Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Ağustos günü (bugün) Medya Savunma Alanlarına bağlı Zağros’un Mambenê ile Kemirê köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
HPG olarak; 1 Haziran sürecinden itibaren geliştirdiğimiz Aktif Savunma Mücadelesi içerisindeki Orta Yoğunluklu savaş dönemine göre, Temmuz ayı boyunca hem Türk ordusu tarafından geliştirilen imha amaçlı saldırı operasyonlarının, hem de düşman hedefi olarak tanımladığımız ve gerilla birliklerimiz tarafından gerçekleştirilen eylemlerin bilançosunu tüm yurtsever halkımızla ve kamuoyuyla paylaşıyoruz. Buna göre Temmuz ayı içinde yaşanan sürece ilişkin ayrıntılar aşağıda sıralandığı gibidir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 31 Temmuz günü saat 23.00 ile 1 Ağustos günü (bugün) saat 01.00 arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şeşdara, Geliyê Pisaqa, Dola Alaniş ve Warê Kemal alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırı sonucunda alanda başlayan yangın halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Temmuz günü 21.00-23.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Alaniş, Begla, Lawikê Xerip Tepesi Êlê Köyü ile Ava Guzê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafndan havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Temmuz günü (bugün) 09.00-10.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Dola Keşanê, Şehit Berivan Boğazı, Şeşdara ile Dola Betalma alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
SOLUK SOLUĞA BİR YÜRÜYÜŞ, BİR TARİH
“BİR KEFİYE VE SİLAHINDAN BAŞKA HİÇ BİR ŞEYİ YOKTU”
İnsanoğlunun yaşamına sınırlar girdiğinde, hiç kimse bunun bir sınırlar zinciri olduğunu bilmiyordu. Çok sonraları sınırsız sınırlar, ilk masumane sınıra geçit veren insanları hapsetti. İlk sınıra evet diyenler sınıra alındılar. Giyotine onay verenlerin hepsinin giyotine gitmesinde görüldüğü gibi…
İlk sınır nasıl oluştu, insanlar, neden kendilerini sınırlara aldılar? Daha gerçekçi sorarsak; bazıları neden diğerlerini sınırlandırdılar? Cevabı belki daha kolay buluna bilinir. Öyle olmasaydı bazıları sefa sürmezdi. Nerede bir sınır varsa orada sömürücüler vardır, demektir.
Küçük sınırlar, zamanla gelişti. Her şey sınırlara dâhil edildi. Aile sınırları, aşiret sınırları, beylik sınırları... En son devlet sınırları…
Bu da değil, düşünce sınırları, ifade sınırları, en önemlisi de yürekler sınırlandırıldı. Sınırlar giderek güçlendirildi. Teller, mayınlar ve karakollarla yeryüzü adeta bir birinden koparıldı.
Sonra ‘sen-ben’ meselesi, milliyetçilik, kökten dincilik, ırkçılık, savaşlar, sınır sorunları... Yeryüzü zehirlendi.
Sınırlar söz konusu olunca Kürtlerin durumu özel bir önem taşır, Çünkü herkesten çok sınıra sahiptir. Ayrıcalıkları da bu noktadadır.
Kendi topraklarının ortasına tel örgüler geçirilmiştir. Kürdistan’ın en Güney’indeki yerleşim yerinden en Kuzey’dekine gitmek için en az iki sınır geçmek zorundasınız. Doğu-Batı için de öyle. Nereye giderseniz gidin, ikinci adımda bir sınırla karşılaşırsınız.
Yaşamınızda sınırları ne kadar hissederseniz, Kürtlüğünüzü de o kadar yaşamış olursunuz. Eğer sınırlarla hiçbir alakanız yoksa kendi koşullarınızda yaşamıyorsunuz demektir. Bu kez de yeni sınırlarınız vardır. Dil sınırı, kültür sınırı... Bunları da hissetmiyorsanız, dönüp kendinizi sorgulamanız gerekiyor.
Kaçak olarak sınırları deldiniz mi hiç? Bu soruya cevabınız ‘evet’ ise anlatacaklarımın çoğunu biliyorsunuz. ‘Hayır’ ise cevabınız, Kürtlerin yaşam tarzına yakından bakmanızı öneririm.
Sınırlarla bölünmüş bir bedenin acısını her kes hissetmeli. Her Kürt bedenini parçalayan tellerin sebebini bilmeli. Ya mayınlar! Kalleştir onlar. Kürtlerin göğsüne yerleştirilmiştir.
İki elini kavuşturmak istersen, bir mayın patlar ve senden bir parça alır. Parçalanmış bedenin bir kayıp daha verir. Bir gerilla ölür, bir kaçakçı ölür, tellerin ötesindeki sevgilisini görmeye giden delikanlı ölür.
Cenaze törenleri. Aslında bir acıya son vermenin törenidir. Bir yandan da inanmazlar cenazeye. Çünkü hiçbir bedeni sağlam gömmemişlerdi. Hep eksikti. Bazen bir iki parça ve bazen de, hiçbir şey. Bu yüzden de ölünmediğine inanılırdı. Ama bir şey son bulurdu; ‘bir gün ölecek’ endişesi.
Ölüm mekânları. Sınırların böyle bir rolü de vardı. Azrail’in tarlalarıdır adeta.
Neden, Kürtler bu tarlalardan uzak durmadılar? Bu sorunun cevabı, Kürtlüğün özüdür. Çünkü umut mekânlarıdırlar da…
. İnsan yaşadığı anı, anlayamıyormuş. Yaşarken anlayabilmek, yakalamak önemlidir. Ama zor bir durum... Daha sonra anlaşılacaktı, birçok şey.
Her sınır ihlal edildiğinde yeni bir şey öğrenilecekti. Ölüm ve umudun mesken tuttuğu bir okul... Tüm Kürtlerin anaokulu, sınırlardır.
Sınırların ötesinde ne vardı. İşte, ilk merak ve öğrenmeyi kamçılayan soru. Sonra cesaretinizi toparlayıp ilk teşebbüssünüzde bulunursunuz. Korku, heyecan ve umut, iç içedir. Anlamsız bir tehlikenin içinden tükürme özgürlüğünüzü askıya alarak ilerlersiniz. Ölümü ve umudu aynı anda hissedersiniz. Her an vurulur veya mayına basabilirsiniz de, aşka da ulaşabilirsiniz. Sonra yıllarca çektiğiniz bir eziyetten birden kurtulmuş gibi rahatlarsınız. Arazide fazla bir farklılık olmadığını görürsünüz.
Bir yerden bir yere geçilmedi, anlamsız bir engel aşıldı.
Sırtınızı bir kayaya dayayıp sigaranızdan derin bir nefes çektiğinizde, dumanın tadının değiştiğini görürsünüz.
Artık yeni bir kişisiniz. Her şeyden önce kafanızdaki sınırları parçalamaya başlamış durumdasınız. Dar bir ufuk yok, geniş ufuk vardır artık.
Sonra sınırları ihlal etmek bir yaşam tarzı haline geldi. Günlük rutin bir iş...
Kürt gerillacının yaşamı ve mücadelesinde sınır ihlali, sigara içmek gibi rutin bir iştir. Güneyden Kuzeye, Kuzeyden Doğuya, Doğudan Güneye...
Bölünmüşlüğe bir başkaldırı hareketidir, gerilla.
Sınırın ötesine her geçtiğinde birlik, kardeşlik ve aşkı yakalamıştır. Bir daha, bir daha... Yaşamının bir parçası olmuş, sınır ihlali. Yaralı bedenin kollarını kavuşturmak istemiş. Yüreğe döşenen mayınları ve telleri sökmek için, çok bedel ödenmişti. Mayın ve tellere rağmen birlik ve kardeşliği yakalayabilmişti.
Tüm sınırların ötesindekilerle birlik ve kardeşliği geliştirebilmişti. Bir avuç gerilla, çıplak yüreği ve cesaretiyle bunu gerçekleştirebildi. En zor olanı… En insani olanı…
En çok sınır taşlarına öfkelenirsiniz. Birileri gelip bağrımıza taş yerleştirmişti. ‘O taraf, bu taraf’ diye yaşamımıza girmiş. Ama her gerillacı için bu sınır taşları, bir tarih okuluna dönüşmüştü. Yanından geçerken öfkeyle bakar. Tekme vurur.
Mermilerle tahrip edilmiştir tüm sınır taşları. Silaha hâkimiyet ve nişan eğitimleri hep bu taşlar hedef alınarak yapılır.
Sıkılan her mermi, yılların öfkesiyle sınır taşlarını parçalar. Gerilla mücadelesinin özüdür, bu. Yani tarihi bir haksızlığı ve yanlışlığı düzeltmek…
Gerilla, sınır üzerinde de konumlanır. Böyle bir günde binlerce kez sınırı ihlal edildiği olur. Kuzey-Güney, voltaların iki ucu gibidir. Her defasında intikam alırcasına sınırın ötesine geçilir.
Anlamsız bir sınır… Anlamlı bir ihlal…
Önce beyinlerdeki sınırlar zorlanır. İlk başarı, cesaret kazandırır ve peş peşe ihlaller gelir. Sonra sınır ihlalinin özgürleştirici havası yakalanır.
Hiçbir sınıra sığmayacakmış gibi kendinizi güçlü hissedersiniz. Zincirsiz bir yaşamın tadına o zaman varıla bilinir.
Araya teller ve mayınlar da yerleştirilmiş olsa, kollarımızı kavuşturabiliyoruz artık. Sınırın ötesi yok, sınırsızlık vardır. Birlik, kardeşlik ve aşk vardır.
Sınırları ihlal ettiren aşk, mayın tarlasından geçiş cesareti veren aşk. Tellerin koparamadığı aşk…
İşte! Kürtlerin kavgasının özü… İbrahim arkadaş bu gerçeği en fazla doğrulayan bir kişilik, bir gerillaydı. Toplumsal tarihin insan üzerinde etki yaptığı bilinir. İbrahim arkadaşın yaşadığı yerde çok anılan, çok tartışılan bazı kişilikler vardır. Koçero, Siyamend, Eme Goze vb kişilikler bu sınırları geçmekle paramparça etmekle bilinip, bir halk kahramanı gibidirler. Her Kürt gencinin hayalinde onlar gibi olma vardı. PKK belki de en çağcıl düşünceyi bu onur ve isyan geleneğiyle birleştirebilen nadir hareketlerden biriydi. Batman’da feodal kompradorlara karşı olan mücadele İbrahim arkadaşı derinden etkiler. Onun Agit savaşçılığı aslında orada başlar. Buda düşlediği, olmak istediği başka bir yaşam parçası oluyordu. Sınır ihlalleri, direniş ve savaşçılık kültürü bu yıllarda İbrahim arkadaşın kişiliğinde yeşerir. Onunla yıllarca aynı mekânda ya da canlı bir tanığı gibi olan Abbas arkadaş, İbrahim arkadaşı bu yıllardan sonra şöyle anlattır:
“Bir İbrahim arkadaş daha vardı, Nusaybinliydi. Bu Dara arkadaşın abisiydi. İsmi Dara AKAY’dı onun. İbrahim ismini koymuştu, o daha büyüktü tabi. Yaş olarak da, fiziki olarak da. Daha 15 yaşına ulaşma düzeyinde olduğu için İbrahim arkadaşa(Ramazan TOPTAŞ), o zaman küçük İbo diyorlardı arkadaşlar. Yani öyle bir isimlendirme olmuştu. ‘82 güzünden itibaren, hareketimizin ülkeye yeniden dönüş hareketinde, kendini eğitip hazırlayan İbrahim arkadaş da yer aldı. Küçük İbo’da bu özgürlük yürüyüşüne katıldı. Geri dönüşün ortalarında ülkeye döndü. 15 Ağustos atılımının hazırlanması sürecinde, gerillanın Botan, Zağros, Behdinan alanında yerleşme-üstlenme faaliyetlerine aktif olarak katıldı. O genç olma, küçük yaşta bulunma durumuna rağmen, en zor işleri en fazla İbrahim arkadaş yaptı. Pratik becerisi, dağ yaşamıyla uyumu, yaratıcılığı O’nu her zaman aranır, birlikte yaşanılır ve çalışılmak istenilir kişilikler içinde hatta önde gelenlerinden yaptı. Bu gerçeği böyle tespitle, teslim etmek gerekiyor. O bakımdan daha gerillanın, Kürdistan’ın omurgası dediğimiz coğrafyaya adımlarını basma, sağlamlaştırma, yerleştirme çalışmalarında bile en aktif yer alan, en çok emek harcayan, katkı sunan arkadaşlarımızdan oldu. Birçok alanda kaldı. Yaşama çok canlı ve bir emekçi olarak katıldı. Hiçbir zaman çalışma karşısında itirazı olmadı. Bunun canlı tanığı olarak bu gerçeği teslim etmemiz gerekiyor. Bu süreçte yapmadığı iş de kalmadı. Kamp yaşamından kuryeliğe, askeri eğitimden savaşa kadar bütün faaliyetler içerisinde, yaz-kış demeden görev neyi gerektiriyorsa, bulunduğu yer ve zamanda ne yapılmak gerekiyorsa, onları yaptı. Hem de en doğru, en başarılı tarzda yapmaya çalıştı. 15 Ağustos temelinde gelişen gerilla hareketi içerisinde, dağdan ve gerilladan kopmaksızın aktif bir biçimde yerini aldı. İşbirlikçi çeteciliğin gerillayı bozucu, saptırıcı çabalarına karşı, gerillacılıkta ısrar etti. Her türlü olmazı dayatan, zayıflık gösteren, dağda gerilla temelinde özgür yaşama yürüyemeyen, geri, bireyci tutum ve özellikler karşısında, Önderlik çizgisi temelinde dağda gerilla çizgisinde, özgür yaşamı yaratmada ısrarın en temel sahiplerinden birisi oldu. Kısaca Agit çizgisinin, dağda ve mücadele içinde özgürleşme ve gerillalaşma çizgisinin ısrarlı sahipliğini yaptı.
Bu dönemde Kuzey Kürdistan’da gitmediği alan, ayak basmadığı coğrafya, mücadele etmediği yer kalmadı. Zaten Zağros’tan başladı. Behdinan-Zağros alanından gerilla mücadelesine başladı. Botan’dan, Dersim’e oradan Toroslar’a, Amanoslar’a kadar Kuzey Kürdistan’ın bütün alanlarında bulundu. Her ortamda gerillacılık yaptı. Gücü oranında düşmanla savaştı. En temel özelliği tutarlılığıydı. Gerilla yaşamında, gerilla ölçülerinde, disiplinindeki tutarlılığıydı. Eğer bu kadar uzun süre bu kadar farklı alanlarda, bu denli değişik dönemlerdeki mücadele ortamlarında düşmanı boşa çıkartmayı mücadele edip, gerilla düzeninde kendini yaşatmayı başarmışsa bunun sırrı, gerilla ölçülerine ve özelliklerine sıkı sıkıya bağlı olmaktır. Her zaman söyledik; gerillacılık yaşatıyor ve başarıya götürüyor. Ölümü ve başarısızlığı gerillalaşamayan tutumlar, anlayışlar, yaklaşımlar yaratıyor. Bu gerçeğin en canlı kanıtlarından, tanıklarından bir tanesidir İbrahim arkadaş. Öyle onlarca, yüzlerce arkadaşımız vardır, bu gerilla mücadelesi içerisinde ortaya çıktı. İbrahim arkadaş da işte onlardan birisiydi. Zorluklardan yılmadı, hiçbir zaman rahatı aramadı. Yaşamda özgürlüğü aradı. Özgür yaşamı yaratmak nerede olmayı, ne tür zorluk ve engellerle mücadele etmeyi gerektiriyorsa, onu kararlılıkla yaptı. Hiçbir zaman imkân arayışında bulunmadı. Şu kadar savaşçı olursa mücadele edilir, şu kadar para olursa, silah olursa gerillacılık yapılır gibi bir anlayışın sahibi hiç olmadı. Yalnız başına da olsa örgüt görev verdiğinde, her görev için pozitif yaklaştı. Olur dedi ve sorumluluk üstlenmekten hiç geri durmadı. Her zaman gerillacı yaşamdan, dağda özgürce yaşamdan mutlu oldu. Heyecan duydu. Yaşam coşkusunu güçlü tuttu. Dağda gerilla yaşamında karşılaşılan zorluklar karşısında, hiçbir zaman geri adım atmadı ve şikâyet etmedi. Zorlukları daha çok gerillalaşarak ve daha fazla direnerek aşmayı esas aldı. Ve böyle aşılabileceğine de her zaman inandı. Bu anlamda gerillacılığı gerçekten de doya doya, hem de Kürdistan’ın bütün ortamlarını, güzelliklerini görerek, gezerek yaşamayı bildi.
İmkân-fırsat peşinde koşmadı. Yetki-güç arayışında olmadı. Kariyerist davranmadı, her zaman mütevazı oldu. Onurlu bir savaşçı olarak yaşamayı, mücadele etmeyi ve tabi ki yoldaşlık yapmayı esas aldı. Önderlik çizgisinin, Agit çizgisinin gerilla yaşamında ve yoldaşlığında ölçü, özellikler neyi gerektiriyorsa, onları özümsemek ve uygulamak çabası içerisinde oldu. Öyle ki, en büyük yönetici ve komutanla her türlü sorunu tartışan, bir düşünür, siyasetçi; komutan olarak yeni bir savaşçıyla birlikte mangayı paylaşır, silah eğitimi yapar, gerillaya-dağa alışmanın coşkusunu yaşar bir davranış göstermeyi birlikte gerçekleştirebildi. İbrahim arkadaş böyle bir gerilla çizgisinin sahibidir. Bu anlamda bulunduğu en son HPG çalışmaları içerisine katıldığı dönemde bile, kimse kim olduğunu, ne yaptığını bilemiyordu. Bizim bazı arkadaşlarımız diyorlardı, biz hiç bilmiyorduk bu kadar eskidir. Sanıyorduk 90’ların ortalarında katılmış, yeni öğrenmeye çalışan bir arkadaştır”
Onu yakinen tanıyan arkadaşların onun hakkında söyledikleri şeyler, kalıbında soğumuş demir gibi şaşmaz benzer gerçeklerin anlatımı gibidir. Bu kısa özetleri kuşkusuz içinde çok şey barındıran dopdolu anlamlarla yüklüdür. Anlatılanlar bir mücadelenin tarihidir. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde tarihi anlar vardır. Agit arkadaşın şahadeti ve sonrası kadro gerçeği için mihenk taşı değerindedir. Yol arkadaşlığı amaç birliğinde kendisini dayatmaktadır. Dicle nehrinin kenarında son bulan ya da yarım kalan bir güncenin devamı, bu mücadelenin tarihine eklenen halkalar gibidir. Nefes nefese çaba sarf edilen Dicle’yi geçme çalışmaları Beka üzerinden yapılan eğitimler ile Agit arkadaşın anısına bir bağlılık anlamına geliyordu. Anma ve tarihin çarkına bir daha çevirme bir kader ortaklığı gibi birleşmiş bir birine kenetlenmişti.
