Basına ve Kamuoyuna!
13 Ağustos günü Van’ın Özalp ilçesi Kültepe köyü yakınlarında AKP ilçe başkanının ihbarı sonucunda işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışmada 1 yüzbaşı, 1 uzman çavuş öldürülmüş, 2 asker de yaralanmıştır. Yaşanan çatışmada bir yoldaşımız şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 18 Ağustos günü 18.00-19.00 saatleri arasında Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı 49 numaralı karakol askerleri tarafından başlatılmak istenen operasyon gücüne yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylem sonucunda 2 asker öldürülmüş, 1 asker de yaralanmıştır. Eylem ardından düşman eylem alanını obüs ve havan toplarıyla bombalamıştır.
- Ayrıntılar
Erken baharda henüz yerler karla kaplıyken, en dikkat çekici bir şeyde uğur böcekleridir. Allı, kırmızılı, siyahi benekli, halkalı uğurböceklerine hemen her adımda rastlamak mümkündür. Nasıl üreyip, büyümüşler, nasıl bu kadar çoğalmışlar, hangi uzaklıkları geri de bırakıp gelmişler bilmiyorum. Bildiğim tek şey karşılaştığım bu uğur böceklerinin beni alıp hep çocukluğuma götürdükleridir. Xalxalok ismini sonradan öğrendim. Çocukluğumun kıyılarında biz Semasorik diyorduk.
Semasorik, Xalxalok, yani Uğurböceği çocukluğumun kutsal böceğiydi. Ezmez, incitmezdik. Bütün ruhumuzu ellerimize, parmaklarımıza akıtıp narin, itinalı, sevgi ve mutluluktan titreyen hareketlerle avuçlarımıza alırdık. Uğurböceğimiz durmaz yükseklere çıkarak kanatlanmak isterdi. Bazen bir elin parmak uçlarına ulaştığında, önüne ikinci elimizi bırakıp yeniden avuçlarımızdaki o yürüyen küçük dünyamıza bakardık. Renklerin canlılığı, halka halka desenler, parlak kaplumbağa sırtı, küçük siyah bacakları, seri adımları küçücük ve ilginç başı ve gözleri. Çocukluğumuzun tüm umut ve hayallerini ona yükledik. Uçmak isteyen ruhumuzu onun kanatlarında uçururduk.
Bir de tekerlememiz vardı. Uğurböceğimize okuduğumuz sonuna dileklerimizi ekleyerek ondan dilerdik. Bir nohut kadar bile büyük olmayan bu böceğin umut dilencileriyiz. Bu nedenle kimseyi yadırgayamaz ve kimsece yadırganmazdık.
Semasorik
Mata xorik
Ape Horik
Bifire biçe İstanbole
Ji minra cizmaka sorik bine
Semasorik
Mata xorik
Ape Horik
Bifire biçe İstanbole
Ji xwenga mınra
Çîzmak sorik bine
Uğurböceğim
Xane halam
Horik amcam
Uç İstanbul’a git
Bana kırmızı bir çizme getir…
Nedense tüm dileklerimizin rengi kırmızıya çalıyordu. Nadiren yeşil, sarı vardı. Sadece kendimiz için değil, sevdiklerimiz içinde dilekte bulunmayı ihmal etmiyorduk. Hayallerimizde, umutlarımızda, dileklerimizde hep ortaklık, hep paylaşım vardı. Çocukça aklımız başka türlüsünü düşünecek yetenekten yoksundu.
Uğur böceğimiz yukarı uzattığımız elimizden tırmanarak parmak uçlarına ulaşır, etrafında yarım veya tam bazen birçok defa döndükten sonra tek parça gibi görünen, hiç kanada benzemeyen o sert kabuğunu karpuz dilimleri gibi ikiye ayırır, hafifçe yukarı çıkarır. Altında incecik yaprak gibi kanatlarını çıkarır. Bazen uçmaktan vazgeçmiş gibi kendini bir daha kapatır ve sonra hızla kanat açıp “işte gidiyorum” dercesine uçmaya başlar. Uğurböceği dileklerimizi duymuştur. Sadece ve sadece bizim dileklerimizi yerine getirmek için uçmaktadır. Ve biz bundan asla şüphe duymazdık.
Bazen uğurböceğimiz gözden kaybolmadan çakılır gibi bir yerlere konar. Gider onu bulur ve ayrı heyecan aynı inançla bir kez daha uçururduk.
Uğur böceklerimiz o güne kadar, ne de o günden sonra, ne bana ne başkasına hiçbir zaman bir kerecikte olsa bir kırmızı çizme getirmedi. Ve biz neden getirmedin diye hiçbir böceğe sitem etmedik. Çünkü o bizim umut taşıyıcımızdı. Dileklerimizin küçüğüne büyüğüne, imkanlı ve imkansız olmasına bakmadan sevgiyle, istekle, inançla- gerçekleştirmek için- uçuyorlardı. Ve biz bunun tanıklarıydık. Daha ne diyebilirdik. Bu kadarı bize yeter de artardı.
Ve şimdi biz olduk uğurböceği. Halkımız tüm dileklerini kulağımıza fısıldayarak bizi dağlara uçurdu. Umut yüklendi, her yanımıza kandan kanatlar yaptık, kendimize halkımızın özlemlerine, umutlarına, dileklerine cevap olamazsak da vazgeçmedi, bizden. Sevgisini esirgemedi çünkü halkımız biliyor. Bir kırmızı çizme getiremezsek de, kendimizi çizme yapıp ayaklarına giydireceğiz, sonsuza dek çocukların parmaklarında mavi göklere uçan uğurböcekleri olarak yaşamaya devam edeceğiz. Ve biz hoşça kal demeden onlar güle güle uçan böceklerimiz diyecekler.
Şehit Zerdeşt Dersimi-Ali Gezer
- Ayrıntılar
Şemzinan’a bir general atanmış. Ama atanan general atandığı yere gelmemiş. Türk ordusunun büyük başarı elde ettiği, gerillaları silip süpürdüğü, güvenlik sorununun olmadığı bir yere gelmektense emekli olup evinde oturmayı yeğlemiş.
Bir asker, hele hele bir general emir komuta zincirinde aldığı bir talimatı yerine getirmiyorsa;
Ya bu göreve inancı yoktur
Ya bu görevi başaracağına inancı yoktur
Ya bu görevi verenlere inancı yoktur.
Birincisi görevi gerekli hale getiren siyasi, askeri ortam ve koşulların yanlışlığında ikna olmuş birinin göstereceği tutumdur.
İkincisi siyasi ve askeri ortam ve koşulların böylesi bir görevi gerekli kıldığına inansa da kendisinin bu görevi başaracağına dair inancı yoktur.
Üçüncüsü ise kısacası “sıkıysa siz kendiniz gidin” şeklinde özetlenebilecek bir tavırla birlikte görev yaptığı ve üstleri olan komutanlara duyduğu inanç kaybının ortaya çıkaracağı bir tavırdır.
Ama tabii ki daha önemli olanı o alandaki gerilla hakimiyetini kıramayacağını, bunun da bir yenilgi olduğunu çok iyi bilmesi ve son dönemlerine gelen bir general olarak ordu sicilini böylesi bir yenilgiyle kapatmama istemi.
O da çok iyi biliyor ki başarısızlığa uğrayan tüm silah arkadaşları şimdi çeşitli dava ve iddianameler nedeniyle Silivri’de, çeşitli cezaevlerinde başarısızlıklarının bedelini ödüyor. Yıllarca gerillaya karşı savaşmış, envai çeşitte katliam uygulamış, kendini askeri deha ilan etmiş, ordunun birinci adamı olmuş İlker Başbuğ bile gerillaya karşı başarı elde edememesi nedeniyle hesaba çekilmişse kendisinden hayli hayli hesap sorulacağını biliyor.
