HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Bêrîtan Bizim İdeolojik Ve Örgütsel Ölçümüzdür

YJA-Star Merkez Karargâh Komutanı Zozan Çewlig, Medya Haber TV’de yayınlanan Özel Programda Gazeteci Arjin Ferat’ın sorularını yanıtladı.

Şu anda Türkiye’de özel savaş amaçlı bir dil değişikliğine gidilmiş durumda, ancak esas olarak Önderlik üzerinde ağır tecrit uygulaması devam ediyor. Bu gündemin gerçek yüzü olan tecridi, bu gelişmeler ışığında nasıl ele almak gerekiyor?

Öncelikle, Ekim ayı birçok öncü komutanımız ve fedai yoldaşımızın şehit olduğu bir aydır. 25 Ekim’e doğru gidiyoruz ve 25 Ekim’in, özgürlük onurumuz ve komutanımız olan Bêrîtan (Gülnaz Karataş) arkadaşın şehadet ve eylem yıldönümü olması vesilesiyle, başta Bêrîtan arkadaş ve Ekim şehitlerimiz olmak üzere tüm devrim şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Anılarını ve mücadelelerini başarıya taşıma sözümüzü yeniliyorum.

Bilindiği üzere, 25 Ekim aynı zamanda Özgür Kadın Ordulaşmamızın da yıldönümüdür. Özgürlük hareketimizin ve kadın ordulaşmamızın mimarı ve önderi olan Önder Apo’ya borçlu ve minnettar olduğumuzu belirtmek istiyorum. Kadın ordulaşmamızı, Önder Apo’ya kutluyorum. Tüm YJA-Star savaşçıları adına, Önderliğimizin direnişini selamlayarak saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Yine, Özgür Kadın Ordulaşmamızı tüm Kürdistanlı kadınlara ve özgürlük talebi olan tüm kadınlara, halkımıza kutluyorum. Bugün Bêrîtan çizgisinde yürüyen, zor koşullar içerisinde yaşayan, en ön mevzilerde direnen YJA-Star militan ve savaşçıları şahsında, tüm mücadele arkadaşlarım adına kadın ordulaşmamızı kutluyor ve 32’nci yıldönümü için başarılar diliyorum.

Sizin de belirttiğiniz gibi, ekim ayında Uluslararası Komplo 26’ncı yılını geride bıraktı. Her şeyden önce, komployu gerçekleştiren tüm güçleri bir kez daha nefretle kınıyorum. Hareketimiz, Önder Apo üzerinde yürütülen komplo ve tecridin amacını ve ulaşmak istediği sonucu kapsamlı olarak değerlendirdi. Bugün genel gelişmelere baktığımızda, Önder Apo üzerinde yürütülen bir soykırım savaşı, yine Kürtlere dayatılan soykırım savaşı kadar Ortadoğu halklarına karşı da uygulanan bir soykırım savaşı gerçeği var. Aynı zamanda, yaklaşık 43 aydır Önder Apo üzerinde soykırım savaşını özelleştiren, tecrit altına alan hem siyasal hem hukuksal hem de insani olarak mevcut faşist politikalarla İmralı kapıları kilitlenmiş durumdadır.

Bu, günümüze kadar devam eden bir politikadır; herkes bunu görüyor, izliyor ve takip ediyor. Önderliğimiz şahsında, Kürdistan’da direnen bir halk ve kadın gerçekliği var. Bugün, Önderlik şahsında halklara umut olan bir siyaset ve ideoloji var ve bunu herkes biliyor. Önder Apo, bir kurtuluşun yoludur. Tüm halkların sorunlarına en büyük çaredir, Önder Apo. Önderliğimizin paradigması, uluslararası ve hegemonik güçler açısından büyük bir tehlike olarak görülmektedir. Bu anlamda, İmralı’da 43 aydır uygulanan siyaset ve tecrit politikasını, aslında Ortadoğu’da yürütülen 3’üncü Dünya Savaşı’ndan kopuk ele alamayız.

‘NE OLDU DA AKP-MHP FAŞİST REJİMİ BU DİL DEĞİŞİMİNE İHTİYAÇ DUYDU?’

Bu nedenle, belirttiğimiz gibi Önder Apo’ya uygulanan siyaset ve politika, Kürt halkına ve Kürt özgürlük mücadelesine uygulanan bir siyaset ve politikadır. Bir yılın sonuna geliyoruz ve şimdiye kadar Önderlik üzerinde yürütülen, bir nevi de komplonun devamı olan ağır tecrit koşulları ve Önderliğimiz şahsında tasfiye edilerek yürütülen bu siyasette, ne oldu da AKP-MHP faşist rejimi birden bu dil değişimine gitme ihtiyacını duydu? Her şeyden önce bunu anlamak gerekir. Bunun Ortadoğu’da yaşanan 3’üncü Dünya Savaşı’ndan kopuk bir durum olmadığını düşünüyorum. Özellikle bugün, bir yılını geride bırakan ve ABD’nin de desteklediği İsrail-Hamas savaşı var.

Bu savaş giderek yeni bir boyut kazandı ve İsrail’in Ortadoğu’da kendisini hegemon kılmak istediği bir sürece evirilmiş durumda. İsrail, son dönemlerde bu savaşı Lübnan’a ve Beyrut’a taşıdı. Yine, bu savaş giderek İran’a doğru da bir adım attı. Her ne kadar İran, bu savaşa girmemek için bazı çabalar verse de taktiksel olarak bazı savunmalara girse de, anlaşılan bu savaş Ortadoğu’da gelişecek, derinleşecek ve devam edecek gibi görünüyor. Bu hegemonik savaş, aynı zamanda yeni bir dönemin başlangıcı ve yeni dengelerin oluşması demektir. Bununla beraber, yeni paylaşımların da demektir.

Yılın sonuna doğru giderken, elbette bu gelişmelerin kazanmış olduğu boyutla Ortadoğu’daki birçok devletin de bir tehlike içinde olduğu görülmektedir. Bu durum tabii ki giderek Türkiye’yi de etkileyen bir durum olmaktadır ve gelişmelerden çok kopuk değildir. Çünkü bugün Ortadoğu’da yaşanan savaş ve birçok devletin içinde olduğu kaos ve kriz durumunda, TC dönemsel de olsa özellikle Önderliğimiz ve hareketimize karşı Ortadoğu’da yaşanan krizli süreçten de faydalanarak hareketimizi tasfiye etme noktasında fayda görmek isteyen bir tutum ve politikaya girdi. Örneğin, Rusya-Ukrayna savaşından faydalanmak istedi. Yine bugün, Irak’ta yaşanan ciddi bir kriz ve kaos var. Dağılmış bir Irak gerçekliği var. Bundan faydalanma, yine Suriye’den faydalanma vb. isteği gerçekleşti ve bunu çoğaltabiliriz. Yani dönemsel olarak Türkiye, bundan yararlanmak istedi. Bugün Türkiye’de ve Ortadoğu’da ortada duran bir Kürt sorunu var. Elbette Kürt sorununa karşı ya köklü bir yaklaşım belirlenip çözülerek bir değişime gidilecek ya da bu soruna başka bir biçimiyle çözüm ortaya konacaktır. Böyle bir dönemden geçmekteyiz. Bunu neden belirtiyorum? Çünkü Ortadoğu’daki gelişmeler, faşist Erdoğan ve MHP’nin uyguladığı soykırım politikalarıyla Kürt sorununu çözmek yerine, yıllardır Kürt sorununu savaş ve soykırımla bitirme, ortadan kaldırma ve bertaraf etme politikasını günümüze kadar uyguladı. Belirttiğim gibi, Ortadoğu’da yaşanan bazı durumlardan faydalandı. Evet, belki AKP-MHP yani TC, bazı boşluklardan kısa vadeli olarak faydalandı, fakat bugün dönüp içinden geçtiğimiz gelişmelere baktığımızda durum çok da böyle değildir. Giderek dış politikasında başarısız bir Türkiye gerçekliği ortaya çıkmıştır.

Çok sonuç alamayan bir Türkiye gerçeği var. Yine, içten bir amaç olarak önüne koyduğu ve bunun günlük siyasetini yürüttüğü bir Kürt sorunu var. Bu sorunda, tüm faşist yönelimlerine, Önderliğimize bugüne kadar uygulanan en ağır tecride, halkımıza karşı faşist yönelimlerine rağmen ve gerillaya yönelik Irak’ın ve işbirlikçi KDP’nin de desteğini arkasına almasına rağmen, 2024’ün sonuna doğru geliyoruz ve hala direnen, bu anlamda etkili olan bir Önderlik gerçeği, Kürt halk gerçekliği ve direnen gerilla gerçekliği var. Bu nedenle, aslında kendi önüne koyduğu politikalarında çok da başarılı olan bir Türkiye gerçeği görmüyoruz. Tam tersine, giderek içten çürümeye ve yozlaşmaya doğru giden bir Türkiye, bir AKP-MHP gerçekliğini görüyoruz. Ortadoğu’daki gelişmeler kadar, kendi önüne koyduğu soykırım savaşında da çok başarılı olmadığı, yaşanan direniş karşısında giderek çözümsüzleşen ve bataklığa batan bir AKP-MHP gerçekliği var. Tabii dönem dönem bu tür süreçlerde bu dil değişikliğine gidilmiştir ve bunu hepimiz biliyoruz.

‘TIKANAN BİR TÜRKİYE VE AKP-MHP GERÇEĞİ VAR’

Evet bugün çözülmesi gereken bir Kürt sorunu var ve bu noktada, şimdiye kadar Önderliğin stratejik olarak yıllardır Kürt sorununu çözme konusunda ortaya koyduğu bir yaklaşım oldu; ortaya koyduğu bir perspektif oldu ve bu temelde aslında köklü olarak değişmesi gereken bir Türkiye gerçekliğinin perspektifini, sistemini, anlayışını ve politikasını ortaya koydu. Fakat muhatap belli olmasına rağmen, Önderliğimiz bunu ortaya koymuş olmasına rağmen, şimdiye kadar MHP-AKP, bunu çözmek yerine tam tersi olarak, daha fazla faşist yöntemlerle sorunu ortadan kaldırma politikasını izledi ve gelinen noktada ise çok da başarılı olmadığı ortadadır. Tıkanan bir Türkiye ve AKP-MHP gerçeği var ve bunu görmek gerekir. Bu anlamda, gerilla karşısında ürkmektedir. Ortadoğu’da şu an yaşanan gelişmeler ve İsrail’in giderek ilerlettiği savaşın bazı dengeleri değiştireceğinden kaynaklı, Türkiye yaşanacak gelişmelerden korkmalıdır. En temel sorunu olan Kürt sorununu çözmezse, AKP-MHP çözülecektir. Böylesi çok kritik bir dönemden geçilmektedir. Bu temelde, Türkiye de süreç itibariyle bir eşikten geçmektedir. Türkiye’de Devlet Bahçeli bir zihniyettir ve şimdiye kadar Kürt sorununu çözme noktasındaki en büyük engel AKP-MHP zihniyetidir, uyguladıkları faşist yöntemlerdir.

Yani Türkiye’de Kürt ve Kürdistan sorununu çözme noktasındaki en büyük engel bu gerçekliktir. Yıllardır siyasette olan Devlet Bahçeli -ki dediğimiz gibi bir zihniyettir- milliyetçiliğin, şovenizmin, katliamın ve soykırımın zihniyetidir. Ayrıca cinsiyetçiliğin alasıdır ve biz sonuna kadar cinsiyetçi bir politikayla karşı karşıyayız. Devlet Bahçeli ve Erdoğan, özellikle de Devlet Bahçeli, birçok şey değişmesine rağmen, Kürt ve Kürdistan sorununu karşısında üslubunda ve söyleminde şimdiye kadar hiçbir değişime gitmemişken, ne oldu da şimdi bir yaklaşım değişikliğine gitti? Tabii ki bu, onun köklü olarak bu sorunu çözme şekli değildir. Elbette bu konuda soruna ciddi bir yaklaşım varsa, muhatap bellidir. Bu noktada, Önderliğimizin, Kürt Hareketi’nin ve Kürt halkının yaklaşımı bellidir. Bu temelde, yıl gerçekliğine de dönüp baktığımızda özellikle 2024 yılının kışında gerillanın yarattığı önemli mücadeleler oldu. Tüm faşist yönelimlere rağmen, Kürt halkının, kadınların ve Türkiye’deki sistemi kabul etmeyen, buna karşı çıkan birçok insanın yerel seçimlerde ortaya koymuş olduğu bir tutum vardı. İlk kez 2024 yılında Erdoğan’ın faşist uygulamalarına karşı siyasi anlamda da askeri anlamda da bir tutum sergilendi. Her şeyden önce bu bir tavırdı.

‘BU SORUNA TAKTİKSEL YAKLAŞIM NE AKP’Yİ KURTARIR NE DE BAHÇELİ’Yİ’

İkinci duruma düşen AKP’nin durumunu kurtarmak ve toparlamak için Erdoğan, çoğu zaman uyguladığı taktiğe başvurdu. Erdoğan, dışardaki gelişmelerde sıkıştığı, içerde ciddi yozlaşma yaşadığı ve dibe vurduğu zamanlarda bunu uyguladı. Türkiye, dibe vurmuş durumdadır. Bugün mesela, ‘biz bundan sonra normalleşme politikası yürüteceğiz’ diyerek durumu kurtarmak istediler. Fakat Türkiye’ye baktığımızda normal bir günü yok; her gün bir facia ve katliam yaşanmakta, korkunç politikalar yürütülmektedir. Zaten Kürtlere çok faşistçe uygulanan bir politika var. Önderliğimiz üzerinde uygulanan çok korkunç bir tecrit var. Bu anlamda, kendi toplumuna uyguladığı çok ciddi bir yozlaştırma ve çürütme var. Bu temelde normallikten bahsedilemez. Yıl sonuna geldik ve o sıkça söylediği, ‘biz başarılıyız’ söyleminin çok da böyle olmadığını görüyoruz. Giderek zayıflayan, bu politikalarıyla çürüyen, yozlaşan ve kaybetmeye mahkûm bir Erdoğan-AKP-MHP gerçekliği var. AKP, Kürt ve Önderlik sorununa köklü yaklaşımdan ziyade, her zaman dönemsel ve taktiksel bir yaklaşım sergilemiştir. Fakat Erdoğan ve Devlet Bahçeli gerçekliği şunu çok iyi bilmelidir ki; Kürt halkının, Kürt kadınlarının ve mücadele yürüten tüm demokratik insanların bu siyasete karnı toktur. Çünkü ortada bir zihniyet ve yürütülen siyasetin yaratmış olduğu çok ciddi tahribatlar var. Bu anlamda süreç, bize gösterecektir ki ya Kürt ve Kürdistan sorunu çözülecek ya da giderek dengelerin değiştiği bu dönemde kadınların ve halkların direnişi, mevcut AKP-Türkiye faşist politikalarının sonunu getirecektir. Çünkü ortada çözülen bir sorun yok; tam tersine, ağırlaşan bir sorun var ve bu soruna taktiksel yaklaşım ne AKP’yi kurtarır ne de Devlet Bahçeli’yi.

Türkiye’de bu konu gündemleştirilmeye çalışılırken, esasta gerilla alanlarında nasıl bir gerçeklik yaşanıyor? Savaş sahasındaki gerçeklik nedir, bu konuda neler belirtmek istersiniz?

Bilindiği gibi, çoğu zaman hem yönetimimizin hem de HPG’nin savaş konusunda vermiş olduğu bilgiler ve açıklamalar var. Fakat askeri olarak, son süreçte sıcak savaş alanındaki bazı gelişmeleri değerlendirirsek; evet, yıl içerisinde Erdoğan’ın açıklamaları vardı. Özellikle 2024 yılında Türkiye’nin Irak’ı işgaline, AKP’ye ve onun işgal ordusuna taviz veren KDP-Barzani gerçekliği vardı. Yıl sonuna kadar Pençe-Kilit harekâtını sonlandıracaklarını ve halkın bu konuda rahat olmasını, bu sorunun bir daha karşılarına çıkmayacağını söylediler. Tabii ki bu bir palavradır ve sahada durum böyle değildir. Sonbahara geldik ve bugün, başta Medya Savunma Alanları olmak üzere Batı Zap, Metîna, Xakurkê ve Bakur Kurdistan’ında çok ciddi yaşanan bir savaş var. Ancak işin özüne baktığımızda, Türkiye yetkililerinin ve Erdoğan’ın açıkladığı gibi, askeri olarak kendi önlerine koydukları amaca çok da ulaşmış ve başarmış değiller. Evet, belki 2024 yılında Metîna, Xakurkê, Sergelê hattında ve Tepe Bahar’da bazı yeni alanlara konumlandılar, ancak şimdiye kadar hem hava hem karadan saldırılara rağmen, gerilla mevzilerinde geri adım atılmış herhangi bir mevziimiz yoktur.

‘BATI ZAP’TA HERHANGİ BİR GERİLLA MEVZİSİ DÜŞÜRÜLMÜŞ DEĞİL’

Batı Zap merkezinde bugün direnen ve savaşın en yoğun olduğu -merkez olarak söylüyorum- herhangi bir gerilla mevziisi ya da çeperi düşürülmüş değildir. Özellikle sonbahara girdiğimiz ve kışa yaklaştığımız bu süreçte, eylül ve ekim ayına dönüp baktığımızda, savaş alanında aslında başaramadıkları ve kendi önlerine koydukları hedefe ulaşamadıkları için askeri olarak da ciddi anlamda bir panik ve korku içindeler. Şimdi ağırlıklı olarak karadan olası bir gerilla saldırısına maruz kalmamak için son bir buçuk aydır ağırlığı kendisini savunmaya, gerilla saldırıları karşısında kendisini sağlama almaya ve korumaya çalışmaktadırlar. Özellikle son bir buçuk aydır Behdînan, Bradost, Xakurkê ve Medya Savunma Alanları’nda karadan ilerleyemeyişlerini yoğun bir şekilde SİHA, savaş uçakları, yani hava saldırılarıyla örtbas ediyorlar. Bu şekilde gücünü savunmaya alma ve kendisini sağlama alma çabası içerisindeler. Örneğin, sadece eylül ayında Garê’ye yönelik 100’e yakın hava saldırıları var. Bu saldırılar, çok sonuç alıcı olmadı. İşin özü, savaş sahasında bir sonbahar sürecine giriyoruz ve Türkiye işgal ordusu, şimdi bunun paniği ve savunması içindedir. Çünkü 2024 kışında gerillanın çok kapsamlı yönelimleri oldu. Türk ordusunun o kadar çok övündüğü, şanlı şerefli dedikleri o özel orduları, Mehmetçikleri, YJA-Star ve gerilla saldırıları, eylemleri karşısında öyle çok da şanlı-şerefli durmadılar. Tam tersine, birçok tepe gerillanın saldırılarıyla geri alındı.

Konteynerlerde, mevziilerde ve çadırlarda yaşayan askerlerin konteynerleri yakıldı ve mevziileri yıkılarak yerle bir edildi. Dediğim gibi, o çok şanlı ve şerefli dedikleri askerlerinin şanı da, şerefi de, gururu da gerillalar tarafından yakıldı, küle çevrildi ve yerle bir edildi. Şerefleri de yerlerde süründürüldü. Böyle bir akıbeti ve kışı yaşamamak için şimdi savaş alanında son bir buçuk aydır kendilerini hızla savunmaya almış durumdalar. Bu nedenle, yine konteyner pratiğini yaşamamak için askerlerine psikolojik olarak da moral vermek ve destek sağlamak için yer altı sistemi geliştirme, beton bloklarla ve menfezlerle bir savunma sistemi kurma halindeler. Savaş alanında yaklaşık bir buçuk aydır durum biraz da bu şekildedir.

İklim değişimi de olduğu için ne Bakur Kürdistan’ında ne de Medya Savunma Alanları’nda, öyle bahsettikleri gibi bütünüyle başarıyı elde edemediklerinden, şimdi panik, savunma ve korku halindeler. Olası bir gerilla saldırısı karşısında hızla savunmaya girmenin çabası içerisindeler. Bu noktada bahsettikleri askeri hedeflere çok ulaşabilmiş değiller. Bugün Bêrîtan çizgisinde savaşan bir YJA-Star ve Kürdistan gerillası gerçekliği vardır. Bu anlamda, kendi mevziisini koruyan bir gerilla ve mücadele gerçekliği var ve bu devam edecektir. Elbette iklimde değiştiği için savaş sahasında gerillanın konumu da eli de güçlenmiş durumdadır. Önümüzdeki süreçte gerillanın duruşunun daha da aktifleşeceği kesindir.

Bugün Kürdistan’da Bêrîtan çizgisi neyi ifade ediyor? Bêrîtan’ın karşı durduğu gerçeklik neydi?

Bêrîtan, bir kişi olduğu kadar Kürt kadınları ve Kürt halkı açısından bir çizgidir. Bêrîtan arkadaş için elbette birçok şey söylenilebilir. Ben bu konuda sadece birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum. Öncelikle, Önderliğimizin Kürt kadınına vermiş olduğu özgürlük perspektifi temelinde, Bêrîtan arkadaşın gerçekliği direnen Kürt gerçekliğini ve direnen kadın gerçekliğini ifade ediyor. Bu anlamda, Önderliğin özgür kadın perspektifini Bêrîtan arkadaş; kişiliğinde, zihniyetinde, ruhunda, anlayışında ve özgürlük ölçülerinde kimliğe kavuşturmuştur. O nedenle, Bêrîtan Kürdistan’da bir kişi değil, bir çizgidir. Yine kadın hareketi için, özelde de YJA-Star olarak bizler için, özgür kadın, ordulaşan kadın, komutanlaşan kadın çizgisidir. Günümüz açısından da baktığımızda, Bêrîtan çizgisi gerçekliği, çok daha iyi anlaşılır durumdadır.

‘BÊRÎTAN BİR ÖLÇÜDÜR, SAVAŞAN KADIN GERÇEKLİĞİDİR’

1992 yılında Heftanîn’den Xakurkê’ye kadar TC faşist devletinin kapsamlı başlatmış olduğu bir operasyon vardı ve bu işgal operasyonunda gerillalara karşı adeta bir işgal süreci başlatıyorlar. O zaman da günümüzde olduğu gibi, işbirlikçi, ihanetçi ve teslimiyetçi çizgi Türk devletinin işgal operasyonuna destek vererek, içinde yer alarak gerilla üzerine gelen bir konsept uyguluyor. Tabii o zaman, başta Bêrîtan arkadaş olmak üzere binlerce yoldaşın direnişi oldu. O savaş içerisinde bir de Ferhat’ın bu çizgiye teslim olan bir duruşu var. Bu anlamda, Bêrîtan arkadaş işgalci-faşist düşman karşısında bir duruş sahibidir ve bunun karşısında savaşan kadın gerçekliğidir. Bêrîtan’ı Bêrîtan yapan, özellikle Kürdistan’da yaşanan ihanetçi, işbirlikçi, teslimiyetçi çizgiye karşı verilen tarihsel tutumdur. Bêrîtan arkadaş, eylemiyle bunu göstermiştir.

Soykırımcının yanında yer alarak, ihanetçi, işbirlikçi, teslimiyetçiye ruhunu teslim eden çizgiye karşı; geri, ilkel, milliyetçi Kürt gerçekliğine karşı Bêrîtan arkadaşın duruşu bir eylemdir, tarzdır, zihniyettir. Bu anlamda, Bêrîtan, ihanetçi ve teslimiyetçi çizgiye karşı teslimiyeti kabul etmeyen ve onurluca yaşayarak savaşmayı, özgürleşmeyi tercih eden ve uçurumdan atlayarak kendisini eylemsel kılan onursal-tarihsel bir duruştur. Bêrîtan, Kürdistan’daki tüm kadınlar ve yurtsever halkımız için bir tutumdur. Bu nedenle Önderlik, "Bêrîtan özgürlük onurumuzdur’’ demiştir. Bêrîtan, Önderlik çizgisinde yürüyen ve özgürleşen, kendi kimliğine sahip çıkan ve onurunu koruyan bir duruştur, ruhtur, ölçüdür ve savaşan Kürt kadın gerçekliğidir. Gerici duruşa karşı bir tavırdır.

Aynı zamanda, tüm Kürtler ve kadınlar için de bir çağrıdır. Bêrîtan, ülke demektir, yurtseverlik demektir. Bêrîtan, ülkeye, toprağına, diline, kültürüne sahip çıkmanın adıdır. Direnen tüm kadın yoldaşlar adına ve direnen tüm halkımız adına onurluca bir duruştur. Bêrîtan arkadaş, bir kadın olarak da bizim için çok değerlidir. Çünkü Bêrîtan’da kurtulan cins, ülke ve kadın anlayışı hakimdir. Yine Önderliğin belirttiği, ‘’Kadının özgürlüğü, toplumun özgürlüğüdür’’ ilkesini kendi kişiliğinde somutlaştıran bir gerçekliktir, Bêrîtan. Kürt kadını, Önderlik şahsında ‘’ben de bu savaşta varım’’ diyerek kendi varlığını, özgürlük arayışını ortaya koymuştur.  Bêrîtan, Saralar’la başlayarak o güne kadar gelen ve direnen, öncülük eden tüm kadınların toplamıdır. Kadın duruşu itibarıyla da bizim için bir ölçüdür. Önderlik, ‘’Yaşamda ve savaşta Bêrîtan özgürlük ölçüsüdür’’ demiştir. Bu nedenle, savaşan ve savaşarak özgürleşen kadının ölçüsüdür, öncüsüdür ve komutanıdır. Bu anlamda, Kürdistan’da hepimiz birer Bêrîtan olmak isteriz. Zîlan, Bêrîtan ve Saralar gerçekliği, özgürleşen, özgürleştikçe güzelleşen, kişilik kazanan, irade kazanan, kimlik kazanan Kürt kadınının gerçekliğidir. Bizler YJA-Star olarak bugün bu mirasımız ve çizgimiz ile savaşıyoruz. Bêrîtan, aynı zamanda düşman bilincini hepimizde geliştirmiştir ve bu sürecin öncülüğünü yapmıştır.

Bêrîtan, özgür kadın komutanlaşmasını, gerillacılığını ve onun zemini üzerinde özgürleşen ve örgütlenen Kürt kadın gerçekliğini, Önderliğimizin perspektifini en erkenden anlayarak bunu kişiliğinde, kimliğinde, ruhunda, duruşunda, ölçüsünde, mücadelesinde somutlaştırmıştır. Anladığı kadar sahip çıkarak bunu eyleme dönüştürmüştür. Bu nedenle Bêrîtan, bizim ideolojik-örgütsel ölçümüzdür. Bizler YJA-Star olarak bugün, Bêrîtan çizgisinde yaşayan ve savaşan bir gücüz. En büyük gücümüzü de Bêrîtan gerçekliğinden almaktayız.

Ekim ayı kadın ordulaşması açısından büyük bir önem taşıyor. Bu vesileyle 31 yıllık ordulaşan kadın gerçekliğinin bugün geldiği düzey ve yarattığı etki hakkında neler belirtmek istersiniz?

 

Kürdistan’da Saralarla başlayan ve bugün milyonları bulan, dört parça Kürdistan’da örgütlenen, kimlik kazanan ve mücadele gücü haline gelen kadın noktasında Önderliğimizin büyük emek ve çabaları olmuştur. Yine şehit yoldaşlarımızın büyük emek ve çabaları olmuştur. Bu nedenle özgür kadın ordulaşması tarihte bir ilktir. Kürdistan’da oluşan tarihsel bir adımdır ve kendisiyle beraber savaş, ordu anlayışında çok köklü değişimler yaratmıştır. Aynı zamanda kadın zihniyetinde de ciddi gelişimler ve değişimler yaratmıştır. Bu anlamda kadın ordulaşması, salt tetiğe basan bir el değildir; her şeyden önce bir amacı vardır. Bu amacı temelinde kendisini savunma gücüne kavuşturan ve ordulaşan, örgütlenen bir kadın gerçekliği vardır.

Bu örgütlülüğe dayanan, mücadele eden kadın gerçekliğinin Kürdistan’daki ilk adımları sancılı ve bedeli olmuştur. Fakat bugün dönüp baktığımızda, 31 yıl içerisinde çok önemli kazanımlar elde edilmiştir. Bizler KJK olarak, kendisini konfederal sisteme kavuşturan, çok geniş yelpazede etkileyen bir kadın örgütlülüğüne, gücüne ve perspektifine sahibiz. Yine Kürdistan’da partileşen bir kadın gerçekliği var. Ordulaşma, tüm gelişmelerin temelidir.  Ordulaşmadan önce, 80’lerden sonra başlayan dönemde birçok kadın yoldaşımızın da gerilla mücadelesi var elbette. 80’lerle başlayan ve 93’e yani kadın ordulaşmamıza kadar, Önderlik, Bêrîtan arkadaş şahsında da direnen, özgürlük talebi olan ve bu anlamda kadın sorununa karşı yaklaşımıyla farkını ortaya koymuştur. Önderlik gerçekliği, bunu sadece teorik anlamda değil, aynı zamanda bunun pratik adımlarını atmıştır. Bu anlamda onun özgürlük ordusunu, özgün örgütlülüğünü kurmuştur.

Önderlik, bununla devrimsel diyebileceğimiz çok ciddi değişimleri hem kadın kişiliğinde hem de erkek egemen zihniyetinde yaratmıştır. Bu nedenle kadın ordulaşması ve kadın gerillacılığı konusunda şunu diyebiliriz; evet bir savunma gücüdür, ama sadece bir savunma gücü değil, gücünü ideolojisinden, felsefesinden ve aynı zamanda kendisini savunarak almaktadır. Aslında özgür kadın kimliği ve hareketi, bugün çok ciddi bir etkiye sahiptir ve bunu kadın öz savunma gücüne kavuşarak kazanmıştır. Bu temelde bir kişilik ve kimlik kazanmış, irade ve örgütlü bir güç haline gelmiştir. Örgütlülük demek, güç demektir! Kadın ordulaşması, örgütlü güçle ülkesini ve halkını savunduğu kadar, erkek egemen sisteme ve onun ordu anlayışına karşı da savaştığı için, en faşist uygulamalarına, kadın kırım politikaları karşısında kendisini koruyandır. Erkek egemen zihniyete karşı kendi retlerini en radikal bir biçimde koymanın adıdır. Kendi özgürlük tarihini, kişiliğini, kimliğini, iradesini aynı zamanda kendisini savunma diyalektiği ile özgürlük zihniyeti ölçüsünü, buna dayalı örgütlülüğünü, aslında kendi savunma gücüne dayanarak geliştirmiştir. Kimlik ve ideolojik hareket gücünü kazanarak siyasal bir hareket haline gelmiştir. Bugün dört parça Kürdistan’da öz gücüne dayanarak kendisini savunan bir kadın gerçekliği var. Kadın ordulaşması, Kürdistan’da devrim niteliğinde hem kadında hem de erkekte çok ciddi değişimleri yaratmanın da adı olmuştur. Bu anlamda, aslında biz nasıl ki Bêrîtan arkadaş için kadın ordulaşmasının, tüm örgütlü gücümüzün temelini ifade ettiğini belirtmiştik ve bu da Zîlanlar’la giderek zirveleşmiştir.

‘EN ZAYIF HALKA ŞU AN EN GÜÇLÜ KONUMA GELMİŞTİR’

Bugün YJA-Star ile önemli bir güç ve birikim elde ederek hem ideolojik, hem felsefik, hem de kendi öz gücüne dayanarak kendini savunan ve adım adım kendini değiştiren, geliştiren, kendiyle beraber erkek egemen anlayış ve yaklaşımını değiştiren bir devrime ve değişime yol açmıştır. Biz bunu kadın ordulaşmasına ve gerillacılığına borçluyuz. Eğer bugün siyaset yapabiliyorsak, biz bunu kadın gerillacılığına ve kadın ordulaşmasının açığa çıkardığı gücüne borçluyuz. Yaratılan gelişmeler de bunun üzerine olmuştur. Bugün önemli gelişmeler ve değişimler yaratmıştır. En zayıf halka şu an, en güçlü konumuna gelmiştir. Kendisine güvenen, savaştıkça özgürleşen, örgütlenen bir Kürt kadın gerçekliği vardır; bu, ciddi anlamda bir irade demektir, ciddi anlamda bir kimlik kazanmak demektir. Kendi özgürlüğünün tarihini yazmanın da adıdır kadın gerillacılığı.

Son olarak belirtmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

İçinden geçtiğimiz dönem, önemli bir dönem. Birçok kadın öncümüzün ve yoldaşımızın direnerek, büyük bir amaç uğruna mücadele ederek, kendisini adayarak açığa çıkardığı hem kadın açısından hem Kürt halkı açısından çok önemli bir miras var. Elbette başta YJA-Star olarak bu mirası geliştirme ve koruma görevimiz var. Bununla beraber, aslında son olarak şunu belirtmek isterim: Bu baharda kadın hareketinin açıkladığı bir öz savunma deklarasyonu vardı. Kadın savunması, önemli bir adımdır Kürdistan’da. Bugün kendini savunma, kadının gelişiminde ve değişiminde, etkili mücadele yürütmesinde önemli bir faktördür. Ben bu konuda çok somut bir örnek vermek ve bu program vesilesiyle de selamlamak istiyorum.

‘DAYÎKA EMİNE’NİN TUTUMU, HEPİMİZİN TUTUMU OLMALIDIR’

Dayika Emine (Emine Şenyaşar), son yıllarda bir kadın olarak kendi başına, haksızlığa karşı boyun eğmeden kendi hakkını aradı. Bu, örnek alınması gereken bir tutumdur. Tüm faşist yönelimlere, zulme, haksızlığa, zalimlere karşı direnen Dayika Emine’yi ben gerçekten saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Direnişi başarıya ulaştı; başarısını kutluyorum. Dayika Emine’nin tutumu, dönemin tutumudur ve tüm Kürt kadınları ile gençleri için de bir tutumdur. Dediğim gibi, tüm zalimlere ve zulümlere karşı Dayika Emine boyun eğmedi, ‘bu benim kaderimdir’ demedi ve bıkmadan usanmadan, umudunu yitirmeden, yaz-kış demeden mücadele etti, direndi ve kazandı. Bu bir öz savunma tutumudur. Başta kadınlar olarak bizler de bu öz savunma tutumunda olmak zorundayız.

Bugün, günümüz açısından dikkat edelim 3’üncü Dünya Savaşı’nın gelmiş olduğu bir aşama var. Bugün Türkiye’ye ve Kürdistan’a bakalım; korkunç bir kadın ve toplum kırımı var. Korkunç bir yozlaşma ve çürüme var. Elbette buna karşı Kürt kadınlarının önemli bir direnişi var. Buna somut olarak Dayika Emine’yi örnek verdim. Bu bir direniştir, tutumdur. Kendi hakkını arama, kendi hakkını savunmanın tutumudur. Bu tutum, yerinde bir tutumdur ve dönemin tutumudur. Bu noktada kadınlar olarak da, kadın hareketinin deklare ettiği öz savunma sadece bir yılın duruşması değildir.  3’üncü Dünya Savaşı’nda gözlerimizin önündeki Filistin’e, bu savaşın en yoğun olduğu yerlere bakalım; devlet aklının, faşizminin en üst düzeye vardığı bir siyaset ve sistemle karşı karşıyayız ve bu siyaset en çok kadın kırımı, toplum kırımı yapıyor; doğa kırımı yapıyor. Bunun için başta kadınlar ve gençler olmak üzere, kendi öz savunmamızı sağladıkça ve direndikçe, direnişe öncülük yaptıkça bu faşist sistem ve korkunç savaş karşısında başarı elde edebiliriz.

Bu şekilde, bir geleceği vadedebilir, bir gelecekten bahsedebiliriz.  Bu savaşta erkek egemen siyasetin kurbanı en çok kadınlar, çocuklar ve gençler olmaktadır. Bunun için başta Kürt kadınları olmak üzere, öz savunma deklarasyonunu hayatımızın, yaşantımızın temel bir ilkesi haline getirmek ve buna dayanarak örgütlülüğümüzü geliştirmek ve buna dayanarak mücadele etmek bizi başarıya götürecektir. Bu, kendisiyle beraber, Önderliğimiz ve halkımız üzerinde uygulanan savaşı da soykırımı da durduracaktır.

Önderliğimizi özgürleştirmek de direnişten, örgütlenmekten geçmektedir. Bu anlamda, yine belirtmeliyim ki, Dayika Emine’nin tutumu, hepimizin tutumu olmalıdır. Ben, bu temelde herkesin, böylesi kritik bir süreçte, yani bugün yaşanan tehlikeler ve kaos krizinde, kadınların, Kürt halkının ve ezilen tüm halkların kendilerini örgütleyerek Önderlik çizgisinde alternatif bir çizgi halinde başarıya gideceklerine inanıyorum. Bu inançla da mücadele etmeliyiz.