HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Kıtırcı “Çok yalan söyleyen kimse” oluyor. Müptelayı ise biz düşkünlük olarak ele alalım. Yani “yalan söylemeye düşkün kimse”dir başlığımız.

Uzun zamandır yalan kelimesinin çok ötesinde adeta hastalık düzeyinde sarf edilen, onsuz edilemeyen, söyledikleriyle yaptıklarının birbirini tutmayan, özü ile sözü bir olmayanı karşılayan bir kelime arayıp duruyorum. Bizi takip edenler bilirler ki saygı değer psikologlardan yazılarımız aracılığıyla yardım bile istemişizdir. Tüm sözlükleri araştırdığımızı söyleyemeyiz ama elimize geçenleri baktığımıza inanabilirsiniz.

Çok küçük yaşlarda rahmetli Aziz Nesin’in Zübük kitabını okumuştum. Orada içiyle dışı bir olmayan iyi bir tip çizilmişti. Özüyle sözü bir olmayan tiplemeye iyi bir örnekti doğrusu Zübük. Daha sonraları ise Aziz Nesin’in bu kitabını çok değerli sinema oyuncusu Kemal Sunal ekrana taşımıştı. Doğrusu Kemal Sunal Zübük’ün hakkını vermişti. Mimikleriyle, söylemleriyle, gestikleriyle vücuduyla derken ne kadar dil varsa bu dilleri kullanarak bir sahtekarı iyi verebilmişti. Ama Zübük sadece bir sahtekar değildi ki!

Zübük, yalancı. Zübük sahtekar. Zübük mukkalit, yani taklitçi. Zübük ahlaki olarak dibe vurmuş. Zübük ikiyüzlü. Hatta Zübük hiçyüzlü. Yani arsız. Yani bukalemun. Zübük iyi bir duygu sömürücüsü.

Filmi ve kitabı okuyanlar bilir. Bir keresinde Belediye binasında namazı tartışırlarken, muhalif partiyi temsil eden kişi “sen camide namazını kılmıyorsun” der demez, bizim Zübük “elhamdubillah Müslüman’ım. Biz evimizde namazımızı niyazımızı kılar” dedikten sonra muhalif partinin ne kadar din dışı, anti İslami olduğunu dualar arasında veriştirmeye başlar. Ve cümle cemaat muhalif partinin sözcüsünü yuhalamaya başlar. Halbuki Zübük değil camide evde bile bir gün namaz kılmamıştır. Namazı bir keresinde kılmıştır o da onu öldürmek için mezarlığa götürenleri oyalamak için, “ölmeden” önce kıldığı namazdır. O da saatleri alan, onu vurmak isteyenleri atlatarak kaçtığı namazdır.

Tuhaf ama filmde baştan sona kadar kim Zübükle ilişkilenmişse hep kazık yer. Hep aldatılır. Hep kandırılır. İstisna olarak kandırılmayan tek kişi filmde eşi rolünde oynayan başarılı oyuncu N. Serezli’dir. Aslında o da kandırılmıştır, ancak aldatılan ve bir nevi düşürelen N. Serezli Zübük’ün kafasına silahı dayatarak onunla evlenmesini bilir. Zübük’ün faka bastığı tek olay budur. Başka da ne kadar insanla, partiyle, kuruluşla ilişkilenmişse mutlaka kazık atmasını bilmiştir.

Örneğin Ankara’ya Zübük’ü ziyaret etmeye gelen akraba mı diyelim, tanıdıkları mı diyelim –ki içlerinde kayın babası da bulunmaktadır-lokantada çıkarken salt kaçırılmış süsü vermek için, hasta numarası yapacak, ona yaklaşan gazeteciyi de “aman görüyorsun bak konuşamıyorum” diyerek gerekli yerlere gerekli mesajları vererek “kaçırılmış” olacak. Daha sonra sözde polisleri onu kurtarmaya geldiklerinde ise “aman beni kaçırılanlara kötü davranmayın” diyecek ardından da tutuklanmışları yani onu “kaçıranları” bıraktırarak büyük adam olacaktır.

İşte Zübük budur. Aslında yalancı kelimesi, olup biteni karşılamaya yetmiyor. Bir yalancı bu kadarını yapamaz.

Yalan söyleyip de renk atmama mümkün mü?

Yalan söyleyip de insanın mimiklerinin değişmemesi mümkün mü?

Yalan söyleyip de yine bu kadar kabul görme herkese nasip olur mu?

Yalan söyle hem yalanlarını dinleyenler inansın, hem de yalanlarından etkilenenler duygulansın, bunu kimse başara bilir mi?

Yalan söyle ama yalan söylediğin bile anlaşılmasın mı diyelim?

Evet tüm bunlar ve daha fazlası için “yalan ötesi” ya da “üstü” kelimesi için yeni bir kelimenin bulunması şarttır. “Ultra yalancı” diyeceğiz ama sanki bu dıştan getirilmiş gibi oluyor. Yerelde kullanılan, bölgemizde kullanılan “yalan ötesi” kelimesi için bir sözcük gerekiyor. Şimdilik biz bu “yalan ötesi” ya da “yalan üstü”ne KITIR diyoruz ve bu yalan üstü yetenekli adamada KITIRCI diyeceğiz.

Bir müptela kıtırcının söylemleri olarak Erdoğan’ın BM’de yaptığı konuşmayı ele alarak birkaç yazı yazalım.

Örneğin:

“Bizim açımızdan Birleşmiş Milletler, kaba kuvvet ve zulüm yerine, uluslararası hak ve adaleti; çatışmayı değil barışı, basit çıkar ve denge arayışlarını değil, insanlık vicdanını hakim kılmaya çalışması gereken bir idealin adıdır. Ben Birleşmiş Milletler'i böyle anlıyorum.

Bu idealin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel ise, yarım asrı aşkın süredir devam eden Arap-İsrail ihtilafıdır. Bu sorunun halen çözülememesi, aksine her defasında hak ve hukukun siyasi dengeler uğruna heba edilmesi uluslararası adalet duygusuna vurulan en büyük darbedir” diyor.

Peki biz bu söylenenleri Kürdistan için tercüme etsek o zaman bu kıtırcı müptelanın inandırıcılığı kalır mı? Yani desek ki Kürt Türk ihtilafının önündeki en büyük engel BM’dir ve BM Kürt Sorununa el atsın. Adaletsiz davranmasın. Mazlumun yanında yerini alsın.

Devam edelim:

“Daha da acısı, Birleşmiş Milletler, Filistin halkının yaşadığı insanlık dramının sona ermesini sağlayacak hiçbir adımı atamayacak kadar aciz kalmaktadır” demektir. Peki biz BM’nin Kürt ve Kürdistan sorununa karşı hiçbir adım atmayarak aciz kaldığını söylersek ne olacaktır?

Ya da:

“İşgal altında olan, Filistin topraklarıdır, İsrail toprakları değil... Bunun İsrail toprakları olduğunu söylemek, tarihle ters düşmektir. Orada Filistin toprakları işgal altındadır. Orantısız güç kullanan, İsrail'dir” demektedir.

Biz Filistin yerine Kürdistan diyelim ve İsrail yerine ise Türkiye diyelim.

Devamla:

“Ama yaptırım uygulanmayan, yine İsrail'dir” diye ekliyor. Biz ise terörist ilan edilen Kürtler ve Kürdistan diyelim.

Bir de bir soru soralım: BM’de Filistin için söylediklerini Kürdistan için Kürtler için söylemeye var mısın? Yok eğer yoksan tek bir kelimeyle içinle dışın bir değildir. Tek kelimeyle bir sahtekarsın. Tek bir kelimeyle yalancısın. Tek kelimeyle bir KITIRCI’SIN hem de müptela bir KITIRCI.

Kasım Engin