Tarih disiplininde bazı günler ve dönemler; tarihin seyrinde kalıcı etkileriyle sürekli yaşamsal olur. Özellikle sömürülen ve baskı altında tutulan bir halkın nezdinde, tarihin seyrine etkide bulunan bu dönemlerin kalıcılığı ve yaşamsallığı daha anlamlı ve derin olur…
Kabul etmek gerekir ki; Kürt halkının son otuz yılına damgasını vuran ve tarihin seyrini her yönüyle değiştiren bir tarih olarak 15 Ağustos’un anlamı ve yaşamsallığı bu minvalde hayli önemli olmaktadır.
Kürtler açısından ve Kürt özgürlük hareketi adına her yıl kendini güçlendiren ve bu yönüyle de yaşamsallığını daha da anlamlı bir hale getiren; 15 Ağustos’u kritik etmek ve bugünlerde yaşanan tartışmaları değerlendirmek gerekmektedir.
Yıl 1984 ve Siirt’in Eruh ilçesi ile Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde gerçekleşen ilk eylemler ile birlikte tarihin seyrinde önemli etki de bulunan ve gelişimini oluşturan 15 Ağustos atılımı gerçekleşir.
Dönemin başbakanı Turgut Özal, Muğla'nın Bodrum ilçesinde tatildedir…
Konu kendisine aktarıldığında verdiği tepki ve yaptığı ilk açıklama; “birkaç eşkıyanın işidir, yirmi dört saate kalmaz, devlet konuyu çözer!” şeklinde olur…
Aynı dönemde Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren ise benzeri bir tepkiyi Marmaris’te verir…
Kimse gelişen bu saldırının bugünlere ulaşacağını ve böylesi kitlesel bir güce dönüşeceğini öngöremez…
Devam eden yıllarda, gerçekleşen saldırılar ve eylemlerle konunun Başbakan Özal’ın öngörmeye çalıştığı gibi kolay olmadığı ve kazın ayağının gerçekten de çok farklı olduğunu ortaya çıkardı.
86/89 yılları arasında artan eylemler ve bölgede yaşanan alan hakimiyetinin ardından devlet aklı konuya ehemmiyet verir. Yine aynı dönemde Özal; “suyun kurutulması” denilen projesini hayata geçirmeye çalışır. Bunun sonucunda Köy boşaltmaları ve koruculuk sistemi geliştirilmeye çalışılır ve bu şekilde sorunun içinden çıkılacağı yönünde bir görüş devlet aklı olarak uygulanmaya konulur.
Ortaya konulmak istenen bu yaklaşımlar; 90 yılların mayası olmuştur.
91 yılında ilk Irak müdahalesi olunca, Özal “bir koyup üç alacağız” dedi… Devletin aklı; ne yaptı/neyi aldı diye yıllarca tartışıldı. Sonuç ise fiili olarak parçalanan bir Irak ortaya çıktı.
92 yıllarında özellikle Botan alanında yaşanan çatışmalar ve ortaya çıkan mevcut tablo devlet aklının, bir yerlerde hata yaptığını ve karşısındaki gücün artık bir halk hareketine dönüştüğünü net bir şekilde görmeye başladı.
Bunun üzerine de hem Nusaybin’de, hem Şırnak/Cizre’de ve hem de Kars’ın Digor ilçelerinde hedef gözeterek halk tarandı ve kitlenin bu şekilde sindirileceği ve PKK’nin halk tabanından yoksun kalacağı öngörüldü… Onlarca insan katledildiği gibi aynı dönemde insan hakları savunucuları ve bağımsız bölge siyasetçileri de hedef seçildi…
Yine aynı dönemde NATO'nun desteğiyle Kuzey Irak’a büyük operasyonlar düzenlendi… Kürtlerin gerici güçlerinden yararlanılarak, NATO'nun tüm desteğini arkasına alan devletin aklı bu şekilde de istediğini tam olarak elde edememişti.
Devam eden süreçte ise bölgede devlet odaklı yapılanmalar ile halk arasında korkutma/sindirme amaçlı saldırıları sokak ortasında işlerken, yine devletin resmi makamları tarafından kurulan çetevari yapılanmalarla faili meçhuller geliştirildi…
Binlerce Kürt insanı devletin dolaylı ya da direkt müdahalesi sonucunda yaşamını yitirdi… Devletin aklının bu dönemde ortaya koyduğu siyasi mantık; en yüksek seviyede güvenlikçi yaklaşımlar ve uluslar arası güçlerin desteğiyle daha da önemli hamleleri geliştirebileceğini sandı…
93 yılında ise dönemin Cumhurbaşkanı-Jandarma Genel Komutanı sorunun çözümüne dönük projeler üzerinde çalışmaya başladılar… PKK ile devlet arasında çeşitli düzeylerde görüşmeler yapılarak, sorunun siyasal zeminde çözümüne fırsat verilmek istendi…
Bu gelişmelerin ardından hem Cumhurbaşkanı, hem de jandarma genel komutanı ve diğer birçok üst düzey yetkili, şaibeli şekilde öldürüldü… Bu dönem devlet aklının esip/gürlediği ve karanlık güçlerin bir çok sorunda ortaya çıktığı net bir şekilde görüldü…
Dönemin Genelkurmay başkanı Güreş, sorunun çözümünden ziyade batılı güçlerin politik çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başladı. Aynı dönemde üç kez darbeyle gönderilen ve dört kez de göreve gelen dönemin başbakanı Demirel, Çankaya köşküne çıktı.
