HEVAL ABBAS
Önder Apo’nun “Öz savunmasını yapamayan toplumların yok olmaktan kurtulamayacakları” tespiti, Kürtler açısından günümüzde öz savunmanın her şeyden, ekmek ve sudan daha önemli ve acil olduğu, çünkü soykırımcı zihniyet ve siyaset tarafından Kürtlerin yok edilmeye çalışıldığı anlamına geliyor.
Tarihe bakıldığında, öz savunmasını yapamayan birçok toplumun yok olduğu ve tarihten silindiği görülüyor.
Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde oluşturulan Kürt soykırım zihniyeti ve sistemi de en başta Kürt toplumunun öz savunma bilincini ve örgütlenmesini yok etmeyi hedeflemiş bulunuyor. Yüz yıllık soykırımcı saldırı altında da Kürt toplumunda öz savunma bilinci, örgütlülüğü ve eylemi çok büyük ölçüde yok edilmiş durumdadır. Bu temelde Kürtlerin 1970’lerin ortalarında yok oluşun eşiğine getirildiğini biliyoruz. Önder Apo’nun çıkışı ve PKK mücadelesi esas olarak bu yok oluşu durdurma ve özgür var oluşu yaratma girişimi ve çabası oluyor. Elli yıllık mücadele ile söz konusu soykırımcı saldırılar epeyce kırılmış ve zayıflatılmış durumdadır. Fakat soykırımcı zihniyet ve siyaset henüz tümden yenilmiş ve yok edilmiş de değildir. Tersine soykırımcı güçler amaçlarını başarmak için uluslararası komplo temelinde her türlü saldırıyı yapıyor. Tabi en başta da Kürt’lerdeki öz savunma bilincini ve örgütlülüğünü tümden yok etmeyi amaçlıyor. Bunun için de soykırımcı saldırının başına Önder Apo’ya ve gerillaya saldırıyı koyuyor. En başta Önder Apo’yu ve gerillayı yok etmeyi hedefliyor. Bu bakımdan Önder Apo ve gerilla gerçeği ve varlığı Kürt toplumunun ulusal varlığını temsil ediyor. Öz savunma bilinci, örgütlülüğü ve eylemi bunlar oluyor. Bu anlamda PKK, Kürt toplumunun öz savunma hareketi olma özelliği taşıyor. O halde var olup özgür yaşayabilmesi için, Kürt toplumunun Önder Apo ve gerilla gerçeğini doğru anlayıp güçlü sahiplenmesi, bunun pratik karşılığı olarak eli silah tutan tüm Kürtlerin öz savunma bilinciyle kendini eğitmesi, örgütlemesi ve eylemli kılması gerekiyor. Yani toplumun kendini, her türlü soykırımcı saldırıyı kırıp yenilgiye uğratacak düzeye getirmesi gerekiyor. Aslında tüm ulus-devletlerin gerçeği toplum kırımı ifade ediyor. Yani ulus-devletler toplumsallığın yok edilmesini ve bireyin devletleştirilmesini hedefliyor. Dolayısıyla ulus-devletler ve kurumları toplumlar için en büyük güvenlik tehdidi haline gelmiş durumdadır.
Kürdistan’da ise, söz konusu toplum kırım soykırım düzeyinde uygulanıyor. Yani Kürdistan üzerinde egemen olan devletler ve kurumları esas olarak Kürt toplumunu yok etmek istiyor. Bu yok ediş ağırlıklı olarak kültürel soykırım, yani her düzeydeki asimilasyon biçiminde olsa da, onunla birlikte fiziki katliam, Kürdistan’dan göçertme(tehcir) ve Kürdistan’da demografyayı değiştirme yöntemleriyle de sürüyor. Yani Kürt toplumuna karşı dört dörtlük bir soykırım saldırısı yürütülüyor.
Bu durumda Kürt toplumu kendisini nasıl koruyacak? Birincisi, soykırım altında olduğunu, yani güvenlik sorununun bulunduğunu bilecek. İkincisi, kendisini yok etmek isteyenin devletler ve kurumları olduğunu bilecek. Yani doğru bir devlet ve düşman bilincine ulaşacak. Devlet güçlerine ve kurumlarına “Güvenlik güçleri” demeyecek. Üçüncüsü, kendi güvenliğini ancak kendisinin sağlayacağını bilecek ve bu temelde sorumluluk duyacak. Son olarak da güvenliğini sağlamak üzere kendini öz savunma bilinci, örgütlülüğü ve eylemi içine çekecek. Yani öz savunma temelinde kendini eğitecek, örgütleyecek ve saldırılar karşısında da eylemli kılıp savunacak. Bu işin başka yolu ve yöntemi yoktur.
Kısaca ‘öz savunma’ deyip durmayacak. Öz savunmaya yanlış ve yetersiz yaklaşmayacak. Öz savunmasını, yani kendi güvenliğini başkalarına emanet etmeyecek ya da başkalarına havale etmeyecek. Günümüzde bazıları “öz savunma” derse güvenliğinin sağlanmış olacağını sanıyor. Bu yanlıştır. Öz savunmaya diğer yanlış yaklaşım, devlet ve düşman gerçeğini doğru tanımamak ve onlara “Güvenlik gücü” olarak bakmaktır. Öz savunmaya yetersiz yaklaşım ise, öz savunmanın içeriğini parçalayıp, onu sadece bilinç işi ya da sadece örgüt ve eylem işi olarak görmektir. Bazıları öz savunmayı sadece bilinç durumu olarak tanımlıyor. Kuşkusuz bu yetersizdir. Yine bazıları öz savunmayı sadece pratik olarak, yani örgüt ve eylem olarak görüyor. Kuşkusuz bu da yetersizdir. Öz savunma bunların hepsini birlikte içeriyor. Yani bilinç, örgüt ve eylem bütünlüğünü içermektedir. Öz savunmayı sadece bilinç olarak görüp de örgüt ve eyleme dönüştürmemek, sadece güzel şeyler söylemekten öteye geçmez. Tersine öz savunmayı sadece pratik olarak görüp onun bilinç boyutunu görmemek de her türlü hatalı ve yanlış pratik yapmaya götürür. Bu tür yanlışlara kesinlikle düşmemek, öz savunmayı kendi keyfine göre tanımlamamak gerekir. Öz savunmayı bilinç, örgüt ve eylem bütünlüğü içinde ele alıp bu temelde ona doğru yaklaşarak başarılı uygulamak gerekir.
Bu konuda neler yapmalı sorusunun cevabı da ortaya çıkıyor. Her şeyden önce, öz savunma kavramının içeriğini doğru ve yeterli anlayacak ve onların gereklerini pratikte başarıyla yerine getirecektir. Bunun için kendi güvenliğinden kendini sorumlu görüp, güvenliğini başkasına bırakmayacaktır. Doğru bir öz savunma bilinci edinip, kendini doğru eğitecektir. Söz konusu bu eğitimi sadece bilgi düzeyinde bırakmayıp, her yönüyle örgütlenecek ve kendini donatacaktır. Örgütlenme ve donatım önemlidir, eğer bunlar olmazsa ve örgütlü hareket etmez ve donanımlı yaşamazsa, o zaman saldırılar karşısında bir şey yapamaz. Bundan gerisi de dikkatli ve tedbirli hareket ve saldırı karşısında savunma cesareti ve fedakârlığı göstermektir.
Sürekli öz savunmayı tartışmak, kavram olarak kullanmak öz savunma yapmak anlamına gelmiyor. Aslında böyle bir yaklaşımın içeriğinde kısmen hissettiğimiz şey, bu işleri birileri yapsa da bize yük olmasa, böylece güvenlik sorunumuz doğru çözülse yaklaşımı ve beklentisidir. Toplum kırım ve soykırım toplumlarda ve bireylerde böyle bir ruh hali ve anlayış yaratmaktadır. Bu kadar çok tartışılıp, gereklerinin yerine az getirilmesi bundan kaynaklanmaktadır ve de bu anlama gelmektedir. Bu da toplum kırım ve soykırımın epeyce başarılı olduğunu ifade etmektedir. O halde yapılacak ilk şey, söz konusu bu ruh halini ve anlayışı tümden ortadan kaldırmak, beynimizden ve yüreğimizden silip atmaktır. Böyle yaparsak, ondan sonra kendi güvenliğimizi sağlamak için neler yapmamız gerektiği sorusuna doğru ve yeterli cevaplar buluruz. Ancak böyle yapmadıkça ne kadar tartışılsa ve aransa da herhangi geçerli bir çözüm bulunamaz. O halde öz savunmaya yaklaşımdaki hataları düzeltmek en başta gelmektedir.
Sadece Kürtler de değil, bu dünyada hiçbir birey, halk, topluluk ya da toplum öz savunmasız özgürce var olamaz ve de yaşayamaz. Öz savunma ‘güvenlik’ demektir. Güvenlik de beslenme ve üremeyle birlikte var olmanın üç temel koşulundan biridir. Bir birey, topluluk veya toplum kendi gücüyle güvenliğini sağlarsa, kendi gücüyle beslenebilirse, soy sürdürmenin koşullarını yaratırsa, işte o zaman özgürce var olur ve de yaşar. Kısaca güvenlik ile özgürlük arasında kopmaz bir bağ vardır. Güvenliğini sağlayamayan özgür olamaz. Güvenliğini başkasına bırakan onun kölesi haline gelir. Ancak güvenliğini kendisi sağlayan özgür yaşama ulaşır. Dolayısıyla özgür olmak ve özgür yaşamak isteyen herkes, mutlaka kendi güvenliğini sağlamak durumundadır. Bunun aması, fakatı olmaz. Böyle bir duruma düşmüş olan, aslında özgürlüğünden çok şey kaybetmiş demektir. Kuşkusuz burada yapılacak ilk şey de böyle bir anlayış ve tutumun kırıntısına bile izin vermemektir.
Tarihe baktığımız zaman, tüm klan, kabile, aşiret ve halk yaşamlarının öz savunma temelinde olduğunu görürüz. Kürtlerdeki kabile ve aşiret yaşamı, Türkmenlerdeki boy yaşamı tamamen öz savunma temelindedir, dolayısıyla özgürdür. Bu da ne demektir ya da nasıl gerçekleşir? Çok açık ki, kadın-erkek eli silah tutan herkes savunma eğitimi görür, silah kullanmayı öğrenir, savunma yapacak temelde örgütlenir ve bir saldırı ile karşılaşıldığında da herkes görevini yerine getirir. Özgür toplum yaşamı böyledir.
Çok iyi biliniyor ki, bu durum iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkışıyla değişmiştir. İktidar ve devlet, silahı ve güvenlik araçlarını toplumun elinden almış, gücü kendinde toplamış ve kendini “Güvenlik gücü-ordu” ilan etmiştir. İktidar ve devleti de ataerkil zihniyet, hiyerarşi ve erkek egemenliği oluşturduğu için, böylece tüm güvenlik devletin ve erkeğin tekeline geçmiştir. Bu temelde kadın ve toplum beş bin yıldır sürekli silahsızlandırılmış ve güçsüz, erkeğe ve devlete bağımlı hale getirilmiştir. Şimdi gerçekten bu durumdan kurtulmak isteniyorsa, yapılacak işin, silahı ve gücü devletin ve erkeğin elinden almak olacağı açıktır. Bunun için de kadınların ve tüm toplumun doğru güvenlik bilincine ulaşması ve bu temelde kendini eğitip örgütlemesi ve donatması şarttır. Savaşan halk gerçekliği böyle oluşur ki, bu da Önder Apo’nun çok sık kullandığı bir deyimdir. Bu konuda sızlanmanın, başka şeyler aramaya ve icat etmeye çalışmanın bir gereği ve de anlamı yoktur. Mevcut haliyle güvenliği gerilladan veya profesyonel güçlerden bekleyen anlayış ve tutum, aslında erkek ve devlet egemenliğini peşinen kabul etmiş anlayış ve tutum olmaktadır. Bu anlayış ve tutumla da özgür olunamaz. O halde, öncelikle bu anlayışı, ruh halini ve tutumu değiştirmek, özgürlükle güvenliğin kopmaz bağını net görerek doğru bir güvenlik anlayışı ve tutumu edinmek gerekir. Bunun için de yanlış anlayış ve tutuma karşı mücadele etmek gerekiyor.
