Gabar’ın güzelliğinde tüm Kürdistan dağlarının aşkını yüreğinde taşıyan, 2007’nin aralık ayında kutsal topraklarımıza ekilen o altı asi kardeleni yeni bir aralık deminde anmak kuşkusuz kolay değil. Zor olduğu kadar acı olan kaybının yüreğimizde yarattığı umulmaz acının gölgesinde yeniden o günlere dönmek, yazarken anımsamak o yüzleri, yürekleri, beraber yaşanmış anıların sıcaklığına sığınmak kolay değil. Çok zor da olsa bir yoldaşlık görevi olduğunun farkındayım. Sizi gücüm oranında ifade etmek istiyorum.
Adı Gülbahar, gerçekten de adı gibi ilkbahar gülü kadar her mevsimde güzeldi. Serhat’tan Önderlik sahasına, güneyden Botan’a kadar diyar diyar dolaştı. Gerillacılık tadında ülkenin birçok sahasında mücadele verdi. Uzun bir mücadele geçmişine sahipti. Bütün yıllarını dolu dolu yaşadı. Her yılına, her anına bir başarı sığdırdı. Başarılarını Gabar’ın görkeminde Agit’in diyarında daha da yükseltmek için 2007’de Botan’a yüzünü döndürdü. Genç yaşta devrim saflarına katılmıştı. O yüzden kendisini PKK’nin asi çocuğu olarak tanımlardı. Gülbahar yoldaş denince iradeli, iddialı, azimli militan duruş akla gelir. Gülbahar yoldaş planlı, örgüt kaygılarıyla yaşayan, doğru komuta gerçeğinin temsil gücü idi. Yoldaş canlısıydı. Kadro yaratmayı seven, bunun çabasını sürekli veren, bunu kendi görevi gören bir tarzın sahibiydi. Kadro yaratmada ustaydı. İnsanları yaratmak onları anlamaktan geçer. Önderlik eğitimini gördüğü yıllarda, Önderlik “Gençleri PKK ruhuyla yaratın” demişti. Bu noktada Önderliğe yanıt olmayı kendine amaç edindi. Her kadın gerilla yoldaş gibi Gülbahar yoldaş da nice acılar, zorlanmalar yaşadı. Acılarını, zorlanmalarını güce, güzelliğe dönüştürdü. Örgütün gücüyle buluşturduğu kişiliğini yaratmayı bildi. Örgütün merkezi sahalarında edindiği güç ve birikimle Botan sahasına yürümek istedi. Agitlerin aşkını yüreğinde taşıyarak, Zelallerin gerçeğinde militanlığa kilitlenerek hep güneşe yürüdü. Bu yürek sıcaklığı ile umut ve heyecanla Gabar’ı adımladı. Sevgi ekti Gabar’a, sevgisiyle fethetti yoldaş yürekleri. Çok kısa sürede alanı tanıdı. Alana gelir gelmez tüm alanı dolaştı, tüm alan yapısıyla konuştu. Görevden eyleme, eylemden yaşama her şeye en önde koştu. Ustaca bir katılım sergiledi. Ona bakarken ürkerdim. Nice yitirdiğimiz yoldaşlar gibi onun da bir talihsizliğe kurban gitmesinden korkardım. Sorxwinler, Adıllar, Heviler gibi yoldaşlar için yaşadığım kaygıları bu yoldaş için de yaşadım. Heval Gülbahar Önderliğin yeni paradigmasının militanıydı. Korkularım ve kaygılarım beni yanıltmadı. 3 Aralık 2007 saldırısında asice, son kurşununa kadar savaştı. Kahramanca direnerek adı gibi Gül olup ekildi Gabar dağlarına. Gabar için, örgüt için basit bir kayıp değildi. Öncü komutan olma iddiasını taşıyan Gülbahar yoldaşın kaybı, YJA STAR için de telafisi güç olan bir kayıptı. Cesur, fedakar, kaygısız yaşayan ve savaşan Gülbahar yoldaş, sürecin gerektirdiği militan duruşu en zirvede yaşıyordu. O yüzden kaybı kolay değildi. Sarsıcıydı kaybı, daha uzun soluklu yaşaması gereken yoldaşlardan biriydi.
Gülbahar yoldaşla şehitler kervanına katılan diğer Navser kardelenlerini de anmak gerekir. Beritan GUYİ, diğer adı Mercan olan bu yoldaş adı gibi güzeldi, asiydi, sevgi yüklüydü. Adını aldığı büyük özgürlük şehidimizin çizgisinde Beritanlaşmıştı. Özünde tüm güzellikleri yaratmıştı. Rozerin yoldaş Aydın kökenli, oldukça birikimli, bağlı ve inançlı bir yoldaştı. Aydın olmanın gereğini özgürlük savaşının en ön saflarında yer almayla yerine getirmeyi militanlığının koşulu sayardı. İnsanı, doğayı seven, romantik bir gerillaydı. İnsanların gerçeğine inmeyi seven, gerillacılığı dile, yazıya döken bir yoldaştı.
Xwinda yolaş, genç ama yaşından daha büyük bir olgunluğa sahipti. Gabar’ın görkemli geçmişinden aldığı güçle kendinde bütün güzellikleri yaratmıştı. Tam bir yoldaş canlısıydı. Gabar’a layık bir militan olmayı istiyordu. Yoldaşı için yapamayacağı bir şey yoktu. Yoldaşı için büyük bir özveriyle çalışırdı.
Harun TORİ, Gabar’ın eski kadrolarındadı. Güneye tedavi amaçlı bir dönem gider. Örgütün bütün ısrarlarına rağmen yeniden Gabar’a yüzünü döndürür. Düşmana karşı çok öfkeliydi ve bu nedenle savaşımını güçlü veriyor, bütün öfkesini silahıyla kusuyordu. Amaçlarına göre yaşayan ve amacına ulaşmada hiçbir engel tanımayan bir mücadele ruhu vardı. Gabar’a ikinci gelişinde komutan olarak görevlendirilmişti. Tüm yoldaşlar onu severdi. Yoldaşları gibi Gabar’ın dağları, taşı, suyu da onu sımsıcak bağrına bastı.
Serdem yoldaş, büyük bir mücadele ısrarından sonra hasretini çektiği Kuzey sahalarına ulaşmıştı. Kuzeye gidebilmek için üç yıl önerisinde dayatıcı olmuştu. Konumundan dolayı örgütün kuzeye göndermediği Serdem, yoldaş kendi ısrarıyla Gabar’a gelmişti. Çocuklar gibi şendi, mutluydu. Gabar’a sevdalıydı ve aşıklar gibi heyecanlıydı. Kaygısızca, sevgiyle, aşkla erkenden Gabar’a alıştı. Gabar’ı sevdi, Gabar da onu sevdi. Bir gün onunla birlikte göreve gitmiştik. Köyüne yanaştığımızda köyden gelen sesleri dinledik. Çocukların seslerine karışan hayvanların sesini dinledikten sonra Serdem’e duygularını sordum. Bu küçük köyde gözlerini dünyaya açmıştı. Bir film şeridi gibi çocukluğu gözlerinin önünde canlanmıştı. Acılarını, gözyaşlarını akıttığı, evinin bahçesinde oynadığı çocukluk oyunlarını bir bir hatırlıyordu. Çok duyguluyum, diyordu. O yüzden gözyaşlarıma hakim olamıyorum diyordu. Duygularım çok karışık, bu toprakları öpmek istiyorum, dedi. Tam da böyle derken gözyaşları o mavi gözlerinden usulca süzülüverdi. İnsanın yüreğini burkan bu yaşlı gözler karşısında ağlamamak, duygulanmamak elde değildi. Ülkemin senin gibi güzel gençlerine ağlamak yakışmıyor, dedim. Böyle de sürdü o gecenin hüznü. Genç yoldaşım hayata doyamadan, gençliğine nice acılar, özlemler, sevinçler, katarak tüm yaşanmış ve yaşanmış zamanların Serdem’i oldu.
Yeni bir aralıkta devrimimizin yol göstereni şehitlerimizi yaşam aydınlığımız olarak belliyoruz. Anılarının tutarlı bir takipçisi olma kararlılığını bir kez daha yeniliyorum.
Sidar BOTAN
- Ayrıntılar
35 yaşının 21 yılını gerillacılığa sığdırmış, tek kelimeyle gerilla vurgunu, Kürdistan dağlarının tutkunudur Adıl yoldaş. 14 yaşındayken katıldığı gerilla mücadelesinden onu ancak 21 yıl sonra gelen şahadet ayırdı. O Gabar dağının doruğunda özgürlük zamanını bedeninde dondurarak ölümsüzleşti.
Adıl yoldaş Cudi dağının eteklerinde Hezil nehrinin üzerine kurulmuş ana kadın toplumunun bütün özelliklerini capcanlı koruyan Bilikan köyünde dünyaya gelmiş, burada büyümüş gerçek bir dağ Kürdüdür. O dağların heybetinden aldığı gururu, asiliği, onuru kişilik edinmişti. Dağ kürtlerinin özgürlüğe düşkünlüğünü, uygarlık merkezlerine yanaşmazlığını, ele avuca sığmazlığını ruh edinmişti. Zira Adıl yoldaş Cudi gibiydi, Cudi’liydi.
Cudi insanlığın tufandan sonraki döl yatağı, uyarlık beşiği. Hayat orada yeniden başlamış, insanlık burada boy vermiştir. Adıl yoldaş gözlerini dünyaya Cudi’yle açmanın bütün özgünlüklerine, ayrıcalıklarına sahip olarak yaşam denizine karıştı. Cudi heybetinde büyüttü yüreğini.
Cudi’li olmanın sırrına kaç kişi erişmiştir sahi? Cudi’yi bunca gerçek kaç kişi hissetmiş, yaşamıştır? Cudi’li olmak…
Cudi’li olmak insanlığın gizlenen bütün tarihini bilmekle özdeşti. Cudi'li olmak tarihin bütün sırlarına tanık olmanın kendisiydi. Cudi'li olmak ataerkil uygarlığın sınırlarına takılmamak, etki alanına girmemekti. Cudi'li olmak insanlığın özgürlük değerlerinin sürdürücüsü olmak, ana kadın toplumunun mirasçısı olmak ve dağ kuytuluklarında boy vermiş etnisitenin demokratik değerleriyle şekillenmekti. Cudi'li olmak doğayla barışık anayla şekillenmiş özgür toplumun, sade, gururlu, vakur savaşçıları olmaktı. Zira insanlığın özü, emeği, özgürlüksel değerleri Cudi'ye öylesine kazanmış, öylesine yansımaktadır ki, bunlarla büyüme şansı insanı hakikatin, gerçeğin sırrına ermeye götürür. Bundandır bura insanındaki özgürlüğüne düşkünlük, uygarlık merkezlerine yanaşmazlık.