Tabii Şemzinan gerçeğini de unutmamak lazım.
Bir ayı bulan gerilla kuşatması karşısında devletin tüm imkanları, ordunun tüm askeri, teknolojik harekatlarının başarısızlığa uğradığı bir yer Şemzinan. Operasyon üstüne operasyon, hava saldırısı üstüne hava saldırısı, bombardıman üzerine bombardıman yapılmasına rağmen gerillaların elinden alamadılar o alanları.
“bitirdik”, “büyük zayiatlar verdiler”, “çok sayıda terörist öldürüldü” propagandalarıyla başarı ilanı yapanların operasyon yapılan alanlarda halen gerillanın yol kontrolü yaptığı, bunu rutinleştirdiği gerçeğini nasıl açıklayacakları ise muğlak.
Bu başarısızlığı yıkacak yer bulunamıyor. Siyaseti mi, orduyu mu, askerleri mi, istihbarat eksikliğini mi, teknoloji azlığını mı gerekçe yapacakları belli değil.
Geçmiş pratiklerine baktığımızda ordunun en temel gerekçesi bir komutanın başarısızlığıdır. Ya emirleri tam uygulamamış, ya hazırlıkları tam yapmamış ya da yanlış inisiyatif kullanmıştır. Ordu ve onun emirlerini veren siyaset suçlanamayacağına göre bu, en doğru yol olur.
E, tabii onca sene bu ordunun içinde yer alan bir komutanın tüm bunları görebileceğini de varsaymamak olmaz. Adam eceline susamamış. Birkaç senelik ayrıcalıklı yaşamı elinin tersiyle itebilmiş olması onun objektif bir değerlendirme yaptığını gözler önüne seriyor.
Tabii bu diğer komutanlara da bir emsal teşkil etmeli. Gerillayla karşılaşmak zorunda kalan tüm komuta ve asker gücü şimdiden hesap vermek üzere inceleniyor. Şimdiden bu kirli ve aşağılık savaşın başarısızlığının yükünü kaldıracak insanlar tespit edilip onlar hakkında araştırmalar yapılıyor. Eğer gerçekten de kendini, ülkesini, mesleğini düşünenler varsa sakın ha gerillayla karşılaşmaya kalkmasın. Sonu bu emsallerden daha kötü olacaktır.
Diğeri de tabii ki askerlerin sorunudur. “vatan hizmeti” yalanıyla kışkırtılan aile ve çocukları da artık şöyle bir silkelenip kendine gelmeli. Ortada vatan savunması diye bir şey yok. Bir işgal ordusunun öne sürülmek için hazırlanan zavallı askerleri söz konusu. Sizin çocuklarınız başka bir ülke olan Kürdistan’ı işgal etmek isteyen bir ülke yönetiminin ve ordusunun emrindeki piyonlardan başka bir anlama gelmiyor.
Bakın ve görün, komutanları dahi artık Kürdistan’da savaşmaktansa evinde oturmayı yeğliyorsa siz neden kendi çocuklarınızı bu savaşa gönderiyorsunuz? Bu kadar mı nefret ediyorsunuz çocuklarınızdan, bu denli bıktınız mı yaşamlarından?
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Kim demiş ölüm var diye bize?
Biz ölüme ölümle meydan okumuş, ölümde yaşamı yaratmış olanların hikâyelerine tanıklık ettik tarih boyu. Çünkü biz dirilişlerini direnişlerle yaratan bir halkın çocuğuyduk. Nasıl diyordu Apê Musa? “Direnmek yakışırdı Kürde, yaşamanın bir diğer adı direnmektir…” Evet, bizde yaşamanın diğer adı direnmektir. Direnmenin diğer adı yaşamak değildir. Yani yaşamak için direnmezsin, direndiğin için yaşarsın. Tıpkı şimdi bizlerin yaşadığı gibi, Kürt halkının yaşadıkları gibi…
14 Temmuz direnişinin bir yıldönümünü daha geride bıraktık. Kürt halkı bu yıl da bu tarihi günü adına yakışır görkemlilikle karşılandı. Amed meydanlarında Kürt halkı T.C’nin baskı ve zulmünü yine direnerek karşıladı. “ Biz size tarihinizi hatırlama fırsatı vermeyiz, alanlara çıkmanıza izin vermeyiz” diyen, her yıl Kürt halkının onurunu kıramaya çalışarak onu teslim alamaya çalışan devlet, halktan bir kez daha cevabını aldı. Çünkü halk biliyordu, bu yalnızca mitinge verilmemiş bir izin değildi. Bu tarihin Kürtler aleyhine akmasına izin vermemekti. Çünkü Kürt halkı bundan bir yıl önce bu izin vermemelere “ ey devlet sen bizim irademiz değilsin, bizim irademiz Önder APO’ dur” demiş ve bu temelde Demokratik Özerkliğini ilan etmiştir. Aynı şeylerin olacağını bilen ve bundan korkan devlet halkı baskıyla, şiddetle, sopayla yola getirebileceğini düşünmüştür. Oysa karşısındaki Kürt halkının artık korkmadan, iradesini beyan eden bir halk olduğunu nasıl olmuşsa unutuvermiştir. Yine bundan birkaç ay önce cezaevindeki çocuk – özgür- tutsaklar küçücük bedenleri ile dayatılan onursuzluğa cevap oldular. Kendi bedenlerini ateşte tutuşturarak, direniş geleneğinin küçük neferleri olduklarını tüm dünyaya duyurdular. Bilir misiniz düşmanı en çok ne korkutur?
Özgür yarınlar!
Çünkü özgür yarınlar, özgür insanlar onların sonu demektir. Kendi sonlarını Kürt çocuklarının yüreklerinde, beyinlerinde gördükleri için hiçbir insanlık dışı durumdan çekinmeden sizlere saldırmayı kendileri için, gelecek karanlık günleri için en iyi yöntem olarak bilir ve uygularlar. Hem de en çirkin olan uygulamaları. Aslında barbarların insanlık dışı birçok yaklaşımını bilirdik ama bu gün T.C devletinin, özelde AKP faşist hükümetinin Kürt çocuklarına yaptıkları uygulamaları, tacizi, tecavüzü, işkenceyi barbarlıkla tanımlamak çok yetersiz olacaktır. Dünyanın hiçbir ülkesinde çocuklar Kürdistan’da olduğu kadar acı çekmemiştir. Şimdi soruyorum, “hangi ülkenin çocukları annesinin konuştuğu dili öğrenmek istediği için, oyunlarına sarı, kırmızı, yeşil renkler kattığı için, barış, özgürlük istediği için tutuklanır, tutuklanmakla kalmaz işkenceye, tecavüze maruz kalır?”
Tüm bu gerçeklikler tek bir şeyi kanıtlıyor; koskoca devlet, Kürt çocuklarının küçücük bedenlerinden korkuyor. Çocuklarımızdan korkuyor. Çünkü zaferin onlarda gizli olduğunu biliyor. Onlar yaşı küçük, yürekleri, dünyaları büyük çocuklar. Sadece kendi sorumluluklarını yüklenmemiş, bir ülkenin, bir halkın ve insanlığın sorumluluğunu da yüklenmişler. Devrim yaratmak isteyenler genelde, “bizler geleceğimiz olan çocuklara daha özgür yarınlar bırakmak için bu amansız savaşa koyulduk” der. Ama Kürdistan gerçekliğinde bu daha farklıdır. Bu amansız savaşı verenler yalnızca büyükler, kadınlar, erkekler değildir. Bu savaşı bir komutan edasıyla veren yüzlerce, binlerce çocuk vardır. Kürdistan’ın her bir çocuğu kendi özgürlük savaşını kendisi verir, kendi yarınlarını kendisi yaratır. Bu yakıcı gerçeklik, bizleri büyük yürekli çocuklar karşısında mahcup kılmakta, görev ve sorumluluklarımızın bir kez daha farkına vardırmaktadır. Bu yıl da Kürt çocukları düşmana “oh!” dedirtmediler. Kemal Pir’e, M. Hayri Durmuş’a, Akif Yılmaz’a ve Kızıl yıldızlara ardıl oldular ve Kürt halkında direnmenin yaşama nasıl dönüştüğünü gösterdiler.
14 Temmuz’da tarih bir hiçbir zaman yok sayamayacağı bir hakikatin gerçekleşmesine tanıklık etti. Yok, sayılan değerler bu tarihi günde direnişe geçti ve 15 Ağustos’taki dirilişe doğru yol aldı. Yani bir direniş, bir dirilişi yarattı.
Hem de öyle bir diriliş ki, yalnız bir halkı değil bir dünyayı, bir tarihi karanlık uykulardan uyandırdı. Bu birbirine yakın tarihlerin anlam ve önemi de bir o kadar birbirine yakın. Biri direniş, bir diğeri diriliş tarihidir. Hem de her gün bir deniz gibi daha derin anlamlar kazanan ve büyüyen bir diriliş…
Tarihin insanlık adına yarattığı tüm olumlu gelişmeler, insanlık düşmanı sistem tarafından görmezlikten geliniyor ve ters yüz ediliyordu. İnsanlık için direnişe geçenler cayır cayır yakılıyor, idam ediliyor, kıyımlardan geçiriliyordu. Bundan da en büyük nasibi istisnasız Kürt halkı alıyordu. Sen hem insanlığın var olmasını sağlayacak, toplumsallaşmayı yaratacaksın hem de tarihte yok sayılacaksın. Hangi yürek, vicdan ve beyin kabul görebilir ki böylesi bir gerçek-siz-liği? Bunlar karşısında bir tek seçenek kalıyordu Kürt halkına, o da direnmek. Demirci Kawa ile başladı direniş öyküsü, bir akın oldu, aktı binlerce yıl Çağdaş Kawa’ya uzandı. Artık umutlar tükenmiş, Kürt olmak ya da insan olmak diye bir şey kalmamıştı. Her şey toprak altı yapılmış ve bu halk toprak ile bütünleşmesin, özünü, özgürlüğünü bir daha bu özgür topraklarda bulmasın diye, tüm benliği ve varlığı betonlarla örtülmüştür. Yazılan yalan tarihler donabilir, o yalanları yazanlar da gerçek tarih içinde yok olabilir ama insanlık ve insanlığa yol açanlar asla tarih içinde yok olmazlar. Çünkü onların kökleri asırlık çınarlar gibidir. Bir şekilde kendisini yaşatacak, yaratacak bir yol bulur ve yeniden kök salarlar. Tıpkı bir akarsu gibi, önüne ne kadar engel bent konulursa konulsun bir yerlerden sızar ve yatağını bulur.
İşte Kürt halkı için de böyle bir gerçeklik yaşanmaktaydı. Ölümle yaşam arasında ince bir çizgi ya direniş yaratılarak yaşam gerçekleştirilecek ya da ölüme mahkûm olunacaktı. PKK böylesi bir gerçeklik içinde çıkış yaparak Kürt halkında uyanışı gerçekleştirdi. Bu uyanış 14 Temmuz’da direnişe geçti. Büyük bedellerle yaratılan bu direniş 15 Ağustos tarihinde kahraman komutanımız Ağit yoldaş öncülüğünde bir dirilişe geçti. Bu gerçekliği hazmedemeyen düşman kendisini ve diğer gerici güçleri ikna edebilmek için pervasızca “birkaç çapulcu dağa çıkmış hallederiz, bize kafa tutmak ne demek onlara gösteririz” diyorlardı. Öyle olmadığı anlaşılınca birkaç yüz eşkıya, sonra dünyanın başına bela olan birkaç bin terörist olduk. İlk günden itibaren “bitirdik, bitiriyoruz, ‘ya bitecek, ya bitecek” denildi. Her zaman olduğu gibi başı boş bir isyan gözü ile bakıldı ama kısa bir süre içinde öyle olmadığı anlaşılınca bütün hesapları alt üst oldu. Çünkü artık Önderliğiyle, şehitleriyle, halkıyla, Özgürlük hareketiyle ve gerillasıyla bu büyük bir hakikat olarak tüm dünyayı ve insanlığı kasıp kavuruyordu. Hakikat düşmanları için kaçınılmaz gerçeklik 15 Ağustos Dirilişi ile başlamıştı. Orada sıkılan kurşun kesinlikle salt T.C devletine ve askerine sıkılmamıştır. Orada sıkılan kurşun tüm geriliğe, ahlaki politik toplumun yarattığı milyonlarca değerlere düşmanlık yapan herkese, her kesime sıkılan bir kurşundu. En fazla da Kürt halkına eziyet çektiren onun tarihsel değerleriyle oynama ve bununla kendisini yaşatma cüretini gösterenlere sıkılan bir kurşundu. Bugün hala bu kurşunun intikamı alınmak istenmektedir ama bu bir türlü gerçekleşmemektedir. Arttık Kürt halkı her alanı kendisine serhildan alanı yapmakta, serhildanlarla da yetinmemekte, her alanda demokratik örgütlenmesini yaratmaktadır. Önderliğimizin savunmaları ekseninde “ Demokratik Özerkliği” ilan etmiş, irade beyanında bulunmuştur. Sokakları, caddeleri, camileri kısacası tüm yaşam alanlarını ahlaki politik toplum gereklerine göre örgütlemeye çalışmaktadır. Hem de her gün binlerce kadrosu tutuklanırken bunları gerçekleştirmektedir. Çünkü artık bu derya olup akan akıntının önüne almak mümkün değildir. Herkes bunu farkında olmasına rağmen, bir tek gözünü karanlık bürümüş, kendisine yalanı, aldatmacayı esas almış, faşist AKP hükümeti görmemektedir. AKP –faşist- hükümeti gözlerini açarsa hangi yenilmez gerçekliklerle karşılaşacağını biliyor. Bu yüzden gözlerini her gün büyüyen Kürt hakikatine kapatmış, kulaklarını Kürtlerin özgürlük çığlığına karşı tıkatmıştır. Kürt halkı gibi gerilla da tüm alanları kendisi için savaş ve intikam alanı yapmakta, 15 Ağustos tarihinde Agit yoldaş öncülüğünde gerçekleşen dirilişe ardıl olmaktadır. Tıpkı Ronahi, Andok ve Eriş yoldaşlar gibi. Bu kahraman yoldaşlar bugün bile Agit yoldaşın mücadele ruhunun asla yok olmadığını kanıtlarcasına düşman üzerine gittiler, düşmana kâbus oldular. “ Bitti, bitecek” denildikçe, bizler bin olduk, çoğaldık. Her Agit bir Ronahi, her Ronahi bir Eriş, her Eriş bir Andok ve her Andok bir JÎN oldu. JÎN Kürt halkına kendi bedeninde, adı gibi yaşam sundu. Bu arkadaşlar IV. Stratejik hamlenin öncülük bayrağını kaldırarak zafere yol aldılar.
Artık büyüyen, gelişen bu hakikat deryası yok sayılamaz, bu mümkün değildir. Dün nasıl Kemaller Amed zindanında direniş yarattılarsa, Agit yoldaş Gabar’da gerçekleştirdiği gerillacılıkla dirilişi yarattıysa, bugün de Kürdistan’ın çocukları zindanlarında yeni bir 14 Temmuz yaratmakta ve Erişler, Jînler düşmana 15 Ağustos’un tarihi anlamını bir kez daha hatırlatmaktadırlar…
Bizlere düşen, bu eşsiz değerlere sahip çıkmak ve diriliş ruhunu yükselterek dört bir yana yaymaktır. “Ya bitecek ya bitecek” diyenlere her gün yeni bir zaferle cevap olmaktır…
Derşin MİRZA
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Ağustos günü Hakkari korucuları dernek başkanı, Silehe bölgesi korucu başı ve birçok gerillamızın şahadetinde parmağı olan kontra Sadi Özatak tutuklanmış, Musa Temel isimli bir şüpheli de gerillalarımız tarafından gözaltına alınmıştır.
