Basına Kamuoyuna!
1. 4 Ağustos günü saat 14.00 sularında Ağrı’nın Doğubayezit ilçesine bağlı Serêkanî karakoluna yönelik olarak gerillalarımız tarafından bri eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda nizamiye ve kulubelerin darbelendiği eylem sonucunda düşmanın 2 askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve kamuoyuna!
Bir süredir aktif eylemlilik içinde olan YJA Star güçlerimiz 3 Ağustos günü saat 14.00’da Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Serê Sêvê Taburuna bağlı Girê Orte Tepesine yönelik olarak bir eylem gerçekleştirmiştir
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Ağustos günü saat 22.45 sularında Hakkari’nin Çelê ilçesinde bulunan 19 ayrı noktada karakollara ve askeri üslere yönelik olarak gerillalarımız tarafından Şehit Arjin Garzan - Leyla Altan ve Şehit Mahir Başkale - Haşim Kaya adına devrimci bir operasyon gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
2010 yılından bu yana Devrimci Halk Savaşından bahsediyoruz. Devrimci Halk Savaşını geçmiş savaşlardan farklı olarak çok daha fazla kapsamlı bir savaş biçimi olarak tanımlamıştık.
“Gerillanın mutlak olarak bir tane taktiği vardır. O da “vur-kaç” taktiğidir. Bu taktiği, küçük, zayıf güç olmasından kaynaklanıyor. Düşmanı büyük, kendisi zayıftır. Ancak öyle bir düşmana vurma ve varlığını koruma bu taktikle mümkün olduğu için savaşta bunu esas alıyor. Onun dışında öyle mutlak olan bir şey yoktur. “Vur-kaç” diye tanımlanan taktik eylemliliği içinde de bazı eylem biçimlerini kullanıyor. Pusu atıyor, baskın yapıyor, sabotaj, suikast ve sızma yapıyor. Farklı silahları kullanıyor. Bunları iç içe kullanıyor.”
Ancak Devrimci Halk Savaşın niceliği de niteliği de farklıdır. İçeriği ve muhtevası da farklıdır. Bir yoldaşımız:
“Savaşla yapmak istediğimiz nedir? Adım adım, parça parça bütün bu alanlarda sömürgeci olanı, soykırımcı olanı yıkmak, onun yerine demokratik olanı kurmak, inşa etmektir. Bunu niye savaşla yapıyoruz? Çünkü gerici olan var ve doludur. Onun yıkılması lazım. Bunu da ancak savaş yıkar. Siyasetle anlaşamamış, geri çekmemişsen, var olanı ancak savaşla yıkabilirsin. Yerine inşa ettiğin bir şeyi, öbürü yıkmak ister. Savunman lazım. Savunmazsan yaptığın inşanın bir anlamı olmaz. O halde savunmak için -savunmak da askeri bir eylemdir- dolayısıyla inşa ettiğin demokratik toplum örgütlülüğünü, yaşamını koruyacaksın, savunacaksın, güvenliğini sağlayacaksın. Güvenliğini sağlayabildiğin, koruyabildiğin kadar inşa edeceksin. Koruyabildiğin ayakta kalır. Başkasını inşa etsen de, karşı taraf da vurur seni yıkar ve tekrar ele geçirir. Savunabilir, koruyabilirsen vermezsin ama onu yaşatırsın. İşte Devrimci Halk Savaşı böyle bir mücadele oluyor” diye tanımlamıştı Devrimci Halk Savaşını.
Şimdi Yeşil Türkçü Faşistler dikkat edersek parça parça Kürt toplumunun tüm örgütlü yapılarını hedefleyerek tasfiye etmeyi amaçlıyor ve ediyorlar. Öyle ki Kürtler nerede örgütlüyse oraya yönelerek bitirmek istiyorlar. Sorun sadece gerilla güçlerine karşı geliştirdiği faşizan yönelimler değildir. Bir bütünen topyekun Kürtlerin ne kadar kazandığı değerler varsa hepsine yöneliyorlar. Dediğimiz gibi bitirmek istiyorlar. Bu bir yönü.
İkinci yönü ise Kürtleri uzun süre oyalamaları olmuştur. Sözde askeri vesayeti kaldırıyorum, buna yardımcı olun, şans verin derken özcesi zaman istemeleri iktidarda bulundukları sürece sürekli olmuştur. Nitekim bunun için özgürlük hareketi tam 5 kez yeşil Türkçü faşistler zamanında tek taraflı ateşkesler ilan ederek bu şansı bunlara vermiştir. Ancak en son 2009 yerel seçimleri ardından görüldü ki tek amaçları vardır o da: Kürtleri tasfiye etmek.
İşte o gün bugündür Kürt özgürlük hareketi diyalogun yolunu kesmese bile kendi açısından tedbirlerini almaya başlamıştır. Kendisini gelebilecek son bir savaşa, -Hıristiyanlıkta buna Armegeddon diyorlar-hazırlamıştır. Bu savaşa Kürtler 4 Stratejik Mücadele dönemi dediler. Başka bir kavramlaştırmayla Kürtler bu yeni sürece Devrimci Halk Savaşı dediler.
Ve şimdi Şemzinan’dan olup bitenler sadece ve sadece Devrimci Halk Savaşının küçük bir provasıdır. Bir müddet önce Oramar ve Stazan’da da bu yapıldı. Bir nevi düşmanı felç eden eylem biçimi ve sürekliliği oluyor bu savaşın özü.
Ve elbette savaş sadece Şemzinan’da olmuyor. Şemzinanla bağlantılı olarak Karadeniz’den Akdeniz’e, Serhat’tan Mardin’e, Botan’dan Dersim’e ve tabii ki en kısa zamanda da hedef Türkiye içleri olacaktır.
Özcesi adım adım Devrimci Halk Savaşının ilk adımları daha kararlı bir şekilde atılmaya başlandı. Bunun için Şemzinan’da olup bitenleri anlamak isteyenler öncelikli olarak Yeşil Türkçü Faşizminin hiç hukuk ve ahlak tanımayan fütursuzca saldırılarına bakmaları gerekiyor. Yine 8000 Kürt siyasetçisi, yazarı, basıncısı, tıpçısı, eğitimcisi, seçilmişi, sivil toplumcusu derken, çocuklar, kızlar, yetmişlik ana ve babalarımız her gün içeriye atılıyorlar. Ve birilerinin söylediği gibi hiçte iyi şeyler olmuyor.
İşte bu iyi şeyler olmuyor yaklaşımına karşı gerillan yeni dönemde geliştirdiği devrimci direnişin adı Devrimci Halk Savaşıdır. Başka bir isimlendirmeyle Şehit Rubar Mardin ve Şehit Rozerin Piran harekâtıdır.
Bu harekât devam eder mi, belli olmaz. Ancak bundan böyle başta Kürdistan olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde böyle harekâtlar yapacağımızın haberini şimdiden verelim.
Gün direnişi aşan bir mücadele dönemidir. Gün artık kendi demokratik özerklik projesini hayata geçirme zamanıdır. Ve şimdi gerçekten tüm Kürdistanlı gençlerin dağlara akma zamanıdır. “Varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma” direniş günlerine akma günleridir.
