirliği, onurluluğu temsil ediyor. Toplumu var eden temel kavramlardan biri oluyor. Temel bir politik ve ahlâki toplum karakteri olarak işlev görüyor. Bu bakımdan demokrasi ile de ilişkili. Demokratik toplum ve demokratik siyaseti var eden temel karakterlerden biri.
Bu açıdan toplum ve demokratik siyasetin iç yaşamında samimiyeti ve samimiyetsizliği kullanması doğal. İç dokusunu samimiyet üzerine kurarken, buna aykırı davranışları da “Samimiyetsizlik” olarak suçlaması anlaşılır. Fakat tepeden tırnağa çıplak çıkarın buz gibi yüzünü yansıtan iktidarcı siyasetin samimiyet kavramına sarılması ve karşıtlarını samimiyetsizlikle suçlaması anlaşılmazdır. Hele hele sonuna kadar faydacı ve pragmatist olan, her şeyi kendi çıkarına göre ayarlayan AKP’nin şimdi “Samimiyet” kavramına sarılması ve içine düştüğü çıkmazdan bu kavrama tutunarak çıkmaya çalışması hiç anlaşılmazdır. Tümüyle toplumu kandırmaya dönük ucuz bir suçlama olduğu hemen sırıtmaktadır.
Öncelikle şunu netleştirmek gerekiyor: Oslo ve İmralı görüşmelerini sonlandıran samimiyetsizlik midir? İkinci olarak buna şunu eklemek gerekiyor: Eğer böyle ise, o zaman samimiyetsiz olan kimdir?
Yukarda netçe belirttim: Samimiyet ve samimiyetsizlik insan ve toplum yaşamı ve varoluşu açısından çok önemli bir kavram. Demokratik toplum ve demokratik siyaset bunun üzerinde şekilleniyor. Fakat her şeyi çıkar olan, sömürü ve soyguna dayanan iktidarcı siyasetin, temel bir ahlâki toplum kavramı olan samimiyet üzerinde var olamayacağı açık. Samimiyetin içeriği ile iktidarcı siyasetin karakteri birbirine tamamıyla karşıt.
Bu nedenle bir arada var olamazlar. İktidarcı siyaset, doğası gereği, samimiyete değil, samimiyetsizliğe dayanır. Daha doğrusu, burada bu tür kavramlara yer yoktur. Burada çıkarcılık, sömürü, soygun, işbitirme, dolayısıyla yalan, aldatma, demagoji vardır ve bunlar birer marifettir. İktidarcı siyaset, en hafifinden bir ticarettir. Yani “Ver gülüm, al gülüm” sistemi. Gerçekte ise yalan ve hileye dayalı sömürü ve soygun esastır.
Onun için iktidarcı siyasette işler samimiyet üzerinden yapılmaz, ilişkiler samimiyet üzerinden kurulmaz. En kısa deyimle, karşılıklı çıkar ve her türlü güç üzerinden kurulur. Gücü olan istediğini yapar ve yaptırır. Gücü olmayan da buna boyun eğer. Yok eğer karşılıklı güçler varsa, o zaman da “Ver gülüm, al gülüm” olur. Yani taraflar biraz vererek biraz da almaya çalışır. Siyaset yapmak ya da müzakere denen şey bunu ifade ediyor. Burada da duyarlı ve sıkı davranmak marifet sayılıyor.
Şimdi Kürt sorunu gibi TC Devletinin inkâr ve imha siyaseti uyguladığı, yani sömürgeci ve soykırımcı olduğu bir olay da işler samimiyet üzerinden yürüyebilir mi? Belliki hayır! Samimiyet demokratik kişiliğin ve demokratik siyasetin bir karakteridir. Her şeyin faşist-sömürgeci çıplak zorla yürütüldüğü bir yerde bunların esamesi bile okunmaz. Burda her şey karşılıklı pazarlıkla yürüyebilir ancak. O da Kürtler pazarlık yapacak güce sahip olursa mümkün olur.
