HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

AKP siyasetinin temel iki özelliği oluyor korkaklık ve yalancılık. Bu özellikler de Başbakan ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinden kaynaklanıyor. Fakat Tayyip Erdoğan bu gerçeği gizlemekte gerçektende ustaca davranıyor. “Ustalık dönemi”nin marifetleri herhalde bu oluyor. Bu konuda hakkını yememek lazım. Korkaklığı kabadayıca görüntülerle, yalancılığı ise demogoji ve göz yaşıyla kapatmayı başarıyor.

Son dönemlerde kendine “liberal” diyen bazı çevrelerce “Cesaret timsali”, “Dünya lideri” gibi bazı kavramlarla haddinden fazla pohpohlanmaya çalışılsa da, gerçek budur. Ne kadar boyanır ve cilalanırsa cilalansın esas cismi değiştirmek mümkün değildir.

“Liberal demokrat” olmakla pek fazla övünen sözkonusu çevrelerin Tayyip Erdoğan’a övgüleri, özellikle Devlet-PKK görüşmesine dair tutanakların yayınlanması ardından ziyadesiyle artmıştır. PKK ile görüşme yapmış olmak, “Cesaret” ve “Risk alma” kavramlarıyla değerlendirilmektedir. Fakat burada izaha muhtaç iki husus vardır: Birisi, PKK ile görüştü diye Tayyip Erdoğan’ı öven çevreler, her nedense aynı övgüyü PKK’ye de yapmamaktadır. Tersine Tayyip Erdoğan övgüsü, PKK yergisiyle paralel yürümektedir. Diğeri ise, PKK ile görüşülmüş olması nedeniyle Tayyip Erdoğan’ın kendisini övmemesidir. Dahası Tayyip Erdoğan sözkonusu görüşmelere sahip çıkma cesaretini bile gösterememektedir.

Baştan beri Tayyip Erdoğan’ın “Görüşme olmuyor” dediğini herkes biliyor. Gizli görüşmeler açığa çıkınca da “Devlet yapıyor, hükümet yapmıyor” diyerek sorumluluktan kaçmaya çalıştığını yine herkes bilmektedir. Yani Başbakan Tayyip Erdoğan, kendi yönetimi altındaki devletin PKK ile yapmış olduğu görüşmelere sahip çıkma cesaretini gösterememiştir. Aslında Tayyip Erdoğan’ın bu tutumu tüm Kürt sorunu kapsamında böyledir. Örneğin, “Düşünmezsen Kürt sorunu yoktur” diyen odur. Yine halâ “Kürt halkı”, “Kürtler” diyememektedir; tersine büyük bir dikkatle hep “Kürt kökenli vatandaşlarım” demektedir.

Kısaca Tayyip Erdoğan, Kürt sorunun çözümünü dayattığı bir ortamda politika yapar ve sözde sorunu çözen başbakan olarak kendini göstermeye çalışırken, aslında inkâr ve imha sisteminin bir gün kendisini suçlayabileceği hiçbir iz bırakmamaya büyük özen göstermektedir. Diyarbakır’da sarfettiği sözde bir cümlelik Kürtçe ifade ise, hem doğru söylenmemiş, hem de “Arapçadır” diye savunulabilecek bir tarzda söylenmiştir.

Peki gerçek böyleyken, “Kürt sorununu çözme cesareti gösteren lider” nasıl denebilir? Unutmamak gerekir ki, AKP iktidarının dokuz yılı dolmaya bir ay kalmıştır. Dokuz yıl da iktidarda küçümsenecek bir süre değildir. Peki bu dokuz yılda AKP iktidarı Kürt sorununda ne yapmıştır? Bol bol “Kürt sorununu çözecek iktidar” beklentisi yaratmaktan öteye somut olarak çözüm yolunda yapılan nedir? Tayyip Erdoğan “Kürt kökenli vatandaşlarım” demektedir, o kadar. Demirel’de 1992 başında “Kürt realitesini tanıyoruz” demişti. AKP bir de TRT-6’yı kurdu, PKK’ye bir de Kürtçe olarak bol bol küfredebilmek için!

Başka yapılmış somut ve kalıcı bir şey var mı? Yoktur. Buna karşılık 2005 yazında “Kürt sorununu çözeceğim” demiş, 2006 baharında “Çocukta olsa, kadında olsa güvenlik güçlerimiz gereğini yapacak” noktasına gelmiştir. Şimdide o güvenlik güçleri “gereğini” bol bol yapmaktadır. Yine 14 Nisan 2009’da Kürtlerin “Siyasal soykırım” dediği Kürt demokratik siyasetini tasfiye operasyonunu başlatmıştır. Bugüne kadar geçen ikibuçuk yıl içinde dörtbine yakın Kürt siyasetçi tutuklanarak zindanlara konmuştur. BDP Eşbaşkan Yardımcısının yaptığı açıklamaya göre, son altı aydaki tutuklama sayısı 1350 civarıdır. DTP kapatılmış, BDP’de 15-20 kişilik bir milletvekili grubu düzeyine düşürülmüştür.

Peki Kürt sorununun çözüm yolu bu mudur? Tutulup zindanlara tıkılan bu insanlar “Eli silahlı terörist”midirler? 14 Nisan 2009’da bu operasyon başlatılırken PKK şiddet mi uyguluyordu? Bu soruların hepsi cevap bekliyor. Bu soruların cevapları gerçeği ifade ediyor. Herkes çok iyi biliyor ki, AKP iktidar olurken savaş yoktu, ateşkes vardı. PKK’liler sınır dışına çıkmışlardı. Peki AKP o zemini siyasal çözüm için değerlendirdi mi? Hayır! AKP hükümeti 14 Nisan 2009 “KCK Operasyonu”nu başlatırken, PKK bir gün önce “Kürt sorununun demokratik siyasal çözümüne şans tanımak için tek yanlı ateşkes ilan ettiğini” açıklamıştı. DTP-BDP’lileri tutuklayan operasyonlar işte bu açıklamaya karşı başlatıldı.

Bunları niye yazıyoruz? Belleğimizi yenilemek, yakın tarihi hatırlamak ve AKP gerçeğini tarih karşısında doğru okumak için. Çünkü şu an o denli bir kirli psikolojik savaş yürütülüyor ki, gerçekler tamamen tersyüz ediliyor. Yağdanlıklar AKP’yi cilalamak için her türlü yalanı çok kolaylıkla söylüyor. Dolayısıyla toplum doğruyu öğrenemiyor. Yaşanan olaylar aydınlatılmıyor. Özel savaş merkezi nasıl istiyorsa topluma “bilgi” öyle sunuluyor.

Elbette bunu kraldan daha kralcı geçinen özel savaş medyası yapıyor. Yalan propaganda denen psikolojik savaş ayyuka çıkarılıyor. Fakat bu psikolojik savaşı da hükümet örgütlüyor ve yürütüyor. Yalanı en başta AKP hükümeti söylüyor. Örneğin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, kameraların karşısına geçerek “İran Murat Karayılan’ı yakalamış” açıklamasını herkes hatırlıyor. Peki daha sonra ne oldu? Gerçeğin böyle olmadığı, bu açıklamanın tamamen yalan olduğu, Bülent Arınç’ın bu yalanı bile bile söylediği ortaya çıktı. Peki koskoca Başbakan Yardımcısı bile bile yalan söyler mi? Söylüyor işte! AKP devrinde bunlar da oluyor. Dahası toplumun karşısına çıkıp özür dileme nezaketini bile göstermiyor. “Çamur at, izi kalır” tutumunu izliyor.

Aynı şeyi geçen gün Başbakan Tayyip Erdoğan da yaptı. PKK’nin “Geçen kış beş kadın gerillanın jeneratör egzozundan zehirlenerek şehit düştüğü” açıklamasını alarak, “Beş kadını infaz etmişlerdir” dedi. Peki cenazeler ortada! Yarın otopsi yapılır da PKK’nin açıklaması doğru çıkarsa Tayyip Erdoğan ne yapacak? Belliki hiçbir şey yapmayacak. Bülent Arınç gibi, o da pişkin pişkin yeni yalanlar söylemeye devam edecek.

Zaten devam ediyor da! Şemdinli’de askerler halkı vuruyor, “Teröristler yaptı” diyor. Batman’da polis kadın ve çocukları vuruyor, “PKK yaptı” diyor. Siirt’te polis okulunda ne işlerinin olduğu halâ belli olmayan dört kadının polis sanılarak PKK’liler tarafından vurulması olayını diline dolamış, kendi zulmünü, faşizmini, terörünü, soykırımcılığını bununla örtmeye çalışıyor. Bir de Kürt halkını ve özellikle Kürt kadınlarını “PKK’ye karşı direnişe” çağırıyor. Peki yüzlerce Kürt kadınını zindanlara tıkan sen değil misin? Seçilmiş kadın vekilleri, Sevahir Bayındır’ı, Ayla Akat Ata’yı, Sebahat Tuncel’i yaralayan senin polisin değil mi? Sokakta beyaz tülbentli Kürt kadınlarına gaz ve copla terör estiren senin polisin değil mi? Dağlarda onlarca Kürt kızını katleden senin askerin değil mi? Bütün bunlar bizzat Tayyip Erdoğan’ın emriyle olmuyor mu? Yetmiş gündür Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmeleri yasaklayan sen değil misin?

Bir de kalkmış “Ciğerim yanıyor” diyor. Gerçekten ciğerin yanıyorsa o zaman durdur bu zulmü! Herkes iyi biliyor ki, Tayyip Erdoğan asker ve polisine “        Operasyonları durdurun” dese, yaşanan savaş anında durur. Fakat Tayyip Erdoğan bunu yapmıyor, tersine “Bitirmekten, kök kazımaktan” söz ediyor. Dolayısıyla “Ciğerim yanıyor” sözü de Diyarbakır cezaevi önündeki sahte göz yaşından öteye bir değer taşımıyor. İktidar hırsı Tayyip Erdoğan’ın gözünü döndürmüş. Bukalemun gibi renkten renge giriyor. İnanılırlığını ve güvenilirliğini tamamen kaybetmiştir. Ne zaman insanın elini tutacağı, ne zaman sırtını hançerleyeceği belli olmuyor. Mübarek’ten Kaddafi’ye, Esat’tan İran’a kadar yaptıkları bunu açıkça gösteriyor.

Kürt halkının bu gerçekleri iyi görmesi ve AKP’yi çok iyi tanıması gerekiyor. Çünkü, halk olarak çok kritik bir süreçten geçiyor. Her an sırtından hançerlenebilir. Onbinlerce şehit kanıyla yaratılan değerler, eğer korunup geliştirilmezse bir anda yok olabilir. Ağır katliamlarla yüzyüze gelebilir. Bu tehlikeler ciddi düzeyde vardır. AKP fırsatını bulursa her türlü kötülüğü yapabilir. Bu noktada BDP’nin meclise gidişi de yanıltıcı olmamalı ve gevşekliğe yol açmamalıdır. Böyle bir durum tarihi bir tehlike yaratır. Bu tür yanılgılara düşmeden, AKP saldırganlığına karşı demokratik özerkliği inşa ve Önder Abdullah Öcalan’a özgürlük direnişini her yerde yükseltmeyi bilmek gerekir. Kürtleri var edecek ve özgür kılacak tek doğru tutum kesinlikle budur. Bunun dışındakiler aldatıcı boş laftan öteye bir değer taşımaz!..

Selahattin ERDEM