“Bütün dünya birleşip üzerimize gelse de meşru haklarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz” günlerinde yeniden tüm Kürdistanlı ve devrimci demokrat Türkiye gençliğini dağlara davet ediyoruz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ağustos günü saat 00.00 sularında Ağrının Doğubayezit ilçesine bağlı Sırtlan ile Gürcübulak köylerri arasında gerilallarımız tarafından yol kontrolü gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda 5 tır içindeki malzemelerle birlikte yakılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Ağustos günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Nirkola ile Masiro boğazları arasında bulunan tepeye yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir saldırı gerçekleştirmek isteyen düşman askeri ile gerillalarımız arasında saat 03.00 sularından saat 19.00’a kadar şiddetli çatışmalar yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Batı Kürdistan’da Kürtler uzun yıllara dayalı mücadelelerinin neticesinde özgürlüklerine kavuştular. Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın dünya görüşü ve felsefesinden etkilenen PYD’nin öncülüğünde gelişen devrim ve diğer Kürt partileriyle oluşturulan birlik Batı Kürdistan devriminin başarısı ve geleceği için önemli bir adım olmuştur. Yüksek Kürt Konseyi biçiminde oluşan Batı Kürdistan yönetiminin giderek kendini sistemleştirmesi yaşamı tüm boyutlarıyla örgütlemede kararlı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Rojava devrimini sadece son bir yıllık süre içinde Suriye’de yaşanan çalkantı ve boşlukla izah etmek yanlıştır. Tamamen Türk özel savaşın uydurma ve iftirasıdır. Kürtleri küçümsemek hor görmek ve sömürgeci Suriye rejimi ile ilişkilendirmek ise gerçekleri ters yüz etmektir.
Öncesi de olmakla birlikte Batı Kürdistan devriminin esas gövdesini oluşturan yapı esas olarak ‘80’li yıllarla birlikte Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın Rojava Kürdistan’ındaki çalışmalarıyla oluşturulmaya başlanmıştır. O günden bu güne en az 3500- 4000 civarında Kürdistan devrimine şehit veren bir halk gerçekliği vardır. PYD ve DEV-DEM acılı, zorlu ve mücadeleyle yüklü böyle bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. PYD ve DEV-DEM ne sırtını AKP’ye, ABD’ye ve AB’ye dayanan Suriye muhalefetiyle hareket etmiş ne de mevcut rejimle hareket etmiştir. Üçüncü ve alternatif bir güç olarak Kürt, Arap, Dürzü, Alevi, Ermeni ve Süryanilerle halkların kültürleri, inançları, özgürlük eğilimlerini temsil etme temelinde bir siyaset izlemiş ve kazanmıştır. Dolayısıyla kazanan ve başaran sadece Batı Kürdistan’da yaşayan Kürt Ulusu değil bölgede yaşayan ve bölge mozaiğini oluşturan özgürlüğe muhtaç tüm halklardır.
Bu devrimin diğer bir özelliği de, Kürdü yoksayan, Kürdistanı parçalayan Lozan antlaşmasına ölümcül bir darbe vurulmasıdır. Lozan vurulan her darbe aynı zamanda, sömürgeci Türk devletinin kuruluş ve varoluş zihniyetine de vurulmuş bir darbedir. Unutulmamalıdır ki, Lozan anlaşması 24 Temmuz 1923 yılında gerçekleştirildi. Kürdün ölüm fermanı olan sömürgeci Türk devletinin kuruluşunun ilanı da 29 Ekim 1923 yılında gerçekleştirildi. Aradaki zaman farkı, Türk sömürgeciliğinin neyin üzerinde kendisini yaşattığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle de Lozan’a vurulan veya onu anlamsızlaştıran, tartışılır kılan her darbe, Kürdistanın özgürlüğüne giden yolda bir kilometre taşıdır.
Şimdi sömürgeci AKP hükümeti birliklerini oluşturan, kendi öz yönetimlerini oluşturarak kendi bayrakları altında Arap halkıyla eşit ve özgürce yaşamak isteyen Kürt halkının bu kazanımları karşısında büyük bir ırkçı, inkârcı ruhla saldırmaktadır. “Bir oldubittiyi kabul etmeyiz.”, “Güvenliğimizi tehdit edecek bir terör oluşumuna izin vermeyiz” ve “müdahale ederiz” türünden tehditler savurmaya başlamışlardır. Bunun içinde günlerce toplantı üstüne toplantı yaptıktan sonra sömürgeci rejimin dışişleri bakanını Güney Kürdistan’a göndermişlerdir.( bu yazı görüşmeden önce yazılmıştır.) Sömürgeci Türk devleri açıkça ve alenen herkese göstere göstere Kürtlerin ve Kürdistan’ın içişlerine müdahale etmektedir. Ve kendi sömürgeci politikasını dayatmak istemektedir. Ancak bunun Türk devleti lehine bir sonuç yaratmayacağı uzun vadede Kürt ulusunun birliği ve örgütlü gücünün kazanacağı açıktır.
Sömürgeci Türk devleti bir taraftan Kürtlerin özgürlüklerini kazanmalarını engellemek için harekete geçerken diğer taraftan son birkaç gün içerisinde Türk metropollerinden İstanbul Ayazağa ve Bursa’da Kürtlere karşı azgınlaştırdıkları ırkçı faşist kesimleri harekete geçirmişlerdir. Kürdistan’da ise Malatya’nın Sürgü beldesinde Türkleşen bazı işbirlikçi kesimleri Alevi halkımıza karşı harekete geçirmişlerdir. Alevi ve Kürtleri hedefleyen bu saldırıların hem de kutsal Ramazan ayında gelişmesi AKP devletinin özünde ırkçı ve faşist olduğu fakat İslam dinini bir örtü olarak kullandığı gerçeğini gözler önüne sermiştir.
Daha öncede Dörtyol, İnegöl, Erdemli vb yerlerde Kürtlere karşı saldırılar gerçekleştirilmişti. Daha birçok yerde Kürt gençleri linç edilmek istenmiş, hakaret uğramıştır. Bu saldırıların bazılarında yurtseverler şehit edilmiştir. Fakat Kürtler bu saldırıların amacını gerçek anlamda anlayarak bunlara karşı gerekli tavrı göstermede yetersiz kalmıştır. Öncelikle bu saldırılarla metropole zorla göçertilen Kürtler korkutularak, sindirilmek ve örgütsüzleştirilerek kimliğinden ve özgürlük hareketinden vazgeçirilip Türkleştirilmeye yönlendirilmek istenmektedir. Bu yüzyıllık bir projedir ve bugün de sürdürülmek istenmektedir.
Ancak önemli bir kesim bu soykırım planı gerçeğini yeterince anlamış olmaktan uzaktır. Bunu nereden anlıyoruz. Başta metropolde yaşayan halkımız olmak üzere tüm halkımızın bu saldırılar karşısında gösterdikleri tutumu sadece basın açıklamalarıyla sınırlı tutmalarından anlıyoruz. Ulusal refleksler son derece zayıf ve etkisiz kalmaktadır. Hala “milliyetçi damgası” yenilmekten mi çekiniliyor bilemiyoruz. Unutulmamalıdır ki biz bir halkız ve her halk gibi nerede olursa olsun kendimizi savunma hakkımız vardır. Şüphesiz halkaların kardeşliği arzumuzdur. Ancak bu ırkçı ve bizi yok etmek isteyenler ile kardeşlikten bahsetmiyoruz. Biz Kemallerin, Hakilerin, Denizlerin ve Mahirlerin gerçek kardeşliğinden bahsediyoruz. Gerçek eşit özgür kardeşliğin yolu da Kürt halkı olarak varlığımızı ve özgürlüğümüzü savunmaktan geçer. Varlığınız yok olduktan sonra kimse ile kardeşlik yapacak durumda da olamazsınız. Başka halklarla eşit özgür kardeş olabilmek için öncelikle topraklarımızda özgürce ve özgür kimliğimizle yaşamamız gerekiyor. Başka türlü ne özgürlük ne de kardeşlik olur. Hele hele ırkçı ve faşist bir ruhla kışkırtılmış kesimler karşısında sessiz kalmakla ya da yeterince ve gerektiği kadar ulusal demokratik refleksle hareket etmemekle de sadece bu kesimler azdırılmış olur.
Gerek İstanbul ve Bursa gerekse Malatya’da Kürtlere ve Alevilere karşı sergilenen ırkçı ve faşist saldırılara karşı hala da kimse ciddi bir tepki ortaya koymuş değildir. Sadece Pir Sultan Abdal Derneği Genel Başkanı Kemal Bülbül’ün “ bizi Zülfikar kuşanmaya zorlamayın” sözü ve kimi grupların sınırlı gösterileri dışında ciddi bir refleks açığa çıkmış değildir. Neden? Ne zamana kadar?
Kürtlerin ve Alevilerin Maraş, Malatya ve en son Madımak katliamlarından ciddi dersler çıkarmaları gerekir. Yapılan tehditleri ve saldırı pratiklerini küçümsememek gerekir. Hele hele atılan tokattan sonra öbür yanağını da çevirmek gafletinde hiç olmamak gerekir. Irkçı, faşist, Kürt ve Alevi düşmanları olan bu kesimler kardeş Türk halkını asla temsil etmiyorlar. Bu kesimlere karşı savunma hakkımızı kullanmak, atılan tokat karşısında diğer yanağımızı çevirme yerine onları bir daha tokat atamaz duruma getirmek esas alınmalıdır. Gerçek kardeşlerimizle kardeşleşmek o zaman mümkün ve anlam kazanmış olacaktır.
Unutmayalım ki Rojava’daki Kürdistan devrimini tehditler savurarak tasfiye etmek için harekete geçen ırkçı AKP hükümeti ile Kürt ve Alevi halkımıza saldıran zihniyetin beslendiği kaynak bir ve aynıdır. Bu nedenle bu saldırıları birbirinden ayrı ele almamak gerekir. Rojava’daki Kürtlerin devrimini ve kazanımlarını savunmak bu ırkçı saldırılara karşı serhıldanları yükseltmekten geçer.
Şıtazın ve Oremar Devrimci operasyonundan sonra Şemzinan’da 23 Temmuz 2012 tarihinde başlayan yeni devrimci operasyonu aynı zamanda halk olarak serhıldanlarımızı daha fazla örgütlü ve sürekli kılmaya çağrı anlamına gelmektedir.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ağustos günü saat 18.30 sularında Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Girê Çetan alanından sınırı geçerek Deriyê Dawetiya alanına geçmek isteyen skorsky helikopterine yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda darbe alan helikopter geri çekilmek zorunda kalmıştır. Eylem ardından Deriyê Dawetiya alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatları ile 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana görüşemiyor. Bir yıldır Kürt Halk Önderi üzerinde AKP hükümeti tarafından görüş yasağı uygulanıyor. Bu bir yıllık süre içinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bir kez kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşebildi, bir kez de avukatlarına faks gönderebildi. Son bir yıldır bunlar dışında Önder Abdullah Öcalan’dan bilgi alınabilmiş değil. En son gönderdiği fakstan bu yana geçen yaklaşık yedi aydır da herhangi bir bilgi dahi alınamıyor. Dolayısıyla da başta yakınları olmak üzere tüm Kürt halkı ve demokratik çevreler Önder Abdullah Öcalan’ın sağlığından ve yaşamından endişe ediyor.
Geçen bir yıl içinde bu konuda çok şey söylendi ve yazıldı. AKP hükümetinin Kürt Halk Önderi üzerinde bir yıldır uyguladığı dünyada eşi bulunmayan mutlak tecrit eleştirildi ve protesto edildi. Yine bir yıldır Önder Abdullah Öcalan’ın mutlak yalnızlığa karşı geliştirdiği büyük direniş anlaşılmaya ve izlenmeye çalışıldı. İmralı mücadelesi geçen bir yılda Türkiye ve Kürdistan’daki tüm gelişmelere ve çekişmelere damgasını vurdu.
Şimdi de aynı tartışma ve mücadele devam ediyor. Son avukat görüşünün yapıldığı 27 Temmuz 2011’in birinci yıldönümü nedeniyle herkes İmralı’da uygulanan mutlak tecridi tartışıyor. Geçen bir yıl içinde yaşanan olayların dökümü yapılıyor ve bunların İmralı tecridi ile bağlantısı ortaya konmaya çalışılıyor. İmralı sistemini ve Kürt Halk Önderi üzerinde uygulanan mutlak tecridi protesto eylemleri dünyanın dörtbir yanında ortaya çıkıyor.
Kürt halkı yediden yetmişe ve dünyanın dörtbir yanında ayakta. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm Kürt toplumu İmralı sistemini ve Önder Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridi protesto ediyor. Başta Kuzey ve Batı Kürdistan olmak üzere dört parçada ve yurtdışında halk Önder Abdullah Öcalan’a sahip çıkıyor. Her yerde mitingler, gösteriler, kınama açıklamaları ve protesto eylemleri yapılıyor. Kürt toplumu neredeyse öfkenin doruğuna ulaşmış durumda. Eğer bu soruna çözüm bulunmazsa yakın gelecekte Kürtlerin büyük bir öfke patlaması yaşanabilir. 14 Temmuz Amed protestosunu çok çok aşan kitle hareketleri sert bir biçimde gelişebilir.
Kuşkusuz tarih boyunca bireylere ve topluluklara yönelik çok vahşi baskı, işkence ve katliam uygulamaları sözkonusu. İnsan kellesiyle duvarlar örüldüğü biliniyor. İnsanların diri diri derilerinin yüzülmüş olduğu anlatılıyor. Etkisiz kılınmış insanların sıra sıra asıldığı yerlere siyaset meydanları deniyor. İnsanlara yönelik onur kırıcı her türlü sözlü hakaretten dışkı yedirmeye kadar çok çeşitli maddi saldırının yapıldığı biliniyor.
Bunların hepsine çok yakın geçmişte bizler de tanık olduk. Bu temelde baskı yöntemlerinin en ağırının psikolojik alanda yapılanı olduğunu yaşayarak öğrendik. “Yalnız bırakma” insanın insana yaptığı baskı uygulamasının herhalde en ağırı ve acımasızı. Tarih boyunca insanlar yalnız bırakılarak teslim alınmak isteniyor. Kuyu gibi zindanlar bunun için yapılmış bulunuyor. Böylesi zindanlarda sonuna kadar direnerek teslim olmayan kişiler özgür insanlığın kahramanları olarak hep saygıyla anılıyor.
Yakın tarihimizde en ağır baskı ve işkenceyi 12 Eylül faşist-askeri rejiminin uyguladığını herkes biliyor. Özellikle Diyarbakır zindanında yapılanlar halâ belleklerde taptaze ve kolay silineceğe de benzemiyor. Bu insanlık dışı uygulamaların en ağırlarından birinin “yalnız bırakma” olduğunu yaşayan herkes anlatıyor. Özellikle 35. Koğuşun tek kişilik hücreleri insan öldürme yerleri olarak anılıyor. Zindan Direniş Önderi Mazlum Doğan’ın tek başına kaldığı böyle bir hücrede Nirvana’ya erdiği biliniyor.
Şimdi AKP hükümeti tarafından da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik benzer uygulamalar yapılıyor. Ondört yıldır İmralı tecrit ve işkence sistemi içinde tek başına tutulduğu yetmiyormuş gibi, bir yıldır da “Mutlak tecrit” uygulanıyor. Önder Abdullah Öcalan bir yıldır “Mutlak yalnızlık” içinde tutuluyor. Bu biçimde Kürt Halk Önderi ve halkına karşı şantaj yapılıyor. Mutlak yalnızlığın ifade ettiği psikolojik baskı ile Kürt Halk Önderi ve halkı teslim alınmak isteniyor.
Görülüyor ki, kendini “İleri demokrasi” olarak takdim eden AKP yönetiminin 12 Eylül faşist-askeri rejiminden fazla bir farkı yok. Yaşananlara Kürtlerin penceresinden bakınca durum böyle. Yine baskı, terör, tutuklama ve işkence var. Yine şiddet, katliam ve kırım var. Yine yalnız bırakma, tek kişilik hücre, psikolojik baskı var. Hem de öyle birkaç ay ya da yıl da değil. Tam ondört yıllık bir süre boyunca İmralı’da bu sistem uygulanıyor. Tarihin tanık olduğu en ağır ve uzun süreli yalnızlaştırma işkencesi uygulanıyor.
Elbette AKP hükümeti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uygulamaları ile ne yaptığını çok iyi biliyor. Öyle bilinçsiz ve tesadüfen olan pek bir şey yok. Her şey son derece bilinçli ve planlı bir tarzda yapılıyor. AKP hükümeti ondört yıllık İmralı işkencesiyle Kürt halkına yönelik nasıl onur kırıcı hakaret uyguladığının çok iyi farkında. İmralı işkencesi altında tutulanın bir kişi değil, bir halk olduğunu, Kürt halkının onur ve iradesini baskı altında tutuğunu çok iyi biliyor. Bu nedenle de Kürt halkı bu onur kırıcı işkence sistemine karşı hangi yöntemle dirense hakkı oluyor.
Tabiki bu direnişin öncülüğünü de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yapıyor. Ondört yıllık yalnızlık ve psikolojik baskıya karşı direnmek dile kolay! Bir yıllık mutlak tecrit ve mutlak yalnızlığa karşı direnmek dile kolay! “Yalnız bırakma” bir insana yönelik uygulanacak en ağır baskı biçimi olduğuna göre, İmralı sistemi altında Kürt Halk Önderi’ne yönelik en ağır baskı ve işkence türü uygulanıyor. Tüm bu uygulamalara karşı da İmralı’da Önder Abdullah Öcalan tarafından tarihin en büyük direnişlerinden biri sergileniyor.
İmralı direnişi Eyûp ve Nesimi duruşunun günümüze taşınması oluyor. Amed’teki Mazlum direnişçiliğinin İmralı’ya taşınmasını ifade ediyor. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direniş ruhunu İmralı’da zirveleştiriyor. Tüm bunların birleştirilmesi olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı direnişi, en ağır baskı biçimi olan mutlak yalnızlığın yenilmesi anlamına geliyor. Yalnızlığı yenmek, her türlü baskı ve işkenceyi yenerek mutlak hakikata ulaşmak demektir. Kürt Halk Önderi mevcut bilinç ve duruşuyla mutlak özgürlük hakikatına ulaşmayı temsil ediyor.
Yoksa ondört yıldır İmralı tecridi altında yaşamı yaratmak mümkün mü? Bir yıldır İmralı’daki mutlak tecride karşı direnmek mümkün mü? Burada yalnızlığı yenmeyi ifade eden yüksek bir bilinç düzeyi olmasa böyle bir direniş yürütülebilir mi?
Şimdi herkes çok daha açık bir biçimde görüyor ki, İmralı’da Kürt Halk Önderi şahsında insanlık ve özgür yaşam katlediliyor. İmralı işkencesi sürdükçe barış ve Kürt sorununun çözümü mümkün değil. Bu da Türkiye ve Ortadoğu için önlenemez bir felâket demek. Yalnızlığı yenerek Kürt Halk Önderi, kendini barışın, demokratik çözümün ve özgür yaşamın simgesi haline getirmiş durumda. Olacaksa bir barış ve özgür yaşam, o ancak Kürt Halk Önderi ile birlikte olur.
Bu nedenledir ki Kürt halkı “Önderliksiz Yaşam Olmaz!” diyor. Bu nedenledir ki yüzbinler Amed sokaklarını doldurarak “Öcalan’a Özgürlük” istiyor. AKP hükümeti kendi küfür düzenini görüp de mevcut hakaret rejiminden vazgeçmedikçe, Kürt halkının daha büyük bir öfkeyle “Önder Apo’ya Özgürlük” isteyeceği anlaşılıyor. 27 Temmuz’un birinci yıldönümünde yaşananlar bunu gösteriyor. İkinci yılda ise Kürt halkının “Önder Abdullah Öcalan’a Özgürlük ve Kürdistan’a Statü” hedefini mutlaka başaracağı ortaya çıkıyor.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgür Politika
- Ayrıntılar