Cudi'nin insanlık için anlamı bir yana, Kürtler için önemi, anlamı çok farklı. Kürt anaları her sabah gün doğumunda Cudi'ye yüzlerini döner, Cudi'den yükselen güneşe dua ederler. Onlar için Cudi tüm muratların babasıdır. İnsanın muradı neyse Cudi'ye dönerek ister. Zira Cudi kimin ne muradı varsa gerçekleşmesi için gerekli güce sahiptir. Cudi murad arayanlara kucak açar, güç verir, korur.
Bütün sarp, asi, inatçı yapısına, karakterine rağmen Cudi insanlara murad dağıtan, yol gösteren mekandır. O ne zaman ki insanlar zorlanırsa, imdadına koşan, ölüme karşı hep yaşam üreten, Azrail'le savaşan, tanrılara kafa tutarak insanı yücelten coğrafyadır. Yeryüzünde ayak basıp yaşayabilecek başka hiç bir yer bulamadığında imdadına koşup insanlığa yer yurt olan ana kadındır Cudi. Ve bağrından insanlığı yaratan verimli hilalin ana kaynağıdır Cudi.
İşte insanlığa beşik, yaşama kaynak Cudi'nin çocuğudur Adıl Bilika. Özgürlük mücadelesine, Kürt halkına, insanlığa kendini adayan otuz beş yılık ömrün hikayesidir Cudi’li Adıl yoldaşın hikayesi. Bunca kendini adaması, halkının, özgürlüğün hizmetine sunması, Cudi'yle özdeş karakterinin, yapısının, kişiliğinin gereğidir. Oda tıpkı Cudi gibi kendini halkına, insanlığa, özgür yaşama adamış, o uğurda yaşamış ve insanlığa mal olmuştur. Cudi’li olarak Adıl yoldaş gerçek bir özgürlükçüydü. Hayatını özgürlük değerlerini korumaya adamış gerçek bir devrimciydi.
Kürdistan özgürlük mücadelesinde Botan her anlamda isyan beşiği, fedakarlık, bağlılık, serhildan diyarıdır. Cudi Botan’ın merkezi olarak Gabar’la birlikte özgürlük ateşinin yakıldığı kalelerdir. Cudi ve Gabar diriliş devriminin direniş kaleleridir. Bu kalelerde yakılan ateş bütün Kürdistan’ı aydınlatmış, kölelik uykusundan uyandırmış, sömürünün dondurduğu yürekleri ısıtmış, özgürlük maratonunu başlatmıştır.
15 Ağustos hamlesiyle gerilla mücadelesinin yükseldiği, diriliş devriminin o sıcak atmosferinin tam ortasında şekillenir Adıl yoldaş. 15 Ağustos atılımını, Cudi’li olarak iliklerine kadar hisseder, heyecanına ortak olur, yürek ve bilinci mücadele ateşinde olgunlaşır.
15 Ağustos eylemleriyle Kürdistan’ın kalbi Botan da kölelik tarihi, sömürgecilik, baskı, zulüm, asimilasyon yerle bir edilmiş, Kürdistanlı kadınlar, çocuklar, gençler, erkekler ve yaşlılar yeniden doğmanın, ölüm uykusundan uyanmanın sevincine boğmuştur. Agit yoldaşın öncülüğünde Eruh Şemdinli’de eyleme koşan Apocu gerillaların silah sesleri anaların zılgıt sesleriyle karşılık bulmuş, genç kızlar ve erkekler özgürlük- kurtuluş haykıran seslerle yürek ve beyinlerini bilemişlerdir. O günlerde genç bir Cudi olan Adıl yoldaş da özgürlük haykıran Agitlerin sesleriyle, anaların tililileriyle yurtseverliğin politik bilincini, yürek atışlarını geliştirir.
Cudi’nin özgürlük doğasında, havasında karaktere, ruha, kişiliğe kavuşan Adıl yoldaş için Agit’in öncülüğünü kavrayış, onun yoluna yöneliş zaten hep beklediği, atılmaya hazır olduğu, asırlardır özlediği, hiçbir koşulda doğruluğundan kuşku duymayacağı, yaşam olarak belirleyeceği tek seçenektir. Zira o ardılı olduğu özgürlük tutkunu ataları Cudililer gibi uygarlığa, onun şehir merkezlerine yönelmemekte ısrarcıdır. Yurdunun, dağlarının üzerine karabasan gibi çökmüş işgal ve sömürüyü ortadan kaldırıp, diliyle, doğasıyla, kültürüyle dağlarını, insanlarını özgürleştirmek asıl derdi, asıl arayışıdır. Tüm uygarlık kurumları, şaşalı vitrinleri, aşağılayan yoksulluğuyla şehir devletiniz sizin olsun, biz dağlarımızı, doğamızı, ülkemizi, köylerimizi istiyoruz diyen Adıl yoldaş için Agit öncülüğünde gerillacılık ve onun Apocu öğretisi bir an için bile olsa kuşku duymadan, sorgulamadan atıldığı yol olmuştur. Bu yolda geçen 21 yıllık ömür, mücadele duruşu, pratiği Adıl yoldaşın ne kadar inançlı, iddialı, aşk düzeyinde bağlı ve tutkulu olduğunun kanıtıdır. O gerçekten Apocu felsefeye, onun Agit öncülüklü gerillacılığına aşıktı. Bu tutkuyla aralıksız yirmi bir yıl gerillacılık yaptı. Dağlardan bir an için bile olsa ayrılmadı ve 21yıl sonunda Gabar da toprağa karışarak aşkını sonsuz buluşmaya, ölümsüzlüğe, ebedi mutluluğa dönüştürdü.
Adıl Bilika Apocu hareketin gerilla örgütü içinde çok tanınan, bilinen, güven duyulan, askeri performansından söz edilen, en önemlisi de Botan denildiğinde en çok akla gelen yoldaşlardan oldu. O bir gerilla komutanı olarak hep ön cephede, pratiğin içinde yer aldı. Hareketli gerilla birliklerinin başında Cudi’den Gabar’a, Besta’dan Garısa’ya, Herekoldan Çatak’a, Başkale’ye koşan, eylem üzerine eylem yapan, her an düşmanın hareketini takip eden, ona darbeyi vuracak taktikler üreten, eylemler geliştiren komutandı. O hiçbir koşulda komutanlığını salt yönlendirmeye, koordineye indirgemeyen, her an pratiğin içinde en önde olan, Botan’ın bütün zorlu doğa ve savaş koşullarını yoldaşlarıyla birlikte paylaşan gerçek bir militandı. Ona kelimenin gerçek anlamıyla eylemci, militan öncü demek en doğru tanım olur. Dört mevsim ve yılları aşan gerilla komutanlığı Botan’ın her alanında yaşam bulmuş, zaten ana yurdu olan Botan’ı gerilla pratiğiyle birlikte karış karış tanımış, hissetmiş, belleğine kazımıştı. Öyle ki Adıl yoldaşın altında oturmadığı ağaç gölgesi, üstüne çıkmadığı kaya, suyundan içmediği kanisi yoktur Botan’ın. Bundan dolayıdır Adıl yoldaş Botan’sız anlatılamaz. Ağzı, dili olsaydı Botan doğasının, coğrafyasının açıktır ki en iyi onlar anlatırdı Adıl hevali. Onu anlatmak yoldaşları da olsak bizlere birde bu yüzden zor gelmekte, en yaldızsız, en katıksız, en gerçek kelimelerin bile onu anlatamayacağı duygusuna boğmaktadır. Zira onu Botan dağlarının, suyunun, havasının, taşının en önemlisi de Cudi’nin yüreğinden, dilinden, hislerinden yazmalı insan.
Adıl yoldaş iki defa Önderlik sahasında bulunmuş, bizzat Önderlikle olma imkanına kavuşmuş, pratiğini, kişiliğini, tarzını Önderlik çözümlemeleriyle özgürlükçü, Apocu tanımlara kavuşturmuş ve bunlardan aldığı güçle ideolojik duruş ve kimlik edinmiş Apocu bir devrimciydi. Önderliğe bağlılığı en zorlu süreçlerin üstesinden rahatlıkla gelebileceği kadar büyük ve içtendi. O Apocu öğretinin katıksız, karşılıksız, inançlı bir eylemcisi, militanı, öğrencisiydi. Önderliğin ona biçtiği misyon, verdiği değer onun tarafından mutlaka dürüstçe bağlı olmayı esas aldığı, kendisini adamakta tereddüt etmediği, fedaice katıldığı çizginin kendisi olmuştur. Ve o bir çizgi militanı olarak, Apocu öğretide geçirdiği 21 yıl gibi koskocaman bir zamana dürüstlük, bağlılık, fedakarlık, militanlık sığdırmıştır. Öyle ki koskocaman bir zaman dilimi olan bu 21 yıla geçirdiği ciddi bir hatası, onu halk ve Önderlik karşısında utandıracak bir ayıbı, beklentisi, pratiği olmamıştır. Gerçekten o en sade, yalın anlatımla beklentisiz bir adanmışlığın, inançlı bir bağlılığın, sürekli ve geliştiren bir emeğin sahibi olmuş ve mütevazice yaşamıştır. Yetkinin, misyonların yarattığı hiçbir ayrıcalığı, yaşam lüksü, beklentisi olmamış, her an en önde militanca savaş pratiğine katılmayı, ahlak edinmiş, Apocu PKK kültürüyle pişmiş gerçek bir devrimcidir. Bu ahlakın gereği olarak sadece 15 Ağustos’la başlayan ARGK dönemine değil, 1 Haziran’la başlayan HPG öncülüklü hamle dönemine de en önde militanca katılmıştır. 15 Ağustos döneminin militan komutanı, 1 Haziran hamlesinin öncü militanı, komutanı olarak tarihe geçmiştir. 1 Haziran hamle sürecini Zagros’ta başlatmış, ardından Botan eyaletinde öncü katılımını devam ettirmiştir.
Adıl yoldaş 1 Haziran hamlesinin öncü komutanıdır. Ve tarihe böyle geçecektir.
