Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Kasım günü saat 17:30 ile 18:30 arasında Şırnak'a bağlı Cudi alanında işgalci TC ordusuna ait savaş uçaklarının hareketliliği gözlemlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Kasım günü saat 17:45 ile 18:30 arasında işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları Medya Savunma Alanlarımızdan Avaşin alanında hareketliliği gözlemlenmiştir.
- Ayrıntılar
TC Devleti insanlık tarihin en karanlık güçlerinden biri olan DAİŞ ile sıkı fıkı ilişki içerisindedir. Hatta yer yer DAİŞ ile ilişkilerinin organik bağlar taşıdığını da çokça söylemiştik.
Yine daha önceleri DAİŞ denen uluslararası toplama çete örgütünün uluslararası güçler tarafından nasıl kullanıldığını ve yönlendirildiğini de belirtmiştik. Kendilerince Ortadoğu’da yürümeyen planlarını gerçekleştirmek için bir müdahale de bulundular. Ve ne zaman ki yapacaklarını yaptırdılar ve Ortadoğu’da birçok gücün burnunu sürterek istedikleri yere getirdiler. Plan dahilinde yürüyen birçok saldırı ardından, aşırı güçlenen DAİŞ’in eskiden planlanmış olanlara göre hareket etmemesi, uluslararası güçleri DAİŞ’e yönelmelerine götürdü. DAİŞ ise daha önce flörtlü olduğu uluslararası güçlerle arasına mesafe açarak, ancak kapitalist modernitenin bir yaratımı olan ulus devletçi hastalığı olan milliyetçilikle, bölgede tam faşizan bir politik yönelim içerisine girerek, bölgede yaşayan birçok halka ve inanç gurubuna temsil ettiği faşizan değerler temelinde büyük insanlık suçları işleyerek yönelimlerini sürdürdü.
Irak ve Güney Kürdistan'da Şebek Kürtlerine, Kakai Kürtlerine, Êzîdî Kürtlerine, Hristiyanlara, Asurilere, Şii Araplarına, Şii Türkmenlere ve Rojava’da tüm Kürtlere, Alevilere ve daha farklı Ortadoğu renklerine karşı nasıl bir kırım içerisine girdiğini, tecavüz, kaçırmalar, gasp, kafa kesmeler, insanlığın hafızasında ne kadar çok kötülük varsa hepsini bir arada temsil ve uygulamasıyla DAİŞ’in yaptıklarını hepimiz birlikte gördük.
İnsanlık tarihinin belki de en karanlık sayfalarından biri olan böylesine faşizan bir yapıyla TC devleti özelde de AKP en ileri düzeyde organik olarak ilişkidedir.
DAİŞ belirttiğimiz gibi birçok halka ve renge yöneldiği bir gerçektir. Ancak en çok yöneldiği yapı Kürtlerdir. Kürtlerin birçok farklı rengine sadece yönelinmiyor. Daha da ileri giderek Kürtlerin en kadim renklerini topraklarından sürüyor. Şebekleri, Êzîdîler, Kakaileri sürmek için neler yaptıkları ortadadır. Yaklaşık 500 binin üzerinde Êzîdî yurtlarında sökülüp atıldı. Benzer durum Şebekler içinde geçerlidir. Yine Rojava’da bir Halep’te Kürtlerin sürülmesi, en son olarkta da Kobane’de 160 bin insanın Kuzey Kürdistan’a nasıl geçtiği de ortadadır.
Daha acı ve trajedik durum ise yarın belki de yarından daha yakın bir zaman içerisinde DAİŞ Güney Kürdistan’ın birçok farklı yerinde Kürtleri sürmeye dönük saldırılar içerisinde olacağıdır. Bir Xaneqin’in, bir Mendeli’ne DAİŞ’in saldırmamasını kim söyle bilir? Yine farklı yerlerde yaşayan Şii Fehlilere yönelmemesini kim söyle bilir? Kerkük’e saldırmamasını kim söyleyebilir? Şengal’de yaşananların orada yaşanmayacağını kim söyle bilir?
Bu söylediklerimize dediğimiz gibi yine Rojava’nın tümünü eklersek, yaşanacakların boydan boya bir Toplum Kırım olacağı açıktır. Kaldı ki bugüne kadar yapılanların tümü bir Kırım’dır. Soykırım’dır. Sürmedir. Göçertmedir.
Kürtler tarihleri boyunca birçok kez böyle köklü kırımlarla yüz yüze geldiğini hepimiz biliyoruz. Kürtlerin ağıtlarını dinlerken, bu kırımların ne kadar köklü yaşandığını görmek mümkündür. Ya da yakın tarihte Kuzey Kürdistan'da boşaltılan 4000 köyü dile getirebiliriz. Yine Güney Kürdistan'da Saddam tarafından Enfal’de yakılan binlerce köyü ve buralarda göçertilen yüzbinlerce Kürdistanlıyı da ifade edebiliriz. Rojava’da Arap Kemeri adı altında uygulanan politikayla ne kadar çok insanın sürüldüğü zaten ortadadır. Ve tabi birde 1981-82 yılında İran’da katledilen binlerce Kürt ve boşaltılan köy ve sürgün edilen yüzbinlerce Kürt’ü de dile getirebiliriz.
Benzer bir anlatımı ise yine 70-80 yıl önce Kuzey Kürdistan'da, Güney Kürdistan'da ve Doğu Kürdistan'da yaşananları da anlatabiliriz. Dersim’in ve diğer Kürdistan şehirlerinin nasıl boşaltıldığını herkes biliyor. Toplu kıyımları, jenositleri ise dediğimiz gibi herkes biliyor.
Özcesi Kürtler hep sürüldüler. Hep göçertildiler. Kıyımlara uğradılar. Şimdi yeni bir tehlikeyle karşı karşıyadır Kürtler. Tehlikeleri yukarıda ifade ettik. Hem Güney Kürdistan'da hem de Rojava’da Kürtlerin sürülme tehlikesi vardır. Ancak yarın aynı tehlikenin Doğu Kürdistan'da ve de Kuzey Kürdistan'da yaşanmayacağını kim söyle bilir ki?
Kürtler bu büyük tehlikeyi yaşarken, bu büyük kıyımlarla yüz yüze gelme ihtimali var iken, Kürtleri böyle büyük bir Kıyıma uğratmak isteyen DAİŞ adındaki toplama çete örgütüyle TC Devleti’nin ve de AKP Hükümeti’nin ilişkilerinin organik olduğu ne anlama gelir? Kürtler Kıyımla karşı karşıya, AKP ise Kürtlerin DAİŞ’e karşı sürdürdükleri sert mücadelelerine karşı ellerinde ne geliyorsa onu yapacak. Yine DAİŞ’e karşı protesto eylemleri içerisinde olan Kürtlerin onlarcasını aynı biçimde AKP ve onlara yakın duranlar katledecek.
Bir yandan Kürtler büyük Fiziki Kırım ve Sürülme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar, diğer yandan ise bu Kırım ve Sürülmeyi gerçekleştiren faşizan yapıya tamamen destek sunan bir AKP ve Devleti var iken Kürtler ne yapacaklardır?
Bir kere önce Kürtler çok acilen ulusal birliklerini sağlamaları gerekiyor. Bunun yolu Ulusal Kongre’dir. Geçmişte ileri sürülen içi boş birçok gerekçeyi bir köşeye atarak bu Ulusal yapıya gitmek gerekiyor. Kürtler yine daha önce Başkan Apo’nun dile getirdiği ortak bir Diplomasi Kurumu oluşturmaları gerekiyor. Ortaya çıktı ki askeri güçlerini ortaklaştırabilirler, yine ortak bir Askeri Komutanlık oluşturmaları gerekiyor. Ve yine bir yönetim mekanizmalarını oluşturmaları da gereke bilir.
Bunlar yeter mi? Yetmez.
Niçin yetmez? Kürtler büyük bir Kıyım ve Sürülmeyle yüz yüzedirler. Onun için öncelikli olarak Kürtler tamamen, tüm parçalarda, Savaşan Halk Gerçekliği ’ne göre kendilerini örgütlemeleri gerekiyor.
Dikkat edelim, DAİŞ Maxmur’a yöneldiği zaman eğer HPG’nin gerillaları yetişmeselerdi, halka güçlü bir moral ve motivasyon sağlamasalardı, Hewler’in boşaltılacağı bile tartışılır hale gelmişti.
Evet, böyle olmaması için tüm Kürtler, hatta Kürdistan'da yaşayan tüm halklar ve hatta Ortadoğu’da yaşayan tüm renkler, inançlar, halklar ve ne kadar böyle azınlık yapılar varsa, bu Savaşan Halk Gerçekliği stratejisiyle örgütlenmeli ve Ortadoğu tarihinde yaşanmış tüm kötülüklerin bir nevi bileşkesi olan DAİŞ faşizan çete yapısına karşı oluşturacakları Öz Savunma’larıyla kendilerini korumaları gerekmektedir. Elbette özelde Kürtler ve Kürdistan'da yaşayan herkes bu olağanüstü duruma göre kendilerini örgütlemeleri daha fazla gerekmektedir.
Bunu yaparken de DAİŞ ile yan yana, kol kola yürüyen, bir AKP’nin ve TC Devleti’nin politikalarına karşı da ortak bir duruş içerisinde olmaları gerektiği de zaten açıktır. AKP’nin Kürtlere karşı Soykırım Politikalarını ısrarla sürdürdüğü gerçeği de dikkate alındığında, Kürtlerin hangi soykırım tehlikesi ve tehdidi altında olacağını da bilerek, olağanüstü bir katılımla, her yerde, hızla, kendimizi örgütlemeli DAİŞ ve AKP faşizmine karşı ortak bir duruş içerisinde olmalıyız.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
İttihat-ı Terakki’nin en tanınmış simalarından biri, Balkanlarda görevliyken çeteci tarzın geliştirilmesinde en çok fazla rol alan Enver Paşa ismindeki kişidir. Süreçle hızla İttihat-ı Terakki içerisinde yükselerek Genel Kurmay Başkanlığı’na kadar terfi etmiştir. Irkçılığın, milliyetçiliğin, önceleri Pan İslamizm ardından ise Pan Turanizmin de yetkin bir temsilcisi ve de Osmanlıyı Birinci Paylaşım Savaşına süren kişidir de.
İttihat-ı Terakki halklara karşı işlediği suçlarla biliniyor ve anılıyor. Yine hukuk dışı-Demirel’in deyimiyle ifade edecek olursak-rutinin dışına en fazla çıkan bir örgütünün de adıdır İttihat-ı Terakki. Önceleri güya halkların ortaklaşmasını, Osmanlıyı kurtarma temelinde yaklaşım sergileme imajı verse de, süreçle bunun böyle olmadığını, tam tersi bir istikamette hareket ederek halklara Hitler Faşizmi’ne örnek olacak kadar bir vahşet pratiği sergileyen bir faşist örgüttür İttihat-ı Terakki.
İttihat-ı Terakki’nin öncüleriyle AKP’nin lider kadro arasında ilginç benzerlikler bulunmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi kurulurken Osmanlı’nın kurtarılması için yola çıkmış ancak 1906 yılında-özelde Balkanlar’da-çark ederek tamamen bir milliyetçi, ırkçı çizgiye girilmiş ve adım adım Mezopotamya’nın birçok rengini acımasızca katletmekten geri durmamışlardır.
Dikkat edelim aynı durumunu bizler bugün AKP’nin lider kadrosu için de görüyoruz. Kürt Halkı’nın Türk Halkı’yla kardeş olduğunu söyleyen bir Davutoğlu’ndan, Kürtlere ölüm fermanı veren bir Davutoğlu’na gelmiş bulunuyoruz. “Kobane ile çözüm sürecinin ne alakası var” dan, “Kobane bizim iç işimiz değil” den, “PKK ile IŞİD bizim için aynıdır” söylemlerine gelinmiştir.
İttihatçıların beyin takımında yerini alan Üçlü’ye, yani Üçlü Triumvira denmektedir. Bunlar Enver, Talat ve Cemal ismindeki sözde paşalardır. Bunlardan Dahiliye Nazırı Talat Paşa Ermeni Halkı’nın katliamıyla görevlidir. Cemal Paşa Arapların katliamıyla görevlidir. Ve Enver ise Kürtlerin katledilmesinde görevlidir.
Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın Halep Valisi’ne gönderdiği telgraf metni şöyledir: “Türkiye de yaşamakta olan Ermenilerin ortadan kaldırılması için Cemiyet talimatları uyarınca nihayet alınan karar daha önce size bildirilmişti. Bu karara aykırı bir tutum içinde olanların görevlerinin başında tutulmamaları gerekir. Atacağınız adımlar Ermenilerin sonunu getirici nitelikte kesin ve keskin olmalıdır. Hiçbir şekilde yaşa, vicdana ya da kadın, erkek ayrımına bakmayın” diyerek katledilmelerinin talimatını vermiştir.
Cemal Paşa dediğimiz gibi Arapları katletmekle görevlendirilmiştir. 6 Mayıs 1916 Yılı’nda onlarca Arap Aydın’ı bizatihi Cemal Paşa tarafından idam edilmişlerdir. Halen bugün bile bu gün Araplar içerisinde Şehitler Günü olarak anılmaktadır. Bu planlamanın çok önceleri planlandığını gösteren belgelerin bulunduğunu ve bu belgelerden birinde: “Bazı Arapça kaynaklarda bir grup Arap Subay’nın 1912’de önemli bir belgeyi ele geçirdiği belirtilmektedir. İttihatçı bir liderin üst düzey bir subaya gönderdiği bu mektupta şunlar denmektedir. “Arapları düşman ateşine maruz bırakın ve onlardan kurtulmaya bakın; çünkü onları öldürmek çıkarımızadır. Kürtler ise sağ tutulmalıdır. Çünkü Ermeni Toprakları’nda onlara ihtiyacımız var.” denilmektedir.
Kürt Kıyımı’nda ise dediğimiz gibi Enver Paşa görevlidir. Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’nda giderek zayıfladığında,1916 Yılı’nın 1917 Yılı’na bağlayan kışında yüz binlerce Kürt, Kürdistan’dan batıya zoraki sürülmektedir. Bu sürgünlerde kimi belgeye göre 700.000 Kürt yaşamını yitirmiştir. Bunu uygulayan Enver Paşa’dır. Bilindiği gibi Ermeni Kıyımı daha doğrusu Soykırımına İttihatçılar çok erkenden geçmişlerdi. Gerekçeleri ise “savaş esnasında düşmanlarla işbirliği yapma” suçlamasını öne sürerek, 1,5 milyon Ermeni katledilmişti. Ermenilerden sonra sıra Kürtlere gelecekti. 1916 yılında Anadolu’ya sürülen Kürtlere-önceden hazırlanmış bir plan gereğince-, nüfusları yüzde beşten fazla olmayacak, ana dilleri yasak edilecek, aydınları ve büyükleri çocuklarından kopartılacak ve Türkçe öğrenme zorunlu kılınacaktır. O meşhur “Zo gitti, lo kaldı” sözü bu dönemlerden kalma olan bir söz olduğunu unutmayalım. Yani ‘Ermeniler katledildi sıra Kürtlere gelmiştir!’ anlamındaki bu sözün gereklerini daha sonra İttihatçılar yerine getirmişlerdi.
90 bin askerin korkunç kış şartlarında öldüğü Sarıkamış Seferi’nden, yaşananlar tam bir felaketti. 90.000 askerden10.000’in sağ kalabildiği, özellikle de donmaktan ve açlıktan kurtulabildiği bu sefer, sonuçları açısından korkunçtu. Enver Paşa buna rağmen yok yere şu sözleri sarf etmemiştir: “Sarıkamış Çarpışması’na dıştan bakarsak yenildik sayılır. Fakat gerçekten muzafferiz. Çünkü Sarıkamış Ormanlarından Erzurum’a kadar uzanan yollar üzerinde on binlerce Kürt Genci’nin cesedini bıraktık” diyebilecek kadar Kürt Soykırımı’na angaje olmuştur.
Aynı Enver Paşa Sarıkamış Seferi’ne çıkmadan önce: “Planım, Ruslara, hemen iki misli faik iki Kolordu ile arkalarına düşerek ricata mecbur etmek ve bu suretle XI. Kolordu ve Süvari Fırkasıyla takip olunan düşmanı karşılayıp, tamamıyla mahvetmekti. IX. Ve X. Kolordu ve Süvari Fırkasını bekliyorum. Gelir de yetişirse, düşmanı bozacağım. Fakat gelmeden düşman zayıflamış kıtaatımıza taarruz eder ve taarruzda muvaffak olursa o vakit Ordu mahvolmuş demektir” diye yazdığı bilinmektedir.
Davutoğlu’nun halleri tam da Enver Halleri olduğu açıktır. Davutoğlu’nun serzenişleri ile dönemin Enver Paşa serzenişleri benzerdir. Enver büyük bir Turan sevdasıyla, Turan’a yönelmeden önce bu coğrafyada yaşayan –sayısal olarak-en büyük halkı yok etmek için elinden geleni yaparken, bugünde benzer bir şekilde Davutoğlu Kürtleri hedeflemektedir. Hem de tüm Kürtleri. Öyle ki “bir Toma yerine beş Toma alacağız” diyerek bu hedefine ulaşmak istediği dile getirmektedir.
Sözü uzatmadan belirtelim ki yeniden bir İttihatçı zihniyetle karşı karşıyayız. Tarihte nasıl ki Triumvira iş bölümü temelinde halkların kırımına girişmiş ise bugün de benzer bir şekilde bir yönelimin planlamasını yaptıklarını görülüyor. Erdoğan, Akdoğan ve Davutoğlu üçlüsü kendince bir plan dahilinde halklara yönelmektedirler. Bu planda öyle görülüyor ki Kürtler, Davut Enver’e verilmiştir. Enver’in neme nem bir hayalci ve Türk milliyetçisi olduğunu tüm tarihçeler yazıyor. Bunun için, Büyük Turan Ülkesi için Orta Asya’nın Pamir eteklerinde, Çegan tepesinde, Sovyet Kızıl Ordusu’na karşı bir çarpışmada öldüğünü de herkes biliyor.
Şimdi de Davutoğlu ve üçlüsü benzer bir Türkçülük ve Turancılık sevdasıyla yola çıkmışlardır. Bunun için Kürt Halkı’na, Rojava’ya, PKK’ye, Kürt Gençleri’ne derken herkesi hedef tahtasına koyarak saldırmaktadır.
Doğası gereği o zaman sorulması gerekli olan soru: “Enver Paşa Yeniden Mi Hortluyor?” sorusudur.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
2 Kasım günü sabah saatlerinde Şengal’e bağlı Solak köyü,Şehit Karker Tepesi ve DAİŞ çetelerinin bulunduğu bazı dağlık alanlara yönelik gerillalarımız geniş çaplı bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Kasım günü(bugün) saat 10:30'da Şengal'e bağlı Solak köyünde gerilla güçlerimiz DAİŞ çetelere ait 2 mevziye yönelik saldırı eylemi düzenlemiştir.
- Ayrıntılar
Siyaset, Arapça sözlüklerdeki anlamıyla, bir nesneyi dikkatle gözlemektir. Var olan toplumsal sorunları ise büyük bir öngörülüyle görerek çözmektir. Bu işi yapan siyasiler ise olacakları önceden görerek toplumuna yol göstermektir. Bu bağlamda siyasetçi toplumun öncüsü ve yol göstereni olmaktır.
İtfaiyenin, temel görevi yangın söndürmektir. İtfaiyecilik ise yangın söndürme kuruluşudur. Bu işi yapana ise itfaiyeci deniyor ki görevi, yangın söndürücülüktür.
Hiç şüphesiz siyasetçi ile itfaiyecilik mesleki olarak birbirine yakın görülebilir. Nede olsa her iki meslekte sorun çözücüdürler. Birisi söndürerek toplumu rahatlatırken bir diğeri de yaptıklarıyla toplumu rahatlatıyor.
Belki normal ortamlarda her iki mesleğin birbirine yakın duruşu anlaşılırdır. Ancak eğer bir yerde faşizme yakın şartlar varsa orada bir siyasetçinin görevi itfaiyecilik olamaz. Faşizm doğası gereği bastırmadır, sindirmedir, katletmedir. Faşizme yakın durumlar yaşanıyorsa, halk günlük olarak coplanıyorsa, dilini kullanmak isteyen bir toplumun kendi alnının teriyle oluşturduğu okullar kapatılıyor ve zincirleniyorlarsa, yanı başında katledilmekle yüz yüze kalan bir Kürt Şehri için yola çıkan kapı komşular hem coplanıyor, hem gazlanıyor, hem taranıyor ise orada şartlar normal yürümüyordur. Hele birde bu Kürt Şehri’ne yapılan saldırılara en çokta Kürt Sınır Köylerini boşaltarak DAİŞ örgütüne her türlü lojistik, insan, silah desteği göz göze veriliyorsa orada gerçekten de siyasetçinin görevi itfaiyecilik olamaz. Toplumun sinir uçlarına saldıran bir rejime karşı toplumun kalkışı söndürülemez, dindirilemez. En azından bu halkın “siyasetçisiyim” diyenler bunu yapmamalı.
Kobane’de yaklaşık 25 gündür Kobane ve savaşçıları ayaktadır. Dünyanın en faşizan ve insanlık düşmanı gücü olan uluslararası toplama çete güçleri tüm güçlerini toplayarak Kobane’ye saldırıyor. Bu toplama çete örgütüne akıl verenlerin kesinlikle Türk Askeri Güçleri hatta Özel Savaş Güçleri olduğu açıktır. Bunun böyle olduğunu günlük olarak ekranlara yansıyan çetelerin sınırları geçişleridir, TC Devleti’nin onlara verdikleri silahlardır, cephanedir. Ve de Suruç’ta ayakta olan halkı engellemek için her şeyi yapan bir devlettir.
Gerçekler böyle iken, Kobane kuşatmasını en çok savunan, en çok destekleyen TC Devleti olmasına rağmen, hatta bununla yetinmeyerek Afrin’e saldırı hazırlığı bile yaparken gidip; “Hükümet Kobane’nin düşmesini istemiyor” gibi sözler sarf etmek tek kelimeyle öngörüsüzlüktür. Bunlar yetmediği gibi ikide bir; “TC devleti Kobane’ye silah vermeli, neden ABD DAİŞ’i daha etkili vurmuyor, neden TC Devleti angajman kuralı gereği DAİŞ’i vurmuyor” gibi sözleri sarf etmede benzer bir öngörüsüzlüktür.
Hem TC Devleti’nin DAİŞ’i desteklendiği söylenecek hem de onlarda silah istenecek. ABD’nin DAİŞ gibi toplama çete örgütünü yönlendirdiği söylenecek ama günlük olarak ABD’nin DAİŞ’i etkili vurulması istenecek. KDP’in Rojava’nın düşmesini istediği söylenecek ama KDP’den destek istenecek. Bunlar tek kelimeyle kocaman çelişkilerdir. Ya söylenenler yanlıştır, ya da kocaman bir apolitiktik yani politikasızlık vardır.
Sözü uzatmadan belirtelim ki, TC Devleti ilk günden beri Kobane Politikası’nda Rojava Devrimi’nin düşmesi için her şeyi yapmıştır, yapmaktadır, yapacaktır da. O zaman bu gerçekler bilinerek TC Devleti’ne ve onun hükümetine yaklaşım sergilenmelidir. Erdoğan ismindeki kişi DAİŞ ile PKK’nin aynısı olduğunu söylüyor. Taner Yıldız gibi birisi aynısını sarf ediyor. Bülent Arınç gibi birisi daha da ileri giderek, “sözde Kanton kuracaklardı” diyor. Yine siyasi işlerle sorumlu olan Yalçın Akdoğan ise daha düzeysiz ve faşizanca saldırıyor.
Gerçekler böyle iken sanki durum normalmiş, sıradanmış, her şey olağanmış gibi bir hava takınmak Siyasi İtfaiyecilik olduğu görülmek durumundadır. Kürt Özgürlük Hareketi sürecin kendileri için bittiğini söylemekte, Kobane’ye saldırıların TC Devleti tarafından yapıldığını açıklamakta, basın günlük olarak TC Devleti’nin DAİŞ’lere nasıl arka çıktığını belgelemekte, hatta TC Devleti’yle içli dışlı ve sarmaş dolaş olan ABD bile TC’nin ne kadar DAİŞ’e destek sunduğu söylerken, tam tersini içeren açıklamalarda bulunmak, tek kelimeyle gerçekten de öngörüsüzlük olduğu gibi söylenenler ise Siyasi İtfaiyeciliktir.
Kürdistan'da Siyasi İtfaiyecilik hiçbir zaman sonuç alan bir politika olmamıştır. Elbette belki bazı durumlarda bunlarda olabilir. Ama bugün Kobane diz boyu kan ile boğuşurken, halkın ayağa kalkışını açıklamalarla söndürmek, siyaseti okuyamamaktır. Kaldı ki AKP denilen partinin ilk günden başlayarak muazzam bir şekilde oyalama taktiğini uyguladığı biliniyor. Hem de büyük bir ustalıkla bu tarz bir siyaset yürüttüğünü bugün sokakta ki her sıradan insan bile biliyor. Yine söylem ile pratik ya da söylem ile eylem arasında dünyada belki en büyük mesafeyle yaşayan tek rejim, tek siyasi güç AKP’dir. Ve bunun öncülüğü ise Erdoğan’dır.
AKP ve Erdoğan söz ile eylem uyumsuzluğu demektir. Söz ile eylem çelişkisi demektir. Söz ile uygulamanın tersi demektir. Hatta bir ara bir Türk Yazar’ın deyişle, “AKP’nin söylediklerinin tersi doğrudur. AKP neyi söylüyorsa tersini yapandır.”
Evet, gerçekler böyle olmasına rağmen ikide bir Kürdistan Halkı’nın ayaklanışını söndürmek, geriletmek maalesef siyaseten sadece ve sadece Siyasi bir İtfaiyeciliktir. Siyasi İtfaiyecilik ise gerçekten sadece ve sadece Özgürlük Arayışlarına, bir halkın ayağa kalkışına zarar vermektedir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
İnsan toplumsal bir varlık. Varlığın toplumsallaşması demek en çok ahlaki değerlerle yüklü olması demektir. Ahlak ise toplumsallaşmada önemli oranda özgürlüğüne düşkünlüğü ifade eder. Yani bir toplum ne kadar ahlak değerleriyle yüklüyse o kadar özgürlüğüne dolayısıyla onuruna düşkün demektir. Onuruna düşkünlük bunun için aslında vicdanlı olmak demektir ki, bu ise toplumsal özgürlüğü ifade eder. Bu bağlamda vicdan aynı zamanda özgürlük ahlakıdır.
Toplumun en temel birleştiren harcı kesinlikle özgür yaşama arayışı ve ahlakıdır. Toplumu birbirine bağlayan ahlaki öğeler dağıldıktan sonra geriye insandan acaba bir şey kalır mı?
Unutmayalım ki toplumun en temel ahlaki değerlerden bir tanesi kesinlikle onur kavramıdır. Yani: “İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, öz saygı, haysiyet, izzetinefis”tir. Ve “erdem, gözü pekliktir.”
Bugün yaşadığımız Ortadoğu coğrafyasında Kürtler büyük bir direniş içerisindedirler. Öyle ki Kürtler birçok yerde soykırımla karşı karşıyadırlar. Sorun bugün sadece Kobane’de olup bitenler değildir. Yine daha önce Şengal’de yapılanlarda değildir. Gerçek manada uluslararası güçlerin besleyip Ortadoğu’da halkların başına bela ettikleri, toplama çete örgütü, Başkan APO’nun deyimiyle “herkesin ortak fahişesi DAİŞ”’in planları daha kapsamlıdır.
Yarın Güney Kürdistan'da Xaneqin, Mendeli ve büyük bir ihtimalle yine Kerkük’e saldırarak halkımızı ve diğer halkları sürmek için ellerinde ne gelecekse yapacaklardır. Yine Güney Kürdistan’ın DAİŞ çete örgütüne sınır olan yerleri de boşaltmak için özel saldırılar gerçekleştireceklerdir. Ve tabii benzer bir şekilde nasıl ki Şengal’de yaptılar ve nasıl ki şimdi Kobane’de yapmak istiyorlar, benzer bir şekilde Rojava’da yaşayan halkımızı, halkları, azınlıkları da sürerek kendilerince sınırlar çizmek isteyeceklerdir.
Kürdistan tarihinde böyle sürmeler, sürgünler, göçler, kırımlar çokça yaşanmıştır. Öyle ki birçok kez toptan Kürt Halkı yerlerinde sökülüp başka topraklara atılmışlardır. Bu tarz bir fiziki kırımla kendilerince dönemin işgalci güçleri Kürt coğrafyasını Kürtlerden arındırmayı hedeflemişlerdir. Ve bugün Kürdistan’ın birçok yerinde Kürtler yaşamıyorlarsa, yine Kürdistan’ın birçok yerinde örneğin Ermeni, Asuri, Êzîdîler yaşamıyorsa bunun tek nedeni bu faşizanca söküp atmalardır.
Şimdi yeniden tarihi kritik ve tehlikeli bir an’dan geçiyoruz. Böylesine tehlikeli bir dönemeci engellemek her Kürt’ün, yurtseverin, demokratın, dostun görevi olduğu açıktır. Unutulmasın ki DAİŞ toplama çete örgütü tarafından Ortadoğu’da halklara dayatılan faşizan zihniyet, kesinlikle Ortadoğu’da halkların karşılıklı kırımının yoluna açacak büyük tehlikeli bir oyun olduğu açıktır. Bunun için herkesin halklara dayatılan bu onursuzluğa karşı durması en temel insani bir görevdir.
Ancak unutulmamalıdır ki halkları kırıma götürecek, özelde de Kürt halkını soykırımla yüz yüze getirecek bu DAİŞ Faşizmine karşı en fazla Kürt Gençliği meydanlara çıkmalıdır. Ve tabi bugün kıyasıya bir mücadele edilirken en ön cepheye, cephelere yine Kürt Gençliği akmalıdır. Kürt Gençliği onuruna düşkün olan bir gençlik olarak, verilen Büyük Onur Savaşına en ön safta katılmalıdır. Nedeni açıktır, eğer kendimize karşı saygı duyuyorsak, öz saygımızı yitirmemiş isek, toplumun değerlerine bağlı ve saygılı isek, o zaman dediğimiz gibi verilen Büyük Onur Savaşı’na en ön safta dediğimiz gibi, tüm varlığımızla katılmalı ve Kürt halkının yanı sıra bu coğrafyanın tüm renkli inanç ve etnisitelerini büyük bir vahşete karşı korumak için, özgürlük mücadelesine, özgürlük dağlarına, özgürlük kentlerine, özgürlük birliklerine akmalıyız.
Eğer bizler: “Ahlakı toplumun politik hafızası olarak da yargılamak mümkündür. Ahlaken aşılmış veya ahlaktan yoksun kalmış toplumlar politik hafızasını, dolayısıyla geleneksel kurum ve kural gücünü zayıflatmış ve yitirmiş demektir. Bu da bir toplum için öz savunmadan yoksun, her tür iç ve dış tahakkümcü, sömürgen ve asimilasyonist uygulamalara açık hale düşürülmektir” diyorsak o zaman, bir an önce ahlaki değerlerimizi korumak için mücadelenin en yumuşağından en sertine kadar geniş olan bir yelpazede sürdürülen direnişe katılmalıyız.
Unutmayalım ki: “Kendi ahlakını güçlü yaşayan bir toplum, iktidara ve açık sömürüye kolay boyun eğmez. Ahlakın en olumsuz, geri, ilkel hali bile iktidar ve devletlerin en ileri hukukların, yönetimlerinden bir toplum için daha değerlidir. Ahlaki ve politik toplumun yaşandığı yerde iktidar ve hukuk gereksiz olmaktan öteye tahammül edilmesi güç bir yüktür. Bir toplum ne kadar ahlaki ve politik kılınırsa o denli demokratik, özgür ve eşitçi kılınır; dolayısıyla iktidar eliti ve sermaye tekellerinin istismarına kapalı ve direngen kılınır.” Bizlerde Kürdistan ve Türkiye’nin özgür yaşama sevdalı olan gençliği, iktidar odaklarının hedefi olmamak, kolay kolay sömürülecek hale gelmemek için, onur kırıcı yönelimlerine karşı kesinlikle durmasını bilmemiz kadar, halklarımızı, inançları da savunacak bir pozisyona kendimizi getirmesini bilmeliyiz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 31 Ekim günü(bugün) sabah saatlerinde Şengal’e bağlı Solak köyünde gerillalarımız tarafından 2 suikast eylemi gerçekleştirilmiştir. Bu eylemlerde 2 DAİŞ çetesi öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Ekim günü saat 22:00'de Şengal'e bağlı Sinunê köyünde DAİŞ çetelerinin bulunduğu bir binaya Gerillalarımız ve YBŞ güçleri baskın eylemi düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar