Kendin ol ey Kurdino!..
Ve önce kendini tanı ki, düşmanını tanıyasın.
Kendini tanı ki, özgürleşesin.
Kendini ve düşmanını tanı ki, tarumar olmayasın.
Kendini ve düşmanını tanı ki, un ufak olmayasın.
Kendini ve düşmanını tanı ki, başkasının askeri olmayasın.
Kendini ve düşmanını tanı ki, başkalarına vatan kazandırırken, kendi vatanında, vatan kazandırdıklarının kölesi olmayasın.
Kurdino bak Kürtler Irak’ta, Şiileri güç yaptılar, şimdi de Maliki, Kürtleri köleleştirme yolunu ve sistemini oluşturuyor. Kurdino bunun mucidi Osmanlıdır.
Bunun için tarihini iyi tanı.
Tarihini tanı ki, O’na Ortadoğu kapılarını, imparatorluğunu ve İslam halifeliğini xelat olarak verdiğin Yavuz Sultan Selim gibi kadim cellatlar sana yazının başlığına aldığım sözleri söyleme cesaretini göstermesin.
Tarih bilincini öyle derinleştir ki, hiçbir kimse senin hakkında tek bir olumsuz düşünceyi bile hissetmesin.
Kurdino gözlerini bir şahin gibi uzaklara dik.
Bakışların derin ve keskin olsun.
Ufkuna evreni al.
Yüreğine ve beynine derinlerden bir duygu ve bir düşünce gelsin.
Ve ihanetçi İdris-i Bitlis-i’yi hatırla.
Ve ittifak yaptığı Yavuz hırsızı hatırla.
O’nu sultan-i cihan, halife, imparator yapan Kürtlere nasıl hakaret ettiği şiiri oku, oku ve oku.
Önce kendin oku, akabinde de nerede bir Kürd ferdi varsa ona da oku, oku ve oku.
Şimdi de kartal burunlu, kıyımcı ve ortaçağın en kan dökücüsü azam-ı celladı Yavuz’un şiirini okuyalım ki, Kürde düşmanlığın nereden geldiğini anlayalım.
Yavuz hırsızı Amasya’da bir çeşmenin taşını kazıya kazıya yazdırdığı şiire gelelim.
Cellat halifenin şiiri şöyledir:
“Kürde fırsat verme yarab.
Dehre sultan olmasın.
Ayağını çarık sıksın.
Gönlü huzur bulmasın.
Vur sopayı, al haracı.
Karnı bile doymasın.
Ol çeşmeden gavur içsin.
Kürde nasip olmasın.
Vasiyetim oldur kim,
Kürd bin kere yalvarsın.
İnanma, kanma.
Yakana bit, kapına Kürd dadandırma”.
Zamanenin Yavuz’u, Katil-Qerdoğan da aynen bu şiiri öykünüyor.
Ve Osmanlı torunuyum diyor.
Diyor ki, “söz konusu millet olunca bizler her türlü ideolojiyi bir yana bırakırız.
Milletimizin menfaatini savunuruz.”
Davos’ta yaptığı konuşmayı böyle savunuyor.
Celallendikçe celalleniyor.
Fetul-Münafık ile birlikte Kürdistan’ı talan coğrafyasına çeviriyor.
Yavuz’un Kürdistan talanı aşine ve harac iken, Katil-Qerdoğan’ın ise hukuksuzluğun ve sömürgeci yol bulmalara uydurulmuş şekliyledir.
Kurdino Yavuz’u ve dönme dolaplarını, tuzaklarını, kapanlarını unutma ki, Katil-Qerdoğan’ın ağına düşme.
Osmanlı’dan bugüne devredilen bu ırkçı sistemi çöz ki, onun askeri olmayasın ve Şemzinan’nın Wargenima Karakolu’nda askerlik yaparken, öldürülen Patnoslu Kürt Burhan Güzelaydın gibi bir akıbetin olmasın.
Kurdino başkasının askeri olma.
Kurdino başkasının askeri olma ki, Burhan Güzelaydın gibi katletmesinler.
Kurdino senin rotan bellidir.
Bak dağlar sana sinesini açmış, gel diyor.
Daha ne bekliyorsun ki?
- Ayrıntılar
Hele şu pişmiş kelleye bakın.
Hele şu zalime bakın.
Hele şu utanmaz katile bakın.
Hele şu deccala bakın.
Sen kim oluyorsun da, zalimken, mazlumluğa oynuyorsun.
Sen kim oluyorsun da, Kürtleri kırımdan geçirirken, kahramanlığa oynuyorsun.
Sen değil misin ki, yetmişlerde Akıncılar örgütüne üye iken Kürtleri katleden.
Sen değil misin ki, “çocukta olsa, kadında olsa gereği yapılacaktır” diyerek bir bir Kürt çocuklarının katline fetva veren.
Senin fetvanla katledilen çocukları bak.
Batman’da oyun oynarken vurdurttuğun, 3 yaşındaki Fatih Tekin hani?
Amed’de bir gazetecinin kucağında son nefesini veren, 8 yaşındaki Enes Ata hani?
Hani 9 yaşındaki Amedli Abdullah Duran?
Hani 17 yaşında gençliğine adım atarken, kurşunlarla canını aldırdığın Amedli Mahsun Mızrak?
Hani daha annesinin kokusuna doymadan, yetiştirdiğin cellatlarla canını aldığın, 8 yaşındaki Amed’li İsmail Erkek?
Hani daha kaytan bıyıkları terlemeyen, Amedli Emrah Fidan?
Ya senin yetiştirdiğin cellatların kameralar önünde kolunu kırdıkları Cüneyt Ertuş için ne diyorsun bre deccal?
Bre deccal, bunları yapan sen iken, senin nasıl bir katil olduğunu iyi biliriz.
Bre katil sen değil misin ki, İstanbul’daki Siyonistlerle işbirliği yapıp kendine iktidar kapıları açtıran.
Sen değil misin ki Siyonistlerin elinden kahramanlık ödülü alan.
Sen değil misin ki, Siyonistlere yılda 3 milyar dolar civarında para veren.
Ve bu parayla aldığın Heronlarla, tanklarla ve lazerlerle Kürtleri katleden.
Sen değil misin ki, “ya sev ya terk et” diyen.
Sen değil misin ki, Türk ordusunun yaptığı her katliam ardından orduyu tebrik eden.
Sen değil misin ki, 5 yaşındaki Kürt çocuklarını kültürel soykırımdan geçiren.
Sen değil misin ki, inkarcılık ve münafıklık yapan.
Bunlardan milyon kat fazlasını yapan sen.
Yine de utanmadan Davos’ta şov yapan sen.
Bunların hepsini birer şamar gibi yüzüne vuracağız.
Bunları bilesin.
Ey çağımızın vampiri Katil-Qerdoğan.
Bunların hepsini yapan sen iken;
Bilesin ki aldatamazsın bizleri ve bilcümle Kürtleri.
Biz bunun için diyoruz ki, seçim şovunu yapma Katil-Qerdoğan.
Amedli pexwesların deyişiyle diyoruz ki,
“Berdeee bine te erdeee!”
Berdeee eme hılbijartinede te bixinîn bine erdee.
- Ayrıntılar
Geçenlerde Silopi'de DTP'lilerin öncülüğünde geçmiş yıllarda yaşanan failleri belli olup da failleri meçhul kabul edilen JİTEM katliamlarını protesto amaçlı dev bir miting yapıldı. Bu mitingde taşınan ÖLÜLERİMİZİN KEMİKLERİYLE YÜZLEŞECEKSİNİZ pankartı oldukça dikkat çekiciydi. Dikkatleri çekmenin de ötesinde yaşanan bir gerçekliği bu kadar sade, çarpıcı, çıplak dile getirme ancak bu kadar olabilirdi.
Halkların her zaman doğruları dile getiren hislere sahip olduğunu biliriz. Doğruları ifade etmenin ve dile getirmenin de ötesinde çok güçlü önsezilere sahip olduklarını da biliriz. Kürt halkı da özelde son yıllarda tarihi doğruları hissederek geleceği önsezileriyle çok güçlü bir şekilde ifade etmektedir.
Ben aslında bu hafta bu olaya ilişkin yazmak istiyordum. Ancak yazımı yazmadan Davos'ta Erdoğan'ın Filistin İsrail konulu panelde yaptığı tartışma ve tartışmanın ardından ortaya çıkan tabloyu izledik. Doğrusu çok sert ve cüretli bir çıkıştı. Bir kaç hafta önce Filistin katliamını Erdoğan'ın Olmert'le anlaşarak yapmış olabileceğini bu bağlamda danışıklı bir dövüşün söz konusu olduğunu yazmıştım. Davos'ta Peres ve Erdoğan arasında yaşanan sert tartışmanın ardından ortaya çıkan sonuçlara bakacak olursak benim yanlış bir tespitte bulunmuş olduğum ortaya çıkmaktadır.
Bir birey yapacağı yanlışları ya da yanılgıları itiraf etmesini de bilmelidir. Yanılmışım. Ve bunu açıkça ifade ediyorum.
Erdoğan Davos'ta birçok doğruyu dile getirdi. Erdoğan adeta 17 eğilimi bir araya getirerek ne kadar güzel söz varsa bulup söylediğini geçmişte dile getirmiştik. Neredeyse birçok solcunun dile getirmediğini, hatta ezilenlerin argumanlarını da arkasına alarak söylemde sahiplenerek dile getirdiğini de yazmıştık. Ve bunun için Erdoğan'ı yazılarımızda tarihin en büyük demagoglarından biri olduğunu da yazmıştık.
Tarihi doğruları söylemek yetmiyor. Tarihi doğrulara yaşamıyla, pratikleriyle ne kadar sahiplik edildiği önem kazanıyor. Alevilerin deyimiyle sözüyle özü ne kadar birdir, ne kadar uyumludur asıl olan budur. Zaten bir demagogla özgürlük ve adalet peşinde koşan bireyler arasındaki fark budur. Ya da doğru mu söylüyor yoksa iş olsun diye çıkarları için mi söylüyor olmanın arasındaki farkta budur.
Erdoğan İsrail devletinin çoluk çocukları öldürdüğünü söyledi. Ve bunu insanlık suçu olarak ele aldı. Hatta insanlık bu saldırıları destekleyenleri ve alkışlayanları da insanlık suçuna ortak olmakla eleştirecektir dedi. Peki, Erdoğan'ın daha bir kaç yıl önce aileler çocuklarına sahiplik etsinler yoksa karışmayız sözlerine ne demeliyiz? Peki, Türk devletinin o kadar faşizan saldırılarına gözü kapalı destek veren arka çıkan hatta "ordu güçlerimizi kutluyoruz" diyenlere ne demeliyiz?
İsrail devletinin orantısız güç kullandığını ve Gazze'de bulunan silahların İsrail'de bulunan silahlarla kıyaslanamayacak düzeyde olduğunu söyledi. Peki, Türk Silahlı Güçleri ile gerillaların silahlarını karşılaştırdığımızda ne diyeceğiz? TSK'nin Medya Savunma Bölgelerine neredeyse gece gündüz her türden silahlı saldırılarına, top atışlarına, uçak saldırılarına ve misket bombalarına maruz kalmalarına ne ad takacağız?
Türkiye'nin ne kadar Filistin ile İsrail arasında hatta İsrail ve Suriye arasında barış görüşmeleri için çaba sarf ettiklerini dile getirdi. Peki, aynı Erdoğan kendi coğrafyasında yaşanan bu düzeyde büyük bir sorunun çözümü için bırakalım arabulucu olmasını neden arabuluculuk için küçücük iyi niyet adımı atmak isteyenleri ihanetçi ve hainlikle suçluyor?
Peres'in sesini yükseltmesinin altındaki nedenin suçluluk psikolojisini yansıttığını ya da suçlu olan birinin ruh halini yansıttığına benzer sözler sarf etti. Peki, biz Erdoğan'ın Kürtlere karşı bu düzeyde bağırarak, neredeyse küfrederek konuşma üslubunu nasıl ele alacağız?
Sözün kısası: Erdoğan'ın söyledikleri ne kadar güzel ve kulağa hoş gelse de samimi olduğunu söylemek çok zordur. Erdoğan'ın söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmuyor. Özüyle sözü bir değildir. Hani var ya eğri otur ama doğru konuş diye. Erdoğan hem eğri oturuyor hem de doğru konuşmuyor. Böyle olunca iknacı olmuyor. Dalavere yaptığını söylemek çok abartı olmuyor. Yukarıda dile getirdiğimiz demagogluk tanımına yakın duruyor. Hatta yaptığı tam bir demagogluk oluyor.
Erdoğan Davos'ta söylediklerinin iknacı olmasını istiyorsa öncelikle insanlık suçu işleyen Türk ordusunu durdurmalıdır. Kürt halkına karşı uygulanan kültürel soykırıma son vermelidir. Türkiye'nin en büyük sorunu olan Kürt sorununa dönük barışçıl adımlarını atmalıdır. Bu da Kürdistan'da yapılan operasyonların ve Kürt coğrafyasına yağan bombaların durdurulması anlamına geliyor.
Ve belki de her şeyden daha manidar olacak olan Kürtlerle-Kürt Özgürlük Hareketi’yle direk ilişkiler geliştirerek kangrene dönüşmüş olan, kanayan bu soruna acilen çözümler aramak olacaktır. Bu da halkımızın dile getirdiği "ÖLÜLERİMİZİN KEMİKLERİYLE YÜZLEŞECEKSİNİZ" doğrusuyla mümkündür.
Not: İsrail ile halen sözde bu kadar çelişkilere rağmen ilişkilerin sürdürülmesini, Davos'taki sert çıkışın belediye seçimleriyle bağlantısını, dünya da anti İsrailci ve anti Amerikancı Müslüman ve muhalif duranlara verilen mesajların ne anlama geldiğini başka bir yazıda dile getirmek umuduyla.
- Ayrıntılar
Haftalardır sabırla yazılarınızı takip ediyorum. Ve en sonunda bir yazı yazmaya karar verdim. Çünkü artık mide bulantısından kusma noktasına geldim.
Yıllardır alışılageldik kene politikalarının yeni bir dalgasını yaymaya çalışıyorsunuz. Kene politikaları diyorum çünkü yaptığınız tek şey bir halkın sırtına yapışarak kanını emmeye çalışmak (Gerçi halkımızda kimseye kan emdirecek göz yok ya).
Birçoğunuz savaşta yakalayamadığınız başarıyı evinde bilgisayarının başında yakalamaya çalışıyor. (Yeri gelmişken belirtmekte fayda var: Diğer bir çoğunluğunuz da kardeşinin, kuzeninin veya eşinin sempatizanlığını yapıyor) Tıpkı Mr. Hyde gibi geceleri azılı bir katil olurken, sabah onun sarhoşluğuyla uyanan Dr. Jekyll gibi geceleri yazdığınız yazılara da sabahları kalkıp lanet yağdırıyorsunuz. Çünkü siz bile söylediklerinize inanmıyorsunuz. Kendinizle yüzleşemiyorsunuz. Sömürgeci faşist düşman gerçekliğine karşı nasıl direnemediğinizi anlatamıyorsunuz. Öyle düşman gerçekliği dedikse salt askeri anlamda değil; onun yıllardır geliştirdiği Türk egemen kişiliğe karşı da direnememeniz söz konusu. Sistem içi yaşam arzusu ve o çok karşı çıktığınız TC sistemi iliklerinize o kadar işlemiş ki çareyi kaçmakta buldunuz. Niye? Çünkü insan aynı fikir ve amaçta olan kesimlerle mücadele edemez de ondan. Hele bu düşünce ona hükmetmişse yapacak başka bir şey yoktur. Daha önceleri bu harekete neden geldiğinizi bilmiyorum. Benim fikrim, sizin zaten hiçbir şekilde bu hareketle bütünleşmediğinizdir. Amaca giden yolda zayıf kaldınız. Çünkü amaçlara asla inanmadınız.
İnsanlığı sevmediniz. Hep kaprisliydiniz. Bireysel olarak çıkmaza giriyordunuz. Zaten düşünce tarzınız da taklitçiliğinizi engelliyordu. Çünkü deşifre oluyordunuz. Arı ve sade bir yaşam: Bu yaşamın içerisinde kendinizi nereye kadar gizleyebilirdiniz ki? Zaten olmadı da. Aynı birimdeki arkadaşınız her gün sizi eleştiriyordu: Bireysellik, liberal yaşam, oportünizm, ölçülere gelememe,…
Kızmayın hemen. Bu sizin gerçekliğiniz ve gerçekliğinizle yüzleşme zamanınız geldi.
Her zaman merak ederim kendi gerçekliğini gizlemek isteyen sizin gibiler neden hep çareyi Önder APO’ya ve Özgürlük Hareketi’ne saldırmakta arıyor? Bu sadece sizin gibi olanlar için geçerli değil. Türk egemenleri de aynı yaklaşımı sergiliyor.
Pardon! Unutmuşum: Siz onlara özeniyordunuz değil mi?
O zaman siz de Kürdistan’da yaşanan katliamlara ortaksınız? Mesela Vedat Aydın’ı siz öldürdünüz, Mesela Ape Musa’yı siz şehit ettiniz. Eminim yaşasaydı suratınıza tükürürdü.
Bir de yoldaşlarımız için hiç utanmadan “Seni PKK içindeki çiçeklere bağışladım” deme küstahlığını gösteriyorsunuz. Hemen belirteyim PKK içindeki çiçekler kimleri esas alacağını biliyor ve bütün kamuoyu da PKK içindeki çiçeklere kimin bağışlanacağını biliyor. Bu nedenle canınızı çok fazla sıkmayın. Bu kadar kaprisli olmayın. Siz değil, PKK mücadele veriyor; siz değil PKK savaşıyor.
Önder APO’nın bir sözü var: Savaşan özgürleşir, özgürleşen güzelleşir, güzelleşen sevilir diye.
Bir de şu ukalalığınız yok mu?
Dedim ya siz aslında sömürgecisiniz. Ama bunu da kendi halkınız için yapmıyorsunuz. Çünkü robot bir yaşama adapte olmuşsunuz. Başkaları adına konuşuyorsunuz. Yüzünüzdeki sadece maske. Ve siz kendinizi maskeli baloda zannediyorsunuz.
Ancak yanılıyorsunuz. Gerilla maske takmıyor. Yaşamın en arı ve saf katmanında yaşıyor; üretiyor. Bilinçle, kültürle ve halkına olan bağlılığıyla…
Sizse o sitelerinizde yazmaya devam ediyorsunuz.
Muhtemelen bu yazıyı okuduktan sonra yazacağınız şey de şu: Apo’nun adamları aydınları tehdit etti. Hatta yazmışsınızdır belki.(Ya da hazır bir taslağı açıp boşlukları dolduruyorsunuz) İsterseniz kusura bakın; siz aydın değilsiniz (hani siz o yazınızda aslında kendinizi ve sizin gibi olanları kastedeceksiniz ya). Zaten aydınlar da bu numaralarınızı yutmuyor.
Yeri gelmişken belirtmekte fayda var: Bizler hiçbir zaman tehdit vb yöntemlere başvurmayız. Ahkam kesmek sizin gibilerin işi. Bizse inandığımız şeyleri pratikleştiren insanlarız. Sizse gördüğünüz şeyleri çarpıtan…
Bir de PKK gerillası bilinç gerillasıdır. Koyun sürüsü değildir. Dünyada yaşanan her şeyi görüyor, analiz ediyor, gelecekte ne olacağını da kestirebiliyor. Tabii aynı zamanda inanç gerillasıdır: İnandığı şeylere ölümüne bağlıdır. Eğer çok merak ediyorsanız bu sitede logonun hemen yanındaki yazıyı okumanızı öneririm: Bu söz öyle basit yazılmış bir söz değildir. Kanla yazılmış bir tarihin eseridir. Sömürgeciliğe karşı Agitlerin, imha dayatmalarına karşı Zilanların, ihanete karşı Beritanların direnişlerinin eseridir.
Hatırlıyor musunuz Amed Zindanı’ndaki büyük direnişi ve bedel ödeyenleri? Mazlumların, Kemallerin ve Hayrilerin destanını; siz ihanete koşarken onların bedenlerini nasıl meşale yaptıklarını?
Peki ya Haki gerçekliği. Hani sizin gibi ihanetçiler tarafından katledilmişti emeğin sembolü.
İşte biz böyle bir geleneğin temsilcileriyiz.
Eğer bu tarihten doğru sonuçları çıkarmayı başarabilirseniz, bu diyalektiği de çözebilirsiniz.
Yani Önder APO’dan başlayan ve özgürlüğe ulaşan bu toplum gerçekliğini.
Ya da neyse siz en iyisi aynı yoldan devam edin.
Çünkü hiçten hiçbir şey çıkamaz ve sizler birer hiçsiniz!
- Ayrıntılar
Bir ülke ki, topyekun zihniyeti münafıkçılık olsun.
Bir ülke ki, topyekun rejimi münafıkçılık rejimi olsun.
Bir ülke ki, topyekun yetkilileri münafık olsun.
Bir ülke ki, topyekun yetkililerin başı, Baş Münafık Fet-ul Münafık (Fetullah Gülen) olsun.
Bize de hak doğar ki, sevsinler seni!.. Ey El-Münafıklar ve Devşirmeler Ülkesi Türkiye diyelim!
Bize de hak doğar ki, özgürlük uğruna El-Münafıklar ve Devşirmeler Ülkesi’ne karşı kutsal bir hak olan meşru savunma savaşını verelim.
Bize de hak doğar ki, dağlarımıza, ovalarımıza, vadilerimize, mahallelerimize, köylerimize, ilçelerimize, kentlerimize ve ülkemize vahşeti cellat garnizonlarını kuranlara karşı savaşalım.
Bize de hak doğar ki, tarihin diplerinden gelen nakış nakış beyinlerimize ve yüreklerimize yerleşen Aryen-i dilimizi, kültürümüzü, tarihimizi ve doğal zenginliklerimizi vampirler gibi yok edenlere karşı savaşalım.
Bize de hak doğar ki, Said-i Kürd-i’yi, Saidi Nursi’ye dönüştürerek Türk ırkçılığının silahı haline getiren, Baş Münafık Fet-ul Münafık’ın münafıklığını mazlum halkımıza öğretelim.
Bu Baş Münafık Fet-ul Münafık öyle bir münafıktır ki, Said-i Kürdi ile yakından uzaktan alakası yoktur.
Bu Baş Münafık Fet-ul Münafık öyle bir münafıktır ki, 12 Mart 1971 darbesinde tutuklanırken, Nur Talebesi olduğunu inkar eder ve beraat eder.
Onunla birlikte tutuklan 52 kişi ise Nur Talebeleri olduklarını kabul ederler ve zindan yatarlar.
Bu Baş Münafık Fet-ul Münafık öyle bir münafıktır ki, ilkin 1957 yılında Erzurum’da daha 16 yaşında iken, Türk Özel Harp dairesinden üsteğmen Esat Keşafoğlu tarafından Nur cemaati içine bir Gladio elemanı olarak sokulmuştur.
Bu Baş Münafık Fet-ul Münafık öyle bir münafıktır ki, iki yıl sonra Süper Nato’nun Türkiye kolu Özel Harp Dairesi tarafından Edirne’de görevlendirilmiştir. İkinci defa görevlendirilmesi 1959 yılıdır.
Edirne’de asker kökenli vali Sabri Sarp, diğer asker kökenli görevlilerden Emniyet Amiri Resul, Hakim Gani ile Karadenizli Albayla ile birlikte Türk-İslam sentezi çerçevesinde örgütlenmişlerdir.
Zaten Fet-ul Münafık, bu durumu biyografisinde itiraf ediyor.
Bu Baş Münafık öyle bir münafıktır ki, 1962 yılında İskenderun’da askerlik yaparken bir hutbede kafatasçı general Cemal Tural’ın da duyması için şöyle der: “Türk askeri milliyetçi olmayacaksa daha ne olacak. Allah milliyetçilere uzun ömürler versin.”
Bunu söyleyen Baş Münafık, münafık olmayacaksa daha kim olabilir?
Bu Baş Münafık Fet-ul Münafık öyle bir münafıktır ki, 12 Eylül 1980 darbesinde ve 1994 yılında Kürtleri, Türkleştirmek için Türk ordusu ile onun Özel Harp Dairesi tarafından özel olarak görevlendirilmiştir.
Bu Baş Münafık Fet-ul Münafık öyle bir münafıktır ki, yeniden Har u Har Boşbuğ tarafından aynı görevle görevlendirilmiştir.
Baş Münafık Fet-ul Münafık’ın tahrifleri ise makro münafıklıktır.
Bu baş münafığın, Said-i Kürd-i’nin DİVAN-I HARBİ ÖRFİ eserinde yaptığı Türkleştirmeler tam bir makro inkarcılıktır.
Hele bir bakalım, nasıl bir Türk kafatasçılığını yapmış da yapmış.
Biz bu makro Türk kafatasçılığı ile inkarcılığından sadece bir nano örnek vereceğiz.
Özcesi Fet-ul Münafık’ın makro ırkçılığının trilyonda birinden daha cüzi bir örneğini vereceğiz ki, O’nun ırkçılığı daha iyi anlaşılabilsin.
Bunun için sadece ve sadece Said-i Kürd-i’nin DİVAN-I HARBİ ÖRFİ adlı eserindeki tahriften bir cümle dahi Fet-ul Münafık’ı tanıtmaya yeter.
İşte Divan-ı Harbi Örfi’deki asıl metin. Yani orijinal metin.
Bu metinde Said-i Kurd-i şunu der: “Ey Asuriler ile Keyaniler’in cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan Arslan Kürtler beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-yı vahşette, vahşet ve gaflet sizi garet edecektir.”
Bir de Baş Münafık Fet-ul Münafık’ın tahrif ettiği metin. Özcesi Kürdü inkar ettiği ve Türkleştirdiği metin.
Bakın orijinal metini sahte metine dönüştüren Fet-ul Münafık nasıl bir metin yazmış.
Şimdi de onu okuyalım. “Ey eski çağların cihangir Asya Ordularının kahraman askerlerinin ahfadı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir yattınız yeter. Artık uyanınız sabahtır. Yoksa sahra-yı vahşette yatmakla, gaflet sizi yağma edecektir.”
Fet-ul Münafık’ın burada yaptığı tahribatın hurafeciliği hemen açığa çıkıyor.
Bunlardan birincisi Asuriler ile İranlıları inkar etmiş.
İkincisi Arslan Kürtler yerine Türkleri koymuş.
Üçüncüsü Said-i Kürd-i Kürtlere seslenirken, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki beş yüz yıllık kölelikten, uykuya yatmaktan bahsediyor. Yani Türklerin 1400 yılından başlayarak Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi olan 1908 yılına kadar ki Kürdistan işgalini anlatıyor. Zaten bu eseri de 2. Meşrutiyet döneminde yazmış.
Nasıl oluyor da Orta Asya’dan gelip Mezopotamya, Avrupa ve Afrika’yı işgal eden Türkler 500 yıl uykuda yatmışlar?
Her tarafta kıyım, kırım, talan ile soykırım yapan Türkler nasıl oluyor da gaflet içinde kalmışlar?
Dördüncüsü Said-i Kürd-i Mezopotamya ile Kürdistan’ı anlatıyor. Fet-ul Münafık ise tahrif ettiği metinde ne tür bir ilahi güce sahipse Mezopotamya ile Kürdistan’ı sırtlamış, Orta Asya’ya götürmüş ve Kürdistan’ı bir çırpıda Orta Asya yapmış.
Beşincisi Said-i Kürd-i, Arslan Kürtler diyor. Fet-ul Münafık ise vatandaşlarım ve kardeşlerim diyor.
Daha neler neler.
Zaten Said-i Kürd-i’nin tüm eserlerindeki Kürt, Kürdistan, Kürt Dili ilgili ne kadar kelime varsa, onların yerine Türk, Şark, Orta Asya, Türk Dili, vatandaş ve kardeş kelimelerini koymuş.
Fet-ul Münafık’ın yaptığı tahrifli sahte eserleri bugün Kürdistan ile Anadolu’da tüm sahte İslami cemaatler eğittikleri Kürtlere okutarak, Kürtleri Türkleştirirken, yalnızca Med Zehra Vakfı çevresi orijinal eserleri öğrencilere okutmaktadır.
Fet-ul Münafıkçılar dışında Türk ırkçılığını en fazla tahrif edilmiş eserler üzerinden yapan diğer bir cemaatte Hizbul-Kontra cemaatidir.Hizbul-Kontra’nın dernekleri olan Mustafazaf-Der, İhya-Der, Umut-Der vb. derneklerdir.
Tüm Kürtler özellikle Kürt gençleri, Türk özel savaşının Kürdistan’daki kolları olan bu derneklere karşı hem ideolojik, hem de siyasal savaş vermelidir.
Bu derneklerin hepsi Ergenekon, JİTEM ve MİT’in elemanları tarafından yönetilmektedir.
Kürtler, Said-i Kürd-i’nin orijinal eserlerini götürsün, sahte olanlarıyla karşılaştırsın ve başta Fet-ul Münafıkçılar olmak üzere, Hizbul-Kontralara karşı hemen harekete geçsin.
Öyle hiçbir dernek ve oluşum Kürdistan’da kalmamalıdır.
Bu oluşumların hemen hemen hepsi, Türk misyonerliği ve işgaline hizmet etmektedir.
Kürtleri soykırımdan geçirmek için, Türk Genelkurmayı tarafından kurulan oluşumlardır.
Bu nedenle hiç vakit geçmeden tüm Kürt anne ve babaları, bu oluşumlar içinde yer alan veya onlarla ilişkide olan evlatlarını hemen oralardan çıkarmalıdır.
Kim ki bunu yapmazsa, Kürdistan’daki zulme ve soykırıma ortaktır.
Bu yönlü bir hadis de vardır.
Hz.Muhamed bir hadisinde şöyle der:
“Kim bir karış toprağı zulmederek zapt ederse ona (mahşer gününde) yerin yedi katı boyuna halka takılır.”
Sadece bu hadis bile Kürtlere Türk Ordusu, Fet-ul Münafıkçılar ile Hizbul-Kontracılara karşı kutsal savaşım hakkını tanıyor.
Sonuçta şunu deme hakkımız var:
Fet-ul Münafıkçılara Yaşasın Cehennem!..
- Ayrıntılar
Daha yirmi birindeydim.
Beşikçi’yi okumuşluğum vardı.
Düşüncesinin içeriğine değil, cesaretine saygı duyardım.
Bir gün dediler ki, Beşikçi’nin “Devletlerarası Sömürge Kürdistan” adlı kitabı çıkmış.
“Nerede, nerede dedim.”
“Amed’de D. Kırtasiye’de var” dedi arkadaşlarım.
O zaman, Fırat Üniversitesi’nde okuyordum.
Hemen arabaya atladım, Yallah Amed’e uçtum.
Seyrantepe’de hemen bir taksi tuttum; eve uğramadan D. Kırtasiye’de indim.
İçeri girdim. Kitabı istedim.
Kırtasiyede sadece bir nüshası vardı.
Ne yapayım, ne edeyim diye düşünürken kırtasiyeciye dedim ki: “Bana yirmi nüshasının fotokopisini çıkar.”
Kitabın yirmi fotokopisini alıp eve gittim.
Bir işte çalışmışlığım olduğu için, neredeyse bir aylık maaşımın hepsini yirmi fotokopi kitabına verdim.
O zaman, bu kitapları Türk ırkçı rejiminin askeri güçleri bende yakalasaydı, uzun yıllar TC zindanlarında kalabilirdim.
Bilgi edinmeyi seviyordum.
Önder APO’nun kitapları dışında hiçbir kitap bana ne ruh veriyor, ne de ufkumu açıyordu.
Diğer kitaplardan genelde bilgi ediniyordum.
Türkiye’de ne kadar Türk-İslam sentezci örgüt ile sol örgüt varsa, hepsinin dergilerini ve varsa gazetelerini de takip ediyordum; eğer varsa Kürt örgütlerininkini de.
Önemli gördüğüm kitapları, liselerden tutalım üniversiteye kadar herkese dağıtırdım.
Beşikçi’nin 20 fotokopilik kitabını da böyle yaptım.
Fırat Üniversitesi ile liselerdeki öğrencilere dağıttım.
Böyle süreçlerden geçerek gerillaya katıldım.
Gerillayı bir yaşam tarzı, bir özgür ahlak tarzı olarak kendi öz kimliğim olarak görüyorum.
Bir milyon kere daha doğsam, yine gerilla yaşamı dışında hiçbir yaşamı ve yaşam biçimini seçmem.
Zaten Kürtlerin yaşamı da, 1950’lere kadar gerilla yaşamıydı.
Eğer bugün, Kürtlerin özgürlük ve eşitlik değerleri ile tüm tarihi ve kültürü varlığını koruyorsa, bunu dağların doruklarında direne direne bizleri bugüne getiren yoksul ve ezilen halkımıza borçluyuz.
Biz de, halkımızın bu kesimden geliyoruz.
Ve kapitalist modernitenin ahlaksız mezbahasının lağımlı dehlizlerinde yetişen kişiliği reddediyoruz.
Etmeye de devam edeceğiz.
Şimdi bakıyoruz ki, kapitalist moderniteden bu denli etkilenmiş kişiliksizler kalkıp, ittifak kurup, Önder APO’ya saldırıyorlar.
Hepsi, sen şuradan, ben buradan, o da oradan saldırsın desturuyla hareket ediyorlar.
Hepsinin de fikir babası İngiltere, komuta kontrol merkezi ABD’dir.
Fet-ul Münafık’ın hurafeci medyası, mevziisine MİT ile CIA’nın zehirli kurşunlarını koymuş. Her tarafa Turancı kurşuni sözlerle atış yapıyor. İhanetçi liboşlar da -Kürt İhanetçiler- Avrupa ve Kürdistan’da mevziiye yatmış; ceplerine Türk rakısı ile Avrupa birasını koyarak sokak sarhoşları gibi kafalarına ne geliyorsa attıkça atıyorlar.
Bir de Fet-ul Münafık’ın TV’lerine çıktılar mı aman da aman; nasıl yiğit kesiliyorlar.
Ama bizden başkası onların nasıl korkak ve düşkün olduğunu bilemez.
Bir Kürt atasözü var, bu gibilerini hoş anlatır:
“Yê ne di şerda be, şêre” Türkçe meali şöyledir.”Kavgada olmayan aslan kesilir.” -Anlarsınız herhalde bunu ihanetçi liboşlar.-
Bir de Beşikçi Hoca’ya şunu söyleme hakkını kendimde görüyorum.
Herhalde kendisi de anlayışla karşılar. Bilim adamı olduğuna göre…
Beşikçi hoca diyor ki: “PKK çok büyük bir örgüt ama amaçlarını küçültmüş.”
Beşikçi hoca yanılıyor. PKK’nin amaçları daha da büyümüş. PKK, tüm dünya halklarının Demokratik Konfederalizm çatısı altında, halkların demokratik uygarlığını kurma düşüncesine sahiptir. Ve bunun mücadelesini veriyor. Demokratik Özgür Kürdistan’ın buna öncülük edeceğini ortaya koyuyor. Bu durum Kürdistan’ı da aşan bir durumdur. Bu konuda PKK’ye bakış açısında bir darlığınız vardır.
İkincisi: Önder APO’nun konuşmasının ahlaki olmadığını söylüyorsunuz.
Aslında sizin böyle demeniz ahlaki değildir. Siz de zindanda düşüncelerinizi açıklamadınız mı? Kitap yazmadınız mı?
Türkler, Önder APO’ya konuşma diyor; ABD ile AB ve Talabani’de böyle diyor.
Fet-ul Münafık ile ihanetçi liboşlar da böyle diyor.
Bil cümle hepiniz aynı daktilodan çıkan, aynı tekerlemeleri okuyorsunuz.
Aynen bir anda Türkiye’deki tüm camilerdeki imamların, MGK tarafından hazırlanan hutbeleri okuması gibi aynı hutbeyi okuyorsunuz.
Sizlerin MGK’si Süper NATO’nun koordinatörü ABD olmasın. ABD, Türkiye ile İsrail bize silahlı savaş açmışken, Beşikçi, Fet-ul Münafık ile ihanetçilerin ideolojik savaş açması tesadüf değil herhalde.
Hepinizi bir cepheye çeken nedir acaba?
- Ayrıntılar
Filistin’deki katliam dünyanın gözü önünde devam ediyor. Dünyada belki de çilelerin ve acıların en büyüğünü yaşayan bir halk yine kıyımdan geçiriliyor. Bilinen sözde ileri ve gelişmiş dünya cümle kemal gözlerini, kulaklarını ve ağzını kapalı tutmuş izliyor. İzlemiyor, katliamı destekler amaçlı açıklamalar yapıyor Amerika, Avrupa ve yeni yetme AB dönem sözcülüğü.
Sözde kendini Müslüman bilenlerle, sözde emperyalizm karşıtı olan devletler ise kınayıcı açıklamalar yapıyorlar. Bunların arasında işgal gücü TC devleti mi diyelim, ya da dini sömüren Türkiye hükümet başkanı mı diyelim onlar da var.
Biz ABD ve Bush tayfasını anlıyoruz. Ortadoğu’da amaçlarına ulaşmak için İsrail gibi bir devlete ihtiyaçları var. Biz İngiltere’nin ve tim AB devletlerinin pragmatik ahlaki ölçülerde ve arkeolojik siyasetlerine de anlam veriyoruz. Lakin Ortadoğu’da yıllardır ABD’nin bir nevi borazanlığını ve uşaklığını yapan güçlerin, devletlerin, partilerin, kişiliklerin kalkıp Filistin halkına destek mesajları vermelerine anlam vermekte zorlanıyoruz. Zorlanmanın da ötesinde gayri ahlaki bulduğumuzun altını çiziyoruz.
Bugün Ortadoğu’da İsrail devletiyle en ileri düzeyde ilişki geliştiren devletlerin başında Türkiye gelir. Neredeyse stratejik ortaklık düzeyinde bir ilişkilenme söz konusudur. Bu ilişki siyasi, askeri, sosyal, ekonomik, kültürel boyutlarda en üst düzeye çıkmış durumdadır. Kültürel, sosyal hatta ekonomik ilişkilere bizim diyeceğimiz bir şey olamaz. Ancak siyasi ve askeri ilişkilerin bu denli başka halkların aleyhine vukuu bulması kabul edilemez. İsrail’in bugün Filistin halkının başına yağdırdığı bombaların finansının azımsanmayacak yüzdeliğini Türkiye karşılıyor. İsrail’le yapılan askeri-ticaret anlaşmalarının çoğu misket bombası olarak geri Gazze’ye yağıyor. Bugün binlerce insanın kanının akmasında Türkiye devletinin parmağı var. Özel de ise Adaletsiz Kafirler Partisi’nin kurmaylarının parmağı var. Sözde Başbakan kalkıp mitinglerde “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” diye propaganda yapıyor. M. Ali Şahin ise ABD ile İsrail karşıtı açıklama yapıyor. Bu söylemlere kargalar gülmez mi? İsrail ile en özel ilişkileri siz geliştirmiyor musunuz beyler? ABD’nin icazetiyle iktidara gelmediniz mi beyler? Irak’a ABD’nin işgalini onaylayan siz değil miydiniz bre dinsizler? Olur. Olur da bu kadar olur. Her gün İsrail’e özel adam göndereceksin, ülkenin her karış toprağını İsrail’e satacaksın, halkların başına zehir yağdırmak için askeri anlaşmalar yapacaksın; sonra da İsrail karşıtı açıklamalar yapacaksın. Hızını alamayacaksın sonra da İsrail’in insanlık suçu işlediğini dile getireceksin. Bu oldu mu? Olmadı demezler mi?
Beyler eğri oturalım ama doğru konuşalım. Hem eğri oturup hem de eğri konuşuyorsunuz.
İlginç.
Başka bir durum ise Olmert, Ankara’ya gelerek saldırı planı için izin alıp gidecek, yani senin ve senin gibilerinin haberi olacak; ardından da feryadı figan koparacak. Bu kadar tiyatroya pes doğrusu. Bu kadar sahtekarlığın renk vermeden yapılması ve başarılmasına doğrusu tekrar tekrar pes. Sözü uzatmadan İsrail’in Siyonist rejimine en büyük desteği AKP ve onun başındaki zat ile zata yakın durum kurmayları veriyor. Ve Filistin katliamının suç ortaklığını bu tavrınızla siz yapıyorsunuz. Öyle değilseler yapmaları gereken ilk iş İsrail ile olan tüm anlaşmaları iptal ederler. Öyle değilseler İsrail ile tüm diplomatik ve siyasi ilişkileri durdururlar. İsrail elçisini Türkiye’den dışarı atarlar ve kendi elçilerini de geri çekerler.
Öyle değilseler ABD ile olan ilişkileri gözden geçirirler. Öyle değilseler Birleşmiş Milletler’de İsrail ile onu destekleyen ABD’yi kınayan karar önergeleri sunarlar.
Ve bir adım daha ileriye götürelim: İsrail’in yaptığı insanlık dışı uygulamaları kınayan bir güç aynı uygulamalara girişmez. Yasak silahların kullanımını kınayan bir güç yasak silahları kullanmaz. İsrail ile HAMAS arasında ateşkes isteyen bir güç, kendisinin de benzer bir sorunu olan soruna ateşkes isteyerek çatışkıların durmasını sağlamak için çalışır. Hava bombardımanlarında binlerce sivilin ölmesini kınayan bir güç, öncelikle kendisi hava saldırıları yapmaz. İsrail’in kara operasyonuna karşı rahatsızlık duyan bir güç, kendisi kara operasyonu yapmaz. İsrail’in dakika dakika TV’de ve internette bombalamanın nasıl yapıldığını gösteren görüntüleri kınayan bir güç, öncelikle kendisi de böyle şeyleri yapmaz. Daha da sıralanacak çok şey var ki…
Sonuç olarak ilkeli olmak ahlaki ve insani bir durumdur. İlkesizlik, bukalemunluk, sahtekarlık insanlıktan uzaklaşmanın belirtileri ve ahlaki çöküşün işaretleridir. Ahlaksızlık ve ilkesizliklerden uzaklaşarak tüm insanlığın çıkarını düşünen bir dünya yaratmak umudumuzu dile getirirken insanım diyen herkes meydanlarda bu vahşetin durdurulması için haykırmalıdır.
- Ayrıntılar
Kürdistan Tarihinden Notlar - II
İslamiyet kendisini Araplaştırma temelinde derinliğine nüfus ettirirken bunun bedeli Kürt toplumu açısından kırıcı ve yabancılaştırıcı olmuştur.
Kürtler halk olarak bu süreçte derin tahribatlar ve yıkımları yaşamışlardır. Karakteri gereği aşiret reisliği beylik ve şeyhlik kurumları Arap etkisinde kalarak yağcılık temelinde dar aile çıkarlarıyla sınırlı bir ufka sahiptir
İslamiyet, Kürt egemen sınıfını Hıristiyan halka karşı güçlü bir konuma getirmiştir. İslam devleti sayesinde bu halkların aleyhinde birçok olanağa sahip olabilmiştir. Sanıldığının aksine bunlar din dogmalarına çok inandıkları için Müslüman olmamışlardır. Dogmatizmin örtüsü ve katı inanç ortamında maddi çıkarlarını ve siyasal güçlenmeyi çok iyi sağlayabileceklerini bildikleri için resmi İslam’a sıkıca sarılma gereğini duymuşlardır. Nasıl ki uzak tarihte Kürt diye bugün tabir edeceğimiz egemen kesimler Sümerceyi özümseyerek ilişki geliştirdiler ise aynı biçimde Asurlar döneminde ve tabiî ki Helenler döneminde üst sınıflar işgalcinin dilini kültürünü özümsediler. Bunun karşısında alt sınıflar, aşiretin sıradanları günlük yaşamda “halk, tebaa” diye tabir edilenler kendi dil ve kültürlerinde ısrarcı olduysalar aynen o biçimde Araplaşmayı yaşayan yine üst ve egemen sınıf oldu. Üst sınıf çıkarı gereği kendi geçmiş şeceresini Arapların herhangi bir ailesine kadar götürebildi. Hatta kimisi nasıl Hz. Muhammed’i akran olduğuna seyitlikle göstermeye çalıştı.
Salt bu değil, isimler Araplaştı. Unvanlar Araplaştı. Giyim kuşam Araplaştı. Bugün Şeyhler, Emirler, Seyitler; yine Kürt nüfusu içindeki Hasan, Osman, Ömer, Bekir vb. isimler hep bu kültürden kaynağını alır. Toplumların ya da halkların birbirlerinde etkilenmesinin yadırganacak bir yanı olamaz. Ancak kralda daha kralcı kesilerek tüm toplumu ona ait olmayan bir gerçekliği empoze ettirme sadece ve sadece ihanet ve işbirlikçilikle izah edilebilir. Bu sınıfların aileleri üzerinde oynandı mı her tür istismara açık olup beklenmedik isyanlarla teslimiyetleri iç içe yaşamaktan çekinmez veya kurtulamazlar. Bu egemenler eliyle girişilen ilişkiler esas itibariyle bu tarz benzer sonuçlar halka dayatmayı, halkı alçaltmayı bir kural haline getirmişlerdir.
Bir bütün olarak feodal ortaçağ kültürel etkisi altındaki Kürtler, feodal sınıflaşmayı yaşadıkları oranda özgür yaşamda bir gerilemeye uğramışlardır. Feodal kölelik, aşiret özgürlüğünün sürekli aleyhinde gelişme sağlamış, zihniyet yabancılaşmasında önemli bir yer tutmuştur. Birçok Kürt aydını çıksa da işbirlikçilik devlet eğilimlerinde ötürü kalıcı bir etki bırakmamıştır.
Özcesi feodalizmle oluşan üst tebaa amiyane tabirle tam bir uşaklaşmayı kendisine yedirerek oluşmuştur. Oluşum mayasında uşaklık ve işbirlikçilik bulunduğu için karakteri kaygandır. Özünden uzaktır. Özüne yabancıdır. Başkasınınkine özenme, kendisinden nefret etme, kendi değerlerinden kaçma hep bu oluşumdan kaynağını alır. Başkası için var olduğundan hep kullanılmaya müsait pozisyondadır. O kadar kendisine yabacılaşmıştır ki kendi çıkarını düşünmez. Aklından kendisi için düşünme bile geçmez, geçemez. Sonradan ele alacağımız İdrisi Bitlisi buna iyi bir örnektir: Sultan övücülüğünü o kadar ileri götürür ki Osmanlı’nın kuruluşundan bu yana gelen 8 imparatoru “heyşt behişt” (sakız cennet) olarak betimler. Ve tabiî ki Yavuz Sultan Selim’in “beylerinizi tayin edin ya da belirleyin” istemine “yapamayız siz belirleyin” diye cevap verecek olan ancak bu karakterdir. Sorun İdrisi Bitlisi’nin iyi veya kötü olması değildir. Sorun oluşan işbirlikçi egemen karakterdir. Ve işbirlikçi karakterin götüreceği yer de ihanettir. Olup biteni psiko-sosyo-kültürel olarak ele almak çok ilginç sonuçlar doğurabilir. Ruhsal olarak Osmanlı’yı yaşayan sosyal ve kültürel olarak Araplaşmış ve Sünniliğin merkezi olan Osmanlı Sultanlığı’nı buna da eklersek tablo daha iyi anlaşılır. Bir ülke ya da o dönemin diliyle devlet yaratmanın başkalarına bırakıldığını bir yaklaşım düşünülsün, bilakis tersi durum söz konusudur. Büyüklere saygı gereği yapılması gereken yapılmıştır. Hem de en iyi bir biçimde. Çünkü 23 Kürt beyi, Şah İsmail’in elinden kurtarılmıştır, şialaşmanın önü alınarak Sünni çizgi hakim kılınmıştır. Burada ihanet duyguları işbirlikçi tutumun tepkisi yoktur. Tersi geçerlidir. İşte ihanetçi işbirlikçi karakter bu kadar derine nüfus ederek bir kişilik şekillendirmiştir.
Bu nüfuz etme o kadar derindir ki halen bugün Kürdistan’ın pir çok parçasında etkileri görülmektedir. Yıllardır verilen özgürlük mücadelesine eğer bu kadar sert direniş bu egemen işbirlikçiler tarafından sergileniyorsa, bunun nedeni bu tarihi ihanet genidir. Siz buna Nakşîliği, Feodal Komprador kültürünü de eklerseniz yaşanan katmerleşmiş ihaneti daha iyi görebilirsiniz.
Dediğimiz gibi bugün dahi o kadar işbirlikçi ve ihanetçi egemen Kürdü farklı parçalarda yaşasalar da çıkarları gereği birbirlerine sarılıyorlarsa temel nedeni bu tarihi ihanet dokusudur.
- Ayrıntılar
Vay teresler!
Vay rasistler!
Hitler bile onların yanında mikro zalim kalır.
Kürdistan-i, Kürdili olan ne varsa, hepsine düşmandır bu bre teresler.
Dilleri pelesenk gibi dolanır, hak u hukuktan dem vururlar.
Kürdistan’ı talan malan ederler, hak u hukuktan dem vururlar.
Her biri Kürt soykırımına liderlik eder, Müslümanlıktan dem vururlar.
Bunlardan biri bin bir suratlı, qalleş kişilikli, tescilli Kürt düşmanı, azgın ırkçı reisi-cumhur Evdo Gulkuj’dır.
Ötekisi de, hem kan taciri hem de çağımızın son Hitler’i Katil-Qerdoğan’dır.
Aşikardır, bu bre tereslerin katliamcılığı.
Aşikardır, bu bre tereslerin indirilen maskeleri.
Her birinin, her sözü öldürücü zehirli kamadır.
Kınlarındaki o siyanürlü kama, Kürde vurulmak üzere tetikte bekletilen bir silahtır.
Her bir sözlerinin anlam derinliklerinde, ne hinlikler vardır.
Ne hinlikler.
Her bir sözlerinin anlam derinliklerinde, ne kan kusuculuk vardır.
Ne kan kusuculuk.
Ma bunlar, kimin talebesi?
Ma bunlar, kimin talebesi?
Ma bunlar, CIA ajanı Fetul-Münafık’ın talebesi değiller mi?
Ma bunların ikisi de, “Milli Mücadele Birliği” ile “Milli Türk Talabe Birliği” gibi Süper NATO’ya bağlı, onun döl yatağında yetişen Türk ırkçısı Gladio örgütünün silahşorları değiller mi?
Ma böyle Türk kafatasçı ırkçılardan, Kürde düşman olmanın dışında ne beklenir?
Ma bunlardan, Kürde düşmanlıktan başka ne beklenir?
Son günlerde yine kıvırmaya çalışırlarken, yine de “asarız keseriz şu Kürtleri” argümanından vazgeçmiyorlar.
Sinsi Gulkuj, bir Türk TV’sine katılıyor.
Ve konuşuyor da konuşuyor.
Diyor ki: ‘kandırılmış, dağa çıkan bir sürü insan var’.
Ve “bunlarla mücadelede bütün yollar şüphesiz ki denenecektir” cümlesini de ekliyor.
Gulkuj’ın bu sözleri, hurafeler üzerine kurulan TC’nin ırkçı yapısını kurtarmaz.
Asıl olan, onun başında olduğu devletin, her şeyi kandırmacadır.
Hukuku kandırmacadır, ırkçıdır.
Eğitim sistemi kandırmacadır, Kürdü soykırımdan geçirme amaçlıdır.
Siyaseti kandırmacadır, demagojiktir, ahlaksızlıktır, yalan-dolandır.
Kürdistan’daki şekli ehvali, siyasal sömürgeciliktir.
Ekonomisi kandırmacadır, Kürdistan’ın talanı üzerinden beslemedir.
Ordusu kandırmacadır, halkı koruyan değil, halkı katliamda geçiren dünyanın en barbar ordusudur.
Diyaneti kandırmacadır, sahte İslam’dır. İslamo faşizmdir.
Bu devletin varı yoğu kandırmacadır.
Her şey, Gulkuj’un dediğinin tam tersidir.
Eğer asıl olan tek bir hakikat varsa oda, Türk devletine her kim karşı çıkmıyor ve PKK saflarında gerilla olmuyorsa esas kandırılan onlardır.
Kim ki, bu TC’nin kandırmacı sistemine baş kaldırmıyorsa, esas kandırılanlar onlardır.
Ünlü Kürt şairi Nefi, ta Osmanlı devleti döneminde, bu devletin ırkçı zihniyetini hicivli sözlerle eleştirirken şöyle diyor:
“Bana Tahir efendi kelp demiş.
İltifatı bu sözde zahirdir.
Mezhebim malikidir zira.
İtikatımca kelp Tahirdir.”
Bu şiirde, Tahir Paşanın yerine, Evdo Gulkuj’u yerleştirirsek her şey yerli yerine oturur.
Ya çağımızın son Hitleri, Katil-Qerdoğan’a ne demeli.
Her sözü çelişiktir, çağımızın son Hitlerinin.
İsrail başbakanı Ehud Olmert’le 23 Aralık 2008’de görüşür.
Kürdistan gerillalarına karşı kullanılacak silahların antlaşmasını yaparlar.
Heron uçakları dahil her türlü silah alımı için 167 milyon dolara anlaşırlar. İsrail’de bunun karşılığında Gazze savaşını, Reco’da Güney Kürdistan’ı yeniden bombalamaya başlar.
Basına da ters beyanatta bulunur.
Der ki ‘bir zulüm varsa o zulmün yanında biz yer almayız. Bunu görüşmeler yoluyla çözmeye çalışırız’.
Buna kimi inandırabilir Zalim Reco.
Zaten zalim, zulüm yaptığı için zalimdir. Kürdistan’da her türlü zulmü yap.
İsrail’in zulmü için İsrail ile antlaşma yap.
Şimdi de görüşmeler yoluyla çözmeye çalışıyoruz de.
Hadi oradan Zalim Reco.
Ma ünlü Kürt şairi Nefi, senin gibilerine de yakışır bir şekilde bir dörtlük dökmüştü zamanında.
Haberin olsun Zalim Reco.
Bak ne demişti Şair Nefi:
“Gürcü hınzır, a samsun-ı muazzam, a köpek.
Nerde sen, nerde sadrazamlık, a köpek.
Vay ol devlete kim ola mürebbesi onun.
Bir senin gibi deni cehl-i mücessem, a köpek”….
Bu dörtlükte de sadrazam yerine, başbakan yerleştirilirse her şey yerli yerine oturur.
Ruhun şad olsun, ey Kürt Şairi Nefi.
Senin ardılların Kürdistan dağlarında özgürlük sevdasıyla silah kuşanmışlar.
Seni 26 Ocak 1635’te bu hicivlerinden dolayı Padişah 4.Murat ile Gürcü Sadrazam Bayram Paşa idam ettiler.
Ama asla ve asla zamanımızın 4.Muradı, Evdo Gulkuj ile zamanımızın Gürcü Bayram Paşası, Gürcü Katil-Qerdoğan bizimle baş edemezler.
Kandırmacacı ve hurafeci Türk devletine diz çöktürmek için daha nice gençler dağlara çıkacaktır.
Taa ki, özgürlük gelene kadar.
Taa ki, Özgür Kürdistan kurulana kadar.
Dipnot:
Kelp: Köpek
Mücessem: Cisim durumunda olan
Mürebbesi: Pir soyundan gelmeyen din bilginleri
İtikat: İnanç
Teres: Kötü düşman, Kalleş
- Ayrıntılar
Filistin’de kan gövdeyi götürüyor. Nerede duracağı şimdilik görünmüyor. Muhtemelen faşizan saldırılar devam edecektir.
Siyasette ilkesiz yaklaşımlar her zaman bir bumerang gibi kendi sahibini vurur. Çıkarcı, dar, pragmatik yaklaşımlar uzun ömürlü olamaz. Çıkarın bittiği yerde kavga ve didişme başlar. Pragmatizmin özü bireyciliktir, bencilliktir. Bireycilik ve bencillik ise egoizmdir. Yani kendini düşünme hastalığıdır.
Türkiye Başbakanının İsrail devleti ile olan ilişkileri yanlış ilkeler üzerine kurulan ilişkilerdir.
Siz buna TSK’yi de katabilirsiniz. Hatta birçok devlet yetkilisini de ekleyebilirsiniz. Ancak bunların içerisinde de kaşıyıcı olan Erdoğan’ın ilişkileridir. Yanlış ilişkiler doğru sonuçlar yaratmaz. Samimi ilişkiler hiç yaratmaz. Şu olaya bakın: Olmert Erdoğan’ı ziyaret ediyor, ardından da bombalar yağıyor. Erdoğan’sa sözde arabulucu. Çıkaracağımız sonuç şudur: Erdoğan bu saldırılardan haberdardır. Ve bir ilkesiz ilişkiler ve ilkesiz yaşam felsefesi en çok bu ilkesizliği yaşayanı vurur. Sözde Erdoğan İslami gelenekten geliyor, Müslümanlığına toz kondurtmuyor. Biz ona Kafir Erdoğan dediğimizde alınıyor. Hatta bize saldırıyor.
Çokça bilinir: “Önceden çizilen yollarda yürüyenler o yolların vardığı köy ve kentlere ulaşmaktan başka bir yere varamazlar.” Hani Napolyon’a sormuşlar: “Sen hep para para para diyorsun; Almanlar ise daima şeref şeref şeref diyorlar. Tuhaf değil mi?” Napolyon’da “Neresi tuhaf herkes kendisinde olmayanı ister” der. Erdoğan, İsrail’in yaptığının kendilerine karşı yapılmış bir saygısızlık olduğunu söylerken son zamanlarda hep saygıdan bahseder oldu. Bre adam sende saygınlık yok ki sana saygısızlık yapılmış olsun. Çıkıp karşısına, “Çevirdiğiniz siyaseti alavereli dalavereli bir yaşamı kendinize ilke edindiniz. Toplumu da bozma çalışmalarını sürdürüyorsunuz. Filistin’e yağan bombaların ardında başka planların olduğu kesindir. Sözde Bush yılsonuna kadar Filistin devletini kurtaracaktı. Görünen odur ki Bush’un ekibi veda etmeye niyetli değildir. Kimlerdir bu Bush’un ekibi? İlk sırada Erdoğan geliyor. Peşinde Mustafa Abbas geliyor. Olmert ve ekibini de ekleyin. Mübarek, sadece Bush’un değil aslında her gelen ABD temsilcisinin adamı. Ama görülüyor ki Bush’u çok fazla sevdi. Diğer uydu Arap Emirliklerini saymaya bile gerek yoktur. Bush gidiyor; ayakkabı öpücüğüyle veda ediyor. Gelecek yıl, ABD yönetiminin farklı politik öncelikleri olacağa benziyor. Her halükarda yeni gelen ekip, Bush ekibine Bush kadar sıcak yaklaşmayacaktır. O zaman yapılması gereken ilk eylem arı kovanına çubuk sokarak arıların etrafa yayılmalarını sağlamaktır. Yayılan arılar birçok insanı ısıracaklardır. Ortam karmaşaya sürüklenecektir. Kaos daha da derinleşecektir. Hani var ya kurt sisli havayı sever diye bir söz. Bush ve ekibi sisli havayı seviyor. Irak’ta başarısız, Afganistan’da başarısız, Lübnan’da başarısız, Pakistan’da başarısız… Tümden başarısız bir Bush. Acaba Bush giderken yerine gelecek olan yeni rejime kaos bırakarak mı gitmek istiyor diye sorular da sorulabilir. Belki bu da doğru olabilir. Ancak anlaşılan salt bu değildir. ABD, Irak’tan çıkma hazırlığı yaptığını söyledi. Ve kalabalık sayıda askeri gücünü Afganistan’a aktaracağının da sinyalini veriyor. Söylenenlerin doğru olup olmadığını bilmek için verilere göz gezdirmek daha anlamlıdır. Yaşadığımız post modern kirli kapitalist dünyada söz anlamını yitirmiştir. Kapitalist uygarlıkta diline hakimiyet yoktur. Söz ile özün eylem birliği aranmaz. Söz namustur cümlesi anlamsızdır. Anlamsızlığın da ötesinde böylesine toplumun özünü oluşturan doğrular kapitalist pragmatistler için alay konularıdır.
Veriler bunlardır. Irak’ta atını koşturabilmek için İsrail-Filistin çatışmasının şöyle ya da böyle durması gerekiyordu. Irak’a karşılık Arap egemenlerine Filistin vaadi vardı. Filistin’e karşılık Güney Kürdistan’ı öne çıkaran pratik adımlar vardı. Filistin’e karşılık sözde bölgenin tüm gerici, statükocu, sömürgeci güçlerine karşı müsamahalı yaklaşım vardı. Ancak Filistin halkına böyle pervasızca saldırmak Filistin halkına yönelik yeni bir konseptin devreye sokulduğunu gösteriyor. Filistin’e yağan bombalar önceliklerin yeniden değişeceğini gösteriyor. Önceliklerden bazılarını sıralarsak:
1- Gelen yeni ABD hükümetinin Ortadoğu’dan geri çekilmesini karışıklıklardan dolayı engellemek.
2- Ortadoğu’ya savaşı daha derinlikli yaymak.
3- Sözde Bush’un adamlarını işbaşında tutmak.
4- Güney Kürdistan’a verdikleri krediyi biraz sınırlamak ve hatta biraz karıştırmak.
5- Lübnan, Hizbullah, İran’la çatışmayı tırmandırmak; Türkiye’yi tümden bir taraf olmaya zorlayarak kaosa sürüklemek, gerillaya dönük aralıksız hava saldırıları bir tesadüf olarak görülmemeli, aynı planın bir parçası olarak okunmalıdır.
6- Kan üzerinde oluşturulan siyasete devam etmek.
Filistin’e yağan bombaların farklı hesapları da olabilir. Her halükarda kan siyasetine devam etmek isteyecekleri kesindir. Kan siyasetinin devrede kalması demek satılacak silahlar demektir. Başka bir deyimle para demektir. Bush ekibi tarihin gelmiş geçmiş en büyük yolsuzluklarıyla debelenen ekibidir. Erdoğan’a, Olmert’e, Mübarek’e, El Maliki’ye bakın: Hepsi gırtlaklarına kadar kire bulaşmışlardır. Kirlenenlerin temizlenebilmesi için her yerin kirli ve kokuşmuş olması lazım. Her yer kirli ve kokuşmuş olursa bu rantçı, düzenbaz, kan emici vantuz, kokuşmuş kitlenin kokuları çok ayırt edilemeyecek ve böylelikle kendilerince aklanacaklardır.
İşte bunun için herkes, rengi ne olursa olsun Filistin’deki katliama sessiz kalmamalıdır. Sağı, solu, İslamcısı, ateisti, Hıristiyanı, Yahudisi herkes ama herkes bu yeni alicengiz oyununa karşı duyarlı olmak zorundadır. Bu duyarlı insanlığı ve demokratik yaklaşımı gösterirken, Erdoğan ve ekibinin bu işin direk içerisinde olduğunu unutmamalıyız. Filistin’de olup bitenleri kınamak kan siyaseti güden Erdoğan ve şurekasını kınamak anlamına geleceği için topyekün rantçılara karşı ortak değerler uğruna meydanlara dolmalıyız. Erdoğan ve ekibini kınamak ise yeniden ilkelere, ilkeli yaşama dönüş demek olacağı için sesini yükseltmesi umuduyla…
- Ayrıntılar