Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Ağustos günü 14.00-16.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Partizan ve Heliz Tepeleri ile Êrê köyü, Alaniş, Ava Gûzê ve Şehit Viyan Vadisine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Bir şu T.C devletine bakın, birde O’nuan kimyasalcı ve ağlayan generali Boşbuğ’a bakın.
Bir zamanlar nasıl esip gürlüyordu.
Bir zamanlar nasıl kimyasal silah kulanıyordu.
Gerilla karşısında yenilince.
Bir zamanlar nasıl entel u mentel kesiliyordu.
O yazardan, bu yazardan paragraflar okuyordu.
Bazı yağdancı kalemşörlerde, balon şişirir gibi şişiriyordular kükreyen Boşbuğ’u.
Boşbuğ da kükredikçe, balonu sönüyordu pııııssssss pıııııssss diye.
Boşbuğ’u seyrederken, Büyükanıt denilen Azamput anımsıyorduk.
Diyorduk ki, ama niye hep aynı filmi seyrediyoruz?
Ya bu T.C generalleri sanki kolonlanmış diyorduk?
Bunlar niye aynı maniyi söylüyorlar?
Bunlar hep “bitereceğiz, kökünü kazıyacağız” diyorlar.
Bunlar hep “HPG gerillalarını bitirmede kararlıyız” diyorlar.
Hiç bir şey onların dedikleri gibi çıkmıyor.
Bu ne haldir, bu yenilgidir.
Uruğ’dan itibaren yenilen yenilene.
Torumtay yenildi. Güreş yenildi.
Kıvrıkoğlu yenildi. Azamput yenildi.
Boşbuğ yenildi. Ne PKK bitti. Ne de HPG gerillası bitti.
Bitenler, gelirken kükreyenler, giderken ağlayarak giden Boşbuğ gibiler oldu.
Şimdi de kükreyip gelen biri daha var.
Adı Sabahattin Işık Koşener.
O da Boşbuğ gibi Egeli.
O da Boşbuğ gibi Manastır göçmeni.
O da bir Sebatayist. Yani devşirme biri. Yani Türk değil.
O da Kürdistan kimyasal silah kullanmış.
Sivilleri katletmiş bir soykırımcı.
JİTEMCİ bir kontgerilla. Özel Harp Daire’sinde yetişme.
Kükreyerek geldi. Ağlayarak gidecek.
Derler ya “Isıran Köpek Dişine Göstermez”.
Yaşayarak göreceğiz. HPG gerillaları Koşaner’i de yenilen bir general olarak emekliliğe sevedecek.
O’na da Egede bir villada denizi seyrederek yenilgisinin anılarını hatırlamak düşecek.
O Ege’nin mavi sularını seyrettikçe düşünecek.
Ve diyecek ki, ya HPG gerillalarına nasıl yenildim.
Ve bu kahırdan ölecek.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Her zaman olduğu gibi, Türkiye gündemi yine doludizgin. Öyle görülüyor ki, bu böyle de devam edecektir. Hani derler ya “çalışmayan başın derdini ayaklar çeker” diye. Türkiye’de iktidarda bulunanlar, bunlarla birlikte cümle cemaat derin devleti teşkil eden kafalar değişmedikçe, bu anormal yani olağanüstü durum devam eder. Bu anormal yani normalin üstünde ya da normalin dışında olan durum sürdükçe de, Türkiye gündemi doludizgin olmaya devam edecektir. Sanılmasın ki doludizginlik her zaman iyidir. Ya da sanılmasın ki olağanüstü süreçler her zaman sağlıklı yapılar oluştururlar. Tersine eğer olağanüstülük, belli arılıklar dışında yaşanırsa-siz bu aralıklara geçiş süreçleri deyin-o zaman yaşananlar insanların ruhsal dünyasını korkunç etkiler. İnsanlar anormalleşir. Öylesine anormal toplumlarda insanların anormalleşmesi, esasta psikologların aşırı derece de devreye gireceği toplumlar olacaktır. Başka bir deyimle toplum ya da toplumlar hastalıklı olacaklardır.
Hâlbuki dünyada en çok salık verilen ruh dinginliğidir. İnsanlar kendi içlerinde yakalayacakları ruhsal bütünlüktür. Yani başka bir deyimle ruh dengesini yakalamaktır. Çin’de buna YİNG ve YANG’ın dengesini sağladığı an diyorlar. Daha modern bir kavramla alt bilinçle üst bilincin birbirine yakınlaştığı, korkuların, önyargıların yaşanmadığı durumu ifade eder.
Evet, Türkiye gündemi doludizgin dedik. Nedeni ise yaşanan anormal durumdan kaynağını aldığını düşünüyoruz. Bu anormalliği sağlayan ise Türkiye Cumhuriyetinin Kürtlere uyguladığı inkârcı, imhacı ve eritici politikalarıdır. Siz buna “soykırımcı siyaset” deyin. Bu onursuzlaştırıcı, bitirici, yok edici ve faşizan politikaya karşı Kürtler, kendilerini PKK adındaki Özgürlük Hareketinde örgütleyerek direnişe kalktılar ve bu direniş hızından hiç bir şey kaybetmeden yükselişini sürdürüyor. Toplumu etkiliyor, topluma direnç ve ruh katıyor. Bu ise yeni ve güzel bir yaşamın mümkün olabileceği hayalini Kürt halkına aşılıyor. Doğaldır ki, bu moral, inanç ve kararlık Kürtleri daha ileri bir noktaya taşıyor.
Gelinen noktada Kürtler tarihlerinin en uzun vadeli direniş ve diriliş mücadeleleriyle yenilmeyeceklerini herkese gösterdiler. Ayrıca Kürtler, eskilerde olduğu gibi sadece silahlı mücadeleyle de kendi sorunları olan Kürt Sorununu çözemeyeceklerinin de bilincindedirler. Yine Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti devletini alt etmenin yolu derin bir demokratik kültürle, halkların kardeşliği ve hoşgörülü kültürün gelişmesiyle bunun mümkün olabileceğine inanıyorlar. Bu ise bilinen eski manada TC devletini yenilgiye uğratmak değil gerçek ve derin anlamda Türkiye’nin demokrasiye duyarlı kılınmasını ifade ediyor. Demokratikleşecek Türkiye, aynı zamanda kazanacak Kürdistan ve kazanacak olan Türkiye olacağını bildikleri için Türkiye içerisinde bir çözüm arayışı içerisindedirler. Lakin Türkiye Cumhuriyeti devleti halen Kürtleri yok sayıyor, inkâr ediyor, imha ediyor, alttan alta bu halkı ayağa kaldıran, bu halka can ve ruh veren PKK hareketini tasfiye etmek için elinde geleni yapıyor. Halen bu halkla bir olmuş, halkın gönlüne taht kurmuş bu hareketi, teröristlikle itham ediyor. Günlük olarak ağza alınmayacak hakaretlerde bulunuyor. Kaldı ki bu halkın öncü gücü olan PKK birçok kez ateşi kesmek, silahların susması, sürekli bir barışın tesisi için her gün çağrılarda bulunuyor. Dünya da hiçbir devrimci, silahlı gücün yapmadığı kadar ateşkes, eylemsizlik süreçlerini tek başına ilan edip uyguluyor. Öyle ki silahların sürekli susması için tüm güçlerini Türkiye sınırları dışına çekerken, 400 üzerinde militan gerillasını kaybetmesine rağmen, bu tek taraflı ısrarını sürdürdü ve sürdürüyor.
Tam da bu noktada Yasemin Çongar’a bir şeyler söylemek gerekiyor. Son zamanlarda ve tabii ki daha önceleri de yazdığınız yazılarına anlam vermek, değer biçmek gerektiğini söylüyoruz. Özelde başka halklarda yaşanan barış süreçlerini incelemeniz gerçekten anlamlıdır. Başka halklar ya da başka Özgürlük Hareketleri sorunlarını nasıl çözdüklerini, hangi yol ve yöntemleri izlediklerini incelemek ve Türkiye’de 30 yıla aşkındır süren bir mücadeleyi, savaşı sonlandırmak için değerli bu inceleme ve araştırmalarının bir katkı olduğuna inanıyoruz.
Sahiden yaptığınız bu araştırma yazılarınız, bir gerilla olarak benimsememek mümkün değildir. Başka halkların deney ve tecrübelerinden yararlanmak, aklı başında olan her insanın yaklaşımı olmalıdır. Belki coğrafik, kültürel, siyasal, sosyal, ruhsal, ekonomik; ne bilelim daha değişik konularda farklılıklar olabilir, ancak hepsinin sorunu bitmeyen bir savaş ve hepsinin derdi barışla sonlandırılmak istenen bir mücadele. Bu son iki husus her yerde var olan ortak sorun ve ortak istemlerdir.
Yasemin Çongar’ın yazılarını dediğimiz gibi bir gerilla olarak okuyoruz. Araştırmalarına, tespitlerine ve hatta yorumlarına da katılmamak elden değil, ancak bir gerilla olarak bu yazıları okuduğumuzda Yasemin Çongar’ın söylediklerine uymayan kim? Ya da istemeyen kim? Ya da kimlerdir? diye de bir soru kafamıza takılıyor. Barış süreçlerini sabote eden kim? Ya da müzakerelere gelmeyenler kimlerdir? Bir an önce karşılıklı silahların susmasını istemeyenler kimlerdir?
Yukarıda ki sorulara olumsuz cevap verenlerin bizler olmadıkları kesindir. Silahların karşılıklı olarak susmasını, müzakerelerin başlamasını, karşılıklı birbirini affetmelerin başlamasını, hakikatleri araştırma komisyonu kurulmasını, barışın tesis edilmesi önünde engel olacakların da bizler olmadığı kesindir. Tersini söylüyoruz ve iddia ediyoruz; yukarıda söylenenlerin hepsine geçmişten beri var olduğumuzu ve gelecekte de bunlarla var olacağımızı rahatlıkla ifade edebiliriz. Geriye Türkiye Cumhuriyeti devleti, hükümeti, muhalefeti, ordusu, halkı, velhasıl Türkiye cephesi kalıyor.
Sonlandırırken; bu kadar içerikli yazılar yazan, araştırma yapan bir aydının, gazetecinin bundan sonra yapması gerekenin barış sürecine gelmeyen tarafı, ısrarla barış masasına oturması için baskı yapmasıdır. Gerekirse teşhir etmesidir. Gerekirse bu barış sürecine gelmediği için karşı durmasıdır.
Yasemin Çongar gibi düşünen aydınların yazarların barış çalışmaları için –oraya buraya çekmeden-iş başına çağırıyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Apocu Ruh Ve Keskin Vuruş Tarzıyla Düşürülemiyecek Düşman Hedefi Yoktur
Güvenlik tepesine yapılan eylemin mekanı,zamanı,gelişimi sonuçları ve yaşanan yetersizlikleri,hataları ve yanlışlarını değerlendirmek hem sürec açısından hemde taktik,tarz, komuta ve bizim açımızdan önemli ve sonuç çıkarılması gereken bir deneyim olmaktadır.
- Ayrıntılar
Kurulduğu günden beri CHP’nin doğru dürüst beyaz bir sayfası bulunmamaktadır. Takip ettiği inkar ve imha zihniyetine dayalı ırkçı, şoven politikalar, Türk devletinin bel kemiğini oluşturmuştur. Sonuç olarakta bugünkü realiteyi doğurtmuştur. İktidar olduğunda hiçbir toplumsal sorunu çözememiş, muhalefette olduğu zamanda statükocu politikalarla çözümün önünde set olmuş, Ergenekoncuların avukatlığına kadar işi götürmüştür. Bu yüzden Kürdistan’da Kürt ve Alevi tabanından desteğini yitirmiş, tabela partisine dönüşmüştür. Bu durumdan doğan siyasal boşluğu da, modern Muaviye hareketi olan ABD işbirlikçisi, taşeron AKP doldurmuştur. Bütün bu hengâmede CHP’nin bu durumunun telafisi için hem Kürt hem de Alevi ve Dersim’li olan Kemal Kılıçdaroğlu getirilmiştir. Bu değişiklikle CHP’nin kötü imajı düzeltilmek Kürt, Alevi ve emekçilerin desteğinin tekrar kazanılması amaçlanmıştır. Nitekim Kılıçdarın oğlu da kendince bazı çabalar içerisindedir.
En son Kürdistan mitinglerinde kaçak doğuşçular gibi ağzına almaya tenezzül etmediği Kürt sorununa dair görüşleri ve Dersim’de “ben Tunceliliyim” diye haykırması ve “bundan da onur duyduğu”nu belirtmesi, başta Seyit Rızalar olmak üzere gerçek Dersimlilerin ruhunu incitmiş, Seyit Rızaların kemiklerini sızlatmıştır. Bugün Seyit Rıza şu an belli olmayan mezarından kalkabilseydi “ben Tunceliliyim ve bundan onur duyuyorum” diyen bu Kılıçdaroğlu’nun yüzüne tüküreceğinden eminim, çünkü böylesi ona yakışırdı. Belki o zaman kendi geçmişine karşı birazda olsa bakıp utanırdı.
Kılıçdaroğlu’na Dersim’de şakşakçılık yapanlar başta olmak üzere bütün Dersimlilerin, Kürtlerin, Alevilerin, Kürt ve Türk emekçilerin bu Kılıçdaroğlu gerçeğini çok iyi anlamalarında ve boşa umutlanmamalarında yarar vardır, çünkü aslını inkar eden bir haramzadeden bir hayır gelmeyeceği bilinmelidir. Yani adı üzerinde Kılıçdarın oğludur. Her kılıç mantığıyla zaptı rapt altına alarak yönetmiş Kürtlere, Alevilere ve diğer bütün farklılıklara inkar ve imha temelinde kılıç çekilmiştir. Şimdi bu kılıç zihniyetinin ve faşizan uygulamalarının çocuğu olan bu Kemal, yani bu zumlun oğlu nasıl bir yaralı coğrafyanın kanayan sorunlarına çözüm yaratabilir? Yasaklanmış dil, kültür ve inanç kimliklerine nasıl umut, ezilen halklarımızın acısına derman olabilir?
Yani kendimizi kandırmaya hiç gerek yok. Kendi ulusal kültürel ve inançsal kimliğini inkar edip, onu telaffuz etmekten bile kaçınan, Kürt ve Alevi sorununun içinde kendini ve kendi sorununu görmeyen ve Dersim halkının karşısına çıkıp, dünyaya “ben Tunceliliyim” diyen bu Kemal, halklarımıza umut değil, olsa olsa Kılıçdar oğlu olabilir. Bu Kemal, Tunceli olmaktan onur duyabilir, ama o asla Dersimli değil ve biz ondan utanç duyuyoruz.
Dersimli olanın yüreği Munzur suyu gibi berrak ve coşkuludur. Dobra ve cesaret doludur. Dersimli sözünü esirgemez. Kendi öz kimliklerini sahiplenmekten asla korkmaz, çekinmez. Şimdi kendini “ben Tunceliliyim” diye zulmün Dersim’e kılıçla dayattığı kimlikle tanımlayan bu Kemal nasıl Dersim’li olabilir? Bir kere kendisinde Dersimli olmanın hiçbir özelliği, bir erdemi yok ki! Dolayısıyla bu inkar ve asimilasyoncu mantık, kafa yapısıyla bu Kemal ancak Kılıçdarın oğlu olabilir.
Nitekim modern Muaviye hareketi olan AKP’nin ve onun başı Erdoğan’ın onun soyunu bu kadar gündem konusu yapmaları ve ona bu noktada saldırmalarının nedeni onun kendi soyuna, öz kimliklerine karşı yaşadığı handikabından, inkarcı yaklaşımındandır. Yani cesaretle, onurla kendi öz kimliklerini sahiplenmek yerine Kılıçdaroğlu olmakta ısrar etmesi nedeniyledir. Yani zulmün oğlu, inkar ve imha siyasetinin kılıcı olmakla ısrar etmesindendir. Bu zihniyet gerçekliği ile Türkiye ve Kürdistan halklarının hiçbir sorununun çözülmeyeceğini tarih defalarca çok iyi göstermiştir. Kılıçdaroğlu, bu zihniyetini, bu CHP geleneğinin temeline, özüne dokunmadan restorasyon gibi yamalama yenilikleriyle değişim imajı verip, iktidara gelmesi için halklarımızı aldatmaya çalışıyor. Bu nedenle samimi değildir. Kendi öz kimliklerine karşı kendi içinde bir samimiyet taşımayan bu Kemal’in, Kürt sorununu çözeceğine dair iddialarında nasıl samimi olabilir ki? Zira CHP gibi köklü devletçi geleneği olan bir partiyi Kılıçdarın oğlu bile değiştirmeye gücü yetmez, çünkü unutmamalı ki, kendisi Kılıçdarın oğludur. Kılıç değil, dolayısıyla parti üzerinde belirleyici olamaz.
Sonuç olarak Dersimliler, Kürtler, Aleviler, Türk ve Kürt emekçileri, gençliği, kadını hiçbir düzen partisinde aramamaları gerektiği gibi modern Muaviye hareketi AKP’den de Kılıçdarın oğlu ve partisinden de umut aramamalıdır. Umut kendilerinin siyasal bilinçlenmelerinde, demokratik, eşit ve özgür bir geleceği ortakça kurmak için verecekleri örgütlü ve ittifaklı mücadeledir. Bu mücadeleyi başarıya ulaştırmalarındadır.
Azad Welat (Dersim)
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Ağustos günü Dersim-Merkez’e bağı Demenan Sırtları, Kırmızıdağ, Serkeftin Boğazı ve Tülük ile Nazmiye ilçesine bağlı Hakis, Değirmendere, Dizik ile Mala Xebat alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından indirmelerle bir operasyon başlatılmıştır
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Ağustos günü saat 24.00 sularında Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Kızılağaç, Çatak, Xarik ile Tevka Jorîn alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından indirmeler ile bir operasyon başlatılmıştır. Ayrıca kobra tipi helikopterler ile alana yönelik olarak bombardıman yapılırken, TC ordusu tarafından Batufa Boğazı, Kızılağaç ve Tevka Jorin alanlarına yönelik olarak pusulama faaliyetleri yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Ağustos günü (bugün) 02.00-05.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Kebra Zahir ve Koordine Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar

Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Haziran günü Dersim’in Nazimiye ve Pülümür ilçeleri arasında bulunan Koordine Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından indirmeler yapılarak bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Bazı yanlış kullanılan kavramları düzeltelim. Kim ne isterse, kim nereye isterse silahının yada topunun ağzını tutarak salvo atışları yapamaz. Boşuna Hz. Ali dememiş; “söz senin içindeyse senin kölendir, söz ağzından dışarıya çıkmışsa sen onun kölesisin.” Öyle her söz söylenmez, bireyin ağzından çıkan söz bireyi fazladan bağlar.
Son zamanlarda sahte İslamcı siyasiler ve onların yandaş basıncıları yeni bir şey icat ettiler; Türk ordusunu biz eleştiriyoruz da neden siz-yani Kürt sivil toplum örgütleri, Kürt siyasetçileri-PKK’yi eleştirmiyorsunuz? Kendilerince faşist Türk ordusunu, Kürt özgürlük savaşçılarıyla aynı kefeye koyuyorlar. Güya PKK ve onun gerillası, Kürdistan’da sivil toplum örgütlenmenin, Kürdistan’da demokratikleşmenin ve de Kürdistan’da gelişmenin önünü “alıyormuş.”
Bu; yeni kurnazlıklarla, hilelerle, yalanlarla, duygu sömürüleriyle ve de kimine özel fırsatlar ve şanslar açmalarla, özenle geliştirilmeye çalışılıyor. Önceleri Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin gelişimiyle Kürdistan’da silinen ve ortadan kaybolan ve bu bağlamda PKK’ye tepkilenen onlarca bireye vaatler verme temelinde yanlarına alarak, Özgürlük Hareketi’ne saldırtmaya başladılar. Sonraları Kürdistan’da geçmişten bugüne işbirliği yapan sayılı Kürt ailelerini yanlarına çekerek-özel imkânlar sunulmasından söz bile açmıyoruz-Özgürlük Hareketi’ne karşı çıkardılar. Daha sonraları az çok Kürt siyasi sahnesinde yer alan-etkilileri ne kadar vardır ya da yoktur tartışmasına girmeden- Özgürlük Hareketi’ne karşı konuşturtmaya başladılar. Yoksa Kemal Burkay gibilerini, Şemdin Sakık gibilerini nasıl ele alacağız, nereye oturtacağız?
Bunlar yetti mi? Elbette hayır! Bu kez sıra, geçmişten beri onurlu duruşları olan Kürt şahsiyetlerine el attılar. Bir Ahmet Kaya’ya, bir Yılmaz Güney’e, hatta Ahmede Xani’ye kadar uzandılar. Şivan Perwer’e özel selamlar göndererek bu kirli oyunlarına çekmeye çalıştılar. Düşünün bir Ahmet Kaya ki, “sosyalizm” diyordu, bir Yılmaz Güney ki, “Kürdistan’daki sorunun sadece ve sadece gerillayla çözülebileceği”ni yıllar önce söylemişti. Buna rağmen el attılar.
Bunlar yetti mi? Yine hayır! Bu kez sıra Kürt Özgürlük Hareketine yakın duran, toplum nezdinde belli yerleri olan, onurlu, saygın kişilere yöneldiler. Önce yanlarına almak istediler olmayınca saldırdılar. Ahmet Türk’e atılan yumruğu ya da Osman Baydemir’e karşı yapılan o kadar yıpratma kampanyasını nasıl başka yorumlayacağız?
Bu kirli oyunlar elbette durmadı ve öyle görülüyor ki, bu kez sıra sivil toplum örgütlerine geldi ve bu sefer bunlara el atmaya başladılar. Yine öyle görülüyor ki, kimisini etkilemek için özel çaba sarf ediyorlar. Ve kimisini ara yerde durmalara kadar götürebiliyorlarsa demek ki etkiliyorlar da. İşte argümanları; “PKK ve gerillası sivil toplum örgütlerinin gelişimi önünde ‘engel’ oluşturuyor.”
Şimdi biraz tarihe inelim. Kürdistan’daki o meşhur ağaların, sahte şeyhlerin, aşiret reislerin, tek ama tek söz sahibi olduğu ortamlarda, PKK tüm tehlikeleri göze alarak öne bir adım atarak çıkmadı mı? Tekçi zihniyete karşı direnen yoldaşlarımızı patoslara atıp parçalayan vahşi işbirlikçilere karşı savaşan PKK değimliydi? Yukarıda Allah, yerde bilinen o üçlü varken, PKK, bunları gerileterek halkı, toplumu öne çıkarmadı mı? Kürt toplumunda söz sahibi olmayan kadını bugün erkekten daha etkili pozisyona getiren, düşünce ve yaşam pratiğiyle Kürt kadının ayaklandırmadı mı? Kürt gencini, yaşlısını, anasını hatta çocuğunu kendine güvenir kılmadı mı? Kürdistan’da yaprak kıpırdamazken bugün her yerde hem de her konuya dönük ısrarla sivil toplum örgütlenmesini inşa etmek için uğraşan, bunun önünü açan, düşünce sistemi ve örgütleme modelini geliştiren kimlerdir? Ve tabii ki sivil toplum örgütlerini özenle koruyan güç kimin gücüdür?
Soruları böyle sıralamak mümkündür. Özcesi Kürdistan’da sivil toplumunu ısrarla, özenle geliştiren bir Özgürlük Hareketi’ne ‘sivil toplum hareketinin önünü alıyor’ safsatasıyla yönelmek, ona yakın duranların kafasını karıştırarak kendi yanına çekme gayreti içerisinde olmak, tek kelimeyle ayıptır, sahtekarlıktır.
Sahtekarları anlıyoruz. Ne de olsa ar perdeleri yoktur. Peki, bir dönem sözde Özgürlük Hareketi’ne yakın durmuş-nedenleri ne olursa şimdilerde uzak durmakta olanların-asılsız iftiralarda bulunmalarını garipsiyoruz, ayıplıyoruz. Bu sahte İslamcıların uğursuz oyunlarına gelmiş olsalar da, hızla bu sahte oyunlara alet olmaktan kendilerini alıkoymaları gerektiğine inanıyoruz ve bu uğursuz rolü terk etmelerini bekliyoruz. Doğru yurtsever olmanın, aydın olmanın yolunun Kürdistan’da demokratikleşmeyi tüm gücüyle yaratmak isteyen Özgürlük Cephesi’ne katılmaktan geçtiğini bilelim.
Yiğidi öldürelim, ama hakkını yemeyelim!
Kasım Engin
- Ayrıntılar