ABD’den ithal edilen Tansu Çiller de başbakan oldu… “Kimseye bir çakıl taşı vermeyiz” diyerek, bu soruna yaklaşımını net bir şekilde ortaya koydu. Daha sonra “liste cebimde” diyerek, Kürt sermayesine ve iş adamlarına yönelik operasyonların işaret fişeğini ateşledi… Katledilme sırası Kürt iş adamlarına geldi…
90’lı yılların ortasında yaşanan bu karanlık tablonun ardından Refah-Yol hükümetinin dönemi başladı. 97 yılında tekrardan sorunun siyasi çözümü için girişimlerde bulunuldu… Ama yine sorunun silah gölgesinde kalmasını ve daha çok kanın akıtılması gerektiğine inanıldığından, meşhur 28 şubat süreci ortaya çıktı.
Sorunun uluslar arası alanda çözümü için yaşanan süreçte ise başta ABD ve İsrail olmak üzere Avrupalı güçlerin de etkisiyle 99’un Şubat ayında 15 Şubat komplosu ortaya çıktı. Türkiye adına pimi çekilmiş bir bomba gibi gelişen bu süreçte dönemin başbakanı “bize niye verdiler anlamadım” diyerek, siyaseten ne kadar aciz olduğunu beyan etti. Ve yaşananları anlamaya ahir ömrü yetmedi!
Kürt halk önderinin sürece gösterdiği sağduyulu yaklaşımı sonucunda siyasi çözüme yönelik bir şans daha verildi. Yaklaşık 5 yıl boyunca tek taraflı ateşkes ilan edildi…
2002 yılında yaşanan seçimlerde AKP dönemi başladı…
Yakın siyasi geçmişte AKP’nin şeceresi ise malumun ilanı olmaktadır.
Bugün 15 Ağustos’un 29. yılına girerken yaşananların, yapılan değerlendirmelerin ve ortaya konulan görüşlerin ciddi manada değiştiğini söylemek güç… Özellikle devletin aklı kaldığı yerden devam etmeye çalışıyor ve gün geçtikçe daha çok batmaktan kurtulamıyor…
15 Ağustos’un seyrindeki derinlik ve anlam zenginliği ise daha da güçlenerek, kitleselleşerek devam ediyor…
Devletin aklı uygulamaya çalıştığı güvenlik politikalarıyla kendi kendine basit bir ötenazi yapıyor, bize de “Nice 15 Ağustos’lara” demekten başka bir şey kalmıyor…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Korku nasıl bir şey diye düşünmeden edemiyor insan, gerillanın yükseltiği çıta karşısında ne konuşacağını bilmeyen kanyiyici devlet ve onun uzantılarını gördükçe. Korku yükselen çıtaya kendini katarak, kendilerini yükselen çıtanın kendisi yaparak, fedaice ve onurluca şehit düşen yoldaşların onurlu gerçeği karşısında yaşanmakta.
Şehadete giden her özgür ruhlu can, yükselen çıtanın kendisi olmakta. Bu denli büyük ve ulaşılamaz ayrıca tarifi zor olan feda oluşun kendisi olan şehit yoldaşlar; kendilerini Önderliğin yükselttiği çıtanın kendisi haline getirmekte.
Korku bu çıtaya karşı yaşanıyor. Korku bu çıtanın kendisi olan insanlık güzeli fedai yoldaşlarımızın vuruşları karşısında yaşanmakta. Kim ne derse desin asıl iman sahibi, asıl doğru duruşun sahibi onlar. Bu Önderlik bizim ve biz de onun militanlarıyız diyenlerin en katıksız bir şekilde onu savunma biçimini uyguladılar. Korku bu katıksız sevgiye karşı yaşanmakta; korku bu katıksız sevginin sahiplerinin vuruşu karşısında cayır cayır yaşanmaktadır.
Kirlenen, tücarlaşan, alım-satım haline getirilen ramazana, oruça dair her şey, her üsulde bu görkemli yürüyüşler karşısında aslında temizlenip tekrar kendi özüne dönüyor. Bu kadar yalan, işkence, Önderliğimiz tecrit altındayken en temel varolma hakkına işlerlik kazandırıyorlar. Bu kadar kanın üzerinde tutulacak orucun bu fedaice duruş olduğunu herkesi titretircesine söylüyorlar.
Devrimci operasyonda her bir şehadet unutulmaz bir cığlık ve böyle düşen her bir yoldaş zalimi titretiyor, konuşamaz hale getiriyor ki bu yüzden ancak yazılı açıklamalar yapabiliyorlar. Zaten doğruluk hakkına konuşacak hiç bir şeyleri de kalmamıştı. O yüzden yoldaşlarımız yaptıkları devrimci operasyon ile onların elinden bunu da aldılar. Bu onları ne kadar yüreklerinden vurduğunun ispatı, bu ise göze görüneni sadece.
Asıl korku ölen asker sayısı, bombalanan mevzinin sayısı da değil. Vuranların vuruş tarzı, baskın yapanların amansızca kendi değerlerini savunmadaki amansız, heybetli, olağanüstü cesaretleridir. Korkuyu salan bu eyleme giden yoldaşların Önderliğine ve şehitlerine karşı olan bağlılığının doğan bir güneş kadar net bir şekilde görülmesidir.
Öyle vuruyorlar ki öyle giriyolar ki içine içine düşmanın Apocu kişilik biziz biziz, bizi yenemezsiniz. Bu yüreği yenemezsiniz. Bu yüreğe ulaşamazsınız çünkü hiç bir çıkara bulaşmamış yürek sahibidir onlar. Çünkü gözlerini Önderliğinden bir an bile ayırmamış, gözlerini şehit yoldaşların ardılı olmaktan bir an bile ayırmamış dürüst yürek sahibidir onlar. Onlar ki şehadet çizgisine en onurluca sahip çıkmaya adanmış akıl ve düş sahibiydiler.
Korkuyorlar ve korkularında en kazançlı çıkan da yalanın kendisi oluyor. Ve yalanlarına biraz içerik katmak için bu yalanları teorileştiriyorlar ama ne iş ki yüzleri bile kızarmıyor bu mübarek ramazanda. Oysa ki Apocu yaşamda korkaklık ve yalan yenilmek zorundadır. Ve Apocu yaşam kendini aşan insanın kendini adamaya hazır insanın öyküsüdür. Asıl teoriler kendini gerçekleştirerek söylenir. Ve böyle gerçekleşene doğru yürümek teorinin özü olmaktadır. Ve her zaman yaşam klavuzumuz en somut haliyle ONLAR olmaktadır. Çünkü bu güçlerini en yalın en sade bir biçimde Önderlik Gerçeğinden alırlar.
O yüzden “biz bağlıyız”, “Önder Aposuz asla” dedik ve “böyleyiz” diyenin ve böyle yaşayanın kendisini ifade etmesidir tepede yapılan fedai eylem. Fedailik yalansızlıktır çünkü. Bu yalansızlıktandır düşmanın asıl korkuları, bu yalansızlık dehşet saçıyor tüm adiliklere Önderliğimizin üstüne gitmeye çalışanlara.
Korku öyle bir psikoloji ki düştüğü yeri için için yer, bunun azabı sonucu başlayan şaşkınlık, paniklik, benizin atması, soluğun kesilmesi, ağız kenarlarının kuruması ve çürümüşlük de çabası. Korkunun olduğu yerde herşey konuşulur da lakin doğru konuşulamaz. Ramazanın bile kutsallığı yetmez onu aştırmaya çünkü doğası gereği yalancı olmak, inkarcı olmak ve saldırmak zorundadır.
Kendi insan olma, kadın olma, özgür bir halk olma savaşımımızı, yenileyerek verdiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemin yaratılması bu günlerin daha onurlu bir şekilde verilmesi ancak ve ancak şehit düşen arkadaşlarımız sayesinde oldu. Ve bu yolda amansız başarı temelinde çalışan militan gerçeklik karşısında oldu. Bu şehit yoldaşlarımız her yerde halkımızın onurlu ve görkemli karşılamasıyla toprağa verildi. Bu yoldaşlarımız herşeyimiz ve her anımız olarak bizler ile var oldular.
Bizler Önderlik gerçeğinin kendisinden de pek yaman bir şekilde biliyoruz ki şehit toprağa gömülmez, yüreğe gömülmez; şehide başarı temelinde büyük devrimci pratiklerle sahip çıkılır.
İçinden geçtiğimiz bu ağustos ayı da böylesi bir ay olmaktadır. Ağustos denince Agit akla gelir. Ve Önderlik büyük önderliksel yürüyüşü ile binlerce Agit yarattı bu topraklarda. Agit’in ardılları olarak büyük Botan Komutanı Erdallar, Dersim yolunda Beşiri ovasında şehit düşen Nucanlar, Dersim’de Agitçe desta yazan özverili Komutan Medeniler, Dersim’in özgün ve nadide Komutanı Tekoşinler, Garzan yolculuğunda 11 yoldaşı ile destan yazan Komutan Rozalar; sesi ile içimizdeki büyü olan Delilalar ve daha adını sayamayacağımız kadar çok olan biiinlerce onurlu yoldaşlar da bu ayın şehididir. Değişmeyen bir gerçek olarak bir Agit binlerce Agit olarak bu topraklarda yeşerdi. Ve halen yeşermeye devam ediyor.
Ve bizler de Ş. Arjin Garzan ve de Ş.Mahir Başkale adıyla yapılan Çelê Devrimci Operasyonunda şehit düşen her bir yoldaşımızı Agitlerin ardılları olarak tüm görkemliliğiyle selamlıyoruz. Ve şehitlerin sadece toprağa ve yüreklerimize gömemeyeceğimiz bir gerçek olduğunun bilinciyle yalan karşısında korkusuz, özverili, cesurca durmak isteyen tüm genç kadınları ve erkekleri dağlara çağırıyoruz.
Şehadet gerçeğine tüm benliğiyle kendini katmak isteyen, şehide sahip çıkmayı isteyen en temelde Onu yaşamak ve yaşatmak temelinde kendini katmak isteyen tüm Kürt gençlerini özgürlük dağlarına çağırıyoruz. Şehidi ve onun çizgisini, kimliğini, kişiliğini bir bütünen her nerde olursa olsun savunmaya ve bunu bir meşru savunma hakkı olarak uygulamaya çağırıyoruz. Bu savaşın engin tecrübeleri çerçevesinde kayıp nedenlerini anlayıp aşmaya çalışarak ve kazanımlarına da binlerce kez kendimizi katarak görkemlice büyütmeye çağırıyoruz.
Nupelda ENGİN
- Ayrıntılar
TC devleti ve onun iktidar odakları artık çok sıkışıklar. Sıkışıklık her zaman iyi bir ruh hali değildir.
Biliniyor sıkışık olanların hal hareketleri çok dengesizleşir. Aklıselimi yitirirler. Böyleleri var olan duruma göre, var olan durumu kurtarmak için harekete geçerler. Bu ise aklın yerine anlık çıkarların, duyguların, tepkilerin ve reflekslerin konuşturulması anlamına gelir. Özcesi akıl geri plana itilerek toplumsal baskı, mahalle baskısı derken böyle birçok baskı gündeme gelerek bu durumu yaşayan bireyi, topluluğu ya da bunlar bir iktidar güçleri ise bu iktidar odaklarını hata üzerine hata yapmaya zorlar.
Evet, TC devleti ve iktidar odakları bayağı sıkışıklıklar. Bu sıkışıklığın onlarla olan ayağı mutlaka vardır. Ancak bu sıkışıklığı yaratan en önemli güç odağı özgürlük güçleridir. Özgürlük güçlerinin dağ ayağı, özgürlük güçlerinin şehir ayağı, özgürlük güçlerinin güney ayağı, özgürlük güçlerin gençlik, kadın derken tüm ayakları ve bileşenleri, özgürlüğe gönül vermiş tüm kesimler bir noktaya bilinçli bir şekilde atış yapıyorlar. Bir noktaya ortak atış yapmak önemli oranda bir örgütlülüğü ifade eder. Çok disipline olmuş bir yapıyı ifade eder.
Evet, özgürlük güçleri tarihin bu önemli an’ında topyekûn bir eş güdüm içerinde özgürlükleri için hareket ediyorlar. Bu ise güçlerine güç katarak sinerji yaratıyor. Kelebek etkisi dedikleri etki burada da gündeme geliyor. Özgürlükçü Kürtler bu etkinin bilinciyle tarihin bu önemli anına ortak yükleniyorlar.
Evet, özgürlük sevdalısı Kürtler ve dostları bu tarihi ana yükleniyorlar. Tarihi ana yüklenmek demek dediğimiz gibi öncelikli olarak çok güçlü bir örgütlülüğü gerektirir. Büyük özveriyi gerektirir. Ortaklaşmayı ve birliği gerektirir. Bir noktaya odaklanarak ortak hareket etmeyi gerektirir. Ve tabii ki düşmanların sayısını azaltarak dostların sayısını çoğaltmayı gerektirir.
Özgürlükçü Kürtler öncelikli olarak Kürtleri bir araya getirmeye doğru hızla ilerliyorlar. Yine Türkiye cephesindeki demokrat sosyalist çevreler başta olmakla üzere faşizme ne kadar muhalif güç varsa hepsiyle bir araya gelerek faşizme karşı güçlü bir duruş içerisine giriyorlar. Yine uluslar arası alanda katkı sunacaklara eskisinden çok ileri düzeyde ilişki içerisine girerek faşizme karşı bloklarını genişletiyorlar. Ve tabii birçok aydın, liberal, farklı çevrelerle de ilişkilenmeyi unutmadan özgürlük değerleri etrafında bir araya geliyorlar.
Tüm bunlar tarihi bir an’ın yaşandığını ve daha güçlü bir şekilde tarihe not düşüleceğinin işareti olmaktadır. Bir şehit yoldaşımızın dediği gibi: “Bir çentik de biz atmalıyız bu kayalıklara” diyerek, “Yüzyıllar, bin yıllar sonra bile sürülebilecek bir izde biz olmalıyız” felsefesiyle tarihe ve an’a yüklenilmektedir.
Ancak biz özgürlük savaşıyla uğraşanlar da biliyoruz ki iktidar odaklı güçlerin onlarca hatta yüzlerce hileyle her zaman yeniden kendilerini yenileme taktikleri bulunuyor. Bu taktiklerinin başında ilk günden bugüne kadar uygulananı özgürlükçülerin içinde ya da özgürleşmek isteyen halkın içinde keklik takımları çıkartarak bu tarihi an’ı tersine çevirme marifetleri geliyor. İhanet, işbirlikçilik esasta bu iktidar odaklarının kullandıkları en güçlü yöntemleridir. Halkları parçalamak, birbirine bırakmak, zayıf düşürmek hep ağırlıklı olarak bu keklik takımları elleriyle yapılmış ve bugün de, ileride de bunların elleriyle yapılacaktır.
