Sen Gerçek Bir Apocusun Heval Sinan
Yalnızlık nedir? Yığınlar kalabalığı içerisinde diğerlerine benzememe savaşımı mı, yoksa diğerlerine benzeşme mi. Özünde yalnızlık tek başına yaşanılmaz, en acı yalnızlık kalabalık içerisinde öteki olarak yaşamaktır. Yaşam, doğasına aykırı bir biçimde farklılıkları sindiremeyen monoton bir akış içerisinde sürdürülmeye çalışılıyor. Diğerlerine benzeşirsen ilkesizleşiyor ve kendin olmaktan uzaklaşıyorsun. Diğerlerine benzemezsen yalnızlaşıyorsun. Yüreğini güzelliklere ve gerçeklere açmışsan bir o kadar da acıya ve yalnızlığa açmışsındır. Sinan arkadaş kendi olma kavgasını verdiğinden yüreğini acıya da yalnızlığa da açmıştı. Sinan arkadaş tüm zorluklarına, acılarına rağmen kendi olmayı ve kendi kalmayı başardı. Kendi olma savaşımını sürekli olarak verdi. Nedense hiçbir öncü kişilik içinde bulunduğu çağ içerisinde anlaşılamamıştır. Heraklitos adlı doğa filozofu kendi çağdaşları tarafından anlaşılamadığından yaşadığı aydınlanma karanlık olarak adlandırılır yine kendini bilme ve hakikat aşkıyla yanıp tutuşan Sokrates’in düşüncelerinden dolayı cezalandırılması, Hezarfen Ahmet Çelebinin uçacağına kimsenin inanmaması, Şeyh Bedrettin’in urganın ucunda güneşin batmadan önceki hali gibi solması, inandığı doğrulara sahip çıkma adına bu güzel insanların eril gerçeklik içerisinde yalnız yaşamalarına ama başları dimdik ayakta ecelsiz can vermelerine neden olmuştur. Değişenler yanında değişmeyen çok şey var yaşamımızda. Hala Aristo mantığını ve Newtoncu bakış açısını aşmış değiliz. Yaşama ve insanlara yaklaşımımız bir tekrardan ibaret. Beraber yaşadığımız gerçek ve güzel insanlar olan devrimcileri tanıyamıyoruz. Şahadetini hala kabullenemediğim sanki bu yazıyla şahadeti kesinleşecek olan Sinan arkadaş da bu güzel devrimci ruhlu insanlardan. Belki de o genç yaşına rağmen saçlarına yıldız misali düşen aklar yol arkadaşlarına kendini tam olarak anlatamamaktan ya da anlaşılamamaktan.
Sinan arkadaş 1977 Maraş Elbistan doğumludur. Devrimci hareketlere çocuk yaşlardan itibaren ilgisi vardır. Kürdistanlı olması ve yaşanan çelişkileri derinden yaşaması Onda sisteme muhalif bir karakter yaratmıştır. Sistem dışı arayışları oldukça güçlü olan Sinan arkadaş özgürlük arayışlarına cevabı PKK ideolojisinde ve onun yaşam anlayışında bulur.
Sinan arkadaş, 94 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi bilgisayar mühendisliği bölümünde okurken özgürlük hareketiyle tanışır. Üniversitedeyken yurtsever gençlik çalışmaları içerisinde sorumlu düzeyde görev yürütür. Olgun, zeki, tutarlı, disiplinli duruşuyla arkadaşların ilgisini çeker. Öğrenci gençlik içerisinde çalışmalarını örgütledikten sonra özlemi olan gerilla sahasına ulaşmaya çalışır. 1998 yılında Yunanistan’da Georgidas Thepıhılos Akademisine gelir. Yaşamdaki duruşu, eğitimdeki özlü katılımı, ilişkilerindeki paylaşımcılığı kısa süre içerisinde eğitim sahasında belirginleşmesine neden olur. Kısa bir süre eğitim gördükten sonra eğitim çalışmalarında yönetim düzeyinde görev alır. Sinan arkadaşın düşüncelerindeki sistemlilik, üslubundaki çekicilik, bilgilerindeki derinlik iyi bir eğitimci olmasını sağlar.
Yavaş ancak istikrarlı bir biçimde ilerlemeyi seven Sinan arkadaş fazla girişken değildi ve duygularını herkesle paylaşamıyordu. Az gülerdi ama içten gülerdi. Duygularını dışarıya yansıtmakta zorlanırdı. Onu tanımayanlar için oldukça analitik görünen Sinan arkadaş duygu yüklü yanıyla aklını dengelemişti. Mücadeleyle tanıştıktan ve Önderliğin çözümlemelerini okuduktan sonra derin bir yurtseverlikle duyguları kökleriyle buluşmuş kendinde var olan insanseverlik özgürlük hareketi ile bilimsel bir karakter kazanarak daha kapsamlı ve çok yönlü bir kişilik kazanmıştı. Özgürlük ideolojisiyle etkileşim içerisine girdikçe özkarakteri daha fazla gün yüzüne çıktı. Duruşuyla her zorluğu göğüslemeye hazır olduğunu ve ölümüne bu mücadeleye sarıldığını kanıtladı. Sinan arkadaş bireydeki bilinç ve duygu birliğinin yürek ve beyin ortaklaşmasının anlamlı ve güzel bir örneğidir. Özgürlük hareketine katılımının temelinde de hareketimizin yoldaşlık ilişkilerindeki sadeliği ve paylaşımlarda yaşanan derinliği vardı. İnsana verdiği değer ilişkilerinde somut ifadesini buluyordu. Onun için insanların insan olma savaşımını yürütmeleri sevilmeye değer kılardı onları. Bireylerin yaşadıkları ne olursa olsun anlatmaya ve anlamaya yürek ortağı olmaya çalışırdı. Bunu yaparken hem iyi bir dinleyiciydi hem de iyi bir eğitmen. Sinan arkadaş yaşamıyla, sohbetleriyle hatta duruşuyla insanları etkilemeyi ve karşısındakine yön vermeyi başarıyordu. Bunu yaparken karşısındakine de hissettirmeden, iradesine ve yaşadıklarına saygı göstererek bunu yapıyordu. Sevmek Onun için emek harcamak ve birbirinin iradesini kırmadan paylaşmaktı. İlişkilerinde karşısındakinin kendisine benzemesini istemez, herkesin özsel gerçekliğiyle yaşama katılması gerektiğine inanırdı. Kendisiyle yürüttüğü en büyük savaşım ise duygularını daha güçlü dışa vurmaya yönelik savaşımdı. Kolay değildi kendisine yıllarca duygularını dışa yansıtmaması öğretilmişti. Sinan arkadaş girdiği her çalışmaya büyük bir ciddiyetle yaklaşır ve o çalışmayı herkesten daha iyi bir biçimde başarırdı. Çok yönlü olan Sinan arkadaş’ın Yunanistan’daki eğitim sahamızda yaşama her yönlü katılımı söz konusuydu. Eğitim sahasında görülen eğitimlerden sonra yapılan moral çalışmaları eğitim konularıyla bağlantılı olarak yapılan tiyatrolarla yoğunlaşmaların yansıtılması biçiminde eğitim olarak geçiyordu.
Mücadelenin zorlu ve çetrefilli süreçlerini yeni olmasına rağmen tek başına ayakta kalarak aşmaya çalışan beyniyle ve yüreğiyle etrafını aydınlatmaya çalışan bir arkadaştı. Sinan arkadaşta kabalık yoktu. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlardı. Mücadele ederken de, emek harcarken de, seni eleştirirken de bunu hep çaktırmadan yapardı. Göstermelik olan herkesin göreceği şeyleri yapmayı sevmezdi. Bu yüzden çoğu zaman yüzeyselliğimle onun uzlaşmacı olduğunu söylediğimde kendini içtenlikle anlatmaya çalışırdı. Sinan arkadaş hemen ret etmeyi sevmezdi ve mücadelesini anlık değil zamana yayarak yürütürdü. Yaşama ve insanlara ucuz yaklaşmazdı. Emek harcarken de bunun karşılığını beklemez ve değişimin kolay olmadığını bilirdi. Onun için önemli olan karşısındaki insanın özgürlük arayışlarını güçlendirmek ve kafasında kişinin kendisine ilişkin soru işaretleri oluşturabilmekti. Bu nedenledir ki birçoğu anlayamazdı Onu. Bu derinlikli dünya yüzeysel yapılan hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Kuzeye gitme ve pratikleşme istemi olmasına rağmen bunu birçokları gibi yaygara kopararak yapmamış ama sürekli olarak pratikleşme istemini örgüte yansıtmıştı. Sinan arkadaş için hiçbir zaman kendi istemleri önemli değildi. Onun için örgütün istediği yerde ve biçimde çalışmak en doğrusuydu. Bunu anlatamamanın ezikliğini sürekli olarak yaşadı. Biraz da bu atmosferin yarattığı ağır etkilenmeyle gidişine hız kazandırdı. Uzun yıllardan sonra ülkede ilk kez Mahsum Korkmaz Akademisinde gördüm bu görüşmemizin son görüşmemiz olacağını nereden bilebilirdim ki. Yağmurun altında saatlerce tartıştık sırılsıklam olsak ta yüreğimizde yıllardan sonra birbirimizi görmenin sıcaklığı vardı. Birde ben Onu anlatılanların dışında gördüğüm için, eski özünü yitirmediği için mutluydum. O ise kendini anlatmanın ve yürek ortağı olmaya çalışmanın iç huzurunu yaşıyordu. Bir daha birbirimizi hiç görmedik. Uzaktan da olsa haberlerini alıyordum. Amed’ten güçlü bir komutan olarak döneceğine ve hareket içerisinde önemli görev ve sorumluluklar üstlenebileceğine inanıyordum. Sinan arkadaş devrim yükünü omuzlamada öncü düzeyde katılabilecek, güzel düşünceli ve temiz yürekli özgürleşmeye yakın bir insandı. Kadınla ilişkisinde sürekli olarak özgürleşme mücadelesini kendisiyle yürüten, kadını tanımaya çalışan, kadınla geleneksel güdüsel yaklaşımlar dışında dostluk kurmaya çalışan bir arkadaştı. En ufak bir yanlış anlamanın, karşısındakini kırmanın o kişinin yaşamına mal olacağından korkuyordu. Sade, çıkarsız, sakin ve insanı derinden tanımak isteyen bakışları, pırıltılı gözleri genç yaşta olmasına rağmen saçlarına düşmüş aklarla ve kendi kimliğine ait olgun duruşuyla görmüş geçirmiş kişilere ait yaşam bilgesi edası çevresindekileri etkilemesine yetiyordu. Arkadaşları etrafında toplamak için özel bir çaba içerisine girmesine gerek yoktu. Gerçek bir devrimci olduğunu öncelikle kendi yaşamıyla insanlara kanıtladığından çekiciydi.
Bu yazıyı yazana kadar yazmanın konuşmadan daha kolay olduğuna inanıyordum. Ama bu yazıyı yazarken bunun hiç de böyle olmadığını anladım. İlk defa bir yazıyı yazarken bu kadar zorlandım ve yokluğuna hala inanamadığımı gördüm. Kışları hiç sevmem. Gerilla için ölümdür, hareketsizliktir kış. Bir de senin 2007 kışında Amed’de belirsizlikler içerisinde tam olarak bilmediğim bir tarihte yitip gitmen kışa olan öfkemi daha fazla arttırdı.
Heval Sinan gerçek bir devrimciydi. Adı Taylan’dı. Taylanken de devrimciydi. Taylan Sinan oldu ve daha da bir güzelleşti. Bir gün çıkıp geleceğinin inancını bunları yazarken dahi taşıyorum. Bu kadar erken olmamalıydı be heval. Artık kimseyle derin paylaşımlar yaşamama kararı aldım çünkü en güzeller en erken gidiyorlar ve şuna inanıyorum. Kurşun adres tanır bu yüzden hep en iyileri, en güzelleri seçer. Ölüm sana hiç yakışmıyor. Utangaç ama muzır gülüşünle karşımızda dur yine. Biliyor musun heval Sinan, hani derler ya kendim için istiyorsam dönüşünü namerdim. Bu tür zorlu süreçlerde senin gibi düşünen ve yaşayan insanlara ihtiyacımız var. İçinde yaşadığımız süreç senin gibi gerçek devrimcilerle yürütülebilecek bir süreç. Sen gerçek bir devrimcisin. Sen gerçek bir Apocusun heval Sinan. Ve bu yüzden kabul edemiyorum bizleri bu kadar erken bırakıp gitmeni. Daha yapacağın çok şey vardı heval. İnsanın içindeki acının yarattığı zehiri intikam alması akıtırmış. Senin ve diğer yoldaşlarımın intikamını almadıkça acınız içimde zehir gibi kalacak ve akıtmayacağım. Seni şimdiden çok özledik gerçek devrimci…
Şerda Mazlum
- Ayrıntılar
Kod adı: Rızgar
Adı Soyadı: Hasan Güler
Doğum tarihi ve yeri: 1972 Pazarcık
Katılım tarihi: 1992 Almanya
Şahadet tarihi ve yeri: 13 ocak 2007 Amed’de
PKK öncülüğünde zafere giden özgürlük hareketimiz 35 yılı aşkın şiddetli bir mücadele tarihi içerisinde nice Kürt tarihinde görülmeyen değerler ortaya çıkarmıştır.
Kimliğini inkar eden beynine kadar sömürülen, köleleştirilen hor görülüp aşağılanan benzeri görülmemiş bir asimilasyonla kendi özünden uzaklaştırılmaya çalışılan başkasına benzeme özentisiyle övünen bir halkın kendine ait olana sahip çıkması kendini yeniden diriltip yaratması için kuşkusuz büyük bedeller verilecektir. Rebêr APO önderliğinde büyük zorluk ve güç dengesizliği içerisinde verilmiş özgürlük mücadelesinin zaferden başka herhangi bir yolu kabul etmiyeceği Agitlerin, Erdalların, Zilanların, Beritanların ve tüm Kürdistan şehitlerimizin soylu direnişinde kendini ispatlamıştır.
Bu yüce ve kutsal mücadele tarihinde binlerce şehidimiz Kürt halkının gasp edilen haklarının kazanılması özgür birer insan olmak, bununla birlikte kendine saygısı olan bir toplumu yaratmak için gerekli olan bedeli adeta kanlarıyla sulayarak kurumuş topraklara tekra ruh vermiş can vermiş diriltmiştir. Soylu direnişimizin kahraman sembolü olan şehitlerimizin kervanına Rızgar arkadaşta 13 Ocak 2007 yılında Amed eyaletinin Ş. Remzi alanında faşist sömürgeci TC ordu güçleri ile girdiği çatışma sonucu PKK’nin militan duruşu direniş çizgisi temelinde katılmıştır.
Şehitlerimizi soylu mücadele kişiliklerini duruşlarını tarif etmede devrimci duruşlarını ifade etmede onların gösterdikleri büyük fedekarlıkları yansıtmada zorlanmaktayım. Bu durumun kabul edilebilecek bir yanı olmamakla birlikte genel şehidlerimizin huzurunda özeleştiri verilmesi gereken bir husus olarak görüyorum.
Çok kısa bir tarifle Rızgar arkadaşı nasıl tarif edebilirim sorusuna “doğal devrimci sorumluluğun sembolü pratik uygulayıcısı bir arkadaş olarak” cevabını verebilirim. Rızgar arkadaş düşmanın Kürdistan’da yürüttüğü insanlık dışı asimilasyon, sömürge ve işkencenin yanında Kürt halkını kendi yurdundan vatanından koparma temelinde geliştirdiği sinsi politikalar neticesinde abisinin Avrupa ülkelerine çıkmasının ardından kendiside Maraş’ın Pazarcık ilçesinden oraya gider Kürdistan’da Pazarcık’ın özgürlük mücadelemiz içerisindeki yeri yurtseverliği özgürlük davasının zafere ulaşması için verdiği bedeller bilinmektedir.
Köylü emekçi bir aileden gelen Rızgar arkadaş belli bir süre Avrupa’da çalışmalara katkı sunduktan sonra mücadelenin en aktif zeminine girip özgürlük savaşçısı olmak için 94-95 yıllarında Kürdistan’ın asi ve özgür dağlarında gerillaya katılır. PKK hareketinin özü olan emek ve mücadelenin bir timsali idi. Rızgar arkadaş yapılması gereken bir işi çalışmayı yoldaşına bırakmadan hesaba girmeden en temiz ve sağlam bir şekilde yapmaya çalışan hakkını veren kutsal bir emeği vardır. Rızgar arkadaş Rebêr APO’dan PKK’den ve PKK’nin asıl sahipleri olan şehitlerimizi böyle öğrenmişti.
Sorumluluğunda yürütülen bir çalışma ve görev için hiçbir zaman arkadaşların kaygısı olmadı görevinin gereklerini yerine getiriyor mu diye bir soru kafamıza takılmadı çünkü tüm silah arkadaşlar bundan emindi ki Rızgar arkadaş çalışmasının en ince detayına kadar hesaplayarak tartarak ölçerek uzun vadeli planlayarak yürütecekti çalışmalarını.
Önderliğimizin 1999 ve sonrası geliştirdiği büyük barış çabalarına karşı inkâr imha politikalarında ısrar eden barış çabalarını bir zayıflık belirtisi görerek çürüme politikasını bize dayatan TC’nin politikalarına karşı meşru savunma savaşı çerçevesinde yeniden mevzilendirme çalışmalarında 2003 yılında Amed eyaletinde büyük bir istek ve coşku ile gitti Rızgar arkadaş.
2004-2005 yıllarında geliştirilen ihanetçi-tasfiyeci teslimiyetçi çizginin etki ve dayatmalarına karşı Rızgar arkadaş Rebêr APO’ya, şehitlere, halkımıza olan derin bağlılığıyla hiç tereddüt bile etmeden yerini zaferin garantisi olan Önderlik çizgisinde olarak Kuzey sahalarında aktif bir mücadeleyi esas almıştır. Rebêr APO’nun “bana bağlı olanlar Amed’e gitsin” sözüne bağlı olmak istiyordu.
1 Haziran hamle kararının pratikleşmesi için Rızgar arkadaş Amed eyaletinin birçok bölgesinde değişik düzeylerde aktif mücadele yürüttü. Görev ne olursa olsun katılımının özü yukarıda belirttiğimiz çerçevedeydi. Rızgar arkadaşın halka olan bağlılığı, sevgisi ekseninde yürüttüğü çalışmaları birebir halka yansıyor güven veriyordu onun için görev yaptığı her alanda halkın Rızgar arkadaşa büyük bir sevgisi gelişiyor onun şahsında mücadeleye daha güçlü katılıyor ve destek sunuyorlardı. Çünkü Rızgar arkadaşın halkçı özelliği hesapsız katılımı sade ve mütevazı yaşamı katılımı onlara güçlü bir güven veriyordu. Kendilerinden biri olarak görüyorlardı.
Emekçi halkçı sorumlu militan duruşuyla tüm yoldaşlarının da derin sevgi ve saygısını kazanmıştı. Örgütün talimatları doğrultusunda bir pratiğin ortaya çıkması için Rızgar arkadaş elinden gelen her türlü çalışmayı yürüttü. Bununla yetinmedi yoldaşlığın dayanma ruhu çerçevesinde arkadaşların yardım etti. Perçinledi ruh verdi. Mütevazıliliği alçak gönüllüğü Apoculuğun yoldaşlık ruhuna denkti.
Amed eyaletinde pratik yürüttüğü dört yıl emek verme mücadeleye değer katma anlamında dolu geçti. 2006 yılının bahar ve yaz hamlelerinde özellikle Rızgar arkadaşın kaldığı Ş. Remzi alanında düşman büyük darbeler aldı. Bu darbelerde 40 yakın askeri 1 yarbay, 1binbaşı, 1 skorski helikopteri imha edildi. Bu sonuç hem HPG için yürüttüğü savunma savaşına büyük bir katkı hemde halka büyük bir moral oldu. bu sonuçların ortaya çıkışında Rızgar arkadaşın rolü katkısı ve hazırlığı belirleyici konumdaydı. Bu pratik sonuçların daha sonra ki yıl katlanarak gelişmemesi için kış sürecinde üslenme ve eğitim çalışmaları için kaldığı aynı alana düşmanın yoğun yönelim ve operasyonları gelişti.
13 Ocak 2007 tarihinde bu operasyonlar da arkadaşları ile birlikte kaldığı sığınağın deşifre olmasıyla faşist TC ordu güçleri ile çatışma çıktı. Düşmanın gerillanın tekrar kuzey mevzilerinde üslenerek yeni bir savaş tarzıyla verdiği mücadeleyi sindirememesi “yok oldular tasfiye oldular” dediği noktada güçlü darbelerin şoku ile adeta intikam için kıvranıyordu bu çatışmayı da kendi intikam arzuları için. Bir sonucu götüreceği arzusu ile yönelirken, yine Rızgar arkadaşın öngörülülüğü kıvrak zekâsı planlı ve hızlı karar verme yeteneğiyle adeta kursağında kalmıştır.
Zorlu gerilla için dezavantajlı kış süreçlerinde düşmanın gelişkin teknik ve sayı yoğunluğuna rağmen, Rızgar arkadaş düşmanın bu dar çemberinden yoldaşlarını çıkarmayı başarmıştır. Hem de en önde ve başta kendi göğsünü düşmana siper ederek çatışarak PKK militan duruşun direnişçi kahraman karakterine denk bir kahramanlıkla 13 Ocak 2007 saat 15.30 civarında düşmanı kahreden kahraman duruşuyla şehitler kervanına katıldı. Bu duruşu ve katılımıyla ardılları olan bizlere birçok öğretici vasiyet bırakarak…
Rızgar arkadaş senin şahsında tüm şehitlerimize bağlı kalacağımızı uğruna canınızı feda ettiğiniz bu yolda kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğimizi silahımızın yerde kalmayacağını belirterek yüce anılarımızın önünde saygıyla eğiliyoruz…
Mücadele arkadaşları
- Ayrıntılar
Reber APO
Mustafa Gezgör Yoldaşın Önderlikle Diyalogları
Devrim, çağı en üst düzeyde yakalamış olanların eseri olabilir. Çağın en gelişkin, düşünce ve yaşam biçimine ulaşamayanlar, asla devrimde başarılı olamazlar. Bu formülü kendimize uyguladığımızda, bırakalım çağın var olan gelişkin bilincine ulaşmayı, nereden gelindiği, nasıl gelindiği konusunda güçlü bir değer yargısına ulaşmadan, kendini körkütük ortaya atmanın, başa bela getirmekten öteye bir sonuç vermeyeceği açıktır. Kürdistan’da son yıllarda yaşanan trajediler de bunun diğer bir ispatıdır. Şimdi bunları görmek, bu temelde eğer bir işe yarayabilecekse kendini yararlı kılmak, sıradan insan olmaktan çıkmanın da kesin sonucudur. Benim talihsizliğim, akıllıların durumunun çok zayıf olmasıdır. Hiç bir gerekçe, hiçbir tedbir, hiçbir güvencesi alınmayan bir ekonomik, sosyal, siyasal yaşam veya yaşamdan başka her şeye benzeyen bir durumun ürünü olarak karşımıza çıkıyorsunuz. Bunu sizi suçlamak için söylemiyorum, gerçeğinizi ifade etmek için belirtiyorum. Ben, bütün bunlara bir kerede çözüm gücü olamam ve siz de kendinizi böyle koşullardan geliyorsunuz diye, bütün çirkinliklerinizle dayatamazsınız. Bu konularda biraz anlayışlı olacaksınız. Bırakalım yüce yoldaşlık, dava arkadaşlığını, sıradan bir insani durumu korumak için bile biraz kendinize gelmeniz gerekiyor.
Çabaların durumunu değerlendirirken, her yönüyle sizleri anlamaya çalışıyoruz. Sonuçta vardığımız, bazı önemli hususlar bunlar oluyor. Bir yandan da ağır savaş sorunları vardır. Bu olmadan doğru düşünceye, hareketlenmeye imkân bulamayacağız. Ama öte yandan buna hiç yetmeyen toplumsal, ulusal koşullar ve öncülük adına yola çıkanın, kendi eğitimine bile gereken ciddiyeti gösterememesi çok bariz yaşanan ve yaygın olan bir gerçektir.
Kürt sorunu büyük bir problemdir. Dilsiz halk denilir. Kendini formüle etmekten çok aciz bir halk gerçeğiyle karşı karşıyayız. Kendini bir kuruşa satan insanlar, lanetliler, vatansızlar diyarıdır. Kendisine, düşmanın her şeyini yakıştıran, ama insan olma adına, vatansever olma adına hiçbir şey yakıştırmayanlar ülkesi deniliyor. Eğer bunlar bir gerçekse, herhalde kurtuluş hareketini düzenlemenin sanıldığı kadar kolay gelişemeyeceği kendiliğinden anlaşılıyor. Yüzeyselliğinize ve havanıza bakıyoruz; günlerin oldukça anlamlı değerlendirilmesi gerekirken, sizi iç açıcı görmek olmuyor.
PKK’nin bir itibar kaynağı olduğu biliniyor. Çok çeşitli biçimlerde bu itibarın vücut bulduğu biliniyor. Kalkıp bu itibara sığınarak, kendine pay çıkarmak yanılgıdır. Maalesef artık yüz binlerce kişi, çok ciddi bir çabanın sahibi olmadan, bu itibarı olduğu gibi normal kabul ediyor. Hatta muhalifler bile bunu çok açık bir biçimde kendilerine yakıştırıyorlar. Biraz itibar kazandırdığımız doğrudur. Kürtlerin de insanlar kategorisinde ele alınabileceğine dair işaretler verilmiştir. Ama hikâyesi belli, oluşumu belli bu itibar kaynağını, hiç düşünmeden, hatta onunla ters düşerek “biz de bu kadar itibarlıyız” demek, kendi içinde bile kendini buna inandırmak, kabul ettirmek veya kabul görmeyi istemek, şu anda çok ciddi bir tehlike olarak karşımıza çıkıyor. En kötüsü de, bu iyi niyetlice yapılıyor, buna kendini çocukça kaptıranlar oluyor. Özgür yaşamı, itibarlı yaşamı kendisine layık görmeyeniniz yok gibidir. Bu, mütevazı bir değerlendirme değildir. Benim henüz kendime bile yakıştıramadığım onurlu yaşamı, itibarlı yaşamı, benden kırk kat daha kendinize yakıştırıyorsunuz. Şaşırdığım nokta burasıdır, ölçüler burada karışıyor. Bütün çabalarıma rağmen, ne kadar itibarlı yaşamın sahibi olabileceğime dair kendimi henüz ikna etmiş değilim, ama sizin yaşantınıza bakıyorum, öyle yerli yerine oturmuş iddialarınız var ki, hayret etmemek mümkün değildir. Bu bir sahtelik ve aldanmadır. Bu yaşamı, bu itibarı sürdüremezsiniz. Ben size bu itibarın dayanaklarını gösteriyorum. Onu bile anlamaktan uzak olursanız büyük bir yanılgı içinde olduğunuzu çok kısa süre içinde göreceksiniz.
Genç topluluklarsınız, hayat tecrübeniz yoktur. Gerçeklerin fazla farkında değilsiniz. Kendi özlem ve niyetlerinizi gerçekler yerine koyuyorsunuz, ama biz yakıcı gerçeklerden birini yaşayan bir hareketiz. Sizi böyle kabul etmek demek, hiçbir sonuç vermez. Gençliğin iyi niyetleri ve özlemleri bir şey kurtaramaz. Ölmek çare olsaydı, zaten bizden daha fazla ölen bir halk yoktur. O yüzden kendinizi ölüme yatırmanız bir kurtuluş gerekçesi olamaz ve çoğunuzun ana eğilimlerinden birisi de budur. “Kendimi ölüme yatırmışım, ölümüne kabul ettim, bu iş bitti” diyorsunuz. Size göre can feda edildikten sonra bu iş halledilmiştir. Gerçekten düşünemeyeceğimiz bir kanıdır veya öyle olma durumundadır. Mesele ölme ile halledilseydi, yaşamdan bahsetmemize hiç gerek kalmazdı. Ölüm teorisine göre, kendimizi cayır cayır yakmak çözüm için yeterli olurdu.
Bizde daha çok egemen olan cesaret türü, müthiş geriliğin verdiği gözü karalıktır. Kürdistan’da yaşanılan nedir? Gericiliğin verdiği gözü kara cesarettir. Bilimin biraz yol gösterdiği cesaret var mı? Ona göre yaşam ayarlanıyor mu? Hayır! Kendi açımdan söyleyeyim; oldukça farklı bir cesaret türü geliştirmeye çalışıyorum. Ama kendimi bile ne kadar cesaretli kıldığım, günlük olarak değerlendirmelerim dâhilindedir. Cesaretinize şaşıyorum, cesaretiniz halkın içinde bulunduğu yaşama karşı körcedir. Bütün eylemleriniz çok açık, son derece kör bir cesarete dayanıyor. Bunları söylememin nedeni; bana burada bunları dayatmanızdır. Çok tehlikeli bir kaynağa dayanan, ister çok ölgünce ölüme yatmak, isterse kendini daha değişik biçimlerde ifade etmek olsun, temsil edilen yaşam, bana çok seviyesiz ve sonu olmayan bir yaşam biçimi gibi geliyor. Bunu açmaya kendimi mecbur hissettim. Çünkü ne de olsa, parti çerçevesinde yürütülmeye çalışılan bir yaşam ve cesaret vardır.
Söylediklerimiz çok önemlidir. Artık biraz seviyesi ileride olan arkadaşların, “komuta düzeyinde ben de varım” diyenlerin, bu dediklerimize hiç olmazsa bir anlam vermesi gerekir. Diğerleri zordur, belki ulaşamazlar, ama sınırlı sayıda bir komuta düzeyi önemli sonuçlara yol açabilir. Bu nitelikleri olanlara ısrarla vurguluyorum, kendinizi biraz toparlayın. Bu temelde verdiğiniz bir söz varsa, bu söz bunu biraz karşılamalıdır.
Çok çeşitli nedenlerle bizden uzak kalmış olanları da, partiye doğru katmaya azami çabamız olacaktır. Özellikle zindan direnişine yönelik yaklaşımlar vardır, mesafeyi kapatmaya çalışacağız. Yine çeşitli alanlardan gelenler vardır, onlarla da mesafeyi kapatmak istiyoruz. Buraya çok genç gelenlerin durumlarına bakıyorum; çok geriler, yeniler. Birbirinizin elinden tutun. Partiyi biraz bilenler, bunların kollarından sımsıkı tutup biraz düzeltsinler. Bu yalnız benim görevim değil, sizin de görevinizdir. Bu anlamda yenilere sahip çıkılmalıdır. Eğitim, yalnızca bir kişinin burada konuşması değildir. Sağınıza-solunuza bakın, eğitmeniz gereken öğeler vardır. Bunu alışagelen memur vari yaklaşımlardan kurtaralım. Her anımız, çevremizi eğitme olsun, gücümüzü eğitelim. Gücümüzün eğitimi bugüne kadar sağlıklı başarılamamıştır, eğitimi çok sınırlıdır. Çoğu da büyük yanlış izlenimlerle, hatta bazı olumsuz yönlerini geliştirerek, bunu konuşturarak ayrılacaklar. Bu, işleri daha da ağırlaştırıyor. Sizler, biraz sorumluluğunuzun gereğini yapsaydınız, bunlara asla müdahale etmemeniz gerektiğini bilirdiniz. Devrimciler vicdanlı insanlardır. Bütün bunlar sizi ilgilendirir.
Çok ciddi bazı sonuçlara ulaştığını iddia eden var mı? Değerlendirmeler sizi bazı önemli sonuçlara getirmelidir. Ne diyorsun Zamani, seni bazı önemli sonuçlara getirdi mi? Sorumlusun, çözümlemeler karşısında ne söyleyebilirsin?
Zamani: Anlaşıldı Başkanım. Ulusal özgürlüğü sağlamadan, elimizdeki bu silahla doğru savaşmadan –ki onu da doğru kullanamıyoruz- gelişme olmaz.
— Şimdiye kadar ne kadar büyük bir yanılgının eşiğinde olduğunuzu anladınız mı? Bunlar büyük yanılgılarla yüklü bir yaşam, hem de devrim adına, büyük güç adına, büyük çözüm adına yaşanan durumlardır.
Za.: Sadece birey olarak baktığımda bile durumumuzun vahametini görebiliyorum.
— Birey zararı genelleştiriyor. Sadece kendinizi bitirmiş, bela etmiş değilsiniz.
Za: Bireyden toplumun çözümünü yapmak mümkün Başkanım.
— Büyük problemdir ve bizim de bu kadar kıyamet koparmamızın nedeni buradadır. Kendini formüle etmekten, gerçekliğini kavramaktan aciz olan bir kişi, topluma neyi sunacak? Yalnız sen değil, genelde yapı bunu yaşıyor. Ne yapacağız? On yıl zindanda yatıp akıllanmadıktan sonra, biz diğerlerini ne yapacağız? Ölmek de kar etmiyor ki! Sizin en büyük gerekçeniz “silahı elimize aldık, sıktık, bizden büyüğü yoktur” demenizdir. Kürdistan’da yiğitlik biraz da bununla ölçülür. Bu yiğitlikle hiçbir şey kurtarmamışlar. Peki, sizin çözümlemenizi nasıl sağlayacağız? Dayanma gücünüz olacak mı? Acaba kendinizi yeniden yapılandırmanız mümkün müdür? Diğer arkadaş için de vurguladım; bu temelde kendinize çıkış yaptırma imkânı var mı?
Za: Başkanım doğru sonuçlara ulaştığımı düşünüyorum.
— Eskisi gibi olmasın yalnız.
Za: Hayır, Başkanım, eskiyi aşabilecek güçteyim.
—Unutma! Yılların demagojik iddiacılığıyla yaşadın.
Za: Bütün bunların nedenini çözümlemelerle birlikte daha iyi anladım ve artık kendime daha gerçekçi yaklaşabiliyorum Başkanım.
— Yiğitlik ve direnişçilik adına, öyle kolay aşılacak sorunlar değildir. Yine benden ne istiyorsunuz? Al sana silah, hepsi senin olsun. Amacım, sizi sıkmak ve eskisinden daha kötü duruma düşürmek değildir. Ne istiyorsan iste benden, ama bana açık bir tasfiyeciliği dayatamazsın. Bana “PKK’den vazgeç” de diyebilirsin. Bunu düşman savaşla başarmaya çalışıyor, herhalde sen bir yoldaş adına bunu diyemezsin. Belki sen buna gelemezsin, ama tasfiyeciliği de dayatamazsın. Eğer yürütemiyorsanız, bir misafir veya dost gibi sizi karşılar ve yollarız. Başka bir şey isteyebilir misin?
Za: Biz buraya gelirken, belki biraz usta olduğumuzu sanıyorduk, ama öyle değilmiş. Ne kadar çok şey yaşadığımızı ve öğrendiğimizi sansak da gerçeklerle karşılaşınca aslında fazla bir şey öğrenmediğimizi anlıyoruz. Bu da bize öğrenmenin sınırsızlığını gösteriyor Başkanım.
— Ben devrimcilik derken, boşuna konuşmuyorum. Objektif olarak tasfiyecilikten bahsediyorum. Dayatmalarınız partiye katkı değil, tam tersidir ve bunun gerekçesi de olmaz. Sizi siyaset dışı bırakmayı istemiyoruz, sen bunu kendin yapıyorsun. Bir devrimci kendini bu duruma düşürmeyendir. Örnek olarak sizin durumunuzu söylüyorum, özelliklerden bahsediyorum, buna şaşmamak elde mi? Hepsi vatan uğruna, önemli işler yapma adına buraya gelmiş, ama gözlerinden okunan sadece zavallılıktır. Bunu çeşitli anlamlarda söylüyorum. Kudret var mı gözlerinizde?
Biz bir meseleye el atarız, mutlaka bazı sonuçlara ulaşırız. Benim yüreğim sizler konusunda titriyor ve sizlere de, bütün halka da en zayıf durumlarda bir korku kaynağı olacağımı sanmıyorum. Bilakis, gerekli çözüm kaynağı olduğuma inanıyorum. Sanırım yaşadığınız süreçte, benim cephemde bir şeyler oluştuğunu biliyordunuz. Ama bir yiğit olarak sizin cephenizde ne var desem, tiril tiril titriyorsunuz. Ne kadar hata yapılmış, ne kadar uğraşmış, ne kadar uğraştırmış, ne kadar hakkınızda itiraz var? En çok direnenler hakkında üç ölümcül eleştiri bana geliyor. Bazılarınız hakkında öyle kötü iddialar var ki; değil yoldaşa, bir insana bile yakışmayan ithamlar söyleniyor. Bütün bunları ben ciddiye almazsam, bütün bunların anlam ve önemini mesele yapmazsam çözüm gücü olamam. Siz birçok durumu elinizin tersiyle itiyorsunuz. Zaten bu duruma düştükten sonra, bu durumu kendine layık gördükten sonra bu iş biter.
Eğer bir şeyler anladıysanız, bunu üslubunuza da yansıtın. Bu yeni değerlendirmeler karşısında, kendinize çok geç de olsa ilkokula başlamış bir çocuk gibi bakın. Edepli, saygılı bir öğrenci gibi durun. Bu konuda kendinize güveniniz olmalıdır. Hatta mümkünse örnek bir biçimde yapmalısınız. Olgunluğun, ölçülülüğün, alçakgönüllülüğün bir örneği olmayı esas alın. Kendinizi siyaset dışı bırakmaktan böyle kurtarabilirsiniz. Başka türlü çevreyi kazanamazsınız. Eski üslup ve yöntemlerle yeniden yaşayacağınıza inanıyorsanız, bu kötü bir yenilgidir ve size yakışmıyor. Çıkışı tamı tamamına biraz gerçeklerin ışığında yapın. Gerekçeler ne olursa olsun fazla sonuç almıyor. Komuta ve önderlik sahasında bunun fazla değeri yoktur.
Köklü ve özlü anlayışlar ne kadar gelişiyor? İçinizden beş on tane güçlü kişi çıkar mı? Bu dört yüz kişi içinde, bir düzine iyi militan çıkabilir mi? PKK çizgisinde komutaya “varım” diyecek birkaç kişiye ihtiyacımız var. Keşke arkadaşlarla, işlere büyük bir gönül rahatlılığıyla uzanabilseydik. Mesela legal faaliyet, gerilla faaliyeti diyorsunuz. Her türlü faaliyete güç getirebilen eller olsaydı çok daha iyi olur. Sizde var mı iddialı olan? Gerçeklerimizle çakışmayan ve iddiasını gerçekleştirebilecek olan var mı? Herhalde bizi eskisi kadar uğraştırma olmaz. Eskisi kadar bizi uğraştırabilir misiniz, buna gücünüz var mı?
Za: Başkanım anlatmaya çalışıyorum.
— Sanırım buna ne imkânınız, ne gücünüz, ne de isteğiniz var.
Za: Bunları oluşturma çabasındayım Başkanım.
— O zaman PKK ortamında sonuçlarını hemen görmeliyiz.
Za: Kendimde ciddi gelişmeler görüyorum, ama bunu ortama yansıtmada yetersiz kalıyor olabilirim Başkanım.
— Olumlu yönde söylüyorum, tek yanlı da olsa olumlu olmalıdır. Aslında gündemi zenginleştiriyoruz. Zindanı yaşayanlar çok büyük bir olumluluk sınavı verdiler. Değerlere sahip çıkmanın en önde gelen sorumluluğunu gösterdiler. Bu konuda benim yaklaşımım yine böyledir. Büyük eleştirilere rağmen, zindanın temel güç, dayanak olma rolünde hala iddialıyız. En kararlı parti çekirdeği olarak değerlendirmedeki iddiamız güçlüdür. Böyle de oluyor, olacak da.
Devrimcilik diğer alanlardan daha fazla zindanda sınanmıştır. Bütün zaaflarına, eksikliklerine rağmen bu yapılmıştır. Yalnız oradaki yaşamın geçici sonuçları var, anlayışlı olun. Diğerlerinden daha fazla anlayışı, olgunluğu sergilemeniz gerektiği açıktır. Partinin sizi kucaklayışı güçlü gelişiyor. PKK’ de, size verilen sözlerin veya sizin verdiğiniz sözlerin yerine getirilmesi ucuz olmayacak. Sözler PKK’ de büyük verilir. Ben bunu vurgulamak istiyordum. Yani PKK’ de sonuçlara güçlü gidilir, görkemli gidilir. Kesinlikle düşmanın bütün düşürme çabalarına rağmen, buna fırsat vermedik, siz de aslında vermediniz. Büyük kavganız bu anlamda çok önemliydi. Şimdi bunun gereklerinin yerine getirilmesi, bunun PKK’ deki buluşması, bunun bir zaferde buluşması bambaşka bir olaydır.
18 Eylül 1991
- Ayrıntılar
Tokluk uğruna aç toprakları süren biz değil miyiz?
Güzellik uğruna çirkin savaşları veren biz değil miyiz?
Namlular gölgesinde aşkları,
ölümler denizinde dostlukları kuran biz değil miyiz?
Demek ki ölüm
korkutmuyor artık
Demek ki gelecek yakın
Ha bugün ha yarın, varacak olan biz değil miyiz?
Tüm şiirler, romanlar, türküler İstanbul Edebiyat Fakültesi'nden Yaşam Üniversitesi'ne taşınacaktı Gülnaz'ın çantasında ve edebileştirilecekti Bêritan'ın yaşamında.
İlk özgürlük havasını Cudi'de soludu Gülnaz. Bêritanlaşacaktı doruklara yakışırcasına.
Hiç bu kadar yürümemiş, hiç bu kadar yorulmamıştı. Onca yorgunluğa rağmen, yaşadığı duyguları her zamankinden farklıydı. Müthiş bir haz ve rahatlık vardı yüreğinde Bêritan'ın. Coşku ve morali en üst düzeyde yaşıyordu. İnsanlara karşı yaklaşımındaki kazanımcılığı ve sınır tanımayan paylaşımcılığı dikkatlerden kaçmıyordu. Bu özellikler yüreklerde derin bir iz bırakıyordu.
Bu yürek nasıl girdi her bir yoldaşın yüreğine? Neydi yürekte somut bulan ve derin iz bırakan? Gelin birlikte gidelim geçmişe. '92'in karesinde tek tek anılar ve yaşanılanlara geri dönelim birlikte.
Geliye Azadi denilir adına bu toprağın. Özgürlük Vadisi! Özgürlüğe susamış insanların özgürlükle kendini varetme savaşımları ülkenin her toprak parçasında yaşandığı gibi burada da yaşanır.
İlkler bu vadide yaşanır o insanlarca. Yıllar boyu yaşamlarında iz süren ilkler! İlk çelişkiler, ilk paylaşımlar, ilk güzellikler, ilk şaşkınlıklar, ilk kişilik çatışmaları, kendini varetme savaşımları yaşanır bu topraklarda.
İlklerin en güzeli ve en deriniyle burada Bêritan daha bir anlam kazandırır kendisine.
Yeniydi Bêritan da diğer arkadaşlar gibi. Savaşa yabancılığımız hat safhadaydı. Hep yolcu uçakları görmüştük yüksek semalarda uçarken ya da filmlerde izlemiştik birilerinin canına kastederken. O yüzden gariptik böylesinin yaşamımızda yer almasına. Daha yeni emeklemeye başlayan çocuklar misali yürümeye yabancıydık anlayacağınız. Demir pençeli kuşlara karşı nasıl korunacağımız noktasında da belirginleşen bir düşüncemiz yoktu.
'Heval no! Bir şeye ihtiyacınız var mı?
Bêritan'ın bu noktadaki farklılığı şuydu yoldaşlar! Kendisi giriyordu inisiyatiflice işlerin içine. Anladığı, kavradığı düzeyle doğru-yanlışı birbirinden ayırt ederek, öngörüyle mevzilendirmesini yapıyordu arkadaşların. Bir de tek tek dolaşırdı mevzileri. Kulaklar yürekten gelen sesi işitirken, gözler parıldardı:
-"Heval no! Bir şeye ihtiyacınız var mı?"
Çoğu kez 'yeni şervan' deyip sıyırırız kendimizi ya da bizden biraz kıdemli eski arkadaşlardan bekleriz birşeyleri. Bêritan yoldaş, yaklaşımlarıyla bunu kıran bir özelliğe sahipti. 'Uzun yol yürüyüşlerinde zaman zaman zorlandığımızda, yeni şervan olan Bêritan'ın silahlarımızı alıp, elimizden tutarak bizi yürütmeye çalışması ne kadar büyük moral verirdi biz yeni şervanlara.'
Bireyin devrimde karar kılarak kendini katması ve bununla kendini yaratmasının somut örneğini Bêritan yoldaşta görmedik mi tarihimizde? Kendini sonsuz adamışlık düzeyi insanı bu kadar güzelleştiren husus olmuyor mu? Bu kadar kısa ancak dopdolu, capcanlı geçen yaklaşık iki yıllık bu yürüyüşe neler neler sığdırılmamıştı ki, ne güzellikler, yücelikler içine almamıştı ki? Çıkan sonuç, bizler açısından devrime katılım konusundaki kararlılık düzeyinin belirleyiciliği oluyor. Ve bunu en yakıcı kendi duruşuyla gözler önüne seren BÊRİTAN GERÇEĞİ.
Yoldaşlık ruhunun en güzelini O'nun şahsında da gördük. Onda insana yaklaşım son derece yargıdan uzaktı. İncitmeden, zorlamadan ve dıştalamadan geliştirilen ilişkiler, yakalanan derin paylaşımlar, 'kavgalı olduklarıyla bile acı vermeyen bir ilişkiyi yakalayarak, yoldaşlığa yaklaşımın nasıl olmasını pratiğiyle çarpıcı koyuyordu.
Sol anahtarı bulmuştu
Artık kış gelmiş, Özgürlük Vadisi beyaz elbiselerini giymişti. Tüm birlikler eğitim sürecine girmişti. Eğitme noktasında kendisine ve çevresindeki arkadaşlara karşı olan duyarlılığıyla Bêritan arkadaşla başka bir anı karesinde karşılaştık.
Oluşturulan gruplara ders verirken, akşam saatlerinde konuk olduk mangalarına. Küçük fanusun etrafında daire şeklinde, yüzüstü uzanan arkadaşların o anki düşüncelerine tanık olduk, bir de oldukça sabırlı, istekli ve teşfikvari yaklaşımlarıyla Bêritan yoldaşa. Amaç net ve bunun için de karar kesin!
-Eğer okuma-yazmayı öğreneceksek, o halde sistemini oturtmalıyız, derken, kendisini kırmak istemeyen arkadaşların farkındadır. Tabii sıkılan ve bu işi istekle yapmayan arkadaşların tepkilerini de alıyordu. Alttan alta gülüş ve bakışıyla köşede oturan bir arkadaş dikkatini çekiyor, hemen "Ne oldu, sen niye okumuyorsun?" derken arkadaşın sıkıldığını anlamıştı.
Sıkıldığını söylememiş, keyfi yaklaşımlarını da kamufle edememiş, utangaç bir çehre yansıtmıştı ortama. Hemen arkası geldi bunları dağıtmaya yönelik.
-Başkanın bir çözümlemesini okuyorum. Haydi gel, sesli okuyorum, sen de dinlersin, derken, ona okumayı sevdirmenin başka bir yolunu bulduğu için de keyifliydi Bêritan. Çözümsüzlüğü görmedik, hep bir alternatif vardı. Buna karşı yaşam sevgisi güçlü olan bir insan ancak bu kadar kararlı bir yaklaşımın sahibi olabilirdi.
Birçok kez Bêritan'ın tok sesiyle Dersim türküleriyle oduna gittik. Mevzi yaptık, mangalarımızı onardık, dik tepelere vurduk su getirmek için. En çoksevdiği; hep doğallığıyla türkü söylemekti.
Sol anahtarını bulmuştu Bêritan. Yaşamın, sevginin, yoldaşlığın ve paylaşımların sol anahtarıyla söylediği türkü, ne büyük bir ezgili direniş türküsüne dönüşmüştü sonraları.
Günleri, sesleri, dakikaları geçirdik. 'Keşke yapsaydık, keşke tanısaydık' dedik bizler de. Ormanlığın içinde yürürken, en güzel gülüşlü fotoğrafı hayalimizde bir kez daha canlanırken, anılarda belleğimizde yer edindi Bêritan yoldaş.
En sıcak zamanlarda bile ateş yakıp, önünde oturduğu, ateşin sevdasını yüreğinde hissettiği başka bir kareye gittik, başka bir arkadaşla. Ateşe karşı duyulan sevgi de farklıydı Bêritan'da. O'nu izlemek ne büyük sabır veriyordu, ne güzelliklere gidiyordu her bir alevin savruluşunda. Kızıl közleri avuçlama istemi doğuyordu yüreğinde. Kırık figürleri tek tek yorumluyordu çevredekilere. Figürlerde gizlenen dans edişlere daha bir anlam yüklüyordu. Renkler yaşamda, sevdada en güzelini çağrıştırıyordu Bêritan'ın beyninde. Kırık figürlerin renk kuşağında, en çok sevdiği eflatun renginde neler görmüştü, neler hissetmişti sizce?
'Özgürlükle nişanlandı'
Yüreğinin dökümlerini yazma istemi gelişince karanlık gecelerde, yardımına çok sevdiği ateş gelmez miydi? Topladığı odunlardan yaktığı ateşin önünde saatlerce yazdığı yazıları, şiirleri kendi sesinden sonrasında yüreğimizi ısıtırcasına dinlemez miydik? Ya da geceye arkadaşlık eden dolunayla paylaşımları, acıları yazmaz mıydı deftere? Ne büyük huzur duyardı ayışığında. Dolaşmak, yazmak, ay ışığıyla, saatlerin, günlerin arkadaşlığı ile ulaşmak derdi Başkan'a.
"Savaştıkça güzelleşir insan be yoldaşlar" diye girdi manganın içerisine neşeyle. Meraklı bakışlar arasında kendisini hazırlamaya başladı gideceği eyleme. Karanlık ve puslu gecelerde, türkü tadında öfkesini dillendireceği silahını aldı. "Temiz!" diye geçirdi içinden. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu, yüreğin yansıması misali! Ancak güzel olan sevilir, öyle ya güzelleşmek için çabalayan da.
Eylem dönüşü uzaktan gördük Bêritan Yoldaşı. Yüzünün sarılı oluşunu görünce, bir tuhaf oldu yüzler. Tepeden kendisini arkadaşların yanına bıraktığında, gözlerinden hüzün, umut, mutluluk karışımı aynı anda okunuyordu. Buruk bir ses tonu hakimdi. Buruktu, çünkü geride 44 özgecan yoldaşını bırakmıştı. Ne de coşkulu halay çekmişlerdi eylem öncesi, "ez xelefim" parçasıyla. Ortama bir hüzün çöktü. İlk elden pansuman yapmak için geldiler Bêritan yoldaşın yanına. Kafasını iki yana salladı ve yara alan yanağını çevirip, gülümseyerek,
-"Nasıl güzelleşmişim değil mi?" derken, savaştıkça varolan, savaştıkça güzelleşen, daha çok yüreklere dem vuran özgecanlara götürdü bizleri.
Ta Cudi'den başladık, Geliye Azadi'ye kadar geldik Bêritan Yoldaşla. Coşkusu, özlemi, acıları, kararı, inadı, doğallığı, paylaşımları ve derin yüreği ile türküler tadında yaşamını dinledik yoldaşların ağzından, sevgi yüklü sözcüklerle.
Bazen iç çekişlerle başlayan gözyaşlarına tanık olduk, bazen de O'nu tanımanın gururuyla buruk bir ses tonuna. En temelde onların yüreğinde iz bırakan; yoldaşlarına karşı gösterdiği ilgi ve paylaşımcılığıydı Bêritan yoldaşın.
Özlemle anıyorlardı, EYLEM GÜZELİNİ!
Her bir nota ne kadar da güzelleştirmişti söylenen türküyü. Ustaca kullanılan müzik aletleri ne kadar güçlü bir sesi ortaya çıkarmıştı. Hep kulaklarda çınlayan ve ritmiyle yüreklerde somutluk bulan....
Bütün kalıpların parçalanmışlığını, doğallığın yanısıra ölçülü ve ilkeli bir duruşu görmedik mi O'nun şahsında? Onca geri yaklaşımlara karşı incinse de güzel yüreği, onların karşısındaki inatçı ve iddialı yaklaşımlarını anımsadık yine. Bağımsız duruşuydu aykırı olarak görünen ya da korkuyla yaklaşılan. Hep bastırma istemi yaşıyordu kadının gerilikleri, Bêritan'ı. Kendisi gibi olmaktan uzak, birileri gibi olmaya karşı ne kadar mücadele verdi Bêritan. Acılar yaşansa da yüreğinde, güzellikler hep kamçılıyordu, çirkinliklere ve geriliklere karşı durduğu için. Özgürlüğün gerekleri daha da somutluk bulmuştu bu yaşamda. Başkan'ın kadında yüzyılların köhnemişliğini nasıl atom misali parçalara ayırdığına bu yaşamda tanık olmuştu.
Özgürlükle nişanlanıp sözleşmesini O'nunla yenilemişti toplumun tüm çirkefliklerine inat! Arayış ve özlem dolu yüreğiyle sevdasının yönünü ülkeye çevirmişti.
Günler geçtikçe sevdası daha bir belirginleşti Bêritan'ın düşüncelerinde, akıp giden coşkulu bir nehir oldu yüreğine. 'Yaşamın ve sevdanın nasılı' somutluk kazanmıştı, Munzur'un paklığı ve coşkusu misali!
Bir istem gelişti, kilometrelerce öteye taşındı beyaz sayfanın sırtında.
-"Önderliğin çözümlemelerinden yararlanarak, bir roman denemesi yapmak istiyorum."
Yaşama, insanlığa, özgürlüğe olan ilgisini bir şekilde çözmeye çalışarak ifade edecekti Bêritan Yoldaş. Daha bir anlam kazandıracaktı yaşananlara tarih açısından. Bir belge olarak da günümüze taşırılma amaçlanmıştı belki de, kim bilir?
Bembeyaz doğa geride bırakılırken, baharın açan kaç renginde pratik heyecanı sarmıştı yürekleri. Ne yoğun istekti? Savaşa aktif katılma, komutanlığında yetkin bir duruşu sergileme noktasında iddialı ve kararlıydı Bêritan. Daha düzenlemeler okunmadan, neler yapacağına dair en küçük bir ayrıntıyı bile kafasında netleştirmişti. Savaşın ezgili türküsünü söyleme düşüncesi ile dolup taşıyordu yüreği. Silahla, savaşla daha bir yakınlaşacaktı özgürlüğe.
Düzenlemeler okunduğunda, Bêritan'ın adı basın kurumunaydı. Kaldırmakta çok zorlandı, ama reddetmedi.
- "Örgütün ön gördüğü şekilde katılım sağlayacağım. Gereklerini layıkıyla yerine getirmeye çalışacağım. Fakat savaşa daha aktif katılmayı istiyordum." dedi.
Teslim olacağını sandılar!
Buruktu, çünkü çok uzun süredir birlikte olan yoldaşlarından uzak kalmak, ayrı düşmek zorlamıştı O'nu. Çelişkiyi görmüş, iyi çözümlemişti. Ne yoldaşlarını ne de örgütü zora sokmayacaktı. Yapılmak istenen geriliklere karşı kararlı duruşu sergileyerek, daha bir mana kazandıracaktı Bêritanlığına.
Zaman tünelinde yolculuğumuza devam ediyoruz. Son durak, Ekim 92 dilimi!
Coşkuların en büyüğünü, paylaşımların en derinini, güzelliğin en yücesini, direnişin en şahikada seyredişini duyumsuyoruz.
Özgürlük doruklarında ihanetçilere karşı söylenen türkülere yenileri eklenecekti. Tok sesleri çınlayarak yayılacaktı Lelikan'ın uçurumlarından ülkeye.
Bir türkü olacaktı direniş, dillerden dillere. Doruklarında boy veren, Bêritanca söylenen. Özgürlük çiçekleri bu türküyle daha bir coşkulu halaya duracaktı, reyhan tadında.
Bir farklı güzelleşmişti Bêritan o gün! Raxtını, silahını kuşanmış, diline doladığı türkünün ezgisiyle koşar adımlarla yaklaşmıştı, tepeye gidecek olanların yanına.
Günlerdir süren çatışmalarda nice özge canı yitirmişti bu yürekler, 44'ler gibi. Onları ve paylaşımlarını düşündükçe, ihanetçilere karşı kini ve öfkesi daha da derinleşiyordu yüreğinde ve beyninde. Mevzide otururken, birden yılların kokuşmuşluğunun tüm çirkinliğini aymazca üzerlerinde taşıyan peşmergeleri gördü. Attığı ilk kurşunla ihanete hedef oldu. Ardı arkası geldi.
Teslim alacaklarını düşündüler utanmazca. Beselerden, Mazlumlardan kalan direniş ruhuydu Bêritanlarda da somutluk bulan. Ülkeye sevdası, en önemlisi de kendini bütünleştirdiği, çözümlediği özgürlüktü Bêritan'ı Bêritan yapan! Attığı her mermide güzelleşen yanları çarpıcı görüyordu, öldürülen çirkinlikleri de. Mermilerinin yavaş yavaş azaldığını farketti.
'Bijî Serok APO'
Peşmergeler yakınlaşıyordu kendisine. Son mermileri de kullandıktan sonra, silahını parçaladı Bêritan. Özgürlükten yana herşey tertemiz kalmalı dercesine.
Şaşırıp kalmıştılar. Böylesi bir direnişle karşılaşacaklarını ummamışlardı.
Son hayaline dururken Bêritan, umut ve sevda yüklü yüreğiyle, özlem duyduğu Özgürlüğe bir kez daha haykırdı:
"BİJİ BAŞKAN APO!" ve zılgıtlarla güzelliğin doruğunda seyretti savaşında da.
Korkmuştu peşmergeler böylesi gidişten. Korktukları kadar etkilenmişlerdi de yiğit Dersim kızının eyleminden. Ve Bêritan utandırmıştı onları kendilerinden.
Ve bugün,
O'na duyduğumuz özlemlerimizin ve sevdamızın simgesi olarak;
Ülkemizin en güzel çiçeklerinden yapılmış bir buket gönderiyoruz Lelikan diyarına, o güzel insana, KOMUTANLAŞAN BÊRİTAN'a.
Ve diyoruz ki,
'Onurumuzun korunağı uçurumlar
BÊRİTAN'ı
İhaneti solumayan solukların havası
BÊRİTAN'ı
Naftalin kokulu geçmişlerin çatlağı
BÊRİTAN'ı
Ölümünde BAHARIN TEK ŞARKISI
BÊRİTAN'ı
SEVİYORUZ!'
- Ayrıntılar
"Alman, Türk, Kürt asıllı Ekim şehitleri, Mizgin (Çiğdem Türkmen), Ronahi (Andrea Wolf-Alman), Meryem, Zeynep, Zinarin, Leyla, Sarya, Rotinda... Bu bileşim insanlığın kurtuluşunu kadının kurtuluşu ekseninde, kadının gerçek özünü açığa çıkaran bir kadın dünyası yaratma ve tüm dünya kadınlarını bu dünyada bütünleştirme hedefindeydi."
Özgürlük Hareketimizde ekim ayı yoğun bir mücadele sürecini ifade ediyor. Bu, öyle bir mücadele ki, destansı ve mitolojik savaşları andırıyor. Ana tanrıçanın tanrılara karşı verdiği mücadeleye benziyor. Komplo ve yalanlar sonucu yaratıcılık kültürünü çalmak isteyen tanrılara karşı, ana tanrıçanın verdiği mücadele misali. Şehitlerimizin büyük yaşam özleminin kaynağı; Verimli Hilal'de, uygarlığın doğuş merkezi olan Zagros silsilelerinde saklıdır. Ekim ayı kavgasınının tanrıçaları kökenini, tarihin şafağında ana tanrıçanın ilk kavgasından aldı. İnsanlık bir kez daha özgürlük mücadelesini bu çağda canlandırıyordu. Bu ay, tarihin şafağında yaratılan yaşam gibiydi. Ortak yaşam için mücadele edilerek yaşam hukuku ve kanunları oluşturulup ana tanrıça kültürü ile uygarlığın yaratılışı ve onurla sürdürülüşünün gerçekleştirilmesi gibi ekim ayının özü de bunu yeniden yaşamsallaştırmaya dönüktür. Ekim ayının özgürlük şehitleri tanrıçalar gibi düşünerek kadın topluluğunu yarattılar. Onlar tüm sınıf ve ırk ayrımlarından arınarak, eşitlik ve özgürlük ekseninde erkeğin ayrım ve farklılıklar gözeten, sınırlar koyan sistemini aşarak, sınırlara kendi sisteminde yer vermeyerek, ana tanrıça kültürünün zirvesinde temsil gerçekleştirdiler. Alman, Türk, Kürt asıllı Ekim şehitleri, Mizgin (Çiğdem Türkmen), Ronahi (Andrea Wolf-Alman), Meryem, Zeynep, Zinarin, Leyla, Sarya, Rotinda... Bu bileşim insanlığın kurtuluşunu kadının kurtuluşu ekseninde, kadının gerçek özünü açığa çıkaran bir kadın dünyası yaratma ve tüm dünya kadınlarını bu dünyada bütünleştirme hedefindeydi. Amaç cinsler arası eşitliği ve özgürlüğü geliştirmek; din, ırk, mesafe ayrılıklarını aşmak; demokratik uygarlığı geliştirmek; insanlar arasında oluşturulan sınırları kaldırmak ve aynı zamanda toplumları kadının düşünüş ve yaşam rengiyle yaratarak, neolitik kültürün çağdaş temsilcileri olarak bu kültürü tarihin yıkıntıları arasından çıkarıp yeniden büyütmektir. Ekim ayı şehitlerinin gerçeği barışla yaşam bulan, özgür yaşam için; egemen zihniyetin, halklar mozaiğine yönelik saldırılarına karşı bir duruştur. Onlar yaşam felsefeleriyle halklar mozaiğinin hayat bulmasının öncülüğünü yaptılar. İnsanlığa barışçıl bir yaşam armağan etmek için tereddütsüz özgürlük mücadelesini büyük bir fedakârlıkla yürüttüler. Onların mücadele istemi insanlığın barışçıl yaşam ihtiyacını gerçekleştirmek içindi. Onlar eşit özgür ve barışçıl yaşamın kadının sade ve arınmış özünde yattığı gerçekliğinden hareketle bu değerleri insanlığa sundular. Bu şehitler enternasyonalist olma gerçekliğinin yanında, evrensel özleriyle özgür geleceğin yaratıcı mimarları da oldular. Farklı halklardan birçok kadının bir araya gelişi, kadın örgütlülüğünün en yalın göstergesidir. Bu örgütlülük, perspektifini Kadın Kurtuluş İdeolojisi'nden alıyor. Bu örgütlülük, ideolojik güç ile pratik dilin güçlülüğünü göstermektedir. Onların eylemleri egemen zihniyetin ihanetçi çizgisine, sömürgeci ve emperyalist özüne bir karşı çıkıştır. Aynı zamanda kadın eksenli uygarlığın felsefesi ve kadın rengiyle yaratılmak istenen cumhuriyet gerçeğine bir örnektir. Bu sistem analık hukukuna dayalı, insan kimliğinin evrensel özünü esas alan bir sistemdir. Halklar arası savaşa yol vermez. İnsan hakları ve iradesine saygı temelinde ortak yaşamı birlikte gerçekleştirir. Bu üslup ve dil ile insanlar arasında yaşanan tüm sorunlara çözüm getirir.
Ekim ayı aynı zamanda kutsallık ve lanetliliğin savaşımlarına da tanık oldu. Bu savaş kökenini tarihten aldı. Bu ayda Ekim Devrimi kapitalist ve emperyalist sistem karşısında başarı kazandı. Bilinen yetersizliklerine rağmen bu devrim, tarih karşısında önemlidir ve kutsallığını hala yitirmemiştir. Tüm güncel sonuçlarının yanında kadın da bu devrimde aktif rol oynamıştır. Bu ayda lanetlilik kutsallığa karşı bir savaş başlattı. Komplocu güçler özgür yaşamın mimarı ve yaratıcısı Başkan Apo'ya karşı savaş için seferber oldular. Lanetlilik ve komploculuk kutsallık karşısında saldırganlaştı. Karanlık ve aydınlık, kutsallık ve lanetlilik birbirinden ayrıştı...
'92 yılında ihanetçi ve gerici güçler, özgürlük savaşçılarına karşı kapsamlı bir savaş başlattılar. Uygarlığın doğduğu kutsal topraklar tekrar tarihi savaşlara sahne oldu. Medeniyetin ve tarımın geliştiği bu topraklarda, Zagroslar silsilesindeki ana tanrıça ülkesinde zalim, despot, komplocu tanrılar bu görkemli yaşama karşı saldırı ve savaş başlatmışlardı. İlk komplo egemen tanrıların ana tanrıçaya gerçekleştirdikleri komploydu. Bu komployla birlikte egemen sınıf gelişerek kadın ve erkeği tanrının kulları haline getiriyordu. Tarih, aynı dağlarda ve mevzilerde bir kez daha savaşlara, mücadelelere tanık oluyordu. 1992 Güney savaşı sömürgecilik, çetecilik ve ihanete karşı bir savaştı. Bu savaş, kutsal topraklar tarihine ihanete karşı bir savaş olarak yazıldı. Önderliğimiz de Beritan arkadaşın şahadet çizgisine değiniyordu. Şehit Beritan arkadaşın çizgisi iki felsefenin, iki çizginin ve iki ideolojinin savaşıydı: egemenlik ve özgürlük. Mitolojik destanlara konu olacak bir savaş. Bu direniş kahramanca ve ilkeliydi. Bin yılların köleliğine karşı kin ve öfkenin akışıydı. Ana tanrıça mutlulukla, kutsal toprakları üzerinde ana kültürünün yeniden diriltme mücadelesini veren çocuklarını karşılıyordu. Kutsal topraklar, komplocuların ve gerici güçlerin binlerce yıldır üzerinde yürüttükleri egemenliğe karşı öfkeliydiler.
Gülnaz Karataş'ın direnişi de ihanet ve komploculuğa karşıydı. Tarihi bir bilinçle, bir Dersim kadını olarak, Zarifelerin ve Beselerin teslim olmayıp kendilerini uçurumlardan atan gerçekliğinin sembolü oldu. Ana tanrıçanın komploculara teslim olmayan gerçeğinden aldı kaynağını Beritan; onun soyluluğunu taşıyor. O, özgür yaşam çizgisi ve felsefesinin temsilcisidir. Yaşam gerçekliğine net ve keskin bir bakış açısıdır. "Nasıl yaşamalı ve bunun için nasıl mücadele edilmeli?" sorusunun somut yanıtıdır. Mitolojik destanlarda Tiamat'ın küçük oğlu Marduk, Tiamat'a karşı savaş ilan eder. Onun gücü ve yaratımlarını elde etmenin savaşımı içerisine girer. Marduk komplo ve yalanlarla Tiamat'ın silahlarını etkisizleştirerek onu yener. Ardından da Tiamat'ın cesedini parça parça eder. Şehit Beritan bilincini tarihin bu derinliklerinden aldı. Kandırılmadı ve cesedinin komplocuların eline geçmesine bile izin vermedi. Çünkü, ucuz ve özgürlüğü içerisinde barındırmayan bir yaşamı kabul etmedi. O, tanrıça Tiamat'ın yenildiği mevzilerde kahramanca ve büyük bir direnişle savaşarak komplo ve ihaneti, onların çizgi ve felsefesini yenilgiye uğrattı. Kendini, kayalıklardan uçuruma bırakmadan önce, son mermisine kadar savaştı. Mermisi kalmayınca, silahını parçalayarak imha etti. Bu anlamda direnişi ve silahını komploculara bırakmaması, Tiamat'ın yenilgisini, yengiye dönüştürmesinin ifadesi oluyor. Ona karşı savaşan düşmanları, onun yengisinin şahitleridir.
Destanlaşan bu kutsal direniş, onların da kabullendiği bir olgudur. O'na karşı savaşan peşmergelerden biri savaş anında Beritan arkadaşı yaralandığında, yanındaki öbür peşmerge arkadaşına kızarak, bu büyük direnişçiye saygı duyması gerektiğini belirtmiştir. Uçurumun kıyısında efsaneleşen Beritan yoldaşın cansız bedeninin yanına gelen ve onun kahramanlığından etkilenen peşmerge, Beritan yoldaşın belindeki raxtı alarak, bugüne dek Şehrazor'daki evinin başköşesine asmış, büyük direniş karşısındaki saygı ve etkilenişini dilden dile anlatmıştır, hala da anlatmaktadır. '97'de parti olarak haber gönderip ondaki o kutsal anıyı istediğimizde bize "O benim için de kutsal ve anlamlıdır. Kutsal bir anı olarak yanımda tutmak istiyorum." dedi. Beritan yoldaşın gerçekliği böylesine yüce ve düşmanın dahi O'na karşı saygı duyduğu bir gerçekliktir. O, ışığında aydınlanacağımız bir manifestodur. Komploculuğa ve lanetliğe karşı bir mücadele çizgisidir. Tüm geriliklerin ve olumsuzlukların zeminine karşı bir başkaldırıdır.
Meryem Ana'ya gelince; O kutsal bir anadır. Kızına yazdığı günlüğü bana okurdu. Kızının adı Şilan. Benim adaşımdır. Kızı için kaleme aldığı duyguları, denizleri ve okyanusları aşan derinlikte ve kutsallıktaydı. O duygular ki, bir ananın közden yüreği kadar sıcak ve güneşin merkezinden yükselen alevler kadar yakıcıydı. O duygular ki, güneşin yakıcılığı ve canlılığından alırdı kaynağını. Yüreğinin büyüklüğü en yüksek dağları bile aşardı. Bu yürek büyüklüğü karşısında en yüksek ve asi dağlar dahi utançla baş eğerlerdi. Bir ana olarak tarihi görevinin bilincindeydi. Devrim karşısındaki görevi sadece canından çok sevdiği kızı için değil; annesi, babası, katledilen yüzlerce çocuk, yine ülkesinden ayrı, yabancı topraklarda büyüyen çocuklara özgür bir gelecek yaratmak içindi. Özgür bir ülke yaratmak için omuzlamıştı devrim görevini. Özgür ve onurlu bir yaşam içindi her şey. Devrim görevleri ile analık duygusu ve derin istemleri arasında müthiş bir bütünlük oluşturmuştu. Kadın Kurtuluş Hareketi'nde öncü bir misyona sahipti. Orduda komutandı. Derin ideolojik yaklaşımı, cins bilinci ve yoğun birikimiyle ihtiyaç duyulan her yerde hümanist olduğu kadar, örgütsel gereklilikler ve örgütsel işleyişte tavizsizdi. Gerektiğinde güçlü ve cesaretli bir savaşçıydı.
1997'de bir grup bayan arkadaşla Haftanin ve Metina arasında hainlerin kurduğu bir pusuya düştü. Büyük bir direniş ve kahramanlıkla savaşarak, '97 Ekim ayının tanrıçaları arasında yerini aldı.
Ekim ayında şehit düşen, Çiğdem Türk, Ronahi Alman, Sarya, Gurbetelli Ersöz ve Zinarin yoldaşlar kendi gerçeklikleriyle birlikte özgürlük çizgisinin zirveleşen sembolleri ve özgür insanın kadınla yaratmak istediği yaşamın mimarı oldular. Onlar Ekim ayında lanetliliğe, komploculuğa ve tüm karanlıklara karşı kutsal bir çizgi ve sönmeyen ışık oldular. Zinarin yoldaşın "Sorun cennette melek olmayı başarabilmektir." sözünün güçlü gerçekleştiricileri olmayı başardılar. Ekim şehitleri cennet ülkesinde birer melek oldular. Bu ayın ölümsüz şehitleri şahsında, tüm devrim şehitlerini saygıyla anıyor ve onların çizdiği yolda, yine Beritan yoldaşın çizgi ve felsefesinin takipçileri olacağımızı belirtiyoruz.
Şilan Kobani
- Ayrıntılar
Tarih, bizim toplumsal bilincimiz, belleğimiz olduğu kadarıyla, kim olduğumuzu, nerden geldiğimizi ve nasıl yaşadığımızı ifade eder. Egemenlerin tarihi karşısında kendi öz tarihimizi gün ışığına çıkarmak, anlamlandırmak ve onun üzerinden geleceğe bakmak bizim varlık ve kimlik gerekçemizdir. Güncelliği ise inandığımız değerler uğruna anlam gücüyle yaşamayı ya da o güncellik içersinde, her koşulda bedeller ödemeyi bilmekle tarihe mal ederiz. Bizim gibi özgürlük mücadelesi veren, vermekte olan bir hareket yaşadığı her günü böylesine bir güncellik içersinde karşılamaktadır. Bizler anlamlı bir yaşamı yaratmak kadar acı tecrübelerin yarattığı bedelleri de güçlü karşılamaya, sahiplenmeye çalıştık. Hemen her ayda, zamansız ve ansızın aramızdan ayrılan ve erkenden toprağa düşen yüzlerce, binlerce yoldaşımızı şehitler gerçeği içersinde tarihe mal etmeyi, yarattıkları değerleri korumak kadar büyütebilmeyi ve onların özgürlük ütopyalarını gerçekleştirme mücadelesi içerisinde olmayı en temel görevimiz bildik.
Özgürlük mücadelemiz içersinde Ekim ayında şehit düşen tüm kadın yoldaşlarımızı böylesine tarihsel ve güncellik içersinde yeniden anmak kadar, onların onurlu ve soylu özgürlük çizgisinde karalıklarını kendi kişiliklerimizde oluşturmanın mücadelesini veriyoruz. Onlar, bir halkın acılarını, isyanlarını olduğu kadar umuda, sevgiye ve özgürlüğe olan susamışlığını kendi yüreklerinde taşıyan biricik yoldaşlarımızdı. Onlar, hiçbir zaman köleliğin, zavallılığın bir kader olmadığını tam tersine bunu derinden yaşayan bir halkın ya da bir toplumun kendi öz değerlerine ve tarihine kavuştukça dirileceğini ve özgürlüğe en yakın konuma geleceğinin bilincinde olan yoldaşlardı. Halk olarak köklü ve eski bir tarihimiz olmakla birlikte, en çok katliama, asimilasyona ve şiddetin her türlüsüne maruz kaldık ve bu gerçeğe direnen binlerce evladımızı, yoldaşımızı kaybettik. Acıya karşı direniş, teslimiyete karşı direniş, asimilasyona, kimliksizliğe karşı direniş en önemlisi de mevcut olana alıştırılmaya, değersizleştirilmeye karşı direniş biz de kültür haline geldi. Ekim ayında şehit düşen Beritan (Gülnaz Karataş) yoldaşımız bu direniş kültürün amansız bir takipçisidir. O’nun ihanet ve işbirlikçiliğe teslim olmayıp o genceçik bedenini uçuruma bırakıp, özgürlük çizgisinin bir neferi, bir fedaisi olduğunu bugün yediden yetmişe herkes bilmektedir. Şehitler gerçeğine ve mirasına en çok bağlı olan Önder Apo, Beritan yoldaşımızın direniş çizgisini şu cümleleriyle çok güzel ifade etmiştir: “Beritan bize vasiyettir. O kızı unutabilir miyiz? O mesajdır. O bize çağrıdır. O bizim için bir Jeanne D’Arc’tır. Onun gibi yüzlercesi var. Onu esas alacağız, onurumuzdur. Onun eylemi sevdanın, onurun eylemidir. Biz onun olduğu yerdeyiz. Son ferde kadar savaşacağız. Şeref ve özgürlük için, onur için savaşacağız. Şehit Beritan çizgisi benim için çok önemli. Beritan’ın anısı ve çizgisi diyorum. Şehit Beritan’ın yaşamını çizgileştirmeliyiz.Ben bu çizginin bir neferiyim. Onurlu barış gelene kadar bu çizgiyi sürdürecekler.”
Kadın şehitler ayı olan bu Ekim ayında Zeynep (Gurbetelli Ersöz), Meryem (Meryem Çolak), Helin Çerkez, Rotinda (Aynur Aytemur), Kurde (Selamet Menteşe) ve onların ardılları olan onlarca, yüzlerce kadın yoldaşımız bu çizgiye bağlılığın gereği olarak kendi yaşamlarını ortaya koydular. Savaşın en sıcak döneminde Zeynep ve Meryem yoldaşlar, Önderliğe ve kadının direniş çizgisine olan bağlılığın ve sevginin gereği canlarıyla savaştılar. Önderliğimize çok çirkince ve sinsice geliştirilen uluslar arası 9 Ekim komplosuna karşı en erkenden Midyat Cezaevinde bedenlerini ateşe vererek Önder Apo’ya olan bağlılıklarını eylemleriyle gösteren Rotinda ve Kurde yoldaşlar, Beritan çizgisinin amansız takipçileri oldular. Bizler bu Ekim ayında Beritanca yaşamanın, Beritanca direnmenin ve onurlu bir mücadelenin sahibi olabilmek için şehit yoldaşlarımızı Önderliğimizin deyimiyle toprağa değil, yüreğimize ekiyoruz. Çünkü biliyoruz ki, şahadet gerçeğine bağlılığın gereği, yüreğimizi arındırmak, yüreğimizi büyütmek ve bir halkın özlemlerine cevap olabilmek bununla mümkün.
Bugün içinden geçtiğimiz süreci göz önünde bulundurursak, kadın şehitler ayının bizlere yüklediği büyük sorumluluklar var. Bizler bu çizgi temelinde mücadelemizi sürdürme kararlığı ve bilinciyle direniş ruhumuzu geliştireceğiz. Özellikle uluslar arası komplonun Önderliğimiz şahsında halkımıza yönelik daha da geliştirilerek sürdürülmesi ve bir halkın öz değerlerinin yok edilmek istenmesi, yediden yetmişe hepimizi süreç karşısında daha sorumlu ve vicdanlı davranmaya itmektedir. Bizler kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve nasıl özgür yaşamamız gerektiğini Önderliğimizin ve şehit yoldaşlarımızın sonsuz emek, özveri ve çabalarıyla öğrendik. Onurlu bir yaşamın kendi öz kimliğimizle, varlığımızla mümkün olabileceğini ve bunun için direniş mücadelemizi her yerde ve her zaman güçlü tutarak, gelişecek her türlü saldırılar karşısında nasıl cevap verileceğini kendi özgücümüzle tüm dünyaya gösterdik. Yaptığımız ya da katıldığımız her eylemde Önder Apo’yu sahiplenme, kendimizi sahiplenme en önemlisi de şehitlerimizi ve değerlerimizi sahiplenme olduğunu bilerek hareket ettik. Önder Apo’nun dolayısıyla Kürt halkının kaderini belirleyecek bu tarihsel sürecin Ekim ayında halkımızın, özellikle tüm Kürt kadınlarımızın Beritan çizgisine yaşamlarıyla, eylemleriyle öncülük edeceklerini, Beritan, Zeynep, Meryem, Rotinda, Kurde yoldaşlar şahsında tüm şehit kadın yoldaşlarımızın direniş geleneğini sürdüreceklerini biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki, yüreğimizi ve beynimizi büyütmemiz, Önder Apo’nun yolunda yürümekle, başta Kürt halkının en yürekli çocukları olan ve yürekleri ve zihinlerini Önder Apo’nun ışığıyla bilemiş şehitlerimizin yarattığı değerlerle yürümekle gerçekleştirebiliriz.
ROTİNDA ENGİN
- Ayrıntılar