On dört gibi oldukça küçük bir yaşta gerillaya katılmış, yoğunluklu olarak zorlu savaş koşullarında ve sürekli pratik içinde pişmişti. Buna karşın ideolojik-felsefi gelişmeye önem veren, teorik olarak yoğunlaşan, düşünsel yoğunlaşma ve gelişmeyi oldukça önemseyen bir anlayışa sahipti. Bu anlayışın sonucu olarak ideolojik-teorik düzeyi ve bununla bağlantılı düşünce kapasitesi, değerlendirme tarzı Apocu aydınlanma felsefesine göre yoğrulmuş, şekil almıştı. Zira o her alanda başarıyı esas alan, gelişmeyi dayatan hırsın sahibiydi. Ondaki gelişme ve başarı hırsı onu sıradanlaştırmamış ta baştan beri bulunduğu her alanda onu öncü yapmış, hatta bazı yönleriyle ünlü yapmıştı. Evet o aynı zamanda ünlü bir askeri komutandı. Ünü, askeri yeteneklerinden, taktik hakimiyetinden, ses getiren eylemlerinden ve düşmana büyük darbeler vuran vuruş kabiliyetinden geliyordu. Bu mübalasız bir gerçektir de. O halkımızın ve hareketimizin gönlünde taht kuran büyük komutanlar Cumaye Biliki, Şerif Sperti, Hamza Cizre, Rojhat Bilezeri, Pıling Erdal, Zelal, Agiri, Nujin, Kurtay yoldaşların yoldaşıydı. Onlarla yaşamış, onlarla ortak sorumluluklar yüklenmişti. Hepsinin devamı, mücadele arkadaşları ve ardılı olarak Adıl yoldaş onlara bağlılık temelinde sonraki on yılları başarılı bir militanlıkla karşılamış ve onların diyarında onlarla buluşarak ölümsüzleşmiştir. Bu anlamda denilebilir ki o yoldaşa bağlı, vefalı, içtenlikli bir dava arkadaşı, yürek yoldaşıydı. Onun felsefesinde yoldaşları yalnız bırakmak, ters düşmek hiç yer almadı ve yoldaşlığın gereklerine en sade tarzda, en içten samimiyetle bağlı kaldı.
Adıl yoldaş hiç yorulmayan, adeta hiperaktif bir mücadele enerjine sahipti. Ondaki enerji devrim tutkusu ve aşkıyla her koşulda sinerji biçimindeydi. Yıllar, koşullar, zorluklar, ihanetler, haksızlıklar onu yormuyordu. O inandığı amaçlar uğruna, güvendiği Önderlik çizgisinde sürekli beslenen bir heyecana, tutkuya, sevince ve bunun mücadele enerjisine sahipti. Gerçekten yorulmak bilmiyordu. Yorgunluk, yeterlilik onun felsefesinde yoktu. Ne kadar yapsa amaca ulaşılmadığı sürece az olduğuna ahlaken iknaydı ve amaca ulaşma yolunda çalışmayı en büyük erdem sayardı. Bu erdemi onun en genel kişiliğinin de ifadesiydi. Düşmana kin ve öfkesi sonsuzdu, erkenci çözümlere ve bunu savunan anlayışlara karşı her zaman için tavrı netti. Onurlu, özgürlükçü, öz iradeli bir çözüm onun inandığı gerçek çözümdü ve ona göre bunun yolu da öz güce dayalı meşru savunma mücadelesinden, demokratik halk serhildanından geçmekteydi. O bu inançla 1 Haziran hamlesinin meşru savunma çizgisi temelinde mücadelesini sürdürmek üzere Botan’a Gabar sorumlusu olarak yöneldi.
Botan’a geçmeden önce geçecek güçleri büyük bir moral motivasyonla eğitti. Botan’a gideceği için çok mutluydu. Bu mutluluğuna, heyecanına tanık yoldaşları olarak ona imrenmemek mümkün değildi. Böylesine büyük iddia ve heyecanla yine büyük askeri tecrübe ve birikimiyle Botan’a ulaşmasının mücadelemiz adına büyük başarılara yol açacağına hepimiz iknaydık. Adıl yoldaş Botan da olursa Botan farkı olur, mücadele yükselir inancı, beklentisi herkesçe ortak kanıydı ve o bu tarihi sorumluluğun bilinciyle Botan’a yöneldi.
Bu beklentinin, güvenin hiçte yersiz olmadığını heval Adıl’ın Botan pratiği ispatladı. Zira Adıl yoldaşla Botan’ın Agit ruhu canlandı.
2007’nin sonunda gerçekleşen Gabar eylemi Agitçe bir taktiğin, vuruşun Adıl yoldaştaki gerçekleşmesiydi. Türk özel savaş hükümetinin ABD, İsrail ve AB’nin de desteğini alarak örgütlediği imha konsepti Adıl yoldaşın öncülüğündeki Gabar eylemiyle büyük darbeyi aldı. Adıl yoldaş Agit çizgisindeki stratejik duruş ve taktik vuruşla özel savaşı hiç beklemediği bir anda kalbinden vurdu ve Oramar’a, Zap direnişine giden sürecin önünü açtı.
Evet Adıl yoldaş, Botan’a son yönelişin diğer bütün yürüyüşlerinin toplamı olarak görkemli oldu. Halkımız ve hareketimiz adına görkemli başarıla imza attın. Biliyoruz seni anlatmak, seni bütün gerçeğin ve bütün yaptıklarınla anlatabilmek, yazabilmek neredeyse imkansız. Buna ne bizim kelime hazinemiz ne de sayfalar yeter. Ama açık olan şu ki sen onurlu yaşadın, başarılı yaşadın, dolu dolu yaşadın. 21 yılana yüzyıllar sığdırdın. Botan’la dünyaya gözlerini açtın ve tam 35 yıl sonra Botan’la bütünleşerek ebedileştin. Sana bağlılığın bizdeki tek ifadesi seni hayallerinle, anılarınla, özlemlerinle yaşatmak ve mutlaka önderlik ve halkımızın özgür olacağı yarınları yaratmaktır. Mücadele arkadaşların, ardılların olarak bu uğurdaki mücadelemizi yükselterek sürdüreceğimizin ve mutlaka başarıya ulaşacağımızın sözünü veriyoruz.
Mücadele Arkadaşları
- Ayrıntılar
Soğuğun tenimizi tırmalayacağı bir mevsime doğru ilerliyoruz. Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım.
Kasım ayının sonlarına doğru geldi haberin. Sadece tenimizi değil, yüreklerimizi de tırmaladı dağ doruklarından eşkıya bir rüzgarla gelen soğuk. Şimdi neresinden tutmaya çalışsam, bir karanlık karşılar beni. Ronahi’m, aydınlığım, ışığım, yıldızım, dolunayım…
Özgürlük dağlarında farklı geçer kışlar. Özgür yaşam gerillası özlem ve sevgiyle büyüttüğü umutlarının sıcaklığında ısıtırlar yüreklerini. Ama henüz kışa girmeden yüreklerimizi tırmaladı soğuklar. Kara kışın ürpertici bakışları karşıladı apansız, zamansız, hiç beklenmedik anda. Yüksek tepelerin zirvelerine henüz düşmüş karlar var, bu kışın ne kadar zorlu geçeceğinin haberini verircesine tebessümler fırlatan.
Bir göçün haberi yankılandı bu topraklarda. Esmer gülüşlü, kara gözlü yoldaşım bir hoşça kal bile demeden, usul usul, bu sonbahar mevsiminin kasım ayında gitti. Gitti de arkasında nice anı, özlem ve birikmiş sevda sözleri bırakarak.
Şimdi çocukluğumdan bir zaman dilimine gidiyorum. Durmadan koştuğum, nefes nefese kaldığım. Susadığım, karşılaştığım ilk çeşmeden kana kana su içtiğim. Şimdi durmaksızın koşan bir çocuk bıraktın arkanda. Nefes nefese kalmış ve olabildiğincede susamış. Bakışlarında susuzluğumu gidermek isterdim. Hissediyorum, dilim damağım kurumuş. Sen de bilirsin ki, yoldaşa olan özlemdir beni susatan. Sana olan hasretimdir beni koşturan, nefessiz bırakan.
Soğuk buz gibi etrafımda dolanıyor. Bedenimi sarmalıyor ilk. Hafif hafif yüreğimin derinliklerine işliyor. Bu gece de olabildiğince ayrıksı. Bir sonbahar gecesi, dolunayda ararken gülüşünü, yıldızlar kötünün habercisi. Henüz söylenmemiş nice sözüm vardı zulamda taşıdığım. İlk fırsatta bir bir dökeceğim dediğim. Ama ha bire yüzüme çarpıyor soğuk rüzgarlar. Oysa karın yağışını severim. Severim dağların beyaza bürünmesini. Gelinliğini giymiş taze bir gelin gibi durur karşımızda, biraz utangaç ama hayranlık uyandıracak derecede güzel.
Yangın yeri bir zaman dilimi ama havada soğuk var. Dağların zirvesinde ise birikmiş, bir süredir yağmur boşaltan bulutların döktüğü mevsimin ilk karı. Suskunluğunu sorgulamıyorum bu gecenin. Ne de sonraki zaman aralığının… Kendimden biliyorum. Ronahi’siz bir kış geçirecek yürekler.
Bir kamyonun kasasında, sonbahar mevsimin kasım ayında, dolunaylı bir zaman diliminde beraber çıktığımız yolculuk gelir aklıma. Nedendir bilmem, dolunayın yüzüne dokunuşu belirir gözlerimin önünde. Havada soğuk vardı. Ama senin her dalgınlığında her birimizin bakışlarında sıcak tebessümler çoğalırdı. Anlayamamıştık, anlamak için çok çaba sarf etmemiştik. Dolunayla olan bağını hissedememiştik. Şimdi bir dolunaylı zaman dilimine doğru ilerliyoruz. Havada soğuk esintiler var. Dudaklarımızı çatlatan, gözlerimizden sebepsiz yaşlar akıtan.
Bir şiir diziyorum dolunayla taranmış saçlarına;
Henüz celladımın soğuk suretiyle karşılaşmadan
Gülüşünle büyütüyorum inancımı
Gözlerindeki ışıkla koyulurum yola
Bir yolun henüz başındayken karşılaştığım seni
Çocukluğumun koşturan zamanlarına sığdırırım
Güneşe, aya, yıldızlara, ışığa
Sunarım özlemimi, senli sevdamı
Henüz böylesine üşümemişken
Anlasınlar diye tüm sevinçlerimi…
Dolunaylı zamanları saysam
Ömrümün yarıdan fazlası olur
Dolunaylı bir zaman dilimine doğru giderken
Dolunayla taranmış saçlarını alırım avuçlarıma
Ve
Teninin kokusunu salarım rüzgarlara
Götürsün diye sana hasret her bir diyara…
Soğuk rüzgarlar dolanır etrafımızda. Mevsimlerden ise sonbahar. Sararan yaprakların düşüşüne şahitlik ederim her gün. Rüzgarlar nicedir cellada oynuyor. Aylardan kasım ve kasımın son demleri. Kış yüzünü gösteremeye başladı bile. Dağ doruklarında düşen karlar var yüreğimi ürperten.
Bir kış mevsimine doğru ilerlerken geldi haberin. Haberinle soğuklar bir başka baskın çıktı. Üşüyen bedenim değildi. Yüreğimde bir yerlerde, sana olan özlemlerimdi tir tir titreyen. Seni özlemek yaşamın kendisiydi. Şimdi daha iyi anlıyorum. Ama henüz son sözümü söylemedim. Senin de bilmeni isterim ki, koşturan o çocuk, şimdi sana ulaşmanın sabırsızlığı içerisinde. Şimdiden heyecanı kaplamış yüreğimi. Tüm telaşlarımı bertaraf edip, sana olan susuzluğumu gidermeye geliyorum.
Diren RONAHİ
- Ayrıntılar
Celal Başkale yoldaşla özgürlük saflarında yoldaşlık yapmış olmak gerçekten de sadece ve sadece insanı onure eder.
Celal yoldaşı ilk kez 1996 yılında Başkale zozanlarında tanımıştım. O yıllarda bizler Botan güçleriyken onlar ise Zagros güçleriydi. 1997 yılında yine bir araya gelmiştik. Bu kez örgüt Hakkari güçleriyle Başkale güçlerinin birleşmesini ve de Başkale gücünün Hakkari gücüne dahil olmasına ilişkin karar almıştı. Alınan bu karar doğrultusunda güçlerimiz bir araya gelmiş ve adım adım birleşmişlerdi.
Başkale ve Hakkari zozanları deyip geçmemek gerekir. Ferit Üdge’nin “O” kitabında tarif edildiği kadar güzeldir Başkale ve Hakkari zozanları. Sözün tam manasıyla uçsuz bucaksızdır.
Her çeşit ot’un yetiştiği, insanı her zaman şaşırtan buz gibi suları, yürürken hiç incitmeyen arazi yapısıyla tam bir coğrafik cennettir. Herkes Kürdistan’ı sert coğrafyasıyla tanır. Hele hele Hakkari ve Van derken bu daha da böyle kabul görür. Ancak Hakkari’nin Zap suyunun kuzeye düşen coğrafik alanI, Berçelan’dan Kırnasa’ya, oradan Berareş Bandırbeg’e derken tam kuzeyinde heybetli duran Spireziyle yükseklerde seyreden bir alan olduğu kesindir, ancak bir o kadar da yürümeye, gerilla yürüyüşüne de elverişlidir. Çiya Reş’te havanın açık olduğu zamanlarda Kürdistan’ın en yüksek dağı olan Ararat’ı yani Glidağı görebilirsiniz.
Dediğimiz gibi bu coğrafyanın bol suları vardır. Adeta gecenin en geç saatlerinde bile, bu çeşme şu çeşme derdini yaşamasınız, çünkü her yerde su kaynakları mevcuttur. Yine araziyi şaşırmış iseniz bile yanınızda sadece kuru ekmeğiniz bile olsa çeşitli yenilecek otlarıyla sizi besleyecek bir coğrafyadır buralar.
İnsanları ağırlıklı hayvancılıkla geçinir. Ziraat sınırlıdır. Kaçakçılık herkesin yaptığı iş’tir. Esrar ekimi de buraların en fazla rağbet gören iş’idir. Yöre insanı bu işe “kırkır” diyor. TC devleti buraları şöyle ya da böyle kendisine muhtaç etmek için ciddi yatırım yapmadığı için buranın insanı da geçimini sağlamak için en tehlikeli işlere girişmekten geri durmaz, istese de duramaz.
Celal yoldaşla işte böyle güzel ve insanı efsunlayan ve büyüleyen bir coğrafyada tanışmıştım. Ve o yıllardan sonra da şöyle ya da böyle o kuzey eyaletlerine gidene kadar da hep yakın durduk. Yer yer aynı alanlarda, aynı güçlerde birlikte kaldık.
Hakkari zozanların cephe komutanı o zaman tüm yoldaşların yüreğinde yer alan ve asla unutulmayacak olan Rojhat Bluzeri yoldaştı. Yardımcısı ise gerillamızın en seçkin ve en efsanevi komutanlarından olan Mehmet Guyi yoldaştı. Yine Başkale gücümüzün unutulmaz komutanı, yoldaşların en mütevazisi ve de en yoldaş canlısı Eşref Nodiz yoldaş.
Celal Başkale yoldaş o yıllarda yeni görev almıştı. Manga komutan yardımcısıydı. Ancak herkesin yanında görmek istediği, yanına almak istediği bir kişilikti. Henüz 22 ya da 23 yaşlarındaydı. Ahmet Arif’in deyimiyle bir filintaydı.
O yıllara göre yeni sayılırdı. Ancak pratik çalışmalara katılımı, fedakârca duruşunun yanı sıra yoldaşlara karşı gösterdiği ilgi ve saygı onu birçok yoldaştan farklı kılıyordu. Bir kere o yıllarda Celal yoldaş bir çalışmaya el atmış ise kimsenin bir daha o çalışmanın nasıl yürütüldüğüne ilişkin soru sormasına gerek kalmıyordu. Herkes bilirdi ki bir çalışmanın içerisinde Celal arkadaş varsa o çalışma kesinlikle başarıyla yerine getirilmiştir. Herkeste Celal yoldaş böyle bir intiba bırakmıştı.
Yine Celal yoldaşın kabul görmesinin ve de sevilmesinin başka bir nedeni ise güleçliği, insan canlısı oluşuydu. İnsan onunla hep alıp vermek isterdi. Öyle çok konuşkan değildi ancak soğuk hiç değildi. Gözlerinin parlayan ferleri her zaman yoldaşları tarafında özenle ele alınmışlardır.
Evet, Celal yoldaş bir müddet Hakkari zozanlarda en aktif pratiğin içerisinde oldu. Daha sonra ise bir aralar Özalp ve Kelareş hattında kalmıştı. Daha sonrası biliniyor geri çekilme süreçleri yaşandı.
Geri çekilme sürecinde onu bu kez Xınere’de görmüştüm. Başkale bölüğü olarak geri çekilmişlerdi. Yine daha sonra bir ara Kandil’de birlikte kalacaktık. Ve sonrada 2005 yılında Nucan Dirlik yoldaşın gurubuyla birlikte Dersim yolculuğuna çıkacaktı. Beşiri’de Nucan ve 5 yoldaşı şehitler kervanına katılırken Celal yoldaş bu çatışmalarda çatışarak bir gurup yoldaşıyla kurtulmuş ve Dersim yürüyüşünü devam ettirmiştir.
Celal Başkale yoldaş Dersim’de ağırlıklı olarak en zor alanlar olarak bilinen açılım sahalarında kalmıştır. Karadeniz ve Koçgiri alanları onun esas kaldıkları alanlar olmuştur.
Şunu peşinen belirtelim; son yılların düşmana şok etki yapan birçok eyleme imzasını atan Celal Başkale olmuştur. Karadeniz ve Koçgiri hattında o istediği anda, istediği yerde, eylem ortaya koyan bir kişiliktir. Öyle ki yer yer 20 saat üst üste yürüse de, coğrafyayı ve oranın halkının tanımasa da bir yolunu bulup eylem ortaya koyan bir militandır. Öyle ki iklimsel şartlar elverişsiz olsa bile o Tokat, Amasya, Sinop, Samsun özcesi istediği yerde örgütün istediği zamanda eylem ortaya koyan bir gerillasıdır. Kürdistan’da gerillaya, halka ya da Kürt halk önderliğine karşı bir saldırı gerçekleşmişse bu saldırılara ilk cevap verenlerden bir tanesi her zaman Celal Başkale olmuştur.
Eylemci denilecekse önce bu sıfat Celal Başkale yoldaşa verilmelidir. Gerilla denilecekse önce bu sıfat Celal Başkale yoldaşa verilmelidir. Ve irade, dayanırlık denilecekse bu vasıflar yine Celal yoldaşa yakıştırılmalıdır. Ve tabii inisiyatif, iddia ve hareketlilik ile hız denilecek ise bu vasıflar yine ona verilmelidir.
Celal Başkale’yle kalanlar bilirler ki 190’a yakın boyu ve çok güçlü fiziki yapısıyla o bir dağ gibidir. Sadece fiziki böyle dağ gibi değildir. Onun iradesi adeta çeliktendir. Bükülmez. Büküldüğü an onun zaten düştüğü yani kırıldığı andır. Bunun içindir ki o yıllarca en sert irade gerektiren alanlarda sorumlu düzeyde çalışmalarda bulunmuştur. Onun yanındaki yoldaşlar bu tempoya, bu ağırlığa, bu zorluklara dayanamadıkları için yerlerini değiştirmelerini hep istemelerine rağmen o adeta açılım sahalarının sigortası olarak her zaman en ağır ve imkansızların yaratıcı militanı olmuştur.
Teke tek dövüşte zaten asla yenilmeyecek olan bir kişiliktir. Ancak o sadece teke tek dövüşte değil aynı zamanda on binlerce düşman gücü içerisinde adeta yıllarca dönüp dolaşıp yılanın kuyruğunu ısırır gibi düşmanı perişan etmiştir. Çaresiz kılmıştır. İşlevsiz kıldığı gibi çıldırtmıştır.
Özgürlük saflarında düşman listelerinin ön sıralarında olan yoldaşlarımız hep olmuştur. Ancak son yıllarda TC faşist devletinin imha etmek için en çok Celal Başkale yoldaşla uğraştığını açıkça belirtmek gerekiyor. Düşmanın üzerinde en fazla beyin patlattığı, üzerinde katletmek için uğraştığı PKK militanı kesinlikle Celal Başkale olmuştur. Çünkü Celal Başkale bir yerde bulunuyorsa orada kesinlikle eylem vardır. Orada kesinlikle düşmandan intikam almak vardır. Ve orada hiç kimsenin ulaşamadığı sahalara ulaşarak ortaya eylem çıkarma vardır.
Celal Başkale ile kalan biri olarak onu düşündüğümde her zaman Fransızların meşhur öyküsü olan Asterix ve Obelix aklıma gelir. Ve bu öyküde gücüyle Romalara karşı kafa tutan Obelix gelir. İşte Celal yoldaşı bir tarihi kişiliğe benzetecek ise kesinlikle bunlardan bir tanesi Obelix olacaktır.
Yine Kürtlerin ve Farsların tarihlerinde Rüstem’e Zal vardır. Gerçektende Celal bir Rüstem’e Zal’dır. Boyuyla bir Rüstem’e Zal’dır. Gücü ile bir Rüstem Zal’dır. İradesiyle bir Rüstem’e Zal’dır. İddiası ve Cesaretiyle bir Rüstem’e Zal’dır. Savaştaki ustalığıyla bir Rüstem’e Zal’dır.
Evet, Celal Başkale yeniçağın Kürt Rüstem’e Zal’ıdır dememiz kesinlikle abartı olmayacaktır. Onunla kalanlar, onunla yaşayanlar, onunla yoldaşlık yapanlar, yanlarında her zaman bir dağ kadar güçlü ve heybetli kişinin bulunduğunu ruhlarında, duygularında kesinlikle hisseder ve bunu yaşarlardı.
Evet, Celal Başkale yoldaş yeni tarihimizin Rüstem’e Zal’ı olmuştur. Onu mutlaka özelde onunla Dersim’i görkemli dağlarında gerillacılık yapanlar daha genişçe yazacaklardır.
Celal Başkale yoldaşın bu savaşçılığın yanı sıra birde kişilik olarak oldukça güleç yüzlülüğü vardı. Yüzünde asla ama asla eksilmeyen o gülüşler o sıcak tebessümler her zaman yoldaşlarının yüreklerinde yerini koruyacaktır.
Celal Başkale birde alçakgönüllü ve sevecenliğiyle de anılacaktır. Öyle ki neredeyse bir insanın kalbini kırmayan Celal yoldaş sözün tam manasıyla bir yoldaş sevdalısıydı.
Celal Başkale yoldaş bir de mücadeleye olan bağlılığıyla anılacaktır. Onun kadar mücadele içerisinde herhalde zorluklarla karşılaşan az militan olmasına rağmen o her zaman en güçlü moral temsilcisi olmasını bilmiş, bu onun büyük devrimci ve yurtsever değerlere olan bağlılığıyla alakalıdır.
Onun fedakarlığında söz etmenin bile anlamı yoktur. O nerede bir yardım isteniyorsa orada her zaman hazırdır. Ondan istenmeyen durumlardan bile o yoldaşlarına en fazla el uzatan ve yardımlarını esirgemeyen militandır.
Devasa cüssesiyle bilinen Celal Başkale yoldaş bir de nezaketini anlatmamız gerekir. İnsanlarla ilişkilenirken kırmamak için adeta renk atan, kızaran, utanan bir incelik abidesiydi.
Evet, Celal Başkale yoldaşı anlatırken tüm bu güzel devrimci militan özeliklerinin yanı sıra birde onun sporcu kişiliğini açmamız gerekir. Siz Celal arkadaşı voleybol oynarken görecektiniz. Hem blok yaparken hem de küte kalktığında adeta vurduğu topla yerde su çıkaran bir sertlikle vurmasını görecektiniz. İstisnasız Celal yoldaş küt vurduktan sonra arkadaşlar gitmiş topun değdiği yere bakarak arkasından hemen Celal yoldaşa takılmışlardır. Birde voleybol oynanışı sadece sertliğe ve küt vurmaya dayalı değildi. Sporunda da incelik, zarafet üst düzeydeydi. Hele onun birde genel manada güzel sporcu karakteri yok muydu görmeye değerdi.
Evet, Celal yoldaşı böyle saatlerce anlatabiliriz, güzellikleri saymakla bitiremeyiz. Gerçekten de bir İslamiyet’te dile gelen “Eşrefi Malukat”ın ta kendisiydi. Böyle güzellikler dolu olan bir militan, PKK’li ve gerillaydı.
Böyle seçkin bir militanı 9 Nisan 2012 Amasya’da düşmanla yaşanan bir çatışmada kaybetmek insanı çok fazla derinden yaralıyor. Kabul edemiyor. Gelecekte halkımız adına yapacak o kadar çalışmaya imza atacak böyle bir militanın gidişini hazmedemiyor insan…
Bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Celal yoldaş bir ara Kandil’de bir kaza yapmıştı. Takım komutanıyken bir yoldaşı kazaran onun silahında çıkan mermiyle şehit düşmüştü. Olayın soruşturması yapılmıştı. Olayın bir kaza olduğu ayrıca Celal arkadaştan kaynaklanmadığı da netleşmişti. Buna rağmen görev yapmamıştı. Ciddi zorlanmış ve adeta bunalıma girmişti. Bunun üzerine görev yapmayarak karargaha gelmişti. Karargahta kalıyordu. Ciddi zorlanmasından dolayı birçok yoldaş onunla konuşmuştu. Kendimde bir ara eskiden tanıdığım için onunla tartışmıştım. Ara da birkaç gün geçtikten sonra Celal arkadaş sabah erken görülmemişti. Öğlen olmuştu görülmemişti. Akşam olmuştu görülmemişti. Bazı yoldaşlar onun çok zorlandığını bildikleri için “kaldıramadı ve muhtemel bizden ayrıldı” demişlerdi. Kendim olup bitene zaten inanmamış ve kaçmadığını söylemiştim. Ancak bir, iki, üç, dört gün geçti. Ve günler geçmeye devam ediyordu. Bana göre o örgüt yönetimin bulunduğu yere gitmişti. Çünkü özgürlük saflarını asla terk etmeyecek bir yoldaştı. Ona kesinlikle inanıyordum. Birde onunla savaşın en sert ortamında birlikte kalmıştım. Yoldaşlığını, yurtseverliğini ve de savaşçılığını görmüştüm. Bunun için birçok yoldaşla özelde de yönetimlerle “onun gitmediğini” söylemiş olsam da zaman benim aleyhime işliyordu. Nede olsa artık arada bir haftalık zaman geçmişti. Artık sesli olarak kimseyle bu durumu tartışmasam da içimde “o gitmez” sözümden dönmemiştim. Ancak dediğim gibi zaman ben söylediklerimin tersine doğru işliyordu.
Tam artık umudumu yitirecek iken baktık bir haber geldi: “Celal Başkale arkadaş Kelareş’e gitmiş” dediler. Yani onun en iyi tanıdığı alanlara gitmiş. Nedeni ise hızla kuzeye geçerek aktif çalışmalara girerek yaşadığı durumun telafisine çalışmaktı.
Evet, Celal Başkale böyle mücadeleye köklü bağlı olan bir militandı. Bu olayı duyar duymaz onun adına çok fazla sevinmiştim. Elbette sorun doğru çıkıp çıkmama değildi, asıl sorun böyle değerli bir militanla yapılacak o kadar çok iş vardı. Asıl sevincimiz ve mutluluğumuz buydu.
Ve şimdide o aramızda ayrılmış olsa bile Rüstem’e Zal gibi bir militanı tanıdığım ve tanıştığım için son derece mutluyum.
Celal Başkale gibi bir yoldaşı özgürlük saflarında tanıdığım için mutluyum.
Celal Başkale gibi bir yoldaşla özgürlük saflarında aynı alanda, aynı şartlarda silah arkadaşlığı yaptığım için mutluyum.
Evet, Celal Başkale gibi bir yoldaşımız olduğu için PKK’liler olarak her zaman gurur duyacak ve onu her zaman hak ettiği gibi anacağız.
Şehit Mahir’lerin ve Nudaların yoldaşlığında binlerce ölümsüz şehidimizle özgürlük mücadelesini omuzlamayı en onurlu duruş olarak bilen Celal arkadaşımız bunu düşman karşısında başarılı eylem gücüne dönüştürerek hareketimizin tarihinde büyük değer yaratmayı sağlamıştır.
Evet, Celal Başkale yoldaşımız Ahmet Arif’in tarif ettiği “teke tek dövüşte yenilmediler” Kürt kahraman tipinin en ileri düzeydeki temsilcisi olarak mücadelemizde büyük bir onurla seçkin bir gerilla olarak yaşatılacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Kürt kadınında yaşanan ilk bilinç uyanmasının öncülerinden olan Bese ANUŞ’u ve ilk kadın şehitlerini anmak, ancak günümüzde yaşanan gelişmelere anlam biçmekle mümkündür. Yoksa ilk özgürlük arayışlarını ve Kürt kadınının yürüyüşünü yazmak kolay değil. Ancak, değerlerimize saldırıların bu denli yoğunlaştığı bir donemde neyin nasıl kazanıldığını birazda olsa dile getirmek bizim için onur borcudur.
O yıllarda adını “küçük Vietnam”, koyduğumuz Pazarcık’ta özgürlük mücadelemize katılan onlarca genç içinde Bese yoldaş da yer alıyordu. Dağla buluşan ilk kadın gerillalardandı. Kürdün ve kadının uyanışı, dağları mekan seçmesi düşmanın korkulu rüyası olmuştu. Amaç ve özlemleri büyük olanların yürüyüşü içinde yer alan Bese ANUŞ amaca kilitlenerek, her tarafın kuşatıldığı, karanlık ve sessizliğin hüküm sürdüğü bir ortamda zor olanı başarmanın adı oluyordu. Bu nedenle Kürdün yasaklı ülkesi Kürdistan’da, hiç bir hak ve hukukun işletilmediği bir ortamda umudun yeşermesini ilk şehitlerimize borçluyuz. Onlar bilincin karartıldığı, gözlerin görmediği bir ülkenin karanlığında aydınlık oldular.
Ve....... yürüyüşe geçtiler. Dersimli Zarife’nin çığlığına, karnındaki bebeleriyle süngülenen kadınların intikamına cevap olmanın kararlılığıyla, düşmanın ordu güçlerine karşı her biri bir ordu gibi savaştı. Dağ ve özgürlük tercihini çok yüreklice yaptılar. Kürt ve kadın olmanın suç sayıldığı, bedelinin de ölüm olduğunu bilerek “nasıl yaşanırın ve özgürce yaşamın” savaşımını verdiler. Umudun ve iradenin kazanıldığı dağlar mekan seçilirken geleceği çizdiler, binlerce özgürlük savaşçısı kadının yürüyüşünü böyle sağladılar.
Yıllarca bedel verilerek kazanılan değerlere anlam biçmek insan olmanın ve yoldaşlığın bir gereğidir. İlk isyan çiçeği Bese ile barış ve demokrasi mücadelesinin öncüsü, özgür kadının yoldaşı Erdal’ın “küçük Vietnam’da” buluşmanın romanı yazılırsa bu daha bir anlamlı kılınır. Çok şey yazıldı, çizildi, çok şey söylendi ama adı konulmadı. Ve yetmiyor... Esas itibariyle tarihi derin olan direnişimizin öyküsü yazılmalı. Her biri bir destana konu olacak direnişlerin beslendiği kaynak, iradeyle nelerin nasıl kazanıldığı görülmeli. Beselerle başlayan yürüyüş kadar yürüyüşü devam ettirenlerin, Şinda’nın Avrupa’nın sahte bireysel özgürlüğünü reddederek Dersim’de Bese’yi selamlamasının da romanı yazılmalı ki, geçmişin inkarına dur denilebilsin. Her ikisi de şimdi “küçük Vietnam”, topraklarında barışın tutkusunu çocuklara öğretmekteler. Analar ağlamasın, özgür Kürdistan’da yaşanılsın diye. Bu, bedeli kan da olsa kazanılan bir halkın iradesi ve kimliğine sahipleniş olayıdır. Herkes bugün gururlanarak ‘bende Kürdüm’ diyebiliyorsa, korku ve kabus ortamı aşılmış, halk olarak varolmanın gücü ve siyasi iradesi ortaya çıkmışsa, bunu şehitlerimize borçluyuz. Yoktan varolmanın adı böyle yazıldı.
Evet, artık Kürdistan’da kadınlar çaresiz, ağlayan konumda değilse, başka bir biçimde anılıyor tanınıyorsa, siyaset arenasında halkın temsilcisi, yöneticisi oluyorsa bu, Bese ve Azime DEMİRTAŞ’larla başlayan özgürlük yürüyüşünün bir ürünüdür. Zilan tanrıçalaşarak Dersim semalarında halkı koruyucu kolları arasında korumaya almış gülümsüyorsa, ona nöbet tutan Tekoşinler, Sılav, Ruken ve Şindalar barışın garantisi, güvencesi olarak meşru savunma çizgisinde ve inanç ve kararlılıkla her türlü ihanet ve teslimiyete cevap oluyorsa, bunu Bese ve Azimelerin büyük çaba ve iradesinde aramak gerekir.
Eğer bugün Leyla Zana AP Sakarov Düşünce Özgürlüğü ödülünü alıyorsa; bunu binlerce kadın özgürlük şehidine, savaşçısına, yiğit evlatlarını zılgıtlarla uğurlayan gözü yaşlı ve yine her gün meydanlarda barışı haykıran analara, direnişçi kadınlara borçlu olduğu gerçekliği unutulmamalıdır. Ama ne yazık ki kendisinin olmaktan çıkarılmış, kendisini yitirenlerin bol olduğu Kürdistan’da, Kürt kartının nasıl kullanıldığının bilinci fazla gelişmemiştir. Değerlerin nasıl yaratıldığı unutulabiliyor ve bireyler bir tek kendilerini görebiliyorlar. Ama hesaplar başka da olsa bir Kürt kadını olan Leyla Zana önünde ağaya kalkan, alkışlayan AP parlamenterleri Kürt kadının büyük direnişlerle kazandığı mevzileri artık görüyor. İnkar etmesi artık nafile!
En değerli evlatlarını özgürce, insanca yaşamın bedeli olarak veren bir halkın nasıl kazandığını bilerek gerçekler yazılmalı ve okunmalıdır. Önderliğimiz ilk kadın şehitlerimizden olan Bese ve Azime yoldaşların direnişinin özünü görerek genelde tüm kadınlara özelde ise Kürt kadınına değer biçmiştir. Bu nedenle kadını her konuda donattı ve hazırladı. Kadın özgürlük tercihini bu bilinç ve iradeyle sağladı. Bilinç ve birikimimizin ana kaynağı olan Başkan APO’ya çok şey borçluyuz. Borcumuzun karşılığında özgürlük şehitlerini doğru kavramak, onların bizlere bıraktığı değerleri doğru sahiplenmek dönemin militan görevlerindendir. İhanet ve çirkin olana inat, görev başarısıyla çalışmak kazandıracaktır.
Özellikle “sahte özgürlükçüler” ihanete giderken; Türk gazetelerinde manşetlere konu olarak “nasıl sosyalleştiklerinin” gösterilerini yapmaktalar. Ve şunu unutuyorlar; “yaşamın güzelliklerinin nasıl yaratıldığını?” “Özgürlüğün bedelinin ne kadar yüce olduğunu.” Evet, güzellikleri yaratmak ne kadar zorsa, çirkinlikleri yaratmak da o denli basit. Yoksa bir çırpıda ihanete koşulamaz. Özgürlük; direnişin, geleceğin, aydınlığın adı olurken; ihanet bitişin, kaçışın, karanlığın adı oluyor.
Buna karşı görev, militanca çalışmak olacaktır. Binlerce şehit yoldaşımızın kanı pahasına kazanılan mevzilerin korunması ve savunulması bizlere düşmektedir. Kürt kartını kullanmak isteyenlerin hesapları ne olursa olsun, kendi içinde onlarca devrimi gerçekleştiren özgürlük mücadelemiz, ancak asil sahiplerince anılarak ve korunarak değerlerine sahip çıkılabilir. Ancak bu şekilde Kürdistan halkı, dünya insanlığıyla eşit ve özgür koşullarda yaşayabilir. Diğer tarz bir yaşam arayışının insanlıkla buluşmak zor. Aynı zamanda şehitlere doğru cevap vermek de mümkün değil.
Bunun için Bese ve Azimelere layık olmak, Beritan çizgisinde her türlü teslimiyet ve dayatmayı boşa çıkarmakla mümkündür. Yine “nasıl sosyal olduğumuzu” “dağlarda nasıl yaşadığımızı” “özlem ve duygularımızı” yazıp anlatarak kimseye kendimizi ispatlamamıza da gerek yok. Hele hele bunu “martı seslerini özledim” vb. dar söylemlere sığdırmaya da hiç gerek yok. İlk özlem ve uyanış kadar, kadında ilk bilinç uyanmasının kanla büyüyerek adım adım yarattığı gerçeklik ve değerler unutulmadan direniş sergilemek önemlidir. Bu, Kürde ve gerilladaki kadına yaraşır olanı yaşamak ve yaşatmaktır, yüceltecek olan da budur. Ve yine gerilla kadına, kadının elde ettiği mevzilerde, özgürlük mücadelesini büyük bir irade ve coşkuyla yürütmek yaraşır. Onurumuz ve kimliğimizi bize kazandıran dağlara çok şey borçluyuz. Kutsallıklar ve değerler dağlara dayalı yaratıldı. Halen de halkın umudu ve geleceğimizin garantisi o dağlarda; özgür birey- özgür toplum gerçekliğini yaratmanın sözleşmesi ve kararlılığıyla şehitlerimize layık olmanın gereklerini yerine getirelim. Beselerle başlayan özgürlük yürüyüşünün takipçileri olalım. Geçmişi inkar edenlere inat, özgür geleceğimizi temel değerlerimizden aldığımız güç ve iradeyle yaratalım.
Sakine KARAKOÇAN
- Ayrıntılar
Mehmet Guyi yoldaşı insan nasıl anlatacaktır? 24 yıl boyunca tek bir çıbandan gözünü sakınmadan yaşayan bir gerillayı kim anlatabilecek? Kavga denildiğinde, eylem denildiğinde, düşmana inat meydanlara inme denildiğinde ve tabii Kürdistan’ı işgal eden güçlere kafa tutma denildiğinde ilk akla gelecek isimlerden olan Mehmet Guyi yoldaşı sahiden kim anlatabilecek?
Mehmet Guyi yoldaşla 18 yıl önce Haftanin alanında hemen 5. Kongre ertesinde tanışmıştım. 5. Kongre’nin kararı ile oluşturulan 2 Fırtına Alayından biri olan Doğu Fırtına Alayında bölük komutanıydı. Ben ise o birliğe siyasi komiser olarak atanmıştım. Mehmet Guyi yoldaşı o zaman tanıyacak ve 18 yıl boyunca da Mehmet yoldaşla birlikte yüzlerce olayı, anıyı aynı mekanda birlikte paylaşacaktık.
Mehmet Guyi ismi üzerinde Guyi aşiretinden gelen bir militandı. Guyiler genelde cesaretleriyle bilinirler. Bir yoldaşımızın Guyilere ilişkin yazdığı gibi:
“Guyan aşireti bildiğimiz aşiret yapısının dışında bir gerçekliği göstermektedir. Öyle ki bu aşirette aşiret reisi yoktur. Elbette bir aşiret bilinci-hem de çok yaygın, biz bunu silahlı mücadele tarihimizde çokça gördük-var. Ancak aşiret reisi yoktur. Yine başka yerlerde alışık olduğumuz ağalar yoktur. Kürdistan da Kürt halkının başına musallat olan ağalık kurumu burada yoktur. İşlemiyor. Bu aşiret yapısını içerisinde Şeyh bulamazsınız. Çünkü bu parçalanmayı yukarıda söylediğimiz anlamda bulamazsınız. Seyitler vardır, onların da sosyal anlamda bir saygınlıkları vardır.
Tüm bu gerçeklikleri değerlendirdiğimizde, buralı insanların daha dik başlı ve onurlu olmalarına yol açmasının yanı sıra daha fazla yetenekli ve inisiyatifli gelişmelerine yol açıyor. Daha kararlı ve keskin oluyorlar. Girişken oluyorlar. Pısırıklık yoktur. Hep bir canlılık ve hareket ve dinamizm vardır. Kendi ağası kendisidir. Bu oldukça sert bir kişilik yapılanmasına yol açıyor. Özelde sosyal olarak dağların içlerine çekilerek, “uygarlıktan” uzak olmak, hatta isteyerek bunu yaşamak gerçekliğine, buralarda ki dağların sarplığı, ulaşılmazlığı, yaşam koşullarının zorluğuyla birleşince, yaşama karşı direnişçi ve inatçı ve tavizsiz bir kişilik yapılanması yaratıyor.”
Yukarıda sıralanan Guyi aşiret özeliklerinin tümü Mehmet yoldaşta bulunuyordu. Belki daha fazlasını da sıralamak mümkündür. Mehmet yoldaş Guyi aşireti üyesi olsa da o Van şehir merkezinde 1967 yılında dünyaya gelmiş ve orada büyümüştür. Aslen Mijîn köyündendir. Mijîn ise her zaman gerillaların ve özgürlük savaşçılarının Botan’da en ileri düzeyde üsleri olmuştur. Boşuna Mijîn için PKK’lilerin köyü denilmemiştir. Ve boşuna TC faşist devleti Mijîn köyünü vahşi bir şekilde 1994 yılında yakıp yıkmamıştır.
Evet, Mehmet Guyi yoldaş şehirlerde büyümüştür. Ancak dediğimiz gibi şehirlerde büyüse de o tam bir Guyi’dir. Guyilerin tüm pozitif özelliklerinin yanına birde şehirde aldığı eğitim, emekle erkenden tanışması ve de birebir gördüğü düşman baskıları onu düşmana karşı inanılmaz ölçüde boynu bükülmez kılmıştır.
Mehmet Guyi yoldaş çok sevdiği ve sonrada Penaber iken şehit düşen Ömer amcasıyla yaşı ilerledikçe Türkiye ve Kürdistan’ın farklı yerlerinde inşaat çalışmalarında yer alarak Kürtlere karşı geliştirilen ve de Kürtlere karşı var olan horlamaları birebir görerek büyür.
Gençlik yıllarını bir yandan çalışarak geçirse de, Kürtlüğe ilgisi büyüktür. Güzel bir futbol oynaması vardır. Yıllar arada geçse de özgürlük dağlarında bu futbol oynaşını görmek mümkündü. Gençlik yıllarında birde kimseye karşı boyun eğmemesiyle de tanınır.
Doksanlara gelmeden önce TC askerliğini yaptıktan sonra TC devletinin gerçekliğini daha iyi çözer. Bunca gelişmeyi ruhsal sahada yaşarken yanı başında Kürdistan’da gerillanın mitralyöz sesleri yükselmektedir. Bir gün amcasına açılır. Ve gönlünün dağlar olduğunu söyler. Amcası Kürt siyasetine uzak olan biri değildir. Kürt siyasetinin bedelinin ağır olduğunu da bilen biridir. Bunun için Mehmet yoldaşa gitme demese de “Bu iş zordur, gitmek var geri dönmek yoktur. Onurlu ve şerefli bir iştir bu. Onurumuzu temsil edeceksen git” diyecektir. Mehmet yoldaşın özgürlük saflarına daha önce katılan bir amcasının oğlu da vardır. Bunun için bir kere dağları düşündükten sonra onun için geri düşünmek yoktur. O bir kere karar vermiş ise artık onun için o kararın gereklerini yerine getirmek vardır.
Evet, Mehmet yoldaş 1989 yılında PKK saflarına katılır. Henüz birçok kişinin gerillaya katılmaya cesaret etmediği yıllardır. Zorlukları fazladır. Ancak o askerliğini yapan ve bir nevi birçok emek yoğunluklu işlerden pişen biri olarak sınanmış ve denenmiştir.
İlk eğitimini alır almaz uzun maratonu başlayacaktır. İlk pratiği onu Başkale, Çatak, Gürpınar zozanlarına götürecektir. Ardından Xakurke derken birkaç yıl boyunca bu alanlarda gerillacılık yapacaktır.
Gerilla derken herhalde ilk akla gelen isimlerden bir tanesi hep Sarı İbrahim yoldaş gibi birde Mehmet Guyi yoldaş olacaktır. Nasıl ki Sarı İbrahim yoldaş gerilla olmanın en ileri düzeyinde efsanesi idiyse aynı düzeyde bir de gerilla efsanesi olarak Mehmet Guyi yoldaşı yanına yerleştirmemiz gerekecektir.
Dediğimiz gibi öncelikli olarak Doğu Botan’ın tüm zozanlarına adımını atmadığı yer bırakmamıştır. Ve 1994 yılında ilk kez Botan’ın kalbi olan Besta alanına geçecektir. Burada bir kadro eğitimi görecek ve yönünü bu kez Hakkari’ye verecektir. Hakkari Levine alanında bölük komutanıdır. O yıllar, sert geçen yıllardır. Bugünlerde gözü yaşlı olan Tansu Çiller hanımın “bir çakıl taşı bile vermeyiz, ya bitecek ya bitecekler” dediği yıllardır. Ve bunun karşısında da partimizin çok güçlü çıkış yapmak istediği yıllardır. Mehmet arkadaş bulunduğu birlikte 12 yoldaşı alarak Hakkari şehri denilse de esasta Hakkari tugayının güvenliğini tutan tahkim edilmiş tabura ve tepesine dönük bir eylem planlamasını yapar.
Yukarıda gözü kara olduğunu söylemiştik. Gözü pektir. Bir kere Mehmet yoldaş karar kılmış ise tüm dünya da gelse onu geri adım attıramaz. Ve nitekim tek bir geri adım atmayarak çok sınırlı sayıda yoldaşını yanına alarak aynen eski çağlardaki gibi tahkim edilmiş kalelere doludizgin yüreğiyle saldırıya geçer. Burada üç yoldaşı şehit düşerken kendisi ağır yaralanır. Çok sonraları parti önderliğimizin “Donkişot gibi yel değirmelerine mızrak ile saldırıyorsunuz” diyeceği eylem bu eylem olacaktır. Bir yandan inanılmaz ölçüde bir cesaret ile binlerce askere sadece yürekle saldırılacak, ancak diğer yanda ise bu yüreğin yanına medeni cesaretin temeli olan aklı koymayacaksın. Bu paradoks herhalde Kürtlerin tarihin ilk gününde bugüne kadar onlara kalan temel karaktersel mirastır.
Mehmet yoldaşın gerilla mücadelesinde aldığı en önemli ders herhalde bu ders olacaktır. Bu olaydan sonra artık çok daha ileri düzeyde hem duyarlı olacak hem de gerillacılığı daha duyarlı yaklaşacaktır. Ağır yaralı olarak güneye tedavi amaçlı gitse de fazla durmadan yeniden savaş meydanına dönecektir. Adıl Bilika yoldaşın yanında Botan’ın bu kez batısına yönelecektir. Onlarca eyleme katılacak ve birçok başarıya imza atacaktır. Bu arada Erdal Engin Sincer yoldaşa da komutanlık yapacaktır. Mehmet yoldaş, Adil arkadaşın hareketli bölüğünde takım komutanıdır. Erdal yoldaş ise yeni yeni komutanlaşan bir takım komutanıdır. Botan’da o bilinen meşhur Serhatan eyleminin bir saldırı komutanı Mehmet yoldaştır. Bir diğer saldırı komutanı da Erdal yoldaştır. Tepe süpürülür. Tam 19 tane silah kaldırılır. Ve sonbahar eylemliklerine bu hareketli birlikte devam eder.
1995 yılında Mehmet yoldaş Doğu Cephesinde hareket edecek olan Fırtına alayında bölük komutanıdır.
1995 yılının baharı ardından bu kez Hakkari zozanlarında Rojhat Bluzeri'nin hareketli birliğinde birinci takım komutanıdır.
1995 yılının sonunda yeniden bölük komutanıdır. Ve 1996 yılında Hakkari’ye Rojhat Bluzeri yoldaşın Tabur komutanlığında bir bölük komutanı olarak en ön saflarda savaşandır.
1996 yılının sonlarında önderlik sahasına eğitim için gidecek ve bizatihi önderliğin yanında eğitim görerek 1997 yılında yeniden Hakkari taburuna bu kez Rojhat arkadaşın yardımcısı olarak geri dönecektir. Hakkari taburuna döner dönmez 14 Mayıs 1997 yılında TC devletinin İsrail destekli operasyonlarına karşı Zap cephesinde birçok eyleme imza atar. Ardından Hakkari taburu kuzeye geçerken Mehmet yoldaşın eylemciliğinden dolayı o güneyde yürütülen düşman operasyonlarına karşı Avaşin hattında kalacak ve buralarda da birçok eylem çıkaracaktır. Derken 1997 yılında yeniden Hakkari zozanlarına gelecektir.
1997 yılı Hakkari zozanlarının düşmana mezar yapıldığı yıllardır. Bir yandan Rojhat Bluzeri yoldaşın müthiş planlı ve dakik gerillacılığı ve savaşçılığı diğer yandan Mehmet yoldaşın gözü pekliği ve tabii birde neredeyse Mehmet Guyi yoldaşın bir benzer keskin militanı Eşref Nodiz-Davut Karakoyun yoldaşın müthiş kavgacılığının tümü ve tabii Hamza Gundık Remo, Fırat Êzidî, Ari Hezex, Agir Pet ve nice gerilla efsanesi Hakkari’yi o yıl TC ordusuna bir bataklık haline getiren yürekler. Eyleminin olmadığı gün neredeyse yoktur. Düşmana darbe vurulmadığı an neredeyse hiç yoktur. O yıl 60’ın üzerinde silah kaldırılmıştır. Onlarca eylem yapılmıştır. Hakkari şehir merkezi de dahil düşmanın dışarıya çıkmaya cüret etmediği yıllardır.
Ve o yılın sonbaharını Hakkari güçleri zozanlarda geçirirler. Çünkü ilk kez Hakkari güçleri zozanlarda üsleneceklerdir. Plan Rojhat Bluzeri yoldaşındır. Ne var ki Rojhat Bluzeri yoldaş ağır yaralanarak yurt dışına çıkmak zorunda kalır. Ve bunun için üslenmenin ağırlıklı işi Mehmet yoldaşa kalmıştır. O kış yani 1997-1998 kışını Hakkari güçleri Beytüşşebap zozanlarında tam 127 yoldaşla geçireceklerdir. Kış üslenmesine girmeden düşmanın yoğun bir operasyonuyla birçok üslenme malzemesi ele geçecektir. Bunun için üslenme yeri değiştirilecektir. Öyle ki yerde kar varken halen yer yapılacak, tam 20 saat dile kolay uzak bir mesafede ağırlıklı olarak sırtla erzak taşınacaktır. Ve bu erzağı taşırken her zaman en ileri düzeyde moral ve motivasyonla öncülük edecek olan Mehmet yoldaştır. Daha sonra kış bitmeden yeniden yer değiştirmek zorunda kaldıklarında 25 yoldaşın ayağı karda yanacaktır. Yine gücü ayağa kaldıracak olan Mehmet yoldaşın devrimci militan duruşu olacaktır.
1998 yılında zozanlarda pratikler erken başlayacaktır. Ve Mehmet yoldaş ağustos 1998 yılında Rojhat Bluzeri yoldaşın Masiro suyunda şahadeti ardından Hakkari cephe komutanı olacaktır. Ve daha sonra Xakurke, Gare, Zap, Mahsum Korkmaz, Amed eyalet komutanlığı derken yeniden, Anakarargah, Kandil, Zap, PKK Ocağı ve Güney karargahı. Ardından da 2011 yılında yapılan askeri konsey toplantısı ardından Van eyalet komutanı olarak yeniden Hakkari alanına dönecektir.
Askeri konsey toplantısında Mehmet Guyi yoldaşın 1989 yılında bu yana savaş içerisinde yaşadıklarını kaleme alarak kitaplaştırması ve bu çalışmanın HPG güçleri için eğitim materyali olması açısından önemli olacağı belirtilmiş ve onun böyle bir çalışma yürütmesi karar altına alınmıştı.
24 yıl boyunca tüm cephelerde bir savaş komutanı olarak her sahada en aktif eylemliliğin içerisinde ve de her zaman en ön cephede yer almış olan Mehmet yoldaşı gerçekten nasıl anlatacağız?
Mehmet yoldaşı yukarıda da dile getirdiğim gibi 18 yıl boyunca tanıdım. Birçok alanda birebir birlikte kaldık. Bir ara kesintisiz olarak 4 yıl aynı alanda ve çoğu zaman aynı birlikte kaldık. Onun yanında siyasi komiserlik, takım komutanlığı, bölük komutanlığı derken hep birlikte aynı yönetimlerde yer aldık. Bunun için belki de mücadele içerisinde en çok birlikte kaldığım arkadaş olmuştur. Yan yana, aynı alanlarda, aynı pratiklerde…
Benim için Mehmet Guyi yoldaş her zaman biraz İnce Memed'i anımsatmıştır. Hiç bir şeye boyun eğmeyen kişiliğiyle, asiliğiyle, onurlu ve dik duruşuyla hep etkilemiştir. Her şeyine katılmaya bilirdiniz, eleştirileriniz de olabilirdi ancak onun bu boğun eğmeyen kişiliği karşısında saygı duyardınız. Onun emekçiliğine saygı duyardınız, onun arkadaş yapısıyla her zaman iç içe yaşamasına saygı duyardınız, onun o mertliğine, cesaretine, her şeye özelde de faşizme kafa tutuşuna sadece saygı duymazdınız, aynı zamanda ona hayran olurdunuz.
Evet, Mehmet yoldaşla kalan birçok savaşçısı ona hayran olurdu. Hele onunla savaşın ortasında birlikte kalanlar kesinlikle hayran kalırlardı. Çatışmanın, eylemin en kritik anlarında Mehmet yoldaşla olmak tek bir kelimeyle ifade edecek olacak olsam, bir keyifti. Zevkti. Onun yanında iken sanki yıkılmaz ve yerinde en sert depremle bile sarsılmaz bir dağ vardı. Onun yanında hiçbir savaşçı cesaretsiz oluşu yaşamazdı, yaşayamazdı. Bu duruma zaten Mehmet Guyi yoldaş izin vermezdi.
PKK ocağına gittiğinde, gelenektir her giden kendisini ocak yapısına tanıtır. Mehmet yoldaşta kendisini tanıtıyor. O an orada olan yoldaşlar bana daha sonra anlatmışlardı. “Ben Mehmet Guyi. TC devletine, İran devletine, Arap devletlerine, emperyalizme, cümle cemaat işbirlikçilere karşı savaştım ve bundan böyle de savaşacağım” gibi cümleler sarf ettiğini söylediler.
Bu ortamda hazır değildim, bu durumu Mehmet yoldaşa da sormadım. Ancak benim tanıdığım Mehmet Guyi gerçekten de bu karakterdedir. Dünyanın tümü de üzerine gelse, dünya toplanıp ona saldırsa da tek bir geri adım atmadan, davasından milim şaşmadan sonuna kadar savaşacak biridir. Çok kısa değil ancak ortalamanın da altında boyuyla, zayıf denilecek vücut yapısıyla, onlarca kez param parça olmuş bedeniyle, bu kocaman yürekli yoldaşın tüm dünyaya kafa tutması gerçektende insanlardan hayranlık uyandırıyordu. Sevilmesine yol açıyordu. Kabul görmesine yol açıyordu.
Hem böyle onurlu, mert, gözü kara idi hem de her şeyi hemen kabul eden biri değildi. Mücadele içerisinde örneğin savaşmayan hiçbir komutanı kabul etmemiştir. Belki doğru görmemişizdir yer yer tartışıp eleştirmişizdir ancak onun için komutanlık görevini üstlenmiş olan birinin yapması gereken görevi, savaşmaktır. Bunu yapmıyor ise “o komutan değildir ve komutanlığı hakta etmiyordur.”
Mehmet yoldaş elbette sadece savaşkanları benimsemesi diye bir şey yoktu. Onun çok değer verdiği ve savaşta büyük destanlar yaratmayan yoldaşları da vardı. Ancak bu yoldaşların yaşamda kattıkları çoktu. Eğitimciydiler. Yaşama hakimdiler. Ve tabii birde örgütsel hakimiyetleri vardı. Böyle olupta büyük komutanlık taslamayan yoldaşları Mehmet yoldaş gerçekten de severdi. Yani sorun savaşıp savaşma belki değildi, sorun bir bireyin neyse o olup olmadığını açıkça ifade etmesi sorunuydu. Mehmet yoldaş çok fazla harbi bir yoldaştı. Bunun için mücadele içerisinde yer yer görevleri fazla üstlendikçe zorlanmıştır da. Çünkü görevleriniz çoğalmış ise o zaman diliniz, yaklaşımlarınız, üslubunuzda buna göre olmak zorundadır. 20 kişiyi yürütmek bir iştir, 500 kişiyi yürütmek başka bir iştir. 500 kişiyi yürütüyorsanız diliniz daha kapsayıcı, daha yapıcı daha politik olmak zorundadır. Aksi taktirde bu kadar rengi bir arada yürütmek gerçekten de zor olmaktadır. Hele savaş gibi sert bir iş’te. Hele savaş gibi insanın ruhsal durumun çok etkili olduğu bir çalışmada. Her şeyi her zaman istediğiniz gibi söyleyemezsiniz. Birçok faktörü dikkate alarak değerlendirmek zorundasınız. İşte bunun için Mehmet yoldaşın bu harbiliği her zaman olmasa da yer yer onu zorlamıştır.
Savaşın en ileri pratiklerinde bu dobralık özelde onun bire bir içinde yer aldığı ortamlarda çok olumlu sonuçlar getirmiştir. Ya da onun kendisini nasıl kattığı herkes tarafında görüldüğü için herkesi sürüklemiştir. Ancak böyle olmayan ortamlarda o bunun sıkıntısını çekmiştir. Bir ara Amed eyaletinde yeni güneye gelmişti. İlk söylediği “burada çok dert var, yenileri çok, düşmanı birebir göstererek eğitim yapamıyorsun bunun için herkese her istediğini söyleyemiyorsun. Ama kuzeyde bir düşman var birde sen varsın. Her şey daha rahat, daha basit, ya yaparsın ya yapmazsın. Orayı burayı suçlayamasın. Neysen osun” demişti. İşte İnce Memed’e benzettiğim durum budur.
Ve tabi Mehmet yoldaşın anlatılacağı çok özelikleri vardır. Aşırı duygusaldı. Dış görünümüyle çok sert olan ya da görünen Mehmet yoldaşın gizli tuttuğu bir defteri vardı. Bu defterine yanında şehit düşen yoldaşları yazardı. Yine defterine yıldızlar çizerdi, her bir yıldız onun yanında şehit düşen bir yoldaşın ismini alırdı. Her yoldaşa dönük yazdığı ufak şiirleri vardı. Dediğim gibi kimseye bunları okutmazdı. Ve hiç kimse onun günlük tuttuğunu bilmezdi. Dediğim gibi dış görünümüyle çok mu ama çok sert bir imajı vardı. Herkeste öyle bilirdi. 2011 askeri konseyi toplantısında savaş anılarını yazması için bir kitap yazması ondan istendiğinde o “hayır, yapamam, olmaz” diye manaya gelebilecek cümleler sarf etmişti. O zaman örgüt yönetimine Mehmet arkadaşın günlük tuttuğunu söylediğimde en çok şaşıranlar örgüt yönetimimiz olmuştu. Çünkü hiç kimse Mehmet yoldaşın günlük tutacağını inanamazdı. Ancak Mehmet yoldaş yıllar yılı her zaman günlük tutmuştu. Şehitleri yazmıştı. Kısa ama dolgun şiirleri vardı. Bunların tümü onun aşırı derecede duygusallığıyla bağlantılı gerçeklerdi. Bunun için Mehmet yoldaşı uzaktan tanımak olmazdı, onunla yaşamayı, aynı battaniyeyi ve aynı kaptan yemek yemeyi paylaşmak gerekirdi.
Mehmet yoldaşa ilişkin söyleyecek çok şey elbette vardır. Özelde Mehmet yoldaşla Rojhat Bluzeri-Lezgin Yorgun yoldaşın yoldaşlığını söylemeden geçmek olmaz. Mücadele tarihinde Mehmet yoldaşın herhalde en sevdiği yoldaşlardan bir tanesi her zaman Rojhat Bluzeri olmuştur. Rojhat Bluzeri şehit düştüğünde onun nasıl ağladığını bana anlatanlar olmuştu. Ölümüne ona bağlıydı. Belki de Mehmet yoldaşın mücadele tarihinde birlikte en iyi çalıştığı komutan Rojhat yoldaştı. Rojhat yoldaşta Mehmet yoldaşı çok sevdiğine ben tanığım. Birlikte Hakkari zozanlarında gerillacılık yaparken sürükleyen Rojhat yoldaştı ancak en ileri düzeyde Rojhat yoldaşı uygulayan ise Mehmet yoldaştı. Bunun içindir ki başarılı geçen Hakkari pratiği halen dillerden destandır.
Evet, birde Mehmet yoldaş derken Eşref Nodiz-Davut Karakoyun yoldaşı da eklemek gerekir. İlk katılım gününden şahadetine kadar Eşref yoldaş ile Mehmet yoldaşlar ikiz gibi yaşamışlardı. Herhalde iki insanın bu kadar birbirine bağlı yaşaması ve belki de bu kadar birbirlerine benzemesi özgürlük dağlarında nadirdir. Eşref yoldaş aklıma gelince her zaman Mehmet yoldaş gelmiştir. Mehmet yoldaş aklıma geldiğinde ise her zaman Eşref yoldaşı anmışımdır.
“Mehmet Guyi yoldaşımızın belirgin bir özelliği zekasının kıvraklığıdır. Girişimciliğidir. İnisiyatifli oluşudur. Bu özelliklerinden dolayı Mehmet Guyi yoldaşımız hangi alanlarda bulunmuş ise orada mutlaka düşmanı çaresiz bırakmış, daraltmış ve aciz içerisinde bırakmıştır. Düşmanı böyle çaresiz bırakırken onunla kalan yoldaşları ise her zaman en iyi bir şekilde korumasını bilmiştir. Bunun içindir ki onunla tüm gerillalar kalmak istemişlerdir.
Mehmet Guyi derken aklımıza iddia, irade ve devrimci dayanırlık gelmektedir. Öyle ki yer yer adeta param parça olan vücuduna rağmen bir dakika dahi devrimci çalışmalarda geri durmamıştır. 1994 yılında ağır yaralanmasına rağmen aynı yıl yine en ön saflarda savaşın kızgın ortamında zayıf düşmüş bedenine rağmen komutan olarak yürümesi onun bükülmez iradesini ve çelikten iddiasını ve de gerçekten de herkesi şaşırtacak kadar dayanırlığını göstermektedir.
Özcesi Mehmet Guyi yoldaşı tanımak için onunla birlikte savaş meydanlarında olmak gerekirdi. Onunla birlikte yoldaşlık yapmak gerekirdi. Çünkü o bir PKK savaşçısı olarak özgürlük mücadelesine yerini aldığı 24 yıl boyunca her zaman en ileri düzeyde katılan bir PKK militanı olmuştur.
Mehmet Guyi yoldaşımız birçok yerde birçok parti görevleri üstlenmişti. Savaşçılıktan HPG Meclis üyeliğine kadar, savaşçılıktan eyalet komutanlığına kadar farklı görevlerde bulunmuş olan Mehmet Guyi yoldaşı onun mücadele arkadaşları olarak her zaman anacağız”.
Evet, bizler onunla birlikte kalanlar, yine onun komutasını altında savaşı öğrenmiş olan savaşçılar, onunla aynı çalışmada yer alanlar kesinlikle ama kesinlikle Mehmet yoldaşın bize bıraktığı düşmana inat; direnişçi, inatçı, dirayetli özgürlük mücadelesi kültürünü kendimize ekerek mutlaka ama mutlaka ona bağlı kalarak onun hayallerinin gerçekleşmesi için onun gibi tam kavganın ortasında olacağız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar