Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Ağustos günü Dersim-Merkez’e bağı Demenan Sırtları, Kırmızıdağ, Serkeftin Boğazı ve Tülük ile Nazmiye ilçesine bağlı Hakis, Değirmendere, Dizik ile Mala Xebat alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından indirmelerle bir operasyon başlatılmıştır
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Ağustos günü saat 24.00 sularında Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Kızılağaç, Çatak, Xarik ile Tevka Jorîn alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından indirmeler ile bir operasyon başlatılmıştır. Ayrıca kobra tipi helikopterler ile alana yönelik olarak bombardıman yapılırken, TC ordusu tarafından Batufa Boğazı, Kızılağaç ve Tevka Jorin alanlarına yönelik olarak pusulama faaliyetleri yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Ağustos günü (bugün) 02.00-05.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Kebra Zahir ve Koordine Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Haziran günü Dersim’in Nazimiye ve Pülümür ilçeleri arasında bulunan Koordine Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından indirmeler yapılarak bir operasyon başlatılmıştır. Arama tarama faaliyetleri yapan operasyon gücü halen arazide hareketli birlikler şeklinde keşif ve pusulama faaliyetleri yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Bazı yanlış kullanılan kavramları düzeltelim. Kim ne isterse, kim nereye isterse silahının yada topunun ağzını tutarak salvo atışları yapamaz. Boşuna Hz. Ali dememiş; “söz senin içindeyse senin kölendir, söz ağzından dışarıya çıkmışsa sen onun kölesisin.” Öyle her söz söylenmez, bireyin ağzından çıkan söz bireyi fazladan bağlar.
Son zamanlarda sahte İslamcı siyasiler ve onların yandaş basıncıları yeni bir şey icat ettiler; Türk ordusunu biz eleştiriyoruz da neden siz-yani Kürt sivil toplum örgütleri, Kürt siyasetçileri-PKK’yi eleştirmiyorsunuz? Kendilerince faşist Türk ordusunu, Kürt özgürlük savaşçılarıyla aynı kefeye koyuyorlar. Güya PKK ve onun gerillası, Kürdistan’da sivil toplum örgütlenmenin, Kürdistan’da demokratikleşmenin ve de Kürdistan’da gelişmenin önünü “alıyormuş.”
Bu; yeni kurnazlıklarla, hilelerle, yalanlarla, duygu sömürüleriyle ve de kimine özel fırsatlar ve şanslar açmalarla, özenle geliştirilmeye çalışılıyor. Önceleri Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin gelişimiyle Kürdistan’da silinen ve ortadan kaybolan ve bu bağlamda PKK’ye tepkilenen onlarca bireye vaatler verme temelinde yanlarına alarak, Özgürlük Hareketi’ne saldırtmaya başladılar. Sonraları Kürdistan’da geçmişten bugüne işbirliği yapan sayılı Kürt ailelerini yanlarına çekerek-özel imkânlar sunulmasından söz bile açmıyoruz-Özgürlük Hareketi’ne karşı çıkardılar. Daha sonraları az çok Kürt siyasi sahnesinde yer alan-etkilileri ne kadar vardır ya da yoktur tartışmasına girmeden- Özgürlük Hareketi’ne karşı konuşturtmaya başladılar. Yoksa Kemal Burkay gibilerini, Şemdin Sakık gibilerini nasıl ele alacağız, nereye oturtacağız?
Bunlar yetti mi? Elbette hayır! Bu kez sıra, geçmişten beri onurlu duruşları olan Kürt şahsiyetlerine el attılar. Bir Ahmet Kaya’ya, bir Yılmaz Güney’e, hatta Ahmede Xani’ye kadar uzandılar. Şivan Perwer’e özel selamlar göndererek bu kirli oyunlarına çekmeye çalıştılar. Düşünün bir Ahmet Kaya ki, “sosyalizm” diyordu, bir Yılmaz Güney ki, “Kürdistan’daki sorunun sadece ve sadece gerillayla çözülebileceği”ni yıllar önce söylemişti. Buna rağmen el attılar.