Geçmişi hatırlarsak, Oslo ve İmralı görüşmelerinin sonuna doğru ve görüşmeler kesildikten sonra PKK sözcülerinin sık sık “Güven” ve “Samimiyet” sözcüklerini kullandıklarını görürüz. Örneğin, PKK ateşkesleri uzatırken bazen “Güven verici adımlar atılmasını” bir şart olarak ileri sürüyordu. Basında yayınlanan belgelere göre, Oslo’da da en çok tartışılan konulardan biri “Güven sorunu” olmuş. Özellikle Kürt tarafının güvensizliği gündeme gelmiş. Görüşmeler kesilip çatışmalar başladığında da PKK tarafı, bu durumun nedeni olarak “AKP’nin hile, oyun, oyalama ve aldatma tutumu”nu, yani samimiyetsizliğini göstermiş.
PKK’nin güven ve samimiyetten söz etmesi anlaşılırdır. Çünkü bunlara dayalı siyaset yapıyor. Kendisi bunlara dayandığı için, herkesi de bunlara dayanıyor sanıyor. PKK’nin bu çocukça yaklaşımları, iktidarcı siyasetin buz gibi çıkar ilişkilerini kavramayışı, o zaman bazı çevrelerce biraz da alaya alınarak eleştirilmişti. “PKK gerçeklerden uzak” demişti. PKK’nin “Güven ve samimiyet” konusunu gündeme getirmesi anlamsız ve değersiz bulunmuştu.
Şimdi AKP yöneticileri “Samimiyetten” söz ediyor. PKK’yi “Samimiyetsizlikle” suçluyor. Görüşmelerin “Samimiyet eksikliğinden kesildiğini” söylüyor. PKK’nin geçmişte AKP için söylediklerini, şimdi AKP’liler PKK için söylüyor. Neden acaba? Başta PKK’nin sözlerini hiç duymayan AKP, ne oldu ki şimdi kendisi aynı sözleri söylüyor? Her şeyden önce bunu anlamak gerekiyor.
Oslo ve İmralı görüşmeleri kesildikten sonraki gelişmeler işte bu kadar önemli değişiklikler ortaya çıkarmış bulunuyor. Yani AKP’yi, görüşmeler kesilmesin diye çabalayan PKK’nin durumuna getirmiş oluyor. Peki bunu ne sağladı? Belliki bir yılı aşkın süredir gelişen direniş! Kürt halkının Önderliği, demokratik siyaseti ve gerillasıyla yürüttüğü ölüm-kalım direnişi! Bu direnişin ortaya çıkardığı güç! Derler ya, çelik çeliği sökermiş. AKP’nin taptığı ve her şeyini bağladığı güç, kendisine karşı olarak Kürtler tarafından ortaya çıkarılınca AKP işte bu noktaya geldi. Bunu iyi anlamak lazım.
Diğer yandan AKP’nin demagojik karakterini bilmek ve aldanmamak lazım. Oslo ve İmralı görüşmelerini AKP kesti. Zaten bunu kelimeler arasında Tayyip Erdoğan da söylüyor. Hem de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK’nin büyük çabalarına rağmen. İnanmayanlar için belirtelim, belgeler ortada. İmralı’da yürütülen görüşmeler sonucunda hazırlanan “Protokollar”ı artık herkes biliyor. Bunları PKK kabul etti, ama AKP etmedi. 12 Haziran seçimi ardından PKK’yi şiddetle yok edebileceğini sandı.
Şimdi sonuçlar ortada: PKK’yi yok etmeyi hedefleyen AKP, şimdi kendisi çıkmaz ve çözümsüzlük içine düşmüş durumda. Bunun sonucudur ki, yeniden “Görüşme olabileceği”nden söz ediyor. Önce de samimiyetsizdi, şimdi de samimiyetsizlik yapıyor. İçine düştüğü zor durumdan, bu yolla kendini çıkarmaya çalışıyor.
Fakat Kürt halkı artık çok bilinçli ve örgütlü. AKP’nin demagojileri ve samimiyetsiz, ikiyüzlü tutumları karşısında da kendisini eğitti. O nedenle Kürtleri aldatmak artık çok zor. Eğer yeniden buna yöneliyorsa, AKP bu gerçeği iyi görsün. Kürtler AKP oyunlarını bozmaya devam edecek!..
Selahattin ERDEM
- Ayrıntılar