- Ayrıntılar
Düşman gerçeği üzerinde çok durulmuştur. Hemen bütün planlama çalışmalarına bir doğru düşman değerlendirmesiyle giriş yapılmıştır. Yine yaparız, yapacağız da. Düşmanın tarihini, güncel olarak dayandığı ulusal düzeyi; ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi, hatta askeri durumu; bununla birlikte uluslararası ilişki ve çelişkileri hususlarında değerlendirmeler fazlasıyla yapılmıştır.
Temelde savaştığımız baş çelişki Türk sömürgeciliğidir. Sömürgecilikten de öteye, ulusal imha siyasetidir ve onun tarih boyunca her türlü uygulamasıdır. Baş çelişki budur. Düşman bu çelişkiye her dönemde belli bir içerik ve biçimle gerçeklik kazandırmış ve üzerimize kusturmuştur. Büyük Türk egemen boylarının Kürdistan’a ve Anadolu’ya vuruş biçimlerinden tutalım en son 12 Eylül rejiminin ve onun günümüzdeki uzantılarının vuruş biçimlerine kadar hepsini az çok anlattım. Bu düşman nedir, kimdir? Nereden geldi, amacı nedir? Bütün bunlar gösterilmiştir. Partinin en kapsamlı çözümlemeleri bu konularla ilgilidir.
Türk egemenlik sisteminin ekonomik, sosyal, ulusal içeriği, ahlaki yanı kadar, yine onun sahipleri nasıl biçimlenmiş, nasıl bir vuruş tarzına sahip, bütün bunlar gösterilmiştir. Tarih boyunca barbarca yaklaşımlarının, uygulamalarının nasıl olduğu gösterilmiştir. İslamiyet ile bağlantısından tutalım bugün emperyalizm ile bağlantısına kadar veya kapitalist-emperyalist sistemle bağlantısından tutalım insan görünümlü emperyalistliğine kadar değinilmiştir. Bunlar Manifestomuzdan tutalım en son çözümlemelerimize kadar hepsinde yer almıştır. Bunları tekrarlamanın anlamı yoktur. Daha yakın günlerde incelediğimiz cumhuriyetin kuruluşu, dönemeçleri de değerlendirilmiştir. Yine 12 Eylül de çok kapsamlı değerlendirilmiştir.
Mevcut duruma, güncel duruma bir-iki değinmede bulunursak ne belirtilebilir? İkinci cumhuriyetten bahsediyorlar. Bu ikinci cumhuriyet 27 Mayıs ile mi başladı, 12 Mart ile mi, 12 Eylül ile mi başladı belli değil. Belli olan nedir? Cumhuriyetin tıkanması gerçeğini dile getiriyorlar. Gerçekten cumhuriyetin politik sistemi bütün alt yapısıyla, üst yapısıyla toplumu tıkamış, bunalıma sevk etmiştir. Bunalım derindir, ancak özel savaş yöntemleriyle ayakta durabilmektedir. Ekonomik konularda da tam bir vurgun, soygun politikası takip edilmektedir. Enflasyon en üst boyuttadır. Yine onun doğal bir sonucu olarak sosyal bunalım, ahlaki bunalım içinden çıkılamaz, tarihte eşine rastlanmaz bir durumdadır. Uluslararası alandaki büyük alt üst oluşu anlamaktan uzaktır. Bundan etkilenmemek için en çağ dışı politikalara dayanmıştır.
Şunu her zaman belirttik; gerek iki sistem arasındaki dengeyi kollayarak TC’yi şekillendirmeler, gerekse bu sistemin günümüzde aşılmasıyla içine girdiği statüko ancak çok ileri düzeyde bir şovenizm ile mümkündür. Türk şovenizminin hiçbir ulusta görülemeyecek kadar topluma egemen kılınmak istenmesiyle mümkündür. Bu da bir aşiret şovenizminden daha şovence oluyor. Bunun çağdaş ulusçulukla hiçbir ilgisi yok. Fakat halen eski dengeleri kullanarak, özellikle Sovyet çözülüşünden sonra “Türki” söylemini geliştirerek, Avrupa’nın, Amerika’nın nezdinde puan toplamak istiyor. Ne kadar olmayacak bir dua, gerçekleşmeyecek bir amaçsa da, bununla oyalamaya çalışıyor. Buna pragmatik politika diyorlar, fakat günü birliktir ve günü ne kadar kurtaracağı da belli değildir. Hükümetler dış güçlere yamandıkça yamanıyorlar. Bu anlamda çok açıkça belirtebiliriz ki, bu hükümetler tipik özel savaş hükümetleridir. Bu politikalarla şekillenen hükümetler, ancak özel savaş hükümetleri olabilir. Kesinlikle yarını kurtarma diye bir sorunu yoktur. Hatta geçmişi gözden geçirme diye bir sorunları da yoktur. Mevcut hükümetin başı olan Demirel’e bakalım; bütün hüneri birkaç ayı, o da olmadıysa, birkaç günü kurtarmaktır. Bir “beş yüz gün” sözünü ağzına almıştır. Bırakalım bu beş yüz günü kurtarmayı; muhalefetin bile söylediği gibi, daha da fazla batırmaktan öteye gidememiştir.
Gerek 12 Eylül’ün bütün hükümetleri olsun, gerekse onunla biraz çelişerek başa gelen Demirel-İnönü hükümeti olsun, önlerine koydukları temel hedef; “terörü” birinci plana alıp ezme hedefiydi. Yani ulusal kurtuluş mücadelesini ezmeyi hedefliyorlardı. Ana hedef bu olunca, hükümetin bütün olanakları buna göre seferber edildi. Bu ne anlama gelir? Kendileri buna Olağanüstü Hal Yönetimi dediler, sıkıyönetim dediler, Özel Savaş Dairesi’nin işe karışması dediler. Eyleme de özel savaş dediler.
Özel savaş hükümetlerini, normal hükümetlerden ayırt etmek gerekir. Kapsamlı politik ve ekonomik hedefleri olmaz. Lafı çok iyi bilir, ebediyete kadar yaşarız denir, ama tersi söz konusudur. Günü kurtardıysa ne mutlu ona. Bir de geçmişle çok övünür. Fakat geçmişi kendisine bela olmuştur. Ağır bir yük teşkil eden tek bir konumuna bile gerçekçi yaklaşamaz. Aslında geçmişi de, geleceği de tükenmiş bir anı ifade ediyorlar. Özel savaşımın dayandığı siyasi durum, geçmişten de, gelecekten de umudu kesmiş; günü kurtarmayla uğraşan bir durumdur. Bu, her şeyin savaşla belirlenmesi anlamına gelir. Bu özel savaşı kazanmadan, hiçbir şeye el atamayız derler. Nitekim bakanlarının da her gün söyledikleri budur. Örneğin, Sağlık Bakanı, daha dün, “Terör kesilmezse, sağlık sorununa hiçbir çözüm getiremeyiz” dedi. Sanayicisi de, tarımcısı da bunu söyler ki, bunlar anlaşılır sözlerdir. Başbakanı da gelir, “Terörü önleyin, devletinize sahip çıkın, size daha sonra ilgi gösteririz” der. Dikkat edilirse, bu yaklaşımla da her şeyi mevcut özel savaş hedefine bağlama var. Özel savaşı başarma istemi var. Eğer başarmazlarsa, bu hükümet kısa bir dönem içinde yıkılır.