Bunlar yetti mi? Yine hayır! Bu kez sıra Kürt Özgürlük Hareketine yakın duran, toplum nezdinde belli yerleri olan, onurlu, saygın kişilere yöneldiler. Önce yanlarına almak istediler olmayınca saldırdılar. Ahmet Türk’e atılan yumruğu ya da Osman Baydemir’e karşı yapılan o kadar yıpratma kampanyasını nasıl başka yorumlayacağız?
Bu kirli oyunlar elbette durmadı ve öyle görülüyor ki, bu kez sıra sivil toplum örgütlerine geldi ve bu sefer bunlara el atmaya başladılar. Yine öyle görülüyor ki, kimisini etkilemek için özel çaba sarf ediyorlar. Ve kimisini ara yerde durmalara kadar götürebiliyorlarsa demek ki etkiliyorlar da. İşte argümanları; “PKK ve gerillası sivil toplum örgütlerinin gelişimi önünde ‘engel’ oluşturuyor.”
Şimdi biraz tarihe inelim. Kürdistan’daki o meşhur ağaların, sahte şeyhlerin, aşiret reislerin, tek ama tek söz sahibi olduğu ortamlarda, PKK tüm tehlikeleri göze alarak öne bir adım atarak çıkmadı mı? Tekçi zihniyete karşı direnen yoldaşlarımızı patoslara atıp parçalayan vahşi işbirlikçilere karşı savaşan PKK değimliydi? Yukarıda Allah, yerde bilinen o üçlü varken, PKK, bunları gerileterek halkı, toplumu öne çıkarmadı mı? Kürt toplumunda söz sahibi olmayan kadını bugün erkekten daha etkili pozisyona getiren, düşünce ve yaşam pratiğiyle Kürt kadının ayaklandırmadı mı? Kürt gencini, yaşlısını, anasını hatta çocuğunu kendine güvenir kılmadı mı? Kürdistan’da yaprak kıpırdamazken bugün her yerde hem de her konuya dönük ısrarla sivil toplum örgütlenmesini inşa etmek için uğraşan, bunun önünü açan, düşünce sistemi ve örgütleme modelini geliştiren kimlerdir? Ve tabii ki sivil toplum örgütlerini özenle koruyan güç kimin gücüdür?
Soruları böyle sıralamak mümkündür. Özcesi Kürdistan’da sivil toplumunu ısrarla, özenle geliştiren bir Özgürlük Hareketi’ne ‘sivil toplum hareketinin önünü alıyor’ safsatasıyla yönelmek, ona yakın duranların kafasını karıştırarak kendi yanına çekme gayreti içerisinde olmak, tek kelimeyle ayıptır, sahtekarlıktır.
Sahtekarları anlıyoruz. Ne de olsa ar perdeleri yoktur. Peki, bir dönem sözde Özgürlük Hareketi’ne yakın durmuş-nedenleri ne olursa şimdilerde uzak durmakta olanların-asılsız iftiralarda bulunmalarını garipsiyoruz, ayıplıyoruz. Bu sahte İslamcıların uğursuz oyunlarına gelmiş olsalar da, hızla bu sahte oyunlara alet olmaktan kendilerini alıkoymaları gerektiğine inanıyoruz ve bu uğursuz rolü terk etmelerini bekliyoruz. Doğru yurtsever olmanın, aydın olmanın yolunun Kürdistan’da demokratikleşmeyi tüm gücüyle yaratmak isteyen Özgürlük Cephesi’ne katılmaktan geçtiğini bilelim.
Yiğidi öldürelim, ama hakkını yemeyelim!
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Kürdistan Özgürlük Hareketinin başlattığı 4.stratejik hamlesi, bugüne değin hiç olmadık bir biçimde Kürt sorununun çözümünü en yakıcı biçimde herkese dayatmış bulunmaktadır. Sorunun çözümü yaklaştıkça çözümsüzlükte horlanan statükocu Türk partileri gibi bazı Kürt siyasi çevreleri, daha doğrusu siyasetçi, aydın ve gazeteci-yazar maskesi takmış sahte kişiliklerin çırpınışları da daha fazla göze çarpmaktadır. Var oluş gerekçelerini ihanet zeminine dayandıran ve oradan beslenerek varlık gösteren bu marjinal tiplerin, karanlık ve çirkin yüzü tarihsel açıdan da incelenmeye değerdir.
Bugün bu tip çevreler somutunda bir sonuç olarak karşımıza çıkan ihanet ve ihanet zeminin tarihçesini anlamak pek çok açıdan da büyük önem taşır. Bugün açısından da bakıldığında ihanetin bizzat planlayanları ve uygulayıcısı olan devlet ve iktidar odakları olduğu dikkate alındığında, tarihsel temellerinin de çok farklı gelişmediği görülecektir.
Bundan 6 bin yıl kadar önce insanlığın beşiği Mezopotamya’da varlık gösteren kadın eksenli demokratik ve komünal toplumdu, ancak kadının bu toplumu inşa edip öncülük etmesindeki yaratıcılığını çekemeyen yaşlı erkeğin kıskançlık duygusu ve avcılıktan edindiği analitik zekası, onu kabilenin savunma biriminin başında bulunan askeri şef ile korku ve analitik zekasıyla güç gösterisi arayışında bulunan şamanla ittifaka yöneltmiştir. Kadının binlerce yıl ki toplumsallaşmadaki emeğine karşı ahlakın dışına çıkarılarak, ihanetle bu biçimde hiyerarşik zihniyetin geliştirilmesi zamanla zigguratları doğurmuş, oradan da ihanet ve komploculuk derinleştirilerek başta kadının ve toplumun köleleştirilmesi, ihanete bulaştırılması üzerinden demokratik ve komünal yaşam sistemi dağıtılırken, devletin doğuşu gerçekleştirilmiş ve mitolojik yalanlarla kadın ve toplum aldatılarak buna meşruluk kazandırılmıştır, ancak bu ihanet ve komploculuk temelinde geliştirilen gelişmeleri kabul etmeyen yukarı Mezopotamya halkı, kadının etkili ve öncü olduğu demokratik ve komünal yaşam sisteminde ısrar etmiş devletçi uygarlıkla hep çatışma halinde olmuştur. İhanet zemini üzerinde kurumsallaşarak ihanet ve köleliği toplumda kurumsallaştıran Sümer rahip devleti, mitolojilerde “Gılgameş Destanı”nda da anlatıldığı gibi Kürtlerin yurtlarını sömürgeleştirmek için önce ihanetçi öncülere ihtiyaç duymuş, hüküm altına aldığı toplumda fahişeleştirdiği bir kadını kullanarak Enkido’yu kendi sistemi içine çeken Gılgameş önce onu tasfiye etmek istemiş, edemeyince de (bugünkü sözde kardeşlikler gibi) kardeşlik edebiyatıyla onu aldatmış, kendine işbirlikçi ve üstün olduğu toplumunda ihanetçisi durumuna getirerek Kürt coğrafyasına işgal hareketleri düzenlemiştir. Efsanede Kürt yurdunun ormanlarının bekçisi Hunbaba’nın bizzat Enkido tarafından öldürülmesi, ihanetin gözü karalığını, aynı zamanda Enkido’nun Hunbaba’dan aldığı kılıç darbesiyle sonradan ölmesi de Kürdistan coğrafyasında ihanetin öyle istediği gibi yaşayamayacağını ve karşılıksız kalmayacağını gösterir. Daha sonraki çağlarda Kürdistan’ı yeraltı ve yerüstü zenginlikleri için işgal edip sömürgeleştiren tüm köleci ve feodal devlet biçimleri aşağı yukarı aynı gündemleri izleyerek, kendi egemenliklerinin devamı için Şeyh Seyit ağa gibi sıfatlarla ihanet ve işbirlikçiliği Kürdistan’da kurumlaştırmaya çalışarak bugünkü AKP nin ihanetçi ve işbirlikçi Kürt burjuvazisi yaratmak çabasına benzer hep elit egemen bir sınıf yaratmak ve bu sınıflar eliyle Kürt toplumunu denetlemeye, demokratik ve komünal yaşam kültürünü, toplumsal ahlakını yozlaştırarak, ihanet ve işbirlikçi yaşam kültürü içinde eritmek istemişlerdir. Buna Arap ve Osmanlı yönetimleri de dahildir, ancak oluşturulan bu işgalci kurumlaşmaların içinde aile, aşiret ve sınıf itibarıyla yer alanlar, ekonomik siyasi ve manevi olarak toplumun değerleri üzerinde palazlandıkça daha da çok istemiş ve ihanet ve işbirlikçilik derinleştirilerek Kürdistan coğrafyasında yaşama hakkı bulan tek yaşam çizgisi olarak dayatılmıştır. Yine bu kurumlaşmalar içinde bazı kimseler işbirlikçisi olduğu sistemi taklit ederek(bugünkü ulus-devletçikler gibi) onu Kürdistan coğrafyasında inşa etmek istemiş ve sistemde çelişkiler çatışmalar yaşamış olsa da özünde kültürel ve zihinsel olarak devletçi uygarlıktan bir kopuş değil, onun taklitçiliği, Kürt uyarlaması söz konusu olduğundan, yani bu anlamdaki farklılıkta biçimsel olup aldatmacadan ibarettir, ancak yine bu kesimler içerisinden çıkan bazı adil ve vicdanlı kimseler bu kurumlaşmaların üstte bahsettiğimiz sıfatların tanıdığı imkanları yurtseverlik temelinde Kürt toplumunun yararı için kullanarak sisteme karşı kültürel anlamda bir muhalefet yürütmüşlerdir.
Cumhuriyetin kuruluş aşamasında da İngiliz siyasetinin yeminli işbirlikçi ve uygulayıcısı İttihat ve Terakki kadroları, Kürt ve diğer bütün farklılıkları inkar ederek bu imha ve ihanet süreçlerinin içine çekmişlerdir. Kürt direnişlerinin çok vahşice bastırılması bunun en açık kanıtı olmuştur. Dahası Şeyh Sait olayında; en yakınının ihanete çekilerek onun üzerinden provakasyona yönelinmesi bir örnektir. Yine geliştirilen ihanet ve komploculukta Elazığ ovasında verimli toprak ve bir teneke altın karşılığında (ki karşılığı bunlar değil sonradan pis bir ölüm olan) Rayber adında Seyit Rıza’nın yeğeni olan birinin ihaneti sağlanılarak ve onun eliyle direnişin askeri komutanı Alişer ve eşi Zarife’nin katledilmesi sonucu direnişin bastırılması durumu da buna en açık bir örnektir. Yani bütün işgal ve sömürge siyasetleri, ihanet ve işbirlikçilik eliyle onun öncülüğüyle gerçekleştirilmiştir. 1940’larla Türk devleti tarafından her açıdan (siyasi, ekonomik, ideolojik, sosyolojik ve askeri) kültürel olarak geliştirilen ihanet ve kışla kültürü, başta Kürdistan toplumu olmak üzere tüm toplumlara dayatılarak kendi toplumunun tarihsel ve kültürel gerçeğine yeminli düşman olarak, en tehlikeli köksüz devşirme kadrolar; aydın, yazar, siyasetçi, akademisyen, hukukçu ve 12 Eylül askeri faşist cuntanın teorik beyni ve aslen Dersim’li olan Haydar Saltık gibi Kürt halkının yeminli düşmanı darbeci generaller yaratılmıştır. Bir de bunlardan aşağı yerde kalmayan bu gerçeğin öteki yüzü biçiminde aynı ihanetçi zemin üzerinden beslenerek gelen ve ne kadar Kürt halkı adına yola çıktıklarını iddia etseler de Kürt halkının ve demokratik komünal kültürünün yeminli düşmanları gibi damarları ve kendi geleceğini devletçi uygarlıktan, devletten kemik kapma yarışına girmekte bulan Kemal Burkay, Ümit Fırat ve Mehmet Metiner gibi siyasetçi ve aydın olmanın yüzkarası olan çirkin tipler yaratmıştır. Kürt sorununun çözümünü dayattığı bugünlerde bu çirkin ahlaksızlıkta sınır tanımayan bu tipler, çözümün olması halinde çöp sepetine atılacaklarının endişesiyle devlete akıl vermeye ve K.Ö.H’ni karalayarak geleceklerini sağlama almaya çalışıyorlar. Gerek Kürt Türk toplumu içinde kafaları karıştırmak, çözümü zorlaştırmak, Kürt ulusunun birliğini bozmak için çırpınıp duruyorlar. Kendi başarısızlıklarını K.Ö.H ile izah etmeye çalışıyorlar. Kendi ulusal kültürünü toplumsal dinamikleri üzerinde gelişme ve varlık göstermeyen ve bu nedenle devletin dayattığı ihanet zemini üzerinde kimlik edinen bu tipler, bu yüzden ihanette de sınır tanımıyor. Devletlerden kemik kapma yarışına giriyor. Ve buna da “özgürlük ve bağımsızlıkçı çizgi” diye yutturmaya çalışıyorlar, oysa bu tiplere sormak lazım. Yani bu beyler üzerinde doğup büyüdükleri Türk devletinin yarattığı ihanet zeminlerini doğru çözümleyerek kendini bilme erdemine ulaştırmamışlarsa Kürdistan toplumunun tarihini, kültürel yapısını sosyo-psikolojik durumunu doğru tahlil ederek bağımsızlıkçı bir ideolojik, siyasi ve eylem çizgisi gerçekçi bir çözüm stratejisi belirleyememişlerse, 12 Eylül darbesiyle siyasi zihni ve kültürel olarak göbekten bağımlı oldukları devletin yasaklama sürgün gözaltı ve işkencesine maruz kalmışlarsa ki, bu savunmasız bırakıp kendi yaşamlarının derdine düşmelerinden dolayı bugün halk nazarında itibarsız ve değer anlam ifade etmiyorlarsa, bütün bunları K.Ö.H.ile izah edemezler. Sosyo-psikolojik hasta halleriyle başından beri uçan sinekten bile nem kapmak misali K.Ö.H’nin attığı her adımı tersten okuyarak kendi ihanetçi işbirlikçi yüzlerini gizlemeye çalışan bu baylar, yıllarca K.Ö.H’nin tasfiyesini ve sonrası yaratılan değerlere çöreklenmeyi beklediler, beklentilerinin gerçekleşmeyişi onları bugün oldukça azdırmıştır.
Kürt sorunun çözüm aşamasında köklü bir özeleştiri sürecinden kendilerini geçirerek “Demokratik Toplum Kongresi” bünyesinde Kürt halkının ulusal bütünlüğüne yurtseverliğin bile gereği olsa katılmak, geleceği bugünden sonra birlikte inşa etme yerine onlar Kürt halkının Önderliğine özgürlük hareketine yeminli düşmanlıklarına devam etmekte, Türk devleti ve onun emperyalist efendileri olan ABD ve AB’ye hizmet etmeyi kendileri için bir borç bilmeye devam ediyorlar. K.Ö.H. daha ilk çıkışında bir grup iken, onu bir kaşık suda boğmaya ona karşı güç birliği yapmaya çalışanlar, onlarca militanını katledenler neden bu istedikleri cinayetlerinden bahsetmiyorlar. Onlar da bugün Türk devleti gibi bütün çabalarına rağmen yanılmayan K.Ö.H’nin varlığından, kendini savunma hakkından yakınıyorlar. Dahası milyonlarca halkın benimsediği, siyasal önderi olarak gördüğü binlerce insanın peşinden yürüyerek şahadete vardığı ve yaşamı adeta kendine zindan ederek bütün ömrünü Kürt halkı ve halkların özgürlük mücadelelerine adamış bir Önderliğe ve bir harekete yeminli ve ahlaksızca düşmanlık yaparak hangi halkın değerlerini savunduğunun, hangi halkın yazarı siyasetçisi olduğunu iddia ediyorlar? Buna çocuklar bile inanmaz. Bu halkın ölümüne inanarak peşinden yürüdüğü Önderliğe ahlaksızca, çirkince kendinde onur, saygı bıraktırmayacak kadar saldırarak bu halkın özgürlük değerlerinin savunulamayacağını anlaması gerek, yoksa bu halk anlatmasını bilecektir. Kimse Kürt halkının demokratik ve komünal olan toplumsal yaşamının adaletinden, onun ahlakından kendini sıyıramayacaktır. Yıllardır bilinçli ve bilinçsiz koruculuk sistemi içine çekilerek Kürt halkının özgürlük mücadelelerine karşı savaştırılan korucular, nasıl ki bu halkın adaletine sığınmaktan başka çıkar yolları yoksa bu siyasi caşların da koruculardan daha fazla günahkar ve suçlu olan konumlarını affettirmelerinin tek yolu bu halkın adaletine sığınmaları ve tövbe etmeleridir. Belki bu onlarında hayrınadır. Böylelikle ihanet ve işbirlikçilik önlenmiş, Kürt sorunu da daha sağlıklı çözülmüş olur. Aksi halde Kürt halkı, Kürt gençliği onları unutmayacak kendi toplumsal maddi ve manevi değerlerinin bileşkesi olan Önderliğini savunmasını bilecektir.
Azat Welat Dersim
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Ağustos günü 09.00-12.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Ertuş, Küçük Cilo, Şehit Neval Vadisi ve Petrot köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırı sonucunda Şehit Neval Vadisi ve Petrot Köyünde başlayan yangın halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Ağustos günü 19.00-20.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Hirorê ile Zozanê Serero alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Ağustos günü gece 23.00 sularında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Nogelya Köyü kırsalına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmışmıştır. Havan ve obüs atışları desteğinde başlatılan operasyon kapsamında 21 Ağustos günü sabah saatlerinde kobra tipi helikopterler ile alana bombardıman yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Kürt toplumu 30 yılı aşkın bir süredir yürüttüğü mücadelede tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar örgütlü, organizeli, birlik içinde hareket ediyor. Kendine ait kurumları, siyasi partileri, yayın organları, ekonomik-kültürel sahaları ve herşeyden önemlisi de yıllardır yenilmezliği ispatlanmış bir savunma gücüne sahip. Bunlar şüphesiz paha biçilmez emek ve çabalarla, binlerin, on binlerin kanıyla yaratılan değerlerdir. Kürt halkı yaratılan bu tablodan elbetteki gurur duyuyor. Amansız zorluklar karşısında, inkar ve imha sistemine rağmen yaratılan bu değerler için verdiği bedeller göz önüne getirildiğinde bunda ne kadar haklı olduğu da görülebilir.
Dolu dolu geçen bu mücadele sürecinde Kürtler dış güçlerin, düşmanlarının yanında, belki de daha fazla kendi içinden çıkan ihanet odaklarına karşı mücadele etti. Çeşitli dönemlerde, farklı isimler altında birileri çıkıp PKK ile Kürt halkının, Önderimiz ile Kürt halkının arasını açmak için türlü ve umulmaz hile ve yöntemlerle mücadele etti. Pek tabii ki bunların da hiçbirisi başarılı olamadı. Mücadeleyi daha da yükselterek ve sahiplenerek yürüyen Kürt halkı bu tür kesimlere karşı da kimliğini koruyan, onurlu, insanca bir yaşamın yaratılmasında öncülük yapan poziyonunu koruyarak gücüne güç kattı.
Günümüzde gelinen aşama itibarıyla da artık bu değerlerin kalıcılaştırılması ve Kürt halkının özgürlüğünün elde edilmesine ramak kalmıştır. Bu anlamıyla yılların mücadele tecrübesinden çıkarılacak dersler doğrultusunda son ve en büyük mücadele için Kürt halkı yediden yetmişe ayakta ve 15 Ağustos ruhuyla davasına sahip çıkıyor. Bu görkemli tablo karşısında inkar ve imha zihniyetini sürdürmek isteyen kesimlerle birlikte halkımızın içinden yetişen ve Beko’luk suyundan içmiş kesimler işbirliği halinde yeni saldırı dalgaları planlayıp uygulamaya çalışıyorlar. Planlarını dayandırdıkları olgu da PKK’nin silahlı mücadelesinin zamanının geçtiği argümanıdır. Bir yanıyla Apocu kültürün Kürt halkı içinde yarattığı etkiyi zayıflatıp yaratılan değerleri, ilkeleri revize etmekle uğraşırken diğer yandan Kürt halkının paha biçilmez bedellerle yarattığı demokratik siyaset zemininden nemalanarak bireysel ve ailesel çıkarlar peşinde koşuyorlar.
PKK öncesi dönemlerde gönüllü asimilasyonla birlikte çok basit, yüzeysel haklar temelinde sözde mücadele eden bu kesimler günümüzde de “Bizim dediklerimiz çıktı, PKK de hattımıza geldi” gibi Kürt halk gerçeğinden, düşman gerçeğinden uzak değerlendirmeler yapma yüzsüzlüğünü gösteriyorlar. Bu da yetmezmiş gibi PKK’ye karşılıksız ve şartsız silah bırakma çağrısı yapıyorlar.
PKK’nin silah bırakması gibi bir durum asla sözkonusu değildir. Kürt halkı insanlık ailesi içinde yerini onurlu ve direngen kimliğiyle kalıcı bir şekilde elde etmeyene kadar da bu böyle devam edecektir.
13 Ağustos ile birlikte müzakere ve diyalog yönteminin öne çıkması için son bir şans veren hareketimizin bu tavrının zayıflığından ya da kimi kesimlerin baskılarından kaynaklandığını zanedenler büyük bir yanılgı yaşıyorlar. Bu eylemsizlik kararının silahsızlanmaya giden bir yaklaşım olduğunu düşünmek bile düşman ve süreç gerçeğinden kopukluğun bir göstergesidir. Bu hareket birkaç kişi ile tüm toplumsal gerilik ve amansız bir düşman gerçeğine karşı kendi öz iradesi ile, öz düşünce ve gücüyle mücadeleye atıldı. Birçokları yapılanın bozgunculuk, intihar, delilik olduğunu kabul ettirmeye çalıştıysa da geçen otuz yılı aşkın süre çok iyi gösterdi ki bu yol ve kararlılık kesinlikle doğru olanıdır.
Uzun yıllar yürütülen mücadele hep bu ilkeye bağlı kaldı. Net bir amaç ve uygulama konusunda kararlılık. Bizleri bu yoldan döndürmek için sadece TC devleti değil, bölgesel statükocu devletler ve uluslar arası güçler amansız saldırılarda bulundular. Kürt toplumu içinde yuvalanan işbirlikçi kesimler ise düşmandan önce savaştığımız kesimlerdi. Biliyorduk ki kendi içindeki ihanet ve işbirliği bitirmeden düşmanına karşı mücadele yürütmen imkansızdır. İşte bu gerçekten yola çıkarak PKK hareketi de amansız ve paha biçilmez fedakarlıklarla bu kararlı mücadelesini yürüttü.
Gelinen aşamada PKK Kürt halkını özgürleştirme amacına çok daha yakın. Bu yakınlık tabii ki salt PKK’nin kadrolarıyla yürütülen mücadelenin eseri değil. Kürt halkı Kürdistan ve Türkiye metropollerinde yıllardır devlete karşı, kendi içimizdeki gericiliğe karşı mücadele yürütüyor. Ve karşılıklı yürütülen bu mücadelenin yarattığı enerji bugün Kürt halkının özgürlüğü amacını daha da yakınlaştıran yegane birliktir.
Tabii ki bu aşamanın büyük kazandırma imkanı olduğu gibi çok büyük riskleri taşıdığı da gizli değil. Düşmanımız her türlü kirli ittifak çerçevesinde hergünü yeni bir işkence ve imhaya dönüştürmeye çalışıyor. Çocuklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız, yaşlılarımız her gün ölüm riskiyle, baskı ve işkenceyle, dejenere kültür ve asimilasyonla yüz yüze bırakılıyor. Her türlü yöntem kullanılarak Kürt halkının yarattığı değerler yok edilmek isteniyor. Kürt halkının kazanımları tekrar elden alınmaya çalışılıyor. Bu kimi zaman direkt düşman yönelimi şeklinde gelişebiliyorken kimi zaman da bazı Kürt halkı adına konuştuğunu iddia eden revizyonistler tarafından gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
Kürt halkı büyük bedellerle elde ettiği kazanımlarını korumak için bizleri bir güvence olarak gördüğü müddetçe kesinlikle bu görevi layıkıyla yerine getireceğimiz asla unutulmamalıdır. Her yeni günü yeni bir saldırı dalgası altında karşılayan Kürt halkının savunmasız bırakılamayacağı, bunun teklifinin bile yapılamayacağı dönemin değişmez gerçeği olarak görülmek zorundadır. Şüphesiz PKK sonsuza dek varolmayacak ve silahlı bir şekilde savaşmayacaktır. Fakat günümüz gerçeği bu silahlı varlığın korunmasını olmazsa olmaz bir gerçek olarak ortaya koyuyor. Bu anlamıyla PKK ve HPG militanları Kürt halkı kendi öz savunmasını oluşturana, kendi güvenliğini sağlayana, düşman ve işbirlikçiler karşısında kazanımlarını koruma düzeyine ulaşana kadar biz Kürdistan gerillaları Kürdistan dağlarında bu görevi yerine getirmeye devam edeceğiz.
Böylesi gerçek dışı, süreci saptırıcı, mücadeleyi sekteye uğratıcı sözleri söyleyenlerin de Kürt halkının savunulmasının temel bir görev olarak ele alınması gerektiğini bilerek bu konuda yaşadıkları yanılgıları aşmak zorundadır. Eğer şu anda Kürt kimliğiyle yaşıyor ve kendinizi kabul ettiriyorsanız bunun PKK’nin yürüttüğü bu silahlı savaşım sonucu oluşan bir durum olduğunu kafalarınıza koymalısınız. Eğer PKK’nin silahlı gücü olmazsa değil Kürt adına çıkıp konuşmak siyaset yapmak, en büyük katliamlarla yüzyüze kalacağınızı görmelisiniz. Bugün yıllarca savaştığımız güneyli Kürt örgütleri bile bu gerçeği görmüş ve PKK’nin Kürdistan dağlarındaki varlığını kendileri için bir güvence sayarken bu beyaz Kürtlerin bu tür söylemlerinin ancak iktidara yaranmacı bir yaklaşım olduğu rahatlıkla görülüyor. Fakat yine de hem kendilerinin, hem de demokratik yurtsever kamuoyumuzun bu konularda hassas yaklaşması adına bu yaklaşımın deşifre edilmesi gereği vardır.
PKK özüne uygun bir şekilde amacına bağlılığını koruyarak dün olduğu gibi bugün ve yarın da Kürt halkının özgürlüğü mücadelesinde gereken özveri ve fedakarlıkla yürümeye devam edecektir. PKK’nin özü budur. Ve öz her zaman için vazgeçilmezimizdir.
Pir Kemal
- Ayrıntılar