Gizemdir gerilla. En göz önündeki zamanlarda bile aslında görünmezdir gerilla. En çok beklenen yerde karşınıza çıksa bile, gizemli bir sürprizdir gerilla. Gizem bir taktik yada bir strateji değildir gerilla için. Onun varolma biçimidir gizem. Bu öyle belli bir dönemin, belli bir zamanın askeri örgütlenme biçimiyle alakalı değildir. O, ezilenlerin tarihten süzülerek gelmiş bütün direnme biçimlerinin bileşkesidir. Sadece ulusların, sınıfların yada herhangi bir toplumsal kesimin, kendini varetmek için başvurduğu bir savaş ve ordu biçimi değildir.
O, içinden çıktığı her toprağın rengini alan, biçimini alan, ruhunu alan, herşeyiyle tam bir gizemdir. Onun gizemi, gizemli olma çabasıyla alakalı değildir. Onun gizemi, bilinen aklın dışında varolmasıyla alakalıdır. Bilinen akıl mülkiyetin, tahakkümün, zülmun aklıdır. Bilinen akıl, egemenlikçidir, cinsiyetçidir, doğa düşmanıdır. Bilinen akıl, sonuna kadar zülumkardır, hilekardır, yalancıdır. Bilinen akıl, güce tapar, maddeyi esas alır, ruhsuzdur. Ve bu yüzden bilinen aklın sınırları içinde akıl üretenler için, büyük bir gizem, bir muammadır gerilla.
Kontr-gerilla diye bir savaş taktiği ve onun kütüphanelere sığmayan teorilerini geliştirseler de, hep yenilmişlerdir gerillaya karşı. Ve en çözdük dedikleri zamanda bile, habire yeni teoriler üretmelerinin nedeni, herşeyiyle bir gizem olmasındandır gerillanın. Özgürlüktür gerilla. Doğayla bütünlük, toplumsal eşitliktir gerilla. Zülme karşı başkaldırı, zalimin korkulu rüyasıdır. Savunduğu toprak kadar toprak, savunduğu toplumun herkesiminden birşeyler taşır kendinde.
Ezilen sınıftır gerilla. Ezilen cinsttir, ezilen halktır, ezilen çocuktur ve talan edilen topraktır gerilla. Beş bin yılın bütün direnme biçimlerini kendinde bir ruh haline getiren en gizemli direnişçi olan kadın cinsinin taa kendisidir gerilla. Egemenler için bu kategorilerin hepsi yeniktir çünkü adı üzerinde, ezilendir onlar. Yenilmişsen, ezileceksin doğal olarak. Fethedilmişsen, sömürüleceksin doğal olarak. Sömürülüyorsan, susacaksın, boyun eğeceksin,merhamet dileneceksin, şükredeceksin hatta.
Egemen akıl, iktidar aklı bunu bilir, bunu söyler, bunu emreder. Bunun dışındaki hiç bir düşünme biçimi akılcı ve gerçekçi değildir. İşte tam da bunun için gizemdir gerilla. Çünkü bilinen aklın ve gerçeğin dışında ve ötesindedir gerilla. Bu, onun tarihsel varolma biçimidir. Egemenlerin tarihi onları hep öcü, şeytan, cadı, terörist ve bir sürü adla tanımlamışlarsa da, onlar halkın bağrında hep yer bulmuşlardır kendilerine.
Dağların derinliklerindeki direnen aşiretin kahraman süvarileridir onlar. Çölün en fırtınalı yerinde bir bedevi atının sırtındaki heybetli Ali’dir onlar. Amazonlardaki orman hayaletleri Zapatistalardır onlar. Karacadağ’ın eteklerindeki Hedwan’ın süvarisi Derwêşê Evdi ve on iki süvarisidir. O yüzden egemenlerin kitaplarında korku kaynağı ve kötülük simgesiyken gerilla, halkların masallarında, efsanelerinde ve destanlarında tanrısal gizemin yenilmez kahramanlarıdır onlar.
Gizemdir gerilla. Çünkü bilinen aklın dışında bir akılla vareder kendini. Zülme karşı direnişin, adaletsizliğe karşı eşitliğin, iktidara karşı özgürlüğün aklıyla düşünür. Hürafelerin ve küfrün diline karşı, masalın ve efsanenin dilidir onlar. Çünkü bütün haramların, günahların kaynağında yasak elma vardır. Bilgisizlik üzerine inşa edilir iktidar. Bilgisizlikle beslenir zülum. Ve bilgisizlikten doğar bütün teslimiyetler.
Gizemdir gerilla. Çünkü Adem babalarının izinden gitmiştir. Bütün bilgi ağaçlarının bütün bilgi meyvelerinden süzülmüş bir aklın sahibidir gerilla. Toprağın çocuğu, ormanın kardeşi, börtü böceğin oyun arkadaşıdır o. En gizli çeşmenin, en saklı meyvenin, en sağlam sığınağın usta bilicisidir o. Gizemdir gerilla. Çünkü bilinen aklın dışında, bilinen hayatların dışında, bilinen yaşam biçimlerin dışında kendini varetmenin ustasıdır o.
Ol bu sebeple, gizemin dışında kalanların gerillaya ilişkin söyledikleri her söz beyhude bir yalan, çaresiz bir laf kalabalığının ötesine geçemez. Ve yine ol bu sebepledir ki bu gizemin dışından gelenler için gerillayla savaşmak, sadece gölgelerle savaşmaktır. Bu savaşı yaşayanlar bilirler, o yüzden en gelişkin silahlar, en ileri teknolojiler, en kale kalekollar kurtaramaz onları gecenin gizemli savaşçılarından. Vurulur belki en kıyıcı silahlarla, en atom teknolojilerle ama eksilmez, hep çoğalır gerilla. Çünkü kurumayan çeşmenin, dinmeyen rüzgarın ve bereketli toprakların çocuğudur gerilla.
Yenilmez, hep çoğalır. Çünkü hiç bir masalda, hiç bir destanda, hiç bir efsanede yenilmez kahramanlar. Bilir bunu, onu bağrında besleyen halk, kucağında besleyen toprak ama bilmez, zülmun aklı ve akıldaneleri. Zülum hep zalimin elindeki kırbaç ve kurşunla konuşur. Gerilla ise hep sabır ve sessizlikle örer direnişini. Çünkü bilir o, hiçbir zülmun kırbacı işlemez sabra ve hiç bir mermi işlemez gününü bekleyenlerin suskunluğuna. O yüzden sabırla ve suskunlukla örer gerilla, zalime karşı mazlumun gazabını. Ve o, kendi gizeminde bilgesidir zaferin. Zafer gazapla gelecekse, o bilir, en büyük gazap mazlumun ahıdır. O boğuk, o derin, o öfke dolu ah, birikir de birikir gizemli sessizliklerde, sabırlı suskunluklarda. Sonra çatlar sabrın taşı ve çığlığa dönüşür suskunluk.
İşte gizemi gerillanın çatlamış sabır taşı ve zülum sessizliklerindeki ahın çığlık hali olmasıdır. İşte bundandır mazlumlar için en tanıdık bir evlat olarak kucaklanan yüreğinin bir parçası, gözünün bebeğidir gerilla. Hep gözlerinin önünde hep görülebilen, hep duyulabilen bütün gözlerin ve kulakların duyup görebildiği bir gerçektir gerilla. Zülmun azap askerleri için ise bütün zamanların gizemi, tanrıların acımasız yıldırımıdır o. Mazlumlar için nerde görseler onları, ‘hoşgeldiniz, biz de sizi bekliyorduk’ denilip ekmeklerini bölüştükleri sevgili evlatları, umut dolu yarınlarıdır. Zalimler ve savaş borazancıları için ise hep ‘nereden çıktı bunlar’dır.
Gizemdir gerilla. Mazluma hep aşikar olan, zalimi kör eden...
Bir yıldan fazladır Kürdistan dağlarının bir çok yerinde bir gizemi paylaştım gizemin çocuklarıyla. Olup bitenler hep gözlerimin önündeydi. Cehennemi acılarını ve bütün cehennemlerin, yanında sönük kaldığı suskunluk zamanlarını paylaştım. Bir bahar ve bir kış paylaştım. Bir kışın bu kadar ateşten ve can yakıcı olabileceğini ve insanların yüreklerinde bu kadar gazap biriktirebileceklerini büyük bir hayret ve hayranlıkla izledim. Ve yazdım bunları.
Onlarca canlarını kışın amansız donduruculuğu içinde çağın bütün ölümcül teknikleriyle canlarına can kattılar bereketin topraklarına. Kahpe pusularda en güzel oğullarını ve kızlarını bembeyaz kara gömdüler. Komutan Rûbar’ı, komutan Hamza’yı, komutan Brûsk’u, komutan Arjin’i, komutan Berfin’i, komutan Armanc’ı, komutan Rûken’i ve onlarca canlarını bembeyaz kara ve derya yüreklerine gömdüler.
Cehennemler demlediler yüreklerinde. Gazapla emzirdiler akıllarını ve yüreklerini. Bahara cehennemler sığdırma sözüyle beklediler, dağların gelinliklerinden soyunmasını. Bütün kış boyunca onlar paylaştılar bunları benimle. Ve ben defalarca yazdım. Bu baharın ateş halaylarına gebe olduğunu. Baharla birlikte onlar düştüler yollara. Ben de peşlerine düştüm.
Yaşadığımız topraklar herşeyiyle baharı yaşıyordu. Baharların en bereketli toprakları ise çöl suskunluğunda kalsın istiyordu zulüm sistemlerinin sahipleri. Oysa zamanı gelmişse baharların, kimse güzelliklerin filizlenmesini engelleyemeyecekti bu topraklarda. Arjîn ve on beş güzel yoldaşının o kahpece katledişleri bile milyon bahara gebeydi. Bu kadar bereketli tohum düşecekti toprağa, hem de en bereketli toprağa ve çöl kısırlığı beklenecekti bu topraklardan. Bu ancak zalim kafaların kısır akıllarının bekleyebileceği bir kör hayal olabilirdi. Toprağın bereketli aklı olan çocuklar sadece zamanını beklediler baharın.
Baharla birlikte düştüler yollara. Bereketli akılları ince ince, derin derin ustaca cehennemler örmüşlerdi zulmün piçlerine. Bu topraklar kabul etmez piçleşmenin hiç bir biçimini. Baharda budanır ağaçlar piçlerinden. Temizlenir toprak ayrıksı piç otlardan. Ve kalekollarında yanılgılı güvenlerinde zulmün piçliğinden beslenen kiralık tetikçiler örülen cehennemlerin farkında değildirler. Oysa bütün kış, çığ çığlığında örülmüştür cehennem. Toprağın anaları bütün sevecenlikleriyle ertelenmesini istemişti baharı. Zalime bile şefkat tükenmiyordu onların yüreklerinde.
Biliyorlardı, eriyen karlar sadece boz renkli sular akıtmayacaktı ovalara. Kana boyanmış kardan kan selleri akacaktı ovalara ve analar, bütün şefkatlerinin bile bu sellere engel olamayacağını biliyorlardı. Sokaklardaki çocuklar, bahar oyunlarının, dağdaki oyun arkadaşlarının oyunlarına karışacağını biliyorlardı. O yüzden boş şişeler ve avuçlarını dolduracak taşlarla doldurmuşlardı zulalarını. Gizem mendillerini yüzlerine örtmenin binbir şeklini icat etmişlerdi.
Yani herkes öngörmüştü bu baharı. Kaçınılmazdı ateş halayları. Dağdan kopan ilk selle birlikte başlayacaktı halay. Zaten adet değil mi bu topraklarda, hep halaylarla karşılanır bahar. Ve en güzel halayları, ateşin ve güneşin çocukları Newroz ateşinin etrafında tutarlar. Ve Newrozla birlikte başladı ateşin halayı. Sonra dağlardan usul usul halaylar inmeye başladı ovalara. İşte o zaman gizemi göremeyen iktidar körleri ‘nereden çıktı bunlar’ diye başladılar tiz çığlıklar atmaya. ‘Kimin halayı bu’ diye anlamsız sorular sordular. ‘Neyin halayıdır diye bu’, anlamsızlıklara boğmak istediler bütün akılları.
Oysa halay başında bu halayın Rûbar vardır, Hamza vardır, Brûsk vardır, Armanc vardır, Rûken vardır, Mahir vardır, Berfin vardır, Arjin vardır. Toprağın bereketine bereket katanların ateşten halayıdır bu. Onlar halay başı, peşlerindekiler sevinçli halayın çocuklarıdır sadece. Nereye baksam bu gerçekler gün gibi aşikârdı.
Eylem hazırlığında günlerce, haftalarca yürüyen gerilla hangi köye, hangi zoma, hangi mahalleye inse yediden yetmişe tek bir cümleyle karşılıyordu onları, ‘Hoşgeldiniz heval. Gözlerimiz yollarda kaldı.’ Ve hemen herkes görev bilinciyle ve büyük bir disiplinle harekete geçiyordu. Çocuklar hızla köşe başlarına nöbete koşuyorlar. Analar kıştan ördükleri çorapları çıkınlarına koyuyorlar. Genç kızlar ve gelinler tandır başlarında ekmek pişirmeye gidiyorlar. Delikanlılar hemen kuşanıyorlar ve kurye olmanın, milis olmanın ciddiyeti ve disipliniyle kulaklarına fısıldanan görevlerinin başına geçiyorlar.
Her şey halay uyumunda. Sevinçli karşılamalar, fısıltılı işbölümleri ve uyumla hareket eden yediden yetmişe bir halk. Hepsi herkesin gözleri önünde ama bunu sadece gizemi çözenler biliyor, görüyor. Gizemin dışında kalanlar ise sağır ve kör. Bir gerilla komutanı kılık değiştirerek bir karakolun içine giriyor. Keşfini yapıp çıkıyor. Herkes görüyor bunu, karakolda kalanlar dışında.
Sonra düşüyoruz yollara. Her yol boyunda gizli işaretler, gizlenmiş erzaklar ve cephaneler, küçük pusulalar ve benim de tam anlayamadığım ve sormaya çekindiğim bir kişinin taşıyamayacağı büyük demir parçalar. Bunları kim, ne zaman ve nasıl bıraktı buralara, şaşırıyorum. Bazen yanımda yaşlı bir komutana, ‘heval kim ve ne zaman bıraktı bunları’ diye soruyorum. Gülümsüyor. ‘Reşkê şevê’ diyor. Anlıyorum ki tarihin derinliklerinden yardıma gelmiş gecenin cinleri.
Her türlü tekniğe karşı o kadar ilginç tedbirler geliştiriyorlar ki deşifre olmuş şemsiye taktiği dışında bilgi veremiyorum burada. Duysalar o tekniği geliştirenler, tekniklerinin bu kadar basitçe boşa çıkarılabileceğini, kilit vururlardı fabrikalarının kapılarına.
Yürüyoruz. O kadar uzun yürüyoruz ki, bu her yaştan gerillaların takatı nereden bulduklarına şaşıyorum. Bazen saatlerce iniyoruz derin bir vadiye. Tamam, her halde vadiye inecektik, yolculuk bitti, diyorum. Bu sefer başlıyoruz dimdik bir yokuşu çıkmaya. Saatlerce, günlerce yürüyoruz. Bir bakıyoruz bir zozandayız. Koskoca kar kevilerin yanında, yemyeşil çimenlerin ortasında, bir gölün kıyısında mola veriyoruz. Herkes düzlüğün kenarındaki kayalıkların arasına bırakıyor çantalarını. Çaylar yapılıyor. Erzaklar çıkarılıyor.
Çay ve yemekten sonra bu yorgunlukta fırsat bu fırsat herkes bir kayanın dibinde uyuyup dinlenecek diye bekliyorum. Artık orta yaşı biraz devirmiş olan kadın bir gerilla, çevresindekileri tahrik etmeye çalışıyor. ‘Heval’ diyor, ‘Allah bu meydanı birrê için yaratmış sanki’ diyor. ‘Birrê’ lafını duyunca bütün yorgunluk uçup gidiyor. Zaten böyle durumlarda tahrike gelmeyen oportünist sayılıyor. Ve hemen takımlar belirlenip dünyaya tepeden bakan bu zozanlarda nöbetçiler çıkarılıp eyleme hazırlanan gerilla grubu başlıyor birrê oynamaya. Öyle bir keyif ve ciddiyetle oynuyorlar ki, oportünist damgası yememek için ben de dalıyorum oyuna. Kan-ter içinde kalıyoruz. Birrê bitiyor, ara veriyoruz. Bir çay içiyoruz.
Sonra eskilerden biri mendil kapmaca öneriyor. Kadın gerillalar zaten hazır. Bu oyunda kendine fazla güvenli erkek gerillalar, kaptırıyorlar mendili çoğunlukla. Ben iyice yoruluyorum. Kahkahalar eşliğinde bitiriyoruz mendil kapmacayı. Oturuyoruz. Komutanların çoğu bir tarafa çekiliyor. Birşeyler planlıyorlar, belli. Diğerleri bir tarafa çekilip silahlarını temizliyor, raxtlarını kontrol ediyorlar.
Akşama doğru, nereden çıkıp geldiklerini anlayamadığım başka başka gruplar geliyor. İçlerinde yüzü puşilerle örtülü, tam donanımlı sivil giyimli olanların da olduğu oldukça kalabalık bir güç birikiyor orada. Her şey bir eylem hazırlığının olduğunu gösteriyor. Kısa bir toplantı yapılıyor. Böyle bir zamanda yapılacak eylemin tarihsel, siyasal ve askeri hedefleri anlatılıyor. Ama somut hedef eylem anına kadar gizli tutuluyor hep. Eylem başlayana kadar Şitazina ve Oramar karakolları olduğu aklına gelmiyor hiçbirimizin.
Eylem başladıktan sonra o kadar çok yerden ve o kadar değişik silahlarla ateş altına alınıyorlar ki, haftalardır bu gruplarla dolaşmama rağmen yine de şaşıyorum, bu kadar çok güç ve bu kadar ağır silah nasıl taşındı buraya diye. Oysa belki de onlarca karakolun arasından ve hep tepemizde olduklarını bildiğimiz her türlü keşif uçağı ve uyduların altında yürüyerek gelmişiz buraya. Hepsine karşı öyle ilginç tedbirler alınmış ki, bu koskoca ordu ve en gelişkin teknik kör ve sağır kalmış. Yada belki de gerçekten beraber yürüdüğüm, ekmeğini paylaştığım, beraber oyun oynadığım bu insanlar sadece hayalet belki. Yada gecenin gölgeleri onlar. Neticede ben de görerek anlıyorum ki ne kadar gözümün önünde olsalar da, ne kadar herşeylerini paylaşsalar da benimle, gizemdir gerilla. Ve bu gizemi sadece yaşayanlar anlayabilir.
Fazla uzun sürmüyor saldırı. Düşüyor karakol. Giriyorlar içine. Eylemlerini tamamlayıp yerleşiyorlar araziye. Günlerce sürüyor çatışmalar. Kuşatılmış karakollara ve tutulmuş araziye girmek için her türlü yol deneniyor. Ama öyle tedbirler alınmış ki nereye adım atsa, görünmez bir duvara çarpıyor işgalci askerler. Hangi dağı dolanmak isteseler, adeta ateş fışkırıyor toprak. Gözlerimizin önünde dört helikopter düşüyor. Sonradan onlarca askerin cenazesi gelen başka helikopterlerce alınıp kaçırılıyor adeta.
Şitazina ve Oramar’da yapılan devrimci operasyon günlerce devam ediyor. Gücün bir kısmı geri çekilirken, arazinin derinliklerinde arazi hakimiyeti kuran güçler iyice sağlamlaştırıp mevzilerini yerleşiyorlar bölgeye. Olup bitenler askeri taktik ve siyasal etkiler bakımından güçlü sonuçlar yaratıyor. Ama hepsinin ötesinde, bahara tek bir eylem yapamaz halde çıkması beklenen gerilla, bu toprakların baharının halaybaşı olduğunu gösteriyor bütün dünyaya.
Fabrikalar uçaklar üretebilir. Tanklar, toplar üretebilir. Çağın zulüm orduları en profesyonel eğitimlerle, en gelişkin tekniklerle donatılabilir ama hiç bir teknik ve hiç bir profesyonel ordu, topraktan filizlenmesini önleyemez bir çiçeğin. Kış bitmiştir. Dağlar soyunmuştur gelinliklerinden. Ve ekilen tohum bire bin fışkırmıştır bu bereketli topraklardan. Ve yine devrimci operasyonlarda baharın bereketli bağrına güzel oğulları ve kızları düşüyor bu halkın.
Baharın ardı yaz ve sonbahardır. Bu topraklarda daha hangi ateş halaylarının ince ezgisi derinden derinden bir halay hazırlığındadır, bilinmez. ‘Ne yapmak istiyor, neden yapmak istiyor ve nasıl yapacak gerilla’ diyenlere, sorularınız beyhudedir demek gerekir. Çünkü başlamıştır halay ve halaybaşları dışında kimse bilemez bir sonraki oyunu. Bu oyun, gerilla oyunudur. Öngöremezsiniz sonrasını. Çünkü gizemdir gerilla...
Jêhat Bêrtî