HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

serk 990012 Mart darbesinin 23. yıl dönümünde böylesine bir çalışma yürütmek anlamlıdır. Bu darbenin özel savaş yönteminde özel bir yeri vardır. 1970’lerin ilk defa düzenle kopuşma temelinde ortaya çıkan devrimci dinamiklere sert bir karşılıktır. Esas itibarıyla o dönemlerin geliştirilecek ve bunun çok önemli bir parçası olan Kürdistan Kurtuluş Mücadelesine de çok önceden, daha tohum halindeyken ezici bir darbe veya tasfiye çabasını ifade ettiği, devrimci gençlik hareketi gibi iktidara yürüme şansı son derece zayıf olan, fakat yol açtığı değişiklikler nedeniyle bir çok önemli gelişmeye imkan hazırlayan bu devrimci döneme, iyi planlanmış bir özel savaş darbesidir.

Kaldı ki bizim hareketimizin de bu dönemlerin objektif temeli üzerine yükseldiği, devrimci gençlik hareketiyle direkt bağlantılarla birlikte ortaya çıktığı ve bu anlamda yeni bir dönemi başlattığını göz önüne getirirsek, aynı zamanda böylesine bir darbe bizi yakından ilgilendiren, mücadelemizin ortaya çıkışı kadar, onun gelişmesini belirleyen özelliklere de sahiptir.

Dönemin devrimci gençlik örgütleri ve hızla partileşmeye dönüşmek isteyen anlayışları ancak çok kısa süreli direnebildiler. Bazıları kahramanca direnerek şehit düştüler. Fakat düzenin çok etkili geliştirdiği tedbirler, özel savaşta olsun, pasifikasyonda olsun, özellikle de saptırma biçimindeki geleneğe bağlı yaklaşımlar olsun, devrimci hareketler bu dayatmaları aşamadılar. Önemli oranda yozlaştılar, çarpıklaştılar, kalanlar da eskilerin veya bağlı olduklarını söyledikleri önderliklerin çok gerisinde gittikçe sağcılaşan ve devrimci ideolojik-politik temellerden kopan, düzenin oldukça etkisine giren ve bir çok sızmalarla birlikte boğuntuya getirilen, lafazanlığın çok gelişkin olduğu, fakat doğru-devrimci örgüt ve eylemliliğin bir o kadar zayıf kaldığı bir süreç biçiminde kendilerini götürmek istediler.

Bilindiği gibi 12 Eylül’le birlikte en ufacık, ciddi bir direnme emareleri bile göstermeden, gösterenler de çok hızla kendini tasfiyeden kurtaramadığı göz önüne getirilirse, aslında 12 Mart’ın hayli etkileyici olduğunu belirtmek gerekiyor. O dönemin direnen gençliği ve önderlerinin tutarlı bir demokratik ve sosyalist inanca, ideolojiye bağlı olduklarını biliyoruz ve bu konuda gözünü kırpmadan kendini feda etmeye kadar da gittiklerini biliyoruz. Dolayısıyla çok radikal bir düzen karşıtlıkları vardır. Bir adım sonra, devrimci ideolojinin, yani sosyalizmin kılavuzluğunda baktıkları, çok etkili olan Kemalist ideolojiye karşıt bir temelde bir ideolojik bağımsızlığa kadar gitmek istediklerini biliyoruz.

Kürt hareketindeki ilkel-milliyetçiliğin, bütün o devrimci ideolojiye, yani sosyalizmin ulusal soruna uygulanmasına karşıtlığına rağmen, ulusal soruna da ilk defa bağımsız bir ideolojik, yani sosyalist bir yaklaşımla baktıkları, el attıkları, bunların tohumlanma halinde olduğu, darbenin aslında bu gelişmeleri önlemeyi amaçladığı, ama buna rağmen ne kadar ezici de olsa, ne kadar ağır bir güç dengesizliği ortamında da boy verse, kahramanca atılan adımlar ve yaşanan şahadetler çok etkisiz kaldı denilemez.

Bizim de hareketimizin o dönemlerde ortaya çıktığını göz önüne getirirsek, bu darbenin günümüze kadar ki tarihine dayattığımız büyük ideolojik-politik, askeri savaşımı göz önüne getirirsek, 1970’li yıllar, devrimciliğin hem çok sağlam bir mirasçısıyız, hem de dökülen kanların boşa gitmediğini kanıtlayan hareketiyiz. Bu dönemin ideolojik-politik devrimci çizgi bağımsızlığını daha da derinleştirerek sosyalizmin yaratıcılığında gerçek bir ulusal kurtuluş ve demokrasiye yol açmayı gündemleştirerek çabaların boşa gitmesi, dökülen kanların unutulması şurada kalsın, bunu neredeyse bir iktidarın eşiğine kadar getirdiğimize bakarak yalnız Kürdistan’ın değil, Türkiye’nin de devrimci partisi gibi çalışarak kesintisiz bir devrim tarihini kendi şahsımızda, kendi hareketimizin somutunda böylesine önemli bir gelişmenin içine çekerek ve iktidara yönelterek o dönemin bir çok önderliklerinin ardılı geçinenlerin bütün olumsuzluklarına rağmen bunu böyle sağlayarak hak edilen yere ulaşılmıştır, dökülen kanlara layık olunmuştur, dayatılan her türlü tasfiyeye, işkenceye direnilmiştir ve sonuçta işte buraya kadar gelinebilmiştir.

Biz, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesine, buna Türkiye’nin demokratik kurtuluş mücadelesi de diyebiliriz ve kesinlikle de öyledir, görünüşte Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi, ama PKK, özünde Türkiye’nin demokratik kurtuluş hareketi ve Türkiye’nin devrimci partisi anlamındadır, bu işlevi de görüyor. Fakat Türk Solunun kendini örgütleyememesi, devrimci çizginin temelinde partileştirememesi, eyleme, gerillaya kavuşturamaması bir çok nedenleriyle ortaya konulduğu gibi, henüz çok sayıda olan grupların sorumsuzluğundan, devrimci değerlere yabancılığından, çarpıtmalarından önemle kaynak bulur, özellikle önderlik sorununu halletmemelerinden kaynaklanır. Bu da ağırlıklı olarak Türkiye devrimcilerinin bir göreviydi ama, bütün çabalarımıza, desteğimize rağmen başaramayışları, özellikle düzen kişiliğinin, Kemalizm’in etkisinin ne kadar güçlü olduğunu, düzenin kendini Türkiye’de ne kadar kurumlaştırdığını, hakim kıldığını da gösterir. Ama belirleyici olanın da 12 Mart darbesine büyük bir kararlılıkla karşı koyan adımlara bağlı kalınamaması, derinleştirilememeleri, ortaya çıkan sorunlara çözüm bulamamaları ve bir yerde önderlikteki cüceleşme, saptırma, çarpıtmalar esas belirleyici etkenler olarak mevcut durumdan sorumludur.

En isabetli davranışı bizim gösterdiğimiz şimdi daha iyi anlaşılıyor. O dönemin gerek THKP-C kökenli önderliği, gerek TİKKO, gerek THKO önderliği tutarlı anti-emperyalist ve demokratik önderliklerdir, ulusal soruna, Kürt sorununa da cesaretle yaklaşım gösteriyorlardı. Cesaretle ilk defa tabuları kırarak böyle bir sorunun olduğunu ve devrimci tarzda çözümün gerektiğini vurguluyorlardı. Bizde bu değerlendirmelerden sınırlı olarak etkilenmiştik. Hiç şüphesiz bizi de devrimci harekete çeken önemli bir çıkıştı, hakkını vermek gerekir ve daha sonraki derinleştirme ve somuta uygulama hiç şüphesiz bizim görevimiz olmuştur ve gerekleri yerine getirilmeye çalışılmıştır. O günden bugüne bu şehitlerin de anısına bağlı olarak, ama ortaya çıkan bütün sorunlara kendi bağımsız ideolojik-politik hattımızda cevaplar vererek yürümeyi bildik. Örgüt tarihimizi, parti tarihimizi biliyorsunuz ve gerçekten buna bir de böylesine bir çıkışın etkisini eklemek gerekir. Kendi kökenleri sorununa daha doğru yaklaşım göstermek gerekir.

Hiç şüphesiz olumsuz etkilenmeler de vardır, ama olumlu yönlerini de oldukça değerlendirmek büyük önem taşır. 12 Mart darbesinin silindir gibi ezici olduğu ve 12 Eylül’ün aslında bunun daha derinleştirilmiş bir biçimi olduğunu göz önüne getirdiğimizde ve sadece bir günle veya bir kaç ayla sınırlı olmadığını, bütün bir süreci –geçen 20-25 yıllık süreci- etkilediği, esasta politikayı da, ekonomiyi de, her türlü yaşamı da bu darbelerin hazırlıkları ve gerçeklikleri tarafından belirlendikleri göz önüne getirilirse, göreceğiz ki bizim de bir anlamda ortaya çıkışımız, gelişmemiz bu askeri rejime veya -ki buna 1970’leri de eklemek gerekir- TC’nin bu askeri niteliğine karşı olduğu, başka türlü olamayacağı göz önüne getirilmelidir. Aslında dayatılan, bir askeri cumhuriyettir, bir anti-demokratizmdir, bir faşizmdir. Ona karşı da ortaya çıkan her şey, bir demokratizmdir. Bir ulusal kurtuluşçuluktur, bir sosyalizmdir. 1920’lerden günümüze kadar devam eden aslında budur. Bunu iyi görmek gerekiyor.

TC, herhangi bir cumhuriyet değil, askeri faşist yanı ağır basan ve halkların demokratik, ulusal taleplerini başından itibaren kanla bastıran ve bu yönüyle bütün gelişmeleri etkileyen, kişilikleri de etkileyen gelişmenin adıdır.

Tüm isyanların ezilmesi, komünist hareketin ezilmesi bu cumhuriyetle yakından bağlantılıdır, bu cumhuriyetin kökleşmesiyle bağlantılıdır.

Anadolu halklarının kültürlerinin bütünüyle tahrip edilmesi ve çarpıklaştırılması bu cumhuriyetin rejiminin diğer bir sonucudur.

Binlerce yıllık halk kültürleri muazzam bir cenderenin içine alındı ve sıkıştırılarak eritildi, çok sahte bir ucube Kemalist ajanlık, çok zengin olan bu halklar mozaiğini bozdu, bozmakla kalmadı, asimile etti ve en şoven bir ulusçulukla hastalıklı bir Türk ulusçuluğunu halkların başına bela etti. Belki de denilebilir ki Hitler’i bile geride bırakan –ki, o yalnız bir Alman için ulusçudur- yine tanıdık bir çok diktatörü geride bırakan, amansız bir diktatörlük anlayışıyla ki, Türk halkının da oldukça çarpıklaştırılmasında, kendi demokrasisini bulamamasında en önemli sebep teşkil eden bu cumhuriyet, bu askeri dikta aslında her zaman vardı. Özellikle devrimci hareketler, isyanlar biraz boy verdiğinde, bütün acımasızlığıyla halkların başına bela kesildi.

12 Mart’ta bunun bir aşamasıdır, 12 Eylül bunun daha da derinleştirilmiş kapsamlı bir aşamasıdır ve kaldı ki ondan şimdiye kadar yaşanan tümüyle bir ordu rejiminin geliştirilebileceği özel savaşın her türlü biçimidir. Hiç şüphesiz bunun da arkasında bir Osmanlı tarihi de vardır. Osmanlı despotizmi ve ona bağlı çok sayıda feodal beylik, aşiret beylikleri ve bir yığın gerici, baskıcı, boğucu kurumlaşmalar vardır. Bunlar bir kaç yüzyıldan beri egemenliğini üzerinde sürdürdükleri halkları son derece güçsüz bıraktılar ve bazıları tarihten silindi. Çok sayıda halkın tarihten silinişi, en gelişkin kültürlere sahip olan topraklardaki halkların; Helen kültürünün, Ermeni kültürünün, hatta ne kadar yayılmacı temelde de olsa bir Arap kültürünün de geriletilmesi, hatta İran kültürünün geriletilmesi, –ki hepsi geri bir temelde olmuştur- bunun yerine bir kaç yüzyıldan beri emperyalizmin ajanlığına soyunmuştur. Özellikle Tanzimat’tan beri daha da geliştirilerek, Kemalizm’le birlikte neredeyse en yabancılaşmış bir rejimi, bir kişiliği, toplumsallık kadar bireyselliği de dayatarak işte yaşamımızı böyle işin içinden çıkılamaz hale getiren bir tarihi dayatarak, çok acılı, işkenceli, çok sömürü ve baskılı bir halde kılarak, yaşamı yaşanmaz hale getiren bu rejim, ömrünü doldurmaya çalışmaktadır.

Bizim mücadelemiz, çok kısaca dokunduğumuz böylesine bir diktatörlüğe veya insanlıkla pek az bağlantısı kalmış bir rejime karşı verilen bir mücadeledir, bunu iyi görmek gerekiyor. “Biraz demokratikleşmek, biraz özgürleşmek istiyorum” diyen herkesin dikkatle değerlendirmesi gereken bir mücadeledir. “Biraz tarihe anlam vermek istiyorum, biraz tarihte yitirilenleri bulmak istiyorum, biraz intikamımı almak istiyorum” diyen herkesin halkın adına dikkatle değerlendirmesi gereken bir mücadeledir. Kendini yeniden var etmek isteyenlerin büyük değer biçecekleri bir mücadeledir. Yüzyıllardır kaybettiklerini özellikle her düzeyde bulmak isteyenlerin kendini ifade edecekleri, özlem olarak, pratik olarak bulacakları bir mücadeledir.

Yani her ne kadar ideolojik-politik ve pratik gerçekleşmemiz tarihin derinliklerine uzanmamışsa, bu konuda kişilikler özellikle çok çarpık, nasıl bir hareketin elemanı olduklarını, nasıl bir yaşam temsil etmek istediklerini bilmiyorlarsa da, gerçek böyledir. Hiç şüphesiz hareketimizin içindeki öğelerin böylesine kapsamlı olarak tarihten haberdar oldukları veya onu anı anına yaşadıkları söylenemez, fakat hareketin objektifliğinin de böyle olduğu tartışılamaz. Ortadoğu halklarının çok muhtaç olduğu halklaşmayı, demokratikleşmeyi temsil ediyor. Özellikle en temel kördüğüm olan böylesine Türk barbarlığını, Türk-barbar egemenliğini ve onun en son faşizm biçimini hedefleyerek muazzam bir çıkışın temel gücü oluyor. Başarılması halinde bütün Ortadoğu halklarının bir yandan ulusal yönden, diğer yandan enternasyonal, yani kendi aralarındaki kardeşlikleri yönünde çok önemli bir açılıma sahip olacakları gibi, kendi demokrasilerini, kendi ekonomik kültürlerini kendilerinin belirleyecekleri bir döneme gireceklerine büyük çıkış yaptırıyor, öyle temel bir değer veriyor. Zorlukları da bundandır. Böylesine temel özellikleri olan bir harekettir. Düşmanlıklarının da o denli temel nitelikte olacağı, sahayı kolay kaptırmak istemeyecekleri, böylesine bir azılı rejimi tutan, bunda çıkar uman çevrelerin gün geçtikçe bilinçlenecekleri ve bölge çapında bir gericiliği dayatacakları, yine kendi mücadelemizden iyi bilinmektedir.

Devrimci hareketimizin, eylemimizin bu tarihi özelliklerine, özellikle TC’nin bu son önemli darbesel dönemlerine böyle cevap vermekle kimliğini biraz daha iyi ortaya koymaya çabalıyoruz. Verilen savaşın anlam ve önemini, böylesine derinliğine bir temelde yakalanmasının önemini vurguluyoruz. Ve kendi ideolojik-politik çizgisinde yürümek isteyenlerin bu gerçekleri asla göz ardı edemeyecekleri veya sınırlı bir bilinçle hareket edemeyeceklerini vurguluyoruz. Sadece halk alternatifi bir yaşam değil, yegâne bir yaşam biçimini temsil ettiklerini vurgulamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla bu rejimlere karşı direnen bütün devrimcilerin de sağlam bir mirasçısıyız, onların özlem ve umutlarının gerçekleştiricisiyiz. Bundan da kuşku duyulmamalı ve her zamankinden daha fazla bu umutların gerçekleştiricileri olmak için her şeyimizi ortaya koymalıyız.

Zaten hareketimizin bölge çapında, hatta uluslararası çapta bu kadar ses getirmesi, ilgiyle değerlendirilmesi ve en çok da düşmanlarının birleşebilmeleri, salt bir ulusallıkla yetinemeyeceğimizi, sanıldığından daha da fazla enternasyonalist bir karakterde olduğumuzu ortaya koyuyor. Dolayısıyla bu rejimlere karşı böyle ayakta kalmak, hele onun 23. yılını canımızda, kanımızda duyarak yaşamak çok büyük bir öneme haizdir. Gerçek PKK’liyim demek isteyen, bir anlamda işte bütün bu devrimci değerlerin mirasçısıyım demeyi bilmeli, onların amaçlarının gerçekleştiricisi olmayı bilmeli, böylesine kanıtlanmış bir kişilikle görevlerinin sahibi olmayı bilmelidir. PKK’nin içini bu kadar tartışırken, öncülüğünü tartışırken bu gerçekleri göz önüne getiriyoruz ve her zamankinden daha fazla şunu söylüyoruz: Hiç kimse PKK’nin gerçeklerini göz ardı edemez.

PKK’nin büyüklüğüne yaraşır bir militanlığı esas almanın gerekliliği açıktır. Kimsenin PKK’yi basit bir köylü örgütüne, basit bir aydın-demagog örgütüne götüremeyeceği bu nedenle vurgulanıyor. Bu kadar devrimci bir mirasın temsilcisi olan bir örgütü, bu kadar büyük direnişçisinin umudu olan bir örgütü, hiç kimse kendi demagojisiyle, basit köylü kurnazlıklarıyla lekeleyemez, cüceleştiremez, basitleştiremez.

PKK, büyük bir devrimci harekettir, çok büyük direnişçilerin anısının temsilcisi bir harekettir.

Siz, o devrimcilerin tarihini bilmeyebilirsiniz, nasıl büyük direndiklerini, nasıl büyük acı çektiklerini bilmeyebilirsiniz, ama bir gerçektir. Ben kendi eylemimi bile bu devrimcilerin anısına bağlılığın bir gereği olarak ilerlettim. Bir yandan onların özlem ve umutlarının temsilcisi olmaya çalışırken, diğer yandan intikamlarına bağlı kalmak, intikamlarını almak için bu eylemi düzenledim. Ve tabii ki bu, aynı zamanda halkların özlemleridir, umutlarıdır, intikamlarıdır. Bunu böyle bileceksiniz. “Anlayamadık, daraldık” deme küstahlıklarına girmeye hiç birinizin hakkı yoktur. Burada bir tarih vardır, burada büyük yiğitlikler vardır, onlara layık olmak vardır. Bilmemek de ne kelime, kimin haddine? Bunlar son nefeslerine kadar büyük direnmeyi bilen devrimcilerdir ve PKK tamamen bu temellerde şekillenmiş bir partidir. Bunu böyle görmemek, bu tarihten habersiz olmak ve halen mevkicilik peşinde koşmak, halen demagoji peşinde koşmak, halen PKK’nin bazı mevkilerini, mevzilerini ucuz ele geçirmek, ona hakkını vermemek böylesine büyük bir mirasla alay etmektir, onu göz ardı etmek demektir. Kaldı ki bizim hareketimizin ocağında yüzde yüz çok büyük direnişçilikler vardır, onları saymıyorum bile.

12 Mart faşizmine karşı direnen devrimcilerin de büyüklüğünü hatırlatmak istiyorum. Bir çokları belki onların anısına –yoldaşlıkları adına- ihanet etti ama, biz onların anılarının sağlam temsilcileriyiz. Aynı dönemin generalleri şimdi her birisi bizim için özel savaş generalidir veya o dönemin subayları, o dönemin özel savaş kadroları şu anda generaldirler ve Kürdistan’da savaşı yürütüyorlar. O dönemin devrimcilerini dağda zaptedenler, gerçekten şimdi Kürdistan’daki özel savaşımın kurmaylarıdırlar. Dolayısıyla böylesine bir özel savaşa dayatılan devrimci bir savaş söz konusudur. Her zaman şunu söyledik: Biz ufkumuzu geniş tutmak zorundayız, bunun öyle darlıkla, bunalımla alakası yok. Kim ki “ben dar kaldım, bunaldım” diyorsa, o, yalancının tekidir.

Gerçekler bu kadar çıplak iken, “daraldım, bunaldım, kaldıramadım” demek küstahlıktır. PKK adına hiç kimse asla bu durumlara düşemez, giremez. Düzenin pisliği olacaksın, her türlü pisliğini taşıracaksın, bunu küstahça yapacaksın, ondan sonra da “bunaldım, çözemedim, daraldım” diyeceksin! Artık bunlara son veriyoruz. 12 Mart direnişçilerinin de anısına cevaben, bunlara son veriyoruz. Bunları bileceksiniz. Özellikle 12 Eylül’ün pisliklerini, ortaçağ pisliklerini taşıyanlar, PKK’nin büyüklüğünü anlamak durumundadırlar.

Biz, ilkel-milliyetçiliğin de pislikleriyle az boğuşmadık, onların da işbirlikçiliklerini, ajanlıklarını az ortaya çıkarmadık. Bütün bunlar sizin bilinçlenmenizi tayin eder. Türk faşizmiyle de az boğuşmadık, onların düzenlerini, pisliklerini az ortaya çıkarmadık. Bunları bileceksiniz. Daha düne kadar özeleştirilerinizde, bu saflarda düzen pisliklerini ne kadar temsil ettiğinizi söylediniz, yüzlerce yıldan kalma düşkünlükleri ne kadar temsil ettiğinizi söylediniz, şimdi onlar ortadan kalkıyordur, aksi halde faaliyetiniz ajanlıktır. Halen bize yakışmayan bir çok tutum ve davranış var, halen düzenin, özel savaşın işine yarayan bir çok tutum ve davranış var. Onları da kaldırmanız gerekir. Eğer direnenlerin anısına biraz saygınız varsa, biraz namus, intikam anlayışınız varsa sağlam olmanız gerekir. Bu anlamda bizde bu büyük direniş şehitlerinin anısına diyoruz ki; sağlam temsil edildiniz, edileceksiniz.

PKK’lileşmeyi böyle anlayacaksınız. Hareketimizi, tıpkı 12 Mart direnişçilerinin anılarına bağlı olduğunu iddia edenler gibi cüceleştirmek, küçük-burjuvalaştırmak kimin haddine? Açık söyleyeyim; ben ne yaptığımın bilincindeyim, kendimi yitirmedim, devrimcilerin –Türkiyeli devrimciler de dahil- anılarına bağlılığın nasıl yürütüleceğini biliyorum, Kürdistan’da büyük devrimci eylemin nasıl yaratıldığını da biliyorum. Hepsini 23 yıldır anı anına yaşıyorum, iliklerimde duyarak yaşıyorum. Lafazanlık dinlemem, gerilik tanımam. Sabretmeyi bilirim, izlemeyi bilirim, ama asla affetmem. Hele ukalalık etmeyi hiç kabul etmem.

Şimdiye kadar neden sabrettim? Karşımızda bir özel savaş var, zorluklar var, sizin büyük anlayışsızlıklarınız var, onun için sabrettim. Yoksa bu, affettiğim anlamına gelmez, öfkelendiğim anlamına gelmez, çok değerli olduğunuz anlamına gelmez, çok iyi yaptığınız anlamına gelmez. Bu kadar işkence, bu kadar kan, bu kadar haksızlık dayatılacak, siz halen kendi düşkünlüğünüzden bahsedeceksiniz! Bu bir utanmazlıktır, tek kelimeyle düşkünlüktür ve devrimciler bunu asla ağızlarına alamazlar. Uyarıyorum!

Daha iyi vurma günlerini hazırlamak için sabrettik, daha iyi intikam için sabrettik, hazırlandık.

Bunu göreceksiniz, görüp de bu savaşa anlam vereceksiniz. Size birisi bir küfür etse, bir dayak atsa, acaba ne kadar tahammül edebilirsiniz? Yüz binlerce insana ve onların geldiği halklara bu kadar işkenceyi, bu kadar yoksulluğu, bu kadar ölümü dayatanlara eğer biz tutarlı halk devrimcisi isek, nasıl karşılık vermeliyiz? Bunu hiç düşünmeyeceksin, bunu unutacaksın, ondan sonra da bireysel bunalım teorileriyle, anlayış veya anlayışsızlıklarıyla partimiz içinde dolanıp duracaksın! Bu kabul edilmez, bunu aşmanın zamanıdır. Ben, insanlığın soylu, yiğit direnişçilerinin anısına mı bağlı kalacağım, yoksa bu yaramazlıklara mı bağlı kalacağım? Burada orta yol da yoktur. Ya yiğit insanların sağlam yol arkadaşlıkları, ya defolup gitme vardır. Orta yolculuğa, kafa karışıklığına, onun her türlü saptırmalarına asla cesaret etmeyelim. Aksi halde o dar ağaçlarındaki yiğit insanların anısına nasıl karşılık verilir? Her gün çok acımasız koşullarda şahadetlere giden yoldaşlarımıza nasıl karşılık verilir?

Bunları görmeyeceksiniz, sonuç çıkarmayacaksınız, habire mevkicilik, habire şu-bu komutanlık deyip değerler üzerinde oyun oynayacaksınız! Bunu kim kabul eder? Yetersizlik kelimesi bile suçtur. Kendi hareketini böyle tanıyan birisi, artık ciddi bir yetersizlikten de bahsedemez. Artık ciddi olmanın zamanıdır. Bu kadar amansızlıklara karşı mücadele edilerek elde edilmiş bir silahı, bir örgüt değerini doğru kullanmanın zamanıdır. Biz size geniş platformlar açmakla, çok geniş örgüt imkanları, savaşım imkanları açmakla üzerinde tepişesiniz diye değil, varolan büyük intikam görevlerini, büyük devrimcilerin anılarına bağlılık gereklerini yerine getirmeniz için açtık. Ona layık olmanız için de sizden yüz kat daha kendini verenler bile işledikleri hatalar karşısında yüz defa ezilip büzülüyorlar, layık olmamaktan ötürü eziliyorlar. Çocuk olmadığımı anlayacaksınız, anlayışlı olmanızı kanıtlayacaksınız, büyük özgürlük çalışması yaptığımıza emin olacaksınız ve onun yaman bir savaşçısı olacaksınız.

İmkanlarımızın çok sınırlı, düşmanımızın çok vahşi olduğunu bilerek bu savaşa katılım göstereceksiniz. Kesinlikle yeterlilik düzeyinde savaşa bir katılımınız olacak. Yine her yönüyle PKK temsilini sağlar bir partileşmeyle katılım göstereceksiniz ve döneme kendini dayatan özel savaşa bir tavır, tutum dışında, bu çalışma, yaşam, vuruş tarzı dışında hiçbir biçimde karşı konulamaz. Ancak böyle karşılarsanız bu savaşta başarı şansınız olabilir. Dolayısıyla özgür yaşam şansınız olabilir.

Bu temelde bütün devrimcilerin anısına da bağlılığımızı bir kez daha andık ve asıl bağlılığı bundan sonra savaşı daha da derinleştirerek göstereceğimize dair biz de söz veriyoruz.

 

12 Mart 1994
Reber APO