Erken baharda henüz yerler karla kaplıyken, en dikkat çekici bir şeyde uğur böcekleridir. Allı, kırmızılı, siyahi benekli, halkalı uğurböceklerine hemen her adımda rastlamak mümkündür. Nasıl üreyip, büyümüşler, nasıl bu kadar çoğalmışlar, hangi uzaklıkları geri de bırakıp gelmişler bilmiyorum. Bildiğim tek şey karşılaştığım bu uğur böceklerinin beni alıp hep çocukluğuma götürdükleridir. Xalxalok ismini sonradan öğrendim. Çocukluğumun kıyılarında biz Semasorik diyorduk.
Semasorik, Xalxalok, yani Uğurböceği çocukluğumun kutsal böceğiydi. Ezmez, incitmezdik. Bütün ruhumuzu ellerimize, parmaklarımıza akıtıp narin, itinalı, sevgi ve mutluluktan titreyen hareketlerle avuçlarımıza alırdık. Uğurböceğimiz durmaz yükseklere çıkarak kanatlanmak isterdi. Bazen bir elin parmak uçlarına ulaştığında, önüne ikinci elimizi bırakıp yeniden avuçlarımızdaki o yürüyen küçük dünyamıza bakardık. Renklerin canlılığı, halka halka desenler, parlak kaplumbağa sırtı, küçük siyah bacakları, seri adımları küçücük ve ilginç başı ve gözleri. Çocukluğumuzun tüm umut ve hayallerini ona yükledik. Uçmak isteyen ruhumuzu onun kanatlarında uçururduk.
Bir de tekerlememiz vardı. Uğurböceğimize okuduğumuz sonuna dileklerimizi ekleyerek ondan dilerdik. Bir nohut kadar bile büyük olmayan bu böceğin umut dilencileriyiz. Bu nedenle kimseyi yadırgayamaz ve kimsece yadırganmazdık.
Semasorik
Mata xorik
Ape Horik
Bifire biçe İstanbole
Ji minra cizmaka sorik bine
Semasorik
Mata xorik
Ape Horik
Bifire biçe İstanbole
Ji xwenga mınra
Çîzmak sorik bine
Uğurböceğim
Xane halam
Horik amcam
Uç İstanbul’a git
Bana kırmızı bir çizme getir…
Nedense tüm dileklerimizin rengi kırmızıya çalıyordu. Nadiren yeşil, sarı vardı. Sadece kendimiz için değil, sevdiklerimiz içinde dilekte bulunmayı ihmal etmiyorduk. Hayallerimizde, umutlarımızda, dileklerimizde hep ortaklık, hep paylaşım vardı. Çocukça aklımız başka türlüsünü düşünecek yetenekten yoksundu.
Uğur böceğimiz yukarı uzattığımız elimizden tırmanarak parmak uçlarına ulaşır, etrafında yarım veya tam bazen birçok defa döndükten sonra tek parça gibi görünen, hiç kanada benzemeyen o sert kabuğunu karpuz dilimleri gibi ikiye ayırır, hafifçe yukarı çıkarır. Altında incecik yaprak gibi kanatlarını çıkarır. Bazen uçmaktan vazgeçmiş gibi kendini bir daha kapatır ve sonra hızla kanat açıp “işte gidiyorum” dercesine uçmaya başlar. Uğurböceği dileklerimizi duymuştur. Sadece ve sadece bizim dileklerimizi yerine getirmek için uçmaktadır. Ve biz bundan asla şüphe duymazdık.
Bazen uğurböceğimiz gözden kaybolmadan çakılır gibi bir yerlere konar. Gider onu bulur ve ayrı heyecan aynı inançla bir kez daha uçururduk.
Uğur böceklerimiz o güne kadar, ne de o günden sonra, ne bana ne başkasına hiçbir zaman bir kerecikte olsa bir kırmızı çizme getirmedi. Ve biz neden getirmedin diye hiçbir böceğe sitem etmedik. Çünkü o bizim umut taşıyıcımızdı. Dileklerimizin küçüğüne büyüğüne, imkanlı ve imkansız olmasına bakmadan sevgiyle, istekle, inançla- gerçekleştirmek için- uçuyorlardı. Ve biz bunun tanıklarıydık. Daha ne diyebilirdik. Bu kadarı bize yeter de artardı.
Ve şimdi biz olduk uğurböceği. Halkımız tüm dileklerini kulağımıza fısıldayarak bizi dağlara uçurdu. Umut yüklendi, her yanımıza kandan kanatlar yaptık, kendimize halkımızın özlemlerine, umutlarına, dileklerine cevap olamazsak da vazgeçmedi, bizden. Sevgisini esirgemedi çünkü halkımız biliyor. Bir kırmızı çizme getiremezsek de, kendimizi çizme yapıp ayaklarına giydireceğiz, sonsuza dek çocukların parmaklarında mavi göklere uçan uğurböcekleri olarak yaşamaya devam edeceğiz. Ve biz hoşça kal demeden onlar güle güle uçan böceklerimiz diyecekler.
Şehit Zerdeşt Dersimi-Ali Gezer
- Ayrıntılar
Sabah uyandık. Rojbaş’ı kaçırmışız. Son bir yıldır olduğu gibi her uyanışımda hala bulunduğum mekânı algılamakta zorlanıyorum. Kendime sorduğum ilk soru, hep nerdeyim oluyor. O kadar çok bekledim. O kadar uzun ve yorucuydu ki yolculuk. Bittiğine inanamıyorum. Mavi ile çepeçevre çevrelenmişim. Sırt üstü uzanmışım. Altımda incecik bir minder. Üzerimde uzun tüylü bir battaniye. Yanı başımda bir battaniyenin altında koskoca bir tepe horulduyor.
Tünelden ince bir ışık sızıyor. Bu mavinin altında, bu sırtımı yasladığım mavide güneş bu kadar kısık olmamalı diyorum. Uzak olmamalı diyorum. Hadi taban gök mavisi ama bu sırtımı dayadığım mavi neyin mavisi. Sırtını maviye dayamak ne demek? Hangi maviye dayar insan sırtını? Nesneleri algılamakta zorlansam da içimden sırtımı dayadığım maviye gök mavisi, deniz mavisi diyesim geliyor. Her şey neden bu kadar mavi? Sonra dağların diline iyice yerleşmiş yeni bir söz gelip dağıtıyor bütün bilinmezlikleri. Nedenlere takılma, bütün halklar baharda şimdi. Üstelik dağdaysan böyle bir halklar zamanında keyfini çıkar her şeyin.
Kollarımı çıkarıp battaniyenin altından gerinip esniyorum. Ayaklarımın ucuna yerleşen ve bedeninin sıcaklığını ayaklarımda hissettiğim, birbirimize iyice alışmaya başladığımız Nazê de aynı şeyi yapıyor. Keyifle geriniyor. Yanımdaki tepe kımıldıyor yerinden. Tepenin üzerindeki battaniye hafifçe aşağı kayıyor. Benim keçel, onun tarama sıkıntılı dediği kafası çıkıyor battaniyenin altından. Çatışmadan çıkmış gibi hemen dağılıyor mahmurluğu ve yüzüne yerleşmiş tanımlayamadığım her şey.
Ne yok ki! Acı, sıkıntı, hüzün, özlem, hasret, ironi ve bütün bunlara hep bulaşık duran, o dünyalar yıkan ve yaratan tebessüm. O da koroya katılıyor. Esniyor, geriniyor. Gözaltından bana bakıyor mavi loşluktan. Uzatılmış bir rojbaş çekiyor. Ben de rojbaş diyorum. ‘İyi uyumadın galiba’ diyor. ‘Yok fena değildi’ diyorum. Gülümsüyor. Lafı değiştirmeye çalışıyorum. Bir sigara yakıyor. ‘Yıllar sonra bu sigarayı iyice bırakmayı düşünüyorum’ deyince derin bir nefes çıkarıyor sigarasından, gülümsemesinin kattığı dumanını üzerimden mavilere doğru savuruyor. ‘Hi hi… Anlıyorum’ diyor. ‘Bu yokuşlara kendini vuranların nefes nefese kaldıklarında akıllarına gelen ilk şey oluyor. Doğrusu da bu ya’ diyor.
‘Ben de bırakmak istiyorum ama kırk yıllık bir dostu, üstelik bu tepelerden dünyaya bakarken ve üstelik bulutlara karışırken dumanı bırakamıyorum bir türlü. Merak etme, tiryakiler için uzun bir süre böyle devam ediyor bu. Zağros yokuşları en tutkulu tiryakiyi bile kararsız bırakır tiryakiliğinde. Zirvelerdeyse ve karışıyorsa dumanı bulutlara, vallahi bırakmak zor oluyor bu meretin keyfini. Onun için bırakmayı düşünüyorsan en iyi yer inişlerdir. İnerken tekrar düşünürsün’ diyor.
Ne muhabbet ama… Yıllardır sinsice gelip bütün sohbetlerimize yerleşiyor bu meret. Gerçi dağlıların çoğu bırakmış sigarayı. Tek sıkıntıları doçka kalibreli sigaralar saramamak değil artık. Bir alışkanlıkla yaptıkları mücadeleyi örgütsel karara dönüştürmenin arifesindeler. Alışkanlıklarını kolay kolay aşamayan yenilerin sıkıntıya düşmemesi için erteliyorlar ha bire. Ama bu arada bir ADA’dan gelen eleştirilere de asla kayıtsız kalamıyorlar. Zaten örgüt yönetiminin çoğu bırakmış bile. Herkesi de hazırlıyorlar yavaş yavaş. Uzun sürmez bu meretin idam fermanı. Nikotin cephesinde durumlar hiç iyi değil anlayacağınız. Karşı-nikotin cephesi ise iyice örgütlenmiş ve kararlı bu sefer. Hızlı cephe değiştirmenin utangaçlığı olmasa, ben de hemen değiştireceğim cepheyi. Azınlıktayım şimdi. Bir sürü de sınırlama gelmiş. Kapalı yerde içilmiyor. Gece tümden yasak. İçmeyenler çoğunlukta olduğu için, etrafa yayılan dumanı elleriyle bir düşman tepesini düşüren saldırı grubu gibi savurup duruyorlar.
Bu arada aldığım soğuğun da etkisiyle ta ciğerlerimden öksürüyorum. Nikotin cephesinin lider takımından olan yanımdaki yaşlı olanı iyice gülümsüyor. ‘Tüh! Bir mevzimiz düşmüş bile. Bütün gerekçelerini de oluşturmuşsun. Üstelik bu cephe yanlış ve yenilgiye mahkum bir cephe. Utanma, değiştir cepheyi. Bu dağların güzel havasına hasret kalmışsın. Bir kapitalizm hastalığı olan nikotin dumanını bulaştırmadan solu bu havayı’ Biraz şaşırıyorum. Galiba sadece zayıflamamış nikotin-cephesi, çökmenin eşiğinde. Yanımdaki, nikotin-cephesi yazılarını bildiği için ve cephenin eskiden en sıkı elemanlarından olduğu için ‘ya çaktırma ama ben bile bu kavgada yenilginin eşiğindeyim. Her şey bize karşı. Ciğerlerimiz bile isyandaysa yenilgi kaçınılmaz gibi görünüyor’ diyor. Gülüşüyoruz.
Çok alışık olduğum bu nikotin muhabbeti etrafımı biraz daha iyi algılamama neden oluyor. Mavi bir mağaradayım şimdi. Uzun tünellerden geçilerek girilen mağara odaların vazgeçilmez rengi mavi. Hiç kimse ve hiçbir şey onları koparamıyor mavilerden. Bir biçimde mavileşmenin ve dünyayı mavileştirmenin yolunu buluyorlar. Sadece gökyüzü ve denizlerin maviliğiyle yetinmiyor gibiler. Yerin altını bile mavileştiriyorlar. Hem de çepeçevre mavileştiriyorlar. Bütün, ‘dağdan insinler’ çağrılarına inat ha bire yerleşme ve güzelleştirme çabasındalar dağları. Bu bazılarını ürkütüyor galiba. Bu deniz mavisi, gök mavisi yerin altında inşa edilmiş masmavi dünyalarda, masmavi çocuklarla mavileşiyor yüreğim. Mavinin ışıltısı ürkütebilir Orta Doğu’nun karanlık politika labirentlerinde gözleri karanlığa alışmış olanları. Ama yüreği maviliklere hasret olanlar için her şeyi mavileştirmek sadece bir duygusal mesele değil, romantizm bulaşsa da tamamen yeni dünyalar inşa etme projesi.
Projeyi tamamlamışlar. Çizilmiş ve tamamlanmış bir projenin inşaat sahasındayım şimdi.
Parmaklarım tuşlarda koşuştururken, tüneldeki ışıkta kaybolup beyazlara karışıyor bir tepe. Birazdan koşarcasına dalıyor içeri. Saçlarında ve sakallarında kar taneleri. Gülümsüyorum. ‘Kar mı yağıyor?’ diyorum. ‘Yok! Bırakmıyorsun ki uyuyalım. Sabahlara kadar sohbete tutarsan bizi, rojbaş’ı kaçırıyoruz. Üstelik rüyalarıma da siniyor bu sohbetler. Uyuşuklaşıyorum. Yüzümü kar şokunda temizlemek zorunda kalıyorum tembel uykulardan’ diyor.
Hepsi çocuk. Hep çocuk. Bir ‘Brr’ çekip yine yerleşiyor yanımdaki battaniyenin altına. ‘Eh nasıl buldun bizim fakirhaneyi! Rahat uyuyabiliyor musun? Üşümüyorsun değil mi?’ diyor. ‘Yo, gayet rahatım’ diyorum. ‘Biliyor musun, geç kaldık’ diyor. ‘Hi hi…’ diyorum. ‘Yok yok, rojbaş için demiyorum’ diyor. Anlamaya başlıyorum.
‘Daha yirmi yıl önce böyle mekânlar inşa etmemizi istemişti bizden kırk yıllık dağ hayalini hiç yitirmeyen. Geç kaldık. Ama geç de olsa başladık bu işe. Yeni yeni yerleşiyoruz. Zorla koparıldığımız, uzaklaştırıldığımız, yabancılaştırıldığımız dağlarımıza. Eskiden göçebe gibiydik biraz. Onun hep eleştirdiği naylon çadırlarda ve köy evleri gibi mangalarda ilişmiş gibiydik dağa. Şimdi iyice yerleşiyoruz. Kıyamete hazırlanıyoruz. Karşımızdakilerin teknik imkanlarını biliyoruz. Onlar bizi buradan sökmek, atmak istiyorlar. Biz ise iyice gömülüyoruz. Bak, yaptığımız bu şkeft bin yıllarca kalacak burada. Yaptığımız mevziler kayalara oyulu. Varsın atom bombası kullansınlar ki biz bunu da bekliyoruz onlardan. Ama hazırlanıyoruz işte. Onların sistemi çatırdıyor. Halklar ise bütün heyecanıyla bahardalar şimdi coğrafyamızda. Mümkün mü baharın yaşlı çocuklarının bu bahar bayramı isyanlarından paysız bırakılmaları. Biz bahar inşa ediyoruz dağın kalbinde. Koparılmak istendikçe bu dağlardan, biz ha bire daha derinlere gömüyoruz kendimizi. Bahara hazırlanmıyoruz. Asıl büyük baharı hazırlıyoruz biz’ diyor.
Gözlerim maviliklerde dolaşıyor. Kim maviliklere gömülmek istenmez ki! Yanımdaki iyice alıştığım hallerinde. Kucağımdaki ekrana bir göz atıyor. Son cümleyi gösteriyorum. Bir kahkaha patlıyor kulaklarımda. Kahretsin, yine şaşkınlık şoklarının uçurumuna düşüyorum. Dönüp bakıyorum. Ben şaşkın, o kahkahada. ‘Harika’ diyor. ‘Ama keşke o tuşlara dokunabilip iki laf da ben edebilseydim. Görürdün senin o güzel metaforunun başına ne getirirdim’ diyor. İyice şaşırıyorum. ‘Buyurun, sen söyle ben yazayım’ diyorum kendimden emin ve şaşkınlığımı gidermenin çabasında. ‘Tamam, ruhun mavilere gömülmüş ve gözlerin mavileşmiş ama niye şu üzerindeki asıl gömülü olduğun kahverengi battaniyeyi yazmıyorsun? Üstelik de sen daha kahvaltı yapmadan millet öğlen yemeğine çağırıyor bizi’ diyor.
Nazê içeri giriyor. Gelip yanımdaki tepenin iyice tepeleşmiş olan göbeğinin üzerine usulca yerleşiyor. Beni bırakıp Nazê ile konuşmaya başlıyor. ‘Bak, Nazê yemeğini yemiş bile. Şimdi tek rakibi sensin biliyor musun? Bu şkeftin en büyük keyfiyetçisi olduğu için seviyoruz hepimiz Nazê’yi. Keyif almadığın bir yerde yaşayacak kadar ahmak sanıp dağdan inmemizi istiyor bazı…’ Ağız dolusu yine. Allah var, bu ağız dolusu ve galiz küfürleri düşmanım duysun istemezdim. Sonra biraz sakinleşip Nazê’nin başını okşuyor. Nazê’ye, ‘Bak bu Jêhat’la sakın ahbap çavuşluk yapma’ diyor. ‘Adam üç gündür burada, hemen öyle bir yerleşti ki keyfiyette ve keyfiyetçilikte rakibin olmaya aday. Biliyorsun, kıskancız biz mesele dağlar olunca. Her şeyini paylaşırız dağların ama keyfini kaptırmayız kimseye. Bizden daha çok keyif alan birini görünce hem kıskanır, hem seviniriz yeni bir dağlı bulduğumuz için’ diyor.
Bana dönüyor, ‘Galiba seni uyandırmanın yolunu biliyorum. Çık o gömüldüğün battaniyeden. Git, biraz kara göm kendini. Yüzünü karla yıka. Gözlerindeki maviliği daha bir ışıltılı yapar kar’ın beyazı’ diyor. Ben kucağımdan indirip siyah karlar düşmüş beyaz ekranı tünele yöneliyorum. ‘Nereye?’ diyor. ‘Dışarıya açılan tünel diğeri’ Bu sefer ben patlatıyorum kahkahayı. ‘Yaw heval bırak gözlerimi, önce burnuma sinen bu kekik ve soryaz kokusuyla ve közde yanmış iki ekmekle midemi ışıtayım da sonra icabına bakarız gözlerin’ diyorum. O da patlatıyor bir kahkaha.
Dağların kalbindeki mavi dünyamızı masmavi kahkahalar dolduruyor. Mavilerdeyim şimdi. Dokunmayın keyfime… Üstelik silikon yığınından Kazancı Bedih’in sesi yükseliyor. Yarı Farsça, yarı Türkçe ‘gökyüzünden cevher yağsa, bir parça düşmez fakirin evine’ diyor. Ama kusura bakmasın Kazancı Bedih hemşerimiz bu gökten yağan bütün güzellikler ve cevherler bizim ‘fakirhane’ye yağıyor. Sadece yağanlar değil, masmavi gök, masmavi okyanuslar yağıyor gözlerimize, yüreğimize ve tenimize.
Dedim ya, dağda ve maviliklerin ışıltısındayım şimdi. Bırakın keyfini çıkarayım. Belki bu kara puntolarda fakir olan halkımın fakirhanelerine de bir katre düşürebilirim heyecanında parmaklarım. Ulaştırabildiysem, keyfime keyif kattınız. Bir katre de olsa mavilikler düşmüşse fakirhanenize siz de keyfini çıkarın. Mavi bir bahar geliyor. Keyifli halaylarına katılmamazlık etmeyin. Bablekan oyunundaki ayaklarınızın çıkaracağı toz, dünyayı maviye kessin. Bu mavi dünyanın keyfini bütün dünyalılar çıkarsın. Keyfinize bakın. Her şey mavi olacak…
Jêhat Bêrtî
- Ayrıntılar
Her insan doğduğunda doğduğu yerin ve mensup olduğu halkın içinde bulunduğu durumla eş değer bir gelişim gösteriyor. Tabi Kürt halkı için yaşamın adının ‘’ÖLÜM’’ olduğu gerçeğini unutmadan, hep yalan yanlış bir tarihle yaşamaya inandırılmışlık üzerinde her türlü soykırımların denendiği, kendi kimliğimizin, gerçeğimizin dışında bir yaşam mücadelesi içinde yaşamaya, aslında yaşamamaya mahkum bırakılmış yaşam biçimini bizler de kapitalist modernite sisteminin ördüğü ağlar içinde sürüklenerek yaşamaya çalışıyorduk. İnsanlar isimlerini koyamadığı şeylerin karşısında nasıl davranacaklarını ve kendilerini nasıl savunacaklarını bilemezler. Bu kadar yalan bir dünyada bir de kişilik ve aile çarpıklığı eklenince içinden çıkılması zor yaşamlar yaşanıyor.
Kürdistan, tarihe ve insanlığa analık yapmış gerçeklik, bağımsızlığın ve özgürlüğün sonlanmaz olanı, tarihin ardı arkası kesilmeyen iktidar ve özgürlük ikileminin yol açtığı savaşların en büyük tanığı, Hz. İbrahim’in halkına isyan etmeyi öğrettiği yer, İskender’e geçit vermeyen coğrafyasıyla halkların umudu ve dünyanın akan kanına kan bulma yeridir. Kürdistan halkı bu paha biçilmez zenginlikler üzerinde yaşayan dünyanın en eski özgür halkı olduğundan dolayı hegomonik güçler için hep tehdit olmuştur. Bizler için yaşam hakkı hiç olmamıştır. Her zaman soykırımlardan katliamlardan geçirilmiş, sessiz ve etkisiz kılınıncaya kadar, her türlü asimilasyon, imha ve inkar politikaları uygulanmıştır. Tüm bu insanlık dışı uygulamalar ve canavarlaşan sistem karşısında Kürtler kendi varlıklarını muhafaza edebilmek için her zaman bir biçimiyle direnmişler ve kesinlikle teslimiyeti kabul etmemişlerdir. Nasıl ki şimdi özgürlük mücadelemizin en büyük dostu dağlarsa, o zaman da Kürtler’in en büyük meşru savunmaları dağlara çekilerek yapılmış, bu şekilde kendi hayatlarını, gelenek ve göreneklerini koruyabilmişlerdir. Kürtler böylesi eski bir tarihe ve özgür yaşama mücadelesine sahiptirler. Kürtlerin neolitik devrimden sonra özgür yaşama sahip olmamasındaki en büyük engel, işbirlikçi-teslimiyetçi önderlerdir. Bunların iktidara benzeşerek Kürt toplumunun çıkarları yerine kendi dar menfaatlerinin etrafında hareket etmeleri, bölge ve aşiret kısır döngüsünden kurtulamamaları, halka bu şekilde öncülük yapmalarından dolayı bir türlü akan kan durmamış, Kürt halkı insanlık tarihi içerisindeki hak ettiği yeri alamamıştır. Sistem Kürtlerin askeri ve isyancı yönlerini bildiği için, Kürtleri hep parçalı bırakarak ve çok küçük tavizler karşılığında yaralı biçimde tutarak kendi hükümranlığını sürdürmüştür.
Önderliksel çıkış, hem kendi Kürt gerçekliğimizi hem de yok edilmemiz üzerine yapılan hesapları ve imha-inkar siyasetini açıkça bize göstererek, bundan sonra Kürt halkının kendi özgürlüğü için savaşmaktan başka çaresinin kalmadığını, bunun da ancak Önderlik etrafındaki PKK saflarında olduğunu net bir şekilde gösterdi. Kürtler, kapitalizmin Ortadoğu ve özellikle Kürdistan’da ördüğü sistemin ağlarını ancak ahlaki ve politik toplumun öncüsü olma rolünü alan ve bunun için büyük bedeller veren PKK sayesinde iyi anlayıp, onunla hareket ederek dünyada hak etmiş oldukları yeri alabilirler.
Zaten içinde bulunduğumuz zaman diliminde kapitalizmin ulus–devlet anlayışı tamamen bir çıkmaza girmiş durumdadır. Kendini tümüyle deşifre etmiş bir sistem son çırpınışlarını yaşarken, insanlığın doğuş beşiği olan Ortadoğu halkları da artık kendi hür ve özgür iradeleri ile yaşamak için baş kaldırmış bulunuyorlar. İnsanlar ardı arkası kesilmeyen özgür yaşam tutkuları ve kendilerine yeni nefes boruları açmak için mücadele veriyorlar. Bir gencin kendini ateşe vermesi ile adeta domino taşı gibi ulus- devlet anlayışları bir bir yıkılıyor. Tabii sistem boş durmuyor ve bu onurlu halk direnişlerinden kendine pay çıkarmak için Truva atı rolünü oynayacak kesimlere yönelik desteklerini artırdıkları göz önündedir. Bu yeni Ortadoğu dizaynını en çok etkileyecek kesim PKK olacağından, ABD’in uşakları ve T.C. her şekilde Kürtleri kıskaca almaya çalışıyorlar. Hegonomik güç şunu biliyor; Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarının çoğu örgütsüz, öncüsüz ve ideolojisiz, yani kapitalizme herhangi alternatif sistemleri yok. Kürt halkı ise Önder Apo etrafında örgütlü, ideolojik-askeri düzeyde kazandığı birikimi ve mücadele tarzıyla sisteme alternatif, demokratik moderniteyi kurmada son derece kararlı, inançlı ve tecrübelidir. İşte sistemin belini kıracak olan budur. Kürtlere karşı yapılan tüm soykırım ve katliamlara karşı dünya üç maymunları oynuyor. Ortadoğu yeniden şekillenirken Kürtler ne pahasına olursa olsun bu sefer hak ettikleri özgür yaşama kavuşacaklardır. Arap baharı diye nitelendirilen sürece Kürtler damgasını vuracaktır. PKK, Kürt halkının gücüne dayanarak yarattığı muazzam direniş geleneği sayesinde hiçbir güce dayanmadan halkların demokratik konfederal sistemini kuracaktır. Yeter ki demokrasi, sosyalizm ve özgür yaşam için mücadele veren onur, şahsiyet, şeref ve namus sahibi insanlar, topluluklar olsun. Halkların birliktelik gücünün önünde duracak hiçbir teknoloji ve sistem yoktur.
T.C tüm sistemini Kürleri yok etme ve Türkleştirme üzerine kurmuştur. Su yatağını ve kendini akıtacağı yeri mutlaka bulur. Bu suyun içinde çok şey sürüklenir. Bazen hırçın akar ve önündeki her şeyi sürükler, bazen normal akar -bu da bazı şeyleri sürükleme gücüne sahiptir- bazen de çok durgundur kendi ile hiç bir şey sürükleyemez. Fakat balıklar suda kendilerine bir yaşam yönü ve doğrultusu çizmişlerdir. Balıkların yaşamı bu suya bağlıdır. Yani bunlar için yaşam suyun hızı kadar, kendi güçlerine ve iradelerine de bağlıdır. PKK de gittikçe çoğalan bir damla gibi başladı. Her geçen gün kendine yeni kollar katarak önünde durulması güç olan bir debi oluşturdu. PKK’de önemli olan, partinin hızı kadar bireyin de hızıdır. Bitmemesi ve tükenmemesi bu iki doğrultunun aynı hıza ve tempoya ulaşması sayesinde sağlanabilir. Kişinin hızı dediğimiz şey ise; bağlılığı, kararlılığı, inancı ve iradesidir. Yoksa genel bir ölçü her zaman vardır. Bu zaten inkar da edilemez.
Ben birey olarak bu dağlara, vermiş olduğum kararlara ulaştığımda, bunun bir hızının olması gerektiğini ve sadece sürüklenerek değil çok kulaç atarak doğrultuya gitmenin kararlılığı ile yaşama katılmaya, Önderlik gerçeğini anlamaya, gerillanın büyük kahramanlıklarla kanıtladığı mücadelesine bağlılığımı güçlendirmeye ve yoldaşlığına olan büyük inancımla, özgür Kürt ve Kürdistan’ı yaratmaya olan büyük umudumla pratiğimi geliştirmeye çalıştım. Fakat kişilik yetmezliklerim, sorunlarım, siyasal-askeri ve örgütsel eksikliklerim oldu. Tabii içinden geldiğimiz sistemin etkilerinden kurtulmak çok kolay olmuyor. Örgütü çok zorladığımız konuların başında zaten eski alışkanlıklarımızı değiştirmemizdeki zayıflıklardır. Kapitalizmin hiçleştirdiği ve bireycileştirdiği bir toplumdan kopup tam tersi bir sisteme geldiğinde insan da mutlaka zorlanmalar olacak. İçinde olduğum çevrenin ve ailemin etkisi bende epey hissediliyordu. Ailem Gever’in en yerli ailelerindendir. Bu özelliklerinden dolayı ne tam sistemle bir olmasından ne de tam bir yurtseverlikten bahsedilebilinir. Feodal-liberal ve küçük burjuva özellikleri bir arada yaşanıyordu. Şu açık ki, içinde olduğumuz bölgenin gerçekliğinden kopuk olmamız da beklenemezdi. Ben lise yıllarında çalışmalara katıldım. Her yeni bir şey yaptığımda ilgim ve merakım daha çok artıyordu. Bu durum legal çalışmalar derken illegal çalışmalarda baya kendini hissettirirdi. Şunu açık söylemek gerekirse; illegal çalışmalar beni daha çok çekiyordu. Dediğim gibi ailemin durumu daha çok uzaktan bakan, yani Kürdistan adına bir şey olacaksa bizim çocuğumuz olmasın zaten biz oyumuzu veriyoruz bizden bu kadar, yaklaşımı vardı. Beni de bu şekilde etkilemeye çalışıyorlardı. Herhalde çevreden aldığım en iyi özellik doğru gördüğüm şeyin kararını verip o şekilde devam etmemdi. Ailem bu yönümü çok iyi biliyordu. Gittikçe evde siyasi konuları daha açık konuşur ve tartışır hale geldim. Ailemde gözle görülür değişimler yaşanıyordu, bu beni daha çok sevindiriyordu. Nasıl Önderlik ilk gruptan sonra herkesi kendi aile çevresinden örgütlemeye başladıysa ben de az da olsa bunu yapmaya çalıştım. PKK’nin mücadele gerçekliği beni etkilediği kadar ailemi de etkiliyordu. Belki sistem içerisindeki yaşamımda yaşadığım en büyük heyecan ve mutluluklardan biriydi. Benim için katılmak artık kaçınılmazdı. Daha evdeyken bir sözüm vardı: Eğer gerçekten katılma kararı almışsam ve bunu gerçekleştirmişsem, bu mücadeleyi en üst düzeyde yürüteceğim ve ne olursa olsun hiç bir zaman PKK dışında bir yaşamı kabul etmeyeceğim. Benim için bir şeye karar vermek demek mutlaka onun gerçekleşmesi demekti. PKK’de olmakla PKK’ye çalışmanın arasındaki farkı çok iyi hissettim. Örgüt içinde benim de artık bir yurtseverden çok bir militan gibi davranmam gerektiği ve sorumluluklarımı en iyi şekilde yerine getirmem gerektiği yoğunlaşmaları beni hep zinde tuttu. Yani anlayacağınız o küçük dünyamdan çıkıp PKK’nin büyük okyanusunda yol aldıkça ne kadar cüce olduğumu hissettim. Kişilik sorunlarım beni baya bir zorladı. Sistemde zorluklardan ve güçlü şeylerden hep kaçıyordum. PKK’de ne olduysa zorluklar hep hoşuma gitmeye başladı. Kendimle olan mücadeleyi artık iliklerime kadar hissediyor ve vazgeçmiyordum. Nasıl söylesem tamamen kendine hayran bırakan bir Önderlik, PKK ve halk gerçekliği yaşıyordum. İnsanın neler yapabileceğine ve insan gücünün sınırsızlığına ilk defa PKK içinde tanık oldum. Sistemdeki aile, arkadaşlık, aşk, dostluk, yurt sevgisi insanı hiçleştirmeye ve bunalıma sürüklerken PKK’ de büyük özgürlük tutkusuna, aşk derecesinde yurt sevgisine, birbirini yücelten büyük yoldaşlık ilişkilerine, insanda yaşamak için büyük bir irade kararlılık, inanç ve bağlılık geliştirdiğini fark ettiğimde benim için kendimizi kandıran yalan gerçekliklerin ve bir türlü doğru bir militan kişiliğine kavuşamamanın bahaneleri artık tamamen ortadan kalkmıştı. Ben kişilik gerçekliğimin gerçekliğine, PKK gerçekliğinin gerçeği içinde gerçeğimin gittikçe gerçek olduğunun gerçekliğine, Önderlik gerçekliğine yavaş yavaş yaklaşıyordum.
Bir gün dört tane kelebek karşılarında bir şeylerin olduğunu (ateşin yandığını) görürler, hepsi farklı yorumlar. Bu şeyin ne anlama geldiğini öğrenmek isterler ve yola koyulurlar. Birincisi ateşin etrafı aydınlattığını, ikincisi ısı verdiğini, üçüncüsü biraz daha yaklaşır kanatlarının yandığının ve o da tam içine girmeden yakıcı olduğunu anlar ve gelir. Dördüncü kelebeğe söylerler fakat dördüncü kelebek bunların tam bir anlam ifade etmediğini görür. Çünkü hiç biri ateşin tam içine girmemiş “O’’ anı yaşamamıştır. Son kelebek yola koyulur, ateşe her yaklaştığında farklı anlamlar çıkarır ve gittikçe arkadaşlarının söylediklerini görür, hisseder ve hep daha ileriye gider ateşin aydınlattığını, ısıttığını ve yakıcı olduğunu anlar ama onu çeken bir hakikat vardır, o da devam eder ve ateşin içine girer. Ateşin gerçek sırrına ulaşır. Ve mutluluk içinde kanatlarını çırpar. Çünkü o can’ı pahasına bile olsa hakikate ulaşmıştır. Önderlik hakikate ulaşmış bir kişilik olarak karşımızda ve bizi hakikate çağırıyor. O anı yaşamak ve ölümsüzleştirmek gerekiyor. Oraya ulaşmak için Önderlik felsefesi ve ideolojisinden mayalanarak PKK’de gördüğüm yaşamın gerçek sırrı ve yaşam bilincini yüksek kavrama düzeyi doğrultusunda yürümek ve o anı kanatlarımı çırpıp özgürlüğe ulaşmanın eylemi içinde olmak istiyorum. Önderliği anımsatan, anlatan, yaşayan, yaşatan, hisseden ve pratikleştiren herkes ve her şey beni daha çok kendine çekiyor. Her yönüyle anlamlandırma beni daha çok eylemli kılınmaya yetiyor. Kendimi ve Kürt gerçekliğini tanımama yol açan Önderlik gerçeğine karşı kişi olarak kendimi daha pratikleştirerek eylemli kılmak az da olsa cevap olmak istiyorum.
İnsanlar kendilerine mutluluk getiren şeyler için muazzam anlamlar biçerler. Bunlar kimisi için yaşamın anlamı, kimisi için özgür yaşam, kimisi için bir aile kurma, kimisi için iktidar olma. Herkesin farklı bir mutluluk payesi vardır. Tabi biz Kürtler ve APOCU fedai militan olma yolundaki adaylar için en büyük mutluluk ve heyecan Önderliğin, demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü toplum paradigmasını oluşturmaktır. Ben de bu gerçeklikler karşısında kişiliğimi, duruşumu ve Kürdistanlı olarak her şeyimi gözden geçirip “kendini bilme, tüm bilmelerin temelidir’’ deyişiyle, yüksek erdemlilik ve hakikat savaşçılığına ben de eylemimle az da olsa bir katkıda bulunmaktan başka hiç bir şey düşünmüyorum. En son Önderlik üzerinde uygulanan tecride karşı bedenlerini ateşe veren ve fedai militan duruşu ile eyleme giden ve eylem yapanlar, artık bize tamamen yüksek düzeyde Önderliği sahiplenme ve savaşmamız gerektiğini gösterdiler. Örgüt hem halkı hem de kadrolarını bu şekilde eğitiyor ve hazırlıyor. Fakat biz kadroların tarihi sorumluluğu yüklenme ve pratikleştirmedeki zayıflıklarımız buna engel oldukça düşman da bundan yararlanarak daha alçakça Önderliğimize yükleniyor. Onur ve şeref sahibi hiç kimse bunu kabul edemez. Belki eskiden Kürtler sadece askeri yönlerini kullanarak bazı isyanlar yapmışlardır. Fakat Önderlik gerçeği Kürtlerin bu özelliklerine yeni bir yaşam felsefesi ve ideolojisi ekleyerek örgütlü bir halk hareketi ortaya çıkardı. TC’nin tüm saldırılarına rağmen bunun bedeli ne olursa olsun Önderlik ilkelerinden ve tutarlı duruşundan tek bir adım bile geri atmadı. Önderliğimizin ilkeli ve açık olan mesajları ile özgürlük hareketimizin topyekûn direniş çağrısı temelinde imha ve inkara karşı büyük özgürlük savaşı; yok edilmeye karşı her alanda var olduğumuzu, sessizleştirmeye ve silikleştirmeye cevap niteliğinde her yerde sesini Kürtçe duyurma ve olduğumuz her alanı özgür direniş kalesine çevirme, siyasi ve askeri bir bütünlük temelinde devrimci halk savaşını gerçekleştirerek eskinin özgür ve kimseye boyun eğmeyen binyıllarca kendi toprakları ve yurtları üzerinde özgür yaşamış Kürt halkı için yeniden özgür olma ve bu bilinci bize kazandıran tüm bu mirasın kurucusu olan Önderliğimizin fiziki özgürlüğünü gerçekleştirmenin çağrısıdır. Önderliğimizin ve Kürdistan’ın özgürlüğü için her yerde örgütlenmiş parti gerçekliğini, örgütlenmiş ve pratikleşmiş halk gerçekliğini, bunları gerçekleştirecek olan bizlerin yani PKK’nin militan kadrosunun dördüncü dönemin militan görev ve sorumluluğunu büyük bir tarza dönüştürüp kendimizde içselleştirerek ve pratikleştirerek gerçekleştirebiliriz. Bu dördüncü stratejik dönemin bize verdiği APOCU fedai militan perspektifidir.
Bize dayatılan ölümü PKK ile yaşama çevirerek, özgür yarınları inşa etme temelinde kanımın son damlasına kadar büyük intikam eylemcisi ve savaşçısı olacağım. Ulus-devlet ve TC’nin bize açıkça savaşmadan özgürlüğün geçekleşemeyeceğini göstermektedir. Benim için Önderliğe ulaşmak; yaşama doğru bir anlam biçmek ve bu gerçeklikler karşısında kendimi sorumlu görmektir. Biz savaşımımız ve mücadelemizdeki kararlılıkla büyüdük, halkımıza özgürlük tohumları ektik. Son zamanlarda artık tamamen kendi sistemimizi gerçekleştiriyoruz. Önderliğin belirlediği ilkeler doğrultusunda düşman yola gelirlerse gelir, gelmezse artık Parti tamamen devrimci halk savaşını devreye koyacaktır. Yani bu yıl, 2012 artık Kürtlerin özgür yaşam yıllı olacaktır. Birey olarak devletin hiç bir zaman samimi olduğuna ve olacağına da inanmıyorum. Çünkü Türkiye’nin tarihi hep komplo ve katliamlar ile dolu. Aslında tüm sistemler yani devletin var olduğu tüm sistemler Kürtlerin yok edilmesine bağlıdır. Bir Kürt olarak bu devletten hiç bir şey beklemiyorum ve zaten PKK de bundan dolayı Kürtler’in ve ezilen halkların hakkını bir bir mücadele vererek alıyor.
Örgütte olduğum süreden içinde örgütün büyük emeği ve çabasına, halkımızın düşman gerçekliği karşısındaki duruşuna, cezaevlerindeki yoldaşlarımızın kendi dillerine ve özgür yaşama olan bağlılıklarındaki irade ve ısrarlı duruşuna, gerillanın büyük mücadelesine ve bunların hepsinin yaratıcısı olan Önderliğin duruşu, kişiliği ve gerçekliği karşısında kişi olarak ancak fedai eylemle cevap olabilirim. Ne kadar cevap olabilirim onu bilemem. Süreç kendini işe doğru verme ve gereklerini yerine getirme zamanıdır. Düşman bizi toplum olarak hep yaralı bırakmaya çalıştı. Fakat şu bir gerçek ki yaralarımızı bir bir sarıyoruz. Kendi yarasını kendi iyileştiren her canlı mutlaka intikamını alır. PKK de Kürt halkının tarihi intikamını mutlaka alacaktır. Ben de birey olarak bu gerçeklikler karşısında bu anlamlı ve büyük mücadeleye eylemim ile cevap olmak istiyorum. Kahraman şehitlerimizden M. Hayri Durmuş arkadaşın “Mezar taşıma halkımın borçlusuyum’’ diye yazılmasındaki büyük görev anlayışı ve sorumluluğu, Mazlum Doğan arkadaşın ihanete ve teslimiyete karşı “BERXWEDAN JîYANE’’ eyleminin inancı, Zilan arkadaşın doğru militanlaşan ve fedaileşen eyleminin iradesi, Beritan arkadaşın işbirlikçiliğe karşı Kürt kadınının Önderlik etrafındaki muazzam kararlılığı, Güneşimizi Karartamazsınız eylemini gerçekleştiren tüm yoldaşlar Önderliğe, özgür yaşama olan inanç ve umutlarını hep dile getirmiş ve pratikleştirmiştirler. Ben de büyük kahramanlarımızın ardılları olarak sizin şahsınızda yok edilmeye çalışılan özgür Kürt ve ilerici insanlığa olan tutkumu eylemimle selamlayacağım...
BU YAŞAMI YA ÖZGÜR YAŞAYACAĞIZ YADA BU YAŞAMI YAŞANMAMIŞ SAYACAĞIZ
DEVRİM BÜYÜK TUTKULARIN ESERİDİR
BÊ SEROK JİYAN NABE
ÖZGÜR KÜRT VE KÜRDİSTAN’IN YARATICISI ÖNDERLİĞİME;
Önderliğim, aslında şu an neler yazacağımı ve neler dile getireceğimi yine şaşırdım. Çünkü siz söz konusu olduğunuzda her şey düğümleniyor, sanki karşımdasınız da heyecandan donup kalmışım. Önderliğim sizin yaratmış olduğunuz PKK ve Kürt halkının içine tam girdiğimde, yaşadığım eksiklikleri, asimilasyonu, aldatılmışlığı, aile çarpıklığını ve sistemin düşürücülüğünü gördüm. Böylece sizi daha çok anlamaya çalıştım. Bu doğrultuda bir katılım sahibi olmaya çalıştım. Fakat bu katılımım tam istendiği gibi ya da sizin gerçekliğinizin, ölçülerinizin belirlediği düzeye ulaşmadı. Ben de sizin yaratmaya çalıştığınız yeni Kürt kişiliğinde kendi gerçekliğimi hissettiğim ve bu doğrultuda size daha çok yaklaştığımı görüyorum. Bu bana çok heyecan veriyor ve bu heyecanımın sizin çizmiş olduğunuz doğrultuda şekillenmesi için yaşamın hakikatini anlamada, özgür kişilik ve toplum yaratımında kendime daha çok yükleniyorum. Önderliğim, bu gerçekler karşısında yaşamımızın, kişiliğimizin gelişimini size borçlu olduğumu ve bu borcu azda olsa hafifletmek istiyorum. Önderliğim, 13 yıla yakındır düşmanın elindesiniz bunu dile getirmek bile bana çok zor geliyor. Alçak düşman belki sizi bizden ayırmaya çalıştı fakat yüreklerin birbiri için çarptığı kuşku götürmez bir gerçekliktir ki sizin yarattığınız mücadele zafere doğru ilerliyor. Önderliğim siz büyük çaba ve emekleriniz ile yaratmak istediğiniz özgür ve bilinçli toplumu ortaya çıkardınız. Bunların karşılığını hiç bir zaman veremeyeceğimiz ortadadır. Öyle ki size karşı gelişen her saldırıda, baskıda, tecritte kahraman gerilla ve Kürt halkı sizin için kendini ateş topuna çevirip düşmanı bertaraf ediyor. Bu sizin nasıl milyonlaştığınızın, toplumsallaştığınızın kanıtıdır. Önderliğim, ben de sizin bir militan adayınız olarak sorumluluklarımı ve görevimi yerine getirmek istiyorum. Size yapılan her baskı, tecrit, zehirlenme ve alçakça saldırılar, yarattığınız her bir gerillanın şahadete ulaşması, halkımızın her gördüğü işkence az değilmiş gibi özel savaş yöntemlerinin sanki hakkımızı verecekmiş gibi davranması karşısında kinim ve öfkem milyonlarca büyüyor. Önderliğim, kalbim bazen o kadar hızlı atıyor ki durdurmak bir yana daha da büyüyerek kendini düşmanda patlatmak ve bu düşmana amacımıza, size olan bağlılığımızın kararlılığına, özgür yaşama olan büyük tutkumuzun iradesini bir daha göstermek istiyorum. Belki tasvip etmediğiniz bir eylem ancak size yapılan alçak saldırılar, halkımızın her gün sokaklarda katledilmesi, yüce kahramanlık sergileyen yoldaşlarımın kahpece kimyasal silahlarla yok edilmeye çalışılması, bize doğanın kanunu olan ve amacımıza ulaşmak için mecburi zor kullanımını yani ölmemek için savaşmayı tek seçenek olarak önümüze koyuyorlar. Artık herkes Kürtlerin hiçbir şeye boyun eğmeyeceğini anlamalıdır. Önderliğim, ben de bu kadar başkası için olabilmeyi yani sizin ve Kürt halkının özgürlüğü için kendimi fedai eylem için hazır görüyorum. Her bir an daha yoğun duygular yaşıyorum ve bu yoğunlaşmaları sizin yarattığınızı bilerek sizi fedai eylemimle kendimde daha vazgeçilmez kılmak ve yaratmak istiyorum. Düşmanın yaptığı bu kadar şeyin mutlaka cevabı olmalı yoksa ne tarih ne biz kendimizi af etmeyeceğiz. Bu yüzden bunu gerçekleştireceğim, layıkıyla cevap olmaya çalışacağım. Ben gerçek kişiliğime veya bir başka değişle öz kimliğime PKK de ulaştım. Benim asıl adım ERİŞ AVENT GEVER DİR. Ve bu böyle kalacaktır. Sistemdeki, yalandan örülmüş yaşamdan ibaretti. Ne yazarsam yazayım sizi hissetmeden, yaşamadan, yaşatmadan söyleyeceğim her şey anlamsız kalabilir. Artık sözden çok eylem zamanıdır. Bundan dolayı yazdıklarımdan çok yapacaklarım sizi benden daha çok anlamlandıracaktır.
BE SEROK JîYAN NEBE
BîJî SEROK APO
Bi CAN Bi XWİN EM Bİ TERENE EY SEROK
ÖZGÜRLÜK İNANCI VE TUTKUSU İLE SAVAŞAN TÜM YOLDAŞLARA;
Önderliğimiz ve halkımız üzerinde uygulanan tecrit, soykırım ve katliamlar hat safhasına çıkmıştır. Belki düşman şuana kadar bizi tamamen yok edememiştir. Fakat şu da bir gerçek ki biz de düşmana ölümcül darbeyi vuramamışız. Şunu herkes biliyor ki: Gerilla savaşı ve böylesi coğrafya ile halkıyla bütünleşmiş bir hareket çabuk çabuk bitirilemez. Süreci zamana yayarak, bıkkınlık yaratarak halk üzerindeki etkimizi kırmak istiyorlar. Böl, parçala, yönet politikasını her zamankinden daha fazla uygulamaya çalışıyorlar. Kürt özgürlük mücadelesi fedai savaş tarzı ile gücünü ispatlamıştır. Tabii bireysel taktik yetmezliklerimiz, kişisel zayıflıklarımız ve sürecin hassasiyetine tam giremediğimizden örgütün istediği savaş düzeyini yakalayamadık. Bu da düşmana moral vermiştir. Klasik savaş tarzımızı aştığımızda Çele, Şemdinli, Farqin eylemlerindeki gibi sonuçlar ortadadır. Düşmanın özel savaş medyası ile sanki bitiriliyoruz gibi propaganda yapması aslında korku imparatorluğunun gittikçe daralmasıdır. Yine Kürt halkının şahlanan mücadelesinin getirdiği kazanımların korkusundan dolayı kendilerini hiç o rüyadan uyandırmak istemiyorlar.
Yoldaşlar, hiç bir zaman sizin Önderlik çizgisinde ve ideolojisindeki bağlılığınızda şüphem olmadı. Siz duruşunuzla, eyleminizle, pratiğinizle zafere büyük kilitlendiğinizi gösterdiniz, gösteriyoruz, göstereceğiz. Ben eylemime giderken sizin bu büyük inanç, irade, karalılık ve özgürlük tutkusu ile Önderlik paradigmasının korucu teminatı olduğunuzu ve bu yolda ne pahasına olursa olsun dönmeyeceğinizi bildiğim için eylemime çok büyük moral ve size yakışır bir yoldaş olmanın verdiği heyecanla yöneleceğim. PKK yoldaşlığı, tarihte az rastlanır bir durumdur, çünkü et ve tırnak gibi birbirinin olma söz konusu. Ben hiç bir mutluluğun, doğru yoldaşlık ve özgürlük savaşçısı olmanın verdiği gurur kadar değerli olduğunu sanmıyorum. Önderliğimiz boşuna yoldaşlığını muazzam, hassasiyet, duyarlılık ve inançla yoğurmadı. Bizler Önderliğimizin teminatı olmak zorundayız. Artık bizler kendimize orta düzeyde bir sahiplenmeyi kabul etmemeliyiz. Önderliğimize yapılan her baskıda T.C’ye kan kusturmalıyız. Kimse Önderlik etrafındaki ateş çemberinden geçip el uzatma cüretini bile göstermemelidir. Süreç çok kritik ve hassastır. Bizler de mücadele ve eylemlerimiz ile Önderliğimize karşı olan hassasiyetimizi ve duyarlılığımızı göstermeliyiz. En ufak bir şeyde bile kır ve kırsalda düşmana atacak adım hakkı vermemeliyiz. Önderliğimizin “24 saat gerillacılık’’ perspektifi ile sürece katılmalı ve bu süreci büyük eylem bilinci ile en yüksek seviye ye taşımaktan başka bir sorumluluğumuz olmadığını bilmeliyiz. Yaşamımızı Önderlik, hareket, halk ve mücadele uğruna gözümüzü kırpmadan veriyoruz. Biz ölüm bilincine vardığımız için yaşamımızı böyle taçlandırıyoruz. Bizler Haki’lerin, Kemal’lerin, Sema’ların, Zîlan’ların, Beritan’ların, Nuda’ların ve Harun’ların yoldaşıyız. Bu kahramanların yoldaşı olmak ancak onların izinde doğru bir militan kişiliğine ulaşmakla olunur. Bizler bunda kararlıyız ve onların başlattığı maraton koşusunun finalini ellerinden aldığımız bayraklar ile Önderliğe ulaştırmaya çalışacağız. Bizler için başka hiç bir şey söz konusu olamaz.
Değerli yoldaşlarım, sizinle geçirdiğim tek bir dakika bile bana çok heyecan vermiştir. İnanınki sizinle halaya durmak, sohbet etmek, yürümek ve dağlardaki o büyük haykırışlarımız bana tarifi imkansız duygular yaşattı. Şuna inanıyorum ki; biz birbirimiz ile o kadar bütünleşmişiz ki her bir yoldaşta binlerin yüreği çarpıyor. Sistemin bizden bu kadar korkması, var gücü ile saldırması bu yüce mücadele yoldaşlığındandır. Düşmanın belki çok şeyi yok etme imkanı var ama Önderliğin yarattığı yeni toplum biçiminin kurmay gücü ve uygulayıcısı PKK yoldaşlığını asla yok edemez. Örgütte iki şey için çok keşke dedim. Birincisi; Kuzey’de savaşmadığım için, fakat savaş alanlarında yoldaşlarımın yaptığı savaş akan kanıma az da olsa derman oluyordu. Benim için T.C devletine karşı savaşmak geçmişin intikamını almak çok farklı. İkincisi; PKK’ye daha erken katılmadığımdır. Ne mutlu bize, öyle bir halk gerçekliğimiz var ki çocuklarını tereddüt yaşamadan gönderiyor. Biz eylemimizle şehitlik mertebesine ulaşacağız ama inanıyoruz ki bizim yerimize gelenler Kürdistan özgürlük teminatı ve koruyucuları olarak gözümüzü arkada bırakmayacaklar.
ÖNDERLİK FELSEFESİ VE İDEOLOJİSİ İLE TANRIÇALAŞAN ZİLAN HEVALİN ÇİZGİSİNDE MÜCADELE EDEN ÖZGÜRLÜĞÜN YARATICILARI KADIN YOLDAŞLARA;
Önderlik nasıl Kürt halkını küllerinden yarattıysa kadının toplumdaki yerini yeniden alması ve özgür bir toplum için rolünü oynaması gerektiğini ortaya çıkararak Kürt kadını şahsında tanrıça kültürünü yeniden yarattı. Tabii ki Önderlik öyle bir gerçeklik ortaya çıkardı ki, toplumda en çok ezilen ve yok edilen kesim, dağlarda özgürlük mücadelesi ve halkı için inanılmadık işlere girişip ve gerçekleştirerek bu konudaki irade, bağlılık ve kararlılıklarını gösteriyorlar. Bizler PKK’yle birlikte kadının özgür olması hatta toplumdaki belirleyici rolünü oynaması gerektiğini anlamaya başladık. Erkek-iktidarcı bakış açısı ve geleneksel yönlerimden dolayı doğru bir cins mücadelesi yürütemedim. Ailemden aldığım bazı özelliklerim sanki yetecekmiş gibi davranmam ve kendimi böyle yansıtmam aslında yeterince zayıflığımın bilincinde olmadığımı gösterdi. Örgüt içinde belki kendimi korumaya çalıştım. Bu konuda bireycilik vardı, fakat cins mücadelesini doğru yürütemediğim kesindir. Fakat Önderlik öyle bir tanrıça kültürü yarattı ki, her şeye rağmen hem halk içinde hem de cins mücadelesinde büyük bir tempoyla yani özgür toplumu kurmadaki belirleyici rolünü ortaya koyuyor. Kadın savaş içerisindeki mücadelesi ile herkese ve her bakımdan kadının gücünü göstermiştir. Sokaklarda annelerimiz ve Kız kardeşlerimiz, dağlarda kadın yoldaşlarımız bu mücadelenin dinamik gücü olduklarını ortaya koydular. İnanıyorum ki Önderlik çizgisinde doğru bir cins mücadelesi ile dünyadaki tüm kadın ve erkeklere, Kürt kadınının tanrıça kültüründeki ısrarını ve toplumun korucu rolünü oynadığını gösterecektir. Tanrıçalaşan kadın şehitlerimiz, duruşları ile irade, fedai yaşam tarzı ve bağlılıkları ile bu potansiyeli açığa çıkarmıştır. Örgütün içinde Önderliğin yaratmaya çalıştığı özgür erkek ve kadın yaratımını tam yerine getiremediğimden dolayı başta tanrıçalaşan tüm şehitlerimize, kadın yoldaşlara ve tüm Kürt annelerine eylemimle özeleştirimi vermeye çalışacağım.
ONUR VE ŞEREFİYLE SAVAŞIP BÜYÜK DÖNÜŞÜMLER YAPAN KAHRAMAN KÜRT HALKINA;
Her millet ve toplumlar kendi özgürlükleri için savaştılar, savaşıyorlar ve şehit veriyorlar. Tabi biz hiçbir halkla kendimizi kıyaslanmayacak kadar katliamlardan, soykırımlardan geçirildik. Kürt ve Kürdistan kelimesi adına dünya üzerinde hiç bir şey bırakılmak istenmiyordu. Böyle bir zulme başkaldırmak öyle kolay olamazdı. Önderlik bir bir toplumun kangrenleşmiş haline çözüm bularak yeniden halkı diriltti. Kürt halkı yeniden dirilmenin verdiği ruhla özgürlük hareketine katıldı ve her şeyi ile destek oldu. Çünkü tarihte Kürtler hep kendi gelenekleri ile yaşamış ve gelişim göstermişledir. Ta ki Türkler Anadolu’ya gelip bizden yardım alıp, güç olana kadar. Kürtler için yaşam Türklerle aynı çıkarlar doğrultusundaydı. Fakat Türkler hiçbir zaman bize karşı samimi ve doğru yaklaşmamışlardır. Güç olduktan sonra bizi hep ikinci plana atmışlar ve asimile etmek için ellerinden geleni arkalarına koymamışlardır. Biz beraber içtiğimiz bir tas suyun değerini bilirken onlar o bir tas suyun içine zehir koymasını kendilerine layık görmüşlerdir. Kürtçe ve Kürt giysileri giymek suç sayılmış ve öldürülmüşsüz. Bizler Şeyh Saitleri, Seyit Rızaları, Alişerleri ve Koçgirileri unutmadık ve unutmayacağımız için bugün özgürlük mücadelesini durmadan yükseltiyoruz. Dünyada her halk kendi dilini konuşurken bizlere kendi dilimiz yasaklandı. Bir toplum kendi dili, rengi, cinsi ve kültürü ile yaşayamıyorsa, nasıl o toplumun var olduğunu söyleyebilirsiniz. İşte Kürtler için can alıcı nokta burasıdır. Yani Kürt ve Kürtlük adına ne varsa yok etmeye ve bizi de bu duruma mahkûmmuşuz gibi alıştırmaya çalışmışlar ki reflekslerimiz yok denilecek kadar azalmış. Başka bir yerde bir toplumun dilini, bayrağını, rengini inkar edin kıyametler kopar. TC yöneticileri gelip Amed’de Kürtçe medeniyet değil anadilde eğitim hakkı tanımayacağız diyor, bir başkası bizim bayrağımıza paçavra diyor, bir başkası Kürtlere her türlü soykırımı reva gören açıklamalar yapıyor ve bütün bunların karşısında biz sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyoruz. Biz bu kadar kendimiz olmaktan çıkarılmışız. Onur, gurur, şeref ve yurtseverliğe dair azıcık bir damarımız bile varsa bu bizim için her gün serhildan ve her yeri ayağa kaldırma gerekçesidir. Kürt halkının ayağa kalkması ve mücadelesine olan bağlılığı inanın tüm medeniyetlere örnek oluyor. Evlatlarını tereddütsüz özgürlük savaşına gönderiyorlar. Fakat Kürt ve Kürtlük adına hassasiyetimiz ve duyarlılığımız çok gelişmemiş. Hiç kimse gelip Amed gibi bir yerde gelip rahat rahat her şeyi konuşmamalı, bu onun ölüm fermanı olmalı, kimse gelip halkın seçtiği kişileri halkın içinden alma cesareti göstermemelidir. Kimse o değerli annelerimize dokunamamalıdır. Kimse mücadelemizin yaratıcısı olan Önderliğimize saldırı düşüncesini bile aklına getirme cesaretini gösterememelidir. Bunlar bizim her şeyi topyekun savaş alanına çevirme nedenimiz olmalıdır.
Kürt halkı kahramanlıkları ile mücadeleye her zaman sahip çıkmıştır. Fakat içinde olduğumuz süreç çok daha yüksek düzeyde sahiplenmeyi ve direnişi yükselmemizi gerektiriyor. Bu gereklilik tüm maddi ve manevi şeylerden önce gelmelidir. Artık Kürtler Önderlikleri ile özgür ve statüye kavuşmuş bir Kürdistan’da ne pahasına olursa olsun özgür yaşamalıdırlar. Bizim için bu süreç bunları gerçekleştirmeyi farz kılıyor. Bizler dünyanın en eski halkı olarak kendi hür ve özgür irademizle kendi kendimizi yönetmek ve yaşamak istiyoruz. Kürt halkı içine girdiği kararlılıkla bunu gerçekleştirecektir.
Gençler tarihe yön veren duruşları ile toplumun en dinamik gücü olduğunu ispatlamışlardır. Kürdistan gençleri için ise, artık her yeri eylem alanına çevirmeli ve gerilla saflarına katılarak mücadeleyi daha da başarıya götürmelidir. Kürt gençleri, Kürt halkı ve Önderliği etrafındaki ateş çemberini daha da büyüterek sürece katılmalı ve özgürlüğün teminatı olmalıdır.
Kürt halkının yükselen mücadelesi karşısında bizler gerilla olarak ancak pratiğimiz ve eylemlerimiz ile cevap olabiliriz. Kürt özgürlük gerillaları olarak Kürt halkının özgürlüğü için kanımızın son damlasına kadar hep mücadele edip savaşacağız. Eskiden Kürtlüğümüzden hep utanıyor, lanetlenmiş bir halk olarak gösterilip başımızı hep öne eğiyorduk. Fakat şimdi Kürtler özgürlükleri için savaşıyor ve mücadelesi ile var olduğunu gösteriyor. Artık kimseye karşı boynumuzu eğmeyeceğiz. Kim bizi kurbanlık koyun yerine koymaya çalışırsa biz onu kurbanlık yapmalıyız. Kürtler için derlerdi; iki Kürt yan yana geldi mi anlaşamazlar mutlaka kavga ederler. Önderlik öyle bir Kürt ruhu yarattı ki; şimdi her yerde milyonlarca Kürt aynı mücadele için ayağı kalkıyor. Bu büyük kalkışla beraber düşmana son darbeyi iyi vurmak gerekiyor. Bu bilinçle sizlerin bir evladı olarak, halkımın bu onurlu özgürlük mücadelesinin şehidi olmak benim için büyük bir görevdir.
Her yurtsever insan bu sürecin getirdiği görev ve sorumlulukla mücadele etmeli ve bulunduğu her evi, mahalleyi örgütlemeli ve direnişi geliştirmelidir. Şunu hiçbir Kürt unutmamalı: Kürtler hep yalnız bırakılmış ve kimsesizleştirmiş bir halktır, kimseden medet ummamalıyız. Bize yapılan her saldırı karşısında dünyanın gözü görmüyor, kulakları duymuyor, sesi çıkmıyor. Bu gerçekler bizi daha çok birbirimize bağlamalıdır. Ancak böyle özgürleşebiliriz.
AN AZADÎ AN AZADî
HERBİJîTEKOŞîNA AZADÎYA KURT
BÎJÎ PARTİYA KARKEREN KURDİSTAN
ÖNDERLİĞE ÖZGÜRLÜK KÜRDİSTANA SİYASİ STATÜ
BÊ SEROK JÎYAN NABE
AİLEME;
Her insan belirli bir bilinçlenmeden sonra bir amaç için yaşar. 20 yaşıma kadar size layık olmaya çalışarak hep yaşamımı düzenlemeye çalıştım. Sizin iyi bir çocuğunuz olmaya çalıştıkça aslında ülkemden ve halkımın gerçekliğinden uzaklaşıyordum. Yurt ve özgürlük sevdası gelişmiyordu. İnanın benim üzerimdeki emeğinizi ve çabanızı bildiğim için bunun cevabını ancak özgürlük mücadelesinde özgür yarınlar için savaşarak verebileceğimi düşünüyorum. Kimse kendi çevresinden bağımsız kendini ele alamaz. Sizi mutlaka özledim. Sizi andığım zamanlar çok oldu. Aslında şunu söylemek gerekirse; benim üzerimde belirli emekleriniz vardı. PKK ‘ye katılma kararımı biliyordunuz. Bilmenizi belki ilk başta istemiyordum. Ama zamanla iyi ki gitmeden bu konuları tartıştık ve bana katıldığınızı düşünüyorum. Yani size açık ve net bir biçimde neden katıldığımı söyledim. Örgüt içerisindeyken zamanla benim annem Kürdistan’ın değerli yurtsever anneleri olmaya başladı. Ailem ise Kürt halkı olmaya başladı. Evim gittikçe Kürdistan oldu. Hayatım gittikçe PKK oldu. Arkadaşlarım gittikçe özgürlük savaşçıları, yoldaşlarım oldu. Küçücük dünyam gittikçe evren oldu. Annemin iyi bir aile evladı olmaktan çok Önderliğin iyi bir militan adayı olma bilincim oldu. Aslında söylemek istediğim, PKK çok farklı ve ben halkım için savaşmak istedim. İnsan PKK’de çok değer ve bilinç kazanıyor. Kazandıkça daha çok seviyorsun. Örgüt kimseye zorla iş yaptırmaz ama beni savaşa göndermesi için örgütü bir hayli zorladım. Yarın eylem haberimi duyarsanız inanın bu benim istemim ve örgüte dayatmamla olmuştur. Kim ne derse desin bunların dışındaki hiçbir şeye inanmayın. Anne biliyorsun, ben en gizli şeylerimi de sana söyledim. O zaman nasılsa şimdi de bunu böyle başın dik bir şekilde tilililer çekerek karşılamanı istiyorum. Bu eylemim sizi örgüte daha çok yakınlaştırsın hatta gençlerimiz onur ve gurur içerisinde yaşayacakları PKK’ye katılsınlar. Benim bildiğim ailem artık bu işe sonuna kadar bağlanacak, özgürlük mücadelesini büyük kararlılıkla sahiplenecektir.
ANNEME;
Ben senin evladın olarak büyüdüğüm için bazı konularda gerçekten çok şanslıyım. Senin o boyun eğmez yönün ve otoriten karşısında hep etkilenmiştim. Tam bir Kürt annesi profilin vardı. Şimdi bir gerilla annesisin ve buna göre davranmanı senden istiyorum. Her gerilla artık senin evladın olmalı. Bana içinin yandığı kadar yoldaşlarımı da yaşa ki biz büyük yüreklerle bu mücadeleyi zafere ulaştıralım. Senden tek bir istediğim daha var o da eylemimi duyduğunda başın dik, gururlu, onurlu bir şekilde tilililer çekerek karşıla. Gözlerinde tek bir damla yaş olmamalıdır. Siz annelerin değeri çok büyüktür.
BABAMA;
İnan ki senin için ne yazacağımı bilmiyorum. Ne zaman ve ne kadar da zor durumda olsan da bizi iyi yetiştirmeye çalıştın. Duygusal ve onurlu oluşunuz benim üzerimde de yansımasını bulmuştu. En azından dünyaya sizin evladınız olarak gelme benim için bir şanstı. Size toplumda tek küçük kelime söylenmemesi için dağlarda mücadeleme elimden geldiğince dürüst ve samimi katılmaya çalıştım. Sizin verdiğiniz terbiyeye birde örgüt terbiyesi eklemeye çalışarak, halkımın özgürlük savaşçısı olmaya çalıştım. Bunu başarırsam size ve bu özgürlük çizgisine layık olduğumu, bu çizginin doğru bir temsilcisi olduğumu gösterecektir. Baba, senden de annem gibi bu olayı karşılamanı istiyorum. Erkan, Eylem ve Mazlum Doğan’a çok selamlarımı söylüyorum. Onlar da kendi halkı için doğru bir temelde savaşsınlar, en büyük onur ve gurur özgürlük için savaşmaktır. Benim üzerimde emeği olan amcalarım, dayılarım, teyzelerim yengelerim, halalarım ve tüm akrabalarıma selamlarımı gönderiyorum. Gençlerin ise benim için hep ayrı yerleri olmuştur. Sizler de ne pahasına olursa olsun hep Kürt halkı için savaşmalısınız. Kendinize layık göreceğiniz tek şey PKK etrafında doğru bir mücadelenin sahibi olmaktır. Şimdi tek tek isim yazsam çok olur. Fakat herkese verdiğim değer ortadaydı iyi biliniyor ve bu şekilde beni mahsur görürseniz sevinirim. Belki içinizde bazıları katılmıştır (ben sadece Agit arkadaşı biliyorum) fakat yine de daha çok katılmanız gerekiyor. Burada samimi, doğru ve içten arkadaşlık yaptığımız tüm dostlarımıza da selamlarımı söylüyorum. Tüm korku kapılarını kırıp Kürt gerçekliğinin içine girin ve sizi ne kadar hoş karşıladığını, ısıttığını göreceksiniz. Annem şahsında tüm yurtsever annelerin ve babam şahsında tüm yurtsever babaların ellerini öpüyorum. Evlatlarınız sizlere layık oluyor. Ben de layık olursam ismim ERİŞ AVENT GEVER diye anılırsa çok mutlu olurum, mezar taşıma bile bu ismi yazın.
BÎJÎ SEROK APO
YAŞASIN ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ MÜCADELEMİZ
KAHROLSUN ULUSLARARSI 15 ŞUBAT KOPLOSU
DEVRİMCİ SELAM VE SAYGILAR
ERİŞ AVENT GEVER
11 ŞUBAT 2012
- Ayrıntılar
Adım Rezzan Andok, 1986 Diyarbakır Silvan doğumluyum. Aslen Batman’ın Kozluk ilçesi Beştarak(Golaye) köyündenim. Devlet baskısı ve ekonomik sebeplerden kaynaklı aile Diyarbakır’ın Silvan ilçesine göçtüğünden dolayı orada doğup büyüdüm.Ailem yurtseverdir. Özellikle çalışmaların yoğun olduğu ve bu çalışmaların ciddi bir biçimde çevrede de etkisini gösterdiği bir dönemde yurtseverliğini korumuş, düşman karşısında duruş sahibi olmuş bir geleneğe sahiptir. Bunun yanında içinde büyüdüğüm çevre de aynı biçimde bir tuttum sahibi olduğu için partiyle tanışmam çok zor olmadı. Çatışmaların Silvan’a yayıldığı, devletin kontra-gerilla örgütlemesi, Hizbullah’ın katliamları, faili meçhullerin yoğun olduğu dönemi yaşamam partiye olan ilgi ve katılımım üzerinde ciddi bir etkisi oldu. Yaşanılan olaylar, devletin aile üzerindeki baskısı (özellikle babamın o dönemde sık sık gözaltına alınıp işkence görmesi), düşmana büyük öfke ve intikam duygularımın gelişmesine neden olurken bununla birlikte örgüte büyük özlem ve tutkuyu yarattığını, küçük yaşta olmama rağmen yaşanılan çelişkilerden bu sonuca ulaştığımı söyleyebilirim. Ancak o dönemde pratik anlamda yapabileceğim bir gücün olmadığı kadar pratiğe sevk edecek bir bilincimin de geliştiğini söyleyemem. Daha çok ailenin de desteğini tam alarak düşmanın yozlaştırma mekanı olan okula yöneliyordum. Ailenin değimi ile ‘’Büyük adam olma’’ istemi ve çabasını veriyordum. Çünkü böylesi korkunç düşmana ancak büyük adam olunarak cevap vereceğime inanıyordum. Zamanla oluşan kişiliğin düşmana darbe vurmayı bir yana düşmanla bir işbirliğinin geliştiğini hissetmeme rağmen bunu aileye, çevreye anlatabilmek büyük bir ikna gücü ve çabayı gerektiriyordu. Bunu yapacak kapasitem yoktu. Ancak her zaman başvurduğum dostluk ilişkilerimle güç olmayı, düşmana karşı öfkemi canlı tutma yönelimi içerisindeydim. Şunu hiç unutmamam gerektiğine inanıyordum: Düşmana karşı öfkem ve partiye olan tutkum büyüdükçe büyük özlem ve büyük “İNTİKAM” gerçekleşecekti.
Genç yaşlarda çalışmalara başladım. Çalıştıkça Önderliğin yaratımlarını görüyor, heyecanlanıyor ve moral alıyordum. Ama hala bir teorik birikimim yoktu. Sadece duygularım ve düşmana olan kinim örgütlememi sağlıyordu. Beli oranda çevremdeki arkadaşlarımı harekete geçirmeye yetiyordu. Ama sorumluluk ve bilinç geliştikçe, Önderliği anlamaya, doğru bir mücadeleye yönelmem gerektiğini hissediyordum. Çok iyi biliyordum ki bende oluşan kin ve nefret kendi açımdan başlangıç için büyük bir etki oluşturmuşsa da partiye tam olarak fedai bir biçimde katılma yönünden yetersiz kalıyordu. Her insanın hayatında dönüm noktaları ve yeni oluşumlara sebep olabilecek tarihi önemde olaylar olur. Kendi açımdan da bu olaya denk, bu noktaya denk bir kaç olaya değinmek isterim. Birincisi, ‘92 veya ‘93 döneminde çevremde milis örgütlemesi biçiminde oluşan birimler vardı. Bir seferinde bu gruplarından biri devlet güçleri ile yaşanan çatışma sonucu saatlerce direnmiş sonunda da dört şahadet yaşanmıştı. Bu şahadetlere uygulanan bazı yöntemler insanın kabul edebileceği tarzdan değildi. Direniş sonucunda şehit düşen: Hadi, Feremez, Nazmi ve Vedat arkadaşların cenazeleri ile oynanmış, beyinleri çıkarılarak tavada kızartılmıştı. Onurlu ve vicdanlı bir insan sadece bu olayı bile kendisine esas alırsa dünyanın en büyük kinini taşır ve düşmana çok büyük bir intikam duygusu geliştirmesine yeter. Bu olayı hatırladığımda insanlığın ne hale düşürüldüğünü sorguluyorum.
İkincisi: Önderliğin ‘99’da uluslararası komplo sonucu esir düşmesi ve yaratılmak istenen ortam. Kendi açımdan ciddi bir şok etkisi yaratmış ve Önderliğe büyük tutkuyu geliştirmiştir. Sanki her şey bitmiş ve tek tek herkes alınıp öldürülecek havası vardı. Bu tabiî ki Önderliğin Kürt halkı için neyi ifade ettiğini açıklamak açısından önemli bir olaydır. Yani herkes bitmişti. Çünkü Önderlik Kürt halkı için her şeydi.
Üçüncü önemli bir olay olarak da yavaş yavaş katılmaya başladıktan sonra 2006 kışında Viyan Soran arkadaşın şahadeti bende ciddi bir sarsıntı yaratmış ve ciddi anlamda yoğunlaşmaya sevk etmişti. İlk defa “FEDAİ” kavramıyla tanışmış, arayışlarımın bu yönlü bir seyir kazanmasını sağlamıştı. Özgürlük mücadelelerinde egemen sistem sinsi, koplovari, kirli yöntemlerle direnişin önünü kesmeye çalışıp, bastırmaya yönelmiştir. T.C devleti de fırsat bulduğu her dönemde halka, harekete ve Önderliğe pervasızca yönelmiştir. Özellikle Önderliğe dönük tecrit koşullarını ağırlaştırarak İmralı sisteminin ağır koşullarını bir koz olarak kullanmaya ve bunu kadro ve halka kabul ettirmeye çalışmıştır. Kuşkusuz düşman bunu kadro ve savaşçıların etkisiz olduğu dönemlerde yapmıştır. Bu yönüyle İmralı tecridinin yaşanması başta kadronun cevapsız, direnişsiz, zayıf olduğu dönemlerde ağırlaştırılmaktadır. Ağır yönelimler geliştikçe fedai duruşların çıkması olması gerekenleri ifade etmektedir. PKK özgürlük tutkusunun Kürdistan’da canlanmasının zeminini, Kürdistan da fedai kişilik, duruş ile yaratmış ve fedai bir mücadelenin gerçekliğini oluşturmuş bir partidir. Bunun için diyoruz ki “fedailik PKK’nin yaşayan özüdür.” Fedai bir parti ve bunun en büyük fedaisi Önderlikdir. Bundan kuşku duymak ve gerekeni yapmamak en büyük ihanettir. Fedailik her zaman halkın toplumun ve bireyin özgür irade ve vicdani sorumluluk olarak en özgür eylemi ve en büyük yoldaşlığın zirveleştiği odaktır. Fedailer güvendikleri değerler için eylem yaparlar. Biz de en büyük amaç bu yönüyle Önderliğe bağlılık, Önderlik çizgisinin sevilen bir yoldaşı ve fedaisi olmaktır. Bireyin bu gerçekliği görüp yapabileceği en kısa zamanda özgürlük mekanı olan dağlara ve onun yoldaşlarının yoldaşı olmak kararını vermesi gerekmektedir.
Beş bin yıldır sömürülen kadın değerlerinin eylemcisi tüm dünya güçlerini karşısına alan en büyük savaşçı Önder Apo’nun eylemcisi, yine yüzyıllardır herkesin kendisine göre sömürülüp değerleri gasp edilen Kürdistan ve halkının bir eylemcisiyim. En önemlisi kapitalist sistemin genlerime kadar işlediği kendi öz değerlerime ulaşma yönünde bir eylemciyim ve ben çocukluk hayallerimin gerillasıyım. Bu müthiş bir sorumluluk ve aynı düzeyde bir mücadeleyi gerektirmekteydi. Fiziki olarak katılmış ama bazı his ve duyguların dışında her yönü ile sistemin oluşturduğu bir kişi ile karşı karşıyaydım. Paramparça edilmiş bir kişilik ile ancak sürüm sürüm sürünerek bir savaşım verilebilinirdi. Bu tabii ki yetmiyor, ciddi bir bilinç örgütlülük ve eylem istiyordu. İşte dağlar, gerilla ve eğitim bunun ilacıydı. Kendi değerleri ile yozlaşan kişiliğim aşılması çok zor bir anlamı ifade ediyordu. Zorlanmıyor muydum? Kesinlikle zorlanıyordum ama moral, irade, azim ve fedakarlık gerillayı ayakta tutan değerlerdir. Bunlarla yaşandığı sürece oluşuyor ve hedefime yaklaştığımı düşünüyordum. Yoldaşlarımı ve gerilla yaşamını seviyorum. Bir ilke olarak yaşama kendi irademle katılmayı esas aldım. Oluşan irade tamamıyla Önder Apo’nun yarattığı değerler ile açığa çıkıyordu. Yaşamak için savaşmak, büyük savaşabilmek için de doğru yaşamak gerekiyordu.
PKK’de yaşam kendini tüm özgürlük değerlerine adamaktır. Bu yönüyle bizler artık kendimizin değil tüm insanlığındık. Çünkü Önder Apo kadar hiç kimse tüm insanlık için bir ruh ve bilinç yaratmamıştı. Önder Apo’nun yaratmış olduğu paradigma tüm insanlığa hitap ediyor. Bizler katılacaksak bu paradigmaya göre, savaşacaksak bu paradigmaya göre savaşmak zorundayız. Bende olduğu gibi kuşkusuz herkesin birçok gerekçe ve intikam duyguları vardır. Önemli olan bunları örgütlemek, düşmana büyük darbe vuracak düzeye getirmektir. Bizler Önderlik ile buluşmadıkça bir hiçiz. Bunun için düşmana büyük vuracak koşulları barındıran partiye katılmak gerekiyor. Varsa bir gücümüz parti ile yoğurmamız gerekiyor. Ancak partileşerek büyük bir savaşım verilebileceğinden hiç kuşku duymamak gerekir.
Tüm bunların yanında birey yaşarken, kendini oluştururken, belli amaçlar doğrultusunda kendine yön vermek durumundadır. Amaçlar kişinin yaşadığı ortam ve o dönemdeki koşullar çevresinde belirlenir. Yine vicdani bir yansımanın ifadesi olarak da açığa çıkar. Kendi amacımı belirlerken beni en çok etkileyen olgunun vicdan olduğunu söyleyebilirim. Sorgulamalarım bana her zaman bazı gerçekleri açık bir şekilde gösteriyordu. Ben yaşamımı belirlerken; Önderlik gerçeği, halk gerçekliği ve parti gerçekliklerini göz ardı edemezdim. Bu yönüyle bir karar verilirken bu çerçevede olmasına özen gösterdim. Dolayısıyla amaç büyük ve Önderlik gerçekliği ile bütünleşmeliydi. Yine Kürt halk gerçekliğine denk bir çıkış ve partilileşmiş bir militan ile yola başlanmak zorundadır. Kendimi bunlar ile kıyasladığımda çok büyük ve ciddi bir çaba verdiğime inanıyordum. Çabamım büyük olması bende belli dönemlerde amacımdan uzaklaştıran bir duruşu göstermiş olsa da kendimdeki kararlılık ve bağlılığın canlanması ile her zaman amacıma ulaştığıma inandım. PKK oluşmuş ve yaşanılan yeni bir yaşamın mekânıydı. Önder Apo da bunu en çok yaşayan ve yaşatandı. Dolayısıyla yönelimlerin olduğu ve Önder Apo’ya saldırıların gerçekleştiği dönemlerde gelişen fedai duruşlar beni amacımda netleştirdi. Daha öncede belirttiğim gibi bu saldırılar bütün yetersiz yoldaşlığımızın bir sonucuydu. Bu noktada ben de diğer yoldaşlar gibi tarihin bir daha tekerrür etmemesine katılıyordum. PKK gerçekliğinde saldırılar Kemal’ce, Hayri’ce, Mazlum’ca durdurulur. Önderliğe yönelimi durdurmak Zîlan’ca bir tavrı göze almakla gerçekleşebilir. Ben de bunlardan kopuk bir yaşamı asla kabul edemezdim, etmeyeceğim de.
Gelinen aşama, yaşadığım dört buçuk yıllık gerilla yaşamı beni bu gerçeklikleri görmeye yöneltti. Çok değerli, anlamlı yoldaşlıklar yaşadım. Harun Ahmet, Azat, Tirej Erdal ve şu an bile her an her saat şahadet haberlerini aldığımız bir çok yoldaşımız. Tabii ki hiçbir mücadele bedelsiz başarıya ulaşamaz. Ancak bizler, son dönemlerde verdiğimiz bedeller ile bu savaşı başarıya götürmemiz gerekiyordu. Halkımız her gün işkence tutuklama yaşarken, çocuklarımız artık ihanet etmeyecek hayaller kurmamak için 5 yaşından alınıp eğitilmek bir yana öldürülüyor, işkence görüp tutuklanıyorlar. Gerçekten de tarih hiç bir zaman böyle bir düşman ile karşılaşmamıştı. Tarihte yaşanılan tüm savaşların bir kuralı, ilkesi, ahlakı vardı. Ama T.C ve AKP bu kural ve ilkeler bir yana ahlaksızlaşmış bir gerçekliğin somut ifadesidir. Ahlaksızlık en somut bir biçimde taçlandırılıyor. İmralı tecridini görmeyen, sarsılmayan iliklerine kadar hissetmeyen bir kişinin militanlığından, savaşçılığından, yurtseverliğinden, insanlığından kuşku duymak gerekir. Bu gerçekliği görüp de PKK’nin yaşayan özüyle bütünleşmeyip kendini, bu özle yani fedailikle gerçekleştirmeyen kişilik kesinlikle unutuyor, duygusuzlaşıyor, direngenliğini yitiriyor ve teslimiyeti yaşıyordur.
Kürt gerçekliğinde hisler, duygular, sevgiler ve umutlar körelmişken Önder Apo bunları tekrar canlandırdı. Hissettiği için Zîlan’ca tavırlar açığa çıktı. Sevdiği için Fikriler, Semalar oluştu. Direndiği için Beritanlar tanrıçalaştı. Ve zalimler tarihin en büyük direnişi ile karşı karşıyadır. Ancak bu zalimler tarihin en büyük savaşına da kendini hazırlamışlardır. O zaman bizim yapabileceğimiz kendimizi en büyük savaşa hazırlamak ve fedaileşmektir. Bu yönü ile bende kendimi fedai eyleme hazırlarken yaşamın ne kadar güzel olacağını görebilmekteyim. Yaşamı sevenler ancak büyük eylemler yapabilirler. Çünkü bizler özgür yaşamı yaratmak için bir mücadelenin içindeyiz. Zilanca tavır sergileme isteminin bende müthiş bir heyecan yarattığını belirtebilirim. Zilan en büyük sorumluluk duygusudur. Ve ben bu süreçte kendimi sorumlu hissediyorum. Büyük bir çıkışın yaşanması gerektiğine inanıyorum. Biliyorum ki şuanda benim gibi yüzlerce arkadaş var. Hareketimizin belirttiği gibi düşman bunu bildiği için baharın gelişinden müthiş korkuyor ve köşeye sıkışmış her yere pervasızca saldırıyor. 2012 senesi, PKK’nin tarihten almış olduğu direniş geleneği ile bir başarı ve özgürlük yılı olacaktır. Buna katkı sunmak, bunun savaşçısı olmak en onurlu pratik olacaktır. Ve kesinlikle zafere yakın olduğumuza inanmak zorundayız. Zafere kilitlenmiş bir savaşçının yaşamı anlamlı olabilir. Bizler kesinlikle düşman karşısında elini kaldırmış bir gerçekliğin savaşçıları değiliz. Biz buna ihanet deriz. Bizler bin sefer ölür ama yine kalkıp düşmana mermi sıkmasını kendine esas alan ve düşmanı bin kere öldüren bir gerçekliğin savaşçılarıyız. Bizler bize yaşama hakkı vermeyen, yaşamı haram eden ve yaşatmayan bir gerçekliğe karşı savaşanlarız.
Biz özgürlük savaşçıları kendimizi savaşın sanatıyla donatır ve savaş alanına öyle çıkarız. Bizler kadınla kölece yaşamı ve bunun ifadesi olan güdülerle yaşamayı değil kadınla anlamlı, özgür, onurlu bir yaşamın aşığıyız. Kadına aşığız. Çünkü kadın toplumsallığın oluştuğu merkezdir. Bizler kadınla beraber savaşırken, güzelleşiyor, güzelleştikçe seviliyor, sevildikçe de özgürleşiyoruz. PKK yaşamı yönünü anatanrıçaya dönmüş öyle savaşıyor. Bunun içindir ki erkek, devlet, iktidar bir korku içerisindedir. O da biliyor ki bu savaş zafere ulaşırsa adalet, eşitlik, doğallık, iyi, güzel, gerçek sevgi ve aşk tekrar canlanacak; kâr, çıkar, sömürü ortadan kalkacaktır. Bunu gören insanlık tüm gücü ile ana kadına dönecek ve özünü yaşayacaktır. Kadın köleliğin kalktığı mekanlar, özgür mekanlardır. Biz bu mekanlarda yaşamış bireyler olarak özgürlüğe olan tutkumuz gereği kadınla yaşamayı ve savaşmayı anlamlı buluyoruz. PKK’de kadın savaşmasını bilen, boyun eğmeyen, melekleşen, özgür yaşayan, erkeğe teslim olmayandır. Yaşanan bazı düşkünlükler PKK’nin özüyle çelişmekte, ne PKK erkeğini ne de kadınını temsil etmektedir. Biz buna müthiş karşıyız ve yaşamayacağız. Nasıl ki yıllardır içimizde teslimiyeti yaşayan anlayışlar son süreçte bir bir açığa çıkmışsa, kadına yaklaşımda güdüsel, düşürücü anlayışlar da yerle bir edilecek ve tümden bitecektir. PKK’deki kadın bunu hak etmiyor, diyoruz. Bunu yaşamamak için bilinç, irade, örgütleme, savaş, Önderlik felsefesine bağlılık gerekmektedir. Biz kendimizi ancak bununla donatırsak özgürlüğe yürüyebiliriz. Biz bu yürüyüşlerin yoldaşıyız. Kadının yoldaşı olabilmek, kadınla beraber savaşabilmek, zafer elde edebilmek zihniyet devrimini gerçekleştirebilmek bizim vazgeçilmezimizdir. Onun için kadın özgürleşmedikçe toplum özgürleşemez, diyoruz. Kürt toplumunun özgürlüğü kadın özgürlüğünden geçer, diyoruz. Çünkü erkek kendini yalana dayandırır. Yalanla oluşturulmuş bir sistemle yıllarca savaşıyoruz. Kürt kadını hiç bir zaman bu sistemin kadını olmadı, sürekli direndi. Belki günümüz gibi elinde kıleşi, bombası, ağır silahı yoktu ama sevgisi ile dili ile kültürü ile direndi. Özü ile yaşadı ve doğurduğu çocuklarına aktardı. En çok şiddetle karşılaşmasına rağmen yılmadı, umut ve ışık gördüğü her düşünceye bağlandı, aşık oldu. Ama kandırıldı, metalaştı, tecavüze uğradı. Kimse bu kadınlar Önderliğe nasıl bu kadar bağlıdır dememeli, gerçeklik tüm çıplaklığıyla ortadaydı. Önderlik erkeği öldürmüştü. Bu gerçeği görüp savaşmayan, Önderliğe katılmadan bir kadın nasıl dayanabilir ki. Bir militan erkek ya da kadın bu gerçeklikten asla uzaklaşarak yaşayamaz, uzaklaştığında düşer, gelenekselleşir ve sistemi yaşar. Biz de yaşanan sorunların kaynağında da bu uzaklaşma yatmaktadır. Biz Ronahi, Beritan, Berivan, Viyan , Nuda, Dicle, Bese, Tekoşin, Çiçek ve Zilan tarzını yaşamsallaştırdığımız oranda aşkımızı güçlendirebiliriz.
Zafer ve özgürlük tutkusu ile Önderliğine bağlı bir halkın çocuğu olmak gurur verici bir duygudur. Tüm soykırım, imha-inkar ve gasp ile karşılaşan Kürt halkı PKK ile yeniden direndi, dirildi. Tam anlamıyla yeniden yaratıldı. Kürt halkı özgürlük mücadelesine binlerce çocuğunu feda etti. Yetmiyor birçok çıkışta en büyük fedai duruşları sergiledi. Tarih boyunca var olma-yok olma savaşımının içinde olan bu halk Önderlik ile artık varlığını kanıtlamış ve özgürlük mücadelesine kollarını sıvamış bir konuma gelmiş bulunmaktadır. Bu halkın geleceği artık kendi elindedir. Özgür olacaksa kendisi, köle olacaksa yine kendisi karar verecektir. Kürt halkı şunu çok iyi biliyor: İmralı’da tutsak bırakılan Önder Apo değil Kürt halkının özgürlük tutkusu, mücadele azmidir. Önderliksiz bırakılmayı bir kader olarak bize kabullendirmek istiyorlar. Hayır, beş bin yıldır Kürt halkı Önderini arıyor ve bulmuştur. Bu bir kader de olsa onu alıp değiştiriyoruz. Bir halk ancak Önderliği ile var olur. Bu saatten sonra artık kimse Kürt halkını birbirine düşman edemez, yok edemez ve savaştıramaz. Önder Apo Kürt halkının zihni, ahlakı, politikasıdır. Bir toplum ancak ahlak, zihniyet ve politika ile ayakta durabilir, varlığını sürdürebilir. Onun için Önderlikle en çok bütünleşmemiz gereken bir dönemden geçiyoruz. Tabii ki Beko’larımız hala var ama onlar bizim için artık bitmiş gücünü yitirmiştir. Bu gerçekleri gördükçe de kahrolmaktadırlar. Önder Apo işbirlikçiliği, ihaneti ve teslimiyeti yok etme savaşımında büyük devrimler yaratmıştır. PKK halkı ile bütünleştiği bir dönemden geçmiştir.
Topyekün bir saldırı var. Bizlerde ancak topyekün direnerek bu komployu boşa çıkarabiliriz. Önderlik kendi açısından yaratmış olduğu yeni paradigma, felsefe, taktik ve strateji ile komployu boşa çıkarmış, “görüşmeye çıkmıyorum” tavrı ile yeni dönemin ruhunu yansıtmıştır. Bizler de bu ruha denk bir duruş ile süreci karşılamamız gerekiyor. Ruh direniş ruhudur. Ruh serhildan ruhudur. Ve artık zafer, özgürlük ve başarının tam zamanıdır. Buna inanıyor bunun da fedaisi olduğumuz için çok şanslıyız. Değil tutuklama, gözaltı, soykırım, asimilasyon bu halkı durdurmak bin tane atom bombası da artık bizi durduramaz.
BîJî SEROK APO
BîJî RAPERİNA GELEKî
AN JîYANEKî AZAD AN Jî NE DANA JîYANKIRIN
YAŞASIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELEMİMİZ
AİLEME
Raporuma yazdığım tüm noktaları sizin de anlayacağınızdan hiç şüphe duymamakla beraber başta size hitaben bir yazı yazmama kararını vermiş olsam da özellikle düşmanın basın oyunlarından haberdar olmanız için bir kaç noktayı dile getirmek istedim. Belki yapacağım eylem televizyona, basına farklı yansır kaygısı ile sizin beni anladığınıza inanıyor, size müthiş bağlı olduğumu belirtiyorum. PKK’de kararları hiç kimse vermez, tarihi sorumluluklar ve vicdani muhasebeler insanı karar almaya götürür. Şunu iyi bilmenizi isterim: Bu yaşam tamamıyla kendi irademle seçilmiş ve bu tarzda bir eylemi de ben kararlaştırdım. Gerillada yaşadığım süre boyunca sizi çok özledim. Bir kaç kere arama ve ulaşma fırsatı bulsam da hem sizin hem de kendimi hazırladığım eylemim için güvenlik noktasında sıkıntı yaratacağını düşündüm ve aramadım. Bu eylemle onurlanacağınızı biliyorum. Siz de biliyorsunuz ki fedailerin arkasından ağlanmaz, gurur duyulur. Bunun için diyorum, beni güçlü karşılayın düşmana olan kininizi haykırın, kültürünüzü ve dilinizi koruyun. Bu noktada bir özeleştiri vermek istiyorum; gerilla ortamında dımılki konuşacak çok arkadaş olmadığı için ben son süreçteki çabama rağmen tam olarak dilimi koruyamadım. Ama rüyamda kendimde ve hayalimde hep öyle konuştum. Fazla bilgi sahibi olmadığım için tam olarak kimin ne iş yaptığını, öldüğünü bilmiyorum ama tüm insanlarımı sevdiğimi, onlar için mücadele ettiğimi bilmelerini isterim. Sadece babamı bir kaç kez TV’de gördüm yıpranmış ve yaşlanmıştı. Sağlığına dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum. Benim böylesi bir mücadelenin içine girmemde katkılarını unutmayacağım. Onun için borçluyum, böyle bir tarzla ödeyeceğime inanıyorum. Canım anam, benim katılacağımı ilk senin hissettiğini anladığımda korkmuştum. Sonra anladım ki sen sonuna kadar benimlesin. Ve ben senin için de savaşıyorum, bunu biliyordun. Sen tüm annelerin acısını her zaman hissettin. Güçlü olmanı istiyorum. Senin vermiş olduğun ahlak, terbiye ve eğitimin olmasaydı bu günlere gelemeyeceğimi biliyorum. Bunun için ben aslında senin eyleminim. Sana aşığım, bağlıyım seni çok seviyorum. Ve kesinlikle diyorum ağlama beni sahiplenmek istiyorsan güçlü olman gerekiyor, sonsuz sevgilerimle oğlunuz REZZAN
Devrimci Selam Ve Saygılar
Rezzan Andok
- Ayrıntılar
Bizde pusula ile hareket etme çok az yapılır, az sayıda arkadaş yapar ve hiç bilinmedik arazilerde kullanırlar, örneğin Karadeniz alanındakiler. Genel de arazi hâkimiyeti; doğal hafıza dayanmakta ve sık kullanımla sağlanma durumu vardır. Coğrafik yönlerde çok dillendirilmez. Doğu-Batı ekseninde uzanan yerlerin; çok güneş alan yerlerine ‘ Ber roj’ az güneş alan yerlerine ‘nizar’ denilmesi ve üstlenme-noktalama da dikkat edilmesi kaçılmaz olan yamacın adları sık kullanılır. Bu da ya kuzey ya da güney yamacı ekseni çerçevesinde olur ki karların erimesinde yani sıcaklık, soğukluk meselesinde önemli bir faktör olmasından kaynaklıdır. En çok kullanılan ve tariflerde dile getirilen sağ-sol, aşağı- yukarı gibi kavramlardır. Ha şunu da unutmadan söylemeliyim; çok az arkadaş birçok yıldızı bilirken genelde de kutup yıldızı tanınır ve onun da kuzeyi gösterdiği bilinir.
Yaşamın kendisi arazi üzerinde gerçekleştiğini herkes bilir. Kuvvetler arasındaki çatışmalarda arazi çok önemli bir faktördür ve her iki tarafta hâkimiyetini sağlamaya çalışır. Gerilla doğası gereği kullandığı arazi onun temel müttefiklerinden biridir. Bu durumu herkes bilir.
Gerilladaki arkadaşların arazi tanıma ve kullanmadaki durumlar nedir? Erken öğrenme gibi derdimiz oluyor mu, onu temel müttefik sayıyor muyuz, onun verdiği imkânları doğru değerlendirip onuna göre kullanıyor muyuz? Sorular artırılabilir. Tarihsel birçok savaşta kazanılması veya kaybedilmesinde arazi faktörleri de göz önüne alınmalıdır ki hemen tüm savaşlarda bunu gösterecek birçok olay dile getirilebilinir.
Hep şunu düşünmüşüm; nasıl ki birçok özel yetenek edinmek için beynim bir bölümünün onu öğrenmeye has, öz bir şey bahşetmesi gerekiyorsa bazı arkadaşların arazi hâkimiyeti görünce beyinlerinde özel bölmenin bu konuda zengin olduğuna yormuşum. Bu işin esprisi olarak algılana bilir fakat arazi karşısında avantajlı ve dezavantajlı olma durumunda bahsedebiliriz. İstisnai durumların var olduğunu bilmek şartıyla genel olarak gerillada köyde yetişmiş hatta Koçerlik yapmış olanları arazi hâkimiyetleri mükemmel oluyor şehirlerde apartmanlarda yaşamış olanların ki zayıf olmaktadır.
Dezavantajlı pozisyonda olanlar araziyi öğrenemezler mi? Tabi ki öğrenme azmi önünde hiçbir şey kurtulamaz yeter ki istek ve çaba olsun. Arazi mantığı veya hafızası dediğimiz şeyde bazı ince ayrıntılar ve onları öğrenme şartlarını yerine getirmekle mümkündür.
Araziyi tanıma düzeyleri farklı oluyor. Kimi sadece patikasını bilir, gider-gelir. Kimi de genel ayrıntıları bir bütün, kimi ise en ince ayrıntısı tek tek bilir. Bazıları ise zaten önümde yürüyen var öğrenme gayretini göstermezler. Gerekçekleri ise ‘arazim zayıftır’ veya ‘arazim yoktur’ derler.
Her bildiğin şeyin insana güven vermesi ve işlerini kolaylaştırması gibi araziyi tanımada gerilla yaşamında güven verici bir durum olup bildiğin kadarıyla işlerin kolaylaşır. Bu nedenlerden dolayı kullandığımız arazileri tanımak öğrenmek gerekir. Arazi öğrenme mantığımız zayıf olabilir fakat şu iddia edilemez; ‘hiç öğrenemem’ denilemez. Kendimden bilirim kafa yorunca öğrenebiliyordum fakat üzerinde durmayınca tanıyamazdım. Ben de öyle arazi yeteneğini zayıf olanlardanım. Herkesin öğrenme yöntemi farklı olabilir fakat gözlemlediğim kadarıyla en iyi öğrenme şekli yürüyüşlerde öncü olmaktır. Orta veya arkalarda yürüyorsan araziye ister istemez dikkatini veremiyorsun ya da vermiyorsun. Öncü iken durum farklı en ince ayrıntıya dikkat ediyorsun, patikanın üstünde miyim değil miyim hissi ile duyarlı halde olmak bile ayrıntıların üzerindeki zihnini açık tutuyor. Diğer yandan grubun verdiği sorumluluk nedeniyle arazide bir şey var mı yok mu? Duyarlılığı ayrıntıları tanımada çok önemli bir öğreticidir.
Öğrenmede bazen şu gelişir; bir defa gündüz bir defa gece geçersem ancak öğrenebilirim yaklaşımı fakat kuzeyde her yer o imkân bulunmaz; en önemli yerler hiç şaşırmamam gereken yerler -karakol ve korucu köyleri gibi- yerlerde ancak gece geçebilirisin.
Temelde kendine güven öğrenmede esas alınması gereken kuraldır. Aman kaybolur, aman patikadan çıktık diye paniklemek doğru değildir. İnsan ne kaybolur ne de patika çıktı mı yerinde çakılı kalır. Güven duyarsan kendine genel arazide bana bir şey olmaz dersen işler daha iyi yürür. Bu durumda dış etki ve müdahaleler işleri içinden çıkılmaz hale getirmemeli. Bir arkadaş şöyle diyordu “arazi nedir ki temel sırtlar ve dereler var bunları bilirsin patikalar ise mutlaka üzerine çıkarsın ve artık bırakmazsın “ işi o kadar kendine güvenle dile getirip basit bir şey haline getirmişti. Garzan’da bize on gün kuryelik yaptı.
Arazi sadece patikaları bilmek değildir bazen bunları bilsen bile kullanamazsın örneğin operasyon veya pusu olması durumunda araziyi genel kullanma gerekecektir. Bu nedenle arazi genel bilme en iyisidir tabi bunun için dolaşmak çok işe yarıyor. Bir arkadaş vardı, bildiği yoldan bir daha gitmemeyi daha çok tercih ediyor arazi de kendisine göre takılıyordu. Çoğu zaman o yürüyüş ve dolaşmaları işe yarıyordu. Nerde ne var, ne iş için kullanılabilir, neresi yol verir noktalamaya, üstlenmeye uygun mu? Hepsi için görüş sahibi idi , ‘arazi bilirkişisi’ diyordum.
Gerilla yaşamıyla çok sıkı bağları olduğundan dolayı arazini vazgeçilmezliği ve birçok konuda etkili olduğu bilinerek öğrenilir. Sadece git-geller için arazi kullanılmıyor. Yaşamın hepsini ondan kopmadan doğal olarak yaşıyorsun. Herkes öyle değil midir? Diye sorulursa sivilde doğal olmayan şey apartman dairesine sahip biri yağmurda orada kendini korur. Ya gerilla ne yapacak tabi doğadaki doğal yerleri mağara, korunaklı kaya altları bilmeli ki oralara sığınabilsin.
Öğrenmelerde dikkat edilmesi gereken diğer bir şey mevsim ne olursa olsun ona göre bilmek eğer bir sorun yaşanacaksa onu önceden görüp tedbirini almaktır. Ağaç yaprakları yeşilken biliyor, döküldüğünde şaşırıyor. Hele kar yağdığında hiç çıkaramıyor. İşaret olarak bellediği şeyler ise kar altın kalmışsa vay haline. Daha birçok durum sıralanabilir. Şimdilik bu kadar aklıma gelenler bunlar her arkadaş birçok olay ve durumla karşılaşmıştır. Bildiğimiz şeyler bunlar.
Normal insanlar için bir şeyi öğrenmede etkili olan temel faktör her halde öğrenilmesi gereken şeyi sevmesidir. Sevmediği şeyi de öğrenebilir fakat eğer severse daha kolay ve hızlı öğreneceği gerçeğini açık ve nettir. Arazi öğrenmede de sevme ve psikolojik etmen çok önemlidir. Araziyi sevenler ve psikolojilerini onda rahat kılanlar daha erken öğreniyorlar. Bu sevme işi de lafla olan, bir romantik gibi bir tablo karşısında sevgilerini dile getirmek demek değil, araziyi seven yerinde durmuyor istesen de durduramazsın geziyor ayrıntısı niçin kullanılabilir düşüncesi yeni gördüğü bir şeyin verdiği çeşme, mağarayı anlatması ona zevk veriyor. Sevgisi pasif değil aktif bir şekildedir ve gezmeleri onu psikolojik olarak da rahatlatıyor.
Gerillada gördüğüm bir şeyde kaldığı araziye göre şekillenmesidir. Eğer zozan alanlarda kalmışsa öyle yerleri sevip ve tercih ediyor. Ormanlıksa ormanlık, sert arazi veya yumuşak arazi gibi tercihler gözlemlenebiliyor. Her gerilla her türlü arazi ve şartlara kendi adapte etmesi ideal bir durumdur ki öyle olması istenir. Farklı farklı tercihlerin olması anormal bir durumda değil. Coğrafyanın insan psikolojisi hatta fizyoloji üzerinde etkileri olduğu belirtiliyor. Çok bilinen bir karşılaştırma İskandinav ülkelerindeki insanlarla Akdeniz ülkelerindeki insanların mizaç ve fiziksel karşılaştırmaları yapılır. Kürdistan’da bile coğrafik faktörler etkili olduğunu gözlemleyebiliriz. Kuzey insanı ile güney insanı hatta serhad insanıyla Urfa Mardin insanının üzerindeki etkiler ele alınabilir. Bir ayrımcılık yapmak için belirtmiyorum beklide çok az etkili olan bir durumdur fakat yok saymamak gerektiği kanısındayım. Geçmiş tarihlerde aynı dönem ve aynı toplumda da olsalar Atina ile Sparta’nın farklılıklarının bir sebebi de coğraflarına bağlanıyor. Her neyse kimi bunları kabul etmeye bilir. Gerilla olarakta her türlü coğrafyayı sevmek ve kendimizi ona göre adapte etmek gerekiyor. Bu genel kurala olsa da yine de bazı arkadaşlarda şunu görebiliyoruz; alıştığı araziyi sever ve ön plana çıkarır. Normalinde baksan arkadaşların dile getirdiği arazilerin yanında avantajları kadar dezavantajları da mevcuttur. Zozan araziler yüksektir, keşifleri daha kolaydır, suyu boldur vb. gibi birçok avantajından bahsedilebilir. Fakat yüksekliği nedeniyle doğal olarak güçlü bir fizik gerekiyor. Diğer yandan gündüz sıcak gece soğuk olması itibari ile sağlam bir bünye gereklidir. Ormanlık arazi kamuflajlıdır, fazla yüksekliğe sahip değil, zaman etkisi olmadan manevraya elverişli vb. gibi avantajlıdır. Fakat dezavantajları her türlü sivrisinek, tırtıl, orman tozu gibi doğal etmenler, keşiflerinin zorluğu vardır. Dediğim gibi kimi zozanlık araziyi seviyor kimi de ormanlık.
…
Yukarıdaki yazıyı üç- dört ay önce yazmıştım bu arada Şehit Zerdest arkadaş’ın defterini okudum ve gördüm ki bir arazide bir gerilla nasıl zevk alarak yaşıyor, duygularını , hisselerini nasıl dile getiriyor. Çok büyük bir coşkuyla yaşadığı her şeyi gözlemleyip –dağ, taş, kuş, çiçek, ağaç, dere, çeşme, su, bulut, kar,büyük hayvanından böceğine, vb.- orada ne yaşamış ve ne görmüşse hepsini mükemmel bir algıyla ele alıyor. Sanki hepsini her gün yeniden görürcesine heyecanla anlatması ve yaşaması var. Yaşadığı yeri normalleştirmeden hep büyük bir şaşkınlık içinde yaşaması var. Her gün yeni bir şeyi bulmuşcasına sevinç içinde olarak anlatmış ve yaşamış. Şahsen bende böyle değil. Demek ki algılama olayı, algı körelmesini yaşamamış hep canlı dipdiri bırakabilmiş, salt gördüklerinin çeşitliliğin çokluğu da değil, on binlerce yıl oralarda ne yaşanmış olabileceğinin tahmini ya da Kürt tarihinde Bedirhanbeylerin İsyan’ı gibi tarihsel olayların içine o coğrafya katması veya doğru yanlış olmasına bakılmaksızın halk içinde o coğrafya üzerinde geçen efsanelerin anlatımı hatta yerin ismine dair dilbilimcilik yapması orayı okuduğumda bana harikalar diyarına gitmiş gibi geldi. En önemlisi de birisin okuyup da orayı sevmesi için yazmış olmasından ziyade kendisinin gerçekten severek o coğrafya da haz almasını görmem oldu. Onu yaşadığı, onun sevdiği coğrafya parçası benimde hoşuma gitti. Oysa o defteri okumasaydım, o coğrafya parçası benim için çok anlamlı bir yer değildi, hatta gerillacılığa ters gelen bana uymayan bir dağ yığını gibi geliyordu.
Bu defterinde anlattığı dağ Herekol’dür, kendisi için çok anlam yüklemiş ve okuyan herkeste bu anlamı görüp bir parçada seveceğine inanıyorum. Şunu da anladım, yazmanında gerçekten bir sanat ve güzel ifadeyle ne kadar değer kattığını, Şehit Zerdeşt arkadaş güzel ve sanatsal bir dille yazdığı kanısındayım
1995’in sonlarında Garısa alanında Besta’ya kendimizi bıraktığımızda karşımızda kocaman yüksek ve çıplak bir dağ yığını olarak karşımdaydı Herekol, hafızamda fazla yer etmeyecek bir görüntü gibi gelmişti. 2004’te bu defa Derê Kaçe’den Besta’ya inerken sağ tarafından kalan aynı büyüklük ve anlam kriterlerine sahip fakat tek ayrı olan şeyi bakış açımın değişmesi ile Herekol. İyi çekilmemiş donuk mat fotoğraf gibi kaldı belleğimde, bu defa belleğimde yer edinmesi etkili olan tanıdığım cesur bir kahraman arkadaş o sıralar orada bir operasyona karşı eylem girişiminde silah kaldırması, ikinci silahta kaldıracağım deyip almaya giderken bir havan güllesi ile şehit düşmesiydi. Evet, o büyük savaşçı ve kahraman arkadaş Osyan’lı Resul’du. Kendisi ile Xakurke alanında KDP karşı yapılan çatışmalarda birlikte kalmıştım. O arkadaş unutamadığımdan onun şehit düştüğü yerde akılda kaldı.
Bende Herekol’ü bir fotoğraf, bir isim olarak kalmıştı, fakat Şehit Zerdest’te ise cancaplı her yeri her şeyi ona mutluluk veren ona hayat veren onun bir parçasıymış gibi anlatımını gördükten sonra araziye bakışlarımızın ne kadar da farklılıklar içerdiğini gördüm. Bendeki yavanlık Şehit Zerdest’teki zenginlik …
Yazıya Şehit Zerdest defterindeki giriş cümleleri ile bitirmek, onun ön duyguların bile ne kadar güçlü olduğunun göstergesi…
“Ülkemin gördüğüm ya da görmediğim her karış toprağının derin bir anlamı var benim için ülkede bir canım bütünlüğü gibidir adeta. Ortak bir sistem ve duyargaları var. Birbirini tamamlar, birbirini var eder, besler, korur…
İçindekilersiz bir ülkeyi neylersin kuşku yok ki insanıyla vardır. Onu anlamlı kılan güzelleştiren de o insanlardır. Renklerinin siyah sarı ya da beyaz olması önemli değil. Önemli olan o yaşama yüklenen anlamdır. Biz insan kızı ve oğlu için insanın en fazla değer taşıması bir abartı değildir. Tabi birey olarak kendi dışındaki toplumu, varlık olarak kendi dışındaki “canlı” ve “cansız” varlığını yadsımadan.
Özgürlük Hareketimiz PKK ile tanışmadan bende derin bir yurt bilinci yoktu. Bir yurdumun var olup olmadığını da biliyor değildim. Çocukluğumu yaşadığım köyümü yaylamızı gezdiğim kırlarımızı, dağlarımızı, içine girip, balık yakaladığımız dereleri, soğuk sularını içtiğimiz pınarları, üzerinde etrafında oyun oynadığımız kayaları-taşları, dutlarını, alıçlarını, eriklerini, armutlarını, mışmışlarını yediğimiz ağaçları, tavukları, eşekleri, kurbağa ve kertenkeleleri, arpa ve buğday tarlalarını, kelebekleri, dağ çayını, tüylü çayı, nane ve kekik kokusunu, türküleri, ağıtları, küfürleri, şakaları, kavgaları ve barışmaları, çapayı, çatlamış elleri,, gözyaşılarını, bereketi, sevinci, çığlığı hangi birini anlatsam ki hele özlemi, hasreti… terk etmezleri, terk edilmezleri anayı, umudu ve de öfkeyi…”
Şehit Zerdeş Anısına Mücadele Arkadaşları
- Ayrıntılar
Hamza yoldaş Botan'ın bir köyünde, orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ortaokula kadar okuyabildi. Daha küçük yaştan başlayarak Kürt halkı üzerinde yürütülen inkar ve imha siyasetini, sömürgeciliği görerek buna karşı bir tepki içinde oldu. Düşmanın halkımız üzerindeki vahşi baskı ve uygulamalarını gördü, yaşadı.
Botan eyaletimizde başlayan 15 Ağustos atılımı ve gerillalaşma kısa sürede halk üzerinde etkisini gösterdi. Gerilla halkın beklentisine bir cevaptı. Gelişen gerilla mücadesi Hamza yoldaşın da ilgisini çekmeye başlamıştı. Gerilla yaşamına ve dağlara ilgisi daha da artıyordu. O, 'Kürtler varolmalı ve özgürleşmek istiyorsa yapabilen herkes gerillaya katılmalı' görüşüne inanmıştı. Gerilla o süreç için Kürt halkının tek şansı ve sorunlarına çözüm gücüydü. Ve Hamza mutlaka orada olmalıydı. O sıradan biri olamazdı. Kimliksizliği kabul edemezdi. Asimilasyonu kabul edemezdi. Ve özgürlük çağrısına hayır diyemezdi. Kanı kaynıyordu, yüreği kıpır kıpırdı.
Her gece yattığında kendini dağlarda ve eli silahlı düşünüyor, sabahlara kadar uyuyamıyordu. Adeta gizli bir güç onu çekiyordu. Ve yavaş yavaş kendisini bulmaya, uykudan uyanmaya başlamıştı. O kararını vermişti. Köy yaşamı artık yetmiyordu. Özgürlük için savaşmalıydı ve sonuna kadar da bu yolda ilerlemeliydi. Hamza yoldaş bu kararına sonuna kadar bağlı kaldı.
Daha küçüklüğünden başlayarak örgütleyici ve önder olma özellikleri vardı. Çekiciydi. Çocuklar, gençler etrafına toplanıyor ve ondan bir şeyler almak istiyorlardı. Kişiliği ile kendini kanıtlamıştı. Etrafında doğal olarak bir grup oluşmuştu. Dağlara yalnız başına gidemezdi. Arkadaşlarını düşmanın insafına terk edemezdi. Bu düşüncelerle köyündeki arkadaşlarına düşüncelerini açtı. Onları da örgütleyerek, '90 yılında, rüyasındaki dağlara ve gerillaya kavuştu.
Agit yoldaşın şehit düştüğü Gabar dağı Hamza arkadaş tarafından kutsal bir kabe gibi yıllarca bir üslenme ve savaş alanı oldu. Birlikte katıldığı amcasını da kutsal Gabar tapraklarına verdi. Cesareti, atikliği ve savaş tarzındaki kurnazlığıyla düşmanın korkulu rüyası oldu. '92 yılında manga komutanlığı göreviyle düşman mevzileri üzerine gitmeye devam etti. Onun parçaladığı yanlız düşman otoritesi değildi; her şeyden önce bir kişilik dönüşümünü de sağlayarak sürekli yenileniyor ve parti ile birlikte yürümede ve bu temelde Önderlikle bütünleşmede, taktikle bütünleşmede gelişmeler kaydediyordu.
Bütün enerjisini gerillalaşma ve komutanlaşmada başarılı olmak için kullanıyordu. Ve pratiğinde başarılı olduğu için yoldaşları tarafından aranan, sevilen, sayılan bir komutan olmuştu. Hem kendini hem de denetimindeki yoldaşları eğitiyor ve partiyle bütünleştirmeye çalışıyordu.'93 yılında Gabar alanında takım komutanlığı, ardından '94 yılında da bölük komutanlığı görevini alarak Kerboran alanına geçti. Bu alanda başarılı bir pratik yaşadı. Denetimindeki güçleri hem geliştirdi, hem korudu, hem eğitti, hem de savaştırdı. Yoldaşları O'na büyük güven duyuyordu. O'nun olduğu yerde parti ve yoldaşlık vardı. Cesaret vardı, ruh vardı, askerlik vardı ve görev adamı olma vardı...
Partimizin 5. Kongresi'ne katılarak süreci daha iyi kavramaya ve buna göre bir yönelim içine girmeye başladı. Kongreden sonra Mardin eyaletine tabur ve bölge komutanı olarak gitti. Bu eyaletimizde partiye ve halka büyük zarar verilmişti. Hamza arkadaş çalışkanlığı, dürüstlüğü ve çalışma temposuyla hem yoldaşlarına hem de halka büyük bir güven verdi. Alanın yeniden partiye açılmasında önemli bir rol oynadı.
1995 yılında TC ordu güçleri ile Habızbına alanında çok şiddetli bir çatışmaya girdi. Karşı taraf Hamza arkadaşın çatışmada olduğunu bildiği için, var gücüyle yönelerek arkadaşları çembere aldı. Hamza arkadaş ve yanındaki bir takımlık güç çok şiddetli bir çatışmaya girdi. Tarihi bir direniş gerçekleşmekteydi. Düşman kayıp üstüne kayıp vermesine rağmen mutlaka sonuç almak istiyordu. Daha sonra bu çatışmada Mardin Asayiş Bölge Komutanının öldürüldüğü düşman tarafından açıklandı. Arkadaşların cephanesi artık azalmıştı. Hamza arkadaş da yaralanmıştı. Cephanesi bittiği için tabanca ile çatışmaya başladı.
Kurtuluş imkanı yok gibiydi. Çatışma içinde eyalet komutanı ile cihazla ilişki kurdu. Şöyle diyordu:
"Şu anda çemberdeyiz, cephanemiz kalmadı, kurtulma şansımız hiç yok. Çemberi yarmaya çalışacağız ancak zordur. Bundan sonra bağlantımız belki olmayabilir. Tüm yoldaşlara başarılar diliyorum."
Bu görüşmeden sonra cihazı ve üzerlerindeki örgütsel malzemeleri imha ederler. Yaralı olduğu için diğer arkadaşların gitmelerini ister. Kendisi onlara yük olmak istememektedir. Ancak arkadaşlar bunu kabul etmez ve kendileriyle birlikte götürürler. Daha sonra uygun bir yere bırakırlar. Televizyon ve radyolar Hamza yoldaşın şehadet haberini verir. Arkadaşların inancı da böyledir. Bu yüzden Hamza arkadaşın anısına askeri tören düzenlenir. Ama Hamza arkadaş, kendisi için yapılan bu askeri törene uzun ve sıkıntılı bir yürüyüşten sonra yetişir. Elbette O ölümsüzdür. Gelişi bütün yapıyı sevince boğmuştur.
'96 yılında kendi önerisi ile Parti Merkez okuluna gelir. O artık parti içinde bir sembol olur. Kahramanlık ve cesaret sembolüdür. Burada belli bir yoğunlaşma ve eğitim sonrasında tekrar ülke sahasına yönelir. Gittiği yer yine Botan'dır.
Cudi alanında Bölge komutanlığı görevini yapar. 1997-98 kışında yapısını eğiterek sürece katma çabası içindedir. Akademi'den ve Önderlik'ten aldıklarını yoldaşları ile paylaşır. Denetiminde bulunan yeni yapı içinde partileşmeyi, savaş ruhunu, cesareti, kararlılığı geliştirir. Kişiliği, ataklığı, canlılığı ve yoldaş sevgisi ile dolu olmasıyla herkesi partiye bağlamayı başarmıştır.
Hamza yoldaş bir irade savaşçısıdır. Yıllarca aç kalmış, açıkta kalmış ve ölümlerle burun buruna gelmiştir. Ama o hiç yılmamıştır. Mücadele azmini ve kararlılığını korumuştur. Doğal bir asker, komutan ve öncü olmuştur. En zor koşullarda çözümler bulmuş ve yaratıcı olmuştur.
'98 yılı baharında destan yazmaya kararlıdır. Taktiği ve tarzı yakalama iddiasındadır. Yaşamını buna adamıştır. Tam bir pratik adamıdır. Az konuşur, ancak konuştuğunu yapar. Deyim yerindeyse sözünün eridir.
30 Nisan 1998 günü düşman Cudi alanında çok kapsamlı bir operasyon geliştirir. Onbinlerce asker, küçücük bir coğrafya parçasına ve bir tabur gerillaya karşı saldırıya geçer.
Cudi dağının dorukları tam bir savaş alınıdır. Safine, Mıla Berme, Seçela ve Kox; havan, kleş, BKC, B-7 sesleriyle inlemektedir. Kobralar bir orayı bir burayı vurmakta, Skorsky helikopterleri beşer beşer indirme yapmaktadırlar. Ancak komutan Hamza'nın taburu iyi mevzilenmiş ve iyi savaşmaktadır. Düşman adım atamaz. Adım attığı yerde ölüsünü bırakır. Çatışma gün boyu sürer. Cihat ve Nudem yoldaşlar şehit düşer. Ancak düşmanın kaybı bunun on katıdır.
Hamza yoldaş çatışma boyunca bir maestro gibi savaşı yönetir. Çatışma içinde soğukkanlılığı ve kararlılığıyla yoldaşlarına ruh ve cesaret verir.
"Dostlarım var benim
yaşama gücü veren bana
toprağa kök salmamı sağlayan
Hissediyorum sizi dostlarım
olmasa da yüzünüz
saklasanız da benden
Birlikte olmayacak mıyız
söz verdiğimiz gün
Sonsuz ve törensel
Ağaçsız bir orman gibi..."
Geceyle birlikte tabur takımlara bölünerek manevralar yapar. Hamza yoldaş da bir takım ile birlikte hareket eder. Üstünde savaştığı coğrafyayı tanımamaktadır. Düşman termallerle yerlerini tespit etmeye çalışır. Ancak yerlerini tam belirleyemezler. Bu bölgeyi iyi tanıyan çeteler izlerini bulur ve düşmanı üzerlerine getirir. Artık çatışmaktan başka çare yoktur. Bunun sonucunda ilk vuruşu arkadaşlar yapar ve birçok asker ölür. Ancak üzerinde savaştıkları arazi çatışmaya uygun değildir. Türk ordusu tekniğin gücüyle çatışmada bulunan yoldaşlara karşı birçok ağır silah kullanır ve bunun sonucunda Hamza yoldaş ve yanındaki 10 arkadaş 2 Mayıs 1998 günü şehadete ulaşarak ölümsüzleşir.
Yanında şehit düşen yoldaşlar her biri bir cihan parçasıdır. Şehit Hamza'nın öğrencileridir. Düşman onlardan ihanet beklemiştir, ancak onlar Cudi doruklarına direniş bayrağını dikmekte asla tereddüt etmemişlerdir.
Hamza, Sipan, Partizan, Amed, Merwan, Hamza, Beritan, Ayten, Şevin ve Agiri yoldaşların yaşamları, mücadele ve direnişleri her Kürt insanı için esas alınması gereken bir örnektir. İçinde asla tereddüt ve kararsızlık yoktur. Önderliğe, partiye şehitlere, yoldaşlara ve halka sarsılmaz bir inanç ve bağlılık vardır. Onlar şehadetleriyle ölümsüzleştiler.
Bugün Cudi'nin dağında, taşında, suyunda bu arkadaşlar vardır. Her karışında, ağacında, taşında bize mücadele dersleri vermektedirler. Onların anısıyla yoğrularak geleceği mutlaka kazanmalıyız. Bunları unutanlar insanlığa sırt çevirmiştir ve lanetlidir.
Hamza arkadaş 6. Kongre'de Parti Merkezi onursal üyeliğine seçilmiştir. O bir ölümsüzdür. O'nu temsil etme ve yaşatma görevimiz vardır. O'nun ruhu ve partiyle bütünleşen özellikleri yaşamaktadır.
Hamza yoldaş bir mücadele kişiliği olması ile sürekli yolumuzu aydınlatacaktır.
Adı, soyadı: Ziver SARIYILDIZ
Kod adı: Hamza
Doğum yeri ve tarihi: Emerina Köyü-Cizre, 1965
Mücadeleye katılım tarihi: 1990
Şehadet tarihi ve yeri: 2 Mayıs 1998, Cudi
Görevi: Bölge Komutanı
Mücadele arkadaşları
- Ayrıntılar