Mevcut hükümetlerin yıkılış mantığına bakalım. Evren-Özal direniyor. Çünkü bunlar halen özel savaşın yönetimini devretmiş değiller. 1980’lerden itibaren ağırlıklı olarak bunlar yönetiyor. Özal’ı indirmeyi istediler. İndirmek şurada kalsın, tehdit etmesini dahi bilmiyorlar. Evren gerçek bir cumhurbaşkanı gibi perde arkasındadır. Emekli generaller, ordunun doğal sahipleri gibiler. Günümüzde bu daha çok böyledir. Çünkü özel savaşın ağırlıklı sorumluluğu bunlardadır. Hatta Demirel-İnönü’yü de özel savaş kullanıyor. Bunlar biraz popülist; birisi sosyal demokrat görünerek, diğeri de köylü kasaba üslubunu kullanarak, ANAP’tan, 12 Eylül’den soğumuş halk kitlelerini özel savaşın dayanağı haline getirmek istiyorlar. Nitekim sözümona “teröristlere” karşı eylem yapın dediklerinde, “En Büyük Türkiye, Kahrolsun PKK! Kahrolsun APO, Yaşasın Polis, Yaşasın Atatürk!” diye slogan attırıyorlar. Aslında kimse bu sözcüklere anlam vermiyor.
Türkiye’deki özel savaşı biraz yakından inceleyenler görecekler ki, Demirel ve İnönü’den beklenen, mevcut kitleyi özel savaşın emrine sokmaktır. Nitekim onlar da hükümeti bu temelde kullanıyorlar. Özel savaşın verdiği görevlerin gereklerini yerine getiriyorlar. Demirel-İnönü hükümetinin bir tanımı yapılacaksa, şu belirtilebilir; generallerin, ANAP-Özal sivil klik öğesinin yetmezliğe düştüğü yerde, artık götüremiyorum dediği, kitlelerin de artık meşru kabul edemeyiz dediği yerde, devreye sokulan hükümettir. DYP ve SHP’den meydana gelen bu oluşuma da koalisyon deniliyor. Daha çok da kitlenin devletten kopuşmaya doğru gittiği, özel savaşın karşısında dikilmeye başladığı anda, yasaklı olmalarına rağmen yasakları da kaldırıldı. Çünkü kullanılmak durumundadırlar. Gelin hükümet kurun dediler. Kitleyi ne kadar aldatırlarsa veya özel savaşa ne kadar gerekli olurlarsa o kadar tutacaklar. Nitekim bunu Demirel de, İnönü de çok iyi görüyor ve bunu benimsiyorlar. Demokrasi maskesi altında “terörü yeneceğiz, terörü ezeceğiz” diyorlar.
Piyasaya verdikleri para da az değildir. Bununla köylüleri, işçileri aldatıyorlar. Uluslararası politikada yaptıkları da şovenizmi körüklemektir; Kıbrıs sorunuyla, Bosna-Hersek, Türki Cumhuriyetler sorunlarıyla tümüyle şovenizmi körüklemektir. Burada da özel savaşa hizmet esastır. İçerde halkın ağzına bir parmak bal çalmak esastır. Ertesi gün halk yine zorlanacak, fakat bir parça bal daha verirler. Fakat toplum da çok iyi bilir ki, yarını bile güvence altında değildir.
Esas itibarıyla iktidarı yöneten kuvvet askeri güçlerdir, onun özel bölümleridir, istihbaratıdır. Asker ve sivil emniyet güçleridir ve bunun birçok başka özel savaş kolları var. Korucular, aşiretler, Hizbullah vb. çeşitli kolları sürekli geliştirirler. Ne bulabilirlerse onu devreye sokarlar. Ve her zaman “terör zayıflıyor, önlendi, bitmek üzere” laflarını ağızlarından düşürmüyorlar. Temel beklentileri budur. Bu da bu hükümetin “büyük” ufkunu gösteriyor ya da kendisine biçimlenen rolün ne olduğunu gösteriyor. Bunun propagandasını yapacaklar; bunun kitleleri aldatma rolünü oynayacaklar, diplomasi yönünü oynayacaklar; ekonomik ihtiyaçlarını giderecekler. Hükümetten beklenen budur. Gerisi özel savaşın vurucu aygıtlarının işidir. Komploculuktan tutalım uşaklarına kadar, katliamından tutalım sahte sol, reformist işbirlikçi Kürtçü yaratmaya kadar özel savaşın işidir. Hükümetler sadece birer figürandır.
Somuta baktığımızda Türkiye’de gerçekleşen budur. Kürdistan’da gerçekleşen özel savaşın bir biçimidir. Bir diğer yönünü daha iyi anlamak gerekir. Özel savaş, mantığı gereği kısa sürede sonuç almakla, ancak ayakta tutunabilecektir. Süresi uzadı mı, bu onun için yenilgi demektir. Bir özel savaşa verilecek en iyi karşılık, onu uzun vadede gittikçe yıpratan bir tarzda ele almaktır. Özel savaş eğer yıpratılmaz, biraz başarı kazanırsa çok tehlikeli bir durum alır. Fakat durakladı, gelişim kaydetmedi mi bilin ki o özel savaş çürür. Ve karşı taraf, devrimci cephe, devrimci savaş eğer gerçekten zafer çizgisinde yürüyorsa başarısı kaçınılmazdır.
Bizim karşımızdaki savaş, herhangi bir savaş değil, özel savaştır. Veya çerçevesi belli, biçimlenişi belli bir savaştır. Diğer biçimlerle, Vietnam ile, Çin ile karıştırmamak gerekir, Latin Amerika ile, Afrika ile karıştırmamak gerekir. Kendine özgü yanları var. Bu özel savaş başlangıçta gizliydi. Türk sisteminin her zaman bir özel savaş yanı vardır ve her zaman gizli bir yanı vardır. Ama bu, günümüzde oldukça açığa çıkarıldı. Açığa çıkartılması, savaşımızın gelişim düzeyinin bir ifadesidir.
Mevcut haliyle özel savaş, hükümetin de, meclisin de, muhalefetin de emrinde olduğu, işbirlikçi Kürtlerin, Barzani-Talabanilerin de emrinde olduğu bir savaştır. Bu çok önemlidir. Yani sivil hükümet emrinde, sivil muhalefet emrinde, işbirlikçi Kürtçü emrinde, önemli oranda tasfiye olmuş sol emrinde... Özel savaşın mantığı gereği, işbirlikçi Kürtçünün, solcunun her zaman devletin emrine girmesine gerek yoktur. Ama özel savaş döneminde irtibatları gelişir. Nitekim TKP geldi, emirlerine girdi; Barzani-Talabani geldi, onlar da emirlerine girdiler. Bunlar değişik politikalardır. Ancak özel savaşla izah edilebilir.
Özel savaş sık sık yöntem değiştiriyor, ilişki değiştiriyor, şantaj yapıyor, taviz veriyor. Diplomasiye bakın; yalnız Suriye sahasına uygulanan diplomasiye bakın. “Sana su veririm, para veririm, sen de PKK’ye şöyle tavır al” diyor. Hatta Dışişleri Bakanı bunu söylerken, belki de bu gerçeği fark etmeden söylüyor. Karşı taraf da “Bizim sahamızda PKK’yi, APO’yu böyle değerlendirmeniz anormal bir durum. Bizim sahamızı böyle değerlendirmeniz gerçekçi değildir” diyor. Doğru da. Karşı tarafın özel savaşı yaşadığını dahi idrak edemiyor, normal bir hükümet sanıyor. Karşısındakinin özel savaşın Dışişleri Bakanı olduğunu kavrayamamıştır.