Kuşkusuz bu mücadeleyi en başta devrimci güçler yürütmelidir, parti öncülüğümüz yapmalıdır, demokratik ulus inşamız tamamen bu temelde olmalıdır. Fakat bütün bunlar adına da mücadelede en aktif olacak güç basın ve yayındır, sanat ve edebiyattır. Bunların hem yanlışlarla mücadele etmesi ve hem de doğru olanları yerine koyması gerekir. Toplumlar zaten ulus-devlet kırımından geçirilmiştir. Kürtler zaten yüzyıldır soykırımcı saldırı altındadır. Dolayısıyla kendiliğinden söz konusu yanlışlardan kurtulmaları beklenemez. Fakat toplumlara doğrular gösterildiğinde de reddeder konumda değildirler. O halde toplumların doğru bir güvenlik anlayışıyla eğitilmeleri gerekir. İşte esas görev toplumları eğitmekle yükümlü olanlardadır. Parti ve gerilla öncülüğü, basın ve yayın, sanat ve edebiyat bu görevi yerine getirmek durumundadır ki, esas sorun da buradaki zayıflık ve yetersizlikten kaynaklanmaktadır. Toplumu eğitmekle görevli ve sorumlu olan güçler, söz konusu yetersizliklerini ve zayıflıklarını aşarak görevlerinin gereğini başarıyla yerine getirmeyi mutlaka bilmelidir. Halka ve topluma öz savunma bilinci doğru ve yeterli düzeyde verilirse, bu konudaki hatalar düzeltilip zayıflıklar aşılırsa, toplum öz savunma temelinde eğitilip örgütlendirilirse sorun çözülür. Bunun başka da bir yolu yoktur.
Gerillanın öz savunmadaki rolü ve misyonu öncülüktür, komutanlıktır. Bugün savaşı gerillanın yürüttüğü, sadece gerilla öncülüğünün savaştığı doğrudur. Bu anlamda gerillanın yalnız olduğu da söylenebilir. Fakat bunu “Gerillanın yalnız bırakıldığı” biçiminde ifade etmemek gerekir. Yakın geçmişte bu tür görüşler değişik biçimlerde ifade ediliyordu. Fakat bu durumu son aylarda ve yıllarda tüm boyutlarıyla tartışıp değerlendirdik. Demokratik modernite çizgisinin öz savunma konseptini yeniden değerlendirip planladık. Söz konusu konsepti, öncü olan profesyonel gerilla ve temel güç olan yerel öz savunma biçiminde somutlaştırdık. Yani gerilla ile öz savunmayı böyle bütünlüklü olarak ele alıyoruz. Gerillayı öncü güç, öz savunmayı ise temel güç olarak tanımlıyoruz. Bu tanımdan da anlaşılıyor ki, öz savunmayı eğiten, örgütleyen ve yöneten esas güç gerilla oluyor. Dolayısıyla öz savunma zayıfsa ve mevcut durumda savaş gerillanın omuzunda yürüyorsa, bundan da esas olarak gerilla sorumludur. Halk kendi kendini eğitip örgütleyemeyeceğine göre ve bu eğitimi, örgütlemeyi ve yönetimi esas olarak gerilla öncülüğü yapacağına göre, öz savunmanın zayıflığından da esas olarak gerilla öncülüğü sorumlu oluyor. Yani gerilla başkasını eleştirmekten çok, mevcut durum nedeniyle özeleştiri veriyor ve eksikleri bu temelde gidermeyi öngörüyor.
Gerilla ve öz savunma savaşının birbirini tamamlayabilmesi için, ikisinin de birlikte eğitilip örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi gerekir. Bundan da parti ve gerilla öncülüğümüz sorumludur. Tüm partinin ve gerillanın işi, esas olarak bu olmalıdır. Yani başta gençler ve kadınlar olmak üzere halkı bu temelde eğitip örgütlemeli ve savaştırmalıdır. Halk içerisinde öz savunmaya dair var olan yanlış anlayışları düzeltip, doğru bir öz savunma bilincinin ve pratiğinin ortaya çıkmasını sağlamalıdır. Tabi kendine yurtsever ve özgürlükçü diyen herkesin de böyle bir görevinin olduğunu bilmesi, özgür yaşamın ancak öz savunmayla mümkün olduğuna inanması ve parti-gerilla öncülüğünün verdiği bilinç temelinde görevine sahip çıkması gerekir.
Mevcut haliyle Bakur’da ciddi bir yanılsama yaşanmaktadır. Örneğin faşist ve soykırımcı bir diktatörlük vardır, fakat bu diktatörlüğün sadece legal örgütlenme ve demokratik kitle eylemiyle aşılacağı sanılmaktadır. Halbuki bu anlayış doğru değildir. Faşizm topyekûn saldırı ve savaş demektir. Antifaşist mücadele ancak devrimci savaş temelinde geliştirilirse başarıya ulaşır. Fakat mevcut haliyle kitlelere sadece barış ve demokrasi mücadelesiyle sonuç alınabileceği yönünde bir yanlış anlayış verilmektedir. Bundan örgütlü güçlerle birlikte basın da sorumludur. Her şeyden önce, söz konusu bu yanlış bilinçlendirme hemen düzeltilmeli ve faşist-soykırımcı diktatörlüğe karşı antifaşist devrimci savaş temelinde bir topyekûn direnişin ancak başarı getireceğinin bilinci verilmelidir. Bu konuda şimdiye kadar hemen herkes ciddi hata yapmış ve eksiklik göstermiştir. Özeleştiri ile önce bunların giderilmesi ve düzeltilmesi gerekir. Yani propaganda ve eğitimi ideolojik ve stratejik çizgi temelinde doğru yapmak, halka doğruları söylemek ve böyle doğru bir eğitimle faşist-soykırımcı sisteme karşı doğru ve bütünlüklü mücadele edilir hale getirmek gerekir.
Önder Apo’nun söz konusu eleştirisini, parti ve gerilla öncülüğü olarak herkesten çok biz üzerimize alıyoruz ve de özeleştirel yaklaşıyoruz. Çünkü halk kendi kendini eğitemez ve de örgütleyemez. Halkı parti ve gerilla öncülüğü eğitir ve örgütler. Önder Apo da halkın öz savunma temelinde doğru ve yeterli eğitilmesini ve örgütlendirilmesini istemektedir. Şimdiye kadar çeşitli nedenlerle yeterince yapamadığımız bu görevi bundan sonra başarıyla yapma kararlılığındayız. Bu çerçevede, başta gençler ve kadınlar olmak üzere halkımız bize inansın ve güvensin. Tabi biz eğitip örgütleyeceğiz, ancak eğilip örgütlenecek olan da halkın kendisidir. Dolayısıyla böyle bir eğitime, eski yanlış anlayışları atmaya ve yeni öz savunma anlayışını edinmeye açık ve hazır olmalıdır.
Yukarda ifade ettiğimiz gibi, sadece legal örgütlenme ve demokratik kitle eylemiyle faşist-soykırımcı sistemin yıkılacağı anlayışı doğru değildir. Her şeyden önce, halkımız bu yanlış anlayıştan kendini kurtarmalıdır. Faşist-soykırımcı zihniyet ve sistemin ancak devrimci halk savaşı temelinde topyekûn direnişle yıkılacağına inanmalı ve bunun gereği olarak en çok gerilla ve öz savunma çalışmalarına ilgi duyup bunlara katılmalı ve destek vermelidir. Zayıflık işte bu temelde yaşanıyor. Gerillaya katılım için tüm yurtseverler çalışmıyor. Hatta kendi ve akraba gençlerinin katılımını engelleyen sözde yurtseverlerin olduğunu da biliyoruz. Belli ki böyle yurtseverlik olmaz, böylelerini içimizden atmalıyız. Yine öz savunma savaşı için çalışanlara da yeterince katılım ve destekleme olmuyor. Yani fazlasıyla legalize olma, yasalcılık durumu yaşanıyor. Devrimci duruşu kaybetme ve aşırı reformist olma durumu yaşanıyor. Bu legalci-reformist anlayış ve tarzı kesinlikle aşmak lazım. Öz savunma savaşını doğru anlamak ve yurtseverlik görevinin ilk şartının öz savunma savaşına katılmak ve desteklemek olduğunu bilip ona göre hareket etmek gereklidir. Bununla birlikte, kendimizi ve çevremizi doğru yurtseverlik bilinciyle eğitmeliyiz. Tarihin en amansız varlık ve özgürlük savaşını yürüttüğümüzün bilinciyle hareket ederek, kendimizi hem bu savaşa katmalı ve hem de bu savaşın gereklerine göre yaşamalıyız. Yani herkes yaşam, hareket ve çalışma tarzına dikkat etmelidir. Sanki soykırımcı saldırı altında değilmişiz gibi hiç kimse hareket etmemelidir. Herkes örgütlü ve donanımlı olmalı, rastgele hareket etmemeli, ortalıkta tek başına dolaşmamalı, her zaman her türlü saldırı olasılığına göre hazır vaziyette yaşamalı ve çalışmalıdır.
Aynı şey, her türlü katliam ihtimaline karşı da halk olarak yapılmalıdır. Yani güvenliğimizi biz kendimiz sağlayacağız. Devlet güçleri güvenlik sağlamıyor, tersine bizi yok etmek istiyor. O halde böyle bir güce güvenliğimizi emanet edemeyiz. Hazırlıksız da yaşayamayız. Her zaman hem hazırlıklı olmalı ve hem de saldırı karşısında tereddütsüz karşı koyup yenilgiye uğratmayı esas almalıyız. Elbette böylesi yeni bir durum ve anlayıştır. Fakat tarihi geçmişte yaşanmış olan gerçekliktir. Faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet bizi bu gerçeklikten uzaklaştırdı ve mevcut reformist-teslimiyetçi anlayış ve tutumu ortaya çıkardı. O halde bu gerçeği bilince çıkartıp, reformist ve teslimiyet anlamına gelen her türlü anlayış ve tutumdan kendimizi kurtarmalıyız.
Birkaç hafta önce PAJK ve KJK Koordinasyonları öz savunma üzerine ortak bir deklarasyon yayınladılar ve tüm kadınları doğru bir öz savunma bilinci ve örgütlülüğü edinmeye, kendilerini bu temelde eylemli kılmaya çağırdılar. PKK olarak biz de söz konusu deklarasyona ve çağrıya katılıyoruz. Tabi günümüz dünyasında kadınların durumu çok daha ağır. Aynı zamanda da erkek egemen iktidar ve devlet sistemiyle, onun son modernitesi olan kapitalist modernitenin gerçeğini gözle görülür kadar açık ediyor. Aslında kadının yaşadığı durum toplumun yaşadığı durum da oluyor. Öz savunma bilinci, örgütlülüğü ve eyleminden uzaklaştırılan sadece kadınlar değil, aynı zamanda tüm toplumdur. Köleci egemenlik, bu denli baskı ve sömürü böyle geliştirilmiştir.
Açık ki kadın üzerindeki baskı ve katliam tek boyutlu değil, çok boyutludur. Mevcut kapitalist modernite sistemi altında aslında kadın için öngörülen bir yaşam yoktur. Sistem tüm toplumu köleleştirmiş, kadın ise kölenin kölesi yapılmıştır. Kadın için erkek devletin istediği gibi olmak ve ona hizmet etmekten başka bir yaşam yolu kesinlikle bırakılmamıştır. Bu sistemde kadın hem ruhsal ve duygusal olarak ve hem de düşünsel ve fiziki olarak açıkça katledilmektedir. Sistemin hukuku ve tüm kuralları kadının köleliği üzerine yapılandırılmıştır. Türkiye’de 2024 yılının ilk dört ayı içinde katledilen kadın sayısı 185 olarak açıklanmıştır. Neredeyse her gün iki kadına yakını katledilmiştir. Bunlar bilinen ve görünenlerdir ki, elbette bilinmeyen ve de açıktan görünmeyen kadın katliamları onlarca kat fazladır. Bu nedenle, öz savunma bilinci, örgütlülüğü ve eylemi herkesten çok kadınlar için gereklidir.
Mevcut ortamda kadın için öz savunma, özgürce var olmanın ve yaşamanın tek biçimidir. Bunun dışında kadınların kendilerini taciz, tecavüz ve katliamlardan koruması ve özgür yaşama ulaşması mümkün değildir. Kısaca öz savunma bilinci, örgütlülüğü ve eylemi herkesten çok kadın için gereklidir ve zorunludur. Özgür bilinç, irade ve yaşam kazanma ancak böyle mümkün olur. Çünkü toplumu kölelik altında tutabilmek için, mevcut düzen en çok kadına saldırmakta ve kadından korkmaktadır. Tabi kapitalist modernitenin aşılması, özgür birey ve demokratik komün temelinde demokratik modernitenin inşası da ancak kadının özgürlüğü temelinde mümkün ve gerçek olacaktır. Bu temelde önemli bir kadın bilinçlenmesi ve eylemi gelişmektedir. Eğer küçük-burjuva saptırmaların zararına uğramazsa, öz savunma temelinde doğru ve etkili bir kadın örgütlenmesi ve mücadelesi gelişecektir. Kürt kadınının YJA-Star temelinde geliştirdiği öz savunma ve özgürlük mücadelesi deneyimi, yarattığı başarılarla herkes için somut örnek durumundadır.
PKK bir gençlik partisidir
Kürt gençliği PKK’yi ve Kürdistan Özgürlük Gerillasını yaratarak tarihi bir rolü ve misyonu başarıyla yerine getirmiştir. Bilindiği gibi, PKK bir gençlik partisidir. Gerilla da en temel gençlik örgütüdür. Dolayısıyla gençliğin çizgisi partileşmek ve gerillalaşmaktır. Öz savunma, gençliğin temel örgütlenme ve mücadele biçimidir. Bunun dışındaki işler gençlik için daha sonra gelen çalışmalardır. Fakat gerçek böyle olsa da mevcut haliyle Bakurê Kurdistan’da gençlik çalışmaları fazlasıyla legalize olmuş durumdadır. Rojava’daki gençlik çalışmaları ise kitle yürüyüşleri gibi tali bir eylemlilik etrafında yürütülmektedir. Kuşkusuz gençliğin iradesini ortaya çıkartabilmesi için kendi özgün örgütlülüğü gerekir. Fakat bu örgütlülüğün hangi çizgide gerçekleşeceği önemlidir. Dikkat edilirse, son zamanlarda yumuşak örgütlenme ve mücadele yöntemleri gençlik çalışmaları açısından adeta temel hale getirilmektedir. Bizce böyle bir durum hatalıdır. Gençliğin örgütlenme ve eylem düsturu kesinlikle öz savunma olmak durumundadır. Parti ve gerilla gibi, gençlik hareketi de toplumsal öz savunmanın öncüsü ve temel gücü olmak zorundadır. Toplumun öz savunma ordusunun temel gücünü gençlik oluşturmalıdır. Bununla birlikte, başta serhildan olmak üzere diğer tüm toplumsal eğitim, örgütlenme ve eylemlere de gençlik öncülük etmelidir.
Peki böyle kapsamlı bir görevi gençlik yapabilir mi? Doğru eğitilir ve örgütlendirilirse, evet yapabilir. Fakat bilinmeli ki, egemen düzenler her zaman devrimci örgütlenme ve eylemin önünü kapatıp reformist biçimlere kapı açarlar. İşte böyle bir durum karşısında gençlik hareketlerinin yanılmaması, zor olanı bırakıp açılan kapıya koşmaması gerekir. Hele hele faşizm ve soykırım koşullarında gençlik örgütlenmesinin esas olarak illegal tarzı esas alması ve bunu başarması şarttır. Faşizm koşullarında gençlik örgütlenmesi legalize olursa, diğer tüm örgütlenmeler daha fazla yasalcı hale gelir; gençlik eylemleri reformist olursa, diğer kesimlerin eylemi tümden etkisiz hale gelir. Bu bakımdan da mevcut gençlik çalışmalarını yeniden değerlendirmek ve doğru çizgide geliştirme konusunda ısrarlı olmak gerekir.
Direniş gibi öz savunmanın da çeşitli yöntemleri vardır: Ruhta direnme, duyguda direnme, bilinçte direnme, kültürde direnme, fiziki direnme, yani serhildan ve savaş gibi. Tüm bu direnişler de birer öz savunma kapsamında değerlendirilebilir. Faşizm ve soykırım koşullarında tüm bu direniş yöntemleri hem gereklidir ve hem de anlamlıdır. Fakat öz savunma savaşını esas almadıkça ve ona bağlanmadıkça tüm bu direniş yöntemleri etkisizdir, sonuç alıcı değildir. Aynı şey öz savunma için de geçerlidir. Öz savunma da sonuçta savunma savaşına bağlı ele alınırsa doğru ve anlamlı olur. Çünkü sonuç verir. Savunma savaşıyla bağlanmayan ve onunla birlikte ele alınmayan diğer tüm öz savunma biçimleri sonuçsuz kalır. Bu nedenle, öz savunmayı tanımlarken kesinlikle yanlış yapmamak, onu sadece bir düşünce, duygu ve tutum olarak görmemek, bunları mutlaka savunma savaşıyla birlikte ele almayı öngörmek gerekir. Bu konuda bazı yanlış anlayışları yukarda eleştirmiştik. O temelde ele almak bizce en doğrusudur.
Yukarda belirttik, öz savunma demek güvenlik demektir. Güvenlik de beslenme ve üreme ile birlikte var oluşun üç temel koşulundan biridir. Yani öz savunma var oluşun üç temel koşulundan biri olmaktadır. İnsan türünün var oluş biçimi olan toplumsallık da bu üç temel koşul üzerinde şekillenir. Yani toplumsal örgütlülüğü bu üç koşulun yerine getirilmesi belirler. Doğal toplum, beslenmede (yani ekonomide) komünalizme, üremede (yani cinsler arasındaki ilişkide) farklılıkları esas alan eşitliğe, güvenlikte de (yani öz savunma) kendi gücünü kullanan özgürlüğe dayanır. Erkek aklının ürünü olan iktidar ve devlet zihniyet ve sisteminin topluma saldırısı da esas olarak bu üç noktada gerçekleşir. Ekonomide komünalizmi parçalayarak bireysel özel mülkiyeti, üremede cinsler arasındaki farklılıklara dayalı eşitliği ortadan kaldırarak erkek egemen zihniyet ve sistemi, güvenlikte öz savunmayı yok ederek kendini koruyan ordu ve polis sistemini geliştirir. Demek ki iktidar ve devlet sistemine karşı geliştirilen her türlü demokratik toplumcu mücadele de bireysel özel mülkiyete karşı komünal mülkiyeti, erkek egemenliğine karşı kadın özgürlüğünü (yani farklılıklara dayalı eşitliği), ordu ve polis gücüne karşı da öz savunmayı esas almak durumundadır. Yani demokratik toplum örgütlülüğü, demokratik komün, kadın özgürlüğü ve öz savunma üzerinde gerçekleşebilir.
Buradan anlıyoruz ki, demokratik komün ve kadın özgürlüğünü esas almadan bir demokratik toplum örgütlülüğü olamayacağı gibi, öz savunmaya dayanmadan da bir demokratik toplum örgütlülüğü olamaz. Kuşkusuz günümüz Kürt toplumu açısından da bu gerçeklik esas itibariyle geçerlidir. Fakat yüzyıldır soykırıma tabi tutulan, küresel kapitalist modernite sistemi tarafından yok edilmek istenen, varlığını ve özgürlüğünü ancak öz savunma temelindeki devrimci halk savaşıyla kazanabilen bir halk olması itibariyle, Kürt toplumu açısından öz savunma birinci planda gelmektedir. Belirttiğimiz gibi, Kürtler açısından güvenlik, ekmek ve sudan daha önce gelir. Bu açıdan öz savunmayı özgürlük mücadelesinin ve demokratik toplum örgütlenmesinin merkezine almak hem doğrudur ve hem de kesin gereklidir. Örneğin Kürt toplumunun demokratik örgütlenmesi, yani demokratik ulus inşası esas olarak öz savunma temelinde ve onun etrafında gerçekleştirilebilir. Demokratik komünal ve kadın özgürlükçü yaşam öz savunma etrafında örülebilir ve gerçekleştirilebilir. Bu durum esasen kadınlar açısından da geçerlidir. Dolayısıyla Kürtlerin ve kadınların demokratik örgütlenmesinin öz savunma temelinde olması zorunludur. Ancak sorunu böyle ele alanlar başarılı olabilir. Böyle ele almayanlar, ne söyleyip yaparlarsa yapsınlar, sonuçta başarısız olurlar ve hep sömürgeci-soykırımcı sistemin değirmenine su taşırlar.
Bütün ulus-devletlerde olduğu gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi de Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir kurumudur. Dolayısıyla bu kuruma seçilenler, esas olarak bir devlet memuru haline gelirler. Evet görünüşte toplum seçer ama gerçekte devletin memuru olurlar. Seçim meydanlarında toplumun çıkarlarını koruyacaklarına, mecliste ise devletin varlığını ve çıkarlarını koruyacaklarına söz verirler. Devlet de bunun karşılığı olarak maaş verir ve onları besler. Tabi buna karşılık olarak da toplum üzerindeki egemenliklerinin birer aracı yapmak ister. Böyle bir konuma gelmeyenler üzerinde de TBMM’deki Kürt milletvekillerine yapılan gibi her türlü baskı yapıp saldırı uygular. Bu, gayet açık ve anlaşılır bir durumdur. Dolayısıyla ulus-devlet meclislerinde vekil olmak, dahası devlete karşı toplumun çıkarlarını savunmaya çalışmak zordur.
Türkiye ve Kürdistan somutuna gelirsek, mevcut faşist, sömürgeci ve soykırımcı bir devlet gerçeği altında ‘milletvekili’ adıyla TBMM üyeliği yapmak gerçekten de çok zordur. Devlet, memur yaptığı bu kişilerden tüm faşist, sömürgeci ve soykırımcı uygulamalara destek ister. Söz konusu kişiler demokratik zihniyetleri gereği veya topluma verdikleri sözleri hatırlayarak buna karşı çıkmak isterlerse, o zaman intikam ruhuyla devlet saldırısına maruz kalırlar. Nitekim fazlasıyla da böyle olmaktadır. Bu durumda ne yapmak gerekir? Bizce, öncelikle gerçek durumu tüm açıklığı ve somutluğuyla halk kitlelerine söylemek, fazla şeyler yapabilecekleri havası vererek halkı aldatmamak gerekir. Zaten devlet de kendilerinden toplumu aldatmalarını istemektedir ki, o zaman tam da devletin istediğini yapmış olurlar. Diğer yandan, yapabilecekleri sınırlı şeyleri de gerçek durumu bilerek son derece dikkatli bir biçimde yapmaya çalışmalıdırlar. Yani kendilerini örgütlemeliler ve de her zaman örgütlü ve dikkatli hareket etmelidirler. Bu biçimde asker ve polisten, dahası faşist çetelerden gelen saldırılara karşı kendilerini korumalıdırlar, yani öz savunmalı hareket etmelidirler. Belli ki bu alan da çok ciddi ve zorlu bir mücadele alanıdır. Örgütlü ve dikkatli bir biçimde bu mücadeleyi yürütmelidirler. Baskı ve saldırı tehlikesi var diye, elbette mücadeleden kaçmak olmaz. Fakat örgütsüz ve dikkatsiz bir biçimde mücadele etmeye çalışmak da başarı getirmez.
Burada söylenebilecek önemli bir husus da şudur: Başta kadınlar ve gençler olmak üzere halkın, söz konusu milletvekillerinden aşırı beklentili olması doğru değildir. Onların devlet memuru olduğu ve devlet yasalarına göre hareket ettiği unutulmamalıdır. Devlet terörüne ve baskısına karşı mücadele ederken, devlet yasalarını esas alanlar fazla bir şey yapamazlar. Bunu bilmek, dolayısıyla özgürlük mücadelesinde milletvekillerine fazla rol atfetmemek, tersine mücadeleyi halkın öz gücüyle ve devlet yasalarına bağlı kalmadan yürütmeyi başarmak gerekir. Yani halk kitleleri kendini örgütlemeli ve serhildan yapmayı bilmelidir.
Bir halkın varlığı dil, tarih ve kültür değerleriyle somutluk kazanır. Bu değerlerine sahip çıkamayan, onları koruyamayan, onları geliştiremeyen kitleler halk veya toplum olamazlar. Kültürel soykırım da tümüyle bu değerlerin yok edilmesi, yağma ve talana tabi tutulmasıdır. Kürdistan’da böyle bir soykırımcı saldırı son yüzyıldır eşi görülmemiş yöntemlerle yürütülmektedir. Dil, tarih ve kültür yağması, yok edilmesi, bunların Türkleştirilmeye çalışılması en ileri düzeyde sürmektedir. Özgürlük Hareketinin tüm bu alanlarda duyarlı olması, örgütlenmeler geliştirmesi ve etkin mücadele yürütmesi gerekir. Örneğin asimilasyonla Kürt dili yok edilmektedir, ancak buna karşı çok örgütlü ve etkili bir duruş söz konusu değildir. Kürt kültürü ve tarihi değerleri yağmalanmakta, bir yandan yok edilirken diğer yandan başka alanlara kaçırılmakta; ancak bu tür olaylar karşısında da örgütlü ve yeterli bir tepki söz konusu olmamaktadır. Kürdistan’da ormanlar kesilmekte ve doğa talan edilmekte, bunlara karşı da yeterli bir tepki gelişmemektedir. Bütün bunlar öz savunma bilinç ve örgütlülüğünün zayıflığı anlamına gelir. Oysa ki bu tür soykırımcı saldırılara karşı örgütlü halk tepkisi anında gelişmeli ve deyim yerindeyse kıyamet kopartılmalıdır.
Yukarda öz savunmayı bilinç, örgütlülük ve eylem olayı olarak belirledik. Kuşkusuz örgüt ve eylemin gelişebilmesi için, öncelikle öz savunma bilinci gerekir. Toplumun öz savunma bilinciyle yeterli düzeyde eğitilmesi şarttır. Elbette söz konusu öz savunma eğitimi değişik yol ve yöntemlerle yapılır. Fakat böyle bir toplum eğitiminde hem basının ve hem de sanat ve edebiyat çalışmalarının rolü çok önemli ve adeta belirleyicidir. Özellikle de edebiyat ve sanat söz konusu eğitimin temelini oluşturur. Çünkü çözümlemeleri derindir; ruha, duyguya ve düşünceye birlikte hitap etme gücüne sahiptir. Dolayısıyla en derinlikli ve güçlü toplum eğitimini sanat ve edebiyat çalışmaları sağlar. Ne yazık ki Kürt edebiyatı ve sanatı mevcut haliyle henüz çok zayıftır. Toplumu eğitme anlamında rolünü oynamaktan uzaktır. Dahası, var olanlar da tam yeterliliğe sahip değildir. Bu nedenle, toplumda öz savunma bilincini geliştirebilmek için de sanat ve edebiyat çalışmalarını güçlendirmek şarttır. Önündeki engel ve zorluklar ne olursa olsun, bunu mutlaka başarmak gerekiyor.
Demokratik ulus inşası ile öz savunma arasındaki bağı yukarda belirttik. Demokratik ulus inşasının demokratik komün, kadın özgürlüğü ve öz savunma temelinde olması gerektiğini ifade ettik.
Özellikle Kürdistan için öz savunmanın birinci planda geldiğini de ekledik. Yine demokratik ulusun öz savunma sistemini de kısaca tanımladık. Demokratik ulusun öz savunma sisteminde birinci halka profesyonel gerilladır. Profesyonel gerilla, eğitici, örgütleyici, öncü güçtür. Profesyonel gerilla öncülüğü olmadan demokratik ulusun savunma sistemi oluşmaz. Profesyonel gerilla öncülüğü aynı zamanda parti öncülüğüdür ki, Kürdistan’da parti öncülüğü olmadan hiçbir şey olmaz, Önder Apo’nun deyimiyle yaprak bile kıpırdamaz. Profesyonel gerilla öncülüğü işte bu denli önemli ve anlamlıdır.
Açık ki, profesyonel gerilla öncülüğü olmadan demokratik ulusun öz savunma sistemi oluşmaz, ancak sadece profesyonel gerilla ile de demokratik ulusun öz savunma sistemi yeterince gerçekleşmez. Bu açıdan, demokratik ulusun savunma sisteminde ikinci halka halkın öz savunmasıdır. Yani kadın-erkek eli silah tutan herkesin öz savunma eğitimi alması, bu temelde örgütlenmesi ve donatılmasıdır. Halkın öz savunma örgütlülüğü, demokratik ulusun öz savunma sisteminin temel gücüdür. Bu güç profesyonel değil, yereldir. Buna yerel gerilla da demek mümkündür. Bu güç içinde yer alanlar hem ekonomik, sosyal yaşamlarını sürdürürler ve hem de öz savunma çalışması temelinde görev yaparlar.
Demokratik ulusun öz savunma sisteminde üçüncü halka, ekonomik, sosyal ve siyasi alanda halkın topyekûn örgütlülüğüdür. Yani demokratik konfederalizm çizgisinde ve ağ örgütlenmesine dayalı olarak örgütlü bir toplumun yaratılmasıdır. Kuşkusuz ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel tüm toplumsal yaşam alanlarının örgütlülüğü öz savunma temelinde olmak ve öz savunmaya hizmet etmek durumundadır. Bu alan da kitlesel tepki, serhildan ve benzeri eylemlilikleri ifade eder.
Kısaca profesyonel gerilla, yerel öz savunma ve örgütlü toplum demokratik ulusun öz savunma sistemini oluşturur. Gençlik ve kadın bunda esas rolü oynar. Öz savunma hizmetinde para, maaş karşılığı çalışma olmaz. Öz savunma hizmeti tamamen fedai çizgisine dayanır. Fedailik, profesyonel gerilla için olduğu kadar, yerel öz savunma ve toplumsal örgütlülük için de geçerlidir. Böylece fedai çizgisinde örgütlenmiş ve gerillalaşmış savaşan halk gerçeğine ulaşılır. Gerilla tarzı demokratik ulusun öz savunma sisteminin temel tarzıdır. Gerillalaşan halka ulaşmak esastır. Tüm öz savunma güçlerinin ideolojik ve askeri olarak eğitilmeleri ve örgütlendirilmeleri şarttır.
Kuşkusuz devrimci kazanımların korunması her zaman esastır. Fakat bu korumanın pasif temelde değil de aktif temelde olması gerekir. Yani kazanımları koruma adına dar ve tutucu yaklaşımlar içine düşmemek gerekir. Bilindiği gibi, en iyi savunma saldırıdır denir. Aynı şey, devrimci kazanımları korumak için de geçerlidir. Yani devrimci kazanımların en iyi korunması, devrimin sürekli geliştirilmesi, derinleştirilmesi ve yayılmasıdır. Gelişmeyen ve derinleşmeyen devrimler tutuculaşır ve içten çürür. Bunu da hiçbir güç önleyemez.
Bu anlayış, günümüz Rojava Kürdistan’ı için olduğu gibi geçerlidir. Rojava Devrimi iktidar ve devlet dünyasında her zaman saldırılara uğrayabilir. İktidar ve devlet sistemi var oldukça bunun önünü almak mümkün değildir. O halde, söz konusu saldırılar olmasın demek ve bunu arzu edip beklemek yerine, bu saldırıların her zaman olacağını var sayarak söz konusu saldırıların zarar vermesini önleyici ve onları boşa çıkartıcı önlemler, bunu içeren bir öz savunma sistemi geliştirmek gerekir. Bunun da esasında savunma önlemlerini geliştirmek kadar, devrimi derinleştirip yaymak vardır.
Rojava’daki mevcut durum bugünkü koşullara bağlıdır ve değişime açıktır. Bunu hiç kimse engelleyemez. Burada önemli olan, söz konusu değişim süreçlerini öz savunma temelinde yürütmek ve devrimin lehine ilerletmektir. Günümüz Rojava’sında bunun imkân ve fırsatları da fazlasıyla vardır. Burada önemli olan şey, saldırılardan yakınıp başkalarından güvenlik beklemek yerine, söz konusu imkân ve fırsatları etkin bir biçimde değerlendirmektir. Yani tüm toplumu, eli silah tutan herkesi öz savunma temelinde eğitmek, örgütlemek ve donatmaktır. Bunun imkân ve fırsatının da fazla olduğu açıktır. Bilinmeli ki, Rojava Kürdistan’ı ya da Kuzey ve Doğu Suriye’yi ancak Kuzey ve Doğu Suriye halkları savunabilir, başkası savunamaz. Bu halkların savunma görevini başarıyla yerine getirebilmesi için de öz savunma temelinde ideolojik ve askeri olarak eğitilmeleri, örgütlendirilmeleri ve donatılmaları gerekir.
Buraya kadar ifade ettiklerimizin toplamı bu sorunun cevabını oluşturmaktadır. Kuşkusuz topyekûn öz savunma sistemine ulaşmak bir anda ve kolayca gerçekleşecek bir durum değildir. Bu bir mücadele işidir ve zaman içinde gelişir. Burada önemli olan, böyle bir öz savunma anlayışına ve çizgisine sahip olmak ve bunu gerçekleştirmek için ilk adımlardan başlayarak sürekli bir çaba içinde olmaktır. Gerisi pratik içinde gelişir ve gerçekleşir. Kapitalist modernite sistemine karşı demokratik modernite mücadelesinin öz savunma temelinde ele alınıp yürütülmesi, somut koşullar gözetilse de her alan için geçerlidir. Önemli olan şey, böyle açık bir anlayışa ve kararlılığa sahip olmak, büyük bir cesaret ve fedakârlıkla ve yine sabırla çalışmayı ve mücadele etmeyi bilmektir. Gerisi pratik içinde gelir ve gerçekleşir. Çünkü bu dünya böyle gitmez. Kadınlar ve halklar böyle kölece bir yaşamı daha uzun süre olduğu gibi kabul etmez. Yaşam olacaksa özgür olmak durumundadır. Özgür yaşamın yolu da öz savunmadan geçmektedir.
Bu nedenle, her alandaki özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirirken temel ilkemiz ve sloganımız şöyle olmalıdır: Öz Savunma Olmadan Özgür Yaşam Olmaz!