Bahar devresi, zafer yürüyüşü gibi isimler bu geçişin ısrarı ve inancı anlamına geliyordu. Agit yoldaşı yaşamsallaştırma her yere yayılan gerilla ile mümkündü. Belki de İbrahim arkadaş demek gerillayı yayma, çemberi genişletme, düşmanın ensesinde çalışma yürütmek demekti. Gerilla böyle büyür, böyle yayılırdı. İbrahim arkadaş buna iman eden, buna derin inanan birisiydi. Onun mücadele geçmişinde göze çarpan iki olgu vardır. Kürt gerillasının bundan çok şey öğrendiği bir gerçektir bu şöyle bir gerçek ki daraltılmaya çalışılan çember Türk ordusunun Kürdistan direnişlerine karşı sürekli dayattığı bir taktiktir. İsyanlar zamanında bu taktik denenmiş ve başarıya ulaşılmıştı. Ağrı, Dersim ve Şeyh Said isyanlarına karşı denenen bu taktik, isyanları dar bir yerde sıkıştırmış sonra ezdirilmişti. İsyanlardan sonra gelişen PKK direniş mücadelesine karşı da aynı sözler, aynı taktikler denenmeye çalışılmıştı. “Dicle’yi geçemezler onları Botan’da sıkıştırırız” sözleri dönemin Türk komutanlarının ağzında düşmeyen sözlerdi. Bu süreçte özel kuvvet merkezleri Botan'ı kuşatmaya alacak tarzda Siirt, Şırnak ve Hakkâri’de konumlandırılır. Amaç aynıdır. Nasıl ki isyanlarda Kürt aşiretleri birleşmesin, aralarına girip isyan bölgesini kalın duvarlarla kapatalım demişlerse Botan’a yaklaşım da aynıdır. İşte bundan sonuç çıkartmış, bunu parçalayan gerilla tarzı Dicle’yi geçme ile eş anlamlıydı.
İbrahim arkadaşta belki de en fazla anılması gereken ya da öğrenilmesi gereken gerçek buydu. İşin doğasıyla, toprak kadar yalın gerçeğiyle somut sonuçlar ile uğraşan bir gerilladır. Pratik ve sonuç çıkarma ile geçen uzun soluklu bu pratik gerçeğinin en doğru ismiydi. Yolculukları, gezdiği alanlar ve açılım ruhu Kürdistan gerillasını ölümsüz kılma, sınırları parçalama ele avuca sığmama gerçeğinin başka bir dili oluyordu. Gerillayı Kürdistan’ın her yerine yayma, ulaştırma ardından Türkiye sınırlarına dayanan bu gerillacılık, Kürdistan gerillasının gelişim yasası da oluyordu. İbrahim arkadaş en fazla burada ortaya çıkıyor, gerçeği öyle anlam buluyordu. Hani eski savaş ustaları savaşı ve onun iyi komutanlarını bir marangoza benzetirler. Bu benzetmenin ne anlama geldiğini? Niye öyle söylendiğini en iyi İbrahim arkadaşta görmek mümkündür. Onda adeta elindeki metresi ile gerçek maddeyi ölçen hesaplayan bir mücadele emekçiliği vardır. Hep böyle görüldü, hep böyle anlatıldı. İşe göre olan, işin ciddiyetine göre davranan kişiliği herkesin dimağında öyle yer aldı. Küçük işlerlerle büyük iş çıkartan bir gerilladır. Hep gerilla timleriyle uğraştı. Kayayı delen bir su damlası gibi sabır ve sükûnetle hiç vazgeçmeyen, ısrar eden bir militanlık tarzının sahibidir. Zağroslardan Amanos ‘a varan pratik serüven bu kişiliğiyle yakından bağlantılıdır.
O, Kürdistan’ın en güzel gerilla fotoğrafıydı
Bir yerde bir şeyin en iyi tasvirini yapmak istediğinizde o şeyin özünü düşünür, hayal edersiniz. Taklit yapmaktan kaçınırsınız. Olanı iyi betimlememekten çekinirsiniz. Bu PKK gerillasının en güzel siması ya da bir örneği istenirse ilk işaret edilecek kişilik belki de İbrahim arkadaş olur. Abartıdan kaçan, işin özüyle uğraşan mütevazı bir düşünce ve hareketin en iyi militanı onun kişiliğinde pekişmiş, ete kemiğe bürünmüştü. Kendini tanıyarak genele giden bu hareketin militan kültürü işin biçiminden kaçınmış, kendi kıvamında pişen bir yaşam tarzını belki de en fazla bu tür kişiliklerde yansıttı. Halkı gibi yaşamayı, onun kültüründen uzaklaşmamayı baştan beri dikkat ettiği bir yaklaşımıydı. Amed sokaklarında gezinip hamallık yapan paçası yırtık insanlarımızın çilesi, bir kova yoğurt için adı yoğurt treni konulan araçtan inip, gün büyü çarşı kaldırımında bekleyen bir yaşlının sardığı tütünden yansıyan bir günlük yaşam fotoğrafı, onlar adına mücadele eden militanların unutacağı bir şey olamazdı. İşte, İbrahim arkadaşın yüzüne bakıldığında gözüken şey bu fotoğraflardı. Onun yüzünde Kürdistan’ın tümü vardı.
Elini cebine atıp çıkarttığı büyük tütün kutusundan sardığı sigaraya baktığınızda ülkenizin insanını görür, onların yüz çizgilerini onun yüzünde hissederdiniz. Gerçekten ülkesi gibiydi. İçi zengin, biçimde ise az gözüken bir kişilikti. Bir arkadaş derdi ya “silahı ve kefiyesinden başka hiçbir şeyi yoktu” bu doğruydu. Çünkü hep bir yerlere gitmeye amade olan hafif ve pratik bir yaşam alışkanlığı vardı. Hep gerilla olarak kaldı. Onu işsiz boşta kalan bir gün bile düşünmek zordu. Boynunda olan kefiyesiyle her karşınızda durduğunda düşmanla hesaplaşan, onu düşünen bir duruş görürdünüz. Onun kadar iş çıkaran, onun kadar kaç ay sonra ne yapılması gerekir konusunda hazırlıklı olan az arkadaş vardı. Gerillacılığı sevmek, özlemek, bir yaşam tarzı haline getirmek isteyenlerin el kitabı, akıl dimağıydı. Onun yanında tekrar kendinizi bulurdunuz. Bir gerilla yaşamını doyasıya yaşamak ve ya anlamak için ondan öğrenilecek çok şey vardı. Bir ateş yakmayı bile Bezar, Nurhak ve Erzincan dağlarından içine sinen bin bir anıyla anımsattırıyor, sizi oralara götürecek bir heyecanla yapardı. İlk insanın ateşi bulmaya benzer bir merakla ateşi yakar, sizi buna çekerdi. Şiirden anlayan için bir şiir, anlam için bir sembol, sıcaklık için kor alevleri olan bir ateş…
Ateş ve yaşamı da çoğumuz ondan öğrendik. Tıpkı onunda başkalarından öğrendiği gibi… Tıpkı aşağıda ki mısralar gibi…
Mavi alevler odunların arasından deniz dalgalarından sıyrılır gibi sıyrılarak gökyüzüne doğru koşardı, ilahi bir güce kavuşmuş gibi gökyüzünün maviliğinde kaybolurdu. Zaten onun yere düşmüş bir parçası gibiydi. Yeni dalgalar tekrar tekrar kendisini üretir.
Seyrine doyamazsınız. Bu nedenledir ki çok sevdiğiniz çay için üzerine çay süremezsiniz mavi kirlenmesin diye.
Seyretmek gerekiyor yalnızca. Gökyüzü ve okyanusun sonsuzluğu gibi Sedir ağaçların mavi alevi de sizi sonsuzluğa götürür.
Bir güvercin tüyüyle yolculuk yaparmış gibi.
Gece ateşlerinin tadı ve güzelliği her zaman değişik olmuştur.
Uygun arazilerde geceleri ateş yakılabilirdi. Gerilla için ateş bir ihtiyacın da ötesinde bir tutkuydu.
Engizeklerde yakılan ateşler her zaman en iyisiydi.
Tepelerin zirvesindeki çukur ateş için çok elverişliydi. Hiçbir yerden görüntüsü alınamazdı. Kalın kütükler toplanarak hazırlık başlardı. Meraklısı çok olduğundan nokta bir anda odunla dolardı.
Güneş batıdaki son tepeye yenik düştüğünde an aceleci gerilla odunları tutuşturmuş olurdu, yarış halinde olurlardı. Bu arada sigaralarda sarılmış olurdu.
Köz ile tutuşturup duman alacaklardı.
Alevlerin çevresinde ayakta bir çember oluşturularak gece derinleştirilmek üzere sohbetler başlatılırdı. Hafızada bir resim gibi kalan bu anılar bu özlem onunla kalınan kısa bir dönüm noktasıdır. İşte buda bir İbrahim’di. Onun bir parçasıydı. Onunla yaşayanlar ve onu tanıyanlar her şeyin onunla bu kadar güzel olduğunu anlattılar. Her birisi bir parçasını anlattı. Yol arkadaşlığı, çalışma arkadaşlığı, arkadaş sevgisi ve bir bütün dava arkadaşlığını hala anlatırız. Her birimiz bir şeyine yetiştik. Hepimiz olan bu yoldaşımız alçakça bir katledişten sonra belki de hepimizi aynı noktada birleştiren bir bütün yarattı. Düşmanlar kalbinizi incittir. Kalbinize bir taş oturur. Sözleriniz boğazınızda düğümlenir. Kafanıza bir şeyler dank eder.
Hepinizi öldürmeyi beceremeyen bir düşman hepinizin kalbinde olan bir şeyi vurur. Hançer keskinliğinde, buz soğukluğunda düşman gerçeğini hissedersiniz. Öfkenin kudurduğu anlarda sizi can evininizden vurma diye söylenen söz, İbrahim arkadaş seçilerek yapılmaya çalışıldı. Belki de en hazırlıksız yakalandığımız bir şahadet biçimiydi. Kabullenilmesi oldukça zor olan bu şahadet bütün bunları yaşayacağımızı bilerekten planlandığı bir gerçekti. Onun için niye İbrahim demiyoruz, çünkü niye desek İbrahim’i iyi tanımadığımızın bir itirafının yapmış oluruz. “Yıllarca takip ettik, yıllarca takip ettim” diyen bir Türk subayının, Engizek Kartal’ı kitabında İbrahim’in nasıl bir gerilla olduğu düşmanca yapılmış itiraflarla doludur. “İyi bir düşmandı” diyor, bu Türk subayı. Belki de bir yenilginin dolaylı itirafıdır. Onlarda bir yenilgi, bizde ise hepimizin içinde yer alan bir zaferdi. İçimizdeki zafer, içimizdeki gerilla, içimizdeki olan Agit’liğin bir taşırılmasıydı. İşte düşman ona saldırdı. Onun için herkesin içinde bir şeyi vurma, herkesin yüreğinin bir yerini kanatma olan bu hunharca katletme biçiminin bizi yaraladığını düşmana itiraf ediyoruz. Dedik ya herkesin içinde bir şey ve herkesin içinde olan şeyi vurma…
Ayrılığa katlanabilmeyi de ondan öğrendik
İbrahim’den ayrılmayı ne ruhen ne de düşünce de kabullenmesek de alçakça katledilişi nedeniyle şu ayrılık paragraflarıyla sonlandırmak istiyorum. Her ayrılık yarım bir ölümdür... Hiç beklemediğin bir anda dayanır kapına. En güçlü anında içine düştüğün keskin bir yalnızlıktır ayrılık.
Hani bazen; bir okyanusa düşen çığlık gibidir. Kimse duymaz, kimse bilmez bu ayrılığın sesini. Bir sen bilirsin, birde seni içine gömen çığlığın... Bir yanı ölümdür aslında. Bir defa gelir ve senden ruhunu pazarlar uzaklara. İstemesen de derin bir ayrılık düşer payına. Çırpınışlar, acılı hüzünler ve içe akıtılan gözyaşları, yarımlanmış düşleredir bilirsin... Belki bu yüzden sevmeyiz ayrılıkları ve belki bu yüzden burkulur yüreğimiz.
Bu hüzünlü sahneye “ayrılık” demişler. Biz neden ayrılıyoruz? Ayrılan kendimizden parçalardır aslında. Bazen bir parçamızı bir yerlere bırakırız, bazen de bir yerlerden parçalarımızı toplarız. Parçalara ayırdığımız her gerçek, bir ayrılık çağrısı değil mi? Ya da bırakıp gittiğimiz parçalarımız, bizden olan hüzünler değil mi? işte her ayrılıkta param parça oluyoruz. İçimizden bir şeylerin boşaldığını, bir şeylerin bizden uzaklara taşındığını biliriz. Oysa her hüzünlü uğurlama bir cenaze merasimi değil mi? bizden, etimizden ve ruhumuzdan uzaklara savrulanlar, acı çektirmez mi bize? Ve bu acı ile köşe bucakta hüzünler yoğurmaz mıyız? O zaman bu neyin ayrılığı ve ya bu neyin uğurlaması?
Ayrılığın acısını sevdiğimizden yaşarız. Bizden çok çok uzaklara giden, gönlümüzün parçalarına baka baka el sallarız arkadan. Oysa içimiz ağlar, içimiz boğulur bedenimizde ve biz bakakalırız ardından...
Ve sonra şair söyler:
Halkımın
Uzun namlulu kara G-1'i
Uzat başını
Başının altına
Altı şarjörlük raxtını koyayım
Ayakkabılarını da bu seferlik çıkar artık
Mezar taşına
Kitabe diye koymam
Koymam, Muhammedlin el yazması ayetlerini
Her zirvede bir beytini katan
Gerillanın aşk türküsünü yazarım
Silahının kayışını da takma koluna
Rahat uyu bu seferlik
Bak sana
Rêjgar'dan bir kucak ot bile getirdim
Her bir tanesini Zap’ın
Yeşil suyunda yıkadım
Numan Amed
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Temmuz günü Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Siwara Benê alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Aynı gün saat 07.30 sularında operasyon gücüne yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın 8 askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Tarih her zaman her kesime aynı düzeyde bağışlayıcı ve cömert davranmaz. Tarihi anlar vardır ve bu anlar her zaman yaşanmaz belki birkaç yüzyılda şans doluysa insan birkaç on yılda yeniden bu cömertlik yaşanır.
Evet, öyle tarihi bir an yeniden Kürdistan gençliği için yaşanıyor. Hani var “ya yürü ya kulum” diye bir atasözü aynen öyle. Kürdistan gençliği için tarih “yürü ya kulum” diyor, daha doğrusu “yürü ya Kürdistan gençliği” diyor.
Kürdistan gerillası elinden geleni yapıyor belki de şimdilik elinden geleni yapıyor diyelim. Çünkü gerilla tüm kartlarını sermemiştir. Dizmemiştir. Bilinir savaş ya da özgürlük savaşı uzun soluklu bir iştir. Ve savaşın bitimi ya da özgürlüğün elde edilişi sadece elimizde değildir. Savaştığımız bir güç vardır ve bu güç deyim ağırdır ama oldukça bön bir yapısı vardır. Bönlük biraz kendini beğenmişliği, kibirliği ve tabii ki Budalılığı da içeriyor. Özcesi akıl böylesine karakter özellikleri taşıyan tiplerde çokta önde olmadığı için bu tiplerle kavga da her zaman en iyisi olmuyor. Normal dünyada biriyle nedeni ne olursa olsun kavga edildiğinde bu kavganın giderilmesi için yollar aranır. Ancak bu bön kendini beğenmiş budala tiplemelerle savaşta sonuçlar ne olursa olsun bildiklerinden bir adım geri atmıyorlar. Israr ediyorlar. Yere sersen de yeniden kalkıyor ve diyor ki bu sayılmaz. Ya da sersen de kalkıyor ve diyor ki hakem hinlik yaptı. Ya da sersen de kalkıyor diyor ki ben düşmedim sadece ayağım kaydı.
Karşımızda tümden bön ve bön olduğu kadar kimyası bozulmuş faşist bir ordu ve ordu mensupları var. Böyle olunca herkesin yaptığı ve doğru da olan sorunlara çözüm arama yolları aralanmıyor. İlginçtir böylesine bönlükler hatta budalalıklar sadece TC ordusunda değil neredeyse tüm siyasetçilerinde de var. Hele bir Bahçeli’ye bakın. O kadar yaşamdan uzak, o kadar gerçeklerden bihaber. Halen Kürtleri kendi kapısındaki köle, yamanma biliyor. Hele bir Kılıçdaroğlu’na sözde Kürt olacak bir bakın adam meydanlarda gerçekten Dostoyevski’nin Budala’sı gibi dolaşıyor. Birde ringe meraklı askerlerin mevziilerine giderek pehlivan rolüne soyunuyor. Bre adam seni bir kroşeyle yere sererler. Kendini ne sanıyorsun. Ve tabii daha ilginç bir vaka ise Erdoğan. Yani Recep hem de Recep Tayip Erdoğan. O kadar yalan söylüyor ama hiç renk atmıyor. O kadar sahtekârlık yapıyor ama hiç istifini bozmuyor. O kadar insanın kanına giriyor hiç vicdanı sızlamıyor. O kadar büyük konuşuyor bir general konuştuğunda hemen sütten çıkmış kedi gibi kuyruğunu salıyor. Doğrusu bu Recep mi, Recep Tayip mi bilmeyiz ama çok mu çok attığı bir gerçek. Hani içimizden “atma Recep diyeceğiz” ama tüm Recepler gücenir diye söylemiyoruz. Yine bu adam bu kadar bireyin tabiatıyla uygun olmayan davranışları sergilemesi tıbben psikolojimken sadece ve sadece ruh hastalığına işarettir. Ya da gerçekten en iyi değerlendirmeyle budaladır. Yani ne yaptığının farkında değildir.
Evet, özgürlük hareketinin yürüttüğü devrim dalgası karşısında en büyük talihsizliği böylesine budala tiplerle hep savaşmış olmasıdır. Hâlbuki başka yerlerde olsaydı şimdiye dek bu savaş değil 5 kez on kez bitmişti, sonuçlandırılmıştı. Ama nafile hani var ya o malum olanın 9 çeşit yüzme bilipte suyun kenarına geldiğinde unuttuğu meselesi bunlar da öyle.
Evet, durum bu iken gerilla Ahmet Altan’ın deyimiyle 800 binlik orduyu ““küllüm” ediyor, hallaç pamuğu gibi atıyor ve de Öyle bir mangayı falan pusuya düşürmüyor, gidiyor karakolları, birlikleri, taburları basıyor, “en seçkin” birlikler denen komando tugayına saldırıyor” demesi gibi yaptığı halde bu kimyası bozulmuş yapı bir türlü burnundan kıl aldırmıyor.
İşte GENÇLERİN ZAMANI derken tamda bunu kastediyoruz. Gençlik bu burnundan kıl aldırmayan öyle ki burun delikleri kapanıp ölebileceğini bildiği halde bir türlü yola gelmeyen bu yapıyı dize getirmek için gerillayla el ele yola çıkmalıdır. Bu kadar gerillayla gençlik tarihin hiçbir anında benzer misyonlar üstlenmemişlerdir. Kaldı ki tarih misyonları tarihin kendisi verir. Gerillaya aynı misyonu paylaşmak tarihin bu canlı anı veriyor.
GENÇLERİN ZAMANI her zaman tarihen vuku bulmaz. Tarihi anlarda bu tarihi an gelir çatar insana. Ya da tarihi anlarda bu tarihi an ya da misyon gelip insanı bulur. Bu durumda gençlik ve gerilla buluşmuşlardır. Gençliğin yapacağı her eylem gerilla hanesine yazılacaktır. Gerillanın yapacağı her eylem de gençliğin hanesine yazılacaktır.
Gençliğin ilk kez bu denli geniş eylem perspektifi vardır. Kürdistan özgürlük mücadelesine zarar veren her yapı hedeftir. Kürdistan’daki savaşa TC’nin yanında giren herkesim hedeftir. Ekonomik olarak hedeftir, kültürel olarak hedeftir, tecrit edilmesi açısından hedeftir. Ve tabi ki birey olarak hedeftir.
Bu kadar geniş yelpazede hedefler gençlik için hiçbir zaman olmamıştır. Bir sivil polisi gizlice bulup yer sermek, bir ajanı tespit edip hak ettiği cezayı vermek, bir kontrayı yakalayıp kontralığına son vermek ve tabii ki o kadar ekonomik hedef varken bir kibrit çakmak ya da molotofla türkü söylemek hepsi imkân dahilindedir. Çok ciddi hazırlıkta gerekmez, sadece biraz gerillayı duyarlıca takip etmek yeterlidir. Gerillayı yaşamak yeterlidir.
GENÇLERİN ZAMANI sürecinde biz her Kürdistanlı genci bir gerilla olarak görüyoruz. Daha doğrusu HPG’li olarak ele alıyoruz. O zaman diyoruz ki tüm HPG’liler ileri. O zaman diyoruz ki tüm HPG’liler görev başına ve tabii diyoruz ki tarihle buluşmak için tüm gençler GENÇLERİN ZAMANI’na hoş geldiler.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Temmuz günü (bugün) Şırnak’ın Gabar alanına bağlı Geliyoka, Tırbê Sêrtê ile Zêvê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Kasım 1922’de Lozan da görüşmelere başlandı. Ve aynı yıl Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları, 24 Temmuz 1923’de kabul edilerek antlaşmasıyla sonuçlandı. Cumhuriyetin ilanından önce yapılan antlaşma da Kürtleri temsilen katılan meclis üyelerinin olmasına rağmen, İsmet İnönü’nün kendisini hem Kürtlerin, hem de Türklerin temsilcisi olarak kabul ettirmesi sadece bir aldatmaca değildir.
Bunun temelinde yatan o dönem meclisinin hala Kürtler ve Türklerin Meclisi olarak kabul edilmesidir. Böyle tehlikelerle dolu bir süreçte Kürtlerin, Türklerle kardeşçe yeni bir gelecek yaratmak için girdikleri birliktelik stratejik görülmektedir. 1919’da Koçgiri İsyanı’nda izlenen yol barışçıl ve uzlaşma içeriklidir. Nitekim öyle de sonuçlanmaktadır. Yine çeşitli süreçlerde yapılan açıklamalar, ağırlıklı Kürtleri tanımaya dönüktür. Amasya Tamimi, Cizre Komutanlığına gönderilen talimatlar, İzmir Basın Açıklamaları hep Kürtlerle, Türkler’in nasıl birlikte daha güçlü yaşayacağını dile getirirler. Türk’ün Kürtsüz, Kürdün de Türksüz zayıf olacağı ve başkalarına alet olacağı tespiti yapılmıştır. Karşılıklı muhtaç olma ya da birbirine ihtiyaç kenetlenmeyi getiriyordu.
Neydi Lozan?
“Lozan Anlaşması Türkiye’nin sınırlarını çizen ve Türkiye devletinin varlığını ortaya çıkartan bir anlaşmaydı. Türkiye’yi temsil eden heyet ve Ankara’da oluşan yönetim kendisini Türklerin ve Kürtlerin ortak yönetimi olarak ifade ediyordu. Ancak Lozan Anlaşması’nda Kürtlerin adı olmadı, yeri olmadı. Lozan görüşmelerinde Kürt temsilciler bulunmadılar. Türkiye’nin sınırları çizildiği halde, Türkiye’ye Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı topraklar dendiği halde, iki toplumun ortak devletinin oluşturulduğu söylendiği halde bunlar ne resmi yazıya geçti, ne de somut olarak Kürtleri temsil eden herhangi bir heyet Lozan Anlaşması görüşmelerinde bulundu. Kürtler katılmadılar, yok sayıldılar. Lozan’da Kürtler yok sayıldı.
Aslında Kürtler katılmadılar ama bu Lozan görüşmelerinde Kürt sorununun Kürdistan’ın görüşülmediği anlamına gelmiyor. Hayır; çok sert tartışmalara hatta en sert tartışmalara Kürt sorunu üzerinde rastlandı. En sert tartışmalar Kürt sorunu üzerinde yaşandı, Kürdistan üzerinde yaşandı. Bunlar belgelerle sabittir. İsmet İnönü önderliğindeki Kemalist heyet, sıkıştığı anda kendisini Kürtlerin ve Türklerin ortak temsilcisi olarak sundu. Buna karşı İngiltere ve Fransa’da zaman zaman, çeşitli Kürt temsilcilerden aldıkları imzalı dilekçeleri görüşme gündemine getirdiler. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun İsveç Ataşelerinden olan Kürt Şerif Paşa var. Ondan işte ‘şu hakları istiyoruz biçiminde aldıkları dilekçeyi kullanmak istediler. Şerif Paşa’yı zaman zaman Lozan’a getirdiler. Ve onunla İsmet İnönü öncülüğündeki heyeti tehdit etmeye, dengelemeye çalıştılar. Sonuçta hem Türkiye Irak sınırı çizilemediği gibi hem de Kürtler yok sayıldılar. Türkiye’nin diğer alanlarda sınırları çizildi. Boğazlar sorunu çözüldü. Türkiye toplumu tanımlandı. Özellikle azınlıklar ve onların hakları belirlendi. Kürtlerin adı çok genel bir iki şeyde geçti.
Oluşan devletin üçte birini oluşturan bir toplum olmasına rağmen yer almadı. Yok sayıldı aslında. Hasıraltı edildi. Birbiriyle Kürdistan üzerinde sert mücadele yürüten, anlaşamayan taraflar sonuçta Kürdü yok sayarak, Kürt toplumuna dair herhangi bir şeyi anlaşma metnine koymayarak anlaştılar. Kürt inkârı işte böyle oluştu ve başladı. Daha sonra Kürt aşiret ve dini önderlikleri, ileri gelenleri ortaya çıkan sonuçtan memnun olmadılar. Buna itiraz ve isyan ettiler. Kuzey Kürdistan’da ettiler. Güney Kürdistan’da itiraz ettiler. Doğu Kürdistan’da itiraz ve isyan ettiler. Fakat bu isyanlar feodal aşiretçi düzeyi aşamadı. Örgütlü ve bilinçli bir ulusal kurtuluş hareketi düzeyine gelemedi. Sonuçta, oluşan sistem tarafından ezildiler. Bastırıldılar. Katliamlarla Kürt toplumu susturuldu.” (Selahattin Erdem)
Nasıl ki 1071 yılında Malazgirt’te Alparslan’a Anadolu yolu açılmış ise ve nasıl ki 1514 yılında Yavuz Sultan Selime doğu yolu açılarak cihan imparatorluğunun yolu açılmışsa, bu kez silinmekle yüz yüze kalan tarihinin en zorlu süreçlerinden belirsizliğe yuvarlanmanın önünü tekrar Kürtler alıyorlar. Bu dayanışma ve ortaklık, TBMM’nin oluşumuna kadar gider. Meclis Kürt ve Türklerin meclisidir. 24 Temmuz 1923’te, yeni Türk Cumhuriyeti ile imzalanan bir antlaşmayla bugünkü üniter-ulusal devletin temelleri atılmıştır.
M. Kemal 16 Ocak 1923 tarihinde İzmit'te, gazetecilerle yaptığı bir söyleşide (16 Ocak 1923) şunları söylemektedir:
“Kürt sorunu; bizim yani Türklerin çıkarına da kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırlarımız içinde bulunan Kürt unsurlar, öylesine yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun durumdadırlar. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurların içine gire gire, öyle bir sınır çizmek istesek, Türklüğü ve Türkiye'yi mahvetmek gerekir... Söz gelişi, Erzurum'a kadar giden, Erzincan'a Sivas'a kadar giden, Harput'a kadar giden bir sınır aramak gerekir. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Anayasa gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi ilin halkı Kürt ise onlar kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye'nin halkı söz konusu olurken, onları da (Kürtleri de) birlikte ifade etmek gerekir. İfade edilmedikleri zaman, bundan kendilerine ait sorun çıkarmaları daima beklenir. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Türklerin, hem de Kürtlerin yetkili vekillerinden (milletvekillerinden) oluşur ve bu iki unsur, bütün çıkarlarını ve geleceklerini birleştirmişlerdir. Yani onlar bilirler ki, bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz..." demektedir (Türk Tarihi Kurumu Arşivi, 1089 Numaralı Belge)
“Türk tarafının dağıtılma, bölünme fobisi ve özelde Musul-Kerkük'te İngilizlerin girişimleri dikkate değerdir. Kürtlerin saltanat ve hilafet yanlısı çıkışları ve cumhuriyetle çok sıcak yaklaşmamaları, devletin yereldeki otoriteleri daraltma girişimleri, dış kaynaklı tahriklerle desteklenince, birliktelik gerilemeye başlamıştır. Kürtlerde yeterince süreci sezecek ve ona uygun çözüm geliştirerek öncülüğün, liderliğin bulunmaması, Türklerde gelişkin olunan Türkist yaklaşımlarla birleşince, Türk ve Kürtlerin bağlarının kopmasına gidilmiştir. Giderek hilafetin kaldırılması, Kürt dilinin resmi dil olarak kabul edilmemesi, gelişecek isyanların kapısını sonuna kadar açmıştır.” (Kürt Halk Önderliği)
Fikret Artım
- Ayrıntılar