Gönlünü özgürlüğe yatırmış olanlar, tarihi an’ı doğru değerlendirmek isteyenlerin yapacağı ilk iş bunun için örgütlenme, birlik yaratma, dayanışma ve sert kavga vermenin yanı sıra birde yukarıda dile gelen keklik takımlarına yönelmek ve pasifize etmek olmalıdır. Özgürlük elde edinmek isteniyorsa bugün faşizmin cephesinde yer alan tüm keklik takımlarını ülkemizde söküp atmamız gerekiyor. Böyle ihanetçi, işbirlikçi tipleri ülkemizde yaşamasına izin vermemiz gerekir. Böylelerine ülkemizde cirit atmalarına izin vermemiz gerekiyor. Böylelerini sadece teşhir etmekle yetinmeden, böylelerini ülkemizde kuyruklarına teneke takarak köy köy dolaştırılması gerekir.
İhanetçi, işbirlikçi keklik takımlarına ülkemizde at koşturmalarına izin vermemeliyiz. Gelip gitmelerine izin vermemeliyiz. Böyleleri eğer faşist cephede direk yer alıyorlarsa bunları faşist devletin resmi silahşorları bilerek gerekli yaklaşımı göstermemiz gerekiyor.
Evet, Kürdistan’da iktidar odakları yani Akepe’nin yanında duran, statükocu faşist yapılarla danışıklı dövüş temelinde halkımızın değerlerine, kendi birkaç kuruşluk kirli kazancı için saldıranlara gerekli cevabı her Kürt genci mutlaka vermelidir. Böyleleri ülkemizin sokaklarında dolaşmamalı ve böylelerine buralarda dolaşmalarına izin vermemeliyiz.
Az da olsa Kürdistan’da Kürdistan gerillası denetimi eline almıştır. Bu denetim daha da çoğalacaktır. Yollar daha fazla kontrol altına alınacaktır. Faşist devletle işbirliği yaparak milyarlarca parayı halkımızın aleyhine askeri inşaatlarda kazananlara da giderek daha sert yaklaşımlar sergilenecektir. Ve tabii birde Kürdistan’da bu faşist yapının tüm alt yapı kurumlarına karşı da bir hareketlenme yaşanacaktır.
Bunun için diyoruz ki: Kürdistan’da artık at koşturmayacaksınız. At koşturtacaksanız da o zaman yukarıda söylenenlerin bilincinde ve sorumluluğu almaya hazır bir şekilde koşturun.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Ağustos günü saat 09.00 sularında Amed’in Lice-Hani yolu üzerinde operasyona çıkan işgalci TC ordusunun özel harekat polislerine ait askeri bir konvoya yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Sahiden, Şemdinli’den size selam var. Hani TC devletinin “19 gün boyunca operasyon yaptık ve bitirdik” dedikleri Şemzinan’dan.
TC devleti operasyon yaptı ve “kökümüzü kazıdı,” ancak ne tuhaftır ki biz bu topraklarda yeniden fışkıranlar, her gün her gün eylem yapıyoruz. Yol kontrollerini daha sık yapıyoruz. Söyleyeceklerimizi sadece yol kontrollerinde söylemiyoruz, hayır şehirlere inerek şehir merkezlerinden de yol kontrolleri yapıyoruz.
TC devleti devasa bir operasyon yaptı ve kendi deyimleriyle “175 terörist öldürdüler.” Ve bu tespit ettikleri öldürülenlerin kanıtlardı nerde(?) diye sorulduğunda verdikleri ilk cevap: “İnsansız Hava Uçakları.” Tabii birde gerillalarının kendi aralarında yaptıkları “muhabereleri.”
1990’ların ortalarını hatırlayanlar bilir. Osman Pamukoğlu ki gerilla bu kişiye Osman Xurifioğlu diyordu. Bu kişi o zaman yüzlerce “terörist” öldürdüğünü kameralara kızarmadan-bozarmadan söylüyordu. Bir iki gazetecinin “peki bize cenazeleri gösterin” demesi ve istemlerinde dayatmalarına üzerine sinirlenerek;“ben askerlerime leş toplatmam” demiş, “saymak isteyenler gidip kendileri sayabilirler” gibi oldukça inandırıcılıktan yoksun açıklamalarda bulunmuştu.
Bir parantez açarak yıllar sonra yaptıkları bir programda Osman Xurifioğlu “Xakurk’ta 400 terörist öldürüldü diye bir haber geçmişti. Hâlbuki Xakurk’a operasyon bile yapılmamıştı” gibi özel savaşın propagandasını nasıl yürüttüğünü bizatihi onun ağzından duyuyoruz. Duyuyoruz ve de “leş toplatmam” sözlerine daha fazla anlıyoruz. Parantezi kapatıyoruz.
Biz o yıllarda Türk özel savaş sisteminin, Mehmetçik basınının ve de iktidar güçlerinin yalan söylediklerini iyi biliyorduk. Çünkü kendimiz olayların içerisinde yaşıyorduk. Ancak bu yalanları bizim medya aracılığıyla yalanlamamız mümkün değildi. Teknoloji o kadar gelişkin değildi. Dünya bugünkü kadar küçük değildi. Ve tabii sanal dünya bu kadar gelişmemişti. O yıllarda “ben attım, alan alsın” diyebilirdiniz. Gerçi Kürt halkı o zamanda yalanlarınıza inanmıyordu ancak yinede bir çevreyi manipüle etmeyi başardığınızı söylememiz gerekiyor.
Lakin çağ değişmiştir. Teknoloji o kadar gelişmiştir. Olup bitenleri anında ekranlara ya da radyolara aktarma imkanı bulunuyor. Birde özgürlük gerillasının da artık kameraları bulunuyor. Onlarda artık bir şeyleri çekip dünya kamuoyuna suna biliyor.
“19 gün sonra TC faşist devleti gerillayı süpürdü geçti. Hiçbir gerilla artık Şemzinan’da kalmamıştır. Çünkü temizlenmişlerdir.” Ancak tuhaf olan ise faşist devletin yaptıkları resmi açıklamanın hemen ertesi gününde gerillalar yol kesiyor, onlarca aracı durduruyor, kameralara alıyorlar. Hatta bu eylemlerden bir tanesinden Türk ajansları da tesadüfen hazır bulunarak çekim yapıyorlar. Ve gerilla her gün yol kesiyor. Gerilla her gün sağında solunda Şemzinan’ın düşman güçlerini vuruyor. Eylem yapıyor. Gerillalar güçlü tahkim edilmiş taburlara da ağır silahlarla dövüyorlar. Ve tabii gerillaya bu yetmeyince şehir merkezine girip halkımızın 15 ağustos ulusal ve zafer bayramını kutluyor.
Evet, Şemzinan’da size selam var dedik. Gerilla eylemiyle, vuruşlarıyla ve birde tabii yaptığı toplantılarıyla size selam gönderiyor.
Gerilla günlük olarak eylem içerisindeyken, günlük olarak alanda bulunan karakollara erzakın gitmesini hem karadan hem de havadan engellerken, TC devleti her gün değil her saat, hatta ekranlarda alt yazı olarak “teröristleri Şemdinli’de süpürdük” diye yazsınlar. Ve önce kendilerini sonra da Türkiye halklarını kandırsınlar.
Onlar bu kirli özel savaş yalanlarıyla yaşamaya devam etsinler, bizler Şemzinan’da gerillanın gönderdiği selamın karşılığını vermeye hazırlanalım. Gerillanın selamına en iyi cevabı verecek olan gençliktir. Gençliğin selamı herkesin gibi elbette olmayacaktır. Gençliğin selamı gerillanın bulunduğu mekanda ona vereceği selamdır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
23 Temmuz günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesi çevresinde başlatılan devrimci harekat boyunca çeşitli yer ve zamanlarda 12 yoldaşımızın şahadete ulaştığı bilgisini daha önce kamuoyuyla paylaşmıştık
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Ağustos günü Dersim’in Pülümür ilçesine bağlı Kızılmescit ve Kevire Spî alanlarında işgalci TC ordusu tarafından başlatılan operasyon gizli birliklerin keşif ve pusulama faaliyetleri çerçevesinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Ağustos günü saat 20.00 sularında Dersim’in Pülümür ilçesi Serhat Çayırı mıntıkasında işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Jîn yüzlerce kez Jîn, milyon kere Jîn, Kürdistan’ın bütün ırmaklarında Jîn, dağlarda, Kürdistanî bütün soluklarda Jîn. Evet bir volkan daha patladı, bir çığlık daha koptu ülkemin kalbinde. Bir kadın daha selamlaştı yıldızlarla. Bir tomurcuk daha Zilan çiçeği açtı. Dünyalar güzeli bir kadın gerilla daha özgürlüğün ölümsüz zılgıtı oldu. Adı Jîn, soyadı yine Jîn. Yaşam gerekçesi Jîn, ölüm gerekçesi Jîn. Savaşın kuşatmasında, ölümün kol gezdiği bir mekanda çocuksu bir gülüşün zamanıydı Jîn. Somurtkan dünyanın en masum tebessümüydü Jîn. Ölümün barınmadığı, ölümün dışında olan… Adı yaşam, yani Jîn olan.
Jîn öyle bir ülkenin çocuğuydu ki, bin yıllardır anaların ağıtıyla yıkandı bu ülke. Belki de bu yüzden bu kadar zılgıt olmayı sevdi. Kadınlığın bütün çığlıklarını ruhunda hissetti. Ve o asla kabul etmedi ruhunun kuşatmaya alınmasını. Belki de bu yüzden özgürlük halayının başını çeken, ülkesinin en nazenin kızlarından olmayı seçti. Jîn, hepimizin yüreğindeki şarkının sözü oldu. Hayalini kurduğumuz özgür ülkenin şiiri oldu.
Ve 5 Ağustos’da Çukurca’da bedenine bağladığı bombalarla fedai eylemi gerçekleştirdi Jîn.
Mücadelemizin katmerleşerek devam ettiği bu süreçte, her zamankinden daha fazla karşımızdaki düşman AKP maskesi ile üç maymunları oynamaya devam ediyor. Bütün bu kahramanlıklara, yiğit Kürt kızlarının zılgıtlarına rağmen görmedim, duymadım ve bilmiyorum pozisyonundan bir adım ileriye gitmemeye yeminli adeta. Bir de herkesi kendisi gibi sanmaz mı? Bu direnişin görkemini, bu yüce ruhun irade ve azmini dış ülkelerin desteğine bağlamaz mı? Kendi yörüngesinin dışına çıkamayan bir fukaralık örneği. Her defasında soluğu Amerika’da alan Türkiye’yi parsel parsel Batı’ya peşkeş çeken bu zihniyet, herkesi kendisi gibi dışa endeksli sanıyor. Oysa Jîn’in dağ kadar yüreği varken, Kürdistanî bir ezgiye sahipken ve yüreğinin öfkesi bugün patlamayı bekliyorken, neden dışa sığınsın ki? Bu militanların bu kadar içsel gerekçeleri varken, dış da neyin nesiymiş? ‘Dış’ AKP’ye ait olan bir kavram. Biz baştan ayağa ‘İç’ olanız. Ülkemizde kuşatmayı, işkenceyi, esareti kabul etmeyen bir özgürlük hareketinin "militanlarıyız. Jîn’in yoldaşlarıyız. Buna rağmen bu fedai ruhu görmezden gelen, duymak istemeyen ve asla bilmek istemeyen bu kof beyniyle asla bilemeyecek olan bir gerçekle karşı karşıyayız. Ama bilinsin isteriz ki, Apocu militanların hiçbir dış güce ihtiyacı olmaksızın ve bir halkın yüreğini fethetmişken, volkan gibi yüreklere sahipken dünyalar yerle bir edilebilir. AKP ve AKP jandarmaları bu öfkeyle, bu isyanla her zaman karşı karşıya geleceklerdir. Onlar görmek istemezse de, bu yüreği baştan ayağa isyan olan halkın çocukları, bu gerçeği onların gözünün içine koyacaktır.
Sıkıysa duymasınlar. Ama biz, yüreğimizdeki çığlığı her gün haykıracağız. Esaret varoldukça, işkenceler sürdükçe, annelerimiz sokaklarda süründürüldükçe varolmaya da devam edeceğiz. Sıkıysa bilmesinler. Kendi ülkelerindeki dehşeti görmeyip Suriye’ye, Mısır’a perspektif versinler. Ama bu hiç bilmezlikten, görmezlikten, duymazlıktan geldikleri bu ateş, en çok da onları yakacaktır. Bu dağlarda kimse canından bezmemiştir. Bu yaşam dolu gençler, bedenlerini paramparça ediyorsa Erdoğan’ın idrak edemeyeceği kadar büyük gerekçeleri vardır. Ve bu savaş devam ettikçe bu diyalektik hep böyle de sürecektir. Hadi diyelim ki bilinmedi, duyulmadı ve görülmek istenmedi, ama insan biraz başını iki eli arasına alır düşünür. Geceleri niye rahat yatamıyorum diye kendine sorar. Dağ yürekli Jîn ve Jîn’in yoldaşları, artık sadece eylem değil, harekat insanlarıdırlar.
15 Ağustos’a sayılı günler kala yola çıktığımız ilk gerekçeyle hala meramımızı anlatmaya çalışıyoruz o çok bahsi geçen ‘dış dünyaya’, bize çok uzak olan dış güçlere. Sormazlar mı adama, bu kadar destekçiyse bu dış olan her şey neden hiç anlamadı şimdiye dek bu gençlerin savaş gerekçesini? Canını hiç çekinmeden feda eden bu yiğit genç kızları? Bütün dünya anlamsızlığa doğru giderken, bir de başımıza ‘dış’tan bir maske musallat ettiler.
Anlamak istemeyen Türkiye iktidar elidi Kürtlere dair Suriye’de olanların Kuzey Kürdistan’a sıçramasının paranoyasını yaşadığı için anlamayan ruh halinden kurtulamıyor bir türlü. O zaman neden paranoya yaşıyor? Neden bu kadar korku? Ve bu korku neden bu kadar içe işlemiş? Hem de bu kadar dış gerekçeleri güçlüyken… İnsanın gücüne gidiyor doğrusu. Adı Amerika uşağı diye bilinen, bir başbakanın bu kadar dıştan bahsetmesi komik kaçıyor. Bu kadar içsel bir korkuya kapılması kafalarda bir sürü soru işareti yaratıyor. Neyse…
Biz içsel olan çığlığımıza dönelim. Yüreğimizde hiç silinmeyecek olan, beynimizde özgürlük yankısı olarak anılacak olan Jîn-imize… En çok bu dağlarda savaşanlar savaşın bitmesini ister. Bunun için hiç kimsenin yapamadığı, yapamayacağı fedakarlıklara katlanır. Jîn bunu en anlamayana, en bilmeyene, en duymayana, en görmeyene de göstermeyi bilmiştir. Sıkıysa kör olun, isterseniz kaçın bilmemek için. Çok başarabiliyorsanız sağır olun. Siz nerede olursanız olun Jîn ve Jîn’in ardılları ülkelerinin içinde, halklarının içlerine işlemiş olan özgürlük çığlığı olmaya devam edecektir.
Medya DOZ
- Ayrıntılar
Kürdistan’da her zamankinden çok ileri düzeyde bir sıcaklık yaşanıyor. Ve bu sıcaklık sadece bir yazın sıcaklığı değildir elbette. Bu sıcaklık 14 Temmuz’dan bizlere bugünlere kalan bir sıcaklık. Öyle ki 30 yıl önce sergilenen direniş bugünlere büyük bir meşale olarak yansıyor. Ve aynen o günlerdeki gibi bizlere umut saçıyor. Boşuna büyük insan ve büyük devrimci militan Mehmet Hayri Durmuş yoldaşımız bu en zor koşullarda “Kürdistan Vietnamlaşıyor duyuyor musunuz?” dememiştir. Ve boşuna büyük militan Kemal Pir yoldaş: “Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” da dememiştir.
Evet, onlar 30 yıl önce Mazlum Doğan yoldaşın çaktığı ilk kibrit ateşini bedenlerini açlıklara vererek devasa bir direniş mirası ekerlerken biliyorlardı ki aynen temmuz aylarında, yine sıcak bir yaz gününde Kürdistan TC faşist devletine mezar olacaktı. Ve onlar biliyorlardı ki 23 Temmuz 2012 gününde bugüne Şemzinan’da başlayan gerilla direniş adım adım, karış karış tüm Kürdistan’a yayılmanın fitili olacaktır. Ve onlar biliyorlardı ki direnişleri “ihanetin göğsüne hançer gibi saplandı” ve saplanacaktı.
Evet, bugünlerde Kürdistan sıcak geçiyor. Ve dediğimiz gibi bu sıcaklık sadece ve sadece yazın sıcaklığı değildir. Gerçi biz Kürtler ve belki de tüm Ortadoğular yazın sıcaklıklarından tez canlı oluruz. Canlanırız. Hareketleniriz. Ve belki de bu hareketlenmeyi buralı insanlar önceden baharla başlarlar. Sonradan bu bahar atikliğini adım adım yaza taşırlar. Ve bir yaz olmayı görsün artık hiç kimse buralı insanların sıcaklığını durduramaz.
Bu sıcaklıklara birde halkların baharını tetikleyen başka halkların özgürlük yürüyüşleri eklensin. Yani Arap baharı gibi, Ortadoğu baharı gibi. Siz artık buralı insanın duracağını düşünüyorsanız büyük hatta işliyorsunuzdur. Ve hele birde Kürt halk önderliğinin yıllar önce hem de çok yıllar önce halkların baharının geleceğini bilerek buralı halkı bu gelecek bahar günleri için nefes nefese hazırladığını da keşke bir bilseniz!
İşte o zaman 2012 yılının bu günlerinde Kürdistan’da yaşanan sıcaklıkları anlardınız. Bu sıcaklıkların dediğimiz gibi sadece mevsimle ilişkili olmadığını da anlardınız. Ve sizler bu sıcaklıkların bir halkın umudunun giderek zirvelere taşıyarak artık köle zincirlerini kabul etmediğini ve giderek kendi yolunu çizmek için daha büyük adımlar atmaya hazır olduğunu da anlardınız. Ve artık bir halkın tümden özgürlük için tırnağını dişine takarak kavganın tam ortasına atıldığını anlardınız.
Evet, Kürdistan’da bu ağustos her yıldan daha fazla sıcak geçiyor. Ve öyle görülüyor ki bu sıcaklar Kürdistan’da bu yıl eylüle ve ardından da ekime sarkacaktır. Çünkü bu sıcaklıklar insan ruhunu ısıtan sıcaklıklardır. Çünkü bu sıcaklıklar umut taşıyan sıcaklıklardır. Ve çünkü bu sıcaklıklar bir halkın kaderini tayin etmenin arifesinde yaşanan sıcaklıklardır.
Bunun için diyoruz ki bu yaz aylarının sıcaklığını daha da arttırmak için her Kürdistanlı, her Türkiyeli demokrat, her sosyalist, her faşizm karşıtı kesim ve kişiler, her bu sistemden rahatsız olan birey ve kurumlar ve tabii her insan olmak için direnen tüm toplumsal kesimler hep bir elden güçleri oranında bu bir şeyler yapmalı. Boşuna zamanında bir şair; “bir şeyler yapmalı” dememiştir.
Evet, bir şeyler yapmak isteyenler, geçmiş yılların eksikliklerini telafi etmek isteyenler, vicdan kirlenmesini aşmak isteyenler, kendilerini kendi vicdanları karşısında af ettirmek isteyenler mutlaka ama mutlaka bu yaz sıcaklıklarına destek sunarak özgürlük savaşçılarının yanında bir halkın özgürlük umudunu pratikleştirmenin tüm çabasını sergilemelidirler.
Ve unutulmasın ki bir halkın umudunu gerçekleştirmek hele bir de bu halkın adı Kürt halkı ise her şeyden önce kendi umudunu ve hayallini gerçekleştirmek olacaktır. Nedeni ise basittir, Kemal Pir yoldaşımız yıllar önce: “Türkiye halklarının kurtuluşu Kürt halkının özgürlüğünde geçmektedir” derken kast ettiği Kürt halkın özgürlüğünün mutlaka ama mutlaka beraberinde bu coğrafyalarda başka halkların özgürlüğünü de getireceğidir.
Ve işte bunun için yeniden diyoruz ki; ağustosun bu sıcağında dağlarla yeniden daha güçlü buluşmak için Türkiyeli, bu coğrafyalı ve tabii ki Kürdistanlı tüm gençleri yanımıza davet ediyoruz. Dağlara davet ediyoruz. Özgürlük dağlarına davet ediyoruz.
Engin Sincer
- Ayrıntılar