Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Temmuz günü saat 23.00 sularında Şırnak’ın Beytüşşebap ilçe merkezinde gerillalarımız tarafından Girê Sor, Bayrak Tepesi, Küçük Kato ile Bêyolkê Tepesinde 4 ayrı eylem gerçekleştirilmiştir. Birinci eylem 30 asker ve 6 mevziinin bulunduğu Girê Sor Tepesi’ne yönelik olarakgerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylemde arkadaşlarımız koruculara çatışmaya girmeme yönünde çağrı yapmış fakat korucular çatışmaya katılmıştır. Buna rağmen gerillalarımız bilinçli olarak korucuları öldürmemiş, yaralamıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Temmuz günü saat 20.00’da Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Qertmine alanı yakınlarında bulunan Botaş’a ait petrol boru hattına yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Kürdistan işgal edilmiştir ve sömürge bir ülkedir Siz buna eski klasik sömürge deyin ya da yeni sömürge deyin ya da İsmail Hoca gibi Kürdistan sömürge olarak kabul bile edilmiyor deyin. Tanımız ne olursa olsun varacağınız yer Kürdistan’ın işgal edilmiş olduğu gerçeğidir. Kürdistan’ın sömürge hatta uluslar arası bir sömürge olduğu gerçeğidir.
Toprakları işgal edilen, sömürge pozisyonunda tutulan halkların öncüleri olarak öne çıkanların, tüm zorluklarına rağmen direnişe geçenlere verilen ad “ÖZGÜRLÜK DİRENİŞÇİLERİ” ya da “ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARI” tanımıdır. Başka bir anlatımla haksız, rencide eden, onur kıran, kişiliksizleştiren, küçük düşürücü, insanlıktan atan ve çıkaran tüm uygulamalara karşı başkaldırıştır. Daha da ileriye götürürsek; bu topraklarda yaşayan gelecek aydın ve müreffeh günler için etini dişine takarak bu halk için gerekirse canını feda etmedir.
Birkaç yıl önce yazdığımız bir makalede: Terör ya da terörizmi: “„Terörizm genellikle; terör tohumlarını atmak yani kurbanlar kategorisindeki diğer insanların aşırı korkması amacıyla, kurbanlar kategorisindeki insanlara karşı yapılan eylemler olarak tanımlanır. Bu, ‘diğer insanların’ gelecekteki davranışlarını değiştirmek amacıyla yapılır“ alıntısını saygın yazar İmmanuel Wallerstein’den almıştık. Yine devamında da: “Yukarıda ki tanımlama da yola çıkacak olursak TC devletinin ilk kuruluş yıllarından başlayarak insanlara ve halklara yaşattıkları hep terör ve terör yöntemleri olmuştur. Hatta daha gerilere giderek Osmanlı devletinin birçok yönüyle terör uygulamalarını sistematik olarak kullandığını söylemek yanlış olmaz“ demiştik.
TC devleti, tarihinde rastgele binlerce insanın katlettiğini hepimiz biliyoruz. Bilinçli katletmeleri ise zaten Ermeni soykırımından gördüğümüz gibi sistematik yok etme olduğu için insanlık buna jenosit dedi.
Ve aynı bu gelenekten gelen TC devletinin hükümeti ve hükümetleri, ordusu, yazarçizerleri bizi teröristlikle suçluyorlar. Bizi terörist olmakla itham ediyorlar. Terörizmi yukarıdaki tanımlamaya göre ele alırsak terörizmi kimlerin uyguladığı apaçık ortadadır. 17 bin-çoğu zaman rastgele-katledilmiş sivil insan söz konusu iken ve çoğu zaman bu insanlarımızı sadece ürküterek mücadelemizde uzaklaştırmak için bunu faşist tarzda uygulamışken nasıl oluyor da biz terörist oluyoruz? Başkasının topraklarını zoraki işgal ederek, dilini yasaklayarak, okullarına izin verilmeyerek, yeraltı yer üstü zenginliklerini hatta tarihi dokularını yok ederek çarçur etmişken, doğasıyla oynamışken o kadar zengin topraklara sahip bir ülkemiz varken insanlarımızın açlık sınırlarında tutulması hatta başka yerlere hizmetçi olarak gitmesi günlük olarak yaşanırken nasıl oluyor da biz teröristiz?
Açın uluslar arası yasaları, hukuk normlarını bir yerde işgal varsa eğer bu işgale karşı direniş varsa buna kimse terörizm demiyor. Ama bir devlet son zamanlarda faşist Türk devletinin yaptığı gibi sivil insanları katlediyorsa, çocuklara işkence yapıyorsa, legal siyasetçileri tek bir kurşun sıkmadıkları halde tutukluyorsa, tarlasında çalışırken 70’lik anaları vuruyorsa, kendi korucusunu araziye çıkarıp pusuda katlediyorsa, havanla Ceylanları vuruyorsa, 12 yaşındaki Uğurları üstüne 13 kurşun yağdırarak katlediyorsa, televizyonlarının önünde gencecik çocuklarının kollarını kırıyorsa, coplarla it sürüsü gibi çocuklarının üzerine sürüyorsa, gencecik kızlara okullarda devlet eliyle zoraki tecavüz ediliyorsa bunların tümüne uluslar arası normlar terörizm diyor. Ve bunu yapan eğer bir devlet ise buna devlet terörü diyorlar.
Evet, TC devleti terörist bir devlettir. Ve ikide bir televizyonlarda, medyada, radyoda “terör ve terör sorunu” diyerekten bizi kast etmeleri sadece bir kelimeyle izah edebiliriz: o da sahtekarlıktır, iki yüzlülüktür hatta yüz yüzlüktür…
Biz özgürlük direnişçileri ve savaşçılarıyız. Gidin dünyanın hangi sözlüğünü getirirseniz getirin, dünyanın hangi ansiklopedisini getirirseniz getirin hatta bu Türkiye devletinde basılan sözlükler olsun, işgale karşı direnişi sadece ve sadece direnişçiler ya da özgürlük savaşçıları olarak ele alır. Bunun lami cimisi yoktur. Özgürlük Savaşçısı Özgürlük Savaşçısıdır. Bu özgürlük savaşçılarının hataları olsa da bu böyledir. Eksikleri olsa da bu böyledir. Yapılacak olan özgürlük savaşçılarının hatalarını eleştirmektir ya da bu eksiklikler ağırsa yargılamaktır. Ama özgürlük savaşçıları özgürlük savaşçılarıdır. Eğer özgürlük savaşı verenler ciddi sadece bireysel çıkarları için, ya da siyasi amaç gütmeksizin eylemlere girişiyorlarsa bunu da eleştirmenin de ötesine geçebilirsiniz. Çünkü olan artık özgürlük savaşçılığından çıkmışlıktır dersiniz.
Evet, bugün etrafımıza bir bakalım. Biz sadece ve sadece TC devletinin güvenlik güçlerini hedefliyoruz. Askerine, polisine, fuhuşçusuna ve tabii başımıza bomba olarak yağan para finansörlerine yöneliyoruz. Bu yapılana kimse terör demez. Herkes buna meşru savunma ya da meşru müdafaa diyor.
Bu kirletilmiş çıkar dünyasında bazı devletler-ki bunların çoğu halkların kanlarına bulaşmışlardır-kendi çıkarları için özgürlük savaşçılarına terörist diye bilirler. Ancak güneş balçıkla sıvanmayacak kadar temiz ve yakıcıdır. Hiç kimse ama hiç kimse insanlığın gönlünde haksızlıklara başkaldıranları terörist diye yargılayamaz. Yargılayamamıştır da.
Bir Spartaküs’ü Romalılar terörist dese ne yazar, demese ne yazar?. O bugün halkların kalbinde ilk özgürlük direnişçisidir. Bir Mandela’yı Apartheid rejimi yargılasa ne yazar, yargılamasa ne yazar. o bugün insanlığın vicdanındaki insanlık sesidir. Bir Gandhi’yi İngilizler kışkırtıcı ve terörist olarak damgalasınlar ancak bugün tüm insanlık-başta o meşhur emperyalistler-Gandhi tarzı direniş diyorlar.
Evet, kim ne derse desin işgale karşı direniş meşrudur. Sömürge statüsüne karşı direniş meşrudur. Ve bu direnişe geçenlere tarih sadece ve sadece ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARI olarak anıyor. Ancak işgali ve sömürüyü ısrarla sürdürenleri ise tarih sadece ve sadece lanetliyor ve onlara tarih barbar, işgalci, faşist, despot, dikta, terörist diyor ve böyle de demeye devam edecektir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Temmuz günü saat 15 sularında Amed’in Kulp ilçesine bağlı Mılikan karakol nizamiyesinde toplu halde bulunan düşman gücüne yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Çok değil daha birkaç gün önce Şemdinli de yaşanan çatışmaların ardından önce büyükler koşar adım saldırının yapıldığı yere koştular ve bol bol moral! Verdiler, sonrasında o bilindik tartışmalar tekmili birden bütün medyayı kuşatması altına aldı.
Evet Ankara’ya hatta Türkiye’nin dört bir yanına cenazeler gitmeye başlamıştı ve askerin morale ihtiyacı vardı. Daha öncesinde Osmaniye saldırısı sonrasında, genelkurmayın şairane açıklamalarının amacı toplumsal nabza nüfus edebilmek içindi.
Şemdinli’den sonra “inandırıcı açıklama” isteyen de oldu ama, kimse oralı olmadı. Askerin morale ihtiyacı vardı ve verilmeliydi. Kimileri eksik istihbarat dedi, kimileri ise iskan da yaşanan zafiyetlere parmak basmaya çalıştı.
Hani “bir türk dünyaya bedeldi” ya, zaten bu saldırıların arkasında ve tarihinde var olan dış mihraklara zayıf görünmemek için, milli birlik görüntüleriyle aile fotoğrafları oluşturulmaya başlandı.
Ne de olsa NATO’nun en güçlü ordularından birine sahip olan bir ülkenin askerleri öldürülüyor ve hem iç ve hem de dış politika da bölgesel güç olma yolundaki kararlılık bir şekilde sekteye uğratılmak isteniyordu.
Bu kadar yoğun saldırıların olduğu bir dönemde askeri sorgulamak bir yana, dokunmak bile büyük ayıptı, günahtı ve hattasında “vatan hainliği”ydi.
Bu savaşta ölen askerlerin aileleri acılarının nedenlerini sorgulayacağına “ağlamayacağım”, “çocukları da asker olacak” diye çeşitli beyanatlar vermeye başladı. Sanki ağlanmadığında hayat güllük gülistanlık oluyor da ya da bütün çocuklar asker olsa her gün bayram olacakmış bir hissiyatın içine gark olmaya meyleydiler kendilerini.
Ne de olsa, yirmi beş yıllık bir sorun vardı! Bunun öteden beri tek muhatabı askerdi. Onun için gerekirse asker yakınları ağlamamalıydı ve geride kalan (ne olup bittiğini anlayamayan) çocukların asker olması gerekiyordu.
Yani,
Yanisi moralin bozulmaması gerekiyordu. Ancak bu şekilde minare kılıfa sığdırılabilirdi zayıf bir ihtimalle olsa da.
Tüm bunları insan beyni bir noktaya kadar algılayabiliyor. Hele hele, mevzuları bahis olan bu konuların yaşandığı mekanın adı Türkiye ise konu da netleşiyor, işin rengi de.
Peki Hatay’da kekik toplayan köylülerin bu tablodaki yeri nerede?
Biri altmış, bir diğeri de yetmiş yaşında olan bu köylülerin bu NATO ordusunun ve gelişkin teknik mücadelenin ortasında can vermelerinin aklı izanı nedir?
Genelkurmay yine şiir kafesini işletip, methiyeler düzecek mi? Yoksa basit bir “pardon” u yeterli mi görecek?
Son günlerin toplumsal vizyonu olmaya baş koyan Kardelen Elif bu konuya yönelik her hangi bir beyanatta bulunacak mı?
Ya da buna benzer farklı tepkiler gelişecek mi?
Motorlular, taksiciler, ultraasalaklar herhangi bir reaksiyonu ortaya çıkaracak mı?
Zor. Mücadele devam ediyor, cenazeler geliyor ve gelmeye devam edecek. O zaman yapılması gereken morali eksiksiz bir şekilde vermek.
Hani bir de alınacak yeni tedbirler de var ortada: ABD’den yoğun destek, İtalya’dan taarruz helikopterleri gelecek bir de.
Moral ve teknik birleştirilecek de, bu ordu üstündeki korkuyu nasıl atacak ve aklın yolunu ne zaman kavrayacak? Soruları ise cevabını aramaya hali hazırda devam edecek. Daha çok canlar yansa da…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Temmuz günü saat23.00’dan 2 Temmuz günü saat 01.00’e kadar Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Şehit Beritan Şehitliği, Goşinê, Şekif Tepesi ile Xinêrê’nin Kendekolê alanına yönelik olarak TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
Uzun zamandır HPG Anakarargah Komutanlığımız birçok açıklamasında Türk silahlı kuvvetlerinin çok bilinçlice sivil insanları katletmeye dönük bir politika izlediğini demokratik kamuoyuyla paylaşmaktaydı.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Haziran günü saat 16.30 sularında Osmaniye'nin Bahçe ilçesininTaşoluk mevkiinde yük trenine yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda yük treni büyük oranda tahrip edilmiş ve raylarda kopmuştur.
- Ayrıntılar
Bitmesini istediğin şeyler umulmaz acılar yaratsa da olmasını istediklerine ulaşamamak daha fazla acıtır benliğini.
Arada olmaktır bu belki de.
Eski ile yeni
Dün ve yarın arasına sıkışmış gibi…
Değişim bu yüzden zor gelir. Arzulanan, beklenen, umulan
ama olmayan.
Belki birilerinden, belki bir şeylerden beklenir kıvılcım. Tüm dünyanı değiştirecek, sistemini alt üst edecek kıvılcım. Öyle alışmış veya alıştırılmış olduğundan insan, kendiliğinden ve kaderde yazgısı olduğu üzere
bekler.
Neyi beklediğini bile bilemeden, olup olmadığını, olup olmayacağını bilemeden hem de.
Nereden gelirse gelsin der ya da. Yeter ki beni, bugünümü, olduğumu değiştirsin.
O yüzden tehlikelidir değişim zamanları. Yutar. Çeker kendinden insanı.
Öylesine güzel ve değerli olan için istenen değişim bir bakarsın çirkefin batağında debelenen bir siluete dönüşmüş.
Suçlu kim o zaman?
Değişimi isteyen mi?
Değişim istemine yol açan düzen mi?
Yoksa değişimin karakteri mi?
Evet ya, belki de alışkanlıklar. Alışkanlıklar değil mi ki insanı iki arada bir derede bırakan.
Sistemden kopmak istiyorum! Değişmek ve değiştirmek istiyorum! Var olanın rezilliğine dayanamıyorum! Alışkanlıklardan değil mi ki isyan kokan sözlerin bir türlü ulaşamaması hedefine.
Belki de Stockholm sendromudur yaşadığımız. Belki de katilimize, halimize sebep mezalimlere sevdalanmışızdır.
Yoksa niye olmasın ki kopuş? Neden yüz geri edemeyelim ki kötülükleri? Hakaretlere, işkenceye, sömürüye neden karşı gelemeyelim ki? Neden soykırımın eşiğinde tutulan bir halkın evladı olarak küçük ve kaygan dünyalarda, içi kof arkadaşlıklarda çözüm arayalım ki? Dilimi unutturan, beynimi eriten, ahmaklaştıran ve de hiçbir gelecek sunmayan okullarda neden ömür tüketeyim ki?
Alışkanlık değil mi? Alıştırmadılar mı öylece?
Alışkanlık olmasa, alıştırılmış olmasak neden reflekssiz, tepkisiz bir alık/avêl olalım ki analar ağlarken, çocuklar, kültür, ahlak ve yaşam ağlarken…
Ama alışmışız ya, kanıksamışız ya lanetli olma halimizi. Bizden adam olmaza kilitlenmişiz ya. Kürt kimliği dışında, öz güç dışında herkesten beklemişiz ya özgürlüğü. “Hak etmişiz demek ki”lerle boyun eğmeci olmuşuz ya…
Ama bir yanımız kötü ya hani, bir yanımızın zevkleri diğer yanımızın çirkinlikleri ya, bir bütünün parçaları ya benliğimiz… nasıl değişsin ki yarınlar.
Böyle değil ki yaşadığımız çağ. İnsanlar birilerinin yarattığı ve hazırladığı bir dünyaya ve yaşama mahkum değil ki.
Sırf bu mahkumiyeti kırmak için yıllarca yaşandı ya bu amansız mücadele.
Bu yüzden değil mi on binlerce körpe can, on yedisinde, on ikisinde ve nice yaşta can düşmedi mi toprağına kutsal vatanımın.
Bu yüzden değil mi ki üst üste odun gibi dizilip yandı insanlık.
Bu yüzden değil mi ki mezalimlerin elinde bir zamanlar yüzünü okşadığımız evlatlarımızın kafaları sallandı.
Bu yüzden değil mi ki 70 yaşındaki nenelerimiz, 3 yaşındaki bebelerimiz kör kurşunlara uğradı.
Bu yüzden değil mi ki on beş yaşında yaşamın baharında her şeyden habersiz bir anda gökten düşen beş yüz kiloluk bombanın altında kaldı Ruşen.
Bu yüzden değil mi ki Özgür İnsan, varlığımıza sebep insan tek başına ve yıllardır, tokalaşmaktan bile uzak bir denizin ve bir adanın ortasında tek başına…
Sadece bunlar mı?
Peki ya yetmez mi?
Katliam, ölüm, zulüm, işkence, baskı, asimilasyon, aşağılama, yok sayma, rencide etme, hakaret, küfür…
Yan yana sıralarken bile insanın içini acıtan bunca kavram dayatılıyor ve bunlarla yaşaman farz ediliyorken eğer alışkanlıklarından değilse, eğer sana öyle kavratıldı diye değilse, eğer kendi doğruların gibi sarılman tembihlenmemişse, eğer bu senin kaderin yalanına inanmamışsan
Ne diye duruyorsun? Neyi bekliyorsun?
Anlamıyor musun bir şeylerin değişmesini istiyorsan, önce kendinden başlayacaksın. Özgürlük ateşinde yanmak için kıvılcımını kendin çakacaksın…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Haziran günü 14.30-16.30 saatleri arasında Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Serêsêvê Taburu, taburun güvenliğini sağlayan tepe ile Darsingi(Girê) karakoluna yönelik olarak Şehit Zilan (Zeynep Kınacı) yoldaşın şahadet yıldönümünü anma ve kadına uygulanan tecavüz kültürüne karşı YJA-STAR gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar