Dünya ana dil günü, dilini özgürce konuşamayan, yazamayan, onunla düşünemeyen ve rüya göremeyen, ama kendisini bu konumdan kurtarmak için mücadele edenlere kutlu olsun!
Dünyada kutlanan ana dil gününde haberdar olduğum günden bu yana, en fazla dikkat çekici kavram “ölü diller” kavramıdır. “Ölü diller” kavramı ürkütücü bir kavramdır. Ürkütücü olduğu kadar, acı ve hüzün dolu bir kavramdır. Yeryüzünden, aramızdan göçüp gitmişler. Arkalarında kimseleri bırakmadan. Kimsesizler mezarlığına gömülen insanlar gibi… Tanıtıcı bir mezar taşları bile yok! Geriye ağıtlarını yakacak tek bir sahipleri dahi kalmamış. En acısı da bu!
Ölüm her zaman acı vericidir. Kendiliğinden ölen insanlara kimsenin diyeceği bir şey olmasa da, yine de yakınlarına, dostlarına ve çevresine her zaman hüzün ve acı verir. Ancak söz konusu kendiliğinden değil de, tasarlanarak bir insanın öldürülmesinin etkileri daha kalıcı acılar verir. Çünkü bir düşman vardır ortada.
Diller kendiliğinden mi ölür, yoksa diller de öldürülür mü, dillerin de katilleri var mı? Her dil bir tarih, emek, halk, kültür, bir yaşam tarzı, bir ses, renk, estetik ve melodi. Bir dilin öldürülmesi ne demektir? Tüm bunların öldürülmesi mi?
Üzerinde durmak istediğimiz konu, kendiliğinden, dillerin karşılıklı etkileşiminden zayıf düşen ve ölen dil ve veya diller değil. Bizzat tasarlanarak, üzerinde ince ince düşünülerek öldürülen dil veya dillerden sözetmek istiyoruz. Dillerin katillerinden yani…
Sömürgeci-soykırımcı Türk devleti, Kürt dilini sahipleriyle birlikte ortadan kaldırmak isteyen bir devlettir. Soykırımcıdır, katliamcıdır. Kuruluşu Kürdün yok edilmesi üzerine olmuştur.
Bir insanın hedeflenerek yok edilmesine cinayet deniliyor. Suçu ağırdır. Bir dil’in sahipleriyle birlikte tasarlanıp hedeflenerek öldürülmesine de soykırım deniliyor. Hele hele o dil binlerce yıl, adeta üzerinde doğduğu toprakların rengini, kokusunu, ritmini, sesini, tarihi derinliklerini veren bir dil ise, onu öldürmek tam bir insanlık suçu değil mi? Hele hele bu dil adeta insanlığın ilk oluşumunun, toprağın insanlığa bahşettiği bir dil ise, bunu öldürmek, tüm insanlığın hafızasını öldürmek ve insanlığı belleksizleştirmek değil mi?
Böyle bir suç var mıdır? Bu suçu işleyen/işleyenler kim ya da kimlerdir?
Fazla uzağa gitmeye ve sözü dolandırmaya gerek yoktur. Geçen yüzyılın başlarında, İttihatçı ırkçı-faşistler Türk-ulus devletini yaratma projesini ortaya koydular. Bunun ilk şartı ise, başta Kürtler olmak üzere, diğer halkların dil-kültürlerini yasaklamak oldu. Sonra Türk dilini konuşma, benimseme ve kendini inkar etme dayatıldı. Ardından yerinden yurdundan etmek geliştirildi. Sonra, halklar yönetimleri dağıtılıp, savunma güçlerinden yoksun bırakılarak kendini savunamaz duruma getirildiler. Bu bir insanın boğazına çöküp soluk alamaz duruma getirmekten farksız bir durumdur.
Lozan Kürtlere karşı gerçekleştirilen bir soykırım komplosudur. Bir halkı yok sayma ve ülkesini yok sayma antlaşması. Kürdistan parçalanır, Kürt halkı yok sayılır. Türk ve Arap ulus devletlerine hammade olarak sunulur. Katillik buradadır. Bir halkı ülkesiyle birlikte hem yok sayacaksın, hem de adını dahi belgeye geçirmeyeceksin. Lozan soykırım antlaşması böyle bir antlaşmadır.
24 temmuz 1923 yılında gerçekleştirilen bu soykırım planlaması, 29 Ekim 1923 günü, tek vatan, tek ulus, tek dil, tek kültür, tek bayrak stratejisi temelinde soykırımcı Türkiye cumhuriyeti devleti kuruluşuyla birlikte pratikleşme sürecine girer. 1924 anayasası gerekçesinde ise, “devletimiz ulusal bir devlettir, çok milletli bir devlet değildir. Devlet Türkten başka millet tanımaz. Memleket dahilinde eşit hak ve hukuka sahip olması gereken ve başka ırktan gelen kimseler de vardır. Fakat bunlara da ırki durumlarına uygun olarak haklar tanımak veya bu anlama gelecek sözler etmek caiz değildir” denilecekti. Bu soykırımın pratikleşmesi için gerekçelerini oluşturmaktan başka anlama gelmiyordu. Buna karşı her direniş, tavrın karşılığı ise şeyh Sait olayında görüldüğü gibi idamdı. Geri kalanlar için sürgündü, baskıydı, parçalanmaydı, yoksulluktu, açlıktı, asimilasyondu. Adım adım yokoluşa doğru gitmekti.
Türkiye Cumhuriyeti devletini, Kürtlerin yok edilmesi temelinde kuran ve buna kadeh kaldıran M. Kemal, Kürtlerin Türkleştirilmesini bakın nasıl ortaya koyuyor: Türk ocaklarının görevi, Türkleştirmedir. Türkçe konuşmayanlara müsamaha göstermemek lazım. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk harsına, camiasına, mensubiyetini iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz…Efendiler herhangi bir felaket gününde bu insanlar başka dillerle konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimize hareket edebilirler. Türk ocaklarımızın başlıca vazifesi bu gibi unsurlar bizim dilimizi konuşan hakiki Türk yapmaya çalışmaktır” derken, İsmet İnönü, “ vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı( unsuru) kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız esvap her şeyden evvel, o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır”
Şark İslahat planı bir soykırım belgesidir. Bir halkın nasıl yok edileceğinin, Kürdün nasıl Türkleştirileceğinin soğuk kanlıca planlanmış ve yürürlüğe konulmuş canice belgesidir. Hala da yürürlükte olan, Türk sömürgeci-soykırımcı zihniyetine ilham ve moral veren güç kaynağı olan şark islahat planıdır.
Bülent Arınç, Kürt diliyle eğitim yapılmaz diyerek, Kürt dilini küçümsüyor. Hakaret ediyor. Ama kendisi gibi meclis başkanlığı yapmış olan Abdulhalik Renda, şark islahat planı için hazırlık amacıyla kaleme aldığı raporunda Kürt dili için daha farklı şeyler söylüyor. “Kürtler lisanlarını hakim kılmışlardır ve Türkçe öğrenmeye muhtaç olmadan bütün işlerini görebilecek hale gelmişler” bu çok önemlidir. Fakat aynı Abdulhalik renda, böyle bir düzeyi yakalamış bulunan Kürt halkını Türkleştirerek, tarihten silmek için önerilerini peş peşe sıralamış ve bu öneriler de şark islahat planında aynen yer bulmuştur. Zihniyet ve pratik-politika şudur: “Türkün süngüsünün göründüğü yerde Kürtlük biter”
Soykırımcı-ırkçılar seksen yedi yıl boyunca bir soykırımı en ince detaylarına kadar planlayıp hayata geçirdiler. Kürt dilinin kendisini ifade etmesine en küçük bir imkan dahi tanımadılar. Sonra da, Kürt diliyle eğitim yapılmaz diyerek, bu dile hakaret etmektedirler.
İnsan bu kadar soğukkanlı katil, cani ve soykırımcı olabilir ancak! Hem ortadan kaldırmak için her türlü baskıyı yapacaksın, öldürmeye çalışacaksın, sonra da zayıftır, geridir, diyeceksin. Hakaret edeceksin. Eğer Kürtlerin bunu sessizce karşılayacağını düşünen varsa, yanılıyorlar. Kürtler bunu not ettiler bir kere. Kürtler, faşist-ırkçı, bukelemun Bülent Arınç ve onun gibi düşünen bütün ırkçılara, yedi ceddine bu sözünü yedirecekler. Mezarda da olsa…
Kaldı ki, Kürt diliyle bugün maxmur’da liseye kadar eğitimlerini sürdürmektedirler. Güney Kürdistan’da Üniversiteler Kürt diliyle eğitimlerini yapmaktadırlar. Bu ulusal yok etme planına rağmen bunlar yapılmaktadır.
Gerçekten de insan o soykırım belgesini ancak sözlük yardımıyla okuyup anlayabiliyor. O kullanılan sözcüklere ne oldu diye sorası geliyor insanın! Çünkü onlardan hiçbirisi Türkçe sözcük değildi. O sözcüklerin ezici çoğunluğu aşırmaydı. Şuradan buradan aşırma.
Her halkın diline saygımız var ama, herkesin de biraz tarihi gerçeklere saygılı olması gerekir. Haddini bilerek, ne olduklarını, nerden nereye ne sayesinde geldiklerini bilmeleri gerekir.
Fuzuli “Ol sebepten Farisi lafzıyla çoktur nazm kim/ kim Nazm-ı nazik Türk lafzıyla düşvar olur” diye yazmış.
Bir başka divan şairi, Aşık paşa da, “Türk diline kimseler bakmaz idi/Türklere hergiz gönül akmaz idi/ Türk dahi bilmez idi bu dilleri” demiş.
Fakat senin yok etmek istediğin Kürt diliyle başta zend Avesta olmak üzere, islamiyetten sonra da belulê Mahid, 9. yüzyılda, Bassam –i Kürdi , Pir Şariar, Giylani, 11. Yüzyılda baba Tahir üryan, Ali Termuki, Ali hariri, daha sonraki yıllarda Meleye Ehmedi Bate, feqiye teyran ve melaye ciziri gibi şairler daha o yıllarda Kürt diliyle ölümsüz eserler ortaya koymuşlardı. 19. Yüzyıl ve 21. Yüzyılda da sayısız Kürt şairi ortaya çıkmış, en amansız koşullarda da olsa Kürt diliyle eserler vermiştir. Şiir için bir dilin süsü, en güzel meyvası denir. Kürt dili böyle meyvalarla doludur. Memo u zin bu meyvaların zirvesidir.
Ölümsüz büyük şair cigerxun ise Kürt dilinin karşı karşıya olduğu baskıları ve kürt dilinin direncini bakın nasıl çarpıcı ortaya koymuştur. “Sedan sal hezaran zımanê meye/Weki ke di bin deste dıjmın de ye/Çi gernas û mêr e di meydanê ceng/Ne şûr ne mertal ne top û tıfeng”
Ehmedi Xani daha 17. Yüzyılda Mem û Zin adlı eserini var olan egemen havaya rağmen Kürt diliyle yazarak, Kürt dilinin ebediyete kadar yaşamasının güçlü temellerini atmıştır.
Ama böyle bir dil bugün hala soykırım tehlikesi altında bulunmaktadır. Soykırımcı AKP’nin eğitimi 12 yıla çıkarma tasarıları, hala gündemdeki yerini korumaktadır. Anaokulun zorunluluğu ve kesin bir dille Kürt diliyle eğitimin yasaklanmasının sürdürülmesi ve önümüzdeki dönemde de sürdürülecek olması, bu tehlikeyi ciddiye almamızı gerekli kılmaktadır. Sömürgeci baskı siyaseti(askeri, polis, istihbarat) siyaset, beşikten mezara kadar süren Türk okullar sistemi, Kürtçe diliyle eğitimin yasaklanması, basın-yayın, idari, ekonomik sömürü vb. durum hala varlığını sürdürmektedir. Anayasal komplo ile de bu yeşil faşizm kendi sistemini yaratmak istemektedir.
Kürt halk Önderi Abdullah ÖCALAN’IN, asimlasyonun bir halk ve birey üzerinde nasıl bir olumsuz etki yaratacağını son savunmasında çok çarpıcı olarak ortaya koymaktadır.
“Bir toplum anadilini ne kadar geliştirmişse, o kadar yaşam düzeyini geliştiriyor demektir. Yine ne kadar dilini yitirme ve başka dillerin hegemonyası altına girmeyle karşılaşmışsa, o denli sömürgeleşmiş, asimilasyona ve soykırıma uğramış demektir. Bu gerçekliği yaşayan toplumların zihniyet, ahlâk ve estetikçe anlamlı bir yaşamlarının olamayacağı, hasta bir toplum olarak silininceye dek trajik bir yaşama mahkûm kalacakları açıktır… dil örneğin Kürtlerdeki haliyle yaşandığında, bu durumdaki bir toplumun maddi olarak son derece yoksullaşacağı ve paramparça duruma düşeceği, dolayısıyla anlam, ahlâk ve estetikçe de yanlış, hain ve çirkin olarak yaşamaktan kurtulamayacağı gayet açıktır… Asimilasyonda esas olan, iktidar ve sömürü mekanizması için en az maliyetle köle oluşturmaktır. Asimile edilen grubun öz kimliği ve direnci dağıtılıp kırılarak, hâkim elit içinde hizmetlerine en uygun kölelerin derlendiği bir konuma düşürülür. Burada asimile edilen köleye düşen temel işlev efendisine mutlak benzeşmek, onun eki ve uzantısı olma uğruna her tür çabayı göstererek kendini kanıtlamak ve böylelikle sistemde kendine yer yapmaktır. Başka hiçbir çaresi yoktur. Yaşayabilmek için eski toplumsal kimliğini bir an önce terk etmek ve kendini efendilerinin kültürüne en iyi şekilde adapte etmek kendisine tek seçenek olarak sunulmuştur. Asimilasyonu yaşayan toplum en uysal, en çalışkan ve uşaklıkta yarışan vicdansız, ahlâksız ve zihniyetsiz insan taslaklarından oluşur. Özgürce aldığı hiçbir karar ve gerçekleştirdiği eylem yoktur. Tüm toplumsal kimlik değerlerine ihanet ettirilmiş, sadece midesini doyurma peşindeki insan kılıklı bir hayvana indirgenmiştir…”
Buna yapacağımız bir yorum ve katkı yoktur. Ancak hal ve durum böyle olmakla birlikte halk içinde değil de, mücadelenin şu veya bu yerinde yer alan insanlar hem kendi aralarında hem de halka hitaplarında Türk sömürgeciliğinin bize yukarda izah ettiğimiz şekliyle kabul ettirdikleri dilini kullanmakta bir sakınca görmemektedirler. Bu öyleki bazen sömürgeci AKP yöneticileri için bir alay konusu olmaktadır.
Demek oluyorki, hala sömürgeci-soykırımcı Türk devletinin ve onun yeşil faşizminin Kürtleri yok etmek istedikleri kadar, gerçekleştirdikleri ayrıntılı planlı yok etme siyasetlerine karşı, hala biz Kürtler de, kendimizi Kürtlük hassasiyeti ve refleksiyle var kılmak için çok fazla mücadele etmiyoruz. Başkasının, hem de zorla, bin bir baskı, hile ve entrikayla kabul ettirdiği dili konuşma daha rahatımıza gidiyor. Bu utanç verici bir durumdur. Bu utançla daha fazla yaşanamaz. Unutmayalım ki, bu bize zorla, varlığımız, onurumuz çiğnenerek kabul ettirilen, ağzımıza sokulan bu dil ağzımızda durdukça, hele hele bu dil ile konuşmakta hiçbir mahsur görmedikçe, kendimizi bu sömürgeci faşistlerden kurtaramayız.
Öyle anlaşılıyor ki, sömürgecilik o kadar içe işlenmiş ki, bunun bir soykırım olduğunun farkında bile değiliz. Farkındaysak, sömürgecilerin zorla, büyük acılar, idamlar, katliamlar, sürgünler, ruhsal travmalar yaşama pahasına ağzımızın içine zorla soktukları bu dili fırlatıp atmalıyız. Kendimizi sömürge toplum psikolojisinden kurtarmalıyız. Bu konuda öncelikle kendi aramızda bir duyarlılık ve refleks yaratmalıyız. Şehirlerimizde, sokaklarımızda, evlerimizde, derneklerimizde, özetle hayatın her alanında kürt sedası yükselmeli. Birinci derecede kullanılan bir dil olmalı.
Düşman bizler Türkçe konuştukça, öylesine umutlanıyor ve seviniyor ki…Yeşil Ergenekon hergün kaç Kürtçe gazetenin, derginin dağıtıldığını, raflarda kaç Kürtçe kitap olduğunu sayıyor. Günlük yaşamda Kürtçenin az kullanılmasından öyle rahat ki…Sedat Laçiner, Aktütün de bir kız çocuğunun aksansız Türkçe konuşmasından öylesine mutlu ve umutlu ki… Şimdi Kürt gençleri, kadınları, emekçileri, siyasetçileri, sanatçıları.. bu düşmanı daha sevindirecek miyiz? Bu utanç verici durumdan kendimizi kurtarmanın zamanı gelmedi mi?
Düşmanı sevindirmemek her Kürdün bir yaşam andı ve özgürlük duruşu olmalıdır. Ve her Kürt “Anadilim, Varlığım, Onurum ve Özgür Geleceğimdir ” demeli ve bu temelde dünya anadil gününü kutlamalıdır. Ve bu ruhla yönünü Newroz’a dönmelidir.
Herdem Serhıldan
Yararlanılan Kaynaklar:
1-Demokratik Ulus Çözümü-Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak- Abdullah ÖCALAN
2-Kürdoloji Belgeleri 2. Mehmet Bayrak
3-Beyaz Soykırım-Gülçicek Günel Tekin
“Anadilim, Varlığım, Onurum ve Özgür Geleceğimdir ”
- Ayrıntılar