Bütün bunların yanı sıra şovenizmi körüklemek isteyen TC, Bosna-Hersek’e sarılacak. Kıbrıs artık işine gelmiyor, yeni bir kahramanlık biçimi gerek. Bosna-Hersek, Azerbaycan kahramanlığına ihtiyacı var. Bütün bunlar özel savaş politikalarının göstergeleridir. Ekonomi de öyledir, tipik bir ekonomik yönetim var. Her gün skandal üstüne skandal yaşanıyor. Hepsi de skandal yaratmış; eskileri de, yenileri de. Birbirlerinin skandallarını, birbirlerine karşı koz olarak kullanıyorlar. Yaşamdaki diğer bütün uygulamalar da böyledir.
Demek ki fazla geleceği olmayan, tarihe en gerici bir tarzda yaklaşan ve günü kurtarmak için yapmadığı demagoji, baskı, satılmadık yanı kalmayan bir hükümet biçimiyle karşı karşıyayız. Veya hükümet biçimi de demeyelim, bir özel savaş gerçeğiyle karşı karşıyayız. Meclise de özel savaş meclisi; hükümete de özel savaş hükümeti diyeceğiz. Doğru değerlendirme budur. Niteliklerini sıralarken, değindiğimiz bir konu da şuydu; bu tip savaşım hükümetlerinin veya savaşım güçlerinin kısa sürede başarılı olmaması halinde, tersi sonuçlara yol açmaları söz konusudur. Bu tip yönelimlerini, politikalarını kısa sürede başarıya götüremezlerse, başarısızlığa uğrarlar. Her ne kadar bu özel savaş hükümeti veya özel savaş rejimi tam başarısızlığa uğramamışsa da, tam başarılı değilse de, tam başarısızlığa uğradığını da belirtemeyiz. Başarılı değil, fakat başarıdan umudu kesmiş de değil.
Özel savaş halen başarılı olacağına dair inatçıdır. Özellikle generaller çok inatçıdır. Çünkü generaller şunu iyi biliyorlar; özel savaşın başarısız olması, bin yıllık egemenliklerinin yerle bir olması demektir. O anlı şanlı generaller, paşalar edebiyatının bir daha dirilmemecesine sönmesi demektir. Mevcut siyasi parti sisteminin felç olması demektir. Bu hükümetlerin dayandığı bütün parti sistemleri, anayasası yok olur gider. Onun holdingcileri, tekelcileri var. Onların da iktidarlarının, çıkarlarının yerle bir olması demektir. Yine Kürt işbirlikçileri var; onların da tarihin en lanetli kesimleri olarak her şeyini en acı bir biçimde kaybetmeleri demektir. Bu nedenle hepsi birleşiyor. Hem birbirleriyle dalaşıyorlar, hem birleşiyorlar. Savaşı kaybetmenin, herkesin kaybetmesi olduğunu söylüyorlar. Bir özel savaş yetkilisi şunu söyledi; “Birbirimize girmemize hiç gerek yok. Bu gemi batarsa hepimiz yerin dibine gideriz.” Bu doğru bir değerlendirmeydi. Onun için kimse kimseyle fazla dalaşmadı. Sözümona gemiyi kıyıya sağlam vardırmak istiyorlar. Dolayısıyla özel savaşın kendisini çok iyi korumak isteyeceği anlaşılırdır. Tam başarılı olmasa da, başarıdan umut kesmediği anlaşılmalıdır. Fakat kendini rahatlıkla yürütebilecek, götürebilecek bir rejim olmadığı da kavranılmalıdır. Çok çelişkili, çöküş emareleri taşıyan, kitlelerin aldatılmasına ve bastırılmasına dayanan, hatta müttefiklerinin bile aldatılmasına dayanan, demagoji yönü büyük, saptırma yönü gelişkin tersyüz etme bu nedenledir. Rüşveti, torpili çoktur. Toplumsal ahlakla sonuna kadar oynanması bu nedenledir. Ve bu şekilde götürülmek isteniyor.
Reber APO
6 Ağustos 1992
- Ayrıntılar
Düşman gerçeği üzerinde çok durulmuştur. Hemen bütün planlama çalışmalarına bir doğru düşman değerlendirmesiyle giriş yapılmıştır. Yine yaparız, yapacağız da. Düşmanın tarihini, güncel olarak dayandığı ulusal düzeyi; ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi, hatta askeri durumu; bununla birlikte uluslararası ilişki ve çelişkileri hususlarında değerlendirmeler fazlasıyla yapılmıştır.
Temelde savaştığımız baş çelişki Türk sömürgeciliğidir. Sömürgecilikten de öteye, ulusal imha siyasetidir ve onun tarih boyunca her türlü uygulamasıdır. Baş çelişki budur. Düşman bu çelişkiye her dönemde belli bir içerik ve biçimle gerçeklik kazandırmış ve üzerimize kusturmuştur. Büyük Türk egemen boylarının Kürdistan’a ve Anadolu’ya vuruş biçimlerinden tutalım en son 12 Eylül rejiminin ve onun günümüzdeki uzantılarının vuruş biçimlerine kadar hepsini az çok anlattım. Bu düşman nedir, kimdir? Nereden geldi, amacı nedir? Bütün bunlar gösterilmiştir. Partinin en kapsamlı çözümlemeleri bu konularla ilgilidir.
Türk egemenlik sisteminin ekonomik, sosyal, ulusal içeriği, ahlaki yanı kadar, yine onun sahipleri nasıl biçimlenmiş, nasıl bir vuruş tarzına sahip, bütün bunlar gösterilmiştir. Tarih boyunca barbarca yaklaşımlarının, uygulamalarının nasıl olduğu gösterilmiştir. İslamiyet ile bağlantısından tutalım bugün emperyalizm ile bağlantısına kadar veya kapitalist-emperyalist sistemle bağlantısından tutalım insan görünümlü emperyalistliğine kadar değinilmiştir. Bunlar Manifestomuzdan tutalım en son çözümlemelerimize kadar hepsinde yer almıştır. Bunları tekrarlamanın anlamı yoktur. Daha yakın günlerde incelediğimiz cumhuriyetin kuruluşu, dönemeçleri de değerlendirilmiştir. Yine 12 Eylül de çok kapsamlı değerlendirilmiştir.
Mevcut duruma, güncel duruma bir-iki değinmede bulunursak ne belirtilebilir? İkinci cumhuriyetten bahsediyorlar. Bu ikinci cumhuriyet 27 Mayıs ile mi başladı, 12 Mart ile mi, 12 Eylül ile mi başladı belli değil. Belli olan nedir? Cumhuriyetin tıkanması gerçeğini dile getiriyorlar. Gerçekten cumhuriyetin politik sistemi bütün alt yapısıyla, üst yapısıyla toplumu tıkamış, bunalıma sevk etmiştir. Bunalım derindir, ancak özel savaş yöntemleriyle ayakta durabilmektedir. Ekonomik konularda da tam bir vurgun, soygun politikası takip edilmektedir. Enflasyon en üst boyuttadır. Yine onun doğal bir sonucu olarak sosyal bunalım, ahlaki bunalım içinden çıkılamaz, tarihte eşine rastlanmaz bir durumdadır. Uluslararası alandaki büyük alt üst oluşu anlamaktan uzaktır. Bundan etkilenmemek için en çağ dışı politikalara dayanmıştır.
Şunu her zaman belirttik; gerek iki sistem arasındaki dengeyi kollayarak TC’yi şekillendirmeler, gerekse bu sistemin günümüzde aşılmasıyla içine girdiği statüko ancak çok ileri düzeyde bir şovenizm ile mümkündür. Türk şovenizminin hiçbir ulusta görülemeyecek kadar topluma egemen kılınmak istenmesiyle mümkündür. Bu da bir aşiret şovenizminden daha şovence oluyor. Bunun çağdaş ulusçulukla hiçbir ilgisi yok. Fakat halen eski dengeleri kullanarak, özellikle Sovyet çözülüşünden sonra “Türki” söylemini geliştirerek, Avrupa’nın, Amerika’nın nezdinde puan toplamak istiyor. Ne kadar olmayacak bir dua, gerçekleşmeyecek bir amaçsa da, bununla oyalamaya çalışıyor. Buna pragmatik politika diyorlar, fakat günü birliktir ve günü ne kadar kurtaracağı da belli değildir. Hükümetler dış güçlere yamandıkça yamanıyorlar. Bu anlamda çok açıkça belirtebiliriz ki, bu hükümetler tipik özel savaş hükümetleridir. Bu politikalarla şekillenen hükümetler, ancak özel savaş hükümetleri olabilir. Kesinlikle yarını kurtarma diye bir sorunu yoktur. Hatta geçmişi gözden geçirme diye bir sorunları da yoktur. Mevcut hükümetin başı olan Demirel’e bakalım; bütün hüneri birkaç ayı, o da olmadıysa, birkaç günü kurtarmaktır. Bir “beş yüz gün” sözünü ağzına almıştır. Bırakalım bu beş yüz günü kurtarmayı; muhalefetin bile söylediği gibi, daha da fazla batırmaktan öteye gidememiştir.
Gerek 12 Eylül’ün bütün hükümetleri olsun, gerekse onunla biraz çelişerek başa gelen Demirel-İnönü hükümeti olsun, önlerine koydukları temel hedef; “terörü” birinci plana alıp ezme hedefiydi. Yani ulusal kurtuluş mücadelesini ezmeyi hedefliyorlardı. Ana hedef bu olunca, hükümetin bütün olanakları buna göre seferber edildi. Bu ne anlama gelir? Kendileri buna Olağanüstü Hal Yönetimi dediler, sıkıyönetim dediler, Özel Savaş Dairesi’nin işe karışması dediler. Eyleme de özel savaş dediler.
Özel savaş hükümetlerini, normal hükümetlerden ayırt etmek gerekir. Kapsamlı politik ve ekonomik hedefleri olmaz. Lafı çok iyi bilir, ebediyete kadar yaşarız denir, ama tersi söz konusudur. Günü kurtardıysa ne mutlu ona. Bir de geçmişle çok övünür. Fakat geçmişi kendisine bela olmuştur. Ağır bir yük teşkil eden tek bir konumuna bile gerçekçi yaklaşamaz. Aslında geçmişi de, geleceği de tükenmiş bir anı ifade ediyorlar. Özel savaşımın dayandığı siyasi durum, geçmişten de, gelecekten de umudu kesmiş; günü kurtarmayla uğraşan bir durumdur. Bu, her şeyin savaşla belirlenmesi anlamına gelir. Bu özel savaşı kazanmadan, hiçbir şeye el atamayız derler. Nitekim bakanlarının da her gün söyledikleri budur. Örneğin, Sağlık Bakanı, daha dün, “Terör kesilmezse, sağlık sorununa hiçbir çözüm getiremeyiz” dedi. Sanayicisi de, tarımcısı da bunu söyler ki, bunlar anlaşılır sözlerdir. Başbakanı da gelir, “Terörü önleyin, devletinize sahip çıkın, size daha sonra ilgi gösteririz” der. Dikkat edilirse, bu yaklaşımla da her şeyi mevcut özel savaş hedefine bağlama var. Özel savaşı başarma istemi var. Eğer başarmazlarsa, bu hükümet kısa bir dönem içinde yıkılır.
Mevcut hükümetlerin yıkılış mantığına bakalım. Evren-Özal direniyor. Çünkü bunlar halen özel savaşın yönetimini devretmiş değiller. 1980’lerden itibaren ağırlıklı olarak bunlar yönetiyor. Özal’ı indirmeyi istediler. İndirmek şurada kalsın, tehdit etmesini dahi bilmiyorlar. Evren gerçek bir cumhurbaşkanı gibi perde arkasındadır. Emekli generaller, ordunun doğal sahipleri gibiler. Günümüzde bu daha çok böyledir. Çünkü özel savaşın ağırlıklı sorumluluğu bunlardadır. Hatta Demirel-İnönü’yü de özel savaş kullanıyor. Bunlar biraz popülist; birisi sosyal demokrat görünerek, diğeri de köylü kasaba üslubunu kullanarak, ANAP’tan, 12 Eylül’den soğumuş halk kitlelerini özel savaşın dayanağı haline getirmek istiyorlar. Nitekim sözümona “teröristlere” karşı eylem yapın dediklerinde, “En Büyük Türkiye, Kahrolsun PKK! Kahrolsun APO, Yaşasın Polis, Yaşasın Atatürk!” diye slogan attırıyorlar. Aslında kimse bu sözcüklere anlam vermiyor.
Türkiye’deki özel savaşı biraz yakından inceleyenler görecekler ki, Demirel ve İnönü’den beklenen, mevcut kitleyi özel savaşın emrine sokmaktır. Nitekim onlar da hükümeti bu temelde kullanıyorlar. Özel savaşın verdiği görevlerin gereklerini yerine getiriyorlar. Demirel-İnönü hükümetinin bir tanımı yapılacaksa, şu belirtilebilir; generallerin, ANAP-Özal sivil klik öğesinin yetmezliğe düştüğü yerde, artık götüremiyorum dediği, kitlelerin de artık meşru kabul edemeyiz dediği yerde, devreye sokulan hükümettir. DYP ve SHP’den meydana gelen bu oluşuma da koalisyon deniliyor. Daha çok da kitlenin devletten kopuşmaya doğru gittiği, özel savaşın karşısında dikilmeye başladığı anda, yasaklı olmalarına rağmen yasakları da kaldırıldı. Çünkü kullanılmak durumundadırlar. Gelin hükümet kurun dediler. Kitleyi ne kadar aldatırlarsa veya özel savaşa ne kadar gerekli olurlarsa o kadar tutacaklar. Nitekim bunu Demirel de, İnönü de çok iyi görüyor ve bunu benimsiyorlar. Demokrasi maskesi altında “terörü yeneceğiz, terörü ezeceğiz” diyorlar.
Piyasaya verdikleri para da az değildir. Bununla köylüleri, işçileri aldatıyorlar. Uluslararası politikada yaptıkları da şovenizmi körüklemektir; Kıbrıs sorunuyla, Bosna-Hersek, Türki Cumhuriyetler sorunlarıyla tümüyle şovenizmi körüklemektir. Burada da özel savaşa hizmet esastır. İçerde halkın ağzına bir parmak bal çalmak esastır. Ertesi gün halk yine zorlanacak, fakat bir parça bal daha verirler. Fakat toplum da çok iyi bilir ki, yarını bile güvence altında değildir.
Esas itibarıyla iktidarı yöneten kuvvet askeri güçlerdir, onun özel bölümleridir, istihbaratıdır. Asker ve sivil emniyet güçleridir ve bunun birçok başka özel savaş kolları var. Korucular, aşiretler, Hizbullah vb. çeşitli kolları sürekli geliştirirler. Ne bulabilirlerse onu devreye sokarlar. Ve her zaman “terör zayıflıyor, önlendi, bitmek üzere” laflarını ağızlarından düşürmüyorlar. Temel beklentileri budur. Bu da bu hükümetin “büyük” ufkunu gösteriyor ya da kendisine biçimlenen rolün ne olduğunu gösteriyor. Bunun propagandasını yapacaklar; bunun kitleleri aldatma rolünü oynayacaklar, diplomasi yönünü oynayacaklar; ekonomik ihtiyaçlarını giderecekler. Hükümetten beklenen budur. Gerisi özel savaşın vurucu aygıtlarının işidir. Komploculuktan tutalım uşaklarına kadar, katliamından tutalım sahte sol, reformist işbirlikçi Kürtçü yaratmaya kadar özel savaşın işidir. Hükümetler sadece birer figürandır.
Somuta baktığımızda Türkiye’de gerçekleşen budur. Kürdistan’da gerçekleşen özel savaşın bir biçimidir. Bir diğer yönünü daha iyi anlamak gerekir. Özel savaş, mantığı gereği kısa sürede sonuç almakla, ancak ayakta tutunabilecektir. Süresi uzadı mı, bu onun için yenilgi demektir. Bir özel savaşa verilecek en iyi karşılık, onu uzun vadede gittikçe yıpratan bir tarzda ele almaktır. Özel savaş eğer yıpratılmaz, biraz başarı kazanırsa çok tehlikeli bir durum alır. Fakat durakladı, gelişim kaydetmedi mi bilin ki o özel savaş çürür. Ve karşı taraf, devrimci cephe, devrimci savaş eğer gerçekten zafer çizgisinde yürüyorsa başarısı kaçınılmazdır.
Bizim karşımızdaki savaş, herhangi bir savaş değil, özel savaştır. Veya çerçevesi belli, biçimlenişi belli bir savaştır. Diğer biçimlerle, Vietnam ile, Çin ile karıştırmamak gerekir, Latin Amerika ile, Afrika ile karıştırmamak gerekir. Kendine özgü yanları var. Bu özel savaş başlangıçta gizliydi. Türk sisteminin her zaman bir özel savaş yanı vardır ve her zaman gizli bir yanı vardır. Ama bu, günümüzde oldukça açığa çıkarıldı. Açığa çıkartılması, savaşımızın gelişim düzeyinin bir ifadesidir.
Mevcut haliyle özel savaş, hükümetin de, meclisin de, muhalefetin de emrinde olduğu, işbirlikçi Kürtlerin, Barzani-Talabanilerin de emrinde olduğu bir savaştır. Bu çok önemlidir. Yani sivil hükümet emrinde, sivil muhalefet emrinde, işbirlikçi Kürtçü emrinde, önemli oranda tasfiye olmuş sol emrinde... Özel savaşın mantığı gereği, işbirlikçi Kürtçünün, solcunun her zaman devletin emrine girmesine gerek yoktur. Ama özel savaş döneminde irtibatları gelişir. Nitekim TKP geldi, emirlerine girdi; Barzani-Talabani geldi, onlar da emirlerine girdiler. Bunlar değişik politikalardır. Ancak özel savaşla izah edilebilir.
Özel savaş sık sık yöntem değiştiriyor, ilişki değiştiriyor, şantaj yapıyor, taviz veriyor. Diplomasiye bakın; yalnız Suriye sahasına uygulanan diplomasiye bakın. “Sana su veririm, para veririm, sen de PKK’ye şöyle tavır al” diyor. Hatta Dışişleri Bakanı bunu söylerken, belki de bu gerçeği fark etmeden söylüyor. Karşı taraf da “Bizim sahamızda PKK’yi, APO’yu böyle değerlendirmeniz anormal bir durum. Bizim sahamızı böyle değerlendirmeniz gerçekçi değildir” diyor. Doğru da. Karşı tarafın özel savaşı yaşadığını dahi idrak edemiyor, normal bir hükümet sanıyor. Karşısındakinin özel savaşın Dışişleri Bakanı olduğunu kavrayamamıştır.
Bütün bunların yanı sıra şovenizmi körüklemek isteyen TC, Bosna-Hersek’e sarılacak. Kıbrıs artık işine gelmiyor, yeni bir kahramanlık biçimi gerek. Bosna-Hersek, Azerbaycan kahramanlığına ihtiyacı var. Bütün bunlar özel savaş politikalarının göstergeleridir. Ekonomi de öyledir, tipik bir ekonomik yönetim var. Her gün skandal üstüne skandal yaşanıyor. Hepsi de skandal yaratmış; eskileri de, yenileri de. Birbirlerinin skandallarını, birbirlerine karşı koz olarak kullanıyorlar. Yaşamdaki diğer bütün uygulamalar da böyledir.
Demek ki fazla geleceği olmayan, tarihe en gerici bir tarzda yaklaşan ve günü kurtarmak için yapmadığı demagoji, baskı, satılmadık yanı kalmayan bir hükümet biçimiyle karşı karşıyayız. Veya hükümet biçimi de demeyelim, bir özel savaş gerçeğiyle karşı karşıyayız. Meclise de özel savaş meclisi; hükümete de özel savaş hükümeti diyeceğiz. Doğru değerlendirme budur. Niteliklerini sıralarken, değindiğimiz bir konu da şuydu; bu tip savaşım hükümetlerinin veya savaşım güçlerinin kısa sürede başarılı olmaması halinde, tersi sonuçlara yol açmaları söz konusudur. Bu tip yönelimlerini, politikalarını kısa sürede başarıya götüremezlerse, başarısızlığa uğrarlar. Her ne kadar bu özel savaş hükümeti veya özel savaş rejimi tam başarısızlığa uğramamışsa da, tam başarılı değilse de, tam başarısızlığa uğradığını da belirtemeyiz. Başarılı değil, fakat başarıdan umudu kesmiş de değil.
Özel savaş halen başarılı olacağına dair inatçıdır. Özellikle generaller çok inatçıdır. Çünkü generaller şunu iyi biliyorlar; özel savaşın başarısız olması, bin yıllık egemenliklerinin yerle bir olması demektir. O anlı şanlı generaller, paşalar edebiyatının bir daha dirilmemecesine sönmesi demektir. Mevcut siyasi parti sisteminin felç olması demektir. Bu hükümetlerin dayandığı bütün parti sistemleri, anayasası yok olur gider. Onun holdingcileri, tekelcileri var. Onların da iktidarlarının, çıkarlarının yerle bir olması demektir. Yine Kürt işbirlikçileri var; onların da tarihin en lanetli kesimleri olarak her şeyini en acı bir biçimde kaybetmeleri demektir. Bu nedenle hepsi birleşiyor. Hem birbirleriyle dalaşıyorlar, hem birleşiyorlar. Savaşı kaybetmenin, herkesin kaybetmesi olduğunu söylüyorlar. Bir özel savaş yetkilisi şunu söyledi; “Birbirimize girmemize hiç gerek yok. Bu gemi batarsa hepimiz yerin dibine gideriz.” Bu doğru bir değerlendirmeydi. Onun için kimse kimseyle fazla dalaşmadı. Sözümona gemiyi kıyıya sağlam vardırmak istiyorlar. Dolayısıyla özel savaşın kendisini çok iyi korumak isteyeceği anlaşılırdır. Tam başarılı olmasa da, başarıdan umut kesmediği anlaşılmalıdır. Fakat kendini rahatlıkla yürütebilecek, götürebilecek bir rejim olmadığı da kavranılmalıdır. Çok çelişkili, çöküş emareleri taşıyan, kitlelerin aldatılmasına ve bastırılmasına dayanan, hatta müttefiklerinin bile aldatılmasına dayanan, demagoji yönü büyük, saptırma yönü gelişkin tersyüz etme bu nedenledir. Rüşveti, torpili çoktur. Toplumsal ahlakla sonuna kadar oynanması bu nedenledir. Ve bu şekilde götürülmek isteniyor.
Reber APO
6 Ağustos 1992
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Ağustos günü Dersim merkeze bağlı Hakis, Hıngırvan, Dokuzkaya Sırtları ve Harçik vadisine yönelik işgalci TC ordusu tarafından başlatılan operasyon gücünün ağırlıklı bölümü 19 Ağustos günü saat 19.00 sularında geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Gerillalarımızın Hakkari’nin Şemdinli-Yüksekova hattında gerillalarımız tarafından başlatılan harekat kapsamında Geliye Doskî, Şitazin ve Oramar mıntıkalarında 17 Ağustos günü başlayan çatışma ve gerilla eylemleri devam etmektedir.
- Ayrıntılar