Rengin BOTAN
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü özgürlük mücadelemizi her yıl yeniden tazelenmiş bir azim ve iradeyle yükseltmenin zemini olmuşken, belki de dünyada hiçbir kadın topluluğu Kürt kadınları kadar kitlesel ve yaygın olarak 8 Mart’ı kutlamamaktadır. 8 Mart Kürt kadınları için sembolik ve sınırlı bir gün değil, gerçek ve süreklileşen bir özgürlük günüdür. 2009 8 Mart’ı da özgürlük birikimleri üzerine kalıcı zaferler yerleştirmenin iddiasıyla kutlanırken, kutlanmaya devam edileceğine ve Mart ayını Newroz ve yerel seçimlerdeki başarılarla taçlandırılacağına dair beklentilerimiz de yüksektir. Kürdistan’ın bütün parçalarında ve giderek tüm Ortadoğu da yükselen özgürlük dalgasına katılmak ve özgür kadının yaratılması üzerinden özgür toplumu inşa etmek mevcut sistem sorunları karşısında en temel ihtiyaç olmaktadır. Bütün bölgelerimizde eylem meydanlarına kadınların bu duygu ve düşüncelerle katıldığına dair en ufak bir kuşkumuz yokken, bu cesur ve inançlı yüreklerin güçlü atışına, özgürlük dağlarından aynı coşkuyla katıldığımızı belirtmek istiyoruz. Yüreğini ve beynini özgür tutma aşkını yaşam gerekçemiz yapmışken hiçbir mekan ve zamanda bundan asla vazgeçmeyeceğiz. Bu nedenle elbette ki, her mekan ve zamanda namusumuz özgürlüğümüz olacaktır. Özgür kadın duruşunu yaşatma onuruyla katılacağımız her eylem, özgürlüğe doğru attığımız her adım sadece kadınları değil, tüm insanlığı ve dünyamızı adım adım bu zorba ve yalancı erkek sisteminin kader çizgisinden kurtaracaktır. Bu inanç ve kararlılıkla her türlü saldırı ve baskılara karşı her koşulda mücadeleyi yükseltme iddia ve kararlılığına sahip olduğumuzu belirtiyor, bu temelde başta Rêber APO’nun olmak üzere, Kürt kadınları ile demokrasi ve özgürlüğe duyarlı kadınların olmak üzere bütün dünya kadınlarının 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyor ve bu günü eylemleriyle anlamlandıran kadınlarımızı 8 Mart ruhunun özgürlük aşkıyla selamlıyoruz.
Kölelik ahlakının namus adı altında kadın katliamlarını gelenekselleştirmesine karşılık, özgürlük ahlakının namus anlayışıyla özgür yaşamlara doğru ilerleyen kervanımıza katılım gün geçtikçe artmaktadır. Artmaktadır çünkü artık özgürlük soyut, ulaşılmaz hayaller değildir. Katılım artmaktadır ve artacaktır çünkü özgür yaşam umudu elle tutulur, gözle görülür somut bir gerçeklik olmuştur. Hemen yanı başımızdaki kadının evinden çıkıp sesini yükseltmesi, kadına uzanan ellere bütün kadınların hep birlikte karşı koyması, köleliğe ‘hayır’ diyebilen kadınların varlığı giderek yaşamın süreklileşen ve gelişen bir parçası olmuştur. Özgür dağlardaki özgür kadın yürüyüşü kaderci tabuları paramparça ederken toplumsal alanda bu durum, kürsüye çıkan, halkı temsil eden, barışın kapılarını aralamaya çalışan, yaşamın tüm alanlarında eylemleri, yaratıcılıkları ve ürünleriyle aktifleşen kadınlar olarak devam eden bir özgür yaşam duruşu olmuştur. Ölümü kol gezdiren namus anlayışları ve uygulamalarına karşı, özgür yaşam imkanları oluşmaktadır. Kuşkusuz beş bin yıllık kölelik anlayışı, yaşam kültürü ve baskı araçlarının varlığı açısından bakılırsa önümüzde daha kat etmemiz gereken çok fazla yol olduğu açıktır. Ancak şunu da bilmekteyiz ki, özgürlük, köleliğin farkında olma, bunu reddetme iradesini gösterme ile başlar. Özgürlük için atılan her slogan, her adım o anı özgür kıldığı gibi özgür yaşam koşullarını bir adım daha somutlaştırıp yakınlaştırrmaktadır. Namusumuz özgürlüğümüzdür diye haykıran kadınlar kölelik düzenini temellerinden sarsmaktadır. Başkalarına ait olmayan, başkalarının namusu olmayan kadınlar, mülkleştirilen çocukların, gençlerin, kitlelerin ve hatta sistem karşısında karılaştırılan erkeklerin bile kölelik zincirlerinin paramparça olmasının garantisidir. Özgüvenini kazanmış, özgürlük bilincinde derinleşmiş ve mücadelede iradeleri çelikleşmiş olan kadınlar toplumsal özgürlüğün öncüsü olmuşlardır. Bu anlamda “namusumuz özgürlüğümüzdür, hiç kimsenin namusu değiliz” sloganıyla başlatılan kampanyanın ve bu temelde yapılacak daha birçok kampanyanın toplumsal değişim dönüşümü özgürlüksel kılmada belirleyici bir rolü olacaktır. Kampanyanın bütün katılımcılarını bu anlayışla selamlarken, özgürlük dağlarındaki kadın gücünün her koşulda toplumsal alan mücadelesinin savunma ve kadınlara yönelik her türlü saldırı karşısında caydırıcı güç olacağı iddiasını belirtmek istiyoruz.
Farklı toplumsal kimliklerde, özgürlük sorunlarının özgün yanları olduğu kadar tüm dünya kadınlarının ortak sorunlarının olduğu da inkar edilemeyecek bir gerçekliktir. Kadın olmaktan kaynaklı sorunlar erkek egemen sistemin var olmasının sonucudur. İster tarlada çalışsın, ister modacı olsun, ister fabrikada çalışsın ya da o fabrikanın sahibi olsun bütün kadınların öz kimliği ötekileşen, geride duran, yabancılaşan ve özünden kopartılan konumundadır. Bu sorun tek tek bireylerin değil, sistemsel bir sorundur. Bu düzen, tüm ortaklıklarına rağmen kadınları karşıtlaştırır, düşman saflarına yerleştirir. Bir savaş ve düşmanlık düzenidir bu düzen. Bu yüzden, iş kadını, kamyonlarda her gün ölen, ölümle burun buruna olan ırgat kadınları kendinden saymaz, yabancı, kayıtsız durur. O yüzden, bir tarafta kadın bedenleri sınırsızca metalaştırılıp diğer tarafta kadın emekleri sınırsızca değersizleştirilirken, bu kadınlar birbirlerinin ortak yanlarını göremez duruma getirilirler. O yüzden Kürt ve Türk anaları aynı gözyaşlarını dökerler. Düşmanlıkların sorumlusu bu kadınlar değil; erkek egemen zihniyet ve bunun somutlaşması olan Modernist Kapitalizmin ulus devletidir, medyasıdır, sanat ve spor kurumlaşmalarıdır, ordusudur. Kadınların özgürleşmesi ve bu yapay düşmanlıkların aşılması için bütün kadınların aynı safa geçmesi gerekir. 8 Mart bunun için en ideal zemini oluştururken, hep birlikte, katliamcı namus anlayışına, düşmanlığa ve savaşa karşı; özgürlük, kardeşlik, barış ve dayanışma sloganlarını haykırmalı ve bunları yaşamsallaştırmak için adım atmalıyız.
Özgürlük kuşkusuz ki, çok çeşitli boyutlarda ve derinliklerde aranması gereken bir gerçekliktir. Kürt kadınları olarak özgürleşme sorununu yaşamak; başkalarının namusu olmanın yanında, dilini konuşamamak, lal olmak, erkeğin sopasının yanında devletin copunu yemek, açlık sınırlarının altında yaşamak ve bir özgürlük umudunun komplolara uğramasının derin acısını yaşamak biçimlerinde ortaya çıkar. Bütün bu sorunların her biri özgür yaşama vurulan zincirlerdir. İnsan olmanın en temel vasıflarından olan konuşarak anlaşma durumuna karşı lal yaşamaktır söz konusu olan. Dilini konuşamayan ve başka bir dil de bilmediği için lal olan kadınlar özgür değillerdir. En demokratik eylemlerde bile üst üste istiflenip coplanan kadınların insanlığı bile tartışmalık hale getirilmişken, kadın özgürlüğünden söz etmek mümkün müdür? Kadın özgürlük arayışı, insan olma çabasıdır her şeyden önce. Diğer taraftan bin yıllardır yaşadığı topraklardan göçertilen, toprakları sürgün, işgal, sömürü alanı olan ve yaşamın doğal dayanaklarından kopartılan kadınların özgür olması mümkün değildir. Kürt kadınları kendi toprağında zincirlenmiş, ya da kopartılmış çiçekler gibidir. Sahte özgürlükler yaşamı yalancı kılıp, çürütmekten başka bir şey kazandırmamıştır. Bütün dünya kadınları için geçerli olduğu gibi Kürt kadınları için de geçerli olan şey; herkes kendi toprağında yeşerir, güzelleşir, serpilir gerçeğidir. Özgür topraklar, dostluk ve barış içindeki yaşam koşulları, özgür kadın kimliğinin derinleşmesini, özgür yaşam zeminini oluşturur güçlendirir.
Kürt kadınları açısından temel bir özgürlük gerekçesi de, özgürlük yolunda kadın yoldaşı ve en büyük destekçileri olan ve özgür topluma gitmenin önderliğini yapan Başkan APO’nun özgürlüğü sorunudur. Başkan APO Kürt ve Ortadoğu halklarının özgürlükçü duruşunu temsil ettiği, her türlü köleliğe karşı bir özgürlük kalesi olduğu ve başta kadınlara olmak üzere tüm halklarımızın özgürlük umudu olduğu için, uluslararası bir komployla İmralı’ya hapsedilmiştir ve bugün bir insanlık ayıbı olan İmralı sisteminde her gün yaşam koşulları tecrit ve işkenceye dönüştürülmektedir. Bu yaşanması zor işkence koşullarında Önderliğimiz tarihte eşine ender rastlanan görkemli bir direniş sergilemekte, bütün Kürt halkı serhıldanlarıyla adeta ayağa kalkmaktadır. Ancak, Özgürlük umudumuzun temsilcisi, özgürlük değerlerimizin yaratıcısı, kadınların sevgi kaynağı esaret altındayken, özgürlüğü gerçek anlamıyla yaşamamız söz konusu değildir. Başkan APO’suz bir özgürlük Kürt kadınlarının özgürlük anlayışı, arayışı olamaz. Yoldaşı, sevgisi, umutları zincirlenmiş kadınlar, özgür yaşayamazlar. Başkan APO’nun özgürlüğü, hayallerimizin, tutkularımızın, geleceğimizin özgürlüğüdür. Önderliğin özgürlüğü, egemen namus anlayışından, lal olmaktan, topraksız çiçek olmaktan, coplanmaktan, kıymetsiz nesne gibi görülmekten kurtulmak demektir. Bu nedenle 2009 8 Mart’ı Başkan APO’lu özgür yaşamın adımlarını duyuracaktır, duyurmalıdır. Önderliksiz yaşamı zehirlenmiş sayarak yaşamayacağız. Bu temelde “Rêber APO’yu esaret koşullarında görmeye artık yeter” diyerek bu süreci en güçlü eylem hamlesine dönüştürmeliyiz. Bütün anlamlı günleri halkımız ve kadınlarımız açısından yaşanmaz hale getiren egemen sistem güçlerinin bir üst aşamaya tırmandırılarak devam eden pervasız saldırılarına en büyük yanıtı bu süreçte vermeli, Türk devletinin AKP ve Türk ordusu öncülüğünde geliştirdiği saldırı siyasetine pişman ettirmeliyiz. Çünkü Önderliğimiz üzerinden başlatılarak özgürlük hareketimize karşı her gün yeni bir boyut kazanan tasfiye konsepti topyekûn imha saldırılarıyla sürdürülmektedir. Ve şu gerçektir ki, Önder APO şahsında iradi duruş kazanmış Kürt halkının onuruna ve özgür kadına karşı saldırıdır söz konusu olan düşman, yeni imha konsepti üzerinden yeni bir saldırı dalgasına hazırlanmak istiyor. Nasıl ki özgürlük hareketi olarak 2009 baharını özgürlük baharına dönüştürmek istiyorsak, düşman da bunu tersine çevirme hazırlığı içerisinde, saldırılarını yoğunlaştırarak, Kürdistan’da siyasi ve askeri olarak son işgal ve fetih hareketleriyle amacına ulaşmak istemektedir. Bu nedenle açık belirtiyoruz ki, Başta Önderliğimiz olmak üzere halkımızı, kadınlarımızı, analarımızı, çocuklarımızı sahipsiz sanarak sabır sınırlarını taşıran bu saldırıların karşılıksız kalacağını sanmak, bu halkın öz evlatlarından oluşan savunma güçlerini sınamaya kalkmak gafletle eşdeğerdedir. Şu bilinmelidir ki, bu değerlerimize karşı gelişen her saldırı en güçlü biçimde cevabını bulacaktır. HPG ve YJA STAR güçlerimiz her zamankinden daha fazla Önderliğimizi ve halkımızı en güçlü şekilde sahiplenme ve savunmaya göre hazırlanmışken, 7’den 70’e tüm halkımız da her saldırıyı, saldıran güçlerin kursağında bırakarak kendini savunma hakkını kullanarak karşılık vermelidir. Bu vesileyle tüm Kürt kadınlarının 8 Mart, Newroz ve seçim süreci eylemliliklerini hamlesel biçimde geliştirmesini, analarımızın, kadınlarımızın milli kıyafetleriyle tüm alanları Kürt kadınının rengine büründürmesini, güçlü bir örgütlülük ile, gelişebilecek her türlü saldırıya karşılık vererek savunmasını geliştirmesini bekliyoruz. Yine Kürt kadın gençliğinin her çeşit eylemliliğiyle cevap verecek bir örgütlülük içerisinde olup, analarımıza yönelik gelişen düşman saldırılarına bu eylemleriyle karşılık vermesini ama en radikal yanıtı gerillaya katılmakla vererek 8 Mart’tan Newroz’a kadar ki süreci bir katılım hamlesine dönüştürmesini ve özgürlük mücadelesini bu temelde sahiplenmesini bekliyoruz. Kadın özgürlüğünü Önderliğin özgürlüğü amacına bağlayarak mücadeleyi yükseltmekten asla vazgeçmeyerek ve Önderliğimizi mutlaka özgürleştirerek, özgür yaşamı kalıcılaştırmalıyız. Bu temelde Rêber APO’yu özgürleştirme hamlesine tüm Kürt kadınlarının, barış ve şehit analarının, genç kızlarımızın en güçlü şekilde katılacağına ve mücadeleyi yükselterek kendi özgürlükleri olan Rêber APO’nun özgürlüğü etrafında ateşten çember olacaklarına inanıyor, 8 Mart’ın kalıcılaşan özgür bir yaşam olmasını diliyor, özgürlük adına yola çıkmış tüm kadınların 8 Mart’ını kutluyor, Bese ve Zilanların yeri Dersim’de başlayan, tüm Kürdistan’da yayılarak süren özgür kadın eylemlerini selamlıyoruz.
Özgürlük dağlarında yeşerip, büyüyen kadın hareketimiz de 2009 8 Mart’ını, özgürlük mücadelesini zafere taşıma, Önderliğimizin özgürlüğüne kilitlenme ve dağlarımızı özgür yaşamın temel zemini yapma iddiasıyla karşılamaktadır. Hareketimizin meşru savunma gücü olan YJA STAR militanları olarak, bu amacı en üst düzeyde gerçekleştirip, kadınlarımızın her koşulda dayanağı ve garantisi olmaya dair kararlılığımız tamdır. Şu açıktır ki, dağ kardelenleri, gülistanların ve lalezarların habercisidir. Bu anlamda kadın gerillalar, toplumsal çiçek bahçelerinin garantisidir. Viyanların, Gülbaharların, Nucanların, Yıldızların, Diclelerin, Nudaların, Zilanların ve daha binlerce kadın şehidimizin döşediği bu mücadele yolu, özgür, doğal, kadın eksenli bir yaşama götürmektedir. Misyonumuzun bilincinde olarak ve şehitlerimizin aydınlık öncülüğünden şaşmadan, bütün gücümüzle kendimizi özgürlüğe engel yaratan durumları aşmaya ve yeni yaşam alanları yaratmaya adayacağız. Bu temelde YJA STAR militanları olarak özgür gelecek özgür kadınların yürüdüğü yollardan geçer iddiasını yineliyor ve yolumuz ve geleceğimiz özgürlüktür diyoruz.
- Ayrıntılar
Boş bir teneke misali,
Tok sesli bir general Azamput Yaşar Paşa ol eylemişti.
Kambur vaziyetiyle beraz fablı teşbihindeydi.
Mangal yüreklilik ne arar bu korkak generalde.
Ne sesi hoş bir seda, ne de silueti bir general silueti.
Yine der ki, ordugahlar ilk hedefiniz Zap!
Haydi marş ileri!
Tarihlerden tarih, 20 Şubat 2008’i gösterince, Kuzey Kürdistan’ın öte yakasındaki Güney Kürdistan’da belirdi askeri kepler.
Uçar-konar birlikleri mi dersin,
Uçaktan ve helikopterden fırfıroklar mı dersin…
Kalktılar, uçtular ve indiler ama ve lakin konamadılar.
Anlı şanlı bordo bereliler kanlı canlı indiler Heragor ve Şemka’nın kuzey yakasının sıfır noktasına.
Anlı-şanlı, kanlı-canlı birer kahraman olma ne eyler Kürdistan gerillası karşısında.
Şişirildiler, hayali kahramanlar yapıldılar külliyeti emret paşam zihniyetli ırkçı-faşist medya tarafından.
Gariban, fakir-fukara Anadolu çocukları bilemezlerdi ki başlarına geleceklerden.
Kendini kahraman zannedenler de içlerinden çıkmış olabilir.
Azamput asker ilk hedefiniz Zap derken emret paşam zihniyetli ırkçı-faşist Türk medyası ise hızını alamamıştı.
Savaşın ikinci gününde ordugahları Kandile işgal eylemişti.
Sonuçta ikinci bir Allahu Ekber tarumarına uğradı TeCe.
Tabi ki, HPG gerillalarının direnişi karşısında.
Beş metre bile ilerleyemediler Kuzey’in öte yakasına.
Kanlı-canlı geldiler bordo bereliler.
Kansız-ölü cenazelere döndüler yüz yirmi dört hayali kahraman.
Netice böyle olunca kıyametler koptu ordugahlarda, ırkçı Türk partilerinde.
Türklerden bazıları “kimyamız bozuldu” dediler, bazıları “kimse orada yirmi dört saat dayanamaz” dediler.
Kürtler “suvar hatın peya çun” dediler.
Ol zaman, git zaman aradan bir yıl geçti.
AKP’de tarumar olmaya başladı, tar u mar olan ordugahı TeCe misali.
Ol zaman, git zaman halkımızda Katil-Qerdoğan ile Fet-ul Münafık soykırımcı AKP’sine son tekmeyi vuracak gibi.
Aynen HPG’nin Zap’ta Türk ordusunu tar u mar ettiği şekliyle.
Haydi yiğit Kürt halkım sıra sende.
Ver gerillana bir xelat, tar u mar et şu Kafirler Partisi AKP’yi.
Haydi bizi rüsva etme.
Sana 29 Mart zaferi yakışır.
Zap Destanı üzerine 29 Mart Zaferi yakışır.
- Ayrıntılar
Faşist ve münafık düşman, bir kere daha kirli û vahşi yüzünü gösterdi. Halkımız, Önder Apo û Özgür Kürt’ün iradesine karşı tarihi ve alçakça komplo ve kalleşliğe karşı, dünyanın dört bir yanında ayağa kalktı ve bir kez daha Önder Apo’ya olan bağlılığını dosta ve düşmana gösterdi. Bu eylemlerde yurtsever halkımız, önderliği etrafından ateşten bir halka oluşturdu. Halkımızın bu duruşunu gerillalar olarak, özgürlük dağlarından selamlıyoruz. Bu coşku ve direnişinizle Önder Apo etrafında oluşturduğunuz ateşten halka, kardelenlerin güneşe yönelmesi gibi, dağlardaki karları eritiyor ve baharı erkene alıyor.
Bu direniş karşısında Semaların, Fikrilerin, Viyanların yüzlerinde özgürlüğün anlamlı bedel verme gülücükleri saçılıyor. Semalar ve Fikrilerin “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarı ile, kendi bedenlerindeki ateşle, kendi küllerinden özgür yaşamı yarattılar. Şehit Viyan tanrıça görkemliliğiyle bedenini ateş topu yaparak, “Unutmak İhanettir” ve “Ben bu komplo ile yaşamayı kabul etmiyorum” deyip, Önderlik etrafında oluşturulan ateşten bağlılığı gürleştirdi û hep beraber haykırdılar; “Ya Önder Apo’nun özgürlüğü, ya Önder Apo’nun özgürlüğü.”
Direnişçi halkımız Kara Gün’ün 10. Yıl dönümünde, başta Amed ve Batman’da bütün komploculara, “Önderliksiz bir dünyayı başınıza yıkarız” mesajını yeniden verdi.
Düşman başta Batman ve Amed de vahşice analarımıza, gençlere ve çocuklara saldırdı. Bu da, katil Erdoğan’ın emri ve açıklamaları ile oldu. Zaten daha öncesinde defalarca, “çocukta olsa, kadın da olsa saldırılacaktır”, “hesabınıza gelmiyorsa, terk edin” deyip, soykırımların mesajını verdi.
Evet!
Biz bu sözleri hiçbir zaman unutmayacağız! Hiçbir Kürdistanlı da bunu unutmayacaktır!
Halkımız bilmelidir ki, mücadele tarihimizde, Erdoğan ve AKP hükümeti gibi bukalemun, iki yüzlü ve münafık görülmemiştir. Bu düşman, her türlü kirli savaş yöntemlerini özgürlük mücadelemize karşı kullanmaktan geri kalmamıştır. Bu düşman, evrenseli bir ahlaksızlıkla, kan dökücülüğe kara sevdalıdırlar.
Bu nedenle Amed halkı, 21 Şubatta münafık Erdoğan’ı Amed’e sokmamalıdır. Erdoğan’ın Amed’e gelişinin verdiği bir kaç mesaj var. Birincisi; ben anaları, gençleri, çocukları öldürüp coplayacağım ve yine de geleceğim. İkincisi; 21 Şubatta gerillalara karşı Zap’a yönelik yapılan kara seferinin yıldönümünde Enver Paşalığa özeniyor. Ama herkes Zap seferinin nasıl sonuçlandığını bilir. 21 Şubat’ta nasıl ki, Türk Ordusu Zap’a girmek istemiş, ancak kendilerini yağdan kıl çeker gibi kurtarabilmişlerse ve halkımız “Siwar hatin, peya çûn” sözleri ile tarihe Zap Destanı olarak mal etmişse, Erdoğan’ın Amed’e seferi de böyle olmalıdır.
Bundan dolayı Amed’deki halkımız Zap Direnişi gibi, Erdoğan ve etrafındaki satılmışlara, Zap tadında cevap vermeli, Türk Ordusunun yaşadığı hezimeti, yaşatmalıdırlar.
Ey Amed!
Sen direniş kalesisin. Kendi misyonuna göre ayağa kalk. Sen hiç gam etme, özgürlük dağlarındaki ve şehirlerdeki gerillaların, nasıl ki düşmanın kalbinde Zap ve Oramar yaralarını açtıysa, baharla beraber daha bir çok yara açacaktır. Gerillanın kalbi ve duyguları sizinle, Güneşle ve surlarla beraber özgürlük halayındadır.
Sen hiç gam etme, nasıl ki yıllardır surların Vedat Aydınları ve Zekiyeleri göğsüne bastırıp yüzlerce direnişte seni korumuşsa, bundan sonra bu misyonunu yerine getirecektir.
Ey kadim Amed surları!
Sen Kürdistan’ın gerdanı ve süsüsün. Sen hiç gam etme, çocukların özgürlük dağlarında, senin için mücadeleyi yükseltecekler ve seni özgürlüğe kesinkes ulaştıracaklardır.
Ey Amed gençliği!
Sen kendin bu acı ve zulmü yaşıyorsun. Bak ve gör, kendi kalbinde bu zulmü nakşet! Bu vahşi ve faşist düşmana karşı, kendini hazırla. Karşında iki yol var:
Birincisi; özgürlük dağlarına yönel ve intikam gerillası ol.
İkincisi; serhildanlarda molotofunla, taşlarınla, sapanınla, silahınla halkının meşru savunmasını yap. Mevzilerini sağlamlaştır. Sen serhildanların savunma gücüsün. Eylemlerde birinci görevin, halkın savunmasıdır.
Ey Amed gençliği!
Unutma ki, analarımıza karşı tazyikli su, göz yaşartıcı bomba ve cop kullanan bu polis çetelerinin de, çocukları ve aileleri var. Bu kendini satmış güruhların ve AKP, CHP ve MHP gibi partilere çalışanların da çocuk ve aileleri var.
Ey Amed gençliği!
Ne olursa olsun, din ve kan siyaseti yapan Erdoğan münafığının ve etrafındaki sürüngenlerin, o kirli ayaklarıyla Amed’i kirletmelerine izin verme.
Sloganımız; “Zap’a girilir, ama çıkılmaz” Belki Erdoğan ve satılmış ayaktakımı ve sürüngenleri, ordusu ve polisiyle Amed’e girebilir ama çıkışları öyle kolay kolay olmamalı. Bütün dünya bilsin ki, burası Amed’dir, burası başkenttir, burası KÜRDİSTAN’dır.
Ey Amed!
Ey kadim burçlar!
Ey Kürdistan’ın kalbi!
Senin gerillaların saldırıları karşılıksız bırakmayacaktır. Zap Direnişinin yıldönümünde, serhildana kalk! Sen düşmanın tankından, panzerinden, G-3’ünden, copundan ve kimyevi gazlarından daha güçlüsün. Ve bu direniş gücünle özgürlüğe yürü, bu direniş gücünle insanlık düşmanlarının üzerine yürü. Yürü ve diren! Diren ki özgürlük ve adalet sağlansın. Diren ki, bir daha zebaniler sana karşı savaş açamasın. Diren ki Güneşimiz desin; “Amed bu sana yakışır!”
Zaten bunun dışında sana ne layık olabilir ki!
Haydi kalk ve tüm Kürtlere öncülük et!
- Ayrıntılar
Bugün 15 Şubat! Reber APO’nun uluslararası komployla esir edilmesinin 11. Yılına girdik. Önder APO ‘93’ten bugüne Kürt sorununun demokratik çözümü için elinden geleni yapıyor. Her gün, her hafta bu sorunun barışçıl çözümü için çağrı yapıyor. Halk bu çağrının arkasında olduğunu, Rêber APO’yu Kürt Halk Önderi olarak kabul ettiğini; bu neyi gerektiriyorsa onu yapacaklarını yıllardır göstermiş oldukları tavırlarıyla çok net ortaya koyuyorlar. Bu tavır genelde dünyanın tüm insanları için herkesin hakkı olan gösteriler tarzında oluyor. Bu gösterilere hep şiddetle cevap veriliyor.
Bir taraftan da başta devlet olmak üzere çeşitli çevreler PKK’ye silah bırakması için çağrı yapıyor. Tek çözüm yolunun silah bırakmakta olduğunu söylüyorlar.
Demokratik tepkilerini gösteren halka karşı bütün gücünle saldıracaksın sonra da bu halkın tek güvencesi olan gerillasının silah bırakmasını isteyeceksin.
Bugün Yahya Menekşe’nin faşist Türk polisince katledilmesinin birinci yıldönümü. Katilleri nerede? Halen görev başındalar. Hani hukuk? Hani haklar? Nerede Adalet?
Sadece Yahya Menekşe mi? Burhan Koçkar Kasım 2002’de TC özel timlerinin evine yapmış olduğu baskında infaz edildi. Halk bunu kabul etmedi. Binler bu durumu günlerce sokaklarda serhıldanla protesto etti. Devlet sorumluları yargılayacaklarını söyledi. Sonuç; katiller dışarıda hatta terfi bile almış olanlar var.
Ahmet Kaymaz ve 12 yaşındaki oğlu Uğur Kaymaz 2 Kasım 2004’te evlerine yapılan baskında vahşice katledildiler. 4 yıl geçti. Bu katliamın da 5. yılındayız. 4 katil Uğur ve Ahmet Kaymaz’a karşı meşru müdafaa haklarını kullandıkları gerekçesiyle serbest bırakıldılar.
Bunlar 7-8 yıl içerisinde faşist Türk devletinin işlediği suçlar ve sözde hukuk ve adaletinden birkaç örnek. Buna benzer onlarca olay var. Bunların hepsini teker teker yazıp o kahraman şehitleri anmak isterim. Onlar ki demokratik, özgürlükçü duruşlarından dolayı TC’nin mermilerine hedef oldular. Onları anmak önemlidir. Çünkü onlar mücadelemizin öncüleridir. Ancak onları anmak yetmiyor, anmakla birlikte her birinin katillerinden hesap sormak gerekir. Bunun hukuk mücadelesini vermek demokratik kurumlarımızın, halkımızın bir görevidir.
Mevcut durumda hukuk yolu, geçen örneklerde anlattığımız gibi, görüldüğü gibi sadece bizleri uyutmak için kullanılıyor. Hukuk ki iktidarın kendini yürütmek için kullandığı farklı bir araç; hem de en kirletilmiş araçlardan biri. Hem özü çok kirli ama dışı temiz görünen bir araç. Bu kirliliktendir ki bu araca bırakıldı mı hesap sorma ve adalet, nasıl olsa birkaç ay geçince Türk toplumunda kimse hatırlamıyor. Hiçbir aydın bir satır bile yazmıyor. Yazanlar soranlar da çok sonuç almıyorlar. Yani “yapanın yanına kar kalan” onlarca katliam.
Katliamlar yapanın yanına kar kalıyorsa! Kardeşlerimizi, yoldaşlarımızı insanımızı katlediyorsa ve bunu yapanlara devlet şeref madalyaları veriyorsa sizce ne yapmalı?
Tabi ki hesap sormalı!
Hesap sormanın mekanı dağlar ve sokaklardır. Hesap soracak güç, gerilla ve başkaldırmış halktır. Hesap sormak isteyen herkes gerillaya katılmalı, barikatlarda yerini almalıdır.
Gah kleşiyle dağların doruklarında, gah molotoflarıyla sokaklarda barikatlarda Burhanların, Ahmetlerin, Uğurların ve Yahyaların katillerinden hesap sormak için kavgaya!...
- Ayrıntılar
Ortadoğu’nun ezilen halklarından Kürdistan’ın gençleri!
Kürdistan dağlarından size seslenebilmek, bir şeyler yazabilmek anlatabilmek heyecan veriyor. Ortadoğu’nun bunca sorun yaşadığı bu süreçte Ortadoğu’da Kürdistan’da Türkiye’de Avrupa’da Kürdistan gençliğinin bu sorunları aşmada tavrı belirleyici olacaktır; yeni özgür Ortadoğu kimliğinin öncüsü olan Kürt gençliğinin tavrı önemlidir. Bu ancak gençliğin sürece doğru cevap vermesiyle sağlanır. Sürece doğru cevap vermek süreci iyi okumakla mümkündür. Ortadoğu halkına, özelde Kürt halkına dayatılan çok yönlü imha inkar saldırıları yaşanmaktadır. Bu kapitalist güçlerle birlikte bölgenin statükocu faşist devletlerinin gah ortak gah tek başlarına politikalarının öncelikli hedefi gençliği kendi özünden koparıp ilkesiz köle lümpen bir yaşama mahkum etmektir. Cinsel güdüleri kışkırtılarak, eroinle, içkiyle toplumsallıktan koparılmaktadır. Bu politikalara karşı tüm gençleri bu politikalara karşı uyarmak, buna karşı bir örgütlenmeye girmek ve bu politikaların uygulayıcısı tüm devlet kurumlarını hedef almak gençliğin süreç görevlerindendir. Bu iyi bilinmelidir ki bu sistemin her çarkına vurulan bir darbe bu sistemin dağılmasına hizmet edecektir.
Önder APO’nun Siyonist-emperyalist-faşist güçlerce esir edilişinin 11. Yılında bu sisteme vurulacak en büyük darbe, en önemli darbe bu sistemi artık kabul etmeyip bu sisteme karşı en büyük kavganın verileceği Kürdistan dağlarına gelmektir. Bu iyi bilinmeli ki Kürdistan dağları Kürdün özgürleşme yurdu, Ortadoğu’nun düşürülemeyecek direniş kalesidir. Bu kaleye güç katmak kendine insanım diyen her gencin öncelikli görevidir.
Agitlerin, Erdalların, Beritanların, Serxwebunların, Diclelerin ardılları! Ardılı olmak onların yolunu takip etmekle mümkündür. Onların eylemi onların vasiyeti Kürdistan’ın, Kürt halkının özgürlüğüdür. Onların eylemi Önder APO’nun fedailiğidir. Bunun için Kürdistan halklarının gençleri, sizlere sesleniyoruz.
Haydi eylem için barikatlara, eylem için dağlara!
- Ayrıntılar
15 Şubat, mücadele tarihimizin en önemli dönüm noktası olduğu gibi, Kürdistan Halk tarihimizin en trajik, ulusal düzeyde bütün halkımızın ölümüne başkaldırmasını sağlayan en kabul edilmez olayıdır. Uluslararası Komplo karşısında hem Kürdistan’ın bütün parçaları hem de dünyanın her yerindeki Kürtler yekvücut olarak isyan haline geçmişlerdir. Hiçbir acı halkımızın bu düzeyde başkaldırmasını sağlamamıştı. Bu anlamda Önderliğimize karşı gelişen Uluslararası Komplo ve bunun sonucu olan esaret altına alınması durumu tarihimizin en büyük komplosudur, halk özgürlük gerçekliğimize geliştirilen en büyük saldırıdır. Diğer taraftan komplonun uluslararası düzeyde gerçekleştirilmesi Önderliğimizin dünya halklarının özgürlüğüne öncülük etmesi anlamında egemen sistem yürütücüleri tarafından uluslararası bir sorun olarak görüldüğünü göstermiştir. Özgürlüğün yaşam ve mücadele alanlarında somutlaşıyor olması, toplumları dejenere eden, ahlaki ve ruhsal boşluk yaratıp, her türlü bireysel çıkarcı ve maddiyatçı anlayışı kutsallaştıran sistem zehirlenmesi karşısında insanlığa nefes alma alanı yaratıyorken, egemenlikli sistem bunu en ciddi tehdit olarak ele alıyordu. Siyaset ve askeri zeminde de farklı bir sonuç çıkmıyordu. Önderliğin özgürlük mücadelemizi bütün iç ve dış saldırılara karşı ayakta tutup bir özgürlük kalesi haline getirmesi, halk serhıldanlar geleneğini süreklileştirmesi, Ortadoğu’nun gelişim dinamiklerini özgürlük eğilimi doğrultusunda işler kılmıştır. Önderliğimiz öncülüğündeki Kürt halk mücadelesi Ortadoğu’daki diğer halkların esin, cesaret ve moral kaynağı oluyordu. Öyle ki, bölgenin mevcut devlet ileri gelenleri bile batının vahşi yönelimi karşısında PKK duruşunu Ortadoğu açısından bir direniş kalesi olarak değerlendiriyorlardı. Bu anlamda halk düşmanı olan ABD, İsrail, İngiltere ve Yunanistan ulus devleri için Önderliğin varlığı, Ortadoğu’nun denetim altına alınamaması demekti, Büyük Ortadoğu Projesinin uygulanamaması demekti, Kürt halkı üzerinde oynanan oyunların gerçekleşememesi demekti. Yani Önderlik mücadelenin aktif yönlendiricisi olarak var olduğu sürece Ortadoğu ve Kürt halkı özgür ve bağımsız duruştan yana büyük bir avantaja sahip olacak ve bölgenin kader haline gelen köleliği aşılmakla yüz yüze olacaktı. Önderliğimiz, halkımız ve halklarımız için peygambervari bir özgürlük rehberi, egemenler için ise hayati boyutta ki bir tehdit olmayı ifade ediyordu. Bu durumda komplo hemen hemen bütün ulus devletlerin pasif ve aktif katılımıyla, yani Kapitalist devletlerin el birliğiyle gerçekleştirildi.
Açıktır ki, Önderliğimiz uygarlığın yutamadığı bir güçtü. Önderliğimizin esaret altına alınmasından sonra sistemin ömrünü uzatacak olan konseptleri uygulamaya başladılar. Uluslararası Komplo’nun gerçekleştirilmesinden bu yana Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesi bu anlamda tesadüf değildir. Bu doğrudan yola çıkarak şunu söylemek mümkündür, Önderliğin özgürlüğü, halkımızın ve halklarımızın özgür duruşunu koruyup geliştirebilmesi, onurlu ve özgünlüğüne uygun bir yaşamı yaratabilmesi için temel bir gereklilik olmuştur. Bunun tersi olarak Önderliğimize karşı gelişen her saldırı ve esaretin derinleştirilerek sürdürülmesi durumu, Kürt Halkına ve Ortadoğu halklarına dönük uluslar arası komplonun devam etmesi anlamına gelmektedir.
Halkımızın 15 Şubat’ı bu kadar büyük bir öfke ve intikam duygularıyla karşılaması Önderliğimizle kurduğu bu derin özgürlük bağlarından dolayıdır. Önderliğimizin açtığı özgür yaşam zemini toplumsal değerlere büyük bir sahiplenme duygusuyla dahil edilmiş ve bunlara gelen ve gelebilecek olan her saldırı direk kendilerine yapılmış olarak ele alınmıştır. Yapılan saldırılar toplumun özgürlük değerlerine saldırıdır. Halk bu değerleri ölümüne korumaktadır ve korumaya devam da edecektir. Hep yenilgili bir gerçeklikle yüz yüze kalmış olan halkımız, tarihinde ilk kez ideolojik, askeri, siyasal ve örgütsel olarak bu kadar donanımlı ve başarı çizgisinde yürüyen bir Önderliğe sahip olmuşken bu doğrultuda özgür yaşam umudunun gerçekleşmesine bu kadar yaklaşmışken kaybetmek istememektedir. Önderliğine sıkı sıkıya sarılan halk bilmektedir ki Önderliğe sarılmak, özgür Kürdistan’a sarılmaktır, Önderliğe sarılmak bütün kültürel değerlerine sarılmaktır, önderliğe sarılmak özgür yarınlara sarılmaktır. Kürt halkı ile Önderlik arasındaki bağlar bu sebeple dönemsel değil, köklü gerekçeleri olan stratejik bağlardır. Hiçbir güç ve dönemsel politika da bu bağları koparamayacaktır.
Önderliğimiz ile halkımız arasındaki bağların çok güçlü olduğunu anlayan İmralı sistem yürütücüleri bunu halkımızın ve örgütümüzün zaafına çevirmeye çalışmaktadır. Buna göre Önderliğimize karşı geliştirilen saldırılarla “Önderliğiniz elimizde, istediğimiz uygulamayı, istediğimiz zaman yaparız” mesajı vermektedirler. Buna göre Önderliğimizin denetim altında savunmasız ve güçsüz olduğu mesajı verilerek halkımızın da güçsüzleştirilmesi ve teslimiyet çizgisine getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak halkın verdiği yanıt, ne Önderliğin ne de kendilerinin savunmasız olmadığı biçiminde olmuştur. Önderliğimiz hem büyük zihinsel devrimiyle dört duvar arasında bile özgür insan duruşunu yaratarak öz savunma mekanizmasını oluşturmuş hem de halkımızın ve gerillanın büyük direnişiyle askeri ve demokratik zeminde meşru savunma gücü yaratılmıştır. Önderliğimize yönelik her saldırı Türkiye’nin alt üst olmasını getirmektedir. İmralı sisteminin gardiyanlığını yapan Türk hükümet ve ordu uşaklarının Önderliğimize saldırılarını fiziki işkence boyutuna getirmeleri ardından Türkiye’de yer yerinden oynamıştır. Özgür insan duruşunun karşısında ki acizliği ifade eden bu saldırı ardından yaşananlar halkımızın ve örgütümüzün Önderliğimiz konusunda sınanmaması gerektiğini, bedellerinin ağır olduğunu çok net olarak ortaya koymuştur.
Önderliğimizin bulunduğu koşullar kuşkusuz fiziki işkenceyi aşan koşullardır. 10 yıldır hiçbir insanla temas kurmadan ve en ağır tutukluların kullanabildiği bazı haklardan bile faydalanmadan yaşamak hiçbir işkence yöntemiyle kıyaslanamayacak denli ağırdır. Bunlara ek olarak uygarlığın vahşi karakterini ortaya koyan tecridi sudan bahanelerle derinleştirme politikaları elbette ki, fiziki işkence uygulandığı zaman gösterilen tepkiye denk ve hatta ötesi ve sürekli eylemlilikleri gerektirmektedir. Tecrit ve hücre cezaları Önderliğimizi siyasetten ve yaşamdan koparmak için yapılan sistemli işkencelerdir. Sistemli işkence uzun vadeli uygulandığı gibi sonuçları da uzun vadelidir.
Önderliğimizin sürekli olarak hücre cezalarına alınması son derece hukuksuz bir durumdur. Uluslararası Komplo’nun başından beri Önderliğimizin karşısında hukuk durmuştur, işlemez hale getirilmiştir. Ya keyfi uygulamalarla hukuksuzluk dayatılmış ya da dünyanın hiçbir yerinde geçerli olmayan bir biçimde sadece Önderliğimiz için geçerli olan yasalar çıkarılarak tam bir hukuki skandal yaşatılmaktadır. Hukukun üstünlüğü demokratik devlet yapılanması gibi sözlerin ne kadar sahte olduğunu bu örneklerden daha iyi ne ortaya koyabilir ki? Bu anlamda Önderliğimizin mahkemeleri de başından beri hukuki davalar değil, siyasi davalar olmuştur. Kuşkusuz Önderliğimiz bir siyasi dava tutuklusudur. Önderliğimizin geliştirdiği bütün savunmaları da siyasal savunma olduğu kadar, ideolojik, felsefik ve olması gerektiği kadar ve hassasiyetle hukuki boyutlu olmuştur. Ancak bu siyasi karakterli davanın komplocu güçler tarafından hukuksuzluk zemini olarak kullanılması söz konusudur ki, bu durum asla kabul edilemeyecek büyük bir adaletsizliktir. Sistemden adalet beklememek gerekir ama kendi yasal düzenine uygun bir adaleti bile çiğniyor olması elbette ki bizim en temel mücadele konumuzdur.
Savunmalar, hem Kürt sorununun siyasal çözümü açısından hem de tüm insanlık için geçerli olan özgür yaşam sorunu açısından çığır açacak niteliktedir. Her ne kadar resmi ağızlarda kabul edilmese de Önderliğin kullandığı argümanlar siyaset zeminin temel literatürü haline gelmiştir. Önderliğin sorunların çözümüne ilişkin ortaya koyduğu birçok önerme başta AKP hükümeti olmak üzere çeşitli örgüt ve kurumlar tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmaktadır. Mevcut durumda hem güncel siyasal sorunlara hem de daha uzun vadeli sorunların çözümüne ilişkin tek kapsamlı formül savunmalarda ortaya konulmuştur. İmralı’da gerçekleşen zihinsel devrime hiçbir güç kayıtsız kalamamaktadır. Ancak bir taraftan Önderliğin argümanlarını kendilerine mal ederek kullanmakta diğer taraftan da Önderliğin siyaset zeminiyle bağlantılarını kopartmaya çalışmaktadırlar. Halbuki bu politika, sonuç alması mümkün olamayan bir çabadır. Önderlik siyasal zeminde zaten kurumlaşmış bir gerçekliğe sahiptir. Kuşkusuz radyonun verilmemesi, gazetelerin işe yaramaz hale getirildikten sonra verilmesi, tecrit ve izolasyon koşullarında oldukça zorlayıcı durumlardır. Önderliğimizin bu konuda ciddi anlamda bilgi kanallarının daraltıldığı açıktır. Bu durumu bizler işkencenin bir parçası olarak ele alıyoruz ve dönem mücadele gerekçelerimizin başında gelmektedir. Ancak bu zorlayıcı duruma rağmen Önderliğimizin kurumlaşmış, Ortadoğu ve Türkiye de belirleyici konumda olan siyasi konumunu dondurmak, etkisizleştirmek mümkün değildir. Çağın özgürlük ihtiyacını karşılayan yeni paradigma temelli savunmaların varlığı kendi başına bir siyasal mücadele zemini oluştururken, Ortadoğu’nun kalbinde yer alan Kürt halkının Önderliğimizin çevresinde kenetlenmiş olması durumu da buna izin vermemektedir, vermeyecektir de. Kürt sorununda bir çözüm sürecine girilecekse bu asla Önderliksiz olmayacaktır. Siyasal çözümün tek muhatabı Önderliğimizdir.
İçine girdiğimiz 2009 yılında Kürt sorununda barış ve demokratik değerlere dayalı bir çözüm sürecine girebilmek için temel şart olan Önderliğin özgürleştirilmesi mutlak hedefimizdir. Bütün çalışma alanlarımızda bu hedefe kilitlenmiş durumdayız. Yani amacımız sadece tecrit ve hücre cezalarını durdurmak değil, Önderliğimizi Amed surlarına çıkarabilmek ve halkla buluşmasını Kürdistan tarihinde özgürlük günü olarak ilan edebilmektir. 2009 yılı bu anlamda kesin başarı çizgisinde yer almamız gereken bir yıldır. Toplumun bütün kesimleri bütün mücadele araçlarıyla bu amaç etrafında örgütlenmek ve eyleme geçmek durumundadır. Özellikle Önderliğin özgürlük sahasını en fazla açtığı kadınlar olarak anı anına bütün zeminlerde bu amacın gerçekleşebilmesi için canı gönülden çalışmak temel görevimizdir.
Önderliğin kadınlarla kurduğu yoldaşlık, çağlar ötesi doğal yaşam özlemini yaşatan bir yoldaşlıktır. Özgür yaşam paylaşımının ta kendisidir. Sistemin tüm kabadayı erkek karakterleşmesine inat, kadın eksenli özgürlük felsefisini somutlaştırmıştır Başkan APO. Özgür kadın arayışını, özgür insan hedefinin merkezine yerleştirerek erkek egemen sisteme tabandan karşı duruşunu süreklileşen bir mücadeleyle yaşamsallaştırmıştır. Bu anlamda biz kadınlar için Önderlikle yoldaşlık, özgür kadın olmaya, özgür topluma ulaşmaya götüren sevgi ve anlam yüklü bir özgür yaşam ilişkisidir. 2009 yılını Önderliğimizin özgürlüğü yılı yapma hedefine kilitlenirken, bir de bu özlem ve hasret duygularının dayanılmazlığıyla mutlaka gerçekleştirme amacındayız.
Bu temelde 15 Şubat’ın karanlıklarla yüklü gerçekliğini lanetlemek ve bu gerçekliği ortadan kaldırmak için içinde bulunduğumuz bu kader belirleyici mücadele yılını zafere kadar yükselen eylemliliklerle geçirmek temel dönem anlayışımız ve pratiğimiz olmaktadır. Kadın-erkek, genç-yaşlı, çocuk-ergen veya farklı etnik, dini, kültürel ayırımlara girmeden 2009 yılını önderliğimizin özgürlüğü yılı yapmak için aktif mücadeleye katılmak gerekmektedir. Ayrıca özgürlük dağlarında YJA STAR ve HPG öncülüğünde geliştirilen özgürlük mücadelesi de bu amaç, duygu ve düşüncelerle donanarak yükseltilirken, tüm Kürt genç kızları ile erkeklerini de dağlarda yakılan bu özgürlük ateşinin büyütülmesine katılmaya çağırıyoruz. Bu yılın kesin özgürlük yılı olacağı inancıyla 15 Şubat Komplosu’nu tekrar bütün nefretimiz ve öfkemizle kınıyor, Önderlikle buluşma yolunun mücadele değerleri olan şehitlerimizi minnetle anıyor ve Önderliğimizle özgür yaşam zemininde buluşma umuduyla, özgürlük mücadelesini büyük bir inanç ve kararlıkla yükselteceğimizin sözünü veriyoruz.
- Ayrıntılar
Qalleş Fet-ul Münafık yine sahnede.
Kurt dumanlı havayı sever misali Güney Kürdistan’a da dadanmış.
O, Güney Kürdistan’a 1994 yılında werge fehş -kuduz kurt- gibi dumanlı ve sisli bir hali havada sızma yapmıştı Işık Koleji’yle ilk karargahını kurarken.
Paştında -arkasında- ABD, AB, İsrail ile Türk kontra-gerillası vardı.
Kimse zannetmesin ki, bu F-Münafıkizm’in mucidi Werge Fehş -Fetoş- kendi başına bu işleri eyliyor.
O, son imparator ABD’nin kiralık bir katilidir.
O, son imparator ABD’nin Hollywod’luk aktörlerine öykünerek, şırıl şırıl gözyaşlarını akıtarak kültürel hegemonyasını hakim kılmanın son figürüdür.
O, ezelden-ebede Kürt düşmanlığını bir ayet gibi belleyen, Türk kafatasçısı İslamo-faşisttir.
O, Kürt inkarının Serwer’ine soyunmuş lişli -kirli- bir zatı şahanedir.
O, Kürde ve Önder APO’ya ölüm aminini okuyan Azrail misyonunu eylemiş.
Bundandır ki, CIA’nın talimatlıyla tam da bizlerin kara günü olan 15 Şubat’ta Hewler’de konferans düzenliyor.
Bunun manası manidardır.
Bunun manası nedir?
Ey Kurdino!
Bunun manası nedir biliyor musun?
Ey Kurdino!
Bu ne düşmanlıktır ki, bu ne cellatlıktır ki, tam da Uluslararası Komplo’nun gerçekleştiği gün, Güney Kürdistan’ın yüreği Hewler’de konferans düzenleniyor?
Hem de iki gün üst üste.
Wiş babo da Wiş.
Şu werge fehş komplonun devrini üzerine almış.
Diyor ki, “bundan sonra Uluslararası Komplo’yu ABD, AB, İsrail ile Türk faşizmi adına ben yürüteceğim.”
Zira kendi gazetesi Zaman, dergisi Aksiyon ile Sızıntı ve TV’si Samanyolu, Mehtap ile Ebru televizyonları Kürt ile Önder APO’ya düşmanlıkta zirveye oynuyorlar.
Hakikat böyle iken, bu werge fehş kalkmış “Türkiye ile Kürdistan Yönetimi İlişkileri, Ortadoğu Geleceği” adı altında Amed’te, Amed halkının O’na yaptırmadığı toplantıyı Hewler’de yapacak.
Sen kimsin ki, “Türkiye ile Kürdistan Yönetim İlişkileri’ni” düzenlemeyi kendine hak görüyorsun?
Sen kimsin ki,”Ortadoğu Geleceği’ni” belirlemeyi kendine hak görüyorsun?
Sen kimsin ki, son imparator Yankee’ye kendini satarken Ortadoğu’da misyon sahibi olmaya çalışıyorsun?
Deccal Münafık, seni tanımazsak ne yapmak isteğini belki bilemezdik.
Amma ve lakin iyi bil ki, senin nano ruhunu bilecek kadar, nano mikroskobik bir bilince sahibiz.
Amma ve lakin iyi bil ki, belirlendiğin sloganla gerçekleştirmek istediğin konferansla komployu yürüterek, PKK’yi etkisizleştirme hedefine oynadığını iyi biliyoruz Deccal Münafık.
Amma ve lakin iyi bil ki, senin adına konferansı düzenleyecek olan Ali Bulaç, Mümtazer Türköne, Salih Yaylacı, Hüseyin Gülerce gibi zatı şeriflerin hepsinin Türk Gladiosu’nun elemanları olduğunu iyi biliyoruz.
Mümtazer Türköne değil midir ki, Çiller’e danışmanlık yaparken yazdığı konuşma metininde “Bu vatan için kurşun atan da, yiyen de yiğittir” düşüncesini savunan.
Aynı Mümtazer değil midir ki, “Ya sev ya terk et” diyen Qerdoğan’a danışmanlık yapan.
Amma ve lakin iyi bil ki, 1970’lerdeTürk Gladio’sunun bir kolu olan “Yeniden Mücadele Birliği’nin” kurucuları arasında Gülerce ile Bulaç’ın yer aldığını iyi biliyoruz.
Şimdi bu yeminli Kürt ve Kürdistan düşmanları nasıl oluyor da, Hewler’de 15-16 Şubat günlerinde konferans düzenleyebiliyorlar.
Bir de geçen haberlere göre, bu toplantıya Neçirvan Barzani, Mesut Barzani ile Talabani’de katılacakmış.
Dört parça Kürdistan’da Uluslararası Komplo lanetle kınanırken, aynı gün konferans yapmak komployu devam ettirme anlamı dışında hiçbir anlam ifade etmez.
Derler ya “Dinsizin ipiyle kuyuya inilmez.”
Deccal Münafık’ın ipiyle kuyuya inenler bilmelidir ki, o kuyu Kürdü ve Kürdistan’ı bitirmenin dipsiz kuyusudur.
Bizden söylemesi; gerisi, “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.”
Şunu da anımsatmak tarihi görevimizdir.
“Her kuşun eti yenmez.”
Her kuşun eti nasıl yenmezse PKK ile de baş edemezsiniz Deccal Münafık.
İyi bil ki, Deccal Münafık u Werge Fehş senin bu girişimin Kürtleri daha da öfkelendirecek.
Lanetlik olacaksın.
15 Şubat’ta Uluslararası Komplo lanetlenirken, adım gibi biliyorum ki, Kürtler şu sloganı atacaklardır:
Kahrolsun Komplocu Fet-ul Münafık!...
Kahrolsun Lanetli Fet-ul Münafık!...
- Ayrıntılar
Seçimler gündemde. Pek çoğunun tek gündemi. Yapılan pek çok şey de açıkça söylenmese de bu asıl gündeme hizmet için yapılıyor. Bu konuda yanılsamalar yaşayanlar çoğunlukta. Gap’tan, TRT6 ya, Davos şovuna her şey seçime hizmet için kandırmacalar yığınından ibaret. Bunları görüp teşhir etmek önemlidir. Ancak bu süreçte ön görüşlü olmak ve buna göre hareket etmek önemli. Seçim süreci bir savaştır. Psikolojik savaş, özel savaştır. Bu süreci her gün her an gelişen bu savaşa karşı salt bir seçim propagandasıyla geçirmek sürece yüzeysel yaklaşım olacaktır.
Devlet sosyal devlet adıyla yardım dağıtıyor. İnsanlara ev eşyası, kömür veriyor. Dilencileşmenin halka dayatılmasına karşı yalnızca bu adaletsiz bir seçimdir demek ne kadar yeterlidir. Bu durumun bitmesi için oyunuzu bize verin demek ne kadar yeterlidir. Yeterli değildir. Bu süreçte dayatılan onursuzluğa yeterli cevabı, doğru cevabı vermemek kabul edilmemelidir.
Doğru cevap nedir?
Uluslararası Komplo’yla esir edilen Önderliğimizin esaretinin onuncu yıldönümüdür. Bu komployla şimdi Ortadoğu’da yaşanan katliamlar, savaşların önü açılmıştır. bu komplo halen devam etmektedir. Bu komplonun yıl dönümünde bu komployu boşa çıkarmak için Örgütlenme ve Serhıldan bu sürece verilecek yegane yanıttır. Diğer şeyler talidir. Asıl hedef unutulmamalıdır.
10. Kongre’de alınan Önderliğimizin özgürlüğü hedefi kadrolarımızın ve halkımızın temel gündemi olmalıdır. Asıl hedefe giderken diğer hedeflere ulaşacağımız unutulmamalıdır.
Serhıldan ve Örgütlenme
Bu sürece doğru yaklaşmakla birlikte Serhıldan ve Örgütlenmeye de doğru yaklaşmak gerekir. Seçim sürecidir diye pasif mitinglerle yetinmek doğru değildir. Sistem tüm gücüyle halkımızı imha etmeyi, inkar etmeyi örgütlüyorken salt bir seçim şovuyla yetinilebilir mi?
Peki ne yapmalı?
Sistem bir savaş açmışsa buna karşı direnip bu savaş kurumlarının saldırılarını boşa çıkaracak bir aktif savunma hamlesi başlatmak gereklidir. Bu sistemin tüm kurumları dahil ayrı özel savaş kurumları da etkisizleştirilmeli hedeflenmelidir.
İşbirlikçi ajan sermayedarlardan, Gülen cemaatinin özel harp dairesinin bir kolu gibi çalışan yurtları, dershaneleri, şirketleri her ne yolla olursa olsun Kürdistan’dan sökülmelidir. Bu çevreler sistemin bizimle savaşımında önemli bileşenleridir. Bu çarkın bir dişlisidir. Bu dişleri kırarsak bu sistemi dağıtmamız kolaylaşacaktır.
Bu görev tabi ki gençlerindir. Araçları belli: Molotoflar, barikatlar ve Serhıldan!
- Ayrıntılar
Kürtler Önderlerine karşı gerçekleştirilen uluslar arası komplonun 11. yılını protesto etmeye başladılar. Bu protesto 15 Şubata kadar artarak devam edecektir. Kürt kadını “Önder Apo’nun özgürlüğü kadının özgürlüğüdür” sloganıyla bir kampanya başlattı. PKK Ağustos ayında yaptığı 10.kongrede Kürdistan Halk Önderini özgürleştirmeyi hedeflediğini ilan etti. Nitekim İmralı’da yapılan fiziki saldırıdan sonra Kürt halkı kadın-erkek yediden yetmişe ayağa kalktı. Önderlerine sahip çıktı. Taraflı tarafsız herkes bu halkın PKK önderine sahip çıktığını söyledi. Öyle ki kendi sıcak odalarında Kürdistan halkının neden sahiplendiği sorusuna cevap arama zahmetine katlanmayan birçok aklıevvel yazarlar, neden Abdullah Öcalan’a sahip çıkılıyor diyerek Kürt halkını suçladılar.
Biz 50 yaşını aşmış bazı Kürtlerin neden PKK önderini sevmediğini biliyoruz. Çünkü PKK bu kişilerin Kürdistan’da siyaset yapmalarına son verdi. Daha doğrusu PKK gerçeği karşısında gerçek yüzleri açığa çıkınca siyaset yapamaz hale geldiler. Çünkü PKK ile birlikte Kürdistan’da kolay siyaset yapma imkanı ortadan kalktı. Artık lafla Kürtlerin özgürlük ve demokrasi özlemlerini sömürme dönemi son buldu. Biz bu çevrelerin, daha doğrusu kelaynak durumuna düşmüş kişilerin Apo düşmanlıklarını biliyoruz.
Peki, bazı Türk yazarları, kendine liberal demokrat diyenler neden Apo düşmanlığı yapıyor? Onu da söyleyelim; onlar da PKK çıkana kadar kolay demokratlık yapıyorlardı. Çünkü Kürt ve Kürdistan sorunu kendini Türkiye gerçeğine dayatmadığından Kürt ve Kürdistan’a değinmeden demokratlık yapabiliyorlardı. Ya da Kürtlerden söz etseler de bunun Türkiye açısından siyasi bir değeri yoktu. Ne var ki PKK mücadeleyi geliştirip Kürt ve Kürdistan gerçeği Türkiye siyasetine kendini dayatınca bunların rahatları bozuldu. Önceden ne güzel demokratlık yapıyorlardı! Şimdi birazcık Kürtlerden söz etmek de yetmiyor. Ya Kürtlerin tam özgürlüğünü ve demokratik yaşamını savunacaksın ya da açık ve cesaretli bir biçimde Kürt sorununu savunmayınca ister istemez demokratlık ve liberallik cilaların dökülecektir. İşte bu sözde liberaller ve demokratlar PKK’ye bundan dolayı çok öfkelidirler.
Bu aristokrat demokratlar ya da devlet sevgisi derin liberaller zaman zaman barış diyorlar, silahlar sussun diyorlar, çözüm diyorlar. Bunu da aslında rahatları için istiyorlar. Çünkü gerilla ile ordu çatışınca ekonomik, sosyal sıkıntı yaşadıkları gibi, Türkiye siyaseti de sarsılıyor, Kürt inkarcılığına dayalı al gülüm ver gülüm siyaseti ve yazarlığı yapılamıyor. Bu nedenle PKK silah bıraksın ki, onlar da ekonomik, sosyal ve siyasal alanda rahat etsinler! Kürtler kimliksiz, özgürlüksüz, demokrasisiz kalmış onların umurunda mı? Tam bir orta sınıf bencilliği. Kendisi rahat olsun, onlar için gerisi tufan.
Bu kara Kürtler de bu hoş demokratların rahatlarını bozuyor. Gerilla direniyor, halk serhıldan yapıyor. Onlara göre Kürt kadınları ve çocukları ise kandırılıyor.
Sahte İslamcılar da, hatta İslam’ı çıkarı için kullanıp kirletenler de PKK ve Abdullah Öcalan düşmanı. Çünkü bu Kürtler onların sahte Müslümanlık maskelerini düşürüyor. Çünkü Kürtlerin haklarını ve hukuklarını savunmayınca kendine Müslüman ve kendine demokratlıkları Kürdistan’da etkili olamıyor.
Öte yandan bu sahte İslamcılar devleti ele geçirmek için, devletin asker ve sivil bürokrasisi içinde kabul görmek için Kürtlerin haklarına karşı çıkmaları gerekiyor. Bunu yapsalar yüzleri açığa çıkıyor, yapmasalar devlet içine girmeleri zorlaşıyor. Kürt halkı kendilerini böyle bir tercihe zorladığı için PKK ve liderine düşmanlık yapıyorlar.
İslam’ı ticaret olgusu haline getirenler, Kürt halkının direnişinin onları da diğer hükümetler gibi bitirmesinden korkuyorlar. Çünkü hükümette kalmaları da PKK’ye karşı mücadelelerindeki başarıya bağlıdır. Eğer Kürdistan halkının özgürlük mücadelesi bastırılamaz ve kontrol edilmezse, onlar da tası tarağı toplayıp gidecektir.
Şimdi belirttiğimiz bu güçlerin Kürt halkının duygularını anlamasını beklemiyoruz. Ancak gerçek demokratların, sol ve sosyalistlerin Kürt halkını iyi anlamaları gerekir. Bu konuda yetersizlikler olduğu kesindir.
Niye mi? Kürt halkı her türlü bedeli ödeyip önderliğine sahip çıkmasına rağmen demokratlar, sol ve sosyalistler bu konuda Kürt halkının yanında yer almıyorlar. Bazen İmralı koşullarını eleştiriyorlar, ama bu yeterli değildir.
Kürt halkının en hassas olduğu konu, önder olarak kabul ettikleri sayın Abdullah Öcalan’a yaklaşımdır. Kürt halkıyla bütünleşmeleri, Kürt halkıyla Türkiye demokratlarının, sol ve sosyalistlerinin duygu birliği içinde olmaları ancak İmralı sistemine karşı çıkmak ve devrimci önder Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü istemekle mümkündür. Yoksa Kürt halkıyla gerçek anlamda bütünleşmek zor olacaktır.
Uluslar arası komplonun 11. yıldönümü bu açıdan bir fırsat olarak görülmelidir. Tüm demokratlar, sol ve sosyalistler Kürt Halk Önderinin özgürleştirilme mücadelesine destek verilmelidir. Bu konuda Kürt kadını ve gençleriyle omuz omuza olmalıdır. Büyük devrimci, demokrat Abdullah Öcalan’a sahip çıkmak, aynı zamanda Türkiye’de halkların demokratik birliğine ve kardeşliğine sahip çıkmaktır.
- Ayrıntılar
2008 yılının son günlerinden başlayıp halen devam etmekte olan özel bir anti PKK ve anti HPG tabii doğal olarak bir anti APO kampanyası bütün tırşıkçıları kasıp kavurmakta. Tıpkı yaptığımız erzak depolarını bulan ayılar gibi de bu konuya doyumsuz bir şekilde yaklaşmaktalar.
Ortalığı biraz karıştırmak ve bu bağlamda karışıklıklar sayesinde kendilerini bir gün daha yaşatmak isteyen keneleri daha önce yazmıştık. Bu yüzden bu konuya girmeyeceğim.
Çok eskiye gitmeden tartışmalarda başa doğru dönersek; 2008 yılının Kasım ayı başında Sosyolog İsmail Beşikçi’nin bir röportajı yayınlandı. Bilimsel kimi eleştiriler geliştiren Beşikçi röportajın sonlarına doğru adeta bilim adamı ve demokrat kimliğini bir kenara bırakıp, “Cezaevinde, devletin çok sıkı denetimi altında tutulan PKK liderinin, örgütünü yönetmesi, Kürtlerin önünü kesmeye çalışması yanlıştır. Bu, ahlaki bakımdan da yanlıştır” demesi ve bunun da üzerine “PKK büyük bir harekettir. PKK’nin çok büyük bir hareket olduğu da söylenebilir. Ama istemleri çok küçüktür. Çok çok küçüktür. PKK bireysel haklara değil, kollektif haklara vurgu yapabilmelidir” talebi ise Kürt kamuoyunda büyük tepkiye yol açtı.
Her şeyden önce, İmralı Zındanı’nda on yıldır en zor şartlarda direnişini sürdüren Önder APO, kendisi görüşmelerinde PKK’yi yönetmeyeceğini ve böyle bir düşüncesinin olmadığını, örgütün kendi politikalarını belirlemesini ve bu kapsamda faaliyetlerini yürütmesini defalarca dile getirmiştir.
Son derece mütevazi ve demokrat olan bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Kendisi için hiçbir şey talep etmeyen bir gerçeklik.
Peki, yıllardır Türk egemenlerinin ve faşistlerin dile getirdiği, “Apo çok konuşuyor, kral gibi yaşıyor, örgütü yönetiyor, vb.” söylemlere hiçbir şekilde ara vermediği politik oyunlarına cuk diye oturan Beşikçi’nin sözlerini nasıl değerlendirmeli? Bilim adamı ve demokratlıkla bu yaklaşım arasında nasıl bir bağ kurulabilir?
Bu taleplerle, yıllardır TC faşizminin yürüttüğü Apo’suz ve PKK’siz çözüm önerilerinin ne kadar paralellik taşıdığı ortadadır.
Tabi bizleri şu an bu sözlerin söylenmesinden çok, kimlerin bu sözleri kullandığı ilgilendirmektedir. Zira dediğimiz gibi bu sözleri bizlere yıllarca kin ve nefret besleyen kesimler dillendirmektedir. Ancak dönüp baktığımızda yıllarca içimizden biri olarak gördüğümüz “Kürt dostu Beşikçi Hoca”nın bu sözleri sarf etmesi bizleri derinden yaralamıştır. Tabi bahsettiğimiz yaralanma fiziki ya da ideolojik olandan değil.
Bizler ezilen halkların taleplerine her zaman saygı duymasını ve insan hak ve özgürlüklerini her daim savunması gerektiğini bildiğimiz ezen ulus sosyalistlerinin bu kılığa bürünmesinden yaralandık. Ya da daha farklı bir bakış açısıyla: Takke düştü, kel göründü.
Belirttiğimiz gibi Kürt Özgürlük Hareketi açısından değerlendirdiğimizde Önder APO’nun bu belirttikleri çok mütevazi bir yaklaşım. Şahsen, kimliğimi bana kazandıran ve Nasıl Yaşamalı? Sorunsalına yanıt bulmamı sağlayan Önder APO’nun fikirlerini okudukça büyük haz duyuyorum. Kürt Özgürlük Hareketi’nin de böyle düşündüğünü biliyorum. Ancak Beşikçi’nin Önderliğimizin fikirlerine karşı “Kürtlerin önünü kesiyor…” türünde değerlendirmelerde bulunması kendisine olan bakış açımızı da değiştirdi doğal olarak. Bunun üzerine HPG sitesinde ve bazı yayın organlarında bizim görüşlerimizi belirten kimi yazılar da yayınlandı.
Ve sonrasında sanki kıyamet koptu. Yok tehdit edildi, yok çizmeyi aştı denildi.
Önderliğimize ve hareketimize karşı eleştiri sınırlarını aşan ve saldırı boyutlarına varan yaklaşımlara karşı çiçek uzatmamızı kimse beklemiyor herhalde. Şunu düşünüyorum: Acaba bu kişi ve çevreler bizden “Ne güzel dedin İsmail Hoca. Ağzına sağlık.” dememizi mi bekliyorlar?
Biz şunu her zaman belirtiyoruz: Bizler Önder APO’nun ve Kürt halkının fedai ordusuyuz. Bu yüce değerlerimize karşı geliştirilmeye çalışılan her türlü imhacı yaklaşıma karşı tavrımız serttir. Ancak bugüne kadar ne İsmail Beşikçi’ye ne de daha başka bir düşünce insanına karşı böyle bir girişimimiz olmamıştır. Çünkü bizler özgür düşünceden ve ifade özgürlüğünden yanayız. Tabii anlayamadığımız konular da var: Bir tanesi mesela bir yazımızda belirtilen çizmeyi aşmak deyiminin neden bir tehdit olarak algılandığı veya öyleymiş gibi algılatılmaya çalışılması? Bir diğer konu ise bu durumda cevap hakkı doğan kişi İsmail Beşikçi iken kendisi hiçbir görüş belirtmeden tırşıkçıların bu durumu gündemleştirme çabaları.
Her şeyden önce çizmeyi aşmak deyiminin anlamını irdelemek gerekiyor. Çizmeyi aşmak sözü M. Ö. 2. yüzyılda Yunanistan’da yaşayan Apelle (Apel) isimli bir ressamın yapmış olduğu bir resmin kritiğini yapan bir ayakkabıcının eleştiri sınırlarını aşarak ilgisinin ve bilgisinin bulunmadığı konularda da yapmakta olduğu değerlendirmelere karşı söylemiş olduğu “sutor! ne supra crepidam” yani “Ayakkabıcı, ayakkabının daha yukarısı değil!” sözünden gelmektedir. İnsanların bilmedikleri konularda yapmış olduğu eleştirilere karşı söylenen bir sözdür. Pratik kullanım itibariyle baktığımızda aslında yapılmış olan eleştirinin dozajını aştığını vurgulayan farklı bir eleştiridir.
Yaşadığımız dünyada şöyle bir gerçeklik mi var: “Herkes istediği gibi Özgürlük Hareketi’ni eleştirebilir; hatta bunu saldırı boyutuna götürebilir. Ancak buna karşılık Kürt Özgürlük Hareketi’nin hiçbir eleştiri yapma hakkı yoktur. Herkes istediği gibi fikirlerini dile getirebilir ama Kürtlerin buna hakkı yoktur.” Üzgünüz ama bu tavırların sahibi olan bir insan aydın da olamaz.
Bu bağlamda değerlendirdiğimizde bir Türk aydını olarak Beşikçi, Önder APO’ya sus, konuşma diyerek düşünsel anlamda egemen sistemle benzeşmiştir. Zira ezilen halkların özgürlüğünü savunan bir aydının bunun tam tersini, “Öcalan daha fazla konuşmalı ve düşüncelerinden herkes faydalanmalı” demesi gerekmez mi? Ezilen ulusla dayanışma bunu gerektirmez mi? Düşünce özgürlüğünü savunmak bunu gerektirmez mi?
Peki, ya bütün bunları görmezden gelip, bizlerin yapmış olduğu eleştirileri çarpıtarak kamuoyuna farklı yansıtmaya çalışanlara ne demeli? Aslında yayınlamış oldukları deklarasyonlarla bizlere sus diyerek TC oligarşisine ve onun sömürgeci politikalarına ortak olmuyorlar mı?
Önder APO, 21 Ocak tarihli görüşme notunda şunu dile getiriyor: “İsmail Beşikçi bana “Apo PKK’yi cezaevinden yönetmesin, konuşmasın” diyor. Evet, şu açıdan doğru: Cezaevinden karar verilemez. Bu açıdan doğru; PKK cezaevinden zaten yönetilemez… Sayın Beşikçi, ama barış için başka da çaba sarf eden kimse yok ki. Beşikçi ve etrafındaki milliyetçiler iyi bilsin ki barış yapılamıyorsa, sorun çözülemiyorsa sizin gibiler yüzündendir. Çaba sarf edilmiyor. Ben ağır hücre cezası koşullarını da göze alarak on yıldır burada barış için çabaladım. Vicdanlı biri olarak sorumluluk duyduğum için bunca yıl çözüm için çaba gösteriyorum.”
Şimdi bizim sormaya hakkımız yok mu? Sayın Başkaya ve dostları: Yıllardır kanayan bir yara olan bu sorunun çözümü için konuşmaktan başka ne yaptınız? Konuştuklarınız da bu halkın özgürlüğüne ne kadar hizmet etti?
Bizler düşüncelere her zaman saygı gösterdik ve halen de saygı gösteriyoruz. Ancak karalama ve bir halkın imhasını amaç edinen bir görüşü de kabul etmemizi kimse beklemesin. Zira Önder APO tek başına bir kişi değildir. Bir halkı temsil etmektedir ve bunu böyle görmek gerekmektedir. Dolayısıyla PKK’nin Önder APO’ya ilişkin talepleri de bireysel değil toplumsal taleplerdir.
Yayınlamış olduğunuz bildiride bulunan teorik belirlemelerin bir kısmına katılmaktayım. Özellikle “entelektüel“ tespitinize. Ancak belirtmiş olduğunuz entelektüel tanımına uyan kişi günümüz gerçekliğinde Kürt Halk Önderi Sayın Önder APO’dur. Çünkü bu sorun o kadar can yakıcıdır ki dost bildikleri tarafından bile susturulmaya çalışılmaktadır. Ve o tüm bu baskılar içerisinde onur mücadelesini sürdürmektedir. Yine teorik açılımlarına bakıldığında genel kabul gören doğruların çok dışarısına çıktığı aşikardır.
Yine bilimle bağdaşmayan bir tespitiniz ise bizler (yaptığınız kasıt bağlamında bizler diyorum) daha doğmamışken Beşikçi’nin büyük mücadeleler verdiğini belirtmeniz. Yani kısaca diyorsunuz ki eski olan eleştirilemez. (Burada da eleştiri diyorum. Çünkü herhangi bir saldırıya giriştiğimizi savunmuyorum) Peki sormazlar mı eskiyi eleştirmeden yeniyi nasıl kuracaksın? Ya da eskiden kabul gören genel doğrular, bu doğruluklarını her zaman koruyabilirler mi? Nerde kaldı değişim, dönüşüm? Nerede kaldı diyalektik? Kaldı ki Beşikçi’nin geçmişte yürüttüğü faaliyetler ve verdiği mücadeleler konusunda aksi bir şey söyleyen de olmamıştır.
Peki, bütün gerçeklerden arınmış bir şekilde ve bir halkın mücadelesini görmezden gelerek yapılan bu karalama politikalarını sosyalistliğin ve demokratlığın neresine koyacağız.
Bütün bunlar birleştirildiğinde kim kimi tehdit etmekte ve kim kimi susturmaya çalışmaktadır?
Her şey ortadadır. Vicdansa kamuoyundadır.
- Ayrıntılar