HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Hangi amaçla olursa olsun imha ve teslimiyet öngören, baskıyı, sömürüyü, talanı gerçekleştirmeyi hedefleyen, saldırılar karşısında bu zararları azaltmak ya da önlemek için gösterilen tutum, geliştirilen direnç, bunun örgütlü ve eylemli hale getirilmesi yaşanıyor. Meşru savunma duruşu, savaşı dediğimiz husus budur.

Toplum olmak insan türünün var oluş biçimidir. İnsan türü olarak gelişiminin, bir tür haline gelişinin doğal bir durumudur. Demek ki savaş içermeyen bir durum, savaşsızlığı ifade eden bir durumdur. Doğrusu, savaşın artık ürün gaspıyla bağlı olduğunu kabul etmek, ortaya koymak oluyor. Dolayısıyla baskıyla, sömürüyle, talanla bağlıdır ve artık ürünün ortaya çıktığı dönemin yarattığı bir sonuçtur. Şiddet araçlarının kullanımının örgütlü hale gelmesine ordu diyoruz. Devleti bir yönüyle de ordu etrafında örgütlenmiş bir kurumlaşma olarak görmek daha doğrudur. Devletleri bir iç savaş kurumu olarak kabul etmek lazım.

Önderlik Demokratik Uygarlık Manifestosu’nun başına bir kavramlar dizini koyuyor. Yeniden ve geniş bir açılım temelinde kavramları tanımlıyor. Bunu doğru anlayıp yanlış kullanmayalım diye yapıyor. Çünkü yerli yersiz bir kavramın her şeyde kullanıldığını görüyor. Ne olduğu anlaşılmadan insanlar tarafından sözler söyleniyor. Aslında kapitalist modernite sistemiyle bunun bağı vardır. Bu bizim dışımızda da böyledir. Kafa karıştırma, insanların beynini çarpıtma etkeni olarak kullanılıyor. Bu durum daha fazla da bizde vardır. Çünkü en çok Kürt’ün beyni karıştırılmaya çalışılıyor. Bunu beyinsel, zihniyet sömürgeciliği gerçekleşsin, zihinsel soykırım olsun, dolayısıyla inkar ve imha o insana daha kolay dayatılsın, daha kolay asimile edilsin, daha kolay kölelik altında tutulsun diye yapıyorlar. Asimilasyonun temel alanı, birincil alanı zaten beyne, zihniyete, düşünceye yöneltilen saldırı oluyor. Kısaca kafa karıştırmak, kavram karıştırmak beyinsel sömürgeciliğin temel yaklaşımlarından birisidir. Başarıyı buna dayanarak sağlıyorlar.

İkincisi, yaratılmış bir sürü asimilasyon durumu vardır. Toplum ve birey kendisi olmaktan çıkmıştır. Dolayısıyla doğrunun ne olup olmadığını bilemiyor, göremiyor ve anlayamıyor. Neyi nasıl kullanacağını bilemiyor. Yanlış kullanımlar buradan da kaynaklanıyor. Daha da öteye gidilip dil üzerinde asimilasyon gerçekleştiriliyor. Zihinsel köreltme var. O halde birçok bilgi ezbere dayanıyor, yaşamdan kopuktur. İnsanlar ne olduğunu anlamadan kullanıyor. Çoğu zaman arkadaşların kullandığı öyle kavramlar oluyor ki, insan şaşıyor. Dönüp sorduğunda hiç farkında olmadığını görüyorsun. Kullandığı kavramın ne anlama geldiğini bile bilmiyor. Bir yerlerden duymuş, o da ne anlama geldiğini bilmeden ezbere kullanıyor. Böyle olunca tabii ki olay ve olgular yerli yerine oturmuyor, yeterince analiz edilemiyor. Karıştırmak, saptırmak çok kolay oluyor. Tutar bir kavramı tersine çevirirsen, hemen sapma ortaya çıkar. Hemen tutuyor bir kavramdan, başlıyor o kavramı tartıştırmaya, ondan sonra özünü boşaltıyor, tersyüz ediyor. Bakıyorsun ki kavramı kullanarak bir numaralı kavramın özü karşıt hale gelmiş. Şimdi Önderlik bunların düzeltilmesi için savunmaları böyle hazırlıyor. Savunmalar niye böyle hazırlanmış, niye bu kadar kavram ve kuram üzerinde Önderlik çok durmuş? Çünkü yanlışlıklar var, olur olmaz bunları kullanmalar var. Bunlar kişilerden kaynaklı bir durum değildir. Kapitalist modernitenin ve sömürgeci soykırım rejiminin bilinçli ve planlı olarak geliştirdiği bir durumdur. O halde bu rejime karşı mücadele edebilmek için öncelikle gerçekleri açığa çıkartacaksın, burada aydınlanma yaratacaksın. Kafa karıştırmayı, ortamı muğlaklaştırmayı buradan gidereceksin. Yoksa mücadeleyi geliştiremezsin. Doğru, düzgün, yeterli bir mücadele yürüten güç konumuna gelemezsin. O halde mücadele yürütebilir hale gelebilmek için bu temelde bir düzeltmeyi yaşamaya ihtiyaç var. Bu açıdan bizim bu kavram düzeltmelerini yapmamız gerekiyor.

Toplumsal değerleri gasp eden ve savunan savaş biçimleri

Önder Apo savunmada “şiddetin gaspı gerçekleştirme değeri kadar, hatta daha fazla, bu ideolojik aldatmaların, propagandaların rolü var” diyor. Bununla bağlantılı olarak savaşın çeşitlerine bir göz atmakta yarar vardır: İç savaş; devletin topluma yönelttiği savaş, baskı, sömürü altında tutabilmek, çalıştırabilmek için yarattığı kurumlaşma, örgütlenme sistemidir. Bu temelde uyguladığı baskı ve yönlendirmedir.

Dış savaşlar devletin sınırları dışına yönelen savaşlardır. Devletlerarası savaşlardır. Farklı toplumlara, egemenlik altına alınamamış topluluklara yöneltilmiş savaşlardır. Kabilelere, aşiretlere, kavimlere, farklı devletlere yöneltilmiş savaşlardır. Kendi sınırları dışında var olan devlet ya da toplum güçlerine yöneltilen savaşlar oluyor.

Gasp savaşları artık ürünü gasp etmeye, baskı sömürü uygulamaya, yağma ve talana dönüktür. İçte veya dışta olsun gasp, sömürü baskı, talan, yağma amaçlı geliştirilen savaşlara, şiddet olaylarına gasp savaşları adını verebiliriz. Gasp; yağma, talan, sömürü ve baskıdır. 

Bunun karşıtı olarak bu tür saldırılara karşı kendini, değerlerini, toplumunu, ülkesini korumayı, savunmayı ifade eden, demokratik komünal toplum gerçeğini, politik ahlaki toplum gerçeğini savunmayı ifade eden direnişlere de meşru savunma savaşları diyoruz.

Sümer’den bu yana oluşan devletçi sistemi bir; egemenlik kurdukları toplum, köleleştirdikleri, baskı altına aldıkları insanlar üzerinde savaş gücü. İki; dışta özgür yaşamaya çalışan kabile, aşiret, halk gruplarına dönük bir savaş gücü, saldırı gücü. Üç; uygarlık sisteminin parsellenip bölüşüldüğü devletler ve ordular arasında bir savaş gücü olarak değerlendirmeliyiz. Nasıl ki bir iç savaş gücüyse, halklara karşı onları köleleştirmek üzere bir saldırı tehdidi, gücüyse aynı zamanda mevcut devlet sistemleri de birbirine karşı sürekli bir düşman gücüdür. Devletçi sistem tektir. Kartopu gibi büyüyor, ama sistemin içinde bir sürü parça var. Önderlik “gelişimi tekelcidir, hegemoniktir” dedi. Ama aynı zamanda inişli çıkışlıdır. Bazıları gelişiyor, bazıları bunalım yaşıyor. Geri plana düşüyor. Dolayısıyla her güçlenen, zayıf düşenin değerlerini gasp etmek için fırsat kolluyor. İlkçağda da ortaçağda da kapitalist modernite çağında da devletçi sistemlerin mantığı budur.

Özel savaş, savaşı sadece askeri boyut olmaktan çıkararak, toplum yaşamının bütün boyutlarına taşırmayı içermektedir. Özel savaşla devlet, birey ve toplum haline geliyor. Birey ve toplumda içselleşiyor. Birey devletleşip insan olmaktan çıkıyor. Devlet haline geliyor. Toplum, toplum olmaktan çıkıyor, yok oluyor. Geriye sadece devlet kalıyor. İşte özel savaş bu savaş demektir. Özel savaş, özgür kalmak, özgür olmak isteyen iradeleri terörizm diye tanımlayıp katledebilmek, bastırabilmek için ona karşı geliştirdikleri bir savaş tarzı oluyor. 

Biyolojik savaşlar deniliyor. Yani her türlü savaş aracı burada üretiliyor. Ekonomik alan, biyoiktidarlar, insanların maddi varlıklarını sürdürmek için, beslenme ihtiyacını bile toplumları denetim altında tutuyor, sömürüye açık hale getiriyor, bir savaş aracı olarak kullanmayı ifade ediyor. Sosyal alan, eğitim, sağlık tümüyle bir savaş alanıdır.

Meşru savunma sözlü tarihin bir parçasıdır

 Savaş olgusu; toplumsal yaşamın bir döneminde, onun özüyle çelişkili, ters, ona zarar veren, tahrip eden bir olgu olarak ortaya çıkıp gelişirken, savunma, güvenlik konusu tersinden insanın ve bir toplum, topluluk olarak insanlığın var oluşuyla, yaşamını devam ettirebilmesiyle bağlı olan, böyle bir işlev gören, dolayısıyla insan türünün varlığının başından beri gerçekleşen bir durumu ifade etmektedir. Meşru savunma hareket etmeyi de içine alan bir yöntemle, esas olarak varlığını koruma biçiminde sürüyor.

 Toplum bir bireyin çoğalmasından oluşur. Oysa toplumsallaşma aritmetik çoğalma değil de, organik çoğalmayı, bütünleşmeyi içeriyor. O da işbölümü demektir. Farklı işlerin, farklı görevlerin toplumun örgütlülüğü ve işbölümü içerisinde yapılması demektir.

 Tarih bir anlamda ordu ve devlet olarak kurumlaşan ordu sistemlerinin bütün yerküredeki insanlığı köleleştirmek, denetim altına almak için saldırmasıyla kabile, aşiret topluluklarının da köleleşmemek için bunlara karşı direnmesiyle doludur. Meşru savunma direnişleri sözlü tarihi oluşturuyor. Yazılı tarih ise uygarlığın, savaşı yapanların tarihidir.

Kürt tarihi hem devletçi uygarlığın anlaşılması hem de devletçi uygarlık karşısında demokratik uygarlık tarihinin anlaşılması açısından önemli bir tarihtir. Öyle ne ‘hepsi demokratik uygarlıktır, özgür bir toplum olarak kaldık’ denebilir ne de ‘köleleşmiş, bağımlı hale gelmiş, geri kalmış, işbirlikçi olmuş kötü bir tarih’ denebilir.

 İşçi sınıfı hareketlerinin 20. yüzyılda çok fazla gelişmişliği vardır. Bir bölümü Sovyetler Birliği gibi reel sosyalist sistemi öngördü, bir bölümü sosyal demokratik hareket oldu. Sosyal demokratik hareket daha çok reformcu bir biçimde uzlaştı. Reel sosyalizmi yaratan sosyalist duruş ise cephesel duruş gösterdi ve sistemi reddetti. Alternatif olmayı sert mücadeleyle öngördü. Fakat devletçi paradigmadan kopamadı. Sonunda devletçi sistemle kapitalist modernite sistemiyle birleşti. Önderlik bu durumu “antikapitalist oldu, ama antimodernist olamadı” sözleriyle değerlendirmişti.

İlkçağda kabile, aşiret topluluklarının, özgür toplulukların savaşları var. Ortaçağda köylü isyanları yanında köylü savaşları var. Kapitalist emperyalizme karşı da ulusal kurtuluş savaşları önemli bir meşru savunma savaşı durumunu ifade etmektedir. Ulusal kurtuluş savaşları stratejik savunma, denge ve saldırı gibi stratejik bir anlayışa sahiptiler. Uzun süreli savaşlardı, bir homojenlik arz etmediler ve farklılıklar içerdiler. Bazıları çok dar, ulusal kurtuluş, ulusal bağımsızlık gibi bir iktidar yaratmayı amaçladılar. Bazıları ulusal özgürlük arayışıyla iç sınıf mücadelesini, toplumsal mücadeleyi iç içe geçirdiler. Dolayısıyla daha derin bir mücadele olma özelliği taşıdılar. Bazıları kısa sürede gerçekleşti, konjonktüreldi. Emperyalist, sömürgeci sistemin zayıfladığı anlarda ortaya çıktılar. Kapitalist sistemin saldırısına maruz kalmadılar, kısa sürede bunlara dayalı olarak sonuca gidebildiler. Bazılarında ise uzun süreli savaşlar oldu. On yıl, on beş yıl, yirmi yıl süren, hatta onu aşan ulusal kurtuluş savaşları oldu. Bu uzun süreli savaşlar, ulusal ve toplumsal mücadelenin iç içe yaşandığı savaşlardı. Meşru savunma kapsamında bu savaşlarda savaş sanatı çok daha fazla gelişti. Parti öncülüğü, askeri örgütlenme, ordu örgütlenmeleri, kitle ilişkileri, halk örgütlenmeleri gelişti. Savaşla halk ayaklanmalarını iç içe, birlikte yürütebilme, bu savaşlar içerisinde ortaya çıktı. 20. yüzyıl özellikle bu mücadelelere çokça tanık oldu.

 Gerilla savaşı karşı tarafı yıpratarak, sonuç yaratacak gelişmeleri ortaya çıkartma, zorlama hareketidir. Bu durumlarda halkların geliştirdiği direniş yöntemleri birleşerek, gerilla savaşı diye bir sisteme kavuşuyorlar. Gerilla bir sonuç yaratma değil, sonucun zeminini hazırlama savaşıdır. Taktik olarak iş yapılıp başarılı bir sonuç da açığa çıkarılabilir. Ama o askeri ve taktik başarı savunma stratejisiyle uyumlu olmazsa stratejimize hizmet etmeyecek, ters düşecek ve meşru savunma kapsamının dışına taşacaktır. Dolayısıyla stratejik duruşumuza zarar verecek ve hizmet etmeyecektir.

 Ulusal kurtuluş hareketleri, içten ikili bir karakter taşıyorlar. Dış saldırganlığa karşı savaştıkları ölçüde, meşru savunma kapsamındadırlar. Devletleşerek içten toplum üzerinde bir saldırı gücü haline geldikleri, gasp, sömürü kaynağına dönüştükleri oranda da gasp savaşı kapsamındadırlar.

Ulus devlet derinleşmelerini, yapılarını özel savaşın gelişmesi olarak ortaya koyduk. Bütün ulus devlet sistemlerinin geliştirdiklerinin birer toplum kırımı olduğunu ortaya koydu. Toplum kırımın, özel savaş olduğunu bilmek gerekiyor. Özel savaş ile toplum kırımı denilen şey aynıdır. Toplum kırımını gerçekleştiren, kapitalist modernitenin toplum üzerindeki saldırılarını, tahakkümünü ortaya çıkartan savaş tarzına özel savaş diyoruz. Önderlik buna “savaşın toplumsallaşması, ulus devletin kendini toplum haline getirmesi” de dedi. Gizli sömürgecilik, iç sömürgecilik gibi kavramlarla da ifade edilen yeni bir sömürgecilik tarzı geliştirdiler.

 Özel savaş, savaşı dayatırken, barış yapıyor, barışı götürüyormuşsun gibi ifade ediyor. Savaşı barış adına yapmayı içeriyor. Ekonomik alanı savaş alanına dönüştürüyor. Sömürüyü arttırıyor ve “kalkındırıyorum, mali destek veriyorum, IMF’ye, Dünya Bankası’na bağlı krediler veriyorum, sanayiye destek veriyorum” diyor. Halbuki soyup soğana çeviriyor. Aldığı halde veriyormuş gibi gösteriyor. Savaş yaparken, barış yapmış gibi gösteriyor. Faşizmi dayatırken, “demokrasi getirdim” diyor. Her şeyi barış, demokrasi, kalkınma, sosyal adalet uğruna yaptığını ifade ediyor. Kendisini bu kelimelerle gizliyor, örtüyor ve maskeliyor.

 Örneğin orduların küçültülmesinden, modernize edilmesinden ve profesyonelleştirilmesinden söz ediliyor. Bu söylemle “bakın, orduyu azaltıyor, militarizmi daraltıyor, demokrasi getiriyoruz” diyorlar. Halbuki orduyu daha profesyonel, daha iyi eğitilmiş, daha vurucu silahlarla donatılmış, ateş gücü daha yükseltilmiş hale getiriyorlar. Ama küçülttüklerini, azalttıklarını ve militarizmi zayıflattıklarını, dolayısıyla sivil toplumu büyüttüklerini söylüyorlar. Doğru olan bunun tam tersidir. Evet, sivil toplum alanını biraz genişletiyorlar, ama bunu militarizmi zayıflatarak yapmıyorlar. Militarizmi hacim olarak zayıflatıyorlar, ama nitelik olarak daha da artırıp güçlendiriyorlar. Ona dayanarak sivil toplumun büyümesine, genişlemesine izin veriyorlar. Militarizme, askerliğe böyle yaklaşmak savaşta farklı yöntemler uygulamayı, artık değer gaspında, sömürüde değişik saldırı yöntemleri uygulamayı imkan dahilinde kılıyor. Orduyu profesyonelleştiriyorlar. Daha iyi, daha teknik vurucu araçlarla donatıyorlar. Böylece kendilerini, sistemlerini güvence altına alıyorlar. Buna dayalı olarak polis ve istihbarat gücünü geliştiriyorlar. Militarizm yanında bir de polis devletini oluşturuyorlar. Onunla da kendi iktidarlarını güvence altına alıyorlar. Ondan sonra, gasp, sömürü, talan için yöntem uygulamada zenginliğe başvuruyorlar. Kendilerini çeşitlendiriyorlar. Böyle bir durum olduktan sonra artık geçmişte olduğu gibi kaba kuvvetle, zorla orduları sürerek, çatıştırarak, gasp, sömürü yapmıyorlar. Hileyi, oyunu, aldatmayı öne çıkarıyorlar.

 Psikolojik savaş hiçbir sınır tanımaz

Özel savaş askeri tedbir, denetimi sağlama temelinde baskı ve sömürüde silahın biraz daha geriye çekilmesi, görünmez kılınması, onun yerine hilenin, aldatmanın daha çok öne çıkartılmasını ifade ediyor. Bunun için de eğitime önem veriyorlar, psikolojik savaşa önem veriyorlar. Kültür emperyalizmini, sömürgeciliği haddinden fazla geliştiriyorlar, postmodern kültürü, kültürsüzlüğü ortaya çıkartıyorlar, beyin sömürgeciliğini geliştiriyorlar. Büyük bir beyin yıkama hareketini, eğitimle, kültürel etkinliklerle, televizyonla, filmle, sanatla, mevcut iletişim teknolojisini en ileri düzeyde kullanarak insan beynini, ruhunu, duygularını tam bir bombardımana tutma temelinde yürütüyorlar. Günümüzde medya bu bombardımanın organıdır. Bilerek veya bilmeyerek, isteyerek ve istemeyerek yapılsa da oynadığı rol budur. Bir araç olarak yerine getirdiği görev kesinlikle böyledir. Önderlik savunmada “ulus devlet medyayı kullanarak toplumun tüm gözeneklerini, insanın beynini, ruhunu, duygularını, bilincini, yirmi dört saat bombardıman altında tutuyor” diyor. İnsanlık hiçbir zaman böyle bir saldırı altında olmadı. Ne Gılgameş saldırısı böyleydi, ne Asur hükümdarlarının, Dehak’ın saldırısı böyleydi, ne de 19. yüzyıl sonunda, 20. yüzyıl başındaki Alman Kayzerlerinin, İngiliz yönetimlerinin saldırısı bu düzeydeydi. Silahlı saldırılar her zaman belli bir sınır içinde kaldılar ve fiziki durumu hedeflediler. Fakat günümüzdeki propaganda saldırısı, psikolojik savaş hiçbir sınır tanımıyor. Bütün insanlığa ulaşıyor, dağdaki çobandan, şehirdeki işçiye kadar ulaşmadığı hiç kimse yoktur. Küreselleşme bu düzeyde var. İnsanın duygularına, ruhuna, bilincine hitap etmeden, davranışlarını yönlendirmeye kadar yaşamın bütün alanlarını hedefliyor. Hiçbir zaman insanlar, toplumlar egemen sistemler, devletler tarafından böyle bir saldırıya uğramadılar. Köleleştirildiler, katliamdan geçirildiler, kellelerinden duvarlar örüldü, büyük köle pazarları, orduları kuruldu, çiftlikler yaptılar, binlerce, hatta yüz binlerce insanı çalıştırdılar. Tarihte bunlar oldu, ama o insanların ruhlarını, beyinlerini yönlendiremediler. Zorla tuttular, baskı altında çalıştırdılar, emek güçlerini sömürdüler. Hiçbir zaman o insanlar isteyerek çalışmadılar, o sistemi benimsemediler, emek güçleriyle hizmet ettiklerine doğru demediler, biat etmediler. Çok azı öyle oldu. Ama şimdi herkes biat ediyor. Ulus devlet tanrısı önünde diz çöküyor. Kendi celladını kurtarıcısı, özgürlük ve demokrasi vericisi olarak görüyor, “baba” diyor ve medet bekliyor. İnsanlık bu hale getirilmiştir. Mevcut sistem altında, ulus devlet ve onun özel savaş sistemi altında insanlarla yapılan işe, kedinin fareyle oynaması demek en doğrusu oluyor. Kedi fareyi tutup atıyor bir tarafa, fare kaçacağı yerde kediye doğru koşuyor. Kaçtığı anda öyle bir sille yiyor ki, artık kendisi için kurtuluşu kediye ne kadar yaklaşır, büzülürse o kadar mümkün görüyor ve biat ediyor. Ulus devlet önünde insanların içine düştüğü durum budur. Şu an bütün dünyada böyledir. Özel savaş budur. Özcesi, sömürgecilik değil, zihniyet soykırımı var.

 O halde her şeyden önce kendinden başlayacaksın, yaşam tarzınla başlayacaksın. Önderlik “kendisini her türlü cilalasa, dünyanın en güzeli gibi göstermeye çalışsa bile reddedeceksin, kusarcasına ona karşı bir tepki duruşu öngöreceksin ki biraz doğrultu kazanabilesin” dedi

 Önderlik buna “ağ sistemi temelinde örgütlenme” dedi. Onu geliştirebilmek, dikey ve yatay örgütlülüklerle toplumun örgütsüz hiçbir alanını, örgütlenmemiş, örgütle donanmamış hiçbir bireyini bırakmamak lazım. Büyük bir örgütlenme seferberliği, savaşı yürütmek gerekiyor. Örgütlenmeler fonksiyonel, işlevli olabilmelidir. Sadece bürokratik, şekilci örgütlenmeler değil, her örgüt ne olursa olsun kendi alanında toplumu savunmalıdır. Özel savaşın bir veya birkaç alandaki saldırısına karşı duran, mücadele eden boyutta olmalıdır.

 Öz savunma güvenliğin topluma pay edilmesidir

 19. yüzyıl ortasındaki sosyalistler; Marks ve Engels, öz savunmayı bir yönüyle “halkı silahlandırmak, güvenlik işini belli bir kesimin işi olmaktan çıkartmak, onun elinden almak bütün topluma dağıtmak olarak” ele aldı. Önderlik de toplumun kendi savunma görevini üstlendiği sisteme, “öz savunma” dedi.

 Öz savunmanın kelime olarak anlamı, savunma görevini, ihtiyacını bir başkasına devretmek değil de kendisi yapmaktır. Eğer toplum herhangi bir kurum oluşturup ona devretme değil de, herkesin katıldığı bir savunma sistemi geliştirirse, herkes savunmadan sorumlu olursa, dolayısıyla savunma için gerekli güç toplumun olur. Toplumca paylaşılır, toplum dışında herhangi bir kurumun eline geçmezse o zaman hem güvenlik sağlanmış olur hem de baskı ve sömürü gerçekleştiren bir güç kaynağı ortaya çıkartılmamış olur. Teorik olarak çözüm budur.

 Öz savunma veya meşru savunma diyelim, her canlının kendini savunmasını, korumasını ifade eden bir durumdur. Canlı olarak var olmanın üç temel öğesinden birini oluşturuyor. Beslenme ve üremenin yanında üçüncü öğe olan güvenlik ve korunmadır. Bunun için kendini savunma önemlidir. Yoksa kendini savunmazsan nasıl koruyacaksın, güvenliğini nasıl sağlayacaksın. Öz savunma demek güvenliğini sağlamak demektir. Özünü, kendini savunmaktır. Bu canlılar için en doğal hak olarak görülüyor. Devredilemez, reddedilemez en temel canlı olma hakkı, insan için de en temel insan hakkı, en meşru haktır. Onun için buna meşru savunma hakkı da deniliyor. Öz savunma, meşru savunma kapsamında değerlendirilen bir duruştur. Bu temelde ele aldığımızda, öz savunma bırak şehir gerillacılığını, insandan da öte bütün canlılar için geçerli olan bir kavramdır. Hayvanın da, bitkinin de öz savunması vardır. Doğada canlı olarak ne varsa hepsinin kendine göre bir güvenlik sistemi, öz savunma sistemi vardır. İnsan toplumu da canlı bir varlık olduğu için, birey ve toplumsal düzeyde onun da öz savunmaya ihtiyacı vardır. Güvenliğini sağlayamazsa yok olur. Doğa olayları yok eder, canlılar arasındaki çelişki ve çatışma yok eder.

Öz savunmanın temel tanımı budur. Kavram bu kadar geniştir. Bu anlamda bu geniş kavramın içerisinde yaşamın bütün boyutları vardır. Öz savunma bir bilinç, örgütlülük ve eylem durumudur. Bireyin ve toplumun canlı olarak var olup güvenliğini sağlaması, kendini yaşatması için gösterdiği bütün çabalara, tedbirlere, zihniyet durumunun hepsine birden öz savunma diyoruz. Böyle bir kendini korumanın, savaş gerektirdiği yerde bu temelde yapılan savaşa öz savunma savaşı diyoruz veya diğer adıyla meşru savunma savaşları diyoruz. Bu savaşlar içerisinde bir sürü savaş vardır.

 Öz savunma her türlü tahakküm karşısında gösterilen direniştir

 Örneğin ilk baskı altına alınan, köleleştirilen kesim olarak kadının erkek egemenliğine, baskısına karşı direnci bir öz savunma duruşudur, öz savunma kapsamındadır. Egemen sınıfların, efendilerin, köle sahiplerinin sömürmek üzere baskı altına aldığı kölelerin, işçilerin, emekçilerin egemen sınıflara karşı direnişi, mücadelesi, savaşı öz savunma kapsamında ele alınıyor. Bu temeldeki savaşlara öz savunma savaşları deniliyor. Ya da meşru savunma savaşları deniliyor.

 Egemen devletçi güçlerin fetih hareketlerine, işgal, istila ve saldırılarına karşı kabilelerin, aşiretlerin, halkların, kavimlerin, ulusların direnişine, ulusal kurtuluş savaşlarına öz savunma savaşı, meşru savunma savaşı deniliyor. Her türlü işgal ve istilaya karşı direniş, öz savunma savaşı kapsamındadır. Her türlü emperyalist sömürgeci tahakküm karşısında yürütülen direnme savaşı meşru savunma savaşı ya da öz savunma savaşı kapsamındadır. Bütün ulusal kurtuluş hareketleri öz savunma hareketleridir. Halkların baskı ve sömürü karşısındaki bütün direnmeleri, ayaklanmaları öz savunma savaşı kapsamındadır. Egemenlerin dıştan ya da içten gelsin dayattıkları baskı ve zulüm karşısındaki direnişin bir biçimi olarak ortaya çıkan tüm gerilla direnişleri öz savunma ya da meşru savunma savaşı kapsamındadır. Bu kırda olur, ovada olur, dağda olur, şehirde olur, nerede olursa olsun zemin bu konuda hiç fark etmez, hepsi öz savunma kavramı içerisindedir. Dolayısıyla buradan kaynaklanan savaşların hepsi de öz savunma savaşı içindedir.

 O halde PKK’nin baştan bugüne kadar gösterdiği tutum bir öz savunma tutumudur, meşru savunma duruşudur. Hilvan direnişinden bu yana geliştirdiği ya da Haki Karer’in intikamını almaktan bu yana geliştirdiği silahlı direnişin hepsi öz savunma savaşı kapsamındadır. Bunun devleti hedeflemiş olmakla ya da olmamakla hiçbir alakası yoktur. Paradigması ne olursa olsun, dıştan dayatılan sömürgeleştirici, yok sayıp yok edici, soykırımcı baskı ve şiddete karşı Kürt halkının varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanmayı hedefleyen bir silahlı direniş durumudur. Bunu hangi paradigmayla yaparsa yapsın, öz savunma savaşıdır. Doğru anlaşılması veya daha tam anlaşılması açısından olguyu böyle tanımlayabiliriz.